Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

OSMAN CEMAL KAYGILI 

1890 yılında İstanbul'da doğdu. Düzenli bir öğrenim görmedi; kendi kendini yetiştirdi. Küçük memurluklarda bulundu. Bazı azınlık okullarında öğretmenlik yaptı. Sonra basma geçerek, ömrünü çeşitli gazete ve dergilerde çalışmakla tamamladı. 1945 yılında İstanbul'da öldü. Edirnekapı mezarlığında gömülüdür.

İstanbul’un geniş halk yığınlarını, kenar semtlerde yaşayan insanlarını, alaturka tiplerini, esnaf tabakasını çok yakından tanıyan Osman Cemal, bu çevrelerin yaşayışını ve kişilerini son derece canlı, renkli bir gözlem ve gerçekçilik içinde eserlerine aktarmıştır. Dili ve anlatımı - Ahmet Mithat Efendi ve Ahmet Rasim gibi -tabii ve özentisizdir. Osman Cemal, yüksek ve kültürce incelmiş tabakadan çok, içinden geldiği ve içinde yaşadığı halk tabakasına hitap etmiştir.

Romanları dışındaki başlıca eserleri: Sandalım Geliyor Varda, Eşkıya Güzeli adlı hikâye kitapları; İstanbul Revüsü, Üfürükçü adlı tiyatroları, gazete ve dergi sayfalarında kalmış bini aşkın mizah yollu şiirleri ve hikâyeleridir.

(Kitaba alman Çingeneler’de roman tekniği, konunun çatılışı, işlenişi bakımlarından belli bir üstünlük ve özellik yoktur. Bu romanın büyük önemi ve değeri, İstanbul’un belli sınıflarının ve insanlarının kendi dünyaları içindeki yaşayışlarını - eşsiz denecek ölçüde - aslına uygun olarak yazıya geçirebilmiş olmasındadır.)

 

ÇİNGENELER

- Romanın Özeti -

İrfan biraz okuması yazması olan, biraz müzikten anlayan ve keman çalan bir gençtir. Dul annesiyle birlikte Topkapı yakınlarındaki babadan kalma evinde oturmaktadır. Bir gün, yakın bir arkadaşı ile surlar dışında barınmakta olan bir çingene topluluğunu ziyarete gider. Onların kendi dünyalarında kendi dilleri ve müzikleri ortamında, kendi gelenekleri içinde sürdürdükleri yaşayışın etkisinde kalır. Özellikle Nazlı adındaki orta yaşlı dul bir kadın İrfan’ı adeta büyülemiştir. Nazlı garip, melankolik bir çingene kadınıdır; soydaşları onu biraz da kaçık olarak nitelemektedir, irfan, ikide birde oraya gitmeyi adet edinir. Arkadaşı kendisini bu ziyaretlerden vazgeçirmek için çalışır, fakat başaramaz. Ancak bu arada Nazlı, birden ortadan kayboluvermiştir. Topluluğun açıkgöz elemanlarından Etem, Nazlı’nın bilinmeyen bir yere kaçtığını söylemektedir.

Şimdi İrfan, sınırlarını kendisinin bile çizemediği garip bir tutkunun esiridir. İstanbul’da çingenelerin barındığı uzak yakın ne kadar yer varsa hepsini teker teker dolaşıp Nazlı’yı arar. Bu arada başından türlü olaylar geçer, çingeneler hakkındaki bilgisi de artar. Arkadaşı, bu arama işinden İrfan’ı caydırmaya çalıştığı için, onunla kavga eder. İki dost birbirinden ayrılırlar. Bu arada Nazlı’nın obasından Gülizar adlı "tirşe gözlü" bir genç kız da İrfanı sevmiştir; kendisine haber yollamaktadır.

İrfan, nihayet aramalarının sonucunu alır, Nazlı’yı Erenköy’ün iç taraflarındaki bir çergede bulur, annesinin istememesine rağmen onu evlerine getirir. Bir iki hafta birlikte yaşarlar. Ama Nazlı, hem özgür, başıboş hayatını, hem de çocuklarını özlediği için, bir süre sonra yeniden kayıplara karışır.

Gülizar’la Etem, İrfan’ı hem kendilerine bağlamak, hem de para sızdırmak için peşini bırakmamaktadırlar. Bu arada İrfan, Çingene atmosferinin adeta tiryakisi olmuştur. Reha Bey adında, yine çingenelerle ve onların müziği ile yakından ilgili yaşlı bir adamla dost olur. Onunla birlikte birçok saz ve köçek âlemlerine karışır. Bu saz ve eğlence âlemlerinden birinde Reha Bey, kendisine Çakır Emine adlı yeni bir şarkıcı kız tanıtır. Çakır Emine, ötekilerine göre biraz daha eli dili düzgün bir kızdır.

Bir yıldır içinde yaşadığı çingene hayatı İrfan’ın zihninde bir fikir yaratmıştır: Gördüklerinden, duyduklarından, yaşadıklarından yararlanarak "Çingeneler” adlı bir opera meydana getirmek. Ne var ki hızlı bir hayat sürmekte olduktan başka, kendisini derleyip toplama gücüne de sahip bulunmamaktadır; bu yüzden bu fikir sadece bir tasavvur olarak kalır.

Genç adam, annesinin sızıldanmalarına aldırış etmeden çingeneler ve müzik toplantıları ortasında yaşayıp giderken, bir gün Reha Beyle ve onun çevresindeki aşağılık adamlarla bozuşur. Bunun sonucu olarak, gittikçe bağlanmakta olduğu Çakır Emine'ye olan bağlantıları da tehlikeye girer.

Bir seferinde Beyoğlu'nda bir gazinoda otururken, gözünün ısırdığı fakat iyice tanıyamadığı bir genç kendisini tehdit eder. Bu genç, kalemlerden birinde küçük bir memurdur; yan okumuş, yarı külhanbeyi bir kabadayıdır. Hovardalığı ile ün yapmıştır ve Emine ile de ilgilidir. Bu yüzden, kendine rakip gördüğü İrfana - biraz da Reha Bey ve arkadaşlarının kışkırtmasıyla - kin beslemektedir. İrfan, Suphi adındaki bu adamla başa çıkamayacağını anlar, aşağıdan alır.

İşler böyle giderken bir gün Çakır Emine, yüzü gözü dayaktan morarmış, İrfan’ın evine gelir. Bunları Suphi'nin ve arkadaşlarının yaptığını söyleyerek, ondan yardım ister. Bu sırada İrfan’ın tarafında olan Etem’in de telkini ile genç adam Çakır Emine'yi - evlenmek yolu ile - Suphi'nin elinden kurtarmaya karar verir. Ne var ki bu evlenme işi için, alttan alıp, Suphi'yi razı etmek gerekmektedir. İrfan, bizzat ona sığınarak ve rica ederek, konuyu çözümlemeyi en kestirme yol bulur.

Gidip Suphi’yi bulacak, ondan izin alacak, onunla dost olacak, sonunda Emine'yle evlenecektir.

Genç adam, bu niyetle Suphi'yi ararken bir gün birden bir meyhanede onunla karşılaşır. Daha kendisi dostça ağıza başlamadan Suphi ve arkadaşları ona hakarete ve tecavüze girişirler. İrfan, kaçmak için dışarı fırlar, fakat ardından yetişen Suphi'nin bıçağını çektiğini ve neredeyse öldürüleceğini anlayınca, can havliyle yanındaki sandalyeyi kapıp onun başına indirir. Şimdi düşmanı ölmüş, kendisi de hapse girmiştir.

Uzun yıllar sonra hapisten çıkan irfan, artık her şeyini yitirmiştir. Annesi de, Reha Bey de, dostları da düşmanları da dünyada yoktur. Eski anılara takılarak gittiği obalardaki genç çingeneler ne kendisini ne de sorduklarını tanımaktadırlar.

Hayatını keman çalıp dilenerek sürdüren İrfan, bir gün Sultanahmet kahvelerinden birinde, vaktiyle kavga ettiği, dostunu görür. Ertesi gün bütün anılarını içinde bulunduran defterini ona teslim edip kayıplara karışır.

TÜRK ROMANLARI, Ş.KUTLU

SON EKLENENLER

Üye Girişi