Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

1. 

Rainer Maria Rilke, Genç Şaire Mektuplar’da “İçine sor, yazmaya mecbur muyum diye. Eğer öyleyse, siz bir şairsiniz” der. Bunu “İçine sor, okumaya mecbur muyum diye. Eğer, öyleyse bir okuyucusunuz”şeklinde değiştirebiliriz. 

Bunu yer yer içime sordum. Kitaba yakın durmak, kitabın içine akmak veya kitabı içime taşımak mecburiyetinde miyim? Kitaba rağmen mutlu olabilir ve kitabın konuşmadığı bir çizgide kendimle buluşabilir miyim? Kitap benim için ne ifade ediyor? Hedef mi, vasıta mı, araç mı?


İçimde bu soruların herbirine verilmiş cevaplar var; okumaya mecbur hissediyorum kendimi. Rilke’nin mantığına göre ben bir okuyucuyum. Kitaba rağmen mutlu ve kendim olamayacağımı düşünüyor ve bu sebeple kitabın içine doğru akmayı, olmazsa olmaz bir şey olarak görüyorum.

Her insan, kendine ‘okumaya mecbur muyum?’ sorusunu sorar mı? Okuma serüvenleri bu soruyla mı başlar, yoksa, zamanın bir diliminde herhangi bir sebeple kitapla temas kurmuş olmanın zemininde büyüyen birlikteliğin insana sordurduğu tabii bir soru mudur bu?

Kendi adıma söyleyeyim: Hür bir tercihle kitaba yönelmedim; önceleri kitabı bir ihtiyaç olarak hissetmiyordum; çok daha başka önceliklerim vardı. Ancak zaman ve mekânın değişimiyle birlikte, aidiyet hissi içinde olduğum yer ile o an yaşamakta olduğum sürecin uyuşmadığı bir yerdeydim; iletişimsizlik ve yalnızlık sözkonusuydu benim için. Bu bende, içe dönük bir bakış geliştirdi; daha çok düşünme imkânı buldum ve de daha çok sorular büyüdü içimde. Soruların içimde büyüttüğü çalkantıyı dindirme ihtiyacını duyduğumda, çaldığım kapılardan birisi de kitap oldu. O gün bugündür bu kapıyı çalıyor ve içine doğru yürümeye devam ediyorum. ‘Kitap okumak mecburiyetinde miyim?’ sorusunu ancak bugün kendime sorabiliyorum. Bu sebeple bu soruyu, kitap okuma serüveninin geliştirdiği bir soru olarak görüyorum.

2. 

‘Kitap okumak mecburiyetinde miyim?’ sorusunun altım çizmek gerektiğine inanıyorum. Kitap okuma eylemine bir anlam ve misyon yüklemek noktasında bu soruyu önemsiyorum. Çünkü kitap okumak, sadece boş zamanları değerlendirmek veya hoşça vakit geçirmek için gerçekleştirilen bir iş değildir. Okumak ama, bir şey için okumak... O şey ne? Okuyucunun durduğu yer ve referansları bu “şey” i belirler. Ben mü’min insanlar için bu şeyin, ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku!’ buyruğunun işaret ettiği yer olduğunu düşünüyorum. Bir başkası için ise bu, başka birşey olabilir.

Bu soru, aynı zamanda bizi kitap okumanın bir gaye mi yoksa vasıta mı olduğu noktasına da taşıyor. Dikkat ederseniz; sorular, bizi hep bir yerlere götürüyor ve bir arayışa zorluyor. Bu sebeple diyebiliriz ki, kitap okumanın uzağında yaşayanların soruları yoktur; daha çok, basit bir hayatın, insanın önüne çıkardığı ihtiyaçları aşmanın hay-huyu içinde yaşarlar; yaşayıp giderler ama, geride birşey bırakmadan ve ötelere de bir birikim taşımadan... Kitap okuyucusunun zihni ise, hep sorularla doludur; bu sorular onu yeniler ve eskimekten korur. Kitapla büyüyenler, zamanı yeni şeylerle dokurlar; zamanın içerisinde bir iz bırakır ve gidecekleri yere birşeyler götürürler.

3. 

Kitap okumak gaye mi, vasıta mı?

Popüler bir romancı* bu soruya şu cevabı veriyor: “Ne bilgimle övünürüm, ne de övünülecek bir bilgim var. Ben, okumaktan hoşlanıyorum ve yazı yazmaktan hoşlanıyorum. Yazdıklarım, bildiklerim kadar oluyor.(....) Bilgiden ve bilgi almaktan hoşlanmıyorum. Ben zevk almak için okurum. Bilginin peşinde bir insan değilim. Ben yazı yazmaya cahilliğimi hoş göstermek için giriştim.” 
Bu cevap beni şaşırtmadı; şaşırtmadı çünkü, nihilizmin varoluşa yüklediği anlam dünyası, kayıtlı olduğumuz zaman ve mekânla sınırlıdır. Varlıkta metafizik anlam yoktur; katı bir determinizm vardır. Ölüm sondur; ne varsa, yaşadığımız sürenin içerisine sıkışmıştır. O halde yaşanılan zaman içerisinde nefs için hoş olan ne yapılırsa, o iyidir. Nihilizmden beslenen epikürist hayat bunu ifade eder. Çünkü hâşâ her şey; gördüğümüz, dokunduğumuz sebepler dünyasında oluşagelmektedir. Kutsalın kovulduğu bu anlam dünyasında, haz, iktidar koltuğuna gelip oturur. Hayatın merkezine daha çok hazzı koyan romancı, bu sebeple, kendi anlam dünyası içinde tutarlıdır.

Bu romancıyla aramızdaki fark, ‘kitap okumak gaye mi, vasıta mı?’ sorusuna vereceğimiz cevabı da farklı kılıyor. Haz ve zevk almak veya çok şeyler bilmek, şöhret basamaklarında yükselmek için okumuyoruz; okumuyoruz çünkü, anlam dünyamız farklı:‘....Yaradandan ötürü’ der, öyle bakar, öyle görür ve öyle yaşarız. Her eylemimizde olduğu gibi okuma eylemini de varoluş sebebimizden uzak tutmuyoruz. Okunan şeylerin, kalbimizdeki yakine bir ivme kazandırmasına, insana ve eşyaya dair bilinmeyenlerin bizim için bilinir hale gelmesine katkısı olması gerektiğine inanıyoruz.

Bir başka yazar** ise, Ne Kitapsız, Ne Kedisiz isimli kitabında “Bir şey öğrenmek için okumak, kitaba yönelmek ile, haz duyulduğu için okumağa oturmak arasında, gerçekten, büyük bir fark var mı? Hatta, herhangi bir fark var mı?” der. Evet var; hem de bir değil, birçok fark var. Elbette kitap okuyucusu olmak, kitap okumanın kendine has güzelliğinin farkına varmak, büyük bir haz veriyor insana. Ancak bunun, bizi kitap okumaya götüren tek sebep olmadığını, bu hazzın, kitap okumanın tabii bir sonucu olduğunu düşünüyoruz. Tıpkı namaz kılmanın, insanın bedeni yapısına getirmiş olduğu faydaların namaz kılma sebebi olamayacağı gibi... Bizi namaz kılmaya götüren sebep ne ise, kitaba yakın durmayı kaçınılmaz kılan da aynı şey olmalı diye düşünüyoruz.

4. 

Okumak sadece hoş bir uğraş değildir; aynı zamanda bir mecburiyettir. Çünkü yaşadığımız zamanda, insanı kuşatan eğitim süreci ve kurumlar, onu, aşkın olan hakiki kimliğiyle buluşturmakta yetersiz kalıyor. İnsan kaynaklı kurum ve yorumlar, bir ırmağın canlılık ve yeniliğine sahip olamıyor; zamanın herhangi bir diliminde eskiyor ve yorgun düşüyorlar.

Yaşadığımız coğrafyada da, eskiyen ve yorgun düşen böyle bir durumla karşı karşıyayız. Aile, ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite çizgisinde bize aktarılan bilgi ve verilen eğitim, insani kimliğimizin ve yaşadığımız zamanın dilini çözmede gerçek anlamda bize yardımcı olamıyor. Bilakis tam tersi söylenebilir: Gerçeği öğrenmek için bizde var olan kabiliyetlerin, tabi olduğumuz eğitim sürecinde körelmesi gibi bir durum sözkonusu.

Görünen bu eğitimin yetmezliğinin ayrımına varmak ve görünmeyen bir eğitim süreci olan kitabın yollarında kendimizi aramak... Kitapların yanıbaşında bulunmak, sayfaları arasında sahici olanla buluşmak ve etrafa yaydıkları ışığın kırılmalarında büyümek... Burada, “Bütün kitaplar bir tek kitabın daha iyi anlaşılması için okunur” ifadesinin altını çiziyor ve kitabı, yön ve kıbleyi gösteren bir yıldız olarak değerlendiriyoruz.

5. 

Okumalarımız bizi inşa ediyor; bir anlamda okuduklarımızın toplamını ifade ediyoruz. Kitap bizi zenginleştiriyor; içimizi yeşerten ırmağa sağdan ve soldan sızıntılar katıyor.

Okuma eylemi, sembollerimizi geliştiriyor ve yenileştiriyor; yeni zamanla gelen değişimleri daha iyi anlamamıza imkân veriyor, ve herşeyden önemlisi, bizi bizle buluşturuyor. Kitabın kapağını çevirdiğimizde, bir ‘biz’ varız bir de okuduğumuz kitapta ‘bize ait parçalar’.Kitaplardan bize ait parçaları topluyor ve onları, durmadan biriktiriyoruz. Her okumadan sonra, biz artık eski ‘biz’ değiliz; ileriye doğru adım atmış, büyümüş ve daha da çoğalmış bir ‘biz’ oluyoruz.

Okuduklarımızın toplamı, sentez ve analizi bizi ifade ediyorsa eğer; ya okumuyorsak...? Herhalde o zaman bize ait bir şeyden bahsetmekten çok, başkalarının dayattığı veya bizim onlardan kopya ettiğimiz kimliklerden bahsedilebilir. Burada ‘biz’ yokuz. 

6. 
Kitap bir vatan, bir dost; ışığa kapalı binaların gölgelerinde üşüyen bizlere, sımsıcak dünyasını açan vefalı bir dost... Gecenin ilerlemiş bir saatinde kapısını çalmamızdan hiç mi hiç rahatsız olmayan, kendisine sırt dönüp ayrılmamıza kırılmayan ve gönül koymayan bir arkadaş... Vermeyi çok seven, minnet etmeyen ve vermiş olmanın pişkinliğiyle şımarmayan bir yoldaş..

Doğrusu, kitaba ve okumaya dair söylenecek çok şey var. Ancak ne söylenirse söylensin, hep bir şeyin eksik kaldığı hissedilecek. Bazı şeyler var ki anlatılmaz; yaşanır. Kitap böyle bir şey; A. Turan Alkan’ın ifadesiyle, “aşk gibi bir şeydir o.”

 

 

 *Ahmet Altan, Pazar Konuşmaları, Eyüp Can, Röportaj. 
** Bilge Karasu

Nihat DAĞLI

Sızıntı, Sayı: 224

SON EKLENENLER

Üye Girişi