Kullanıcı Oyu: 1 / 5

Yıldız etkinYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

BOĞAZİÇİ ŞINGIR MINGIR ÖZETİ - SALAH BİRSEL

SALAH BİRSEL

1919 yılında Bandırma’da doğmuştur. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirmiştir. Salah Birsel, Fransızca öğretmenliği, iş müfettişliği, Kitaplık ve Ankara Üniversitesi Basımevi müdürlükleri gibi görevlerde bulunmuştur. Aynı zamanda Türk Dil Kurumu yönetim kurulu üyeliği de yapmıştır.

Şiirde zekânın önemine inanmıştır. 1955’ten sonra Birinci Yeni şiirinden tamamen uzaklaşmıştır. Kendine ait, bağımsız bir şiir anlayışı geliştirmiştir. Konuları alaya alır gibi görünerek şiirinin düşündürücü yanını güçlendirmiştir. Nesirlerinde de mizah dikkat çekmektedir. Yazarın başlıca eserleri şunlardır: Dünya İşleri, Hacivatın Karısı, Kikirikname, Varduman, 1001 Gece Denemeleri, Kendimle Konuşmalar, Yapıştırma Bıyık, Bay Sessizlik, Şiir ve Cinayet, Yaşlılık Günlüğü’dür.

BOĞAZİÇİ ŞINGIR MINGIR

Yazarın ifadesiyle bu kitap “Boğaziçi’nin gizli tarihi, Boğaziçi’nin insan haritasıdır.” Öteden beri Osmanlı medeniyetinin göz bebeği olan Boğaziçi, Salah Birsel’in tatlı üslubuyla canlı bir şekilde anlatılmaktadır. Deneme türünde yazılan eser Boğaziçi yalılarındaki sosyal hayatı her cephesiyle sergilemektedir. Sultanlar, padişahlar, sadrazamlar, Göksu Frenkleri, Zımniler, Bostancılar Boğaziçi medeniyetini oluşturan bir harita sunar eserde.

BOĞAZİÇİ ŞINGIR MINGIR

Uç Baba Torik

Sıkı durun: 1898 yılı temmuzundayız.

Vaktaki Boğaz’da ilkyaz baş gösterip insanların yüreklerinde çitlembikler, papatyalar, kanaryalar açar; uzun ve ayakta duran gezilere dayanacak giysiler, pabuçlar da uykularından silkinip hazır ola geçerler.

Teşekkür Fatih Sultan Mehmet’e ve onun savaşkan gazilerine ki dünyayı kesip onarmış ünlü usta marangozlara gelerek şu İstanbul ilini ve Boğaz şehrini açmışlardır. Ama çokları, Boğaz’ın kim olduğunu, bu kocamandan kocaman keçi yolunun ne işe yaradığını pek bilmez.

Boğaz, en taze, en Çinli en tangolu yüzünü haziran, temmuz, ağustos ve eylül aylarında gösterir. Ay ışıkları, seyir yerleri, saz şölenleri ile sıyrık zamparalar her köşeden faşıldar.

Boğaz, hadi Kandilli’den başlayarak diyelim, zümrüt yeşili, krom yeşili, kobalt yeşili, Türk yeşili, nefti, çimen yeşili, limonküfü, küllenmiş çağla rengi, Veronez yeşil, Viktorya yeşili ve daha 88 yeşile boyanmış ağaçlar, çiçekler ve böceklerle ağzına kadar doludur. Türlü şaşkınlık veren korular arasında da deniz dudağı yalılar coşmayanları coşturur, koşmayanları koşturur.

Demek isteriz ki yazın ortaklık yerinde durduğumuza göre, yüzü ve oturumu yumuşak bir piyadeye atlayıp, döküntü Kız Kulesi sağda kalacak Büyük Ağızdan, altınla işlenmiştir. Kabartmaların ortalık yerine de akik ve necef taşlar serpiştirilmiştir. Köşkün sağ ve solunda gömme sedefle yazılmış dualar okunur.

……

Göksu Şemsiyeleri

Yeniden 1900 yılındayız.

Ağustos ve cuma. Başka bir gün gelseydik bu kalabalığı bulamazdık. Dere boyu sandallarla hınca hınç. Çayırlar adam almıyor. Üsküdar’dan, Karaköy’den, Haliç ve Boğaz iskelelerinden uçup gelenler bir seccadelik yer kapmak için birbirini çiğniyor. Paşa ve vezir hanımları için böyle bir zorunluluk yok. Onlar Arap halayıklarının yardımıyla kendileri için düzenlenen köşeye yürümek inceliğinde bulunsalar yetişir. Derenin yukarısında ‘Tahtırevan’ denilen kafesli bir set de vardır. Kimi zengin karıları da burada konak tutar. Bunlar biraz da sazende ve hanendeleri dinlemek için buraya gelirler. Çünkü okuyucu ve çalgıcıların hünerlerini sergiledikleri yer bu dolaydadır. Ne ki, derenin solundaki Baruthane çayırı da bağrında birçok hanende ve sazende barındırmıştır. 1890 Eylülünde Sabah gazetesindeki bir ilan burada incesaz bulunduğunu ve ünlü okuyucu Musevi kızı Sare Hanım’ın ‘teganni’ ettiğini yazar.

Kimi kadınlar da sandallarından dışarı çıkmaz, akşamı orada bulmayı yeğlerler. Dere boyundaki gölgeliği Küçüksu çayırında bulmaya pek olanak yoktur. Bu yüzden herkes dere içini yeğler. Halk, ağaçlar altında serdiği seccadelerin ya da hasırların üstünde oturur. Yatar, kalkar, yemeğini yer, suyunu içer, namazını kılar, yine yatar, yine kalkar. Erkekler dere boyunca volta atmaktan da geri kalmazlar. Kadınların da çayır boyunda gezindikleri olur ama bir iki gidiş gelişten fazlasına çıkmazlar. Göksu’ya doğrudan doğruya arabalarla gelen hanımlar da vardır. Bunlar talika, koçu arabası ya da kupalara binerler.

 

İshak Kuşu Garip Garip Öter

….

İshakağa Çeşmesi’ne “On Çeşmeler” adı da verilir. Kimileri ise “ishakağa Çeşmeleri” demeyi yeğler. İshakağa’nın Beykoz’da başka çeşmeleri de vardır. Bunlardan biri de Beykoz çayırının ortasındadır. Büyük Çeşme’den 4 yıl sonra yapılmıştır. Doğu ve batı yüzlerinde birer musluk yer almıştır. Bunun suyu da gürül gürül akar. Gümrükçü’nün kondurduğu üçüncü çeşme de Yalıköy’dedir ki “Yalıköy Çeşmesi” diye ünlenmiştir. Tophane kâtiplerinden halk ozanı Aşık Razı bu çeşmeleri gördükten sonra şöyle demiştir:

Öter İshak kuşu bak garip garip

Şimdi hazır ola geçelim. Tokat Kasrı’na doğru adımlarımızı sayacağız ki topu bin adımı geçmez. Yolumuz hep aynı düzlüğü sürdüren ve iki yakasında tepeler bulunan bir koyaktan geçmektedir. Tepeler ağaçlarla pıtrak. İsterseniz, bir ormanın içinden geçtiğini düşünebilirsiniz. Ama yanılmaca yok. 1673 yılındayız. Aylardan da temmuz.

Tokat Kasrı, koyağın bitiminde, kendisini sürekli gölgeler içinde tutan ağaçların ortasındadır. Burada Hindistan’dan getirilmiş bir kestane ağacı göklere sala verir ki gövdesini üç adam güçlükle sarar. Ağaç baştanbaşa daldır. En üstteki dalların görünmesine de olanak yoktur.

Kasrı, Fatih Sultan Mehmet yaptırtmıştır. Sadrazam Mahmut Paşa, Anadolu’daki Tokat Kalesi’ni ele geçirdiği gün Fatih buradaki koruda avlanıyordun Sevinçli muştuyu alınca şu buyruğu savunmuştur:

“Tez şurada bir hadika-i irennüma bina edin ve adına Tokat Bahçesi deyin, etrafına da avlanan hayvanların muhafazası için Tokat suruna benzer bir çit çekin.”

O yıl, burada bir köşk de yapılmıştır ki adına Tokat Kasrı denilmiştir.

…..

1 Ağustos 1673 günü Fransız paşatoru Mösyö Nointel buradan da (Tokat Kasrı) şeref almaya gelmiştir. Bostancıbaşı kendisine köşkü gezdirmiş; ama kapalı olan bir odayı gösterememiştir. Ekselans hazretleri, daha sonra, bahçede ve koruda da ömrünü artırmış ve seyirlik devşirmeye gelen Türklerle karşılaşmıştır. Türkler kuzu çevirdiklerinden paşatora da tahta bir çanak içinde bir but sunmuşlardır. Elçi de inceliğini göstermek için ikramı geri çevirmiştir. Ama gerek kuzuya, gerekse kuzuyla birlikte yenen pilava öylesine ağzı sulanmıştır ki ertesi gün, daha sabah açılmadan, yine Tarabya’dan sandalla yola çıkarak, adamlarıyla buraya gelmiştir. Yanlarında yemek, kap kaçak getirdikleri için Türklerin bir gün önceki yemek satasım, onlar da o gün sürmüşlerdir. Elçi, dinlenmek üzere, sonra yine kasra gelmiş ve duvarlarda bir gün önce göremediği levhalarla karşılaşmıştır. Bu levhalardan birinde:

Ağaçlar altın olsa inciler yaprak 

İnsanın gözün doyurmaz illa toprak

ikiliği yazmaktadır ki elçiye, her zamanki gibi eşlik eden Antoine Galland, kendisine bunun “yalnızlık içinde güzellik olmayacağı” anlamına geldiğini döktürmüştür. Elçi, öteki levhada neler dendiğini öğrenmek isteyince de Galland, onun da dünyaya geldiği vakit herkesin sevindiğini, bizimse gülmemiz gerektiğini şavullayan bir dörtlük olduğunu söylemiştir ki o dörtlük işte şu anda sizin de karşmızdadır:

Fikr et ey dil ki doğduğun vakit 

Halk handan idi ve sen giryan 

Ana say et ki öldüğün vakit 

Halk giryan ola ve sen handan.

Zambak, 100 Temel Eser Özetleri

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

SALAH BİRSEL ŞİİRLERİ

SALAH BİRSEL HAYATI ve ESERLERİ