Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

FELATUN BEY İLE RAKIM EFENDİ ÖZETİ - AHMET MİTHAT EFENDİ

- Romanın Özeti -

"Felatun Bey ile Rakım Efendi" adlı romanın, birbirine tamamen zıt karakterde iki kahramanı vardır. Ahmet Mithat Efendi, eserinde bu iki kahramanın çeşitli yönlerine çeşitli ışıklar tutarak, onları okuyuculara tanıtmaya çalışır.

Kahramanların ikisi de Türk aileden gelmiş iki gençtir. Ancak bunlardan biri, batı uygarlığının yalnız bize yatkın ve yararlı yönlerini almasını bilen, gereksiz taraflarına önem vermeyen, yerli ve çalışkan bir insan tipini; öteki ise batılılaşmayı dar anlamda alafrangalığa özenmek, hatta züppeleşmek şeklinde anlayan, tembel bir insan tipini temsil eder.

Yazar; roman kurallarını biraz da bir yana iterek, taraf tutarak, okuyucunun vermesi gereken yargılara karışarak olayların akışı boyunca bu iki tipi birbirleriyle karşılaştırır;

Kahramanlardan ilkinin adı Felatun Bey'dir. Felatun Bey, Mustafa Meraki Efendi adında varlıklı bir adamın oğludur. Adam, Tophane'nin "Beyoğlu'na yakınca” bir mahallesinde oturmaktadır. Burada oturuşunun sebebi alafrangalığa olan eğilimidir. Biri kız biri erkek iki çocuğu bulunmaktadır. Mustafa Meraki Efendi, çocuklarını çok şık ve temiz giydirmektedir ama onların eğitim ve öğrenimlerini pek umursamamaktadır. Bu yüzden, özellikle Felatun Bey, kendisini alafrangalığa, daha doğrusu züppeliğe kaptırır. Bütün isteği herkesin dikkatini çekecek biçimde şık giyinmek, gezmek tozmaktır.

Babası kendisini önemlice devlet dairelerinden birine tayin ettirmiştir. Fakat buradan aldığı maaştan kat kat fazla cep harçlığı olan delikanlı, görevine devam etmeyi aklına bile getirmez. O zamanın tatil günü olan Cumaları mutlaka bir gezintiye yollanır. Cumartesi, bir gün öncesinin yorgunluğunu çıkarır. Pazar günleri alafranga çevrelerin tatili olduğundan oralara gitmemezlik edemez. Pazartesi ise pazar gününün yorgunudur, dinlenir. Salı günü işe gitmek için hazırlanır ise de havayı uygun görünce Beyoğlu'nun bazı yerlerini ve eşi dostu ziyaret arzusu buna da engel olur. Çarşamba neyse daireye uğrar; ama akşama kadar haftalık olayları anlatmaktan çalışmağa vakit bulamaz.

O günün gecesi iki arkadaşı ile alafranga bir şekilde eğlenmek gerektiğinden, Perşembe günü de evde uyur; hafta böylece dolmuş olur.

Bir süre sonra babası ölünce Felatun Bey'e büyük bir miras kalır. Bu sırada bir İtalyan oyuncu kızı ile de tanışmıştır. Bu kızla olan dostluğu ve aşkı yüzünden, o büyük serveti çok kısa bir zamanda eritir, yokluğa düşer. Genç adam Ayrıca alacaklıları tarafından da sıkıştırılmaktadır. Neyse ki tanıdıklarından eski bir baba dostu kendisine acır; uzakça illerden birinde bir görev sağlar. Felatun Bey, büyük bir üzüntü içinde, İstanbul'dan uzaklaşır.

Rakım Efendi; yoksul ve alaturka bir ailenin çocuğudur. Kavaslık yapan babası, kendisi daha pek küçükken ölmüştür. Dul kalan annesi ile evin emektar Arap dadısı onun üstüne kol kanat germişlerdir. Bir süre sonra anne de ölünce Rakım, tamamen Arap dadının elinde kalır. Ancak bu fedakâr ve vefalı kadın hizmetçilik yaparak, çamaşır yıkayarak çocuğun okumasını sağlamaya çalışır. Rakım, çok küçük yaşta, içinde bulunduğu zorlukları kavramıştır. Bu yüzden gece gündüz sonsuz bir çaba göstererek öğrenimini ta-marnlar. Bu arada Fransızcayı da öğrenmiştir. Parasız olarak devlet dairelerinden birine girer; orada çalışkanlığı, zekâsı, dürüstlüğü ile kendisini amirlerine sevdirir, sonunda maaşa geçer. Bu arada bildiği dilden çeviriler de yapmakta, kimi gazete ve dergilere vermekte, bunlardan iyi kötü bir gelir sağlamaktadır. Dairedeki çalışmalarından, çeviri işlerinden artırdığı zamanını özel ders vermeye ayırmakta, bu işinden de bir şeyler kazanmaktadır.

Kısa zamanda önemlice bir para biriktirir. Felatun Bey'in para yedirdiği oyuncu kıza karşılık, o küçük bir Türk kızını cariye olarak evine almış, bu kızın eğitim ve öğrenimi ile de ilgilenmeye başlamıştır. Küçük kız, bir yandan büyürken, bir yandan da okuma yazma, hatta piyano dersleri almaktadır. Birkaç yıl sonra Rakım Efendi, her bakımdan iyi yetiştiği kadar, güzelliği de artmış olan bu genç kızı kendisine eş olarak seçer. Mutlu bir evlenme yaparlar. Rakım Efendi, dürüstlüğün, çalışkanlığın, batının yararlı yeniliklerini kabul etmekle birlikte, kendisini yitirmemenin, soysuzlaşmamanın tam bir mükâfatını görmüştür.

İki genci, Rakım Efendi'nin çocuklarına Türkçe dersi verdiği bir İngiliz'in evinde karşılaştıran Ahmet Mithat Efendi; bu romanında da iyiyle kötünün, çalışkanlıkla tembelliğin, temelde yerli kalışla soysuzlaşmanın eleştirmelerini yapmış ve sonuçlar çıkarmıştır.

AHMET MİTHAT EFENDİ

Namık Kemal'le birlikte, Türk edebiyatında ilk roman örneğini vermiş bulunan Ahmet Mithat Efendi, 1844 yılında İstanbul'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini tamamladıktan sonra memurluğa girdi. Bir süre, kendisini himayesine alan ve yetiştiren Mithat Paşa ile birlikte taşralarda dolaştı. Sonra İstanbul'a yerleşip gazeteciliğe başladı. Çıkardığı "Tercüman-ı Hakikat" adlı gazetesi, bu gazetedeki yazılan ye ard arda yayınladığı çok sayıda ve çok çeşitli konulardaki kitaplarıyla büyük ün, sevgi ve saygı kazandı.

Halk dili ile geniş yığınların yararlanması, eğitilmesi için yazıyordu. Yazar olarak, seçkin bir sanatçı olmayı değil halka dönük olmayı, onları kalkındırmayı, aydınlatmayı amaç edindi. Çeşitli devlet görevlerini de yazarlıkla birlikte yürüten Ahmet Mithat Efendi, o zamanki Üniversitede çeşitli dersler de okuttu. 1912 yılında İstanbul'da öldü. Fatih camisi avlusunda gömülüdür.

İlim fen, tarih, coğrafya, edebiyat ve başka dallarda 200‘den fazla eseri bulunan Ahmet Mithat Efendi, özellikle roman alanında kitaplarıyla tanınmıştır. Yazar bu romanları ile halkı eğlendirerek eğitmek istemiştir. Dili, zamanına göre, çok durudur.

Ahmet Mithat Efendinin - kitabın sonunda verilen bir kısım romanları dışında - en önemli eserleri: Kâinat, Üs-i İnkılap, Mufassal Avrupa'da Bir Cevelan'dır.

 

(Kitaba alınan Felatun Beyle Rakım Efendi adlı romanında Ahmet Mithat Efendi; çalışkanlıkla tembelliğin, züppelikle ağırbaşlılığın karşılaştırmasını yapmaktadır. Eserde yer yer gerçekçi bir hava ve başarılı gözlem örneklerine rastlamak mümkündür.)

FELATUN BEY İLE RAKIM EFENDİ

- Romandan Bir Parça -

(Romanın iki kahramanı Felatun Bey ve Rakım Efendi, İngiliz Mr. Zıklas'ın evinde karşılaşmaktadırlar.)

"Bir Cuma günü Rakım bermutad Mrs. Zıklas'ın evine gidince kime tesadüf etse beğenirsiniz? Felatun Bey e rast gelse beğenirsiniz ya? İşte ona rast geldi. Felatun Beyi kızlar ile validesi ve pederi yanında bulup, o gün ders günü olmakla beraber muallim efendinin vüruduna intizar üzre bulunduğundan, Felatun Bey dahi kızların derslerini imtihan eder idi.

Rakım Efendi’yi görünce, İngilizlere dahi anlatabilmek için, Fransızca olarak ve alaylı bir şekilde:

Felatun - Hah hah hay... Sen mi idin birader hanımların hocası?

Rakım - (Mahzun bir şekilde) Evet efendim, bendeniz idim beyim.

Mr. Zıklas - Vay, demek oluyor ki tanışıyorsunuz?

Felatun - (Vakarla) Evet. Kendi haklarında muhabbetim berkemaldir. O da beni sever zannederim.

Rakım - Dünyada benim sevmediğim adam mı vardır? Ben ki herkesin hüsnü teveccühüne şiddetlerin en fazlasıyla muhtacım; herkesi sevmeye bu cihetle dahi mecburum.

Felatun - (Rakıma) Mr. Zıklas ve Mrs. Zıklas ile tanışalı iki ay oldu. Sizin de buraya intisabınız bir ayı geçmiş; ama nasılsa tesadüf edilmemişti.

Rakım - Kısmet bugün için imiş efendim.

Felatun - Tanışmamız peder efendi vasıtasıyla oldu. Kendilerini benden evvel tanımak şerefine nail olmuşlar. Sonra da beni getirip Mr. ve Mrs. Zıklas ile kerimelerine takdim ettiler.

Mrs. - Evet, bu iyiliklerinden dolayı peder efendi hazretlerine nasıl teşekkür edeceğimizi bilememekteyiz.

Felatun - (Vakar içine tevazu katmış bir tavırla) O sizin nezaketiniz iktizasıdır efendim.

Arada bazı havai sözler geçtikten sonra:

Rakım - Beyimiz; müsaade buyurur musunuz, biraz da derse bakalım mı?

Felatun - (Hâlâ o mübarek tebessüm dudakları üzerinde teceddüt ederek) Hay hay! Hatta ben de şimdi hanımları imtihan ediyor idim.

Rakım - Nasıl, bari epeyce buldunuz mu?

Felatun - (Hâlâ o mübarek tebessümle) Hanımların anlayış ve kavrayışlarına söz ister mi? Fakat birader, ben bu derslerin içinde bazı şeyler görüyorum da bir mânâ veremiyorum. Mesela şu elifbada bu p, ç, j harfleri var mı ya? Biz mekteple iken elif, be, te, se, cim, ha, hı, dal, zel, sin, şın... diye okuduk; bunları görmedik. Bunlara ne isim vermeli?

Jean - Evet muallim efendi; Felatun Efendi öyle söyledi, bizim zihnimiz şaşırdı.

Rakım - Hayır efendim, bunda zihin şaşıracak bir şey yok. Felatun beyefendi de bunu iyi bilirler ama birden bire zihinlerine gelmedi. Vakıa beyim, mektepte biz buyurduğunuz gibi okuduk; ama bizim okuduğumuz elifba yalnız Arapça içindir. Türkçe için ise ondan fazla birkaç harfe ihtiyacımız vardır. Mesela (paşa, çavuş, müjde...) yazacağımız zaman nasıl yazarız? Elbette bu harflere muhtaç olmaz mıyız?

Meğer Felatun Bey evvelce bu harfleri görüp de eski elifbada mevcut olmadığını düşündüğü zaman, hazır acemi İngilizlere Felatunluk satmak için, muallim bulunan zatın asla Türkçe bilmediğini ve böyle adamlara müracaat olunur ise kızların hiç bir şey öğrenemeyeceklerini filan ortaya atarak, henüz kim olduğunu bilmediği muallimi bir âlâ alaya almak istemişmiş. Bu kere işi anlayınca suratına garip bir kırmızılık gelerek:

Felatun - Evet evet hakkınız var, anladım.

Mr - Ben dahi öyle düşünmekteyim. Bizde Türkçe harfleri öğrenmek için bir risale vardır; onda harfler mevcuttur.

Felatun - Benim de aklıma geldi. Efendim bir şüphem daha var ama arz etmek için muallim efendi hazretlerinin müsaadelerini isterim.

Rakım - Estağfurullah efendim. Maksat hanımların istifadesidir. Şayet tarafı alinizden kabili istifade bazı tavsiyelere nail olur isek, istifade...

Felatun - Estağfurullah efendim. Hatırıma gelen şu ki: Biz şu (b)'yi görmüş isek de böyle değişik şekillerini görmemişiz. Haniya demek isterim ki efendim böyle dağdağalı şeyler ile hanımların zihni bozulmasa daha âlâ olurdu.

Margrit - Öyle ama bu harfleri öğrenmemiş olsak harfleri birbirine nasıl bitiştirebiliriz?.. deyince Felatun bunun dahi farkına varmış ve bu defaki utancı evvelkini geçmiştir.

Felatun Bey, duçar olduğu mahcubiyet üzerine daha ziyade duramayıp, biraz sonra kalktı gitti. Rakım ise, bey gittikten sonra ne iyiliği ne kötülüğü hakkında bir harf bile söylemeyip yalnız kendi işi ile meşgul olmuştu.

Fakat akşamüzeri gidenken kızlar ve pederi ve validesi hazır olduğu halde "Efendim; böyle haftada bir ders hanımlar için az ve bana ettiğiniz lütuf ise hizmetime nispetle çok görüyorum. Rica ederim dersleri haftada iki defaya iblağ etmeye müsaade buyurunuz" demiş ve bu ricası memnuniyetle kabul olunmuştu.

Bir ay müddet zarfında Rakım Efendinin Mr. Zıklas'ın hanesinde peyda ettiği hususiyetin derecesini sorar mısınız? O kadar ki kendisi, bu aile arasında yalnız hoca sıfatıyla kabul edilmez idi; belki aile dostu, ırz ehli, terbiyeli, mahcup, her şeyi bilen olgun bir zat olmak üzere kabul edilip ona göre riayet edilir idi.

O akşam Rakım hanesine biraz erkence geldi ve hanesinde fevkalâde bir şey gördü. Gördüğü fevkalâde şey ise Canan’ın orada bulunmaması idi

Rakım - Dadı, Canan nerede?

Fedayi - Buradadır beyim.

Rakım - Buranın neresinde? İşte evimiz üç oda bir sofadan ibaret. Her yere baktım, yok.

Fedayi - (Biraz bozularak) Buradadır beyim, şimdi gelir.

Rakım - Canım nerede ise söyle. Söylenmeyecek bir yerde ise onu da söyle. Benden saklı bir işiniz var diye mi düşüneyim?

Fedayi - Vallahi beyim biz bu işi senden saklı görmeye karar vermiş idik ama hata etmişiz.

Rakım - (Telaşla) Ne oldu canım?

Fedayi - Bir şey olduğu yok. Komşumuz... beyefendi, cariyeleri için piyano öğretmek üzere bir madama tayin etmiş. Biz de heves ettik. Sana söylemiş olsak şayet ruhsat vermezsiniz diye korktuk da...

Rakım (Biraz hiddetlenerek) Evet dadıcığım ruhsat vermez idim. Hâlâ da ruhsatım yoktur. Canan Piyano öğrenmek hevesine düşmüş ise hiç bir arzumuzun husulüne mümanaat göstermeyen Cenabı Hak, bu arzunun husulünü dahi kolaylaştırır. Sana fikrimi doğrudan doğruya söyleyeyim mi? Sen yanında olmadıktan sonra Canan’ın sokak kapısından dışarı çıktığına razı değilim. Sen yanında olduktan sonra nereye ister isen al götür. Dünyanın hâli acaiptir. Sonra kıza verdiğimiz terbiyeyi kabul ettiremez isek yazık etmiş oluruz.

Biçare Rakım bu sözleri öyle delice bir tavırla söyledi ki, dadısına anlattırmak istediği fikri, Fedayi ziyadesiyle anladı..."

 Türk Romanları, Ş.Kutlu, Toker yayınları

SON EKLENENLER

Üye Girişi