Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR 

1883 yılında İstanbul'da doğdu. Galatasaray Lisesi'nde ve Paris Siyasal Bilgiler Okulu'nda okudu. Yurda döndükten sonra, daha çok, özel kuruluşlarda memurluk yaptı. Son yıllarda Dışişleri Bakanlığı'nda da görev aldı. 1963 yılında İstanbul'da öldü. Topkapı yakınlardaki Merkezefendi mezarlığında gömülüdür.

Edebi kişiliğini temsil eden önemli eserlerini hayatının ikinci yansından itibaren yazmaya başlayan Abdülhak Şinasi Hisar, titiz ve sabırlı yazmakla tanınmış bir edebiyatçıdır. Eserlerinde - romanları da dâhil - İstanbul'un belli yerlerini, belli karakterlerini ele alıp işlemekten zevk duymuştur. Bundan onun, bir kısmım yaşlılardan duyduğu, bir kısmını da kendisinin yaşadığı bir mâzi özleminin büyük payı vardır. Dili ve anlatımı, her okuyucu tarafından kolayca izlenecek kadar rahat değildir; fakat belirli bir üslup özelliğine sahiptir. Abdülhak Şinasi'nin, kitabın sonunda verilen romanları dışında en tanınmış eserleri şunlardır:

Boğaziçi Mehtapları, Boğaziçi Yalıları, Geçmiş Zaman Köşkleri, Yahya Kemal'e Veda, İstanbul ve Piyer Loti.

(Kitaba alman Rahim Bey ve Biz romanında, yazar, kendine mahsus bir iç ve dış dünyası bulunan orta hâlli bir adamın, bu iç ve dış dünyasının bütün ayrıntılarını, büyük bir ustalıkla, okuyucuların gözleri önüne sermektedir.)

 

FAHİM BEY ve BİZ

-Romanın Özeti -

Fahim Bey, romantikliğin de üstünde ve ötesinde bir hayâl ve iyi duygular adamıdır. İçinde yaşanılan, pek çok çirkin, hatta iğrenç yönleri bulunan günlük hayat şartlarından, kendisi bütünü ile silinmiş, arınmış bir karakterdedir. Kendisinin özlediği, istediği, daha doğrusu inandığı dünya bu olduğu için, uzun zaman gerçeklerin üzücü oluşlarını görmezlikten, duymazlıktan, bilmezlikten gelmeye çalışır. Ne var ki bu inanç ve bu savaş tek yönlüdür. İster istemez Fahim Beyi yenilgiye uğratacaktır.

Fahim Bey Bursa’nın "eşraftan" bir ailesinin çocuğudur. İlk yabancı dünya olarak - öğrenimini yapmak için - İstanbul’a gelmiş, bir yandan okumuş, bir yandan arkadaş ve çevre edinmiş; ancak edindiği arkadaşlar, en samimi olanı bile onun dünyasına uyamamışlar, girememişlerdir. Bu arkadaşlar, kendisinin yerde yürüyen değil, belki bulutlarda dolaşan bir insan olmasıyla - hafif tertip - eğlenmişlerdir bile. Bununla birlikte, ister istemez ona saygı duymuş oldukları da bir gerçektir.

Hayata atılır atılmaz evlenen Fahim Bey, Saffet Hanım adında bir kız almıştır. Ne var ki Saffet Hanımla Fahim Bey arasında zevk, duygu, düşünce bakımından dağlar kadar fark vardır. Saffet Hanım, kültürsüz, duygusuz, sıradan bir kadındır. Ama Fahim Bey, karısının bu noksanlıklarının bile farkında değildir. O, Saffet Hanımın noksanlarını kendi hayâl dünyasında, farkında olmaksızın, çoktan tamamlamıştır. Bu yüzden Fahim Bey, evine, yuvasına çok bağlıdır. Evlilik hayatını tam bir dürüstlük ve düzenle yürütmektedir.

Fahim Bey, çalışma hayatındaki önemli olayları, akşamları eve döndüğünde - akranmış ve anlarmış gibi - karısına uzun uzun anlatır, bunların kritiğini yapar. Fakat kadıncağız, öte yandan durmadan sigara ve kahve içmekte, uzun uzun esnemektedir. Ama beriki bunun farkında bile olmaz. Kan kocanın tek ortak yönleri saat merakıdır. Evlerinde boy boy, çok çeşit çeşit saatler bulunmaktadır. Saffet Hanım’ın, kocasına karşı küs ya da barış olduğu, bu bir sürü saatin düzenli olarak kurulmasından veya kurulmamasından anlaşılır.

Etikete çok önem veren Fahim Beyin bir elbise hikâyesi vardır ki, arkadaşları arasında devamlı konuşulur: Bir ara Londra'da elçilik kâtibi bulunduğu sırada Fahim Bey, oranın en ünlü bir terzisine, bir elçilik kâtibinin giyinişinin nasıl olması hususunda fikir sorar. Terzi, "Şu şu için, bu bu için, o o için..." diyerek kat kat, çeşit çeşit, boy boy, renk renk elbiseler yapar. Bütün bunlar kocaman bir sandık içinde bir gün evine gelir. Tabii bu arada Fahim Beyin birkaç yıllık maaş tutarını geçen bir de fatura gelmiştir. Zavallı adam, bu oldubittinin altında ezilir, ses çıkaramaz. iki türlü sonuç ortaya çıkar: 1. Fahim Bey, ömrünü bu elbiselerin taksitini ödemekle geçirir. 2. Bir daha on on beş yıl başka elbise yaptıramaz. Yerine, havasına, mevsimine uysun uymasın - tüketmek için - bu elbiseleri yıllar yılı giymek zorunda kalır.

Fahim Bey, 1908 Meşrutiyetinden sonra memurluktan ayrılır. Niyeti Bursa'ya çekilip pamuk tarımı yapmaktır. Bu geniş 'bir iş olacaktır. Bursa’nın tanınmış ailelerinden birine mensup bulunduğu için, başlangıçta bazı sermaye sahipleri, kendisiyle ortak olup işe para yatırmaya niyetlenirler. Ama aradan çok kısa bir zaman geçince, onun hayâlden ayrılıp gerçeğe hiç bir zaman yönelmeyeceğini sezinleyen bu adamlar derhal ondan uzaklaşırlar; böylece pamuk işi de kalır.

Bundan sonra Fahim Bey bazı küçük memurluklara girer. Türlü sebeplerden bunları tekrar bırakır. Nihayet bir iş hanında yazıhane tutarak - kimsenin, hatta kendisinin de ne olduğunu bilmediği - yeni bir iş hayatına atılır. Bir süre sonra bu yazıhanesi de kapanmıştır. Onun boşalttığı odaya giren, dosya ve evrakını inceleyen bazı "küçük adamlar" çok muntazam olan bu dosya ve defterlerin baştanbaşa hayali birtakım hesap ve alışveriş yazışmaları ile dolu bulunduğunu görürler; birbirlerine tuhaf tuhaf, acıyarak bakarlar.

Şimdi artık tanıdıklar arasında onun hakkında bazı söylentiler dolaşmaktadır. Fahim Bey, zararsız tipten bir delidir. Gerçeğin böyle olmadığını kimse bilmez, bilememektedir ama gün gibi açık bulunan bir nokta varsa o da, bu çok kibar, bu çok temiz, bu çok iyi yürekli adamın; bir gün ergeç, hayâllediği dünyanın var olacağına inanışıdır. Bunun için elinde yeterli deliller da vardır: Renkli rüyalar görmekte ve rüya tabircileri bunları çok iyiye yormaktadırlar.

Fahim Bey, böyle böyle, bambaşka bir evrende yaşaya yaşaya nihayet ihtiyarlamıştır. Şimdi artık ölüm korkusu, dünyadan ayrılmak tasası kendisini üzmektedir. Kesin olarak bir şeye inanmıştır:

Zaman çarkında garip bir değişme ya da dengesizlik olmuş; aylar, haftalar, günler kısalmaya, eskisine göre daha çabuk geçmeye başlamıştır. Fahim Bey kendini bildi bileli içinde yüzdüğü hayâl dünyasına bir de bu inanç görüşünü kattıktan sonra, bir gün sessiz sedasız ölür.

ŞEMSETTİN KUTLU, TÜRK ROMANLARI

SON EKLENENLER

Üye Girişi