BİYOGRAFİLER - Edebiyat Meraklılarının SitesiEdebiyatla ilgili her şey buradahttps://www.liseedebiyat.com/index.php2024-03-28T21:51:26+00:00Liseedebiyat.com İnternet Sitesimagoksu37@hotmail.comJoomla! - Open Source Content ManagementA. ALİ URAL HAYATI ve ESERLERİ2018-12-08T17:31:02+00:002018-12-08T17:31:02+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/14061-a-ali-ural-hayati.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>A. ALİ URAL HAYATI ve ESERLERİ<a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/791-a-ile-baslayanlar/a-ali-ural-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/a-ali-ural.jpeg" alt="" /></a></strong></span><br /><br />1959’da Samsun Ladik’te doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Ankara’da tamamladı. İlk şiiri Mavera Dergisi’nde çıktı. Yükseköğreniminin ardından bir süre editörlük yaptıktan sonra Şûle Yayınları’nı kurdu. 1989’da Merdiven Sanat isimli aylık bir sanat dergisi çıkardı. 24 sayı çıkan bu derginin yanı sıra Kitaphaber isimli iki aylık bir kitap-kültür dergisini ve bir şiir ve poetika dergisi olan Merdivenşiir’i yayınladı. Yayın yönetmenliğini de yaptığı bu dergilerde şiir, öykü ve makalelerini yayınladı.<br /><br />Ejderha ve Kelebek adlı eseriyle, Türkiye Yazarlar Birliği’nin 2010 Deneme Ödülü’nü aldı. Zaman gazetesinde haftalık yazılar yazıyor. Edebiyat ağırlıklı bir sanat dergisi olan Karabatak’ı yayınlıyor.<br /><br /><strong>Eserleri:</strong><br /><br />Şiir: Körün Parmak Uçları, Kuduz Aşısı<br /><br />Hikâye: Yangın Merdiveni, Fener Bekçisinin Rüyaları<br /><br />Deneme: Posta Kutusundaki Mızıka, Makyaj Yapan Ölüler, Resimde Görünmeyen, Güneşimin Önünden Çekil, Satranç Oynayan Derviş, Tek Kelimelik Sözlük, Ejderha ve Kelebek, Bostancı Bahane<br /><br />Tercüme-Araştırma: Divan / İmam Şafiî’nin Şiirleri</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Hayatı Alt Üst Eden Ay</strong><br /><br />Gündüzle gece yer değiştirdi, uykuyla uyanıklık, konuşmayla suskunluk, sarhoşlukla ayıklık, darlıkla genişlik, yalnızlıkla kalabalık… Yer sarsılıyor yerine otursun diye her şey. Hallaç pamuğu gibi uçuşuyor nesneler. Ezberleri bozarak uçuşuyor sahurlarda, iftarlarda, teravihlerde. Gezegenlerin yörüngeleri değişiyor. Rolleri değişiyor oyuncuların. Yoksulların yüzüne ay düşmüş. Zenginler zenginliği fark ediyorlar bu sıcak fenerlerde. Hem bu soğukta ne çok ihtiyaçları var; Ashab-ı Kehf gibi paslandı paraları. Kırkta birini vermezlerse, geçmeyecek Tanrı katında, dinarken nar olacak. Hem geçer akçe ebedî gençlik. Tanrı katında gençleşir ihtiyarlar. Dizlerine derman gelir, yüreklerine kan. Kanlıca’nın değil, Ramazan’ın ihtiyarlarıdırlar. Bir bir hatırlarlar eski günahlarını. Herkes uyurken gözleri açıktır onların. Camiye giderken elleri torunlarının omuzlarında. Bu dermanla uyanır gençler, bu dermanla peşine düşerler dedelerinin, annelerini ve ablalarını evde bırakıp. Kadınlar gümüşten oruçlar tutarlar, zümrütten ve inciden. Rableri için süslenirler her sahurda. Süslerler sofralarını Rableri için. Çocuklar mı? Bir oyun onlara Ramazan. Bir dönme dolap; her salıncağında çil çil altınlar… Döndükçe dönüyor. Döndükçe dökülüyor başlarına hazine. Nasıl dökülmesin! Cennetin bütün kapıları açık. Nasıl doğmasın sevinç Hira’dan! Cehennemin bütün kapıları kapalı. Şeytanlar zincirlerini şakırdatarak seyrediyor kafeslerinden bu manzarayı. Mülkün sahibi izin vermeden kimse dokunmuyor nimete. Kaşıklar kâselerin kıyılarında bir işaret bekliyor.<br /><br />Her kutsal kitap bir işaretti insanlığa. Yürüyenler yürüdü arkasından. Hz. İbrahim’e sayfalar bu ay indi, bu ay indi Tevrat Hz. Musa’ya. Hz. Davud’a Zebur bu ay indi, bu ay indi İncil Hz. İsa’ya. Ve Kur’ân “Oku” buyruğuyla çaldı Muhammed Mustafa (sav)’nın kapısını bu ay. Zamanlardan bir ilâhî zaman hediye etti: Ramazan. Bir ilâhî okul her şeyin zıddıyla öğretildiği. Bu yüzden ters yüz ediyor hayatı, kaybettirerek bulduruyor. Kur’ân’ın tahtına çıkarmadan önce, Kur’ân’ın tahtasına çıkarıyor insanı. Eline beyaz bir tebeşir veriyor kesip o gümüş aydan. “Ey İnsan!” yazdırıyor tahtaya. “Rabbine karşı seni aldatan ne?” Soru sendeletiyor canı. Cevaba kavuşacak bir adım atsa. Bir adım atabilse on adımla karşılanacak. Yürüyerek yaklaşırsa Rabbine, koşarak yaklaşacak Rabbi. Zamanı geldi. Bütün yollar Kitab’a çıkıyor. Ve okuyor Kitab’ı insan. Okuyor kendini. Okuyor ailesini ve akrabalarını. Okuyor dostlarını ve arkadaşlarını. Okuyor yeryüzünü ve gökyüzünü. Okuyor daha önce okuyamadığı levhayı: “Her can ölümü tadacaktır.”<br /><br />Kaç dil biliyor kimseler bilmez. Ramazan okulunda öğrendi. Beyazın siyaha muhtaç olduğunu, tokluğun açlığa, vadinin uçuruma… Ramazan okulunda öğrendi bir insanda kaç insan var! Hangi insanı çıkarmalı madenden.“İnsanlar madenler gibidir” dedi Hz. Peygamber madem. “Altın aramıyorum, altın olmaya yeteneği olan bakır nerede!” dedi bu sözle aydınlanıp Mevlâna. Kutlu öğretinin öğretmenleri soruyor: Sabrınız mı tükendi. Daha bayrama çok mu var! İşte ezan okunuyor. Sofralarınızda bayram provaları…<br /><br />Ramazan Hz. Âdem’in kelimelerini verdi bize; her şeyi gerçek ismiyle tanıyabilmemiz için. Hz. Nuh’un gemisini, gömülürken kayığımız sulara. Hz. İbrahim’in iskelesini, onarmak için ruhumuzu, taşlarıyla Kâbe’nin. Hz. İsmail’in koçunu, geçirsin diye sırattan. Hz. Yusuf’un gömleğini, giydirmek için ihtiraslarımıza. Hz. Eyyûb’un sabrını, iyileştirmek için yaralarımızı. Hz. Yunus’un duasını, ışık vursun diye zindanlarımıza. Hz. Davud’un sapanını kalp yarasalarımızı düşürmek için bir bir. Hz. Süleyman’ın mührünü, köprü kurmak için her cana. Hz. Musa’nın asasını, ikiye yarıp hayatımızı, yol açmak için insanlığa. Hz. İsa’nın ellerini ki alışkanlığın dağladığı gözlerimiz açılsın. Ve Hz. Muhammed’i verdi bize Ramazan. O büyük öğretmeni; ahlakı Kur’ân olan, insanlığın bütün öğretmenlerini cem eden okulunda. Kelimeleri, iskeleyi, koçu, gömleği, sabrı, duayı, sapanı, mührü, âsâyı, elleri aynı anda aşkla öğreten.</p>
<p><strong><span style="color: red;">İLGİLİ İÇERİK</span></strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/dvan-edebyati/156-siirler-divan.html" target="_blank">DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/halk-edebyati/72-halk-edebiyati-siirler.html" target="_blank">HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank">KONULARINA GÖRE ŞİİRLER</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/791-a-ile-baslayanlar/a-ali-ural-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">A.ALİ URAL ŞİİRLERİ</a></p>
<p> </p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>A. ALİ URAL HAYATI ve ESERLERİ<a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/791-a-ile-baslayanlar/a-ali-ural-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/a-ali-ural.jpeg" alt="" /></a></strong></span><br /><br />1959’da Samsun Ladik’te doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Ankara’da tamamladı. İlk şiiri Mavera Dergisi’nde çıktı. Yükseköğreniminin ardından bir süre editörlük yaptıktan sonra Şûle Yayınları’nı kurdu. 1989’da Merdiven Sanat isimli aylık bir sanat dergisi çıkardı. 24 sayı çıkan bu derginin yanı sıra Kitaphaber isimli iki aylık bir kitap-kültür dergisini ve bir şiir ve poetika dergisi olan Merdivenşiir’i yayınladı. Yayın yönetmenliğini de yaptığı bu dergilerde şiir, öykü ve makalelerini yayınladı.<br /><br />Ejderha ve Kelebek adlı eseriyle, Türkiye Yazarlar Birliği’nin 2010 Deneme Ödülü’nü aldı. Zaman gazetesinde haftalık yazılar yazıyor. Edebiyat ağırlıklı bir sanat dergisi olan Karabatak’ı yayınlıyor.<br /><br /><strong>Eserleri:</strong><br /><br />Şiir: Körün Parmak Uçları, Kuduz Aşısı<br /><br />Hikâye: Yangın Merdiveni, Fener Bekçisinin Rüyaları<br /><br />Deneme: Posta Kutusundaki Mızıka, Makyaj Yapan Ölüler, Resimde Görünmeyen, Güneşimin Önünden Çekil, Satranç Oynayan Derviş, Tek Kelimelik Sözlük, Ejderha ve Kelebek, Bostancı Bahane<br /><br />Tercüme-Araştırma: Divan / İmam Şafiî’nin Şiirleri</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Hayatı Alt Üst Eden Ay</strong><br /><br />Gündüzle gece yer değiştirdi, uykuyla uyanıklık, konuşmayla suskunluk, sarhoşlukla ayıklık, darlıkla genişlik, yalnızlıkla kalabalık… Yer sarsılıyor yerine otursun diye her şey. Hallaç pamuğu gibi uçuşuyor nesneler. Ezberleri bozarak uçuşuyor sahurlarda, iftarlarda, teravihlerde. Gezegenlerin yörüngeleri değişiyor. Rolleri değişiyor oyuncuların. Yoksulların yüzüne ay düşmüş. Zenginler zenginliği fark ediyorlar bu sıcak fenerlerde. Hem bu soğukta ne çok ihtiyaçları var; Ashab-ı Kehf gibi paslandı paraları. Kırkta birini vermezlerse, geçmeyecek Tanrı katında, dinarken nar olacak. Hem geçer akçe ebedî gençlik. Tanrı katında gençleşir ihtiyarlar. Dizlerine derman gelir, yüreklerine kan. Kanlıca’nın değil, Ramazan’ın ihtiyarlarıdırlar. Bir bir hatırlarlar eski günahlarını. Herkes uyurken gözleri açıktır onların. Camiye giderken elleri torunlarının omuzlarında. Bu dermanla uyanır gençler, bu dermanla peşine düşerler dedelerinin, annelerini ve ablalarını evde bırakıp. Kadınlar gümüşten oruçlar tutarlar, zümrütten ve inciden. Rableri için süslenirler her sahurda. Süslerler sofralarını Rableri için. Çocuklar mı? Bir oyun onlara Ramazan. Bir dönme dolap; her salıncağında çil çil altınlar… Döndükçe dönüyor. Döndükçe dökülüyor başlarına hazine. Nasıl dökülmesin! Cennetin bütün kapıları açık. Nasıl doğmasın sevinç Hira’dan! Cehennemin bütün kapıları kapalı. Şeytanlar zincirlerini şakırdatarak seyrediyor kafeslerinden bu manzarayı. Mülkün sahibi izin vermeden kimse dokunmuyor nimete. Kaşıklar kâselerin kıyılarında bir işaret bekliyor.<br /><br />Her kutsal kitap bir işaretti insanlığa. Yürüyenler yürüdü arkasından. Hz. İbrahim’e sayfalar bu ay indi, bu ay indi Tevrat Hz. Musa’ya. Hz. Davud’a Zebur bu ay indi, bu ay indi İncil Hz. İsa’ya. Ve Kur’ân “Oku” buyruğuyla çaldı Muhammed Mustafa (sav)’nın kapısını bu ay. Zamanlardan bir ilâhî zaman hediye etti: Ramazan. Bir ilâhî okul her şeyin zıddıyla öğretildiği. Bu yüzden ters yüz ediyor hayatı, kaybettirerek bulduruyor. Kur’ân’ın tahtına çıkarmadan önce, Kur’ân’ın tahtasına çıkarıyor insanı. Eline beyaz bir tebeşir veriyor kesip o gümüş aydan. “Ey İnsan!” yazdırıyor tahtaya. “Rabbine karşı seni aldatan ne?” Soru sendeletiyor canı. Cevaba kavuşacak bir adım atsa. Bir adım atabilse on adımla karşılanacak. Yürüyerek yaklaşırsa Rabbine, koşarak yaklaşacak Rabbi. Zamanı geldi. Bütün yollar Kitab’a çıkıyor. Ve okuyor Kitab’ı insan. Okuyor kendini. Okuyor ailesini ve akrabalarını. Okuyor dostlarını ve arkadaşlarını. Okuyor yeryüzünü ve gökyüzünü. Okuyor daha önce okuyamadığı levhayı: “Her can ölümü tadacaktır.”<br /><br />Kaç dil biliyor kimseler bilmez. Ramazan okulunda öğrendi. Beyazın siyaha muhtaç olduğunu, tokluğun açlığa, vadinin uçuruma… Ramazan okulunda öğrendi bir insanda kaç insan var! Hangi insanı çıkarmalı madenden.“İnsanlar madenler gibidir” dedi Hz. Peygamber madem. “Altın aramıyorum, altın olmaya yeteneği olan bakır nerede!” dedi bu sözle aydınlanıp Mevlâna. Kutlu öğretinin öğretmenleri soruyor: Sabrınız mı tükendi. Daha bayrama çok mu var! İşte ezan okunuyor. Sofralarınızda bayram provaları…<br /><br />Ramazan Hz. Âdem’in kelimelerini verdi bize; her şeyi gerçek ismiyle tanıyabilmemiz için. Hz. Nuh’un gemisini, gömülürken kayığımız sulara. Hz. İbrahim’in iskelesini, onarmak için ruhumuzu, taşlarıyla Kâbe’nin. Hz. İsmail’in koçunu, geçirsin diye sırattan. Hz. Yusuf’un gömleğini, giydirmek için ihtiraslarımıza. Hz. Eyyûb’un sabrını, iyileştirmek için yaralarımızı. Hz. Yunus’un duasını, ışık vursun diye zindanlarımıza. Hz. Davud’un sapanını kalp yarasalarımızı düşürmek için bir bir. Hz. Süleyman’ın mührünü, köprü kurmak için her cana. Hz. Musa’nın asasını, ikiye yarıp hayatımızı, yol açmak için insanlığa. Hz. İsa’nın ellerini ki alışkanlığın dağladığı gözlerimiz açılsın. Ve Hz. Muhammed’i verdi bize Ramazan. O büyük öğretmeni; ahlakı Kur’ân olan, insanlığın bütün öğretmenlerini cem eden okulunda. Kelimeleri, iskeleyi, koçu, gömleği, sabrı, duayı, sapanı, mührü, âsâyı, elleri aynı anda aşkla öğreten.</p>
<p><strong><span style="color: red;">İLGİLİ İÇERİK</span></strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/dvan-edebyati/156-siirler-divan.html" target="_blank">DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/halk-edebyati/72-halk-edebiyati-siirler.html" target="_blank">HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank">KONULARINA GÖRE ŞİİRLER</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/791-a-ile-baslayanlar/a-ali-ural-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">A.ALİ URAL ŞİİRLERİ</a></p>
<p> </p>A. KADİR(ABDÜLKADİR MERİÇBOYU) HAYATI VE ESERLERİ2012-09-09T17:13:32+00:002012-09-09T17:13:32+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/2259-a-kadr.htmlMAGmagoksu37@hotmail.com<p style="text-align: center;"><span style="color: #ff0000;"><strong>A. KADİR<a title="ŞİİRLERİ" href="https://www.liseedebiyat.com/rler/316-a-ile-baslayanlar/a-kadir.html" rel="alternate"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/a_kadir.jpg" alt="" width="91" height="100" /></a></strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">Şair (1917-1985). İstanbul’da doğdu. Ortaöğrenimini Eyüp Ortaokulu (1933), Kuleli Askerî Lisesi'nde tamamladı (1936). Kara Harp Okulu son sınıf öğrencisiyken Nâzım Hikmet'le birlikte yargılandı; on aya mahkûm edilerek okuldan çıkarıldı. Askerlik görevini tamamladıktan sonra İstanbul Hukuk Fakültesi'ne girdi (1941). Bir yandan da Tan gazetesinde düzeltici olarak çalışıyordu. Tebliğ (1943) adlı şiir kitabının toplatılması üzerine İstanbul dışına sürgün edildi. Muğla, Balıkesir, Konya, Kırşehir, Adana'da yaşadı. Dönüşünde (1947) bir süre bir bisküvi fabrikasında çalıştı; daha sonra İskit, İnkılâp, Varlık yayınevlerinde düzelticilik, çevirmenlik yaparak yaşamını sürdürdü. Ses, Yeni Edebiyat, Gün, Pınar, Yığın, yönetimine katıldığı Yürüyüş (1940-194-6), Yeryüzü, Beraber, Yağmur ve Toprak, Yeditepe, Şairler Yaprağı, Dönem, Gelecek, Militan, Sanat Emeği, Varlık dergilerinde yazan A. Kadir toplumcu gerçekçi şiir akımının öncü adlarından biridir. Aydınlık dili, içtenliği, çevresini yansıtmadaki başarısı, şiirinin etkinliğini meydana getiren başlıca öğeler arasında görünür. Genellikle, duymadığı zaman yazmıyor izlenimini veren şiirlerinde kuruluşlarının sözcük sözcük hesabını veren bir ustalık sezilir.</p>
<p style="padding-left: 30px;"><span style="color: #ff0000;"><strong>ESERLERİ:</strong></span></p>
<p><span style="color: #ff0000;">ŞİİR:</span></p>
<ul>
<li>Tebliğ (1943)</li>
<li>Hoş Geldin Halil İbrahim (1959, 1965)</li>
<li>Dört Pencere (1962)</li>
<li>Mutlu Olmak Varken (bütün şiirleri, 1968)</li>
</ul>
<p><span style="color: #ff0000;">Çevirileri:</span></p>
<ul>
<li>Bugünün Diliyle Mevlânâ (1955, 5. bas. 1980)</li>
<li>İlyada (Azra Erhat ile 1958-1962, Habip Edip Törehan Bilim 1959, Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü kazandı, 1961, 2. bas. 1970)</li>
<li>Asıl Adalet (1960)</li>
<li>Bugünün Diliyle Hayyam (1964)</li>
<li>Eski Çağlar Tarihi (1965)</li>
<li>1938 Harb Okulu Olayı ve Nâzım Hikmet (1966)</li>
<li>Bugünün Diliyle Tevfik Fikret (1967, 1980)</li>
<li>Odysseia (Azra Erhat'la, 1970)</li>
<li>Mutlu Olmak Varken (ilk üç kitabı ile üç şiirinin toplu basımı, 1968)</li>
<li>Sovyet Rusya'da On Beş Gün (gezi izlenimleri, 1978)</li>
</ul>
<p>Asım Bezirci, Afşar Timuçin, Eray Canberk vb. ile birlikte ünlü batılı şairlerden dilimize kazandırdığı şiirleri değişik kitaplarda topladı. Çeviri edebiyatımıza katkılarından dolayı T.Y.S. Hasan Ali Ediz çeviri ödülü verildi, 1980).</p>
<h6>KAYNAKLAR: (Akis, 26 Aralık 1960), Ç. Altan (Milliyet, 4 Ocak 1961), Dr. Çetin Yetkin (Siyasal iktidar Sanata Karşı, 1970), Asım Bezirci (On şair, On Şiir, 1971), (Militan, Mart 1876, Hikmet ALTINKAYNAK Edebiyatımızda 1940 Kuşağı 1877, Tanju CILIZOĞLU (Edebiyat 81, Temmuz 1981), Şükran KURDAKUL (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).</h6>
<p><span style="color: #ff0000;"><strong>A. KADİR</strong></span></p>
<ul>
<li>Kadir ya da tam adıyla İbrahim <span style="color: #ff0000;"><strong>Abdülkadir Meriçboyu</strong></span>, 1940 kuşağının toplumcu-gerçekçi ve çileli şairlerinden biridir. Şiirlerinin yanı sıra yaptığı çeviri çalışmalarıyla Dünya edebiyatının, edebiyatımızda tanınmasına büyük katkıda bulunmuştur.</li>
<li>1917 yılında İstanbul’da dünyaya gelen A. Kadir orta öğrenimini Eyüp Ortaokulu’nda tamamladıktan sonra asker olmak istediği için Kuleli Askeri Lisesine gitmeye başlar.<br />Faruk Nafiz ve Necip Fazıl’ın etkisinde kalarak yazdığı İlk şiirlerini 1930’lu yıllarda Ali Karasu imzasıyla yayımlar.</li>
<li>Kuleli Askeri Lisesi’nden mezun olduktan sonra Kara Harp Okuluna devam etmeye başlar. Burada okurken Nazım’a hayranlığıyla dikkatleri çeken A. Kadir son sınıfta “zararlı kitaplar okuduğu ve aykırı düşüncelere sahip olduğu” gerekçesiyle okuldan atılarak tutuklanır.</li>
<li>On ay hapse mahkum olan A. Kadir, Nazım Hikmet’le aynı cezaevinde kalır. Burada kaldığı sürede zaten hayranı olduğu Nazım’ı ve fikirlerini yakından tanıma fırsatı bulur.<br />Hapisten çıktıktan sonra askerliğini er olarak tamamlayan şairimiz İstanbul Hukuk Fakültesinde okumaya başlar. 2. Dünya Savaşının sürdüğü 1943 yılında “savaş karşıtı” şiirlerini içeren “Tebliğ” adlı şiir kitabı yayınlanır.</li>
<li>Ancak “Tebliğ” yasaklanarak sıkıyönetimce toplatılır. A.Kadir de İstanbul’da bulunması sakıncalı görülen kişilerle birlikte sürgüne gönderilir. Sürgünlük yıllarını Muğla, Balıkesir, Konya, Kırşehir ve Adana’da öğretmenlik yaparak geçirir.</li>
<li>Kuleli Askeri Lisesindeyken sosyalist düşünceye doğru kayan fikirleri Nazım Hikmet’le tanıştıktan sonra daha bir pekişip güçlenen şair. “Tebliğ” adlı şiir kitabında bir yandan savaşa karşı çıkarken bir yandan da yoksul Türk insanının dertlerini anlatır.</li>
<li>Sürgünlüğü bitince 1947’de İstanbul’a döner ve bir bisküvi fabrikasında çalışmaya başlar. Buradan ayrılınca çeşitli yayınevlerinde düzeltmenlik, çevirmenlik gibi işler yapar. 1965’ten sonra kitaplarını kendisi yayımlayarak yazarlık yaşamını sürdürür.</li>
<li>1940 sonrası sosyalist gerçekçi edebiyatın kavgacı olmayan şairi A. Kadir’in şiirlerinde her şeye rağmen insan en öndedir. O bazı sosyalist gerçekçi arkadaşları gibi sanatsal kaygılar gütmeden, sadece kitleleri galeyana getirecek şiirler yazmak yerine insancıl, barışçıl şiirler yazar.</li>
<li>Sürgünden dönüşünde şiirlerini zaman zaman dergilerde yayımlar. Abdülbaki Gölpınarlı ile Farsça aslından düzyazı olarak çevirdikleri Mevlâna’nın şiirlerini serbest nazma dökerek “Bugünün Diliyle Mevlâna” adıyla bir kitapta toplar.(1955).</li>
<li>Çok beğenilen bu kitap üst üste birkaç kez basılır. 1958’de Azra Erhat ile birlikte yaptıkları İlyada çevirisi ise A. Kadir’in başarılı bir çevirmen olarak iyice tanınmasına neden olur.</li>
<li>Asım Bezirci’nin “Kadir’in adı, çilenin olduğu kadar direncin de adıdır, umudun ve çalışkanlığın da adıdır. Kısacası, örste dövüle dövüle çelikleşen namusun adıdır.” diye anlattığı şairimiz 1 Mart 1985 tarihinde İstanbul’da vefat eder.</li>
<li>İlhami Soysal ise “A. Kadir, dün de bugün de halkın ve insanların şairidir. Şiirlerinde alabildiğine bir insan sevgisi, alabildiğine bir sıcaklık ve candanlık vardır.” der.</li>
<li>Dünya Edebiyatından pek çok ünlü yazarın eserlerini çok duru bir dille edebiyatımıza kazandıran A. Kadir “Bugünün Diliyle Hayyam, Bugünün Diliyle Tevfik Fikret” ve benzeri kitaplarıyla da bu yazarların yeni nesiller tarafından okunup özümsenmesini sağlamıştır. <br /><a href="http://listelist.com">http://listelist.com</a></li>
</ul><p style="text-align: center;"><span style="color: #ff0000;"><strong>A. KADİR<a title="ŞİİRLERİ" href="https://www.liseedebiyat.com/rler/316-a-ile-baslayanlar/a-kadir.html" rel="alternate"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/a_kadir.jpg" alt="" width="91" height="100" /></a></strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">Şair (1917-1985). İstanbul’da doğdu. Ortaöğrenimini Eyüp Ortaokulu (1933), Kuleli Askerî Lisesi'nde tamamladı (1936). Kara Harp Okulu son sınıf öğrencisiyken Nâzım Hikmet'le birlikte yargılandı; on aya mahkûm edilerek okuldan çıkarıldı. Askerlik görevini tamamladıktan sonra İstanbul Hukuk Fakültesi'ne girdi (1941). Bir yandan da Tan gazetesinde düzeltici olarak çalışıyordu. Tebliğ (1943) adlı şiir kitabının toplatılması üzerine İstanbul dışına sürgün edildi. Muğla, Balıkesir, Konya, Kırşehir, Adana'da yaşadı. Dönüşünde (1947) bir süre bir bisküvi fabrikasında çalıştı; daha sonra İskit, İnkılâp, Varlık yayınevlerinde düzelticilik, çevirmenlik yaparak yaşamını sürdürdü. Ses, Yeni Edebiyat, Gün, Pınar, Yığın, yönetimine katıldığı Yürüyüş (1940-194-6), Yeryüzü, Beraber, Yağmur ve Toprak, Yeditepe, Şairler Yaprağı, Dönem, Gelecek, Militan, Sanat Emeği, Varlık dergilerinde yazan A. Kadir toplumcu gerçekçi şiir akımının öncü adlarından biridir. Aydınlık dili, içtenliği, çevresini yansıtmadaki başarısı, şiirinin etkinliğini meydana getiren başlıca öğeler arasında görünür. Genellikle, duymadığı zaman yazmıyor izlenimini veren şiirlerinde kuruluşlarının sözcük sözcük hesabını veren bir ustalık sezilir.</p>
<p style="padding-left: 30px;"><span style="color: #ff0000;"><strong>ESERLERİ:</strong></span></p>
<p><span style="color: #ff0000;">ŞİİR:</span></p>
<ul>
<li>Tebliğ (1943)</li>
<li>Hoş Geldin Halil İbrahim (1959, 1965)</li>
<li>Dört Pencere (1962)</li>
<li>Mutlu Olmak Varken (bütün şiirleri, 1968)</li>
</ul>
<p><span style="color: #ff0000;">Çevirileri:</span></p>
<ul>
<li>Bugünün Diliyle Mevlânâ (1955, 5. bas. 1980)</li>
<li>İlyada (Azra Erhat ile 1958-1962, Habip Edip Törehan Bilim 1959, Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü kazandı, 1961, 2. bas. 1970)</li>
<li>Asıl Adalet (1960)</li>
<li>Bugünün Diliyle Hayyam (1964)</li>
<li>Eski Çağlar Tarihi (1965)</li>
<li>1938 Harb Okulu Olayı ve Nâzım Hikmet (1966)</li>
<li>Bugünün Diliyle Tevfik Fikret (1967, 1980)</li>
<li>Odysseia (Azra Erhat'la, 1970)</li>
<li>Mutlu Olmak Varken (ilk üç kitabı ile üç şiirinin toplu basımı, 1968)</li>
<li>Sovyet Rusya'da On Beş Gün (gezi izlenimleri, 1978)</li>
</ul>
<p>Asım Bezirci, Afşar Timuçin, Eray Canberk vb. ile birlikte ünlü batılı şairlerden dilimize kazandırdığı şiirleri değişik kitaplarda topladı. Çeviri edebiyatımıza katkılarından dolayı T.Y.S. Hasan Ali Ediz çeviri ödülü verildi, 1980).</p>
<h6>KAYNAKLAR: (Akis, 26 Aralık 1960), Ç. Altan (Milliyet, 4 Ocak 1961), Dr. Çetin Yetkin (Siyasal iktidar Sanata Karşı, 1970), Asım Bezirci (On şair, On Şiir, 1971), (Militan, Mart 1876, Hikmet ALTINKAYNAK Edebiyatımızda 1940 Kuşağı 1877, Tanju CILIZOĞLU (Edebiyat 81, Temmuz 1981), Şükran KURDAKUL (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).</h6>
<p><span style="color: #ff0000;"><strong>A. KADİR</strong></span></p>
<ul>
<li>Kadir ya da tam adıyla İbrahim <span style="color: #ff0000;"><strong>Abdülkadir Meriçboyu</strong></span>, 1940 kuşağının toplumcu-gerçekçi ve çileli şairlerinden biridir. Şiirlerinin yanı sıra yaptığı çeviri çalışmalarıyla Dünya edebiyatının, edebiyatımızda tanınmasına büyük katkıda bulunmuştur.</li>
<li>1917 yılında İstanbul’da dünyaya gelen A. Kadir orta öğrenimini Eyüp Ortaokulu’nda tamamladıktan sonra asker olmak istediği için Kuleli Askeri Lisesine gitmeye başlar.<br />Faruk Nafiz ve Necip Fazıl’ın etkisinde kalarak yazdığı İlk şiirlerini 1930’lu yıllarda Ali Karasu imzasıyla yayımlar.</li>
<li>Kuleli Askeri Lisesi’nden mezun olduktan sonra Kara Harp Okuluna devam etmeye başlar. Burada okurken Nazım’a hayranlığıyla dikkatleri çeken A. Kadir son sınıfta “zararlı kitaplar okuduğu ve aykırı düşüncelere sahip olduğu” gerekçesiyle okuldan atılarak tutuklanır.</li>
<li>On ay hapse mahkum olan A. Kadir, Nazım Hikmet’le aynı cezaevinde kalır. Burada kaldığı sürede zaten hayranı olduğu Nazım’ı ve fikirlerini yakından tanıma fırsatı bulur.<br />Hapisten çıktıktan sonra askerliğini er olarak tamamlayan şairimiz İstanbul Hukuk Fakültesinde okumaya başlar. 2. Dünya Savaşının sürdüğü 1943 yılında “savaş karşıtı” şiirlerini içeren “Tebliğ” adlı şiir kitabı yayınlanır.</li>
<li>Ancak “Tebliğ” yasaklanarak sıkıyönetimce toplatılır. A.Kadir de İstanbul’da bulunması sakıncalı görülen kişilerle birlikte sürgüne gönderilir. Sürgünlük yıllarını Muğla, Balıkesir, Konya, Kırşehir ve Adana’da öğretmenlik yaparak geçirir.</li>
<li>Kuleli Askeri Lisesindeyken sosyalist düşünceye doğru kayan fikirleri Nazım Hikmet’le tanıştıktan sonra daha bir pekişip güçlenen şair. “Tebliğ” adlı şiir kitabında bir yandan savaşa karşı çıkarken bir yandan da yoksul Türk insanının dertlerini anlatır.</li>
<li>Sürgünlüğü bitince 1947’de İstanbul’a döner ve bir bisküvi fabrikasında çalışmaya başlar. Buradan ayrılınca çeşitli yayınevlerinde düzeltmenlik, çevirmenlik gibi işler yapar. 1965’ten sonra kitaplarını kendisi yayımlayarak yazarlık yaşamını sürdürür.</li>
<li>1940 sonrası sosyalist gerçekçi edebiyatın kavgacı olmayan şairi A. Kadir’in şiirlerinde her şeye rağmen insan en öndedir. O bazı sosyalist gerçekçi arkadaşları gibi sanatsal kaygılar gütmeden, sadece kitleleri galeyana getirecek şiirler yazmak yerine insancıl, barışçıl şiirler yazar.</li>
<li>Sürgünden dönüşünde şiirlerini zaman zaman dergilerde yayımlar. Abdülbaki Gölpınarlı ile Farsça aslından düzyazı olarak çevirdikleri Mevlâna’nın şiirlerini serbest nazma dökerek “Bugünün Diliyle Mevlâna” adıyla bir kitapta toplar.(1955).</li>
<li>Çok beğenilen bu kitap üst üste birkaç kez basılır. 1958’de Azra Erhat ile birlikte yaptıkları İlyada çevirisi ise A. Kadir’in başarılı bir çevirmen olarak iyice tanınmasına neden olur.</li>
<li>Asım Bezirci’nin “Kadir’in adı, çilenin olduğu kadar direncin de adıdır, umudun ve çalışkanlığın da adıdır. Kısacası, örste dövüle dövüle çelikleşen namusun adıdır.” diye anlattığı şairimiz 1 Mart 1985 tarihinde İstanbul’da vefat eder.</li>
<li>İlhami Soysal ise “A. Kadir, dün de bugün de halkın ve insanların şairidir. Şiirlerinde alabildiğine bir insan sevgisi, alabildiğine bir sıcaklık ve candanlık vardır.” der.</li>
<li>Dünya Edebiyatından pek çok ünlü yazarın eserlerini çok duru bir dille edebiyatımıza kazandıran A. Kadir “Bugünün Diliyle Hayyam, Bugünün Diliyle Tevfik Fikret” ve benzeri kitaplarıyla da bu yazarların yeni nesiller tarafından okunup özümsenmesini sağlamıştır. <br /><a href="http://listelist.com">http://listelist.com</a></li>
</ul>A. VAHAP AKBAŞ HAYATI ve ESERLERİ2018-12-04T17:21:44+00:002018-12-04T17:21:44+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/14050-a-vahap-akbas-hayati.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>A. VAHAP AKBAŞ HAYATI ve ESERLERİ <img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/vahap-akbas.jpg" alt="" width="132" height="175" /></strong></span><br /><br />1954’te Batman’da doğdu. Batman Lisesi’ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Değişik okullarda öğretmenlik yaptı.<br /><br />İlk yazısı Hisar dergisinde (1978) yayımlandı. Şiir ve yazıları başta Mavera, Hisar, Düş Çınarı, Ay Vakti, Bizim Külliye olmak üzere çeşitli dergilerle Yeni Devir, Zaman ve Türkiye gazetelerinde yer aldı. 1984-1985 yıllarında Yeni Devir gazetesinin Kültür-Sanat sayfasını yönetti. Çorlu’da Nisan Bulutu dergisini çıkarıp yönetti.<br /><br />1982’de “Efgan” adlı kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği’nce “yılın şairi” seçildi. “Alevler ve Güller” ile Sedat Yenigün Roman Armağanını, “Kuş Olsun Yüreğim” ile Türkiye Milli Kültür Vakfı-Gökyüzü Yayınları Çocuk Şiirleri Yarışmasında üçüncülük armağanını aldı.<br /><br />ESERLERİ / ŞİİRLERİ<br />– Efgan (1982)<br />– Gül Kıyamı (1986)<br />– Mavi Sesli Şiirler (1988)<br />– Dünyayı Kaplayan Ağaç (1990)<br />– Hüzün Coğrafyası (1992)<br />– Bir Şehre Vardım (1997)<br /><br />ROMANLARI<br />– Alevler ve Güller (1985)<br /><br />DENEMELERİ<br />– Göğe Çizilmiş Resimler (1995)<br />– Biraz İhanet (1996)<br />– İnziva Notları (1997)<br /><br />ÇOCUK KİTAPLARI<br />– Bir Demet Masal (1985)<br />– Gülün Aklı (Roman, 1989)<br />– Kuş Olsun Yüreğim (Şiir, 1991)<br /><br />DERLEMELERİ<br />– Bir Hüma Kuşudur Şiir (Mısra ve beyit seçmeleri, 1990)</p>
<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/784-a-ile-baslayanlar/a-vahap-akbas-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">A VAHAP AKBAŞ ŞİİRLERİ</a></strong></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>A. VAHAP AKBAŞ HAYATI ve ESERLERİ <img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/vahap-akbas.jpg" alt="" width="132" height="175" /></strong></span><br /><br />1954’te Batman’da doğdu. Batman Lisesi’ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Değişik okullarda öğretmenlik yaptı.<br /><br />İlk yazısı Hisar dergisinde (1978) yayımlandı. Şiir ve yazıları başta Mavera, Hisar, Düş Çınarı, Ay Vakti, Bizim Külliye olmak üzere çeşitli dergilerle Yeni Devir, Zaman ve Türkiye gazetelerinde yer aldı. 1984-1985 yıllarında Yeni Devir gazetesinin Kültür-Sanat sayfasını yönetti. Çorlu’da Nisan Bulutu dergisini çıkarıp yönetti.<br /><br />1982’de “Efgan” adlı kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği’nce “yılın şairi” seçildi. “Alevler ve Güller” ile Sedat Yenigün Roman Armağanını, “Kuş Olsun Yüreğim” ile Türkiye Milli Kültür Vakfı-Gökyüzü Yayınları Çocuk Şiirleri Yarışmasında üçüncülük armağanını aldı.<br /><br />ESERLERİ / ŞİİRLERİ<br />– Efgan (1982)<br />– Gül Kıyamı (1986)<br />– Mavi Sesli Şiirler (1988)<br />– Dünyayı Kaplayan Ağaç (1990)<br />– Hüzün Coğrafyası (1992)<br />– Bir Şehre Vardım (1997)<br /><br />ROMANLARI<br />– Alevler ve Güller (1985)<br /><br />DENEMELERİ<br />– Göğe Çizilmiş Resimler (1995)<br />– Biraz İhanet (1996)<br />– İnziva Notları (1997)<br /><br />ÇOCUK KİTAPLARI<br />– Bir Demet Masal (1985)<br />– Gülün Aklı (Roman, 1989)<br />– Kuş Olsun Yüreğim (Şiir, 1991)<br /><br />DERLEMELERİ<br />– Bir Hüma Kuşudur Şiir (Mısra ve beyit seçmeleri, 1990)</p>
<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/784-a-ile-baslayanlar/a-vahap-akbas-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">A VAHAP AKBAŞ ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>ABBAS SAYAR HAYATI ve ESERLERİ2018-04-18T13:28:03+00:002018-04-18T13:28:03+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/12786-abbas-sayar-hayati.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/634-a-ile-baslayanlar/abbas-sayar-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate"><span style="color: #ff0000;"><strong>ABBAS SAYAR KİMDİR?<img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/abbas-sayar.jpg" alt="" /></strong></span></a><br /><br />Doğum tarihi: 21.Mart.1923<br /><br />Ölüm tarihi: 12.Ağustos.1999<br /><br />Abbas Sayar mesleği: Yazar, Şair<br /><br />Abbas Sayar’ın romanları ve hikayeleri de Orta Anadolu insanının hayatını anlatır. Abbas Sayar şiir gibi roman yazan bir yazar. Şairliği bu yüzden önemlidir.<br /><br />Abbas Sayar, 21 Mart 1923 tarihinde Yozgat’da doğmuştur. Tam adı Nail Abbas Sayar’dır. Genç yaşında annesini kaybetti. 1941 yılında liseyi bitirdikten sonra maddi imkansızlıklar yüzünden üniversiteye devam edemedi. Kısa bir zaman (iki ay) Denizyolları’nda memurluk yaptıktan sonra yedeksubay olarak askerliğini Amasya’da yaptı.<br /><br />1945 yılında İstanbul’da evlendi. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde 4 dönem Türkoloji eğitimi aldı, ama okulu bitiremeden ayrılıp 1958 yılında Yozgat’a geri gitti. Edebiyat Fakültesini bitiremese de şiirler yazarak edebiyat dünyasına girdi. Yozgat’da çiftçilikle uğraştı sonra yine İstanbul’a gitti, bu sefer bir matbaa kurdu. 1953 yılında İstanbul’daki matbaasında 15 günde bir çıkarttığı Bozlak adlı gazeteyi Yozgat’da dağıttı. Gazete, “Bozok” adını alır ve Yozgat’ın ilk mahalli gazetesi olur. “İleri” gazetesinde yazıları yayınlanır. Kesintisiz denebilecek şekilde kırk dört yıl gazetecilik yaptı.<br /><br />Yozgat Demokrat Parti müteşebbis heyeti kurucuları arasında oldu ancak siyaset ile pek ilgilenmedi. 1957 yılında politikadan el etek çekti. Şiir yazmayı sürdürürken, roman yazmaya başladı.<br /><br />“hesaptan düşülmüş, defterden silinmiş” roman kahramanı Doru Kısrak’ın yılkıya bırakılma öyküsü ve Orta Anadolu’nun ağır kış doğasında yaşama mücadelesi, halk dilinin zengin sözcük ve deyimleriyle işlenerek, şiirsel bir anlatımla ölümsüzleştirilmiş, eşsiz bir yapıt olan “Yılkı Atı”; Abbas Sayar’ın, Sekili’de çiftçilik yaptığı yılların gözleminden yola çıkılarak yazılmış ilk romanıdır.<br /><br />1970 yılında “Yılkı Atı” romanıyla ismini edebiyat dünyasına duyurdu. 1970 yılında TRT Sanat Ödülleri Yarışması’nda derece alan ilk romanı Yılkı Atı’ndan sonra yazdığı Çelo (1972) romanı 1973 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nü, Can Şenliği (1974) romanı ise 1975 Madaralı Roman Ödülü’nü getirdi.<br /><br />11 Temmuz 1989 tarihinde ikinci evliliğini Ayvalık Lisesi Edebiyat Öğretmeni Hanife Ender ile yaparak Balıkesir’in Ayvalık ilçesine yerleşti. Abbas Sayar ömrünün son yıllarını Ayvalık’ta resim yaparak, roman ve şiir yazarak geçirdi.<br /><br />Abbas Sayar, 12 Ağustos 1999 tarihinde İzmir’de 76 yaşında ölmüştür. Kırk dört yıllık gazetesinde yüzlerce, binlerce başyazı yazdı. 1989 yılında ikinci kez evlendi, Ayvalık’a yerleşti. Resim, şiir, roman yaşamını Ayvalık’ta sürdürdü. Ankara, Antalya, İzmir ve Ayvalık’a resim sergileri açtı. Ardında, derlenmeyi bekleyen pek çok şiir ve yazı bırakarak 12 Ağustos 1999 tarihinde aramızdan ayrıldı. Mezarı Yozgat’ta bulunmaktadır.<br /><br />Evlilikleri :<br />1.Eşi: 1945 yılında İstanbul’da evlendi. Ahmet Güner Sayar (d.6 Kasım 1946) adında bir oğlu vardır.<br />2.Eşi: 11 Temmuz 1989 tarihinde ikinci evliliğini Ayvalık Lisesi Edebiyat Öğretmeni Hanife Ender ile evlendi.<br /><br />Ödülleri:<br />1971 – TRT Roman Başarı Ödülü, Yılkı Atı<br />1973 – TDK Roman Ödülü , Çelo<br />1975 – Madaralı Roman Ödülü , Can Şenliği<br />1987 – Yozgatlılar Dayanışma ve Kültür Derneği Şükran Plaketi<br />1992 – Yibitaş Holding – Erdoğan M. Akdağ – 50.Sanat Yılı Plaketi<br />1992 – Kültür Bakanlığı – Kültür Bakanı : D. Fikri Sağlar – 50.Sanat Yılı Plaketi<br />1992 – Yozgatlılar Kültür ve Dayanışma Derneği – 50.Sanat Yılı Plaketi<br />1992 – Gazeteciler Cemiyeti – Başkan : Osman Hakan Kiracı – Yozgat’ın İlk Gazetecisi Plaketi<br />1995 – Edebiyatçılar Derneği Onur Plaketi ve Altın Madalya Ödülü<br />1998 – Türkiye Yazarlar Sendikası- İzmir Kitap Fuarı 98 – Yazarlık Emeğine Saygı Plaketi<br /><br />Kitapları :<br />Öykü:<br />1977 – Yorganımı Sıkı Sar<br /><br />Roman:<br />1970 – Yılkı Atı<br />1972 – Çelo<br />1974 – Can Şenliği<br />1977 – Dik Bayır<br />1977 – Tarlabaşı Salkım Saçak<br />– Anılarda Yumak Yumak<br />– El Eli Yur, El de Yüzü<br /><br />Şiir:<br />2002 – Şiirler<br /><br />Deneme:<br />1991 – Noktalar (aforizmalar)<br /><br />Şehir Kitapları:<br />– Yozgat Var, Yozgatlı Yok</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/dvan-edebyati/156-siirler-divan.html" target="_blank" rel="alternate">DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/halk-edebyati/72-halk-edebiyati-siirler.html" target="_blank" rel="alternate">HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/634-a-ile-baslayanlar/abbas-sayar-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">ABBAS SAYAR ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=4257&catid=234&Itemid=36">YILKI ATI ÖZETİ- ABBAS SAYAR</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=5477&catid=234&Itemid=36">CAN ŞENLİĞİ ÖZETİ - ABBAS SAYAR</a></strong></span></p><p style="text-align: justify;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/634-a-ile-baslayanlar/abbas-sayar-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate"><span style="color: #ff0000;"><strong>ABBAS SAYAR KİMDİR?<img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/abbas-sayar.jpg" alt="" /></strong></span></a><br /><br />Doğum tarihi: 21.Mart.1923<br /><br />Ölüm tarihi: 12.Ağustos.1999<br /><br />Abbas Sayar mesleği: Yazar, Şair<br /><br />Abbas Sayar’ın romanları ve hikayeleri de Orta Anadolu insanının hayatını anlatır. Abbas Sayar şiir gibi roman yazan bir yazar. Şairliği bu yüzden önemlidir.<br /><br />Abbas Sayar, 21 Mart 1923 tarihinde Yozgat’da doğmuştur. Tam adı Nail Abbas Sayar’dır. Genç yaşında annesini kaybetti. 1941 yılında liseyi bitirdikten sonra maddi imkansızlıklar yüzünden üniversiteye devam edemedi. Kısa bir zaman (iki ay) Denizyolları’nda memurluk yaptıktan sonra yedeksubay olarak askerliğini Amasya’da yaptı.<br /><br />1945 yılında İstanbul’da evlendi. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde 4 dönem Türkoloji eğitimi aldı, ama okulu bitiremeden ayrılıp 1958 yılında Yozgat’a geri gitti. Edebiyat Fakültesini bitiremese de şiirler yazarak edebiyat dünyasına girdi. Yozgat’da çiftçilikle uğraştı sonra yine İstanbul’a gitti, bu sefer bir matbaa kurdu. 1953 yılında İstanbul’daki matbaasında 15 günde bir çıkarttığı Bozlak adlı gazeteyi Yozgat’da dağıttı. Gazete, “Bozok” adını alır ve Yozgat’ın ilk mahalli gazetesi olur. “İleri” gazetesinde yazıları yayınlanır. Kesintisiz denebilecek şekilde kırk dört yıl gazetecilik yaptı.<br /><br />Yozgat Demokrat Parti müteşebbis heyeti kurucuları arasında oldu ancak siyaset ile pek ilgilenmedi. 1957 yılında politikadan el etek çekti. Şiir yazmayı sürdürürken, roman yazmaya başladı.<br /><br />“hesaptan düşülmüş, defterden silinmiş” roman kahramanı Doru Kısrak’ın yılkıya bırakılma öyküsü ve Orta Anadolu’nun ağır kış doğasında yaşama mücadelesi, halk dilinin zengin sözcük ve deyimleriyle işlenerek, şiirsel bir anlatımla ölümsüzleştirilmiş, eşsiz bir yapıt olan “Yılkı Atı”; Abbas Sayar’ın, Sekili’de çiftçilik yaptığı yılların gözleminden yola çıkılarak yazılmış ilk romanıdır.<br /><br />1970 yılında “Yılkı Atı” romanıyla ismini edebiyat dünyasına duyurdu. 1970 yılında TRT Sanat Ödülleri Yarışması’nda derece alan ilk romanı Yılkı Atı’ndan sonra yazdığı Çelo (1972) romanı 1973 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nü, Can Şenliği (1974) romanı ise 1975 Madaralı Roman Ödülü’nü getirdi.<br /><br />11 Temmuz 1989 tarihinde ikinci evliliğini Ayvalık Lisesi Edebiyat Öğretmeni Hanife Ender ile yaparak Balıkesir’in Ayvalık ilçesine yerleşti. Abbas Sayar ömrünün son yıllarını Ayvalık’ta resim yaparak, roman ve şiir yazarak geçirdi.<br /><br />Abbas Sayar, 12 Ağustos 1999 tarihinde İzmir’de 76 yaşında ölmüştür. Kırk dört yıllık gazetesinde yüzlerce, binlerce başyazı yazdı. 1989 yılında ikinci kez evlendi, Ayvalık’a yerleşti. Resim, şiir, roman yaşamını Ayvalık’ta sürdürdü. Ankara, Antalya, İzmir ve Ayvalık’a resim sergileri açtı. Ardında, derlenmeyi bekleyen pek çok şiir ve yazı bırakarak 12 Ağustos 1999 tarihinde aramızdan ayrıldı. Mezarı Yozgat’ta bulunmaktadır.<br /><br />Evlilikleri :<br />1.Eşi: 1945 yılında İstanbul’da evlendi. Ahmet Güner Sayar (d.6 Kasım 1946) adında bir oğlu vardır.<br />2.Eşi: 11 Temmuz 1989 tarihinde ikinci evliliğini Ayvalık Lisesi Edebiyat Öğretmeni Hanife Ender ile evlendi.<br /><br />Ödülleri:<br />1971 – TRT Roman Başarı Ödülü, Yılkı Atı<br />1973 – TDK Roman Ödülü , Çelo<br />1975 – Madaralı Roman Ödülü , Can Şenliği<br />1987 – Yozgatlılar Dayanışma ve Kültür Derneği Şükran Plaketi<br />1992 – Yibitaş Holding – Erdoğan M. Akdağ – 50.Sanat Yılı Plaketi<br />1992 – Kültür Bakanlığı – Kültür Bakanı : D. Fikri Sağlar – 50.Sanat Yılı Plaketi<br />1992 – Yozgatlılar Kültür ve Dayanışma Derneği – 50.Sanat Yılı Plaketi<br />1992 – Gazeteciler Cemiyeti – Başkan : Osman Hakan Kiracı – Yozgat’ın İlk Gazetecisi Plaketi<br />1995 – Edebiyatçılar Derneği Onur Plaketi ve Altın Madalya Ödülü<br />1998 – Türkiye Yazarlar Sendikası- İzmir Kitap Fuarı 98 – Yazarlık Emeğine Saygı Plaketi<br /><br />Kitapları :<br />Öykü:<br />1977 – Yorganımı Sıkı Sar<br /><br />Roman:<br />1970 – Yılkı Atı<br />1972 – Çelo<br />1974 – Can Şenliği<br />1977 – Dik Bayır<br />1977 – Tarlabaşı Salkım Saçak<br />– Anılarda Yumak Yumak<br />– El Eli Yur, El de Yüzü<br /><br />Şiir:<br />2002 – Şiirler<br /><br />Deneme:<br />1991 – Noktalar (aforizmalar)<br /><br />Şehir Kitapları:<br />– Yozgat Var, Yozgatlı Yok</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/dvan-edebyati/156-siirler-divan.html" target="_blank" rel="alternate">DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/halk-edebyati/72-halk-edebiyati-siirler.html" target="_blank" rel="alternate">HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/634-a-ile-baslayanlar/abbas-sayar-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">ABBAS SAYAR ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=4257&catid=234&Itemid=36">YILKI ATI ÖZETİ- ABBAS SAYAR</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=5477&catid=234&Itemid=36">CAN ŞENLİĞİ ÖZETİ - ABBAS SAYAR</a></strong></span></p>ABDÜLKADİR BULUT HAYATI ve ESERLERİ2017-07-07T10:34:39+00:002017-07-07T10:34:39+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/6438-abdulkadir-bulut-hayati-eserleri.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>ABDÜLKADİR BULUT HAYATI ve ESERLERİ</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">Abdulkadir Bulut ( .... - 1985)<br />1943 yılında Anamur'da doğan Abdulkadir Bulut, ilk ve ortaokulu Anamur'da bitirdikten sonra Akşehir İlköğretmen Okulu'na girdi ve bu okuldan 1961 yılında mezun oldu. Anamur ve Kırıkhan'da öğretmenlik yaptı. 1966'da Anamur'da öğretmenlik görevini sürdürürken 'sol' propagandası yaptığı gerekçesiyle Bakanlık emrine alındı ve mahkemeye verildi. 1967'de aklandı, ama Bakanlık, görevine tekrar döndürmedi. Danıştay'da açtığı davayı kazanarak 777 gün sonra görevine döndü. 1971'de yeniden tutuklandı. Öğretmenlik görevini İstanbul'da sürdürdü. 8 Ağustos 1995 günü Silifke'den Anamur'a giderken dolmuş-minibüsün kapısının açılmasıyla minibüsten düşerek hayatını kaybetti.</p>
<p style="text-align: justify;">Şiire 1960'tan sonra başladığı halde uzun süre adını duyuramadı. Milliyet Sanat dergisinin açtığı "1974'ün En Başarılı Genç Şairi" yarışmasında "1974'ün övgüye değer şairlerinden" birisi olarak ödül aldı.</p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Abdülkadir Bulut'un Eserleri</strong></p>
<ul style="list-style-type: circle; text-align: justify;">
<li style="text-align: justify;">Sen Tek Başına Değilsin (1976)</li>
<li style="text-align: justify;">Acılar Yurdumdur (1981)</li>
<li style="text-align: justify;">Kahveci Güzeli (1981, çocuk şiirleri)</li>
<li style="text-align: justify;">Yakımlar (1982)</li>
<li style="text-align: justify;">Gözyaşları da Çiçek Açar (1983)</li>
<li style="text-align: justify;">Sen Tek Başına Değilsin II (1984)</li>
<li style="text-align: justify;">Yurdumun Şiir Defteri (1985)</li>
<li style="text-align: justify;">Ülkemin Şiir Atlası (1986, bütün şiirleri)</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>Ödülleri</strong></p>
<ul style="list-style-type: circle; text-align: justify;">
<li style="text-align: justify;">1974 Milliyet Sanat Dergisi Yılın En Başarılı Genç Şairi</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>ROMAN:</strong></p>
<ul style="list-style-type: disc; text-align: justify;">
<li>Üveyikler Göçerken (çocuk romanı, 1981)</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;">Kaynak: http://www.kimkimdir.gen.tr</p>
<p style="text-align: justify;">Ahmet Günbaş</p>
<p style="text-align: justify;">ABDÜLKADİR BULUT'U ANARKEN!..</p>
<p style="text-align: justify;">Evet "Her ölüm erken ölümdür" de ne yazık ki kimi ölümler oldukça ucuzdur, sıradandır. Asla yakıştıramazsınız devasa ömürlere! Sanki ölüme karşı fazla dürüst davranılmıştır.</p>
<p style="text-align: justify;">Ahmed Arif'in bir dizesini anımsarım böyle durumlarda, "Vurulsam kaybolsam derim çırılçıplak bir kavgada" diye sitem eden. Anımsarım da yüreğimi bir hüzün bulutu kaplar boydan boya. İlk etapta yakın çevremde henüz otuz beşinde 'gıda zehirlenmesi' ile aramızdan ayrılan Ali Rıza Ertan'ı düşünürüm. 70'lerin hıncahınç ortamında bağışlanmaz bir ölümdür bu. Her an bir siyasi cinayet olasılığı sizi adım adım izlerken, gidip bir konserveye yenik düşmek olacak şey değildir. Abdülkadir Bulut'un ani ölümü de kabullenemez gelir bana. Çok değil, Ertan'dan yedi yıl daha fazla yaşamıştır. Üstelik şiirinin en verimli çağında!..</p>
<p style="text-align: justify;">Dönemeç'i birlikte omuzladığımız Ali Rıza Ertan'ın zamansız kaybının acısı İzmir'den çok uzaklarda, taa Erzurumlarda yakıp kavurmuştu beni haki giysilerle dolaşırken. Abdülkadir Bulut'un acısı da farklı değildi ondan. 10 Ağustos 1985 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki ölüm haberi kesiğini saklarım hâlâ. İşte haber metninin ilk paragrafı o günkü gibi inanılmaz ve ürkütücü:</p>
<p style="text-align: justify;">"ANAMUR, (Cumhuriyet) - şair Abdülkadir Bulut, dün Anamur'da geçirdiği talihsiz bir trafik kazası sonucu öldü. Anamur'dan bir duruşmayı izlemek üzere minibüsle Silifke'ye hareket eden Bulut, minibüs kapısının birden açılması üzerine oturduğu seyyar tabureyle birlikte dışarı fırladı. Ağır yaralanan Bulut olay yerinde öldü."</p>
<p style="text-align: justify;">Anlatılanlara göre minibüste yerini bir kadına verip kapı ağzındaki tabureye oturmuş, sonra keskin bir dönemeçte açılan kapı ile birlikte dışarı savrulup oracıkta ölmüş!</p>
<p style="text-align: justify;">Ancak bir kez görüşebilmiştik Bulut'la Mart-1982'de İzmir'e imzaya geldiğinde. Yazko'da basılan Acılar Yurdumdur (1981) kitabını, henüz kırçıllanmaya başlayan uzun siyah saçlarını geriye iterek, "Yiğit yazar dostum Ahmet Günbaş'a dostlukla"tümcesiyle imzalamıştı. Baharı muştulayan günlük güneşlik bir gündü. Kardeşlik yüzlerimizin ışıltısıyla ayaküstü çok şey konuşmuştuk dar zamanda. Bana, - edebiyatla pamuk ipliğiyle bağlılığım nedeniyle - "Aman, yazmayı bırakma!" gibi bir uyarıda bulunduğunu anımsıyorum. Daha sonra ara sıra Dönemeç'te şiirleriyle göründüğünü, Gelişim Yayınları'nda birlikte çalıştığı şair dostumuz Aydın Yalkut eliyle selamını eksik etmediğini iyi biliyorum.</p>
<p style="text-align: justify;">Abdülkadir Bulut gibiler yüzünü görmeden yüzünü görmeden, sesini duymadan da rahatlıkla iletişim kuracağınız kişilerdendir. Birkaç sözcükle anlatmam gerekirse, 'Şiir sıcağı bir adam' diyebilirim onun için. Toprağı gibi konuşan, yaşadığı gibi yazan, zorlamasız, lekesiz-hilesiz bir adam. Akdeniz'in güleç mavisini Toroslar'ın serinliği ve doğallığı ile mayalayan içten bir şair. Onu ilk kez Milliyet Sanat dergisinin açtığı "1974'ün En Başarılı Genç Şairi" yarışmasında 'övgüye değer' birisi olarak tanıdım ve sevdim. İlk kitabı Sen Tek Başına Değilsin'le (1976) ortaya çıktığında ise soluğumu tuttum, kişilikli bir sesin özgün rüzgârını doya doya içime çektim.</p>
<p style="text-align: justify;">Cemal Süreya, "Kasabalı bir Lorca. Her şiirinde şiir var." (Milliyet Sanat Dergisi, Mart-1975) demişti onun için. Haklıydı. 70'ler şiirin koro ritminden ayrı şiir toprağı ile renk farklılığı hemen göze çarpan değişik bir havası vardı Bulut'un. Sanki kök boyalarıyla boyuyordu sözcükleri. Şiirin kapısından girerken, kıl çadırlı, göçerli yaşamların izlerini ve alışkanlıklarını da dallı-güllü işlemeler içinde sunuyordu bize hiç çekinmeden. Makiliklerden gelen çıngırak sesleri arasında, dağından devşirdiği çiçekleri metropollerde sergileyen bir incelikle Toroslar'ı sırtında taşıyor gibiydi.. Sözgelimi 70'li dönemde sol literatüre egemen olan 'yoldaş' sözcüğünün yerini -alışılmışın dışında- 'adaş, sağdıç' gibi seslenişler aldığında yadırganmamıştı nedense. Doğup büyüdüğü yörenin yaşam biçiminden kaynaklanan alışkanlıklarını şiiri ayağa düşürmeden üslubuna karıştırmasını becermişti pekala. Hem de sınıfsallığa ve evrenselliğe zerre toz kondurmadan. O şiirimizin esmer 'Bizimoğlan'ıydı kısaca. Akranlarını da böyle gördü hep. Ekmeğini, türkülerini, tütününü, kente inen köylü içtenliğiyle çıkını açıp çekinmeden bölüştü omuzdaşlarıyla:</p>
<p style="text-align: justify;">"Büyüledin ekmeği yazan eli<br /> Türküleri yerinden oynatan dili <br /> Ve sabahını yaşartan tütünü <br /> Sakladın boyna bizim oğlan <br /> Deli sürgüne duran narın <br /> Toprağı coşkuyla yaran sabanın <br /> Geleceği adına"</p>
<p style="text-align: justify;">Başka bir şiirinde umarsızlığı yerden yere vuruyor, elinden geldiğince arkalıyordu yiğit dostlarını. Çünkü görevden uzaklaştırmalarla, sürgünlerle, mahkemelerle, tutuklanmalarla sınanmıştı kısa yaşamı. İnsani değerlerin öne çıkması uğruna verilecek savaşımda özverinin sınırı yoktu. Alabildiğine içten, yalansız-dolansızdı. Arkadaşlık, dostluk, yiğitlik bahsinde akan sular duruyordu neredeyse. Köroğlu'yla Dadaloğlu karışımı halk ağızlı bir pervasızlık, sesini doğanın diliyle nakışlayan Karacaoğlan akışlı bir yalınlık ve yumuşaklık vardı dilinde:</p>
<p style="text-align: justify;">"Tam senin harcın adaş <br /> Onur üstüne oğul harcamak <br /> Dik durmak inancın uğruna <br /> Ve her türlü ihanete karşı <br /> Yakandaki çiçeği bile <br /> Uyanık tutmak"<br /> <br /> "Şiirin sulara benzemediği" anlarda şiirin ve ellerin aynı uyumu göstermesi, tıkanılmışlığı aşılması için "suların yaralandığını bile bile", "yalınca yerlerde" konuşlanmamız gerektiğini dillendiriyordu. Çünkü yiğit kişinin bir "okuntu"su olmalıydı şu yeryüzünde. Ve tek başına değildik. Adı gibi eminde bu gerçekten. Lorca'nın kurşuna dizildiği masum gölgelerle birleşmişti direniş günlerinin gölgesi:</p>
<p style="text-align: justify;">"Sen tek başına değilsin <br /> Yağmurda koşan taylar gibi <br /> Ve toprağı iyice kavrayan <br /> Kökler kadar akranın var <br /> Omuzlarında hayat bir şiir <br /> Alın terinden bir yürüyüş"</p>
<p style="text-align: justify;">Toprağını kavrayan bilge bir şairin öngörüsüydü bu. Yaşam ve şiir, alın terinden bir yürüyüşle boca edilmedikçe yalnızlık kaçınılmazdı. İyimserdi, tepeleme umut doluydu. "Sular gece de akar / Ayrı baş çekme" derken bir bildiği vardı kuşkusuz. "Sözünü balla kestim adaş / Kaynağında vermek için el ele / Omuz omuza ve de baş başa / Hep birlikte atmak adımı / Topraktan pamuk çıkar gibi / Bir gün hep birden "dizeleri, paylaşımcılığın ve gelecek günlerin görkemi üzerine söylenmişti. <br /> <br /> Bulut'un şiiri bize, hep terleyen bir arkadaş tadıyla seslendi:</p>
<p style="text-align: justify;">"Terleyen bir arkadaşa <br /> Sarılırken aldığım tadı <br /> Ne bir Kırkağaç kavununda <br /> Ne de bir tanıdıkta buldum"</p>
<p style="text-align: justify;">Yüreğini, köylü bir annenin yetiştirdiği kırmızıbibere benzetir Dosta Düşmana Karşı şirinde. Günnük ağaçları, Frenk incirleri, zeytinler, andızlar arasından Pablo Neruda'ya, Yannis Ritsos'a değin uzanabilir duyarlığının erişim gücü. Acıların evrensel çekim alanıdır onu dünyanın bir ucuna duyarlı kılan, bağdaştıran. Artık gözyaşlarının da çiçek açtığına inandırmıştı herkesi:</p>
<p style="text-align: justify;">"Bugün yurtyeri olsa da acılara <br /> Kayaların en sarp yerlerindeki <br /> Kırlangıç yuvalarını andıran alnın <br /> Bir gün terli bir gelecek uçuracak <br /> Sabahlardan akşamlara kadar <br /> Gözyaşları da çiçek açar"</p>
<p style="text-align: justify;">Bulut'un, anlatı şiiri olanaklarıyla bizi çok çarpıcı dizelere götüren şiir tekniği iyice irdelendiğinde görülecektir ki, bir şairin durduğu coğrafya oldukça önemlidir. Anamur kaynaklı Türkmen kültürüyle mayalanan şiir dilinin kıvrımlarındaki çıngılar, anlam katmanlarında derin çağrışımlarla karşılar okuru. Örneğin,"Bana bir gömlek dikebilir misin sen / Üstünde peynir-ekmek yenmiş / bir topraktan " dizeleriyle karşılaştığımızda şiirinin gücü karşısında biraz afallarız. Zaten bir ara Yakım'layıp geçmiştir ortalığı. Ama sonuçta Yurdumun Şiir Defteri'yle Türkiyeli bir şiire çalışmıştır o. Bir Akdeniz Çocuğu Olarak sürüklendiği kavgada hiç de yalnız olmadığının ayırdına varmış, soluğunu sularla yarıştırmaya başlamıştı. Onu kısa şiirler yazmakla suçlayan kimi 'ebleh'lere karşı içlenip bin dizelik bir şiire çalışırken aramızdan ayrıldı.</p>
<p style="text-align: justify;">Erken göçtü Bulut. Akıtmalı bir tay gibi Toroslar'ın doruklarında yitip gitti. Belki o doruklardan aşağıya süzülen binlerce yıllık seslerle buluştu. Bir bakıma söylencelerin otağına kuruldu. Bir gün Anamur'a doğru yola çıktığınızda, bulutlardan biri Abdülkadir Bulut sesiyle yağabilir üstünüze. Ürkmeyin o yağmurdan. Ardında sakalını sıvazlayan rüzgârdan!.. Yağmur sonrası toprak kokusunda gizlenen Bulut'su şiirlerle çoğalın ve yağın siz de bir yerlere:</p>
<p style="text-align: justify;">" Sesleri uçurumlarda kalan sular bile <br /> Sessizliklerini ulaştırırken denizlere <br /> Sen ne ulaştıracaksın yiğidim <br /> Hayata dair, insanlara dair <br /> Yaklaşan günlere"</p>
<p style="text-align: justify;">ahmetgunbas@hotmail.com</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>BENDE SAKLI KALAN ADIN</strong></span><br />Bende saklı kalan adın <br />Şimdi fasulyelere sırık diken <br />Köylü kadınların ağzında <br />Sakız olup çiğneneceği yerde <br />Katılıyor onların güpegündüz <br />Mırıltılarla başlayan ağıtlarına</p>
<p style="text-align: justify;">Bende saklı kalan adın <br />Çoktan sokulmuş olmalı <br />Okul çocuklarının köy yollarında <br />Taşların soğumuş yüzlerine <br />Tebeşirle yazdıkları yazıların <br />Aralarına</p>
<p style="text-align: justify;">Bende saklı kalan adın <br />Tozlaşsa da bir nergis çiçeği gibi <br />Gadan alayım gene de <br />Bir işçinin elindeki sefertasıyla <br />Ve alnından sarkan susuşla <br />Yanyana duracak güzellikte</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p><span style="color: #ff0000;">YOLUM DÜŞÜNCE ANAMUR'A- ABDÜLKADİR BULUT</span></p>
<p>Yolum düşünce Anamur'a<br />Havalar yağar eser de olsa<br />Elini kulağına götürerek<br />Uzunhava çeken köylüleri<br />Dinlemeliyim mutlaka</p>
<p>Yolum düşünce Anamur'a<br />Göğüs kılları yenice yürümüş<br />Mısır sulayan delikanlılarla<br />Ayaküstü bir şeyler konuşmalıyım<br />Tarlalara akan sulara<br />Bakarak</p>
<p>Yolum düşünce Anamur'a<br />Kökleri dahi sökülerek yakılan<br />Ilgın ağaçlarının duruşlarından<br />Bir şeyler katmalıyım hayatıma</p>
<p> </p>
<p>Abdülkadir Bulut</p>
<p>BANA BİR GURBET ADI GÖNDER</p>
<p>Bana bir gurbet adi gönder <br />Her yolda bir yürüme istegi <br />Bir de animsamak için sevdiklerimi <br />Sarisin kizlarin gözleri gibi açilan <br />Bir harnup çiçegi</p>
<p>Bana bir gurbet adi gönder <br />Içinden çikamadigim çok sey var <br />Kuslarin agzini açarak ölmesi <br />Ve dünyadaki çiçekler içinde <br />Feslegenin örselenerek koklanmasi</p>
<p>Bana bir gurbet adi gönder <br />Ilk kez oturup agladigin yerden <br />Yeni yakilmis bir agit sözü içinde <br />Bir de sögüt yapragi koy yanima <br />Belki sulara olan hasretligimi giderir</p>
<p>Bana bir gurbet adi gönder <br />Çoktandir kimsenin yüzüne bakmiyorum <br />Uyuyup kaliyorum oturdugum her yerde <br />Unutma bana bir gurbet adi gönder <br />Su günlerde</p>
<p><br />Abdülkadir Bulut</p>
<p>BANA</p>
<p>Bana bir gömlek dikebilir misin sen<br />Üstünde zeytin ekmek yenmiş <br />Bir topraktan</p>
<p>Bana bir gömlek dikebilir misin sen<br />İki de cep yapabilir misin göğsüne<br />Bir dağ rüzgârından</p>
<p>Bana bir gömlek dikebilir misin sen<br />Yıllardır benim sana duyduğum <br />Hasretten</p>
<p>2 Temmuz 1984</p>
<p>Abdülkadir Bulut</p>
<p>ARKADAŞ SESİ</p>
<p>Arkadaş sesine uyandığım günleri<br />Düşündükçe doluk doluk oluyorum<br />Ve artık ağzımın içinde dilim<br />Öyle kendi başına dinlenen<br />Islak bir sözcük olmamalı diyorum</p>
<p>Suları sesinden tanıyalı beri<br />İnsan yüzünde doğrulan her güzellik<br />Geleceğimize benziyor desem de<br />Gözlerinin renginden bile huylandığım<br />İnsanlar var gezdiğim yerlerde</p>
<p>Elime aldığım ağaç kökleri<br />Daha gözlerimi açıp kapamadan<br />Karışıp gidiyor avuçlarımın içine<br />Demek ki diyorum kendi kendime<br />Asıl katlanmam gereken şeyler<br />Henüz yaklaşmadı ufkuma</p>
<p>Artık her yeni şiire başlayışta<br />Hatırlanır onların ayrılış günleri<br />Çıkar gelir diye bir gün<br />Yüzüne tavus kuşu işlenmiş sandıklara<br />Naftalinlenip konmuyor giysileri</p>
<p>Mersin, 3.7.1982</p>
<p> </p>
<p>Abdülkadir Bulut</p>
<p>ARKADAŞ ADRESLERİ</p>
<p>Arkadaş adreslerinde eskiden<br />İncecik ve güzel şeyler vardı<br />Gençliğimize ve geleceğimize dair<br />Sözgelimi, bir Aybastı sokağı<br />Ve altında şehir</p>
<p>Oysa şimdi öyle değil<br />Düşünüyorum da günlerden beri<br />Nasıl düşürülmüş olabilir<br />Arkadaş adlarının yanına<br />'Kapalı' ve 'koğuş' sözcükleri</p>
<p>Anamur, 29.7.1983</p>
<p>Abdülkadir Bulut</p>
<p>ARKADAŞ SESİ</p>
<p>Arkadaş sesine uyandığım günleri<br />Düşündükçe doluk doluk oluyorum<br />Ve artık ağzımın içinde dilim<br />Öyle kendi başına dinlenen<br />Islak bir sözcük olmamalı diyorum</p>
<p>Suları sesinden tanıyalı beri<br />İnsan yüzünde doğrulan her güzellik<br />Geleceğimize benziyor desem de<br />Gözlerinin renginden bile huylandığım<br />İnsanlar var gezdiğim yerlerde</p>
<p>Elime aldığım ağaç kökleri<br />Daha gözlerimi açıp kapamadan<br />Karışıp gidiyor avuçlarımın içine<br />Demek ki diyorum kendi kendime<br />Asıl katlanmam gereken şeyler<br />Henüz yaklaşmadı ufkuma</p>
<p>Artık her yeni şiire başlayışta<br />Hatırlanır onların ayrılış günleri<br />Çıkar gelir diye bir gün<br />Yüzüne tavus kuşu işlenmiş sandıklara<br />Naftalinlenip konmuyor giysileri</p>
<p>Mersin, 3.7.1982</p>
<p> </p>
<p>Abdülkadir Bulut</p>
<p>ARKADAŞ ADRESLERİ</p>
<p>Arkadaş adreslerinde eskiden<br />İncecik ve güzel şeyler vardı<br />Gençliğimize ve geleceğimize dair<br />Sözgelimi, bir Aybastı sokağı<br />Ve altında şehir</p>
<p>Oysa şimdi öyle değil<br />Düşünüyorum da günlerden beri<br />Nasıl düşürülmüş olabilir<br />Arkadaş adlarının yanına<br />'Kapalı' ve 'koğuş' sözcükleri</p>
<p>Anamur, 29.7.1983<br />Abdülkadir Bulut</p>
<p><strong>BİR MEKTUP</strong></p>
<p>(*)</p>
<p>Sevgili Kardeşim<br /> 10.6.1985</p>
<p>Göndermiş olduğun mektubu aldım. İlgine teşekkür sağol.</p>
<p style="text-align: justify;">Mektupta sözünü ettiğin konuyu uzun boylu düşündüm. O yüzden yanıtımı da geciktirdim. Hoş gör. Anlayamadığım konu, bu çocuk (A.Kadir Şimşek) niçin halı dokumak istemiyor? Olmaz öyle şey. Hapishane yaşamı halı dokumayı gerektirir.<br />Sonra içerde birkaç yıl yatacağına göre başka ne işle uğraşacak? Sen Terzi Hüseyin'e (**) durumu anlat. Mutlaka çocuk halı dokusun. Başka konularda ne gibi yardımcılık istiyorlarsa benden, hazırım. Ama bir sanat uğraşısını olumsuzluğa dönüştürmek bana ters bir olyadır. Her ne ise... Muhtardan ben bazı isteklerde bulunmuştum. Görürsen bir sor. Sonra kardeşi çıktı mı?</p>
<p>Biz iyiyiz.<br />Çocukların gözlerinden öperim. Yengeye de selam.</p>
<p>Gözlerinden hasretle öperim.</p>
<p>Abdülkadir Bulut</p>
<p><br /> <br />Abdülkadir Bulut</p>
<p><strong>OZAN, ŞİİRİN AYAKLARINI TOPRAKTAN KESMEMELİDİR</strong></p>
<p>"Bütün değerleri yıkılmış, bütün değer ölçüleri yok olmuş bir dünyada şiire varmak, onun sıcak elini yakalamak zor bir iş aslında. Hele hele üretim araçlarının insanı tutsak ettiği, insanı kendi öz yaşamından saptırarak yozlaştırdığı bir düzen de varsa ortada… Öte yandan türedi sınıfların egemenliği tüm boyutlarıyla ağırlığını koyuyorsa, en kötüsü ekmek bir kurdun ağzında geriliyse, işte böylesine karanlık, böylesine çelişkili bir ortamda kalemlerimle, , sözcüklerimle, kavgalarımla kendi şiirsel bakış açımın doğrultusunda adımlıyorum hayatı. Biliyorum ki, demire örs, toprağa kazma bile kolaylıkla varmıyor. Bütün bu çabalar, çağdaş bir uğraş, çağdaş bir yöntem istiyor. Dahası diri ve büyük bir tutarlılık istiyor. Çünkü her toplumun kendine özgü bir varolma, bir gelişme görüntüsü vardır. Kanımca ozan, toplumların varolma erdemleriyle varoluş süresi içinde onların kavgalarına, devrimci bir öz, devrimci bir öfke ve akla yakın bir tavır vermesiyle yükümlüdür. Kaçamaz ozan bu sorumluluktan. Elini kolunu sıvayarak yapacak bu işi. Çünkü yapı ustası bile, harcı içten bir duyarlılıkla atıyor duvara. Ozan, toplumsal olguları, toplumsal direnmeleri soyut yanlışlar içinde yansıtmamalı . Tersine, özümlediği şiirsel özü somut doğrular içinde sergilemeli. Önemli olan, ozanın şiirsel işçiliğinin işlerliğidir. Başarısı da toplumda yakaladığı ya da algıladığı keskin çizgileri toplumsal gerçekliğe yatkın biçimde ayaklandırmasıdır. Ona sıkılı yumruklar ve uzun sesler vermesiyle ölçütlenir. Yoksa ozan başı ağrıyan insanlara muska yazıvermiş olur. Şiirin işlevi azımsanamaz kuşkusuz. Ne ki, biçim denemeleriyle okura bıkkınlık vermesin. Madem ki ozan yaşadığını yazacak, madem ki ozan gerçekleri yazacak, o halde ozan şiirin ayaklarını topraktan kesmemelidir.</p>
<p>(Milliyet Sanat Dergisi, Mart 1975, Sayı: 125)</p>
<p> </p>
<p> </p>
<p> </p>
<p> </p>
<p>Abdülkadir Bulut</p>
<p><strong>YOLUM DÜŞÜNCE ANAMUR'A</strong></p>
<p>Yolum düşünce Anamur'a<br />Havalar yağar eser de olsa<br />Elini kulağına götürerek<br />Uzunhava çeken köylüleri<br />Dinlemeliyim mutlaka</p>
<p>Yolum düşünce Anamur'a<br />Göğüs kılları yenice yürümüş<br />Mısır sulayan delikanlılarla<br />Ayaküstü bir şeyler konuşmalıyım<br />Tarlalara akan sulara<br />Bakarak</p>
<p>Yolum düşünce Anamur'a<br />Kökleri dahi sökülerek yakılan<br />Ilgın ağaçlarının duruşlarından<br />Bir şeyler katmalıyım hayatıma</p>
<p> </p>
<p> </p>
<p>Ali F.Bilir</p>
<p><strong>ŞAİR ABDÜLKADİR BULUT'U ANARKEN</strong></p>
<p>Şair Abdülkadir Bulut, parantez aç, (D: 21.04.1943, Anamur Akine Köyü-Ö: 9 Ağustos 1985, Mersin nokta. Parantez kapat)</p>
<p style="text-align: justify;">42 Yıl. Ülkesine ve şiire adanmış kısacık, onurlu bir yaşam... Demek 21 yıl olmuş yiğidimizi, Şair Abdülkadir Bulut'u yitireli ha!.. Fotoğraflarına bakıyorum da ne kadar genç, ne kadar şahan. Saçına bıyığına ak düşmemiş daha. Şiirlerini okuyorum, ne kadar taze, bugün yazılmış gibi, dönüp yeniden okuyorum, derin, okyanus örneği, aydınlık, duru… Toros Dağları gibi yüce, Dragon çayı gibi coşkulu, yürekli; Akdeniz gibi mavi, dingin, umutlu. Ama, biraz acı. Erken ölüm hangi yüreği acıtmaz ki!..Belki bu yüzden, erken, trajik ölümünden dolayı, beli de gözardı edilen büyük bir şairin, yöremiz çocuğunun daha iyi bilinip tanınması için, ona olan vefa borcumuzdan dolayı, Andız Dergisi'nin ilk özel sayısını bu güzel insana, Abdülkadir Bulut'a ayırdık. Şair A.Uğur Olgar dostumla kolları sıvadık. Çalışmamız sırasında bize yol gösteren Anamur Kültür Derneği'nin değerli üyelerine teşekkür etmeliyim. Dergimize ürün göndererek ona yüreğini açan şair dostlarını, yakın arkadaşlarını da buradan selamlıyoruz. Şairlerine sahip çıkan Anamur halkına ve Şair Abdülkadir Bulut'un adını bir kültür parkında yaşatan Belediye Başkanı Suphi Alp'e gönül borcumuz var. Gerek Andız Dergisi'ni hazırlarken gerekse Şair Bulut'un " Ülkemin Şiir Atlası" (1)nın sayfalarında dolaşırken onun şiirleriyle ilgili saptadığım bazı önemli noktaları da burada sizlerle, onu sevenlerle paylaşmak istiyorum. </p>
<p style="text-align: justify;">Öncelikle, Abdülkadir Bulut'un toplumcu bir şair olduğunu belirtmeliyim. Ancak, onun şiiri halk şiiri geleneğinden beslenmesine karşın, gerek öz gerek biçim yönünden modern Türk şiirinin özgün bir halkasını oluşturmaktadır. Yazdıkları, tek boyutlu değil çok boyutludur. Çünkü o, toplumcu şiirin en büyük ustaları olan Nâzım ve Neruda gibi, "Toplumcu şiirin, insanı ve toplumu bütün görüntüleriyle, yönleriyle, özellikleriyle kavraması, yansıtması gerektiğinin" (2) bilincindedir. </p>
<p style="text-align: justify;">Onun şiirlerini, toplum ve hayata evrensel, diyalektik bir bakan, duyarlı bir yüreğin ürünü olarak değerlendirebiliriz. Yerel bir konuyu yerel dil kullanarak evrensel şiire dönüştürme yetisi ona özgüdür. Bu yüzden özgün bir şairdir Abdülkadir Bulut. Bu ustalığın temelinde ise sözünü ettiğimiz diyalektik bakış yatmaktadır. Çocukları unutmamıştır bu değerli şairimiz. Onlar için şiirin yanında, şiir tadında öyküsel romanlar da yazmıştır… Şairliğinin yanında devrimci, aydınlanmacı kimliğini de inanarak hep yanında taşımıştır şair dostumuz. Bu yüzden faşist güçler, tutucu yönetimler tarafından cezalandırılmış, sürgünler yaşamış, görevden alınmış, tutuklanmıştır. Ama, ne inancını ne duruşunu değiştirmiştir bu yüzden. Yaşanılan acıları şiire dönüştürebilen büyük bir yetenektir o. Hani derler ya, "Şair olunmaz, şair doğulur," diye. Sanki Şair Bulut için söylenmiş bir sözdür bu… <br /> <br />Dün olduğu gibi bugün de dünyanın durumu hiç iç açıcı değil. Emperyalizm sınır tanımıyor. Bölgemiz kan gölü. İnsanlar acı çekmeye devam ediyor. Çocuklar ölüyor. Kadınlar ağlıyor. Şiiri yalnızca dile ve tekniğe indirgeyen ülkemizde Şair Abdülkadir Bulut'un eksikliğini nasıl da duyuyoruz!.. <br />(1) Ülkemin Şiir Atlası, Abdülkadir Bulut, Can Yay. 1986<br />(2) Şiir ve Gerçeklik, Özdemir İnce, İş Bankası Kültür Yay., s.133</p>
<p><br /><br /></p>
<p><strong>BANA BİR GURBET ADI GÖNDER</strong></p>
<p>Bana bir gurbet adi gönder <br />Her yolda bir yürüme istegi <br />Bir de animsamak için sevdiklerimi <br />Sarisin kizlarin gözleri gibi açilan <br />Bir harnup çiçegi</p>
<p>Bana bir gurbet adi gönder <br />Içinden çikamadigim çok sey var <br />Kuslarin agzini açarak ölmesi <br />Ve dünyadaki çiçekler içinde <br />Feslegenin örselenerek koklanmasi</p>
<p>Bana bir gurbet adi gönder <br />Ilk kez oturup agladigin yerden <br />Yeni yakilmis bir agit sözü içinde <br />Bir de sögüt yapragi koy yanima <br />Belki sulara olan hasretligimi giderir</p>
<p>Bana bir gurbet adi gönder <br />Çoktandir kimsenin yüzüne bakmiyorum <br />Uyuyup kaliyorum oturdugum her yerde <br />Unutma bana bir gurbet adi gönder <br />Su günlerde</p>
<p> </p>
<p> </p>
<p><strong>BANA</strong></p>
<p>Bana bir gömlek dikebilir misin sen<br />Üstünde zeytin ekmek yenmiş <br />Bir topraktan</p>
<p>Bana bir gömlek dikebilir misin sen<br />İki de cep yapabilir misin göğsüne<br />Bir dağ rüzgârından</p>
<p>Bana bir gömlek dikebilir misin sen<br />Yıllardır benim sana duyduğum <br />Hasretten</p>
<p>2 Temmuz 1984</p>
<p> </p>
<p> </p>
<p> </p>
<p>Abdülkadir Bulut</p>
<p><strong>ARKADAŞ SESİ</strong></p>
<p>Arkadaş sesine uyandığım günleri<br />Düşündükçe doluk doluk oluyorum<br />Ve artık ağzımın içinde dilim<br />Öyle kendi başına dinlenen<br />Islak bir sözcük olmamalı diyorum</p>
<p>Suları sesinden tanıyalı beri<br />İnsan yüzünde doğrulan her güzellik<br />Geleceğimize benziyor desem de<br />Gözlerinin renginden bile huylandığım<br />İnsanlar var gezdiğim yerlerde</p>
<p>Elime aldığım ağaç kökleri<br />Daha gözlerimi açıp kapamadan<br />Karışıp gidiyor avuçlarımın içine<br />Demek ki diyorum kendi kendime<br />Asıl katlanmam gereken şeyler<br />Henüz yaklaşmadı ufkuma</p>
<p>Artık her yeni şiire başlayışta<br />Hatırlanır onların ayrılış günleri<br />Çıkar gelir diye bir gün<br />Yüzüne tavus kuşu işlenmiş sandıklara<br />Naftalinlenip konmuyor giysileri</p>
<p>Mersin, 3.7.1982</p>
<p> </p>
<p>Abdülkadir Bulut</p>
<p><strong>ARKADAŞ ADRESLERİ</strong></p>
<p>Arkadaş adreslerinde eskiden<br />İncecik ve güzel şeyler vardı<br />Gençliğimize ve geleceğimize dair<br />Sözgelimi, bir Aybastı sokağı<br />Ve altında şehir</p>
<p>Oysa şimdi öyle değil<br />Düşünüyorum da günlerden beri<br />Nasıl düşürülmüş olabilir<br />Arkadaş adlarının yanına<br />'Kapalı' ve 'koğuş' sözcükleri</p>
<p>Anamur, 29.7.1983</p>
<p> </p>
<p> </p>
<p> </p>
<p>Abdülkadir Bulut</p>
<p><strong>OYUNCAKÇI AMCA</strong></p>
<p>Oyuncakçı amca<br />Oyuncakçı amca<br />Ne çok oyuncakların var<br />Top, tank, tüfek, tabanca<br />Gövdem titriyor<br />Onlara bakınca</p>
<p>N'olursun oyuncakçı amca<br />Bundan böyle bizlere<br />Oyuncak tüfekler yerine<br />Ak yelkenli bir gemi<br />Bir de süslü bebekler getir<br />Unutma e mi?</p>
<p>Sonra oyuncakçı amca<br />Senden aldığım tüfekleri<br />Bozarak onlardan kuş yaptım<br />Bana kızmazsın değil mi?</p>
<p> </p>
<p><br /><br /></p>
<p><br />Hüseyin Divit</p>
<p><strong>ABDÜLKADİR BULUT'LA İLGİLİ BİR ANI</strong></p>
<p style="text-align: justify;">Abdülkadir Bulut'la 60'lı yıllarda, Anamur'da yapılan bir öğretmenler toplantısında tanışmıştım. Anamur'un Melleç köyünde öğretmendi. Atatürkçü ve devrimci olduğu her hareketinden belliydi. Onu çok sevmiştim. İlişkimiz, 1960-? yılları arasında sürdü. Bu yıllarda ben, Gülnar'da Atatürk Atatürk İlkokulu'nda öğretmen olarak çalışıyordum. Aynı zamanda Türkiye Öğretmenler Sendikası <br />(TÖS) Gülnar şube başkanıydım… </p>
<p style="text-align: justify;">Abdülkadir Bulut, devrimci öğretmenlerin Mersin'de yaptığı toplantılara katılır, görev alır, devrimci düşüncelerini yaptığı konuşmalarda anlatırdı. Bu toplantılarda onun devrimci şiirlerini dinlerdik. Böylesi toplantıların birinde çalıştığı köyle ilgili bir öykü anlatmıştı bize… </p>
<p style="text-align: justify;">Çalıştığı Melleç, İslam kültürü etkisi altında, her meselesini islami anlayışla çözmeye çalışan, katı anlayışlı bir köydür. Köylüler, küçük olaylarda bile hemen köyün hocasına koşarlar. Din ağırlıklı bir yaşam… Bir kaza, hastalık olduğunda da hocaya giderler; imamın okuyup üfleyerek yazdığı muskayı beze sararak, kadın erkek fark ayırmadan hepsi saçlarına güzelce bağlıyorlar. Öğretmen Abdülkadir, 3-5 ay uğraşsa bu olumsuzluğu bir türlü önleyemiyor. Köylülere ve öğrencilerine yaralanma ve hastalıklarda <br />doktora gidileceğini, filmler çekilerek ilaçlar alınacağını defalarca anlatsa da köylüler bir türlü inanmıyorlar ona. Hatta biraz da suçluyorlar. Dinsiz, gavur, komünist diyorlar!..Bu tartışmalar devam ederken, okulda okuyan 34 öğrencinin saçlarındaki muska sayısı azalacağına çoğalıyor. Köylüler Abdülkadir öğretmenlerini, dinimize karışıyor diye şikayet ediyorlar. Kendisi dinsiz olduğu gibi, bizi de etkileyerek komünist propagandası yapıyor, dinimizi elimizden alacak diyorlar şikayetlerinde. Bir süre sonra, ilden bir milli eğitim müfettişi geliyor köye. Soruşturma yapıyor. Köylü ve Abdülkadir Öğretmen'in ifadesini aldıktan sonra gitmeye hazırlanıyor. Bu sırada öğrenciler sıra olmuş müfettişi bekliyor. Müfettiş, kendini ayakta bekleyen öğrencilerin arasına giriyor, onlarla ilgilenip sohbet ediyor. Bu sırada bir öğrencinin başını okşamak istediğinde eline takılan muskayı fark ediyor. Sonra öteki öğrencilere bakıyor. Hepsinin başında, saçlarına bağlanmış olan "iyileştirme muskaları"nı görünce şaşırıyor. Abdülkadir Öğretmene dönüp "Hocam bunlar nedir?" diye sorduğunda, şairimizden, "Ne olacak Sayın Müfettişim, Cumhuriyet Türkiye'sinin, Atatürk devrimlerinin ve çağdaş eğitimin mücadelesini veren biz öğretmenler ile bundan dolayı bizleri teftişe gelen siz müfettişlerin ayıbı," diye yanıtlıyor. Müfettiş, gördükleri ve duydukları karşısında geri dönüyor. Tahkikatın yönünü değiştiriyor. Abdülkadir Bulut'tan özür diliyor. Ondan, köylülerle ilgilenmesini istiyor… </p>
<p style="text-align: justify;">Sevgili Abdülkadir Bulut bu köyde üç yıl görev yapıyor. Muskaları kafalardan siliyor. Yerine çağdaş fikirler vererek mücadelesine devam ediyor…</p>
<p><a href="http://www.ugurolgar.net">http://www.ugurolgar.net</a></p>
<p> </p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>ABDÜLKADİR BULUT HAYATI ve ESERLERİ</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">Abdulkadir Bulut ( .... - 1985)<br />1943 yılında Anamur'da doğan Abdulkadir Bulut, ilk ve ortaokulu Anamur'da bitirdikten sonra Akşehir İlköğretmen Okulu'na girdi ve bu okuldan 1961 yılında mezun oldu. Anamur ve Kırıkhan'da öğretmenlik yaptı. 1966'da Anamur'da öğretmenlik görevini sürdürürken 'sol' propagandası yaptığı gerekçesiyle Bakanlık emrine alındı ve mahkemeye verildi. 1967'de aklandı, ama Bakanlık, görevine tekrar döndürmedi. Danıştay'da açtığı davayı kazanarak 777 gün sonra görevine döndü. 1971'de yeniden tutuklandı. Öğretmenlik görevini İstanbul'da sürdürdü. 8 Ağustos 1995 günü Silifke'den Anamur'a giderken dolmuş-minibüsün kapısının açılmasıyla minibüsten düşerek hayatını kaybetti.</p>
<p style="text-align: justify;">Şiire 1960'tan sonra başladığı halde uzun süre adını duyuramadı. Milliyet Sanat dergisinin açtığı "1974'ün En Başarılı Genç Şairi" yarışmasında "1974'ün övgüye değer şairlerinden" birisi olarak ödül aldı.</p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Abdülkadir Bulut'un Eserleri</strong></p>
<ul style="list-style-type: circle; text-align: justify;">
<li style="text-align: justify;">Sen Tek Başına Değilsin (1976)</li>
<li style="text-align: justify;">Acılar Yurdumdur (1981)</li>
<li style="text-align: justify;">Kahveci Güzeli (1981, çocuk şiirleri)</li>
<li style="text-align: justify;">Yakımlar (1982)</li>
<li style="text-align: justify;">Gözyaşları da Çiçek Açar (1983)</li>
<li style="text-align: justify;">Sen Tek Başına Değilsin II (1984)</li>
<li style="text-align: justify;">Yurdumun Şiir Defteri (1985)</li>
<li style="text-align: justify;">Ülkemin Şiir Atlası (1986, bütün şiirleri)</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>Ödülleri</strong></p>
<ul style="list-style-type: circle; text-align: justify;">
<li style="text-align: justify;">1974 Milliyet Sanat Dergisi Yılın En Başarılı Genç Şairi</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>ROMAN:</strong></p>
<ul style="list-style-type: disc; text-align: justify;">
<li>Üveyikler Göçerken (çocuk romanı, 1981)</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;">Kaynak: http://www.kimkimdir.gen.tr</p>
<p style="text-align: justify;">Ahmet Günbaş</p>
<p style="text-align: justify;">ABDÜLKADİR BULUT'U ANARKEN!..</p>
<p style="text-align: justify;">Evet "Her ölüm erken ölümdür" de ne yazık ki kimi ölümler oldukça ucuzdur, sıradandır. Asla yakıştıramazsınız devasa ömürlere! Sanki ölüme karşı fazla dürüst davranılmıştır.</p>
<p style="text-align: justify;">Ahmed Arif'in bir dizesini anımsarım böyle durumlarda, "Vurulsam kaybolsam derim çırılçıplak bir kavgada" diye sitem eden. Anımsarım da yüreğimi bir hüzün bulutu kaplar boydan boya. İlk etapta yakın çevremde henüz otuz beşinde 'gıda zehirlenmesi' ile aramızdan ayrılan Ali Rıza Ertan'ı düşünürüm. 70'lerin hıncahınç ortamında bağışlanmaz bir ölümdür bu. Her an bir siyasi cinayet olasılığı sizi adım adım izlerken, gidip bir konserveye yenik düşmek olacak şey değildir. Abdülkadir Bulut'un ani ölümü de kabullenemez gelir bana. Çok değil, Ertan'dan yedi yıl daha fazla yaşamıştır. Üstelik şiirinin en verimli çağında!..</p>
<p style="text-align: justify;">Dönemeç'i birlikte omuzladığımız Ali Rıza Ertan'ın zamansız kaybının acısı İzmir'den çok uzaklarda, taa Erzurumlarda yakıp kavurmuştu beni haki giysilerle dolaşırken. Abdülkadir Bulut'un acısı da farklı değildi ondan. 10 Ağustos 1985 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki ölüm haberi kesiğini saklarım hâlâ. İşte haber metninin ilk paragrafı o günkü gibi inanılmaz ve ürkütücü:</p>
<p style="text-align: justify;">"ANAMUR, (Cumhuriyet) - şair Abdülkadir Bulut, dün Anamur'da geçirdiği talihsiz bir trafik kazası sonucu öldü. Anamur'dan bir duruşmayı izlemek üzere minibüsle Silifke'ye hareket eden Bulut, minibüs kapısının birden açılması üzerine oturduğu seyyar tabureyle birlikte dışarı fırladı. Ağır yaralanan Bulut olay yerinde öldü."</p>
<p style="text-align: justify;">Anlatılanlara göre minibüste yerini bir kadına verip kapı ağzındaki tabureye oturmuş, sonra keskin bir dönemeçte açılan kapı ile birlikte dışarı savrulup oracıkta ölmüş!</p>
<p style="text-align: justify;">Ancak bir kez görüşebilmiştik Bulut'la Mart-1982'de İzmir'e imzaya geldiğinde. Yazko'da basılan Acılar Yurdumdur (1981) kitabını, henüz kırçıllanmaya başlayan uzun siyah saçlarını geriye iterek, "Yiğit yazar dostum Ahmet Günbaş'a dostlukla"tümcesiyle imzalamıştı. Baharı muştulayan günlük güneşlik bir gündü. Kardeşlik yüzlerimizin ışıltısıyla ayaküstü çok şey konuşmuştuk dar zamanda. Bana, - edebiyatla pamuk ipliğiyle bağlılığım nedeniyle - "Aman, yazmayı bırakma!" gibi bir uyarıda bulunduğunu anımsıyorum. Daha sonra ara sıra Dönemeç'te şiirleriyle göründüğünü, Gelişim Yayınları'nda birlikte çalıştığı şair dostumuz Aydın Yalkut eliyle selamını eksik etmediğini iyi biliyorum.</p>
<p style="text-align: justify;">Abdülkadir Bulut gibiler yüzünü görmeden yüzünü görmeden, sesini duymadan da rahatlıkla iletişim kuracağınız kişilerdendir. Birkaç sözcükle anlatmam gerekirse, 'Şiir sıcağı bir adam' diyebilirim onun için. Toprağı gibi konuşan, yaşadığı gibi yazan, zorlamasız, lekesiz-hilesiz bir adam. Akdeniz'in güleç mavisini Toroslar'ın serinliği ve doğallığı ile mayalayan içten bir şair. Onu ilk kez Milliyet Sanat dergisinin açtığı "1974'ün En Başarılı Genç Şairi" yarışmasında 'övgüye değer' birisi olarak tanıdım ve sevdim. İlk kitabı Sen Tek Başına Değilsin'le (1976) ortaya çıktığında ise soluğumu tuttum, kişilikli bir sesin özgün rüzgârını doya doya içime çektim.</p>
<p style="text-align: justify;">Cemal Süreya, "Kasabalı bir Lorca. Her şiirinde şiir var." (Milliyet Sanat Dergisi, Mart-1975) demişti onun için. Haklıydı. 70'ler şiirin koro ritminden ayrı şiir toprağı ile renk farklılığı hemen göze çarpan değişik bir havası vardı Bulut'un. Sanki kök boyalarıyla boyuyordu sözcükleri. Şiirin kapısından girerken, kıl çadırlı, göçerli yaşamların izlerini ve alışkanlıklarını da dallı-güllü işlemeler içinde sunuyordu bize hiç çekinmeden. Makiliklerden gelen çıngırak sesleri arasında, dağından devşirdiği çiçekleri metropollerde sergileyen bir incelikle Toroslar'ı sırtında taşıyor gibiydi.. Sözgelimi 70'li dönemde sol literatüre egemen olan 'yoldaş' sözcüğünün yerini -alışılmışın dışında- 'adaş, sağdıç' gibi seslenişler aldığında yadırganmamıştı nedense. Doğup büyüdüğü yörenin yaşam biçiminden kaynaklanan alışkanlıklarını şiiri ayağa düşürmeden üslubuna karıştırmasını becermişti pekala. Hem de sınıfsallığa ve evrenselliğe zerre toz kondurmadan. O şiirimizin esmer 'Bizimoğlan'ıydı kısaca. Akranlarını da böyle gördü hep. Ekmeğini, türkülerini, tütününü, kente inen köylü içtenliğiyle çıkını açıp çekinmeden bölüştü omuzdaşlarıyla:</p>
<p style="text-align: justify;">"Büyüledin ekmeği yazan eli<br /> Türküleri yerinden oynatan dili <br /> Ve sabahını yaşartan tütünü <br /> Sakladın boyna bizim oğlan <br /> Deli sürgüne duran narın <br /> Toprağı coşkuyla yaran sabanın <br /> Geleceği adına"</p>
<p style="text-align: justify;">Başka bir şiirinde umarsızlığı yerden yere vuruyor, elinden geldiğince arkalıyordu yiğit dostlarını. Çünkü görevden uzaklaştırmalarla, sürgünlerle, mahkemelerle, tutuklanmalarla sınanmıştı kısa yaşamı. İnsani değerlerin öne çıkması uğruna verilecek savaşımda özverinin sınırı yoktu. Alabildiğine içten, yalansız-dolansızdı. Arkadaşlık, dostluk, yiğitlik bahsinde akan sular duruyordu neredeyse. Köroğlu'yla Dadaloğlu karışımı halk ağızlı bir pervasızlık, sesini doğanın diliyle nakışlayan Karacaoğlan akışlı bir yalınlık ve yumuşaklık vardı dilinde:</p>
<p style="text-align: justify;">"Tam senin harcın adaş <br /> Onur üstüne oğul harcamak <br /> Dik durmak inancın uğruna <br /> Ve her türlü ihanete karşı <br /> Yakandaki çiçeği bile <br /> Uyanık tutmak"<br /> <br /> "Şiirin sulara benzemediği" anlarda şiirin ve ellerin aynı uyumu göstermesi, tıkanılmışlığı aşılması için "suların yaralandığını bile bile", "yalınca yerlerde" konuşlanmamız gerektiğini dillendiriyordu. Çünkü yiğit kişinin bir "okuntu"su olmalıydı şu yeryüzünde. Ve tek başına değildik. Adı gibi eminde bu gerçekten. Lorca'nın kurşuna dizildiği masum gölgelerle birleşmişti direniş günlerinin gölgesi:</p>
<p style="text-align: justify;">"Sen tek başına değilsin <br /> Yağmurda koşan taylar gibi <br /> Ve toprağı iyice kavrayan <br /> Kökler kadar akranın var <br /> Omuzlarında hayat bir şiir <br /> Alın terinden bir yürüyüş"</p>
<p style="text-align: justify;">Toprağını kavrayan bilge bir şairin öngörüsüydü bu. Yaşam ve şiir, alın terinden bir yürüyüşle boca edilmedikçe yalnızlık kaçınılmazdı. İyimserdi, tepeleme umut doluydu. "Sular gece de akar / Ayrı baş çekme" derken bir bildiği vardı kuşkusuz. "Sözünü balla kestim adaş / Kaynağında vermek için el ele / Omuz omuza ve de baş başa / Hep birlikte atmak adımı / Topraktan pamuk çıkar gibi / Bir gün hep birden "dizeleri, paylaşımcılığın ve gelecek günlerin görkemi üzerine söylenmişti. <br /> <br /> Bulut'un şiiri bize, hep terleyen bir arkadaş tadıyla seslendi:</p>
<p style="text-align: justify;">"Terleyen bir arkadaşa <br /> Sarılırken aldığım tadı <br /> Ne bir Kırkağaç kavununda <br /> Ne de bir tanıdıkta buldum"</p>
<p style="text-align: justify;">Yüreğini, köylü bir annenin yetiştirdiği kırmızıbibere benzetir Dosta Düşmana Karşı şirinde. Günnük ağaçları, Frenk incirleri, zeytinler, andızlar arasından Pablo Neruda'ya, Yannis Ritsos'a değin uzanabilir duyarlığının erişim gücü. Acıların evrensel çekim alanıdır onu dünyanın bir ucuna duyarlı kılan, bağdaştıran. Artık gözyaşlarının da çiçek açtığına inandırmıştı herkesi:</p>
<p style="text-align: justify;">"Bugün yurtyeri olsa da acılara <br /> Kayaların en sarp yerlerindeki <br /> Kırlangıç yuvalarını andıran alnın <br /> Bir gün terli bir gelecek uçuracak <br /> Sabahlardan akşamlara kadar <br /> Gözyaşları da çiçek açar"</p>
<p style="text-align: justify;">Bulut'un, anlatı şiiri olanaklarıyla bizi çok çarpıcı dizelere götüren şiir tekniği iyice irdelendiğinde görülecektir ki, bir şairin durduğu coğrafya oldukça önemlidir. Anamur kaynaklı Türkmen kültürüyle mayalanan şiir dilinin kıvrımlarındaki çıngılar, anlam katmanlarında derin çağrışımlarla karşılar okuru. Örneğin,"Bana bir gömlek dikebilir misin sen / Üstünde peynir-ekmek yenmiş / bir topraktan " dizeleriyle karşılaştığımızda şiirinin gücü karşısında biraz afallarız. Zaten bir ara Yakım'layıp geçmiştir ortalığı. Ama sonuçta Yurdumun Şiir Defteri'yle Türkiyeli bir şiire çalışmıştır o. Bir Akdeniz Çocuğu Olarak sürüklendiği kavgada hiç de yalnız olmadığının ayırdına varmış, soluğunu sularla yarıştırmaya başlamıştı. Onu kısa şiirler yazmakla suçlayan kimi 'ebleh'lere karşı içlenip bin dizelik bir şiire çalışırken aramızdan ayrıldı.</p>
<p style="text-align: justify;">Erken göçtü Bulut. Akıtmalı bir tay gibi Toroslar'ın doruklarında yitip gitti. Belki o doruklardan aşağıya süzülen binlerce yıllık seslerle buluştu. Bir bakıma söylencelerin otağına kuruldu. Bir gün Anamur'a doğru yola çıktığınızda, bulutlardan biri Abdülkadir Bulut sesiyle yağabilir üstünüze. Ürkmeyin o yağmurdan. Ardında sakalını sıvazlayan rüzgârdan!.. Yağmur sonrası toprak kokusunda gizlenen Bulut'su şiirlerle çoğalın ve yağın siz de bir yerlere:</p>
<p style="text-align: justify;">" Sesleri uçurumlarda kalan sular bile <br /> Sessizliklerini ulaştırırken denizlere <br /> Sen ne ulaştıracaksın yiğidim <br /> Hayata dair, insanlara dair <br /> Yaklaşan günlere"</p>
<p style="text-align: justify;">ahmetgunbas@hotmail.com</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>BENDE SAKLI KALAN ADIN</strong></span><br />Bende saklı kalan adın <br />Şimdi fasulyelere sırık diken <br />Köylü kadınların ağzında <br />Sakız olup çiğneneceği yerde <br />Katılıyor onların güpegündüz <br />Mırıltılarla başlayan ağıtlarına</p>
<p style="text-align: justify;">Bende saklı kalan adın <br />Çoktan sokulmuş olmalı <br />Okul çocuklarının köy yollarında <br />Taşların soğumuş yüzlerine <br />Tebeşirle yazdıkları yazıların <br />Aralarına</p>
<p style="text-align: justify;">Bende saklı kalan adın <br />Tozlaşsa da bir nergis çiçeği gibi <br />Gadan alayım gene de <br />Bir işçinin elindeki sefertasıyla <br />Ve alnından sarkan susuşla <br />Yanyana duracak güzellikte</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p><span style="color: #ff0000;">YOLUM DÜŞÜNCE ANAMUR'A- ABDÜLKADİR BULUT</span></p>
<p>Yolum düşünce Anamur'a<br />Havalar yağar eser de olsa<br />Elini kulağına götürerek<br />Uzunhava çeken köylüleri<br />Dinlemeliyim mutlaka</p>
<p>Yolum düşünce Anamur'a<br />Göğüs kılları yenice yürümüş<br />Mısır sulayan delikanlılarla<br />Ayaküstü bir şeyler konuşmalıyım<br />Tarlalara akan sulara<br />Bakarak</p>
<p>Yolum düşünce Anamur'a<br />Kökleri dahi sökülerek yakılan<br />Ilgın ağaçlarının duruşlarından<br />Bir şeyler katmalıyım hayatıma</p>
<p> </p>
<p>Abdülkadir Bulut</p>
<p>BANA BİR GURBET ADI GÖNDER</p>
<p>Bana bir gurbet adi gönder <br />Her yolda bir yürüme istegi <br />Bir de animsamak için sevdiklerimi <br />Sarisin kizlarin gözleri gibi açilan <br />Bir harnup çiçegi</p>
<p>Bana bir gurbet adi gönder <br />Içinden çikamadigim çok sey var <br />Kuslarin agzini açarak ölmesi <br />Ve dünyadaki çiçekler içinde <br />Feslegenin örselenerek koklanmasi</p>
<p>Bana bir gurbet adi gönder <br />Ilk kez oturup agladigin yerden <br />Yeni yakilmis bir agit sözü içinde <br />Bir de sögüt yapragi koy yanima <br />Belki sulara olan hasretligimi giderir</p>
<p>Bana bir gurbet adi gönder <br />Çoktandir kimsenin yüzüne bakmiyorum <br />Uyuyup kaliyorum oturdugum her yerde <br />Unutma bana bir gurbet adi gönder <br />Su günlerde</p>
<p><br />Abdülkadir Bulut</p>
<p>BANA</p>
<p>Bana bir gömlek dikebilir misin sen<br />Üstünde zeytin ekmek yenmiş <br />Bir topraktan</p>
<p>Bana bir gömlek dikebilir misin sen<br />İki de cep yapabilir misin göğsüne<br />Bir dağ rüzgârından</p>
<p>Bana bir gömlek dikebilir misin sen<br />Yıllardır benim sana duyduğum <br />Hasretten</p>
<p>2 Temmuz 1984</p>
<p>Abdülkadir Bulut</p>
<p>ARKADAŞ SESİ</p>
<p>Arkadaş sesine uyandığım günleri<br />Düşündükçe doluk doluk oluyorum<br />Ve artık ağzımın içinde dilim<br />Öyle kendi başına dinlenen<br />Islak bir sözcük olmamalı diyorum</p>
<p>Suları sesinden tanıyalı beri<br />İnsan yüzünde doğrulan her güzellik<br />Geleceğimize benziyor desem de<br />Gözlerinin renginden bile huylandığım<br />İnsanlar var gezdiğim yerlerde</p>
<p>Elime aldığım ağaç kökleri<br />Daha gözlerimi açıp kapamadan<br />Karışıp gidiyor avuçlarımın içine<br />Demek ki diyorum kendi kendime<br />Asıl katlanmam gereken şeyler<br />Henüz yaklaşmadı ufkuma</p>
<p>Artık her yeni şiire başlayışta<br />Hatırlanır onların ayrılış günleri<br />Çıkar gelir diye bir gün<br />Yüzüne tavus kuşu işlenmiş sandıklara<br />Naftalinlenip konmuyor giysileri</p>
<p>Mersin, 3.7.1982</p>
<p> </p>
<p>Abdülkadir Bulut</p>
<p>ARKADAŞ ADRESLERİ</p>
<p>Arkadaş adreslerinde eskiden<br />İncecik ve güzel şeyler vardı<br />Gençliğimize ve geleceğimize dair<br />Sözgelimi, bir Aybastı sokağı<br />Ve altında şehir</p>
<p>Oysa şimdi öyle değil<br />Düşünüyorum da günlerden beri<br />Nasıl düşürülmüş olabilir<br />Arkadaş adlarının yanına<br />'Kapalı' ve 'koğuş' sözcükleri</p>
<p>Anamur, 29.7.1983</p>
<p>Abdülkadir Bulut</p>
<p>ARKADAŞ SESİ</p>
<p>Arkadaş sesine uyandığım günleri<br />Düşündükçe doluk doluk oluyorum<br />Ve artık ağzımın içinde dilim<br />Öyle kendi başına dinlenen<br />Islak bir sözcük olmamalı diyorum</p>
<p>Suları sesinden tanıyalı beri<br />İnsan yüzünde doğrulan her güzellik<br />Geleceğimize benziyor desem de<br />Gözlerinin renginden bile huylandığım<br />İnsanlar var gezdiğim yerlerde</p>
<p>Elime aldığım ağaç kökleri<br />Daha gözlerimi açıp kapamadan<br />Karışıp gidiyor avuçlarımın içine<br />Demek ki diyorum kendi kendime<br />Asıl katlanmam gereken şeyler<br />Henüz yaklaşmadı ufkuma</p>
<p>Artık her yeni şiire başlayışta<br />Hatırlanır onların ayrılış günleri<br />Çıkar gelir diye bir gün<br />Yüzüne tavus kuşu işlenmiş sandıklara<br />Naftalinlenip konmuyor giysileri</p>
<p>Mersin, 3.7.1982</p>
<p> </p>
<p>Abdülkadir Bulut</p>
<p>ARKADAŞ ADRESLERİ</p>
<p>Arkadaş adreslerinde eskiden<br />İncecik ve güzel şeyler vardı<br />Gençliğimize ve geleceğimize dair<br />Sözgelimi, bir Aybastı sokağı<br />Ve altında şehir</p>
<p>Oysa şimdi öyle değil<br />Düşünüyorum da günlerden beri<br />Nasıl düşürülmüş olabilir<br />Arkadaş adlarının yanına<br />'Kapalı' ve 'koğuş' sözcükleri</p>
<p>Anamur, 29.7.1983<br />Abdülkadir Bulut</p>
<p><strong>BİR MEKTUP</strong></p>
<p>(*)</p>
<p>Sevgili Kardeşim<br /> 10.6.1985</p>
<p>Göndermiş olduğun mektubu aldım. İlgine teşekkür sağol.</p>
<p style="text-align: justify;">Mektupta sözünü ettiğin konuyu uzun boylu düşündüm. O yüzden yanıtımı da geciktirdim. Hoş gör. Anlayamadığım konu, bu çocuk (A.Kadir Şimşek) niçin halı dokumak istemiyor? Olmaz öyle şey. Hapishane yaşamı halı dokumayı gerektirir.<br />Sonra içerde birkaç yıl yatacağına göre başka ne işle uğraşacak? Sen Terzi Hüseyin'e (**) durumu anlat. Mutlaka çocuk halı dokusun. Başka konularda ne gibi yardımcılık istiyorlarsa benden, hazırım. Ama bir sanat uğraşısını olumsuzluğa dönüştürmek bana ters bir olyadır. Her ne ise... Muhtardan ben bazı isteklerde bulunmuştum. Görürsen bir sor. Sonra kardeşi çıktı mı?</p>
<p>Biz iyiyiz.<br />Çocukların gözlerinden öperim. Yengeye de selam.</p>
<p>Gözlerinden hasretle öperim.</p>
<p>Abdülkadir Bulut</p>
<p><br /> <br />Abdülkadir Bulut</p>
<p><strong>OZAN, ŞİİRİN AYAKLARINI TOPRAKTAN KESMEMELİDİR</strong></p>
<p>"Bütün değerleri yıkılmış, bütün değer ölçüleri yok olmuş bir dünyada şiire varmak, onun sıcak elini yakalamak zor bir iş aslında. Hele hele üretim araçlarının insanı tutsak ettiği, insanı kendi öz yaşamından saptırarak yozlaştırdığı bir düzen de varsa ortada… Öte yandan türedi sınıfların egemenliği tüm boyutlarıyla ağırlığını koyuyorsa, en kötüsü ekmek bir kurdun ağzında geriliyse, işte böylesine karanlık, böylesine çelişkili bir ortamda kalemlerimle, , sözcüklerimle, kavgalarımla kendi şiirsel bakış açımın doğrultusunda adımlıyorum hayatı. Biliyorum ki, demire örs, toprağa kazma bile kolaylıkla varmıyor. Bütün bu çabalar, çağdaş bir uğraş, çağdaş bir yöntem istiyor. Dahası diri ve büyük bir tutarlılık istiyor. Çünkü her toplumun kendine özgü bir varolma, bir gelişme görüntüsü vardır. Kanımca ozan, toplumların varolma erdemleriyle varoluş süresi içinde onların kavgalarına, devrimci bir öz, devrimci bir öfke ve akla yakın bir tavır vermesiyle yükümlüdür. Kaçamaz ozan bu sorumluluktan. Elini kolunu sıvayarak yapacak bu işi. Çünkü yapı ustası bile, harcı içten bir duyarlılıkla atıyor duvara. Ozan, toplumsal olguları, toplumsal direnmeleri soyut yanlışlar içinde yansıtmamalı . Tersine, özümlediği şiirsel özü somut doğrular içinde sergilemeli. Önemli olan, ozanın şiirsel işçiliğinin işlerliğidir. Başarısı da toplumda yakaladığı ya da algıladığı keskin çizgileri toplumsal gerçekliğe yatkın biçimde ayaklandırmasıdır. Ona sıkılı yumruklar ve uzun sesler vermesiyle ölçütlenir. Yoksa ozan başı ağrıyan insanlara muska yazıvermiş olur. Şiirin işlevi azımsanamaz kuşkusuz. Ne ki, biçim denemeleriyle okura bıkkınlık vermesin. Madem ki ozan yaşadığını yazacak, madem ki ozan gerçekleri yazacak, o halde ozan şiirin ayaklarını topraktan kesmemelidir.</p>
<p>(Milliyet Sanat Dergisi, Mart 1975, Sayı: 125)</p>
<p> </p>
<p> </p>
<p> </p>
<p> </p>
<p>Abdülkadir Bulut</p>
<p><strong>YOLUM DÜŞÜNCE ANAMUR'A</strong></p>
<p>Yolum düşünce Anamur'a<br />Havalar yağar eser de olsa<br />Elini kulağına götürerek<br />Uzunhava çeken köylüleri<br />Dinlemeliyim mutlaka</p>
<p>Yolum düşünce Anamur'a<br />Göğüs kılları yenice yürümüş<br />Mısır sulayan delikanlılarla<br />Ayaküstü bir şeyler konuşmalıyım<br />Tarlalara akan sulara<br />Bakarak</p>
<p>Yolum düşünce Anamur'a<br />Kökleri dahi sökülerek yakılan<br />Ilgın ağaçlarının duruşlarından<br />Bir şeyler katmalıyım hayatıma</p>
<p> </p>
<p> </p>
<p>Ali F.Bilir</p>
<p><strong>ŞAİR ABDÜLKADİR BULUT'U ANARKEN</strong></p>
<p>Şair Abdülkadir Bulut, parantez aç, (D: 21.04.1943, Anamur Akine Köyü-Ö: 9 Ağustos 1985, Mersin nokta. Parantez kapat)</p>
<p style="text-align: justify;">42 Yıl. Ülkesine ve şiire adanmış kısacık, onurlu bir yaşam... Demek 21 yıl olmuş yiğidimizi, Şair Abdülkadir Bulut'u yitireli ha!.. Fotoğraflarına bakıyorum da ne kadar genç, ne kadar şahan. Saçına bıyığına ak düşmemiş daha. Şiirlerini okuyorum, ne kadar taze, bugün yazılmış gibi, dönüp yeniden okuyorum, derin, okyanus örneği, aydınlık, duru… Toros Dağları gibi yüce, Dragon çayı gibi coşkulu, yürekli; Akdeniz gibi mavi, dingin, umutlu. Ama, biraz acı. Erken ölüm hangi yüreği acıtmaz ki!..Belki bu yüzden, erken, trajik ölümünden dolayı, beli de gözardı edilen büyük bir şairin, yöremiz çocuğunun daha iyi bilinip tanınması için, ona olan vefa borcumuzdan dolayı, Andız Dergisi'nin ilk özel sayısını bu güzel insana, Abdülkadir Bulut'a ayırdık. Şair A.Uğur Olgar dostumla kolları sıvadık. Çalışmamız sırasında bize yol gösteren Anamur Kültür Derneği'nin değerli üyelerine teşekkür etmeliyim. Dergimize ürün göndererek ona yüreğini açan şair dostlarını, yakın arkadaşlarını da buradan selamlıyoruz. Şairlerine sahip çıkan Anamur halkına ve Şair Abdülkadir Bulut'un adını bir kültür parkında yaşatan Belediye Başkanı Suphi Alp'e gönül borcumuz var. Gerek Andız Dergisi'ni hazırlarken gerekse Şair Bulut'un " Ülkemin Şiir Atlası" (1)nın sayfalarında dolaşırken onun şiirleriyle ilgili saptadığım bazı önemli noktaları da burada sizlerle, onu sevenlerle paylaşmak istiyorum. </p>
<p style="text-align: justify;">Öncelikle, Abdülkadir Bulut'un toplumcu bir şair olduğunu belirtmeliyim. Ancak, onun şiiri halk şiiri geleneğinden beslenmesine karşın, gerek öz gerek biçim yönünden modern Türk şiirinin özgün bir halkasını oluşturmaktadır. Yazdıkları, tek boyutlu değil çok boyutludur. Çünkü o, toplumcu şiirin en büyük ustaları olan Nâzım ve Neruda gibi, "Toplumcu şiirin, insanı ve toplumu bütün görüntüleriyle, yönleriyle, özellikleriyle kavraması, yansıtması gerektiğinin" (2) bilincindedir. </p>
<p style="text-align: justify;">Onun şiirlerini, toplum ve hayata evrensel, diyalektik bir bakan, duyarlı bir yüreğin ürünü olarak değerlendirebiliriz. Yerel bir konuyu yerel dil kullanarak evrensel şiire dönüştürme yetisi ona özgüdür. Bu yüzden özgün bir şairdir Abdülkadir Bulut. Bu ustalığın temelinde ise sözünü ettiğimiz diyalektik bakış yatmaktadır. Çocukları unutmamıştır bu değerli şairimiz. Onlar için şiirin yanında, şiir tadında öyküsel romanlar da yazmıştır… Şairliğinin yanında devrimci, aydınlanmacı kimliğini de inanarak hep yanında taşımıştır şair dostumuz. Bu yüzden faşist güçler, tutucu yönetimler tarafından cezalandırılmış, sürgünler yaşamış, görevden alınmış, tutuklanmıştır. Ama, ne inancını ne duruşunu değiştirmiştir bu yüzden. Yaşanılan acıları şiire dönüştürebilen büyük bir yetenektir o. Hani derler ya, "Şair olunmaz, şair doğulur," diye. Sanki Şair Bulut için söylenmiş bir sözdür bu… <br /> <br />Dün olduğu gibi bugün de dünyanın durumu hiç iç açıcı değil. Emperyalizm sınır tanımıyor. Bölgemiz kan gölü. İnsanlar acı çekmeye devam ediyor. Çocuklar ölüyor. Kadınlar ağlıyor. Şiiri yalnızca dile ve tekniğe indirgeyen ülkemizde Şair Abdülkadir Bulut'un eksikliğini nasıl da duyuyoruz!.. <br />(1) Ülkemin Şiir Atlası, Abdülkadir Bulut, Can Yay. 1986<br />(2) Şiir ve Gerçeklik, Özdemir İnce, İş Bankası Kültür Yay., s.133</p>
<p><br /><br /></p>
<p><strong>BANA BİR GURBET ADI GÖNDER</strong></p>
<p>Bana bir gurbet adi gönder <br />Her yolda bir yürüme istegi <br />Bir de animsamak için sevdiklerimi <br />Sarisin kizlarin gözleri gibi açilan <br />Bir harnup çiçegi</p>
<p>Bana bir gurbet adi gönder <br />Içinden çikamadigim çok sey var <br />Kuslarin agzini açarak ölmesi <br />Ve dünyadaki çiçekler içinde <br />Feslegenin örselenerek koklanmasi</p>
<p>Bana bir gurbet adi gönder <br />Ilk kez oturup agladigin yerden <br />Yeni yakilmis bir agit sözü içinde <br />Bir de sögüt yapragi koy yanima <br />Belki sulara olan hasretligimi giderir</p>
<p>Bana bir gurbet adi gönder <br />Çoktandir kimsenin yüzüne bakmiyorum <br />Uyuyup kaliyorum oturdugum her yerde <br />Unutma bana bir gurbet adi gönder <br />Su günlerde</p>
<p> </p>
<p> </p>
<p><strong>BANA</strong></p>
<p>Bana bir gömlek dikebilir misin sen<br />Üstünde zeytin ekmek yenmiş <br />Bir topraktan</p>
<p>Bana bir gömlek dikebilir misin sen<br />İki de cep yapabilir misin göğsüne<br />Bir dağ rüzgârından</p>
<p>Bana bir gömlek dikebilir misin sen<br />Yıllardır benim sana duyduğum <br />Hasretten</p>
<p>2 Temmuz 1984</p>
<p> </p>
<p> </p>
<p> </p>
<p>Abdülkadir Bulut</p>
<p><strong>ARKADAŞ SESİ</strong></p>
<p>Arkadaş sesine uyandığım günleri<br />Düşündükçe doluk doluk oluyorum<br />Ve artık ağzımın içinde dilim<br />Öyle kendi başına dinlenen<br />Islak bir sözcük olmamalı diyorum</p>
<p>Suları sesinden tanıyalı beri<br />İnsan yüzünde doğrulan her güzellik<br />Geleceğimize benziyor desem de<br />Gözlerinin renginden bile huylandığım<br />İnsanlar var gezdiğim yerlerde</p>
<p>Elime aldığım ağaç kökleri<br />Daha gözlerimi açıp kapamadan<br />Karışıp gidiyor avuçlarımın içine<br />Demek ki diyorum kendi kendime<br />Asıl katlanmam gereken şeyler<br />Henüz yaklaşmadı ufkuma</p>
<p>Artık her yeni şiire başlayışta<br />Hatırlanır onların ayrılış günleri<br />Çıkar gelir diye bir gün<br />Yüzüne tavus kuşu işlenmiş sandıklara<br />Naftalinlenip konmuyor giysileri</p>
<p>Mersin, 3.7.1982</p>
<p> </p>
<p>Abdülkadir Bulut</p>
<p><strong>ARKADAŞ ADRESLERİ</strong></p>
<p>Arkadaş adreslerinde eskiden<br />İncecik ve güzel şeyler vardı<br />Gençliğimize ve geleceğimize dair<br />Sözgelimi, bir Aybastı sokağı<br />Ve altında şehir</p>
<p>Oysa şimdi öyle değil<br />Düşünüyorum da günlerden beri<br />Nasıl düşürülmüş olabilir<br />Arkadaş adlarının yanına<br />'Kapalı' ve 'koğuş' sözcükleri</p>
<p>Anamur, 29.7.1983</p>
<p> </p>
<p> </p>
<p> </p>
<p>Abdülkadir Bulut</p>
<p><strong>OYUNCAKÇI AMCA</strong></p>
<p>Oyuncakçı amca<br />Oyuncakçı amca<br />Ne çok oyuncakların var<br />Top, tank, tüfek, tabanca<br />Gövdem titriyor<br />Onlara bakınca</p>
<p>N'olursun oyuncakçı amca<br />Bundan böyle bizlere<br />Oyuncak tüfekler yerine<br />Ak yelkenli bir gemi<br />Bir de süslü bebekler getir<br />Unutma e mi?</p>
<p>Sonra oyuncakçı amca<br />Senden aldığım tüfekleri<br />Bozarak onlardan kuş yaptım<br />Bana kızmazsın değil mi?</p>
<p> </p>
<p><br /><br /></p>
<p><br />Hüseyin Divit</p>
<p><strong>ABDÜLKADİR BULUT'LA İLGİLİ BİR ANI</strong></p>
<p style="text-align: justify;">Abdülkadir Bulut'la 60'lı yıllarda, Anamur'da yapılan bir öğretmenler toplantısında tanışmıştım. Anamur'un Melleç köyünde öğretmendi. Atatürkçü ve devrimci olduğu her hareketinden belliydi. Onu çok sevmiştim. İlişkimiz, 1960-? yılları arasında sürdü. Bu yıllarda ben, Gülnar'da Atatürk Atatürk İlkokulu'nda öğretmen olarak çalışıyordum. Aynı zamanda Türkiye Öğretmenler Sendikası <br />(TÖS) Gülnar şube başkanıydım… </p>
<p style="text-align: justify;">Abdülkadir Bulut, devrimci öğretmenlerin Mersin'de yaptığı toplantılara katılır, görev alır, devrimci düşüncelerini yaptığı konuşmalarda anlatırdı. Bu toplantılarda onun devrimci şiirlerini dinlerdik. Böylesi toplantıların birinde çalıştığı köyle ilgili bir öykü anlatmıştı bize… </p>
<p style="text-align: justify;">Çalıştığı Melleç, İslam kültürü etkisi altında, her meselesini islami anlayışla çözmeye çalışan, katı anlayışlı bir köydür. Köylüler, küçük olaylarda bile hemen köyün hocasına koşarlar. Din ağırlıklı bir yaşam… Bir kaza, hastalık olduğunda da hocaya giderler; imamın okuyup üfleyerek yazdığı muskayı beze sararak, kadın erkek fark ayırmadan hepsi saçlarına güzelce bağlıyorlar. Öğretmen Abdülkadir, 3-5 ay uğraşsa bu olumsuzluğu bir türlü önleyemiyor. Köylülere ve öğrencilerine yaralanma ve hastalıklarda <br />doktora gidileceğini, filmler çekilerek ilaçlar alınacağını defalarca anlatsa da köylüler bir türlü inanmıyorlar ona. Hatta biraz da suçluyorlar. Dinsiz, gavur, komünist diyorlar!..Bu tartışmalar devam ederken, okulda okuyan 34 öğrencinin saçlarındaki muska sayısı azalacağına çoğalıyor. Köylüler Abdülkadir öğretmenlerini, dinimize karışıyor diye şikayet ediyorlar. Kendisi dinsiz olduğu gibi, bizi de etkileyerek komünist propagandası yapıyor, dinimizi elimizden alacak diyorlar şikayetlerinde. Bir süre sonra, ilden bir milli eğitim müfettişi geliyor köye. Soruşturma yapıyor. Köylü ve Abdülkadir Öğretmen'in ifadesini aldıktan sonra gitmeye hazırlanıyor. Bu sırada öğrenciler sıra olmuş müfettişi bekliyor. Müfettiş, kendini ayakta bekleyen öğrencilerin arasına giriyor, onlarla ilgilenip sohbet ediyor. Bu sırada bir öğrencinin başını okşamak istediğinde eline takılan muskayı fark ediyor. Sonra öteki öğrencilere bakıyor. Hepsinin başında, saçlarına bağlanmış olan "iyileştirme muskaları"nı görünce şaşırıyor. Abdülkadir Öğretmene dönüp "Hocam bunlar nedir?" diye sorduğunda, şairimizden, "Ne olacak Sayın Müfettişim, Cumhuriyet Türkiye'sinin, Atatürk devrimlerinin ve çağdaş eğitimin mücadelesini veren biz öğretmenler ile bundan dolayı bizleri teftişe gelen siz müfettişlerin ayıbı," diye yanıtlıyor. Müfettiş, gördükleri ve duydukları karşısında geri dönüyor. Tahkikatın yönünü değiştiriyor. Abdülkadir Bulut'tan özür diliyor. Ondan, köylülerle ilgilenmesini istiyor… </p>
<p style="text-align: justify;">Sevgili Abdülkadir Bulut bu köyde üç yıl görev yapıyor. Muskaları kafalardan siliyor. Yerine çağdaş fikirler vererek mücadelesine devam ediyor…</p>
<p><a href="http://www.ugurolgar.net">http://www.ugurolgar.net</a></p>
<p> </p>ADALET AĞAOĞLU HAYATI ve ESERLERİ2012-07-13T15:17:05+00:002012-07-13T15:17:05+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/2184-adalet-aaolu.htmlMAGmagoksu37@hotmail.com<p><strong><span style="color: #ff0000;">ADALET AĞAOĞLU</span></strong></p>
<p style="text-align: justify;">Oyun yazarı, romancı (1929-»). Nallıhan'da doğdu. Ortaöğrenimini Ankara Kız Lisesi'nde, yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Fransız dili ve Edebiyatı Bölümü'nde tamamladı (1950). Ankara Radyosu'nda dramaturgluk, TRT'de program uzmanlığı yaptı. Edebiyata, ilk gençlik döneminde şiirle başlamıştı. Sonra radyo ve sahne oyunlarıyla tanındı. 70'li yıllarda ise yayımladığı hikâye ve romanlarla geniş yankı uyandırdı. Değişik anlayışlardaki eleştirmenlerin övgülerini kazandı.</p>
<p style="text-align: justify;"> <br />YAPITLARI: Evcilik Oyunu (oyun, 1964, Kendini Yazan Şarkı oyunu ile birlikte, 1977), Çatıdaki Çatlak, Sınırlarda (iki oyun, 1969), Üç Oyun (1973 Türk Dil Kurumu 1974 Tiyatro Öd.) — Romanları: ölmeye Yatmak (1973), Fikrimin İnce Gülü (1976), Bir Düğün Gecesi (Sedat Simavi Vakfı Ödülü, 1979, Orhan Kemal Roman Armağanı, 1980, Madaralı Roman Ödülü), Üç Beş Kişi (1984). — Öyküler: Yüksek Gerilim (Sait Faik Hikâye Armağanı, 1975), Sessizliğin İlk Sesi (1978). Yaz Sonu (1980), Hadi Gidelim (1982). Tüm oyunları: Oyunlar (1983). KAYNAKLAR: Î.Z. Burdurlu (Türk Dili, Şubat 1976), Mehmet H. Doğan (Milliyet Sanat, 31 Aralık 1976), Türkiye Yazıları, kendi kaleminden yaşam öyküsü, Ağustos 1977), A. Özkırımlı (Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı, 1977), Ahmet Ada (Felsefe Dergisi, sayı 5, 1978), Aynur Demirdirek (Sesimiz, Kasım 1979), Behçet Necatigil (Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü, 2. bas. 1979), Asım Bezirci - Refika Taner, (Seçme Romanlar, 2. bas. 1980, Seçme Hikâyeler, 1981), Gürsel Aytaç (Yazko-Edebiyat, Temmuz 1981).</p>
<p>KAYNAKLAR: Şükran KURDAKUL, (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).</p>
<p> </p><p><strong><span style="color: #ff0000;">ADALET AĞAOĞLU</span></strong></p>
<p style="text-align: justify;">Oyun yazarı, romancı (1929-»). Nallıhan'da doğdu. Ortaöğrenimini Ankara Kız Lisesi'nde, yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Fransız dili ve Edebiyatı Bölümü'nde tamamladı (1950). Ankara Radyosu'nda dramaturgluk, TRT'de program uzmanlığı yaptı. Edebiyata, ilk gençlik döneminde şiirle başlamıştı. Sonra radyo ve sahne oyunlarıyla tanındı. 70'li yıllarda ise yayımladığı hikâye ve romanlarla geniş yankı uyandırdı. Değişik anlayışlardaki eleştirmenlerin övgülerini kazandı.</p>
<p style="text-align: justify;"> <br />YAPITLARI: Evcilik Oyunu (oyun, 1964, Kendini Yazan Şarkı oyunu ile birlikte, 1977), Çatıdaki Çatlak, Sınırlarda (iki oyun, 1969), Üç Oyun (1973 Türk Dil Kurumu 1974 Tiyatro Öd.) — Romanları: ölmeye Yatmak (1973), Fikrimin İnce Gülü (1976), Bir Düğün Gecesi (Sedat Simavi Vakfı Ödülü, 1979, Orhan Kemal Roman Armağanı, 1980, Madaralı Roman Ödülü), Üç Beş Kişi (1984). — Öyküler: Yüksek Gerilim (Sait Faik Hikâye Armağanı, 1975), Sessizliğin İlk Sesi (1978). Yaz Sonu (1980), Hadi Gidelim (1982). Tüm oyunları: Oyunlar (1983). KAYNAKLAR: Î.Z. Burdurlu (Türk Dili, Şubat 1976), Mehmet H. Doğan (Milliyet Sanat, 31 Aralık 1976), Türkiye Yazıları, kendi kaleminden yaşam öyküsü, Ağustos 1977), A. Özkırımlı (Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı, 1977), Ahmet Ada (Felsefe Dergisi, sayı 5, 1978), Aynur Demirdirek (Sesimiz, Kasım 1979), Behçet Necatigil (Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü, 2. bas. 1979), Asım Bezirci - Refika Taner, (Seçme Romanlar, 2. bas. 1980, Seçme Hikâyeler, 1981), Gürsel Aytaç (Yazko-Edebiyat, Temmuz 1981).</p>
<p>KAYNAKLAR: Şükran KURDAKUL, (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).</p>
<p> </p>ÂDEM KANDEMİR HAYATI ve ESERLERİ2018-12-04T17:37:38+00:002018-12-04T17:37:38+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/14053-adem-kandemir-hayati.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>ÂDEM KANDEMİR HAYATI ve ESERLERİ<a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/787-a-ile-baslayanlar/adem-kandemir-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/adem-kandemir.jpg" alt="" /></a></strong></span><br /><br />Şair-yazar. Ordu’nun Mesudiye ilçesinde 1956’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. Yükseköğrenimini İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nde yaptı. İstanbul’da öğretmenliğe başladı. 70’li yılların boğucu günlerinde varlığının göstergesi saydığı şiirlerini “Bir Dumanlı Geçmiş ki...” adlı kitapta topladı. 1980 sonrası ayakta kalmak için kaleme aldığı deneme türündeki yazılarını ise “Her Duvar Bir Kapıdır” adlı kitapta bir araya getirdi. İkinci şiir kitabı “Kırkikindi Koşmaları” adını taşıyor.<br /><br /><span style="color: #ff0000;"><strong>***</strong></span><br />Adem Kandemir az yazan bir şair. Dergilerde çok az görünür şiirleriyle. Bir bakarsınız Dergah dergisinde çıkmıştır bir şiiri bir de bakarsınız zaman geçmiş ve Bir Nokta dergisinde bir şiiriyle yer almıştır bu uzun yola çıkılan kervanda.<br /><br />Bir de “Her Duvar Bir Kapıdır” adlı denemeler kitabı vardır. Açık konuşmak gerekirse zor beğenen ve tabii ki az yazan yazarlardandır. Daha önceki yazı âlemini, nerede yazdığını, neler yaptığını belki bir çay eşliğinde -ki kendisi çay içmiyor zaten, daha başka bitkileri tercih ediyor- kendisinden dinlemek daha hoş olur diye oralara varmaktan kaçınmam gerekiyor. Yazı yazmasının elbette bir geçmişi var hatta uzun sayılacak bir geçmiş...<br /><br />Neyse artık bekletilmiş, üzerinde titizlikle durulmuş ve nihayet bir araya gelerek gün yüzüne çıkmış yeni, yepyeni bir kitabı var önümüzde. Şiirlerin haliyle zamanına göre oluşması da anlamlı elbet. Sahici hayatın içinden şiirler. Etkileşim değil de söyleyiş açısından İsmet Özel şiirine yakın duran bir şiir. Şiiri sahih bir izlekte sürdürmek ayrıca kendine hayatın zorlukları içinden bir yol aramak da önemli elbet.<br /><br /><strong>Sözü ve sesi tok şiirler</strong><br /><br />Adem Kandemir şiiri açık alanlarda okunacak şiirler tarzına daha yakın duruyor. Epik bir söyleme sahip olduğunu söyleyebiliriz. Yüksek sesle okunabilecek bir şiir. Hayata dair sosyal içerikli öğelerden kurulu, ayakları yere sağlam basan bir şiirin şairidir Kandemir. Bir de sert kelimeleri tercih eden bir yapısı var şiirinin. Bu yazım tarzını seviyor. Bilinmedik veya az bilindik kelimeler rahatlıkla yer alıyor şiirinde. “Şinik, bıcılgan, pani miçi panga, bir yaşıl kan, kudurgan,” gibi kelimeler rahatlıkla şiirinde yer alabiliyor. Bunlar şiirde yerini alırken itici bir görüntü sergilemiyorlar, öyle tabii bir oluş halinde mısra içinde yerlerini alıyorlar. Bu da şairin dili iyi bilmesi ve şiirini kurarken bu tür kelimelerle algı dünyasını zenginleştirmesi sonucudur.<br /><br /><em>“Bir unutuş ki bu toprakta inler gülşahları yerin</em><br /><br /><em>Cümle renkler taş kesiği, bu toprakta neylersin”</em><br />Adem Kandemir<br /><br /><strong>Adem Kandemir ile buluştuk</strong><br /><br />Bu vesileyle epeydir beklediğimiz bu kitabı birkaç şair arkadaş bir araya gelerek konuşalım istedik. 17 Şubat Perşembe günü öğleyin Çengelköy Çınaraltında buluştuk. Adem Kandemir Beyefendi bizi orada bekliyordu. Camiinin değerli İmamı edebiyat - sanat – eski eser ve tabii ki hakikat sever dostumuz aynı zamanda yazar Davut Özgül Hoca ile sohbet ederken yakaladık. Bu güzel işte dedim. Öğlen namazımızı camide kıldık. Davut Hoca namazdan sonra okuduğu ayetlerin Türkçe mealini de güzel güzel verince daha bir hoş oldu duamız.<br /><br />Bu buluşmaya sebep olan bir şiir kitabı oldu. “Bir Dumanlı Geçmiş ki…” şiir kitabını 1995 yılında çıkaran Adem Kandemir’in yıllar sonra çıkan “Kırk İkindi Koşmaları” adını verdiği kitabının bir nevi tanıtım yemeği idi bizi bir araya getiren. Kimler mi vardı. Tabii bir mesai gününün öğlen vaktini ancak denk getirdiğimiz için bazı isimler olamadı orada. Toplantıya Anif Dülger, Âdem Turan, Hüseyin Akın ve tabii ki ben fakir katılmış olduk. Davut Hocamızı da orada bulunca ısrarla ve memnuniyetle aramızda bulunmasını arzu ettik.<br /><br />Bu vesileyle çoktandır bir araya gelemeyen Arif Dülger ile kitabın şairini de bir araya getirmiş olduk. Doğrusu bu işi biraz da ben bile isteye böyle bir şekil alsın diye planlamış oldum. Hani düşündüm de iyi de etmişim. Şairleri bir araya getirmek kolay olmuyor tabii. Şairimiz Âdem Turan’ın, annesinin geçtiğimiz haftalarda vefatı münasebetiyle durgunluğu devam ediyordu, yüzünde, gözlerinde, hareketlerinde. Söz annelere gelmişken ben annesine babasına bakan, hizmet eden, hastalıklarında ihtimam gösteren insanları çok seviyorum. Gıpta ediyorum. Bazı bazı da söylüyorum tabii yüzlerine karşı, cenneti kazandınız diyorum cenneti…<br /><br /><strong>Adem KandemirE debiyat öğretmeninden şiirler...</strong><br /><br />Nihayet yemekten sonra bir binanın en üst katına çıktık. Çayı iyi dediler orası için hem de tenha oluşu sohbetimize canlılık katar diye çıktık onca merdiveni. Ve gene nihayet bu kadar şeyden sonra çantasından imzaladığı kitapları çıkardı ve birer birer takdim etti bizlere. Çaylarımız geldi. Eh artık konuşma faslına geçebiliriz diye bir kıpırdama olurken şairinden bir şiir dinleyerek başlayalım teklifimi okuyacağı şiirin neredeyse anatomisini çıkardıktan sonra güzel bir okuyuş atmosferi içinde dinlemiş olduk. Şair; öğretmen, hele edebiyat öğretmeni olunca haliyle böyle güzellikler olabiliyor demek.<br /><br />Bu uzun arada kitap hazırlığı sürerken çok titizlendiğini biliyorum. Kitapta on iki şiir yer alıyor. En eski tarihli olanı “Kaçamak Alıntılar” 1982 tarihini taşıyor. Haliyle bu şiirde seksenli yılların havasını teneffüs ediyorsunuz eğer o yılları yaşamış iseniz. Yaşamadıysanız o seksenli yılların havası nasılmış bir nebze de olsa farkına varıyorsunuz.<br /><br />Kırk İkindi Koşmaları, şiir, Pınar Yayınları, Şubat 2011, İstanbul.<br /><br />Nurettin Durman, şairimiz Âdem Kandemir’i tebrik ederken “ Kış gününün lâlezârıdır o, hele gözlerini çevir de bir bak” temennisine katılmış oldu<br /><br /><a href="https://www.dunyabizim.com/alinti/adem-kandemir-ile-bulustuk-h5683.html">https://www.dunyabizim.com/alinti/adem-kandemir-ile-bulustuk-h5683.html</a></p>
<p><strong><span style="color: red;">İLGİLİ İÇERİK</span></strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/787-a-ile-baslayanlar/adem-kandemir-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">ADEM KANDEMİR ŞİİRLERİ</a></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>ÂDEM KANDEMİR HAYATI ve ESERLERİ<a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/787-a-ile-baslayanlar/adem-kandemir-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/adem-kandemir.jpg" alt="" /></a></strong></span><br /><br />Şair-yazar. Ordu’nun Mesudiye ilçesinde 1956’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. Yükseköğrenimini İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nde yaptı. İstanbul’da öğretmenliğe başladı. 70’li yılların boğucu günlerinde varlığının göstergesi saydığı şiirlerini “Bir Dumanlı Geçmiş ki...” adlı kitapta topladı. 1980 sonrası ayakta kalmak için kaleme aldığı deneme türündeki yazılarını ise “Her Duvar Bir Kapıdır” adlı kitapta bir araya getirdi. İkinci şiir kitabı “Kırkikindi Koşmaları” adını taşıyor.<br /><br /><span style="color: #ff0000;"><strong>***</strong></span><br />Adem Kandemir az yazan bir şair. Dergilerde çok az görünür şiirleriyle. Bir bakarsınız Dergah dergisinde çıkmıştır bir şiiri bir de bakarsınız zaman geçmiş ve Bir Nokta dergisinde bir şiiriyle yer almıştır bu uzun yola çıkılan kervanda.<br /><br />Bir de “Her Duvar Bir Kapıdır” adlı denemeler kitabı vardır. Açık konuşmak gerekirse zor beğenen ve tabii ki az yazan yazarlardandır. Daha önceki yazı âlemini, nerede yazdığını, neler yaptığını belki bir çay eşliğinde -ki kendisi çay içmiyor zaten, daha başka bitkileri tercih ediyor- kendisinden dinlemek daha hoş olur diye oralara varmaktan kaçınmam gerekiyor. Yazı yazmasının elbette bir geçmişi var hatta uzun sayılacak bir geçmiş...<br /><br />Neyse artık bekletilmiş, üzerinde titizlikle durulmuş ve nihayet bir araya gelerek gün yüzüne çıkmış yeni, yepyeni bir kitabı var önümüzde. Şiirlerin haliyle zamanına göre oluşması da anlamlı elbet. Sahici hayatın içinden şiirler. Etkileşim değil de söyleyiş açısından İsmet Özel şiirine yakın duran bir şiir. Şiiri sahih bir izlekte sürdürmek ayrıca kendine hayatın zorlukları içinden bir yol aramak da önemli elbet.<br /><br /><strong>Sözü ve sesi tok şiirler</strong><br /><br />Adem Kandemir şiiri açık alanlarda okunacak şiirler tarzına daha yakın duruyor. Epik bir söyleme sahip olduğunu söyleyebiliriz. Yüksek sesle okunabilecek bir şiir. Hayata dair sosyal içerikli öğelerden kurulu, ayakları yere sağlam basan bir şiirin şairidir Kandemir. Bir de sert kelimeleri tercih eden bir yapısı var şiirinin. Bu yazım tarzını seviyor. Bilinmedik veya az bilindik kelimeler rahatlıkla yer alıyor şiirinde. “Şinik, bıcılgan, pani miçi panga, bir yaşıl kan, kudurgan,” gibi kelimeler rahatlıkla şiirinde yer alabiliyor. Bunlar şiirde yerini alırken itici bir görüntü sergilemiyorlar, öyle tabii bir oluş halinde mısra içinde yerlerini alıyorlar. Bu da şairin dili iyi bilmesi ve şiirini kurarken bu tür kelimelerle algı dünyasını zenginleştirmesi sonucudur.<br /><br /><em>“Bir unutuş ki bu toprakta inler gülşahları yerin</em><br /><br /><em>Cümle renkler taş kesiği, bu toprakta neylersin”</em><br />Adem Kandemir<br /><br /><strong>Adem Kandemir ile buluştuk</strong><br /><br />Bu vesileyle epeydir beklediğimiz bu kitabı birkaç şair arkadaş bir araya gelerek konuşalım istedik. 17 Şubat Perşembe günü öğleyin Çengelköy Çınaraltında buluştuk. Adem Kandemir Beyefendi bizi orada bekliyordu. Camiinin değerli İmamı edebiyat - sanat – eski eser ve tabii ki hakikat sever dostumuz aynı zamanda yazar Davut Özgül Hoca ile sohbet ederken yakaladık. Bu güzel işte dedim. Öğlen namazımızı camide kıldık. Davut Hoca namazdan sonra okuduğu ayetlerin Türkçe mealini de güzel güzel verince daha bir hoş oldu duamız.<br /><br />Bu buluşmaya sebep olan bir şiir kitabı oldu. “Bir Dumanlı Geçmiş ki…” şiir kitabını 1995 yılında çıkaran Adem Kandemir’in yıllar sonra çıkan “Kırk İkindi Koşmaları” adını verdiği kitabının bir nevi tanıtım yemeği idi bizi bir araya getiren. Kimler mi vardı. Tabii bir mesai gününün öğlen vaktini ancak denk getirdiğimiz için bazı isimler olamadı orada. Toplantıya Anif Dülger, Âdem Turan, Hüseyin Akın ve tabii ki ben fakir katılmış olduk. Davut Hocamızı da orada bulunca ısrarla ve memnuniyetle aramızda bulunmasını arzu ettik.<br /><br />Bu vesileyle çoktandır bir araya gelemeyen Arif Dülger ile kitabın şairini de bir araya getirmiş olduk. Doğrusu bu işi biraz da ben bile isteye böyle bir şekil alsın diye planlamış oldum. Hani düşündüm de iyi de etmişim. Şairleri bir araya getirmek kolay olmuyor tabii. Şairimiz Âdem Turan’ın, annesinin geçtiğimiz haftalarda vefatı münasebetiyle durgunluğu devam ediyordu, yüzünde, gözlerinde, hareketlerinde. Söz annelere gelmişken ben annesine babasına bakan, hizmet eden, hastalıklarında ihtimam gösteren insanları çok seviyorum. Gıpta ediyorum. Bazı bazı da söylüyorum tabii yüzlerine karşı, cenneti kazandınız diyorum cenneti…<br /><br /><strong>Adem KandemirE debiyat öğretmeninden şiirler...</strong><br /><br />Nihayet yemekten sonra bir binanın en üst katına çıktık. Çayı iyi dediler orası için hem de tenha oluşu sohbetimize canlılık katar diye çıktık onca merdiveni. Ve gene nihayet bu kadar şeyden sonra çantasından imzaladığı kitapları çıkardı ve birer birer takdim etti bizlere. Çaylarımız geldi. Eh artık konuşma faslına geçebiliriz diye bir kıpırdama olurken şairinden bir şiir dinleyerek başlayalım teklifimi okuyacağı şiirin neredeyse anatomisini çıkardıktan sonra güzel bir okuyuş atmosferi içinde dinlemiş olduk. Şair; öğretmen, hele edebiyat öğretmeni olunca haliyle böyle güzellikler olabiliyor demek.<br /><br />Bu uzun arada kitap hazırlığı sürerken çok titizlendiğini biliyorum. Kitapta on iki şiir yer alıyor. En eski tarihli olanı “Kaçamak Alıntılar” 1982 tarihini taşıyor. Haliyle bu şiirde seksenli yılların havasını teneffüs ediyorsunuz eğer o yılları yaşamış iseniz. Yaşamadıysanız o seksenli yılların havası nasılmış bir nebze de olsa farkına varıyorsunuz.<br /><br />Kırk İkindi Koşmaları, şiir, Pınar Yayınları, Şubat 2011, İstanbul.<br /><br />Nurettin Durman, şairimiz Âdem Kandemir’i tebrik ederken “ Kış gününün lâlezârıdır o, hele gözlerini çevir de bir bak” temennisine katılmış oldu<br /><br /><a href="https://www.dunyabizim.com/alinti/adem-kandemir-ile-bulustuk-h5683.html">https://www.dunyabizim.com/alinti/adem-kandemir-ile-bulustuk-h5683.html</a></p>
<p><strong><span style="color: red;">İLGİLİ İÇERİK</span></strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/787-a-ile-baslayanlar/adem-kandemir-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">ADEM KANDEMİR ŞİİRLERİ</a></p>ÂDEM TURAN HAYATI ve ESERLERİ2018-12-16T17:15:04+00:002018-12-16T17:15:04+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/14062-adem-turan-hayati-eserleri.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>ÂDEM TURAN HAYATI ve ESERLERİ</strong></span><br /><br />1960’ta Çanakkale’nin Biga ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Biga’da, üniversiteyi Bursa’da okudu. İlk şiirleri Yeni Devir gazetesi ve Bursa Sanat-Edebiyat dergisinde yayımlandı. Bir dönem Bursa Marmara gazetesinin yazı isleri müdürlüsünü yaptı. Şiir ve yazılarını 1982 yılından itibaren Yönelişler, Mavera, Yedi İklim, Kayıtlar, İkindi Yazılan, Düş Çınarı, Edebiyat Ortamı, Ay Vakti, Sühan, Mor Taka, Lamure, Bir Nokta, Kuşluk Vakti ve Kırknar’da yayımlandı.<br /><br /><strong>Yayımlanmış eserleri:</strong><br /><br />Artık Kuşlarını Uçur, Hayal Defteri, Son Günün Şiiri, Nisan Çobanı, Ateşte Yıkanmış Atlar</p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>ÂDEM TURAN HAYATI ve ESERLERİ</strong></span><br /><br />1960’ta Çanakkale’nin Biga ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Biga’da, üniversiteyi Bursa’da okudu. İlk şiirleri Yeni Devir gazetesi ve Bursa Sanat-Edebiyat dergisinde yayımlandı. Bir dönem Bursa Marmara gazetesinin yazı isleri müdürlüsünü yaptı. Şiir ve yazılarını 1982 yılından itibaren Yönelişler, Mavera, Yedi İklim, Kayıtlar, İkindi Yazılan, Düş Çınarı, Edebiyat Ortamı, Ay Vakti, Sühan, Mor Taka, Lamure, Bir Nokta, Kuşluk Vakti ve Kırknar’da yayımlandı.<br /><br /><strong>Yayımlanmış eserleri:</strong><br /><br />Artık Kuşlarını Uçur, Hayal Defteri, Son Günün Şiiri, Nisan Çobanı, Ateşte Yıkanmış Atlar</p>ADNAN ÖZER HAYATI ve ESERLERİ2016-06-16T18:43:07+00:002016-06-16T18:43:07+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/4303-adnan-ozer.htmlMAGmagoksu37@hotmail.com<p style="text-align: center;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem.html"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/adnan_ozer.jpg" alt="" width="101" height="67" /></a><span style="color: #ff0000;">ADNAN ÖZER (1957....)</span></strong></p>
<p style="text-align: justify;">Tekirdağ'ın Gazioğlu köyünde doğdo. Liseyi Batman'da bitirdi. 1979 dan beri İstanbul'da yayıncılık yapıyor. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisinin şiir yarışmasında birincilik kazandı.</p>
<p style="text-align: justify; padding-left: 30px;"><strong>Edebi Kişiliği:</strong></p>
<p style="text-align: justify;">Folklorik mitolojik şiir anlayışına uygun çalışmalar yaptı. Halk söylenceleri, masallar, türküler ve tekerlemelerden yararlanarak anlatı ağırlıklı grotesk şiirler yazdı. Tekirdağ yöresinin halk söylenceleri, türkü ve tekerlemelerine modem şiir yöntemleriyle yaklaştı.</p>
<p style="text-align: justify;">Son dönemlerdeki şiirindeki içerik ve sözlükçeyle, Doğu kültürüne, metafiziğe, İsmet Özel'dekini anımsatan benmerkezci bir başkaldırı yöntemine yöneldiğini görülmektedir.</p>
<p style="text-align: justify;">Neruda, Paz ve Pesao'nun şiirlerini dilimize çevirdi. Üç Çiçek seçkisi, Yeni Türkü, Yeryüzü Konukları, Düşler, E dergisi gibi yayınların mutfağında yer almıştır.</p>
<p style="text-align: justify;">'Çocuk kitabı ve Hayal Tabirleri" adıyla bir anlatı yayımladı. 1992 Cemal Süreya Şiir Ödülü'nü kazandı. İstanbul</p>
<p style="text-align: justify;">Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Şiir Yarışması'nda birincilik kazandı.</p>
<p style="text-align: justify; padding-left: 30px;"><strong>Eserleri:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Ateşli Kavaf,</li>
<li style="text-align: justify;">Çıngırağın Ölümü,</li>
<li style="text-align: justify;">Rüzgar Durdurma Takvimi,</li>
<li style="text-align: justify;">Zaman Haritası,</li>
<li style="text-align: justify;">Seçme Şiirler</li>
</ul>
<p style="text-align: right;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><em>Güvender Yayınları, Türk Edebiyatı</em></strong></p>
<p style="text-align: center;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><em>İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:</em></strong></strong></p>
<p style="text-align: center;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=4302&catid=213&Itemid=34">YAŞAR MİRAÇ</a></strong></strong></p>
<p style="text-align: center;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=4214&catid=213&Itemid=34">VASFİ MAHİR KOCATÜRK</a></strong></strong></p>
<p style="text-align: center;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=4182&catid=213&Itemid=34">OSMAN TÜRKAY</a></strong></strong></p>
<p style="text-align: center;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=4183&catid=213&Itemid=34">AHMET TELLİ</a></strong></strong></p>
<p style="text-align: center;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=979&catid=213&Itemid=34">YAHYA KEMAL BEYATLI</a></strong></strong></p>
<p style="text-align: center;"> </p><p style="text-align: center;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem.html"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/adnan_ozer.jpg" alt="" width="101" height="67" /></a><span style="color: #ff0000;">ADNAN ÖZER (1957....)</span></strong></p>
<p style="text-align: justify;">Tekirdağ'ın Gazioğlu köyünde doğdo. Liseyi Batman'da bitirdi. 1979 dan beri İstanbul'da yayıncılık yapıyor. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisinin şiir yarışmasında birincilik kazandı.</p>
<p style="text-align: justify; padding-left: 30px;"><strong>Edebi Kişiliği:</strong></p>
<p style="text-align: justify;">Folklorik mitolojik şiir anlayışına uygun çalışmalar yaptı. Halk söylenceleri, masallar, türküler ve tekerlemelerden yararlanarak anlatı ağırlıklı grotesk şiirler yazdı. Tekirdağ yöresinin halk söylenceleri, türkü ve tekerlemelerine modem şiir yöntemleriyle yaklaştı.</p>
<p style="text-align: justify;">Son dönemlerdeki şiirindeki içerik ve sözlükçeyle, Doğu kültürüne, metafiziğe, İsmet Özel'dekini anımsatan benmerkezci bir başkaldırı yöntemine yöneldiğini görülmektedir.</p>
<p style="text-align: justify;">Neruda, Paz ve Pesao'nun şiirlerini dilimize çevirdi. Üç Çiçek seçkisi, Yeni Türkü, Yeryüzü Konukları, Düşler, E dergisi gibi yayınların mutfağında yer almıştır.</p>
<p style="text-align: justify;">'Çocuk kitabı ve Hayal Tabirleri" adıyla bir anlatı yayımladı. 1992 Cemal Süreya Şiir Ödülü'nü kazandı. İstanbul</p>
<p style="text-align: justify;">Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Şiir Yarışması'nda birincilik kazandı.</p>
<p style="text-align: justify; padding-left: 30px;"><strong>Eserleri:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Ateşli Kavaf,</li>
<li style="text-align: justify;">Çıngırağın Ölümü,</li>
<li style="text-align: justify;">Rüzgar Durdurma Takvimi,</li>
<li style="text-align: justify;">Zaman Haritası,</li>
<li style="text-align: justify;">Seçme Şiirler</li>
</ul>
<p style="text-align: right;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><em>Güvender Yayınları, Türk Edebiyatı</em></strong></p>
<p style="text-align: center;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><em>İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:</em></strong></strong></p>
<p style="text-align: center;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=4302&catid=213&Itemid=34">YAŞAR MİRAÇ</a></strong></strong></p>
<p style="text-align: center;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=4214&catid=213&Itemid=34">VASFİ MAHİR KOCATÜRK</a></strong></strong></p>
<p style="text-align: center;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=4182&catid=213&Itemid=34">OSMAN TÜRKAY</a></strong></strong></p>
<p style="text-align: center;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=4183&catid=213&Itemid=34">AHMET TELLİ</a></strong></strong></p>
<p style="text-align: center;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=979&catid=213&Itemid=34">YAHYA KEMAL BEYATLI</a></strong></strong></p>
<p style="text-align: center;"> </p>AHMED ARİF HAYATI ve ESERLERİ2012-07-15T18:14:57+00:002012-07-15T18:14:57+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/2192-ahmed-arf.htmlMAGmagoksu37@hotmail.com<p><span style="color: #ff0000;"><strong>AHMED ARİF</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">Şair, (21 Nisan 1927 —>). Diyarbakır'da doğdu. Ortaöğrenimini Diyarbakır Lisesi'nde tamamladı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nde Felsefe Bölümü'nde okurken Ceza Yasası'nın 141. maddesine aykırı eylemde bulunma savıyla iki kez (1950, 1952-53) tutuklandığından öğrenimini bitirme olanağı bulamadı. Cezaevi'nden çıkınca çeşitli Ankara gazetelerinde düzelticilik, sekreterlik yaparak yaşamını sürdürdü. İnkılâpçı Gençlik, Meydan, Seçilmiş Hikâyeler, Yeryüzü, Beraber, Yeni Ufuklar (1944 - 1955) dergilerinde yayımladığı şiirlerle tanındı. Toplumcu gerçekçi akım içinde, Nâzım Hikmet estetiğiyle ilintisi olmayan yeni bir şiir kurdu. Kendi deyişiyle «canlı elvan ve gürül gürül halk dilinin türküleri, ağıtları, masallarıyla beslendi», dünya görüşünün belirlediği düşünceyle, yaşamından gelen duyarlıkları, kimi öfkeli, vurucu; kimi de dağların el değmemiş çiçekler indeki renkler kadar nazlı, gülümser, dizelerle işledi. Doğal bir coşkunun zorunlu bıraktığı uyumlarla yüksek sesle okunur bir şiir kurdu, «...imge konusunda yaptığı sıçramalarla bugünkü şiiri hazırlayanlardan biri» olarak göründü (Cemal Süreya).</p>
<p><br />YAPITLARI: Hasretinden Prangalar Eskittim (1968, 18. bas. 1980).</p>
<p>KAYNAKLAR: M. Erdost (Türk Solu, 15 Ocak 1967), M. öneş (Yeni Dergi, Mart 1969), Cemal Süreya (Papirüs, Ocak 1969), Ankara Birliği Dergisi (Mart 1970), Hizmet Altınkaynak (Edebiyatımızda 1940 Kuşağı, 1977), (Militan, Şubat 1975), Şükran KURDAKUL, (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).</p>
<p> </p><p><span style="color: #ff0000;"><strong>AHMED ARİF</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">Şair, (21 Nisan 1927 —>). Diyarbakır'da doğdu. Ortaöğrenimini Diyarbakır Lisesi'nde tamamladı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nde Felsefe Bölümü'nde okurken Ceza Yasası'nın 141. maddesine aykırı eylemde bulunma savıyla iki kez (1950, 1952-53) tutuklandığından öğrenimini bitirme olanağı bulamadı. Cezaevi'nden çıkınca çeşitli Ankara gazetelerinde düzelticilik, sekreterlik yaparak yaşamını sürdürdü. İnkılâpçı Gençlik, Meydan, Seçilmiş Hikâyeler, Yeryüzü, Beraber, Yeni Ufuklar (1944 - 1955) dergilerinde yayımladığı şiirlerle tanındı. Toplumcu gerçekçi akım içinde, Nâzım Hikmet estetiğiyle ilintisi olmayan yeni bir şiir kurdu. Kendi deyişiyle «canlı elvan ve gürül gürül halk dilinin türküleri, ağıtları, masallarıyla beslendi», dünya görüşünün belirlediği düşünceyle, yaşamından gelen duyarlıkları, kimi öfkeli, vurucu; kimi de dağların el değmemiş çiçekler indeki renkler kadar nazlı, gülümser, dizelerle işledi. Doğal bir coşkunun zorunlu bıraktığı uyumlarla yüksek sesle okunur bir şiir kurdu, «...imge konusunda yaptığı sıçramalarla bugünkü şiiri hazırlayanlardan biri» olarak göründü (Cemal Süreya).</p>
<p><br />YAPITLARI: Hasretinden Prangalar Eskittim (1968, 18. bas. 1980).</p>
<p>KAYNAKLAR: M. Erdost (Türk Solu, 15 Ocak 1967), M. öneş (Yeni Dergi, Mart 1969), Cemal Süreya (Papirüs, Ocak 1969), Ankara Birliği Dergisi (Mart 1970), Hizmet Altınkaynak (Edebiyatımızda 1940 Kuşağı, 1977), (Militan, Şubat 1975), Şükran KURDAKUL, (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).</p>
<p> </p>AHMET ADA HAYATI ve ESERLERİ2012-07-05T18:42:55+00:002012-07-05T18:42:55+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/2177-ahmet-ada.htmlMAGmagoksu37@hotmail.com<p><span style="color: #ff0000;"><strong>AHMET ADA</strong></span></p>
<p>Şair, yazar (1947 —>). Ceyhan'da doğdu. Ceyhan Lisesi'nde okurken II. sınıftan ayrılarak öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kaldı. Yaşamım sürdürmek için kol emekçiliği yaptı. İlk yazı ve şiirleriyle Yeni Dergi, Yansıma, Yeni Adımlar dergilerinde göründü. Sonra Dönemeç, Somut, Hakimiyet Sanat, Felsefe, Yusufçuk, Türkiye Yazıları'nda yazdı. Biçim kaygısının ağır bastığı şiirlerinde toplumsal temaları değişik tamlamalarla zenginleştiren Ada, özellikle yeni edebiyatımızın öncü şairleri üzerindeki incelemelerinde titiz bir araştırmacı kimliğinde göründü.</p>
<p><br />YAPITLARI: Gün Doğsun Gül Üstüne (1980, Akademi Kitabevi Şiir Başarı ödülü 1981), Acıyla Akran (şiirler, 1983).</p>
<p>KAYNAKLAR: Şükran KURDAKUL, (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü), Ali İhsan Mıhçı (Dönemeç, Mayıs 1980).</p>
<p> </p><p><span style="color: #ff0000;"><strong>AHMET ADA</strong></span></p>
<p>Şair, yazar (1947 —>). Ceyhan'da doğdu. Ceyhan Lisesi'nde okurken II. sınıftan ayrılarak öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kaldı. Yaşamım sürdürmek için kol emekçiliği yaptı. İlk yazı ve şiirleriyle Yeni Dergi, Yansıma, Yeni Adımlar dergilerinde göründü. Sonra Dönemeç, Somut, Hakimiyet Sanat, Felsefe, Yusufçuk, Türkiye Yazıları'nda yazdı. Biçim kaygısının ağır bastığı şiirlerinde toplumsal temaları değişik tamlamalarla zenginleştiren Ada, özellikle yeni edebiyatımızın öncü şairleri üzerindeki incelemelerinde titiz bir araştırmacı kimliğinde göründü.</p>
<p><br />YAPITLARI: Gün Doğsun Gül Üstüne (1980, Akademi Kitabevi Şiir Başarı ödülü 1981), Acıyla Akran (şiirler, 1983).</p>
<p>KAYNAKLAR: Şükran KURDAKUL, (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü), Ali İhsan Mıhçı (Dönemeç, Mayıs 1980).</p>
<p> </p>AHMET AĞAOĞLU HAYATI ve ESERLERİ2012-07-13T15:20:32+00:002012-07-13T15:20:32+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/2185-ahmet-aaolu.htmlMAGmagoksu37@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>AHMET AĞAOĞLU</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">Düşün adamı, yazar (1869 - 1939). Azerbaycan'ın Şusa kasabasında doğdu. Ortaöğrenimini Tiflis Lisesi'nde (1887), yüksek öğrenimini Paris Hukuk Fakültesi'nde tamamladı. Sorbonne'un tarih ve filoloji bölümlerinde okudu. Ülkesine dönünce öğretmenlik, yazarlık yaptı. Kendi yayımı îrşad ve Terakki gazetelerinde (1894 - 1908) Azeri Türklerinin haklarını savundu; aynı amaçla «Difai» adlı gizli bir dernek kurdu. II. Meşrutiyetten sonra Türkiye'ye gelen Ağaoğlu, Maarif müfettişliği, Darülfünun'da hocalık yaptı (1912). İttihat ve Terakki Partisi'nin adayı olarak Afyon'dan milletvekili seçildi. I. Dünya Savaşı yenilgisinden sonra, Sovyet devriminin ilk yıllarında, bağımsız Azeri devleti kurma girişimlerini desteklemek üzere gönderilen orduya danışman olarak katıldı (1918). Dönüşünde İngilizler tarafından Malta'ya sürüldü (1919-21). Serbest bırakılınca Anadolu'ya geçti. Matbuat Umum Müdürlüğü'ne atandı. Milletvekilliğine seçildi. Ankara Hukuk Fakültesi'nde «Esasi Hukuk» okuttu. Mustafa Kemal Paşa'nın isteği üzerine Fethi Bey (Okyar) ve arkadaşlarıyla birlikte Serbest Fırka'nın kurucuları arasına katıldı. İstanbul'da Akın (1933) gazetesini çıkardı. Parti kapatılınca siyasal yaşamdan çekildi. Kültür Haftası (1936), Cumhuriyet, İnsan dergi ve gazetelerinde yazdı.</p>
<p style="text-align: justify;"><br />BAŞLICA YAPITLARI: Üç Medeniyet (1920), Hindistan ve İngiltere (1927), Serbest İnsanlar Ülkesinde (1931), Devlet ve Fert (1933), Ben Neyim (1939), Türk Hukuk Tarihi (1941), Türk Teşkilâtı Esasiyesi (1941), Gönülsüz Olmaz, İhtilal mi, İnkılap mı? (1942), Serbest Fırka Hatıraları (1950).</p>
<p style="text-align: justify;">KAYNAKLAR: Şükran KURDAKUL, (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).</p>
<p style="text-align: justify;"> </p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>AHMET AĞAOĞLU</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">Düşün adamı, yazar (1869 - 1939). Azerbaycan'ın Şusa kasabasında doğdu. Ortaöğrenimini Tiflis Lisesi'nde (1887), yüksek öğrenimini Paris Hukuk Fakültesi'nde tamamladı. Sorbonne'un tarih ve filoloji bölümlerinde okudu. Ülkesine dönünce öğretmenlik, yazarlık yaptı. Kendi yayımı îrşad ve Terakki gazetelerinde (1894 - 1908) Azeri Türklerinin haklarını savundu; aynı amaçla «Difai» adlı gizli bir dernek kurdu. II. Meşrutiyetten sonra Türkiye'ye gelen Ağaoğlu, Maarif müfettişliği, Darülfünun'da hocalık yaptı (1912). İttihat ve Terakki Partisi'nin adayı olarak Afyon'dan milletvekili seçildi. I. Dünya Savaşı yenilgisinden sonra, Sovyet devriminin ilk yıllarında, bağımsız Azeri devleti kurma girişimlerini desteklemek üzere gönderilen orduya danışman olarak katıldı (1918). Dönüşünde İngilizler tarafından Malta'ya sürüldü (1919-21). Serbest bırakılınca Anadolu'ya geçti. Matbuat Umum Müdürlüğü'ne atandı. Milletvekilliğine seçildi. Ankara Hukuk Fakültesi'nde «Esasi Hukuk» okuttu. Mustafa Kemal Paşa'nın isteği üzerine Fethi Bey (Okyar) ve arkadaşlarıyla birlikte Serbest Fırka'nın kurucuları arasına katıldı. İstanbul'da Akın (1933) gazetesini çıkardı. Parti kapatılınca siyasal yaşamdan çekildi. Kültür Haftası (1936), Cumhuriyet, İnsan dergi ve gazetelerinde yazdı.</p>
<p style="text-align: justify;"><br />BAŞLICA YAPITLARI: Üç Medeniyet (1920), Hindistan ve İngiltere (1927), Serbest İnsanlar Ülkesinde (1931), Devlet ve Fert (1933), Ben Neyim (1939), Türk Hukuk Tarihi (1941), Türk Teşkilâtı Esasiyesi (1941), Gönülsüz Olmaz, İhtilal mi, İnkılap mı? (1942), Serbest Fırka Hatıraları (1950).</p>
<p style="text-align: justify;">KAYNAKLAR: Şükran KURDAKUL, (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>AHMET ERHAN HAYATI ve ESERLERİ2017-09-05T04:36:48+00:002017-09-05T04:36:48+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/6480-ahmet-erhan.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><strong><span style="color: #ff0000;">AHMET ERHAN KİMDİR?</span></strong></p>
<p style="text-align: justify;">8 Şubat 1958’de Ankara’da dünyaya geldi. Mersin’li bir ailenin, dört kızın ardından doğan beşinci çocuğudur. Babanın işleri nedeniyle Ankara’dan göç edilmiş ve bunun üzerine çocukluğuyla ilkgençliği Mersin ve Adana’da geçmiştir. Babasının emekliye ayrılmasıyla yeniden Ankara’ya dönerler.</p>
<p style="text-align: justify;">Çeşitli nedenlerle kısa bir süre ara verdiği lise öğrenimini Akşam Lisesi’nde tamamladı. Ardından Gazi Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Ankara’nın özel öğretim kurumlarında Türkçe-Edebiyat öğretmenliği yaptı.</p>
<p style="text-align: justify;">Hayatının büyük bir bölümünü Ankara’da geçiren şair, 'Ankara-İstanbul Karatreni' kitabında anlaşılabilen nedenlerle, 2001 yılında İstanbul’a yerleşti.</p>
<p style="text-align: justify;">Adana Demirspor Genç Takımı'nda futbol oynadı. O yıllarda geçirdiği ağır sakatlık döneminde şiir yazmaya başladı. 1976’da Militan dergisinde topluca yayınlanan şiirleriyle dikkat çekti. 1980 öncesi ve sonrasında ülke gençliğinin yaşadığı dramı, içerden bir ses olarak, o dönemlerde oldukça yaygın olan slogancılığa kaçmadan, kendine özgü diliyle yazması şiirini özel kıldı. Lirizm zenginlikleri ve ironiyle harmanladığı “şimdiki zamanın duygu resmi” olarak tarif edebileceğimiz söyleyişini, neredeyse otuz yıldır sürdürüyor.</p>
<p style="text-align: justify;">Ahmet Erhan pek çok çevrede hala ilk kitaplarıyla hatırlanmasına ve bilinmesine rağmen, şiir serüvenini yaşanan zamanla atbaşı götürmekte ve çok genç yaştaki okuyucuları tarafından da ilgiyle takip edilmekte.</p>
<p style="text-align: justify;">Cahit Külebi, 1982 tarihli bir söyleşisinde kendisi için “şaşırtıcı bir olgu” tabirini kullanmıştı. Ahmet Erhan, şiirleriyle hala kendisini izleyenleri şaşırtmaya devam ediyor.</p>
<p style="text-align: justify;"><strong>ESERLERİ</strong><br />Alacakaranlıktaki Ülke</p>
<p style="text-align: justify;">Yaşamın Ufuk Çizgisi</p>
<p style="text-align: justify;">Akdeniz Lirikleri</p>
<p style="text-align: justify;">Kuş Kanadı Kalem Olsa</p>
<p style="text-align: justify;">Ölüm Nedeni Bilinmiyor</p>
<p style="text-align: justify;">Deniz Unutma Adını, Ocak 1992, Bilgi Yayınevi. 1992 Yunus Nadi Şiir Ödülü'ne değer bulunmuştur.</p>
<p style="text-align: justify;">Öteki Şiirler 1976 - 1991</p>
<p style="text-align: justify;">Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi</p>
<p style="text-align: justify;">Köpek Yılları, Temmuz 1998, Bilgi Yayınevi. Yayınlanmış tek öykü kitabıdır.</p>
<p style="text-align: justify;">Resimli 'Ahmetler' Tarihi, Şubat 2001, Bilgi Yayınevi. Şairin daha önce hiçbir dergide yayınlamadığı 'Türkiye Ayağa Kalk' adlı şiir toplamı da bu kitapla ilk kez okuyucuya sunulur.</p>
<p style="text-align: justify;">Ankara-İstanbul Karatreni, Ağustos 2001, Everest Yayınları. Şairin çeşitli dergilerde yer alan denemelerini, Ankara-İstanbul Karatrenine binip İstanbul'a göç ettiği Nisan 2001'i takip eden Ağustos'ta yayınlaması oldukça önemlidir. Şehrine vedası olarak adlandırabileceğimiz 'Daüssıla' şiiri de bunun önemini çizmek istercesine kitapta yer almaktadır.</p>
<p style="text-align: justify;">Bugün De Ölmedim Anne, Toplu Şiirler 1, Eylül 2001, Everest Yayınları. Toplu Şiirlerinin bu ilk cildinde 'Alacakaranlıktaki Ülke', 'Yaşamın Ufuk Çizgisi', 'Akdeniz Lirikleri' toplamları yeniden okuyucuyla buluşmuş olup, Toplu Şiirler 2. ve 3. ciltlerinin yayınlanmaları beklenmektedir.</p>
<p style="text-align: justify;">Ne Balık Ne De Kuş, Mayıs 2002, Everest Yayınları.</p>
<p style="text-align: justify;">Kaybolmuş Bir Köpek İlanı, Ekim 2003, Everest Yayınları. Şair bu kitabıyla 2004 yılında ikinci kez Yunus Nadi Şiir Ödülü'ne değer bulundu.</p>
<p style="text-align: justify;">Şehirde Bir Yılkı Atı, Ekim 2005, Everest Yayınları.<br />2006 yılı TTB Behçet Aysan Şiir Ödülü bu kitapla Ahmet Erhan'a verildi</p>
<p style="text-align: justify;">Buz Üstünde Yürür Gibi, Seçme Şiirler, Haziran 2006, Everest Yayınları.</p>
<p style="text-align: justify;">Sahibinden Satılık, Nisan 2008, Everest Yayınları</p>
<p style="text-align: justify;">Ayrıca 'Kara Köpekli Adam' (roman) ve 'Anne Bu Şiiri Senin İçin Yazdım' (şiir) adlarıyla Bilgi Yayınevi tarafından basılan ve ne yazık ki tükendiğinden şu anda satışta bulunmayan çocuk kitapları bulunmaktadır.</p>
<p style="text-align: justify;">Şair yukarda sözü edilen kitaplarına verilen ödüller dışında yaşamı ve tüm eserleriyle 1999 yılında Halil Kocagöz ve 2005 yılında Dionysos Şiir Ödüllerine değer bulunmuştur.</p>
<p style="text-align: justify;"><a href="https://www.frmtr.com">https://www.frmtr.com</a></p>
<hr title="ŞİİRLERİNE ÖRNEKLER" alt="ŞİİRLERİNE ÖRNEKLER" class="system-pagebreak" />
<p style="text-align: justify;"><strong><span style="color: #ff0000;">ŞİİRLERİNE ÖRNEKLER</span></strong></p>
<p> </p>
<p><strong>SEVDA ŞİİRLERİ</strong></p>
<p>Burada bitiyor bir sevda, yenisi nerde<br />başlar; ya da başlar mı bilmem?<br />Kendi derinliğiyle dolan bir kuyu mu<br />yüreğim; kendi boşluğuyla yetinen?</p>
<p>Burada bitiyor bir sevda, ele avuca<br />sığmayan kederler, kimi gülüşler ve bir<br />o kadar da unutulmaya yatkın anılar<br />bırakarak geride; belki birkaç da şiir...</p>
<p>Sürüp gidecek yaşamım, kimi yerlerde<br />sanki yeniden okur gibi bir romanı<br />ve gülümser gibi yine aynı şeylere<br />sıkıntılı, dalgın; çoğunlukla acılı.</p>
<p>Burada bitiyor bir sevda, kaldım işte<br />yine dağlar, uçurumlar arasında birbaşıma.<br />Burada bitiyor bir sevda, önsöz gibiydi<br />bir çağrıydı, daha nice yeni sevdaya.</p>
<p><strong>YAŞAMA SEVİNCİ</strong></p>
<p>Bütün güzel kadınlarını bu dünyanın<br />Sevdim, diyebildiğim zaman<br />Bütün kentlerini gezdim, denizlerine girdim<br />Ve artık bir tek taş kalmadı tanımadığım,<br />bir tek yüz, bir tek yer adı<br />Söylenecek bütün sözleri dinledim ve söyledim<br />bütün söyleyeceklerimi<br />Acının bütün uçurumlarına indim ve çıktım<br />sevincin bütün dağlarına<br />Bütün çiçekleri kokladım ve kopardım<br />bütün meyveleri dallarından<br />Ismarladığım yağmur, savrulmadığım yel<br />kalmadı...</p>
<p>Bütün haklı kavgalarında dünyanın<br />dövüştüm, diyebildiğim zaman<br />Okudum bütün kitapları, bütün şiirleri yazdım<br />Ve topladım bütün dillerin en güzel sözlerini,<br />sıraladım tek bir sözlükte<br />Bütün mayınları, bütün dikenli telleri<br />ayıkladım sınırlardan<br />Ve bir tek zorba çıkmadı önüme.<br />Bu dünyada acı çeken tek bir insan yoktur,<br />diyebildiğim zaman<br />İşte o zaman ölebilirim.</p>
<p>Toprağımda bir çığlık olur da büyür<br />yaşama sevincim...</p>
<p><strong>ÇÖZEMEDİĞİM BİRŞEYLER VAR HAYATIMDA</strong></p>
<p>Çözemediğim bir şeyler var hayatımda<br />Sualtı gibi derinlerde sessizce bekleyen<br />Dirensem, daha ne kadar direnebilirim artık<br />Nereye kadar gidebilirim, gitsem?</p>
<p>Aradığım nedir, o kentten bu kente?<br />Adressiz yaşamak da sıkar insanı gün gelir<br />Gider heyecanlar, istekler, gülümseyişler<br />Yüreğimdeki denizin suları birden çekilir.</p>
<p>Özleyip de vardığım her yerden, hemen kaçsam diyorum<br />Ne aradığımı biliyorum, ne bulduğumu<br />Bilmem neresinde yanıldım ben bu hayatın?<br />Yüreğimi kabartan o sevinç, şimdi sonsuz bir acı oldu.</p>
<p>Taşlar yığılmış önüne en güzel, en anlamlı duyguların<br />Uçsuz bucaksız bir tüneldeyim ve her yanım karanlık<br />Koluma giriyor bazı adamlar, bir şeyler söylüyorlar<br />Kalıplaşmış, sıkıntı verici, güdük.</p>
<p>Oysa acı diye bir şey var bu dünyada<br />Ölüm var -ki yüreğimde bu boşluğu yaratan birazda odur.</p>
<p>Yanıbaşımda ölüp gitti dostlarım, ben bakakaldım<br />Gözyaşlarının da bir yerlere gömüldüğü görülmüş müdür?</p>
<p>Çözemediğim bir şeyler var hayatımda<br />Sanki ilk benim duyduğum garip, anlatılmaz duygular<br />Sürse daha ne kadar sürer bu, bilmiyorum<br />Ölümü ve hayatı yanyana düşünmesini ne zaman öğrenir çocuklar?</p>
<p><strong>ÖLÜM BİLE</strong></p>
<p>Ölüm bile geç kaldıktan sonra<br />Bütün ilkleri sona bırakmanın belki de tam zamanı<br />Ben her şey bir ırmaktır sanırdım<br />Bunun için günlükler tutmaya kalktım<br />Ve tarihleri karıştırdım nasıl da</p>
<p>Aldım şapkamı gidiyorum şimdi<br />İniyorum kentin çekirdeğine<br />kendime yeni dalgınlıklar buldum son günlerde<br />Dev yapılar ufuk çizgisinin önünde birer parmaklık gibi<br />Kırmaya kalksam çocuklar uyanacak<br />Ben odama döneyim en iyisi</p>
<p>Öyleyse nice yağmur<br />Niye bir kız saçı gibi sokaklarda<br />Aynaya baksam kalbim görünür<br />Aklımda gitgide büyüyen yara<br />Bir ağacın en uzak dalı gibi sessizce çürür<br />Ölüm, evet ölüm bile geç kaldıktan sonra</p>
<p><strong>BUGÜNDE ÖLMEDİM ANNE</strong></p>
<p>Yüreğimi bir kalkan bilip sokaklara çıktım<br />Kahvelerde oturdum çocuklarla konuştum<br />Sıkıldım, dertlendim ,sevgilimle buluştum<br />Bu gün de ölmedim anne.</p>
<p>Kapalıydı kapılar,perdeler örtük<br />Silah sesleri uzakta boğuk boğuk<br />Bir yüzüm ayrılığa, bir yüzüm hayata dönük<br />Bu gün de ölmedim anne.</p>
<p>Üstüme bir silah doğruldu sandım<br />Rüzgar, beline dolandığında bir dalın<br />Korktum, güldüm, kendime kızdım<br />Bu gün de ölmedim anne.</p>
<p>Bana böylesi garip duygular<br />Bilmem niye gelir ,nereye gider?<br />Döndüm işte; acı, yüreğimden beynime sızar<br />Bu gün de ölmedim anne.</p>
<p><strong>GÜL ÇİÇEK</strong></p>
<p>Geceyarısı, karanlık bir bozkırda<br />Işıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım<br />içinde onca insan, içinde dünya...<br />Soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkum<br />Ve bilmeyen sonsuzluk nedir,<br />Haklı olan kim bu kargaşada?<br />Ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir<br />Ucu bucağı olmayan bu çığlıgın<br />Ortasında nasıl barışılabilir?<br />Anlamak isterim, hangi yasa<br />Bir beşikle bir darağacını<br />Aynı ağaçtan, ne adına varedebilir?</p>
<p>Sorular sormak icin geldim şu dünyaya<br />Yasım acıların yasıdır<br />Boynumu üzgün bir çicek gibi kırıp da<br />Yollara düştügümde, başımda deniz köpüklerinden<br />Ya da sabah yellerinden bir taçla<br />Yürüdüğüme inanırdım - yanılırdım<br />Geceyi günle, acıyı sevinçle kardığım<br />Bu söylencenin bir yerinde durakladım<br />Ve anlatamadım, konuşamadım bir daha.</p>
<p>Acını ödünç ver bana, gözyaşlarını<br />Damarlarında uyuyan sevinci ödünç ver<br />Yitirdim çünkü onları da..<br />İlenmiyorum, el çırpmıyorum artık<br />Ne aklımda yaşadıklarım üstüne düşünceler<br />Ne de geleceğime dair bir tasa.<br />Gelirken çan çalmıyor yalnızlık<br />Bir adam, bir sokak, bir ev<br />Yüzle, gülüşler, susuşlar boyunca</p>
<p>Soruların vardı senin, ne çok soruların<br />Gözlerin dunyayı eleyip dururdu boyuna<br />Bir fısıltı gibi başladı sevgim<br />Çığlık oldu, kağıtlarda çiçek açtı sonra<br />Sonrası...Mutlu bile olduk bazı<br />Artık sen yadsısan da ne kadar<br />Ya da ben bilmiyorum mutluluk nedir<br />Anlatsın yollar, yollar, yollar...</p>
<p>Şimdi gece, soluğumu verdim içime<br />Az önce kağıtlara gül kuruları serptim<br />Dolaplardan kekik, nane kokuları çıkardım<br />Öylece serptim, seni yazacağım diye<br />Sen ki, deniz görmemiş bir deniz kızısın<br />Aklımın almadığı bir yerde, öylesin<br />Şimdi gece, iki kişilik bu yalnızlık<br />Bize artık yeter de artar bile...</p>
<p>Dünyanın ölümünü gördüm, suyun toprağın<br />En yakın dostlarımın birer birer<br />Vakitsiz açan çiçeklerin, vakitli doğan çocukların<br />Ölümünü gördüm, ama kimse<br />İnandıramaz beni öldüğüne sevgilerin!<br />Yaşam ki bir kum saatidir usulca akan<br />Dolan sevgilerimizdir biz boşaldıkca<br />Yaşımız biraz da sevgilerimizin akranıdır<br />Vereceğimiz tek şey budur dünyaya.</p>
<p>Şu dağılgan yüreğimi, şu köpüklere imrenen<br />Yüreğimi bir gün yollara atarsam<br />Bir gün bir nehir yataklarına dolarsam, korkarım<br />Suyumun coğu senden yana akacak<br />Bütün sözcüklere adını ekleyeceğim<br />Güldeniz, Gülekmek, Gülyağmur, Gülsarap<br />Gülaşk, Gülsiir, Gülahmet, Gülerhan<br />Ey gül yaşamım, yitip giden düşlerim!</p>
<p>Gecelerdi, solgun - sessiz tüterdi yüzün<br />Yatağımda bir kımıltıydın, dilimde türkü<br />Uykusunda konuşurken sesini öptüğüm<br />Varmak için beyninin kıvrak dağ yollarına<br />Kokundu, bedenimi saran o ince buğu<br />Esintisinde usul usul yürüdüğüm<br />Ki değişmem yaseminlerle, portakal ağaçlarıyla..</p>
<p>Sanki bir kız yürürdü yollarda<br />Evimin sokağına girer, paspasa ayaklarını silerdi<br />Kapımı açardı gümüş bir anahtarla<br />Sanki hep gelirdi, sevişirdik bazı, konuşurduk<br />Tozlu kitapların yığıldığı odalarda<br />Kalırdı duvarlarda gülüşünden bir tini<br />Yatağımda bedeninden bir oyuk.</p>
<p>Benimse ellerim titrerdi, alnının aklığından<br />Saçlarına saçlarına doğru titrerdi<br />Şimdi kağıtların üstünde gidip gelen ellerim<br />Titremiyor artık , yolunu biliyor şimdi<br />Geceyarılarını çoktan geçti<br />Bu şiir bitmeyince varolmayacak ellerim<br />Ellerim uykusuz, ellerim geberesiye yalnız<br />Süzülüp alçalıyor karanlığa doğru.</p>
<p>Bütün yaşamım seninle geçiyor belleğimden<br />Seninle var ve seninle sürüp gidecek artık<br />Bir akdeniz kentinde limon koklayan<br />Ve hep ufkun ardına bakan çocuk<br />Acıyı buldu sonunda, kanayan bir gülden<br />Çaldı yüzünü bir yaşamlık<br />Geçer şimdi dumanlı bir kentin sokaklarından<br />Şaire çıkar adı - az buçuk kaçık.</p>
<p>Yeryüzünden silinmiş ırkların sonuncusuyum ben<br />Oturup da şimdi aşk şiiri yazmam bundan<br />Gülsün köpek sürüsü, lime lime edip<br />Bu dizeleri, satsınlar haraç-mezat<br />Doğru, benden sonra da tufan kopmayacak<br />Ama haykıracağim laflarını tuzla kesip<br />Yitip giden bu aşkı, nefesim tukenene dek.</p>
<p>Beynime bir sarkaç gibi vuruyor sorular<br />Neresinde yanıldik biz bu yaşamın?<br />Hangi el bozdu büyüyü, hangi yazı<br />Acılara hüküm verdi, soldan sağa taşarak?<br />Kalbimde yillardır kabuk bağladı yaralar<br />Ödüm kopuyor, bir gun hepsi birden kanamaya başlayacak diye<br />Yenilmeyeceğim, boyun eğmeyeceğim hiçbir şeye<br />Hep direnen bir yanım kalacak<br />Adımın soluk izi, acının seyir defterinde.</p>
<p>şimdi gece, bindokuzyuzseksenikiyle<br />Üçyüzaltmışbeşi çarp - oradayım işte<br />Yorgun değilim, umarsızım yalnızca<br />Geçmişle geleceğin öpüştüğü yerde bir nokta<br />Gibiyim ve çoktan dürüldü defterim<br />Uçurumlar üstünde uçuşur dizelerim<br />Onlara köprü olacak bir beden yoksa da..</p>
<p>Bu benim yalnızlığım, dalsızlığım benim<br />Kana kana içtiğim çesmelerden susayarak ayrılmak<br />Titreyen bir ışık karanlıklarda<br />Onu kim görebilir, kim tanıyabilir?<br />Sonuda hep bir soruyla karşı karşıya kalmak<br />Boynumun borcu bu, ödenmedi yıllardır.</p>
<p>Her aşktan böyle bir şiir kaldı bende<br />Yaşamımın bir dilimini özetleyen<br />Unutuşun çiçekleri bunun için hic açmıyor<br />Donuyor bir gülüş tek bir dizede<br />Yaşanmış yüzlerce anı, buruk bir özlem<br />Çivileniyor beynimin bir yerlerine<br />Geride -hayır- acılar filan da kalmıyor<br />Bir boşluk yalnızca, uçurumlara özenen.</p>
<p>Nefret ediyorum ve seviyorum seni<br />Girdiğin bütün kapıları açık bırak<br />Birazdan git diyebilirim çünkü..<br />Çağım yalnız bırakmıyor beni, ellerini<br />Tutuşumda, usulca öpüşümde dudağını<br />Çağım aramızda çekilen kanlı bir bayrak<br />Uzayan, akan bir irin yolu gibi.</p>
<p>Sözcükleri güden çobanları var kalbimin<br />Beynimin yaşamı saran kıskaçları<br />Bitsin dediğim yerde bunun icin başlıyorum<br />Yitirdiğim her şeye dönüp de bakmam bundan<br />Sensin yalnızlığa uzanan yolların düğüm yeri<br />Ama şu anda içimde öyle çoğulsun ki<br />Böyle irkilmezdim dünyayı kucaklasam.</p>
<p>Çapraz yalnızlıklar astım göğsüme<br />Yollarda bir savaşçı gibi yürüdüğüm doğrudur<br />Gözlerle, dillerle kuşatilmis bir ülke<br />kalbimdir ona tek sınır<br />Susmayı bunun icin severim bir cığlık gibi<br />Donup kalır sesim kendi göğünde<br />Onu ne anlayan, ne de duyan bulunur.</p>
<p>Yaşamım sonsuz bir hac yolculuğuna dönüşüyor burada<br />Kendi içimde ya da uzak yollarda<br />Bulduğum ve yitirdiğim bütün varlıklar<br />Bir mozayiğe biçim veriyorlar sessizce..<br />Bende dünyanın acısıyla sevinci öpüşüyor<br />Irmakların birleştiği o nokta benim<br />İtilip tekmelendiğim bütün kapılarda<br />Bana atılan her taş şimdi çiçek açıyor.</p>
<p>Bir gün anlarsın beni neden suskunum<br />Dünya içimde konuşurken böyle<br />Bedenimi aşıyor yorgunluğum<br />Karşında oturduğum masalardan dökülüp saçılıyor<br />Bu öyle bir cığlık ki, susuşlar kalıyor geride<br />Ondan öte her söz bir saçmalığı büyütüyor.</p>
<p>Adını çoktan unuttun yüzün aklımda<br />Ve bu şiiri neden sana adadığımı bilmiyorum<br />Ama her güzellik nasılsa kendi adını bulur<br />Bunun için ben Gül dedim sana..<br />Yine de bir çiçeğe bunca yağmur yağarsa<br />Kökleri toprağı saramaz olur<br />Üstüne titrediğim her şeyi yitirmeyi öğrendim çoktan</p>
<p>Söylenecek bir tek sözüm kalmazsa<br />Çizerim yüzünü kuşların kanatlarına<br />Her çırpınışta gökyüzüne dağılır<br />Yüzün, hücrelerine varana dek uçuşur.</p>
<p>Kağıtların aklığına aşkın tortusu çöküyor<br />Parklar, sokaklar, söylenmiş ya da söylenmemiş sözler</p>
<p>Yazdıkça biraz daha unutuyorum seni<br />Ve her yerde düş tacirleri, şiirseviciler<br />Bir şeyleri yorumlayıp duruyorlar aptalca<br />Büyüteçlerle inceliyorlar şu yitik ömrümüzü<br />Ben aşkın son hasatçısı, son peygamber<br />Gülünç, soyu tükenmiı bir varlığı oynuyorum boyuna.</p>
<p>Sana artık bir sığınak olsun bu şiir<br />Noterlere ver onaylasınlar - her hakkı saklıdır<br />Düşün, kalemimi sen tuttun yazarken<br />Yeni okula başlayan bir çocuğa yardım eder gibi<br />Öyle acemilikler yaptım ki ben<br />Hiç kalır bu şiir onların yanında ve<br />Nasıl ayaktayım diye şaşıyorum bazen.</p>
<p>Görüp göreceği son şey bu şiirdir dünyanın<br />Çığlığımdan arta kalan bunlar olacak<br />Aklımın son kırıntılarını da burada harcıyorum<br />Bundan böyle ibreler hep eskiye vuracak<br />Yakınmıyorum, yerinmiyorum hiçbir şeyle<br />Kalırsa odalarda unutulmuş birkaç şiir<br />Bir yeniyetmen in altını çizeceği dizeler benden<br />Senin adın nasılsa bir gün hepsini tamamlayacak</p><p style="text-align: justify;"><strong><span style="color: #ff0000;">AHMET ERHAN KİMDİR?</span></strong></p>
<p style="text-align: justify;">8 Şubat 1958’de Ankara’da dünyaya geldi. Mersin’li bir ailenin, dört kızın ardından doğan beşinci çocuğudur. Babanın işleri nedeniyle Ankara’dan göç edilmiş ve bunun üzerine çocukluğuyla ilkgençliği Mersin ve Adana’da geçmiştir. Babasının emekliye ayrılmasıyla yeniden Ankara’ya dönerler.</p>
<p style="text-align: justify;">Çeşitli nedenlerle kısa bir süre ara verdiği lise öğrenimini Akşam Lisesi’nde tamamladı. Ardından Gazi Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Ankara’nın özel öğretim kurumlarında Türkçe-Edebiyat öğretmenliği yaptı.</p>
<p style="text-align: justify;">Hayatının büyük bir bölümünü Ankara’da geçiren şair, 'Ankara-İstanbul Karatreni' kitabında anlaşılabilen nedenlerle, 2001 yılında İstanbul’a yerleşti.</p>
<p style="text-align: justify;">Adana Demirspor Genç Takımı'nda futbol oynadı. O yıllarda geçirdiği ağır sakatlık döneminde şiir yazmaya başladı. 1976’da Militan dergisinde topluca yayınlanan şiirleriyle dikkat çekti. 1980 öncesi ve sonrasında ülke gençliğinin yaşadığı dramı, içerden bir ses olarak, o dönemlerde oldukça yaygın olan slogancılığa kaçmadan, kendine özgü diliyle yazması şiirini özel kıldı. Lirizm zenginlikleri ve ironiyle harmanladığı “şimdiki zamanın duygu resmi” olarak tarif edebileceğimiz söyleyişini, neredeyse otuz yıldır sürdürüyor.</p>
<p style="text-align: justify;">Ahmet Erhan pek çok çevrede hala ilk kitaplarıyla hatırlanmasına ve bilinmesine rağmen, şiir serüvenini yaşanan zamanla atbaşı götürmekte ve çok genç yaştaki okuyucuları tarafından da ilgiyle takip edilmekte.</p>
<p style="text-align: justify;">Cahit Külebi, 1982 tarihli bir söyleşisinde kendisi için “şaşırtıcı bir olgu” tabirini kullanmıştı. Ahmet Erhan, şiirleriyle hala kendisini izleyenleri şaşırtmaya devam ediyor.</p>
<p style="text-align: justify;"><strong>ESERLERİ</strong><br />Alacakaranlıktaki Ülke</p>
<p style="text-align: justify;">Yaşamın Ufuk Çizgisi</p>
<p style="text-align: justify;">Akdeniz Lirikleri</p>
<p style="text-align: justify;">Kuş Kanadı Kalem Olsa</p>
<p style="text-align: justify;">Ölüm Nedeni Bilinmiyor</p>
<p style="text-align: justify;">Deniz Unutma Adını, Ocak 1992, Bilgi Yayınevi. 1992 Yunus Nadi Şiir Ödülü'ne değer bulunmuştur.</p>
<p style="text-align: justify;">Öteki Şiirler 1976 - 1991</p>
<p style="text-align: justify;">Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi</p>
<p style="text-align: justify;">Köpek Yılları, Temmuz 1998, Bilgi Yayınevi. Yayınlanmış tek öykü kitabıdır.</p>
<p style="text-align: justify;">Resimli 'Ahmetler' Tarihi, Şubat 2001, Bilgi Yayınevi. Şairin daha önce hiçbir dergide yayınlamadığı 'Türkiye Ayağa Kalk' adlı şiir toplamı da bu kitapla ilk kez okuyucuya sunulur.</p>
<p style="text-align: justify;">Ankara-İstanbul Karatreni, Ağustos 2001, Everest Yayınları. Şairin çeşitli dergilerde yer alan denemelerini, Ankara-İstanbul Karatrenine binip İstanbul'a göç ettiği Nisan 2001'i takip eden Ağustos'ta yayınlaması oldukça önemlidir. Şehrine vedası olarak adlandırabileceğimiz 'Daüssıla' şiiri de bunun önemini çizmek istercesine kitapta yer almaktadır.</p>
<p style="text-align: justify;">Bugün De Ölmedim Anne, Toplu Şiirler 1, Eylül 2001, Everest Yayınları. Toplu Şiirlerinin bu ilk cildinde 'Alacakaranlıktaki Ülke', 'Yaşamın Ufuk Çizgisi', 'Akdeniz Lirikleri' toplamları yeniden okuyucuyla buluşmuş olup, Toplu Şiirler 2. ve 3. ciltlerinin yayınlanmaları beklenmektedir.</p>
<p style="text-align: justify;">Ne Balık Ne De Kuş, Mayıs 2002, Everest Yayınları.</p>
<p style="text-align: justify;">Kaybolmuş Bir Köpek İlanı, Ekim 2003, Everest Yayınları. Şair bu kitabıyla 2004 yılında ikinci kez Yunus Nadi Şiir Ödülü'ne değer bulundu.</p>
<p style="text-align: justify;">Şehirde Bir Yılkı Atı, Ekim 2005, Everest Yayınları.<br />2006 yılı TTB Behçet Aysan Şiir Ödülü bu kitapla Ahmet Erhan'a verildi</p>
<p style="text-align: justify;">Buz Üstünde Yürür Gibi, Seçme Şiirler, Haziran 2006, Everest Yayınları.</p>
<p style="text-align: justify;">Sahibinden Satılık, Nisan 2008, Everest Yayınları</p>
<p style="text-align: justify;">Ayrıca 'Kara Köpekli Adam' (roman) ve 'Anne Bu Şiiri Senin İçin Yazdım' (şiir) adlarıyla Bilgi Yayınevi tarafından basılan ve ne yazık ki tükendiğinden şu anda satışta bulunmayan çocuk kitapları bulunmaktadır.</p>
<p style="text-align: justify;">Şair yukarda sözü edilen kitaplarına verilen ödüller dışında yaşamı ve tüm eserleriyle 1999 yılında Halil Kocagöz ve 2005 yılında Dionysos Şiir Ödüllerine değer bulunmuştur.</p>
<p style="text-align: justify;"><a href="https://www.frmtr.com">https://www.frmtr.com</a></p>
<hr title="ŞİİRLERİNE ÖRNEKLER" alt="ŞİİRLERİNE ÖRNEKLER" class="system-pagebreak" />
<p style="text-align: justify;"><strong><span style="color: #ff0000;">ŞİİRLERİNE ÖRNEKLER</span></strong></p>
<p> </p>
<p><strong>SEVDA ŞİİRLERİ</strong></p>
<p>Burada bitiyor bir sevda, yenisi nerde<br />başlar; ya da başlar mı bilmem?<br />Kendi derinliğiyle dolan bir kuyu mu<br />yüreğim; kendi boşluğuyla yetinen?</p>
<p>Burada bitiyor bir sevda, ele avuca<br />sığmayan kederler, kimi gülüşler ve bir<br />o kadar da unutulmaya yatkın anılar<br />bırakarak geride; belki birkaç da şiir...</p>
<p>Sürüp gidecek yaşamım, kimi yerlerde<br />sanki yeniden okur gibi bir romanı<br />ve gülümser gibi yine aynı şeylere<br />sıkıntılı, dalgın; çoğunlukla acılı.</p>
<p>Burada bitiyor bir sevda, kaldım işte<br />yine dağlar, uçurumlar arasında birbaşıma.<br />Burada bitiyor bir sevda, önsöz gibiydi<br />bir çağrıydı, daha nice yeni sevdaya.</p>
<p><strong>YAŞAMA SEVİNCİ</strong></p>
<p>Bütün güzel kadınlarını bu dünyanın<br />Sevdim, diyebildiğim zaman<br />Bütün kentlerini gezdim, denizlerine girdim<br />Ve artık bir tek taş kalmadı tanımadığım,<br />bir tek yüz, bir tek yer adı<br />Söylenecek bütün sözleri dinledim ve söyledim<br />bütün söyleyeceklerimi<br />Acının bütün uçurumlarına indim ve çıktım<br />sevincin bütün dağlarına<br />Bütün çiçekleri kokladım ve kopardım<br />bütün meyveleri dallarından<br />Ismarladığım yağmur, savrulmadığım yel<br />kalmadı...</p>
<p>Bütün haklı kavgalarında dünyanın<br />dövüştüm, diyebildiğim zaman<br />Okudum bütün kitapları, bütün şiirleri yazdım<br />Ve topladım bütün dillerin en güzel sözlerini,<br />sıraladım tek bir sözlükte<br />Bütün mayınları, bütün dikenli telleri<br />ayıkladım sınırlardan<br />Ve bir tek zorba çıkmadı önüme.<br />Bu dünyada acı çeken tek bir insan yoktur,<br />diyebildiğim zaman<br />İşte o zaman ölebilirim.</p>
<p>Toprağımda bir çığlık olur da büyür<br />yaşama sevincim...</p>
<p><strong>ÇÖZEMEDİĞİM BİRŞEYLER VAR HAYATIMDA</strong></p>
<p>Çözemediğim bir şeyler var hayatımda<br />Sualtı gibi derinlerde sessizce bekleyen<br />Dirensem, daha ne kadar direnebilirim artık<br />Nereye kadar gidebilirim, gitsem?</p>
<p>Aradığım nedir, o kentten bu kente?<br />Adressiz yaşamak da sıkar insanı gün gelir<br />Gider heyecanlar, istekler, gülümseyişler<br />Yüreğimdeki denizin suları birden çekilir.</p>
<p>Özleyip de vardığım her yerden, hemen kaçsam diyorum<br />Ne aradığımı biliyorum, ne bulduğumu<br />Bilmem neresinde yanıldım ben bu hayatın?<br />Yüreğimi kabartan o sevinç, şimdi sonsuz bir acı oldu.</p>
<p>Taşlar yığılmış önüne en güzel, en anlamlı duyguların<br />Uçsuz bucaksız bir tüneldeyim ve her yanım karanlık<br />Koluma giriyor bazı adamlar, bir şeyler söylüyorlar<br />Kalıplaşmış, sıkıntı verici, güdük.</p>
<p>Oysa acı diye bir şey var bu dünyada<br />Ölüm var -ki yüreğimde bu boşluğu yaratan birazda odur.</p>
<p>Yanıbaşımda ölüp gitti dostlarım, ben bakakaldım<br />Gözyaşlarının da bir yerlere gömüldüğü görülmüş müdür?</p>
<p>Çözemediğim bir şeyler var hayatımda<br />Sanki ilk benim duyduğum garip, anlatılmaz duygular<br />Sürse daha ne kadar sürer bu, bilmiyorum<br />Ölümü ve hayatı yanyana düşünmesini ne zaman öğrenir çocuklar?</p>
<p><strong>ÖLÜM BİLE</strong></p>
<p>Ölüm bile geç kaldıktan sonra<br />Bütün ilkleri sona bırakmanın belki de tam zamanı<br />Ben her şey bir ırmaktır sanırdım<br />Bunun için günlükler tutmaya kalktım<br />Ve tarihleri karıştırdım nasıl da</p>
<p>Aldım şapkamı gidiyorum şimdi<br />İniyorum kentin çekirdeğine<br />kendime yeni dalgınlıklar buldum son günlerde<br />Dev yapılar ufuk çizgisinin önünde birer parmaklık gibi<br />Kırmaya kalksam çocuklar uyanacak<br />Ben odama döneyim en iyisi</p>
<p>Öyleyse nice yağmur<br />Niye bir kız saçı gibi sokaklarda<br />Aynaya baksam kalbim görünür<br />Aklımda gitgide büyüyen yara<br />Bir ağacın en uzak dalı gibi sessizce çürür<br />Ölüm, evet ölüm bile geç kaldıktan sonra</p>
<p><strong>BUGÜNDE ÖLMEDİM ANNE</strong></p>
<p>Yüreğimi bir kalkan bilip sokaklara çıktım<br />Kahvelerde oturdum çocuklarla konuştum<br />Sıkıldım, dertlendim ,sevgilimle buluştum<br />Bu gün de ölmedim anne.</p>
<p>Kapalıydı kapılar,perdeler örtük<br />Silah sesleri uzakta boğuk boğuk<br />Bir yüzüm ayrılığa, bir yüzüm hayata dönük<br />Bu gün de ölmedim anne.</p>
<p>Üstüme bir silah doğruldu sandım<br />Rüzgar, beline dolandığında bir dalın<br />Korktum, güldüm, kendime kızdım<br />Bu gün de ölmedim anne.</p>
<p>Bana böylesi garip duygular<br />Bilmem niye gelir ,nereye gider?<br />Döndüm işte; acı, yüreğimden beynime sızar<br />Bu gün de ölmedim anne.</p>
<p><strong>GÜL ÇİÇEK</strong></p>
<p>Geceyarısı, karanlık bir bozkırda<br />Işıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım<br />içinde onca insan, içinde dünya...<br />Soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkum<br />Ve bilmeyen sonsuzluk nedir,<br />Haklı olan kim bu kargaşada?<br />Ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir<br />Ucu bucağı olmayan bu çığlıgın<br />Ortasında nasıl barışılabilir?<br />Anlamak isterim, hangi yasa<br />Bir beşikle bir darağacını<br />Aynı ağaçtan, ne adına varedebilir?</p>
<p>Sorular sormak icin geldim şu dünyaya<br />Yasım acıların yasıdır<br />Boynumu üzgün bir çicek gibi kırıp da<br />Yollara düştügümde, başımda deniz köpüklerinden<br />Ya da sabah yellerinden bir taçla<br />Yürüdüğüme inanırdım - yanılırdım<br />Geceyi günle, acıyı sevinçle kardığım<br />Bu söylencenin bir yerinde durakladım<br />Ve anlatamadım, konuşamadım bir daha.</p>
<p>Acını ödünç ver bana, gözyaşlarını<br />Damarlarında uyuyan sevinci ödünç ver<br />Yitirdim çünkü onları da..<br />İlenmiyorum, el çırpmıyorum artık<br />Ne aklımda yaşadıklarım üstüne düşünceler<br />Ne de geleceğime dair bir tasa.<br />Gelirken çan çalmıyor yalnızlık<br />Bir adam, bir sokak, bir ev<br />Yüzle, gülüşler, susuşlar boyunca</p>
<p>Soruların vardı senin, ne çok soruların<br />Gözlerin dunyayı eleyip dururdu boyuna<br />Bir fısıltı gibi başladı sevgim<br />Çığlık oldu, kağıtlarda çiçek açtı sonra<br />Sonrası...Mutlu bile olduk bazı<br />Artık sen yadsısan da ne kadar<br />Ya da ben bilmiyorum mutluluk nedir<br />Anlatsın yollar, yollar, yollar...</p>
<p>Şimdi gece, soluğumu verdim içime<br />Az önce kağıtlara gül kuruları serptim<br />Dolaplardan kekik, nane kokuları çıkardım<br />Öylece serptim, seni yazacağım diye<br />Sen ki, deniz görmemiş bir deniz kızısın<br />Aklımın almadığı bir yerde, öylesin<br />Şimdi gece, iki kişilik bu yalnızlık<br />Bize artık yeter de artar bile...</p>
<p>Dünyanın ölümünü gördüm, suyun toprağın<br />En yakın dostlarımın birer birer<br />Vakitsiz açan çiçeklerin, vakitli doğan çocukların<br />Ölümünü gördüm, ama kimse<br />İnandıramaz beni öldüğüne sevgilerin!<br />Yaşam ki bir kum saatidir usulca akan<br />Dolan sevgilerimizdir biz boşaldıkca<br />Yaşımız biraz da sevgilerimizin akranıdır<br />Vereceğimiz tek şey budur dünyaya.</p>
<p>Şu dağılgan yüreğimi, şu köpüklere imrenen<br />Yüreğimi bir gün yollara atarsam<br />Bir gün bir nehir yataklarına dolarsam, korkarım<br />Suyumun coğu senden yana akacak<br />Bütün sözcüklere adını ekleyeceğim<br />Güldeniz, Gülekmek, Gülyağmur, Gülsarap<br />Gülaşk, Gülsiir, Gülahmet, Gülerhan<br />Ey gül yaşamım, yitip giden düşlerim!</p>
<p>Gecelerdi, solgun - sessiz tüterdi yüzün<br />Yatağımda bir kımıltıydın, dilimde türkü<br />Uykusunda konuşurken sesini öptüğüm<br />Varmak için beyninin kıvrak dağ yollarına<br />Kokundu, bedenimi saran o ince buğu<br />Esintisinde usul usul yürüdüğüm<br />Ki değişmem yaseminlerle, portakal ağaçlarıyla..</p>
<p>Sanki bir kız yürürdü yollarda<br />Evimin sokağına girer, paspasa ayaklarını silerdi<br />Kapımı açardı gümüş bir anahtarla<br />Sanki hep gelirdi, sevişirdik bazı, konuşurduk<br />Tozlu kitapların yığıldığı odalarda<br />Kalırdı duvarlarda gülüşünden bir tini<br />Yatağımda bedeninden bir oyuk.</p>
<p>Benimse ellerim titrerdi, alnının aklığından<br />Saçlarına saçlarına doğru titrerdi<br />Şimdi kağıtların üstünde gidip gelen ellerim<br />Titremiyor artık , yolunu biliyor şimdi<br />Geceyarılarını çoktan geçti<br />Bu şiir bitmeyince varolmayacak ellerim<br />Ellerim uykusuz, ellerim geberesiye yalnız<br />Süzülüp alçalıyor karanlığa doğru.</p>
<p>Bütün yaşamım seninle geçiyor belleğimden<br />Seninle var ve seninle sürüp gidecek artık<br />Bir akdeniz kentinde limon koklayan<br />Ve hep ufkun ardına bakan çocuk<br />Acıyı buldu sonunda, kanayan bir gülden<br />Çaldı yüzünü bir yaşamlık<br />Geçer şimdi dumanlı bir kentin sokaklarından<br />Şaire çıkar adı - az buçuk kaçık.</p>
<p>Yeryüzünden silinmiş ırkların sonuncusuyum ben<br />Oturup da şimdi aşk şiiri yazmam bundan<br />Gülsün köpek sürüsü, lime lime edip<br />Bu dizeleri, satsınlar haraç-mezat<br />Doğru, benden sonra da tufan kopmayacak<br />Ama haykıracağim laflarını tuzla kesip<br />Yitip giden bu aşkı, nefesim tukenene dek.</p>
<p>Beynime bir sarkaç gibi vuruyor sorular<br />Neresinde yanıldik biz bu yaşamın?<br />Hangi el bozdu büyüyü, hangi yazı<br />Acılara hüküm verdi, soldan sağa taşarak?<br />Kalbimde yillardır kabuk bağladı yaralar<br />Ödüm kopuyor, bir gun hepsi birden kanamaya başlayacak diye<br />Yenilmeyeceğim, boyun eğmeyeceğim hiçbir şeye<br />Hep direnen bir yanım kalacak<br />Adımın soluk izi, acının seyir defterinde.</p>
<p>şimdi gece, bindokuzyuzseksenikiyle<br />Üçyüzaltmışbeşi çarp - oradayım işte<br />Yorgun değilim, umarsızım yalnızca<br />Geçmişle geleceğin öpüştüğü yerde bir nokta<br />Gibiyim ve çoktan dürüldü defterim<br />Uçurumlar üstünde uçuşur dizelerim<br />Onlara köprü olacak bir beden yoksa da..</p>
<p>Bu benim yalnızlığım, dalsızlığım benim<br />Kana kana içtiğim çesmelerden susayarak ayrılmak<br />Titreyen bir ışık karanlıklarda<br />Onu kim görebilir, kim tanıyabilir?<br />Sonuda hep bir soruyla karşı karşıya kalmak<br />Boynumun borcu bu, ödenmedi yıllardır.</p>
<p>Her aşktan böyle bir şiir kaldı bende<br />Yaşamımın bir dilimini özetleyen<br />Unutuşun çiçekleri bunun için hic açmıyor<br />Donuyor bir gülüş tek bir dizede<br />Yaşanmış yüzlerce anı, buruk bir özlem<br />Çivileniyor beynimin bir yerlerine<br />Geride -hayır- acılar filan da kalmıyor<br />Bir boşluk yalnızca, uçurumlara özenen.</p>
<p>Nefret ediyorum ve seviyorum seni<br />Girdiğin bütün kapıları açık bırak<br />Birazdan git diyebilirim çünkü..<br />Çağım yalnız bırakmıyor beni, ellerini<br />Tutuşumda, usulca öpüşümde dudağını<br />Çağım aramızda çekilen kanlı bir bayrak<br />Uzayan, akan bir irin yolu gibi.</p>
<p>Sözcükleri güden çobanları var kalbimin<br />Beynimin yaşamı saran kıskaçları<br />Bitsin dediğim yerde bunun icin başlıyorum<br />Yitirdiğim her şeye dönüp de bakmam bundan<br />Sensin yalnızlığa uzanan yolların düğüm yeri<br />Ama şu anda içimde öyle çoğulsun ki<br />Böyle irkilmezdim dünyayı kucaklasam.</p>
<p>Çapraz yalnızlıklar astım göğsüme<br />Yollarda bir savaşçı gibi yürüdüğüm doğrudur<br />Gözlerle, dillerle kuşatilmis bir ülke<br />kalbimdir ona tek sınır<br />Susmayı bunun icin severim bir cığlık gibi<br />Donup kalır sesim kendi göğünde<br />Onu ne anlayan, ne de duyan bulunur.</p>
<p>Yaşamım sonsuz bir hac yolculuğuna dönüşüyor burada<br />Kendi içimde ya da uzak yollarda<br />Bulduğum ve yitirdiğim bütün varlıklar<br />Bir mozayiğe biçim veriyorlar sessizce..<br />Bende dünyanın acısıyla sevinci öpüşüyor<br />Irmakların birleştiği o nokta benim<br />İtilip tekmelendiğim bütün kapılarda<br />Bana atılan her taş şimdi çiçek açıyor.</p>
<p>Bir gün anlarsın beni neden suskunum<br />Dünya içimde konuşurken böyle<br />Bedenimi aşıyor yorgunluğum<br />Karşında oturduğum masalardan dökülüp saçılıyor<br />Bu öyle bir cığlık ki, susuşlar kalıyor geride<br />Ondan öte her söz bir saçmalığı büyütüyor.</p>
<p>Adını çoktan unuttun yüzün aklımda<br />Ve bu şiiri neden sana adadığımı bilmiyorum<br />Ama her güzellik nasılsa kendi adını bulur<br />Bunun için ben Gül dedim sana..<br />Yine de bir çiçeğe bunca yağmur yağarsa<br />Kökleri toprağı saramaz olur<br />Üstüne titrediğim her şeyi yitirmeyi öğrendim çoktan</p>
<p>Söylenecek bir tek sözüm kalmazsa<br />Çizerim yüzünü kuşların kanatlarına<br />Her çırpınışta gökyüzüne dağılır<br />Yüzün, hücrelerine varana dek uçuşur.</p>
<p>Kağıtların aklığına aşkın tortusu çöküyor<br />Parklar, sokaklar, söylenmiş ya da söylenmemiş sözler</p>
<p>Yazdıkça biraz daha unutuyorum seni<br />Ve her yerde düş tacirleri, şiirseviciler<br />Bir şeyleri yorumlayıp duruyorlar aptalca<br />Büyüteçlerle inceliyorlar şu yitik ömrümüzü<br />Ben aşkın son hasatçısı, son peygamber<br />Gülünç, soyu tükenmiı bir varlığı oynuyorum boyuna.</p>
<p>Sana artık bir sığınak olsun bu şiir<br />Noterlere ver onaylasınlar - her hakkı saklıdır<br />Düşün, kalemimi sen tuttun yazarken<br />Yeni okula başlayan bir çocuğa yardım eder gibi<br />Öyle acemilikler yaptım ki ben<br />Hiç kalır bu şiir onların yanında ve<br />Nasıl ayaktayım diye şaşıyorum bazen.</p>
<p>Görüp göreceği son şey bu şiirdir dünyanın<br />Çığlığımdan arta kalan bunlar olacak<br />Aklımın son kırıntılarını da burada harcıyorum<br />Bundan böyle ibreler hep eskiye vuracak<br />Yakınmıyorum, yerinmiyorum hiçbir şeyle<br />Kalırsa odalarda unutulmuş birkaç şiir<br />Bir yeniyetmen in altını çizeceği dizeler benden<br />Senin adın nasılsa bir gün hepsini tamamlayacak</p>AHMET HAMDİ TANPINAR HAYATI ve ESERLERİ2012-04-06T17:15:25+00:002012-04-06T17:15:25+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/2073-ahmet-hamd-tanpinar-52889053.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: center;"><span style="color: #ff0000; background-color: #ccffff;"><strong> AHMET HAMDİ TANPINAR<a title="BİYOGRAFİLER" href="https://www.liseedebiyat.com/byografler.html" rel="alternate"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/ahmethamditanpnar.jpg" alt="" /></a></strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">1962 yılının 24 Ocağında dünyaya veda eden Tanpınar’ı ölümünün 42. yılında hatırlamak/hatırlatmak istedik. Tanpınar, Türk edebiyatında kendine özgü yeri olan farklı bir edebî şahsiyettir. Tanpınar üzerine o kadar çok yazı yazılmış ve konuşulmuştur ki biz burada söylenenler üzerine yeni fikirler ileri sürmeyeceğiz. Tanpınar’ın Türk edebiyatındaki önemine değinerek ve onu bir nebze de olsa ölüm yıldönümü nedeniyle hatırlayarak kendisine olan vefa borcumuzu yerine getirmeye çalışacağız.</p>
<p style="text-align: justify;">Tanpınar, önce mesleği, daha sonra yazdıklarıyla isminin önüne sayısız sıfatlar getirilebilecek türden verimli, verimli olduğu kadar da eserleriyle Türk düşünce ve edebiyatına ismini büyük harflerle yazdırmayı başarabilmiş bir düşün ve edebiyat adamıdır: Romancı, öykücü, şair, edebiyat tarihçisi, deneme yazarı, eleştirmen, tiyatro yazarı; musıkî, plâstik sanatlar, mimarî; kültür ve düşünce tarihimiz üzerine yaptığı katkılarla çok boyutlu konularda derinlemesine fikirler ileri sürüp kalem oynatmış bir yazar... Bir de bunlara akademisyenliğinin yanında siyaset adamlığını da ekleyebiliriz. Altmış yıllık ömründe verimliliği tartışılamayacak birisidir o.</p>
<p style="text-align: justify;">Tanpınar, Bende şiir esastır. Oradan etrafa genişlerim. ifadesiyle şairlik vasfını her şeyin önünde tutmaktadır. Şiir, sanatçının bütün ketumluğunu olabildiğince üzerinde taşıyan bir nokta olmuştur. Onda şiirin esas olması bütün olaylara ve olgulara karşı sanatçı kişiliğinin gözüyle baktığı anlamına gelir. Bütün diğer eserleri birer şiirdir. Romanları, hikâyeleri, makaleleri, denemeleri ve hatta edebiyat tarihçiliği bile şiir dilinin gizemli koridorlarında dolaşan bir sırdır âdeta. Eserleri, özellikle şiirleri okundukça çoğalan, çoğaldıkça etrafa yayılan anlamlar dünyasının merkezini oluşturur.</p>
<p style="text-align: justify;">Tanpınar, bütün boyutlarıyla ele alındığında, kendi şahsî masalının derinden derine gizli bir örgüyü taşıdığı görülür. Bu şahsî masal yalnız örülmüştür. Tanpınar, bu şahsî masalı örerken Türk toplumunun sosyal ve tarihî arka plânını kendine dekor olarak benimsemiştir. Kendine özgü ve şaşırtıcı yorumlarıyla hâlâ bu şahsî masalı aydınlatmaya çalışırız. Tanpınar’ın anlattığı masal, kendi yalnızlığıdır: Ben hatta asrımda yalnızım. der. İleri sürdüğü fikirlerle hemen bütün eserleriyle ilgi odağı hâline gelerek edebiyatımızın, kültürümüzün ve Türk fikir hayatının klâsikleri arasında yer almaya her yönüyle lâyıktır.</p>
<p style="text-align: justify;">Şiirlerini, hocası Yahya Kemal gibi, müthiş bir dikkat ve titizlikle kaleme almıştır. Şiirinde hiçbir gündelik düşüncenin ve basit yargının etkisi altında kalmaksızın estetik kaygıyı ön plâna aldığı görülür. Tanpınar Türk edebiyatında; estetik anlayışı batılı bir formda anlayarak içeriğine Türk kültür mirasının mücevherlerini yansıtmış ve derinleştirmiş bir sanatçıdır. O bu hâliyle bir estettir. Estetik kaygı onun bütün eserlerinde görülen gizli bir ruhtur. Şairanelik adına yapılmayan bir estetiktir bu. Şiir belirgin bir zihin ve ruh yapısının yazıya yansıtılış şeklidir. Tabiata da sanat yapıtlarına da bu estetik kaygı ile ve bu anlayışla bakar. Bu yönüyle gerçek bir estettir Tanpınar.</p>
<p style="text-align: justify;">Tanpınar’ın şiir dili Türkçenin ışıldayan kristal avizesi gibidir. Onun şiirinde eski sözcükler sonradan görmelerin gösteriş adına taktıkları pahalı süsler gibi durmaz. Onun dili kullanma biçimi tarihle, kültürle her şeyden önemlisi medeniyet anlayışıyla bir bütünlük içindedir. Onun şiir dilinden çıkan ışıltılar, geleceğe ışık tutar. Eskiyi anda yorumlayarak geleceğin parıltılı bir kutup yıldızıdır. Sözcükleri bir kuyumcu gibi bütün titizliğiyle ve dikkatiyle ölçüp biçer. Şiirlerinde ne bir fazlalık ne de bir eksiklik görülür.</p>
<p style="text-align: justify;">Tanpınar’ın diğer eserleri de şiirleri gibi dil işçiliğinin estetikle yoğrulmuş hâlini yansıtır. Hem şiirlerinde hem de diğer eserlerinde ortak olan duygu medeniyet buhranıdır. 20. yüzyıl Türk fikir hareketinin içinde önemli ve farklı bir yere sahip olan Tanpınar, medeniyet krizinin sosyal hayatımız içerisindeki yansımalarını okumaya çalışır. Kültür tarihimizin derinliklerinde unutulan önemli meseleleri gün yüzüne çıkararak önemli tartışma alanları oluşturmuştur. Kültürümüze ve tarihimize yeni bir gözle bakmayı teklif eden Tanpınar, geçmişin kültür mirasını anda yorumlayarak anlamaya ve geleceğe aktarmaya çalışmıştır. Tanzimatla birlikte pusulasını batıya çeviren Türk toplumunun yaşadığı batılı düşünme tarzının, yaşam biçiminin, estetiğinin ve sanatının yarattığı derin zihinsel bunalımı eserlerine yansıtmıştır Tanpınar.</p>
<p style="text-align: justify;">Medeniyet buhranını kendi bireysel dünyasında yaşayan Tanpınar, entellektüel olmanın yalnızlığını içten içe yaşamıştır. Ne içindeyim zamanın, / Ne de büsbütün dışında; / Yekpâre, geniş bir ânın / Parçalanmaz akışında dizeleriyle doğu ile batı arasında sıkışmış bireyin medeniyet bunalımı içindeki kararsızlığını ifade eder. O ne zamanın içinde ne de dışındadır. Bazen anın bazen zamanın adamıdır. Kimi zaman da ikisi de değildir. Ne Şarktadır ne Garptadır. Olup ile olamamanın eşiğindedir.</p>
<p style="text-align: justify;">Felsefî okumalarla romanlarını ve hikâyelerini zenginleştiren Huzur romanı eşikte olup olamamanın, zamanın içinde ve dışında olmanın gizli bir kaderini anlatır. Mümtaz, kültür ve medeniyet bunalımının önemli bir tipolojisi hâline gelir Huzurda. Huzur, Tanpınar’ın hâlâ üzerinde konuşulan ve tartışılan önemli bir eseri olmasının yanı sıra, roman kahramanı Mümtazın yaşadığı çelişkiler, bunalımlar, kültür tarihimizin zenginliği estetik bir tarzda ele alınır. Nasıl ki Mümtaz hayatın tahtaravallisinde bir o yana bir bu yana salınıyorsa Tanpınar da Mümtazın kader birlikteliğini paylaşır. Mümtazla birlikte Tanpınar da kaderin sarkacında doğu ile batı arasında salınıp durur. Kader, Huzurda bireyleri şiir ve musikinin kışkırtıcı güzelliğinde avutur. Bireylerin kişisel hayatından yola çıkarak toplumsal hayatın bütününü yansıtmaya çalışır. Hem doğu hem batı felsefesinin iç içeliğine şahit oluruz Huzurda.</p>
<p style="text-align: justify;">Freud ve Bergson gibi batılı filozofların Tanpınar’daki etkisi bütün eserlerinde görülür. Rüya kavramı bu filozofların fikirleri etrafında romanlarına ışık tutar. Doğunun mistik felsefesini batılı bir dikkatle anlamaya çalışır. Bu anlama çabası süreklidir. Tanpınar, bitmemişlik hissini o kadar kuvvetle hissettirir ki Mahur Bestesi bu yönüyle sanatçının kaderini temsil eder. Çünkü bu metni bitmemiş olarak buluruz. Fikirleriyle hâlâ güncelliğini ve tazeliğini korumaktadır.</p>
<p style="text-align: justify;">Modern Türk edebiyatı bir medeniyet kriziyle başlar. diyen Tanpınar, doğu medeniyeti ve batı medeniyeti sorununu derinlemesine yaşar. Doğu batı çatışmasını Türk insanının yaşadığı değerler kargaşası olarak görür. Türk fikir hayatına dair önemli düşünceler ileri süren sanatçı, hikâye ve romanlarında medeniyet buhranını, zihniyet ikiliğini tema olarak alır. Şiir, söylemekten ziyade bir susma işidir. İşte o sustuğum şeyleri hikâye ve romanlarımda anlatırım. diyerek doğu batı zıtlığına ait fikirlerini bu metinlerde görürüz. Öyle ki Yahya Kemal, Şeyh Galip, Bakî ve Nedim ile birlikte Fransız şiirinin Baudelaire, Mallarme, Valéry gibi farklı medeniyetlere ait sanatçılarını Tanpınar’da kol kola görürüz.</p>
<p style="text-align: justify;">Tanpınar’ın hikâyeleri de bahsettiğimiz doğu batı ikiliğinin gölgesi altında kalır. Bu felsefî anlayışına uygun dil geliştiren Tanpınar, İnsanı çok darlaştırdık, hedefler çok belli. Hayat birçoklarının kafasında zenginliğini kaybetmiş gibi. diyerek hayatı bütüncül bir bakış açısıyla yakalamaya çalışan insanı öykülerinde arar. Erzurumlu Tahsin hikâyesi hayata karşı geniş ufukla bakmaya çalışan bir kişiyi anlatır.</p>
<p style="text-align: justify;">Tanpınar, hayatı ve hayata dair her ayrıntıyı güzelliğin ve musikinin dayanılmaz hoşluğu içinde aramaya çalışmıştır. O bütün varlıkları ve nesneleri görüntüsüyle değil içinde taşıdıkları güzellikleriyle ve insanı şaşırtan derin anlamlarıyla yorumlamaya çalışır. Tanpınar’ın zengin kurgu atmosferi herkesi kendi içine çekerek insanın kendisine ayna tutar. Gözleri kamaştıran bir mücevher, bir kutup yıldızıdır o. Son sözü Tanpınar’a bırakalım:</p>
<p style="text-align: justify;">...Başım sükûtu öğüten</p>
<p style="text-align: justify;">Uçsuz, bucaksız değirmen;</p>
<p style="text-align: justify;">İçim muradına ermiş</p>
<p style="text-align: justify;">Abasız, postsuz bir derviş;...</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify;">Turgut BAĞRI AÇIK</p>
<p style="text-align: justify;">Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni</p>
<p style="text-align: center;"><span style="color: #ff0000;"><strong style="font-size: 12.16px;">İLGİLİ İÇERİK:</strong></span></p>
<p style="text-align: center;"><span style="color: #0000ff;"><a style="color: #0000ff; text-decoration: underline;" href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=4084&catid=234&Itemid=36">BEŞ ŞEHİR - AHMET HAMDİ TANPINAR</a></span></p>
<p style="text-align: center;"><span style="color: #0000ff;"><a style="color: #0000ff; text-decoration: underline;" href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=4083&catid=234&Itemid=36">SAHNENİN DIŞINDAKİLER ÖZETİ - AHMET HAMDİ TANPINAR</a></span></p>
<p style="text-align: center;"><span style="text-decoration: underline;"><span style="color: #0000ff; text-decoration: underline;"><a style="color: #0000ff; text-decoration: underline;" href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=2847&catid=36&Itemid=3">AHMET HAMDİ TANPINAR İLE MÜLAKAT</a></span></span></p>
<p style="text-align: center;"><span style="text-decoration: underline;"><span style="color: #0000ff; text-decoration: underline;"><a style="color: #0000ff; text-decoration: underline;" href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=46&catid=33&Itemid=3">AHMET HAMDİ TANPINAR</a></span></span></p>
<hr title="TANPINAR, Ahmet Hamdi/İSLAM ANS" alt="TANPINAR, Ahmet Hamdi/İSLAM ANS" class="system-pagebreak" />
<p style="text-align: center;"><strong><span style="color: #ff0000;">Ahmet Hamdi TANPINAR / İSLAM ANS</span><a title="BİYOGRAFİLER" href="https://www.liseedebiyat.com/byografler.html" rel="alternate"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/ahmethamditanpnar.jpg" alt="" /></a></strong></p>
<p style="text-align: center;">(1901-1962)</p>
<p style="text-align: center;">Cumhuriyet dönemi şairi, romancı, deneme yazarı ve edebiyat tarihçisi.</p>
<p style="text-align: justify;">23 Haziran 1901'de İstanbul Şehzadebaşı'nda doğdu. Babası çeşitli yerlerde nâiblik ve kadılıklardan sonra Antalya kadılığından emekli Hüseyin Fikri Efendi'dir. Aslen Batumlu olan aile Mızrakçıoğulları veya Müftîzâdeler diye bilinir. Annesi Trabzonlu Kansızzâdeler'den deniz yüzbaşısı Ahmed Bey'in kızı Nesibe Bahriye Hanım'dır. Çocukluğu babasının görevli bulunduğu Ergani Madeni, Sinop, Siirt, Kerkük ve Antalya'da geçti. Bundan dolayı İstanbul'da Ravza-i Terakki İbtidâî Mektebi'nde, Sinop ve Siirt rüşdiyelerinde, Siirt Katolik Dpminiken misyonerlerinin özel okulunda, Kerkük, Vefa ve Antalya liselerinde okudu. 1918'de yükseköğrenime devam etmek için İstanbul'a gelerek bir yıl Baytar Mektebi'nde yatılı öğrenci oldu. Ertesi yıl Darülfünun Edebiyat Fakültesi'nin önce tarih, ardından felsefe şubelerine girmekteki kararsızlığı sırasında lise öğrencisiyken şiirlerinden tanıdığı Yahya Kemal'in (Beyatlı) Edebiyat Şubesi'nde ders verdiğini öğrenince kaydını bu şubeye yaptırdı. Burada başta Yahya Kemal olmak üzere Mehmed Fuad Köprülü, Cenab Şahabeddin, Ömer Ferit Kam, Babanzâde Ahmed</p>
<p style="text-align: justify;">Naim gibi hocaların derslerine devam etti. 1923'teŞeyhinin Hüsrev ü Şirin'i üzerine hazırladığı tezle mezun olarak Erzurum (1923), Konya (1926), Ankara (1927) ve İstanbul Kadıköy (1932) liselerinde, Ankara Gazi Terbiye Enstitüsü'nde (1930) öğretmenlik yaptı. Güzel Sanatlar Akademisi'nde Ahmed Hâşim'in ölümüyle boşalan estetik mitoloji derslerini vermekle görevlendirildi (1933). Edebiyat Fakültesi'nde 1939'da Tanzimat'ın 100. yılı münasebetiyle XIX. Asır Türk Edebiyatı adıyla bir kürsü kurulunca Maarif Vekili Hasan Âli Yücel tarafından bu kürsüye profesör tayin edildi. 1943-1946 yılları arasında Maraş milletvekili olarak bulunduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde aktif bir çalışması olmadı. 1946 seçimlerinde parti tarafından aday gösterilmeyince bir süre Millî Eğitim Bakanlığı'nda orta öğretim müfettişliği yaptı. 1948'de akademideki estetik hocalığına ve 1949'da Edebiyat Fakültesi'ndeki kürsüsüne döndü. Son yılları çeşitli sağlık sorunlarıyla geçti. 23 Ocak 1962 tarihinde kalp krizi sonucunda öldü. Süleymaniye Camii'nde kılınan cenaze namazından sonra Rumelihisarı'nda Yahya Kemal'in mezarının yanı başına defnedildi. Mezar taşı üzerinde çok bilinen bir şiirinin iki mısraı yazılıdır: "Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında." 1953'te altı ay, 1955'te üç hafta (Paris Filmoloji Kongresi), 1955'te bir ay (Venedik Sanat Tarihi Kongresi), 1957de bir hafta (Münih Müsteşrikler Kongresi), 1958'-de bir hafta (Venedik Padua'da Felsefe Kongresi) ve 1959'da bir yıl süreyle olmak üzere altı defa yurt dışına çıkan Tanpınar bu sürelerin büyük bir kısmını Paris'te geçirmiş, arada İngiltere, Belçika, Hollanda, İspanya, İtalya, Almanya ve Avusturya'ya geçerek buraları tanıma imkânı bulmuştur. Gayri Menkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu, Yahya Kemal'i Sevenler Derneği ve Fransa'daki Marcel Proust Dostları Derneği üyesiydi.</p>
<p style="text-align: justify;">Tanpınar, divan şiirinin ve aruzun terk edildiği bir ortamda henüz emekleme döneminde olan hece şiirini canlandırmaya gayret eden, poetika meseleleri üzerinde kafa yoran, mizaç bakımından metafizik ve mistik eğilimlere sahip bir nesle mensuptur. Fakültedeki öğrenimi sırasında kendisinden büyük bir minnet duygusuyla bahsettiği Yahya Kemal onun Batı edebiyatı ve divan şiiri zevki, bir şiir dilinin oluşumu yanında millet ve tarih hakkındaki görüşlerinin gelişmesinde rol oynamıştır. Dönem arkadaşlarının birçoğu ileriki yıllarda edebiyat ve kültür alanlarında önemli eserler vermiştir. Özellikle Necip Fazıl (Kısakürek) ve Ahmet Kutsi ile (Tecer) derslerin dışında, hatta geceleri yatakhanelerinde bile estetik bir heyecanla yaptıkları sohbetlerde kendilerini şiirin büyüsüne kaptırmışlardı. Yahya Kemal'in gözetiminde Mustafa Nihat'ın (Özön) Dergâh dergisini yayımlamaya başlaması diğer gençlerle beraber onun da hayatında yeni bir ufuk açar. Derginin bir çeşit çalışma merkezi durumunda olan Nuruosmaniye'deki İkbal Kıraathanesi, Yahya Kemal ve Ahmed Hâşim'in devam ettiği, sanat, edebiyat ve memleket meselelerinin konuşulduğu önemli bir mahfil olur. Tanpınar'ın güzel sanatların diğer alanlarına ilgisinde ve kültürünün gelişmesinde öğretmenlik yıllarında bulunduğu çevrelerin de rolü olmuştur. Ankara'da kaldığı sırada ders verdiği Gazi Orta Muallim Mektebi'-ne bağlı Mûsiki Muallim Mektebi'nin diskoteğinde yer alan 200 kadar plak ve okulun Alman hocaları klasik Batı müziğini tanımasında önemli bir başlangıçtır. Güzel Sanatlar Akademisi'ndeki dersleri bu çevrede Batı plastik sanatlarına karşı ilgisini uyandırmıştır. Yahya Kemal'in 1933 yılı sonlarında yurda dönüşüyle beraber onun yardımıyla klasik Türk mûsikisinin büyük eserlerini dinlemiş, böylece zihninde iki kültürün, iki medeniyetin terkibi yahut armonisi fikrinin nüveleri teşekkül etmiştir.</p>
<p style="text-align: justify;">Şiir, roman, hikâye, deneme, eleştiri, inceleme ve araştırma, edebiyat tarihi gibi edebiyatın hemen her türünde eser veren Tanpınar'ın mimari, heykel, resim, müzik ve hat başta olmak üzere güzel sanat alanlarında da amatörlükten daha ileri bir seviyede, dikkate değer yorumları içeren makale ve denemeleri vardır. Bununla beraber daha çok şairliğiyle ön plana çıkmak istemiş, mektuplarında, mülakatlarında ve yazıları arasında bu yanını vurgulama gereği duymuştur. Yayımlanmış ilk makalesinin de "Şiir Hakkında" (1930) başlığını taşıması bu eğilimini gösterir. Şiir dışındaki diğer türlerde, hatta akademik seviyedeki eserlerinde bile şairane bir yorum ve dil / üslûp belirgindir. Kendi hayatı ve şahsiyeti için önemli ipuçları taşıyan, ölümünden kısa bir süre önce kaleme aldığı Antalyalı Genç Kıza Mektup"ta, "Ergani Madeni'nde üç yaşımda iken bir gün kendime rastladım. Ben sıcak ve buğulu bir camdan karla örtülü bir bayıra bakıyordum" diye başladığı iç dünyasının biyografisinde uzak çocukluk yıllarından gelen izlenimlerini âdeta bir şiir olarak yeniden kurduğu görülür. Gerek bu mektupta gerekse diğer eserlerinde sıkça tekrarladığı bakmak, hayranlık ve lezzet gibi anahtar kavramlar onun psikolojisine, oradan da estetik düşüncelerine ışık tutar. Bunların anlattığı ortak duygu bir temaşa psikolojisiyle açıklanabilir. Mektuptaki cümlede geçen "buğulu cam" sözünün arkasında nostaljiyle karışık, fakat daha çok empresyonist denebilecek ifade tarzı dikkate alındığında onun estetik programının büyük bir parçası elde edilir.</p>
<p style="text-align: justify;">Yayımlanmış ilk şiiri "Musul Akşamlan", Celâl Sahir'in (Erozan) yayımladığı bir dizide Altıncı Kitapta (Temmuz 1920) çıkar. Daha sonraki şiirleri Dergâh, Millî Mecmua, Anadolu Mecmuası, Hayat, Görüş, Yeni Türk Mecmuası, Varlık, Kültür Haftası, Ağaç, Oluş, Ülkü, İstanbul, Aile, Yeditepe gibi kültür ve edebiyat dergilerinde yayımlanır. Ölümüne yakın zamanda yaptığı bir seçimle Şiirler adıyla basılan kitabında otuz yedi şiir bulunmaktadır. Bu kitaba girmemiş olanlarla birlikte ölümünden sonra bir araya getirilen Bütün Şiirlerinde sayı 100'ü bulmaktadır. Form bakımından klasik bir şiir eğitiminin gerektiğine, şiirde kulağın önemine inanan Tanpınar'ın sağlığında kitabına aldığı şiirlerin hepsi hece vezniyledir. Bununla beraber hece vezninde aruz ahengini aradığını kendisi ifade etmektedir. Mısralarında da açık ve kapalı hecelerin sıralanışında aruza yaklaşan bir armoni hissedilir. Şiirlerinin çoğunda müzik, rüya, zaman, sonsuzluk temaları etrafında ve bunlara bağlı olarak tabiat. ışık. aşk, ölüm, korku gibi motifler yer alır. Kendi şiirleri için "dilde rüya halini kurmak" gibi bir formülden bahseder. Bu özellikleri dikkate alındığında Yahya Kemal'den çok edebiyat çevrelerinde Yahya Kemal'e rakip görünmüş olan Ahmed Hâşim'e benzerliği dikkati çeker. En azından mizaç olarak Hâşim'e daha yakın ve ilk şiirlerinde onun etkileri daha açık biçimde görünür. Genellikle şiir ve özellikle kendi şiiri için ölçüsü büyük bir dikkat ve itina ile kelimeleri seçmek, gereken sesi bulmakta kulağın kontrolünü sağlamak, duygu ve düşünce birikimiyle mükemmelliğe erişmektir. Bu mükemmellik şiirin şekline, diline ve içeriğine aittir. Daha 1930'lu yıllarda Türk şiirinde vezin ve kafiyenin gereksizliği üzerine başlayan akımın karşısına çıkan Tanpınar vezin ve kafiye gibi arızî unsurların şiirin nizamını, mükemmeliyet dediğimiz kıvılcımı çıkartmak için zekânın madde ile mücadelesini temin ettiğini ileri sürer. Bununla birlikte Mehmet Kaplan onun son yıllarında denediği serbest şiirlerini de ayrı bir kitap halinde yayımlamayı düşündüğünü, fakat bunların mükemmeliyetinden her zaman şüphelendiğini söyler. Tanpınar'ın kendi hikâye ve romanları hakkındaki değer yargısı roman anlayışının da şiir anlayışından farklı olmadığı, yani onlarda da rüyanın nizamının hâkim olduğudur. Böylece rüya bir tarafıyla psikolojik bir tecrübe şeklinde romana girerken aynı zamanda eserin estetik değerinin önemli bir parçasını oluşturur. Burada psikolojiyi ilmî verilere dayanan, sadece pozitivist açıdan ve laboratuvar psikolojisi olarak değil, bu verilerden de hareketle daha geniş bir açıdan bakılarak Freud'dan Jung'a ve Bachelard'a kadar uzanan birçok teoriyi, hatta bunların yanında daha aykırı tecrübeleri, meselâ rüya hakkında metapsişik ve dinî yorumları da ihtiva eden insanlığın zengin bir birikimi olarak benimsendiği anlaşılmalıdır.</p>
<p style="text-align: justify;">Roman ve hikâyelerinin önemli temalarından biri zamandır. Bunda da Bergson'dan hareketle Marcel Proust'un etkisi dikkate alınmalıdır. Tanpınar da Proust gibi geçmiş zamanın peşindedir. Bu geçmiş ya ferdî planda olur (kendi hâtıralarının romanlarına geçişi yahut roman kahramanlarının hâtıralarının olaylar içindeki yeri) veya toplum hafızası denilebilecek millî tarih içindedir [Huzur, Mahur Beste, Sahnenin Dışındakiler romanlarıyla "Erzurumlu Tahsin" hikâyesi gibi yakın dönem tarihiyle iç içe olan eserlerinde). Zaman bir roman tekniği şeklinde de Tanpınar'-da önem kazanır. Huzur olay olarak yirmi dört saat içine sığdırılmakla beraber geriye dönüşlerle genişler. Böylece romanda zaman, kahramanlarının hatırladıklarını aktüel olana taşıyan, bu niteliğiyle de eserin hem muhtevasını hem tekniğini yöneten bir üslûp mekanizması özelliği kazanır. Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde ise zaman ironik bir dille romanın ana motiflerinden birini oluşturur. Tanpınar'ın romanlarına bir başka açıdan bir kültür romanı diye bakılabilir. Hemen hepsinde çok defa yazar veya sanatkâr olarak entelektüel kahramanların, bazan da ikinci derecedeki şahsiyetlerin diyaloglarında, iç konuşmalarında yakın devir tarihinden mimari, resim, hat ve mûsikiye, felsefî ve tasavvuf? meselelere kadar zengin bir kültür birikimi sergilenir. Bu sebeple onun romanları bu meselelere yabancı olmayan entelektüel okuyucular tarafından daha çok ilgi görmüştür.</p>
<p style="text-align: justify;">Edebiyatla ilgili yazıları, özellikle XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, zengin ve ayrıntılara dayanan bir belge tarihçiliğiyle edebî şahsiyetlerin ve metinlerin sanatkârca yorumunun sentezi karakterindedir. Eser edebiyat tarihleri arasında benzeri olmayan şeması, değer yargıları ve üslubuyla tek metoda bağlı kalmadan yazılmış yeni bir terkibin ürünüdür. İki cilt olarak düşünüldüğü halde tamamlanamayan eserin ilk cildi Tanzimat'tan başlayıp 1885'e kadar gelen dar bir zaman çerçevesine sıkışmıştır. Eserin orijinalliği zaman, çevre, ırk, ekol, kültür, medeniyet gibi faktörlerin her birinin sanatkâr ve eserinin oluşumunda farklı roller oynadığı tezine dayanmasıdır. Sınırlandırılmamış bir metot anlayışı bu rolleri eserin tabii akışı içinde belirler. Divan şiiri üzerine uzunca ve yeni görüşler getiren önemli bir girişten sonra "Garplılaşma Hareketine Umumi Bir Bakış" bölümüyle medeniyet-edebiyat ilişkilerine dikkati çeken yazar yakın yüzyılın divan ve halk şiiri üzerinde de durur. Edebî şahsiyetlerin gruplaşması meselesinde diğer edebiyat tarihlerinden farklı bir tutum sergiler. Bir taraftan kişileri birbirine yaklaştıran bağları keşfederken türlerin gelişmesini de bütün eser boyunca bir fon olarak izler.</p>
<p style="text-align: justify;">Cumhuriyet neslinin ilk öğretmenlerinden olan Tanpınar kendi ifadesiyle 1932 yılına kadar radikalist bir Batıcıdır ve Doğu'yu tamamıyla reddetmektedir. Bu dönem Erzurum, Konya ve Ankara'daki öğretmenlik yıllarına rastlar. Henüz makalelerinin pek yayımlanmadığı bu yıllarda bu tutumuyla ilgili tek bilgi, 1930 yılı Ağustosunda Ankara'da toplanan Türkçe ve Edebiyat Muallimleri Kongresi'nde divan edebiyatının lise programlarından çıkarılması ve edebiyat tarihinin Tanzimat'tan sonraki dönemle başlatılması hakkındaki teklifidir. 1932'de İstanbul'a gelen ve özellikle 1934'ten itibaren Yahya Kemal'in çevresine yeniden giren Tanpınar'ın bundan sonraki tutumu daha terkibi bir mahiyet kazanır. Yenileşmenin gereğine inanmasına, hatta yenilikleri ve devrim hareketlerini yüceltme gayretine rağmen Osmanlı medeniyetinin ve kültürünün, bunları doğuran büyük değerlerin giderek kaybolmasından gelen bir iç sızısı, bitip tükenmez bir nostalji de hissedilir. Bu tür yazıları (romanlarındaki parçaları) içinde halk ve divan şiirinden mısralarla şarkı güfteleri, bazan bizzat müziğin bunlara refakati bu nostaljik duyguları güçlendirmektedir. Bu arada hemen bütün romanlarının tema-tik yapıları dışında bir dönemin yahut bir sosyal sınıfın eleştirisini içerdiği ileri sürülmüştür. Böylece bir tarafıyla Mahur Beste II. Abdülhamid devrinin ve ilmiye sınıfının, Sahnenin Dışındakiler II. Meşrutiyet dönemi. Mütareke ve işgal yıllarının. Saatleri Ayarlama Enstitüsü Cumhuriyet dönemi ve yeni bürokrasinin, Aydaki Kadın Demokrat Parti döneminin sosyal eleştirisini ihtiva etmektedir.</p>
<p style="text-align: justify;">Tanpınar'ın "bütün hayata istikamet veren "Müslümanlık'tan, onun Türk medeniyetine vurduğu damgadan, sanata, yaşayışa yaptığı derin etkiden eserlerinin birçoğunda söz ettiğini belirten Berna Moran onda İslâmiyet'in temelde estetik bir sorun olduğu hükmünü verir. Bu değer yargısı Tanpınar'ın edebî eserleri dikkate alındığında yanlış olmamakla beraber günlüklerinde, "İnkılâpçılardan ayrılıklarım: Allah'a inanıyorum. Fakat tam Müslüman mıyım, bilmem. Fakat anamın, babamın dininde ölmek isterim ve milletimin Müslüman olduğunu unutmuyorum ve Müslüman kalmasını istiyorum" demesi {Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Baş başa, İstanbul 2007, s. 332) meseleye daha farklı açıdan bakılmasını gerektirir. Özellikle şahsiyetini, sanatını ve fikirlerini en olgun, aynı zamanda en komplike ve yoğun biçimde yansıtan Huzur’da din ve bunu çağrıştıran Hıran motifler sadece estetik bir sorun olma seviyesini aşarak bir inanç ve yaşama tarzı karakteri gösterir.</p>
<p style="text-align: justify;">Hayatta iken şahsiyeti ve eserleriyle yeterli ilgi görmeyen Tanpınar bu şikâyetini günlüklerinde ifade etmiştir. Ölümü üzerinden geçen on yıl sonrasında 1970'li yıllardan itibaren dikkate değer bir şekilde gittikçe artan bir okuyucu ve tenkitçi kitlesi bulmuştur. Bütün eserleri yeniden ve tekrar tekrar yayımlandığı gibi dergilerde ve defterlerinde kalmış, hatta tasarı ve müsvedde halinde bulunan yazıları, mektupları, günlükleri yayımlanarak ilgiyle okunmuştur. Bu ilgide eserlerinin gerek edebî teknik gerekse içerik bakımından getirdiği yenilikler yanında Türkiye'nin içine düştüğü bunalım ve toplum olaylarının da rolü vardır. Bir taraftan Batılılaşma ve yenileşme hareketleri, diğer taraftan körü körüne muhafazakârlık akımları karşısında Tanpınar'ın dikkate değer gözlemleri, değer yargıları, yeni ve dengeli bir sentez arayışları büyük bir okuyucu kitlesinin olduğu kadar pek çok araştırmacı ve eleştiricinin de ilgi odağını oluşturmuştur.</p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Eserleri</strong>. Tanpınar'ın kitaplarının ve süreli yayınlarda çıkan yazı ve şiirlerinin bibliyografyasını Ömer Faruk Akün yazısının sonunda vermiş (bk. bibi.), buna İlyas Dirin yenilerini eklemiştir (Hece, Vl/61 |Ocak 2002], s. 316-327).</p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Şiir:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Şiirler (İstanbul 1961); Bütün Şiirleri (İstanbul 1976). Değişik yayımlardaki farklar ve gerekli notlarla yayıma hazırlayan: İnci Enginün. Önceki kitabında yer alanlarla beraber dergilerden ve notları arasından derlenmiş 2007 basımında 100 şiir bulunmaktadır.</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>Hikâye:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Abdullah Efendi'nin Rüyaları (İstanbul 1943);</li>
<li style="text-align: justify;">Yaz Yağmuru (İstanbul 1955);</li>
<li style="text-align: justify;">Hikâyeler (İstanbul 1983). Önceki kitaplarındakilerle birlikte dergilerde bulunmuş olanlarla 2006 basımında on altı hikâye vardır.</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>Roman.</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;"><strong>Huzur</strong> (İstanbul 1949). 1948'de Cumhuriyet gazetesinde çıkan tefrikasıyla karşılaştırılarak Handan İnci tarafından hazırlanmış tenkitli basım (İstanbul 2000). Eleştiricilerin çoğunun her okuyuşta başka ve zengin bir tarafıyla karşılaştığını belirttiği Huzur, çeşitli yorumlara göre en güzel aşk romanı olmaktan başlayarak Türk aydınının trajedisinin; Doğu-Batı, eski-yeni problematiğinin; bir medeniyetin yükseliş ve çöküşünün; tabiatı, semtleri, tarihi ve sanat eserleriyle İstanbul'u yeniden keşfetmenin; Türk toplumunun üst yapıya ait sorunlarının maddî şartlarla ve üretimle çözümünün; ahlâk, toplum ve kültür değerleri çatışmasının; kâinat içinde insan hayatının ve talihin ne olduğu sorusuna cevap arayışın; hayatın mantık dışı seyrine mağlûp olmamanın; bir imparatorluk enkazı üzerine inşa edilen Cumhuriyette maddî ve manevî değerlerin sorumluluğunu yüklenecek aydının; insanın aradığı huzurun kendi içinde bulunuşunun ve bunun feragatle özdeş oluşunun romanıdır.</li>
<li style="text-align: justify;"><strong>Saatleri Ayarlama Enstitüsü</strong> (1954'te Yeni İstanbul gazetesindeki tefrikasından sonra İstanbul 1961). II. Abdülhamid, II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerini yaşayan Hayri İrdal'ın ağzından bu üç devrin eski ile yeni, Doğu ile Batı arasında kalmış, her biri Türk toplumunun farklı kesimlerini sembolize eden insanların trajedisinin ironik bir dille anlatımıdır.</li>
<li style="text-align: justify;"><strong>Sahnenin Dışındakiler</strong> (İstanbul 1973; 1950 yılında Yeni İstanbul gazetesindeki tefrikası ile karşılaştırılarak Şehnaz Aliş'in hazırladığı yeni basım: İstanbul 2005). Millî Mücadele'nin dışında kalan işgal altındaki İstanbul'da parti çekişmeleri, Mütareke yıllarının bezginliği, şahsî menfaatler peşinde koşanlarla memleket sevgisi taşıyan kişiler arasında Cemalin eski aşkı Sabiha'yı arayışını anlatır.</li>
<li style="text-align: justify;"><strong>Mahur Beste</strong> (İstanbul 1975). 1944'te Ülkü dergisinde tefrika edilirken yarım kalan, daha sonra yazarın tamamlayamadığı, ölümünden sonra basılan bu ilk romanının konusu 11. Abdülhamid döneminde geçmektedir. Behçet Bey'in yaşlılık günlerinden başlayan ve hayatına girmiş kişiler çevresinde genişleyerek geçmişe uzanan, belli bir kahraman yerine çoğu aynı aileden birçok kişinin portresinin başarıyla çizildiği eser son yüzyıl Osmanlı ilmiye sınıfının hikâyesi olarak değerlendirilmiştir. Huzur ve Sahnenin Dışındakilerde beraber bazı kahramanları ve olaylarıyla ortak bir "nehir roman" karakterindedir.</li>
<li style="text-align: justify;"><strong>Aydaki Kadın</strong> (İstanbul 1987). Tanpınar'ın ölümünden sonra Güler Güven tarafından müsveddeleri arasında bulunup düzenlenerek yarım kalmışlığı ve ara boşluklarıyla yayımlanmıştır. Aşk ilişkileri arasında konunun geçtiği Demokrat Parti iktidarı döneminin tenkidi kabul edilmektedir.</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>Deneme:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;"><strong>Beş Şehir</strong> (Ankara 1946; müellif tarafından yeniden ele alınmış 2. bs., Ankara 1960; M. Fatih Andı'nın ilk tefrikasını ve her iki basımı karşılaştırarak yaptığı tenkitli basım: İstanbul 2000). Tanpınar'ın eskinin büyük değerleriyle geleceğe uzanan Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul'un tarihî ve kültürel maceralarını, ümitlerini çok defa kendi gözlemlerine dayanarak anlattığı şehir monografileri kitabıdır.</li>
<li style="text-align: justify;"><strong>Yaşadığım Gibi</strong> (İstanbul 1970, haz. Birol Emil; ilâvelerle yeni basım: İstanbul 2005).</li>
<li style="text-align: justify;"><strong>Mücevherlerin Sırrı</strong> (İstanbul 2002; ilâvelerle İstanbul 2004). Her iki kitap Tanpınar'ın gazete ve dergilerde kalmış deneme yazılarının derlenmesinden oluşmaktadır.</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>İnceleme / Araştırma:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;"><strong>Tevfik Fikret:</strong> Hayatı, Şahsiyeti, Şiir ve Eserlerinden Parçalar (İstanbul 1937);</li>
<li style="text-align: justify;"><strong>Namık Kemal Antolojisi</strong> (İstanbul 1942);</li>
<li style="text-align: justify;"><strong>Ondokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarih</strong>i (İstanbul 1949, müellif tarafından genişletilmiş 2. bs., XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1956);</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;">Yahya Kemal (İstanbul 1962; Abdullah Uçman'ın notlarıyla, İstanbul 2001; Yahya Kemal'in ölümünden sonra kaleme aldığı fakat tamamlayamadığı bu eserde Tanpınar onunla ilgili hâtıraları ve izlenimleri arasında eski ve yeni tarz şiirlerini bir deneme üslubuyla tahlil etmektedir); Edebiyat Üzerine Makaleler (İstanbul 1969; ilâve ve değişikliklerle 7. bs., İstanbul 2005). Tanpınar'ın Türk ve Batı edebiyatıyla ilgili makalelerini ve ansiklopedi maddelerini ihtiva eden bu kitap Zeynep Kerman tarafından derlenmiş 117 yazıyı içermektedir. Tanpınar'ın Sahnenin Dışındakiler romanından sinemaya uyarladığı İki Ateş Arasında adlı bir senaryo denemesi vardır (İstanbul 1988). Bunların dışında Zeynep Kerman'ın derlediği mektupları Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Mektupları adıyla (Ankara 1974; ilâvelerle İstanbul 2007. 111 mektup) ve Canan Yücel Eronat'ın Tanpınar'dan Hasan Âli Yücel'e Mektupları (İstanbul 1997, on mektup), Alpay Kabacalı'nın Bedrettin Tuncel'e Mektuplun (İstanbul 1995, yedi mektup) yayımlanmıştır Günlükleri ise İnci Enginün ve Zeynep Kerman tarafından gerekli notlar ve açıklamalarla birlikte Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Başbaşa adı altında toplanmıştır (İstanbul 2007). Öğrencilerinin tuttuğu ders notları Edebiyat Dersleri (İstanbul 2002) ve Tanpınar'dan Yeni Ders Notları (İstanbul 2004) ismiyle basılmıştır. Tanpınar'ın Euripides'ten Alkestis (Ankara 1943), Elektra (Ankara 1943) ve Medeia (Ankara 1943), Henry Lechat'dan Yunan Heykeli (İstanbul 1945, Zühtü Müridoğlu ile birlikte) tercümeleri de bulunmaktadır.</p>
<p style="text-align: justify;">1970'li yıllardan sonra Tanpınar'a artan ilgiyle onun hayatı, hâtıraları, şahsiyeti ve eserlerindeki başlıca tema ve fikirleri üzerine çok sayıda eser ve makale yazılmış, tezler hazırlanmıştır. Abdullah Uçman ve Handan İnci tarafından hazırlanan Bir Gül Bu Karanlıklarda: Tanpınar Üzerine Yazılar adlı derlemenin 2. baskısı (İstanbul, ı s ) 2007 yılına kadar yayımlanan 8SS yazı ve yirmi yedi kitabın ayrıntılı bibliyografyası ile bunlardan seçilmiş 110 yazının metnini ihtiva etmektedir. Daha farklı bir bibliyografyayı İlyas Dirin ve Şaban Özdemir hazırlamıştır (Hece, VI/61, Ankara 2002, s. 328-340) Hakkında yapılan toplantılar ve anma günlerindeki konuşmalar ayrıca neşredilmiş, Yeditepe, Kitap Belleten, Türk Dili ve Edebiyatı, Kitaplık, Hece, Kaş-gar gibi pek çok dergi onun için özel sayı, dosya veya özel bölüm hazırlamıştır.</p>
<h6 style="text-align: justify;">BİBLİYOGRAFYA :</h6>
<h6 style="text-align: justify;">Mehmet Kaplan, Tanpınar'ın Şiir Dünyası, İstanbul 1963; a.mlf., "Bir Şâirin Romanı: Huzur", TDED, XII ¡1963), s. 33-86; XIII (1965), s. 29-42; Tahir Alangu, Cumhuriyet'ten Sonra Hikâye ve Roman, İstanbul 1965, III, 583-598; Hilmi Yavuz, Felsefe ve Ulusal Kültür, İstanbul 1975, s. 36-55; Turan Alptekin. Ahmet Hamdi Tanpmar: Bir Kültür Bir insan, İstanbul 2001; a.mlf., "Ahmet Hamdi Tanpınar ve Romanlan", Hürriyet Gösteri, sy. 242, İstanbul 2002, s. 46-51; M. Orhan Okay, Bir Hülya Adamının Romanı: Ahmet Hamdi Tanpınar, İstanbul 2010; a.mlf., "Tanpınar'ın Hikâyeleri Üzerine Notlar", Hece, IV/46-47, Ankara 2000, s. 176-181; a.mlf., "Şiirler, Romanlar, Akademik Yorgunluklar Arasında On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi", Toplumbilim, sy. 20, İstanbul 2006, s. 13-20; a.mlf., "Tanpınar, Ahmet Hamdi", TDEA, VIII, 225-232; a.mlf., "Tanpınar, Ahmet Hamdi", Tanzimat'tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, İstanbul 2001, II, 788-792; Kenan Akyüz, "Abdullah Efendinin Rüyaları", Ülkü, VI/68, Ankara 1944, s. 18-20; Necati Cumalı, "Tanpınar'ın Şiirleri", Varlık, sy. 548, İstanbul 1961, s. 153-157; Birol Emil, "Ahmet Hamdi Tanpınar", TY, IH/5 (1962), s. 49-50; Ömer Faruk Akün, "Ahmet Hamdi Tanpınar", TDED, XII (1963), s. 1-32; Hilmi Ziya Ülken, "Düşünür Bir Şairin Edebiyat Tarihi", Yeni İnsan, sy. 66, İstanbul 1968, s. 5-7; Selâhattin Hilav, "Tanpınar Üzerine Notlar", Yeni Dergi, IX/106, İstanbul 1973, s. 26-41; Fethi Naci, "Sahnenin Dışındakiler", a.e., X/l 10 (1973), s. 24-34; Berna Moran, "Saatleri Ayarlama Enstitüsü", Birikim, sy. 37, İstanbul 1978, s. 44-55; Gürsel Aytaç, "Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Çağ ve Toplum Hicvi", MK, 3/5 (1981), s. 7-13; Ekrem Işın, "Osmanlı İlmiye Sınıfının Romanı: Mahur Beste", Kita-lık, sy. 40, İstanbul 2000, s. 113-122; Fatma Tüysüzoğlu - Tolga Bektaş, "Ferahfeza Mucizesi: Huzur", a.e., sy. 63 (2003). s. 103-111.</h6>
<p style="text-align: right;"><strong><em>M. Orhan Okay, İslam ans. cilt,39</em></strong></p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: center;"><span style="color: #0000ff;"> <span style="color: #ff0000;"><strong style="font-size: 12.16px;">İLGİLİ İÇERİK:</strong></span></span></p>
<p style="text-align: center;"><span style="text-decoration: underline;"><span style="color: #0000ff; text-decoration: underline;"><a style="color: #0000ff; text-decoration: underline;" href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=4084&catid=234&Itemid=36">BEŞ ŞEHİR - AHMET HAMDİ TANPINAR</a></span></span></p>
<p style="text-align: center;"><span style="text-decoration: underline;"><span style="color: #0000ff; text-decoration: underline;"><a style="color: #0000ff; text-decoration: underline;" href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=4083&catid=234&Itemid=36">SAHNENİN DIŞINDAKİLER ÖZETİ - AHMET HAMDİ TANPINAR</a></span></span></p>
<p style="text-align: center;"><span style="text-decoration: underline;"><span style="color: #0000ff; text-decoration: underline;"><a style="color: #0000ff; text-decoration: underline;" href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=2847&catid=36&Itemid=3">AHMET HAMDİ TANPINAR İLE MÜLAKAT</a></span></span></p>
<p style="text-align: center;"><span style="text-decoration: underline;"><span style="color: #0000ff; text-decoration: underline;"><a style="color: #0000ff; text-decoration: underline;" href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=46&catid=33&Itemid=3">AHMET HAMDİ TANPINAR</a></span></span></p><p style="text-align: center;"><span style="color: #ff0000; background-color: #ccffff;"><strong> AHMET HAMDİ TANPINAR<a title="BİYOGRAFİLER" href="https://www.liseedebiyat.com/byografler.html" rel="alternate"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/ahmethamditanpnar.jpg" alt="" /></a></strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">1962 yılının 24 Ocağında dünyaya veda eden Tanpınar’ı ölümünün 42. yılında hatırlamak/hatırlatmak istedik. Tanpınar, Türk edebiyatında kendine özgü yeri olan farklı bir edebî şahsiyettir. Tanpınar üzerine o kadar çok yazı yazılmış ve konuşulmuştur ki biz burada söylenenler üzerine yeni fikirler ileri sürmeyeceğiz. Tanpınar’ın Türk edebiyatındaki önemine değinerek ve onu bir nebze de olsa ölüm yıldönümü nedeniyle hatırlayarak kendisine olan vefa borcumuzu yerine getirmeye çalışacağız.</p>
<p style="text-align: justify;">Tanpınar, önce mesleği, daha sonra yazdıklarıyla isminin önüne sayısız sıfatlar getirilebilecek türden verimli, verimli olduğu kadar da eserleriyle Türk düşünce ve edebiyatına ismini büyük harflerle yazdırmayı başarabilmiş bir düşün ve edebiyat adamıdır: Romancı, öykücü, şair, edebiyat tarihçisi, deneme yazarı, eleştirmen, tiyatro yazarı; musıkî, plâstik sanatlar, mimarî; kültür ve düşünce tarihimiz üzerine yaptığı katkılarla çok boyutlu konularda derinlemesine fikirler ileri sürüp kalem oynatmış bir yazar... Bir de bunlara akademisyenliğinin yanında siyaset adamlığını da ekleyebiliriz. Altmış yıllık ömründe verimliliği tartışılamayacak birisidir o.</p>
<p style="text-align: justify;">Tanpınar, Bende şiir esastır. Oradan etrafa genişlerim. ifadesiyle şairlik vasfını her şeyin önünde tutmaktadır. Şiir, sanatçının bütün ketumluğunu olabildiğince üzerinde taşıyan bir nokta olmuştur. Onda şiirin esas olması bütün olaylara ve olgulara karşı sanatçı kişiliğinin gözüyle baktığı anlamına gelir. Bütün diğer eserleri birer şiirdir. Romanları, hikâyeleri, makaleleri, denemeleri ve hatta edebiyat tarihçiliği bile şiir dilinin gizemli koridorlarında dolaşan bir sırdır âdeta. Eserleri, özellikle şiirleri okundukça çoğalan, çoğaldıkça etrafa yayılan anlamlar dünyasının merkezini oluşturur.</p>
<p style="text-align: justify;">Tanpınar, bütün boyutlarıyla ele alındığında, kendi şahsî masalının derinden derine gizli bir örgüyü taşıdığı görülür. Bu şahsî masal yalnız örülmüştür. Tanpınar, bu şahsî masalı örerken Türk toplumunun sosyal ve tarihî arka plânını kendine dekor olarak benimsemiştir. Kendine özgü ve şaşırtıcı yorumlarıyla hâlâ bu şahsî masalı aydınlatmaya çalışırız. Tanpınar’ın anlattığı masal, kendi yalnızlığıdır: Ben hatta asrımda yalnızım. der. İleri sürdüğü fikirlerle hemen bütün eserleriyle ilgi odağı hâline gelerek edebiyatımızın, kültürümüzün ve Türk fikir hayatının klâsikleri arasında yer almaya her yönüyle lâyıktır.</p>
<p style="text-align: justify;">Şiirlerini, hocası Yahya Kemal gibi, müthiş bir dikkat ve titizlikle kaleme almıştır. Şiirinde hiçbir gündelik düşüncenin ve basit yargının etkisi altında kalmaksızın estetik kaygıyı ön plâna aldığı görülür. Tanpınar Türk edebiyatında; estetik anlayışı batılı bir formda anlayarak içeriğine Türk kültür mirasının mücevherlerini yansıtmış ve derinleştirmiş bir sanatçıdır. O bu hâliyle bir estettir. Estetik kaygı onun bütün eserlerinde görülen gizli bir ruhtur. Şairanelik adına yapılmayan bir estetiktir bu. Şiir belirgin bir zihin ve ruh yapısının yazıya yansıtılış şeklidir. Tabiata da sanat yapıtlarına da bu estetik kaygı ile ve bu anlayışla bakar. Bu yönüyle gerçek bir estettir Tanpınar.</p>
<p style="text-align: justify;">Tanpınar’ın şiir dili Türkçenin ışıldayan kristal avizesi gibidir. Onun şiirinde eski sözcükler sonradan görmelerin gösteriş adına taktıkları pahalı süsler gibi durmaz. Onun dili kullanma biçimi tarihle, kültürle her şeyden önemlisi medeniyet anlayışıyla bir bütünlük içindedir. Onun şiir dilinden çıkan ışıltılar, geleceğe ışık tutar. Eskiyi anda yorumlayarak geleceğin parıltılı bir kutup yıldızıdır. Sözcükleri bir kuyumcu gibi bütün titizliğiyle ve dikkatiyle ölçüp biçer. Şiirlerinde ne bir fazlalık ne de bir eksiklik görülür.</p>
<p style="text-align: justify;">Tanpınar’ın diğer eserleri de şiirleri gibi dil işçiliğinin estetikle yoğrulmuş hâlini yansıtır. Hem şiirlerinde hem de diğer eserlerinde ortak olan duygu medeniyet buhranıdır. 20. yüzyıl Türk fikir hareketinin içinde önemli ve farklı bir yere sahip olan Tanpınar, medeniyet krizinin sosyal hayatımız içerisindeki yansımalarını okumaya çalışır. Kültür tarihimizin derinliklerinde unutulan önemli meseleleri gün yüzüne çıkararak önemli tartışma alanları oluşturmuştur. Kültürümüze ve tarihimize yeni bir gözle bakmayı teklif eden Tanpınar, geçmişin kültür mirasını anda yorumlayarak anlamaya ve geleceğe aktarmaya çalışmıştır. Tanzimatla birlikte pusulasını batıya çeviren Türk toplumunun yaşadığı batılı düşünme tarzının, yaşam biçiminin, estetiğinin ve sanatının yarattığı derin zihinsel bunalımı eserlerine yansıtmıştır Tanpınar.</p>
<p style="text-align: justify;">Medeniyet buhranını kendi bireysel dünyasında yaşayan Tanpınar, entellektüel olmanın yalnızlığını içten içe yaşamıştır. Ne içindeyim zamanın, / Ne de büsbütün dışında; / Yekpâre, geniş bir ânın / Parçalanmaz akışında dizeleriyle doğu ile batı arasında sıkışmış bireyin medeniyet bunalımı içindeki kararsızlığını ifade eder. O ne zamanın içinde ne de dışındadır. Bazen anın bazen zamanın adamıdır. Kimi zaman da ikisi de değildir. Ne Şarktadır ne Garptadır. Olup ile olamamanın eşiğindedir.</p>
<p style="text-align: justify;">Felsefî okumalarla romanlarını ve hikâyelerini zenginleştiren Huzur romanı eşikte olup olamamanın, zamanın içinde ve dışında olmanın gizli bir kaderini anlatır. Mümtaz, kültür ve medeniyet bunalımının önemli bir tipolojisi hâline gelir Huzurda. Huzur, Tanpınar’ın hâlâ üzerinde konuşulan ve tartışılan önemli bir eseri olmasının yanı sıra, roman kahramanı Mümtazın yaşadığı çelişkiler, bunalımlar, kültür tarihimizin zenginliği estetik bir tarzda ele alınır. Nasıl ki Mümtaz hayatın tahtaravallisinde bir o yana bir bu yana salınıyorsa Tanpınar da Mümtazın kader birlikteliğini paylaşır. Mümtazla birlikte Tanpınar da kaderin sarkacında doğu ile batı arasında salınıp durur. Kader, Huzurda bireyleri şiir ve musikinin kışkırtıcı güzelliğinde avutur. Bireylerin kişisel hayatından yola çıkarak toplumsal hayatın bütününü yansıtmaya çalışır. Hem doğu hem batı felsefesinin iç içeliğine şahit oluruz Huzurda.</p>
<p style="text-align: justify;">Freud ve Bergson gibi batılı filozofların Tanpınar’daki etkisi bütün eserlerinde görülür. Rüya kavramı bu filozofların fikirleri etrafında romanlarına ışık tutar. Doğunun mistik felsefesini batılı bir dikkatle anlamaya çalışır. Bu anlama çabası süreklidir. Tanpınar, bitmemişlik hissini o kadar kuvvetle hissettirir ki Mahur Bestesi bu yönüyle sanatçının kaderini temsil eder. Çünkü bu metni bitmemiş olarak buluruz. Fikirleriyle hâlâ güncelliğini ve tazeliğini korumaktadır.</p>
<p style="text-align: justify;">Modern Türk edebiyatı bir medeniyet kriziyle başlar. diyen Tanpınar, doğu medeniyeti ve batı medeniyeti sorununu derinlemesine yaşar. Doğu batı çatışmasını Türk insanının yaşadığı değerler kargaşası olarak görür. Türk fikir hayatına dair önemli düşünceler ileri süren sanatçı, hikâye ve romanlarında medeniyet buhranını, zihniyet ikiliğini tema olarak alır. Şiir, söylemekten ziyade bir susma işidir. İşte o sustuğum şeyleri hikâye ve romanlarımda anlatırım. diyerek doğu batı zıtlığına ait fikirlerini bu metinlerde görürüz. Öyle ki Yahya Kemal, Şeyh Galip, Bakî ve Nedim ile birlikte Fransız şiirinin Baudelaire, Mallarme, Valéry gibi farklı medeniyetlere ait sanatçılarını Tanpınar’da kol kola görürüz.</p>
<p style="text-align: justify;">Tanpınar’ın hikâyeleri de bahsettiğimiz doğu batı ikiliğinin gölgesi altında kalır. Bu felsefî anlayışına uygun dil geliştiren Tanpınar, İnsanı çok darlaştırdık, hedefler çok belli. Hayat birçoklarının kafasında zenginliğini kaybetmiş gibi. diyerek hayatı bütüncül bir bakış açısıyla yakalamaya çalışan insanı öykülerinde arar. Erzurumlu Tahsin hikâyesi hayata karşı geniş ufukla bakmaya çalışan bir kişiyi anlatır.</p>
<p style="text-align: justify;">Tanpınar, hayatı ve hayata dair her ayrıntıyı güzelliğin ve musikinin dayanılmaz hoşluğu içinde aramaya çalışmıştır. O bütün varlıkları ve nesneleri görüntüsüyle değil içinde taşıdıkları güzellikleriyle ve insanı şaşırtan derin anlamlarıyla yorumlamaya çalışır. Tanpınar’ın zengin kurgu atmosferi herkesi kendi içine çekerek insanın kendisine ayna tutar. Gözleri kamaştıran bir mücevher, bir kutup yıldızıdır o. Son sözü Tanpınar’a bırakalım:</p>
<p style="text-align: justify;">...Başım sükûtu öğüten</p>
<p style="text-align: justify;">Uçsuz, bucaksız değirmen;</p>
<p style="text-align: justify;">İçim muradına ermiş</p>
<p style="text-align: justify;">Abasız, postsuz bir derviş;...</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify;">Turgut BAĞRI AÇIK</p>
<p style="text-align: justify;">Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni</p>
<p style="text-align: center;"><span style="color: #ff0000;"><strong style="font-size: 12.16px;">İLGİLİ İÇERİK:</strong></span></p>
<p style="text-align: center;"><span style="color: #0000ff;"><a style="color: #0000ff; text-decoration: underline;" href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=4084&catid=234&Itemid=36">BEŞ ŞEHİR - AHMET HAMDİ TANPINAR</a></span></p>
<p style="text-align: center;"><span style="color: #0000ff;"><a style="color: #0000ff; text-decoration: underline;" href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=4083&catid=234&Itemid=36">SAHNENİN DIŞINDAKİLER ÖZETİ - AHMET HAMDİ TANPINAR</a></span></p>
<p style="text-align: center;"><span style="text-decoration: underline;"><span style="color: #0000ff; text-decoration: underline;"><a style="color: #0000ff; text-decoration: underline;" href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=2847&catid=36&Itemid=3">AHMET HAMDİ TANPINAR İLE MÜLAKAT</a></span></span></p>
<p style="text-align: center;"><span style="text-decoration: underline;"><span style="color: #0000ff; text-decoration: underline;"><a style="color: #0000ff; text-decoration: underline;" href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=46&catid=33&Itemid=3">AHMET HAMDİ TANPINAR</a></span></span></p>
<hr title="TANPINAR, Ahmet Hamdi/İSLAM ANS" alt="TANPINAR, Ahmet Hamdi/İSLAM ANS" class="system-pagebreak" />
<p style="text-align: center;"><strong><span style="color: #ff0000;">Ahmet Hamdi TANPINAR / İSLAM ANS</span><a title="BİYOGRAFİLER" href="https://www.liseedebiyat.com/byografler.html" rel="alternate"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/ahmethamditanpnar.jpg" alt="" /></a></strong></p>
<p style="text-align: center;">(1901-1962)</p>
<p style="text-align: center;">Cumhuriyet dönemi şairi, romancı, deneme yazarı ve edebiyat tarihçisi.</p>
<p style="text-align: justify;">23 Haziran 1901'de İstanbul Şehzadebaşı'nda doğdu. Babası çeşitli yerlerde nâiblik ve kadılıklardan sonra Antalya kadılığından emekli Hüseyin Fikri Efendi'dir. Aslen Batumlu olan aile Mızrakçıoğulları veya Müftîzâdeler diye bilinir. Annesi Trabzonlu Kansızzâdeler'den deniz yüzbaşısı Ahmed Bey'in kızı Nesibe Bahriye Hanım'dır. Çocukluğu babasının görevli bulunduğu Ergani Madeni, Sinop, Siirt, Kerkük ve Antalya'da geçti. Bundan dolayı İstanbul'da Ravza-i Terakki İbtidâî Mektebi'nde, Sinop ve Siirt rüşdiyelerinde, Siirt Katolik Dpminiken misyonerlerinin özel okulunda, Kerkük, Vefa ve Antalya liselerinde okudu. 1918'de yükseköğrenime devam etmek için İstanbul'a gelerek bir yıl Baytar Mektebi'nde yatılı öğrenci oldu. Ertesi yıl Darülfünun Edebiyat Fakültesi'nin önce tarih, ardından felsefe şubelerine girmekteki kararsızlığı sırasında lise öğrencisiyken şiirlerinden tanıdığı Yahya Kemal'in (Beyatlı) Edebiyat Şubesi'nde ders verdiğini öğrenince kaydını bu şubeye yaptırdı. Burada başta Yahya Kemal olmak üzere Mehmed Fuad Köprülü, Cenab Şahabeddin, Ömer Ferit Kam, Babanzâde Ahmed</p>
<p style="text-align: justify;">Naim gibi hocaların derslerine devam etti. 1923'teŞeyhinin Hüsrev ü Şirin'i üzerine hazırladığı tezle mezun olarak Erzurum (1923), Konya (1926), Ankara (1927) ve İstanbul Kadıköy (1932) liselerinde, Ankara Gazi Terbiye Enstitüsü'nde (1930) öğretmenlik yaptı. Güzel Sanatlar Akademisi'nde Ahmed Hâşim'in ölümüyle boşalan estetik mitoloji derslerini vermekle görevlendirildi (1933). Edebiyat Fakültesi'nde 1939'da Tanzimat'ın 100. yılı münasebetiyle XIX. Asır Türk Edebiyatı adıyla bir kürsü kurulunca Maarif Vekili Hasan Âli Yücel tarafından bu kürsüye profesör tayin edildi. 1943-1946 yılları arasında Maraş milletvekili olarak bulunduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde aktif bir çalışması olmadı. 1946 seçimlerinde parti tarafından aday gösterilmeyince bir süre Millî Eğitim Bakanlığı'nda orta öğretim müfettişliği yaptı. 1948'de akademideki estetik hocalığına ve 1949'da Edebiyat Fakültesi'ndeki kürsüsüne döndü. Son yılları çeşitli sağlık sorunlarıyla geçti. 23 Ocak 1962 tarihinde kalp krizi sonucunda öldü. Süleymaniye Camii'nde kılınan cenaze namazından sonra Rumelihisarı'nda Yahya Kemal'in mezarının yanı başına defnedildi. Mezar taşı üzerinde çok bilinen bir şiirinin iki mısraı yazılıdır: "Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında." 1953'te altı ay, 1955'te üç hafta (Paris Filmoloji Kongresi), 1955'te bir ay (Venedik Sanat Tarihi Kongresi), 1957de bir hafta (Münih Müsteşrikler Kongresi), 1958'-de bir hafta (Venedik Padua'da Felsefe Kongresi) ve 1959'da bir yıl süreyle olmak üzere altı defa yurt dışına çıkan Tanpınar bu sürelerin büyük bir kısmını Paris'te geçirmiş, arada İngiltere, Belçika, Hollanda, İspanya, İtalya, Almanya ve Avusturya'ya geçerek buraları tanıma imkânı bulmuştur. Gayri Menkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu, Yahya Kemal'i Sevenler Derneği ve Fransa'daki Marcel Proust Dostları Derneği üyesiydi.</p>
<p style="text-align: justify;">Tanpınar, divan şiirinin ve aruzun terk edildiği bir ortamda henüz emekleme döneminde olan hece şiirini canlandırmaya gayret eden, poetika meseleleri üzerinde kafa yoran, mizaç bakımından metafizik ve mistik eğilimlere sahip bir nesle mensuptur. Fakültedeki öğrenimi sırasında kendisinden büyük bir minnet duygusuyla bahsettiği Yahya Kemal onun Batı edebiyatı ve divan şiiri zevki, bir şiir dilinin oluşumu yanında millet ve tarih hakkındaki görüşlerinin gelişmesinde rol oynamıştır. Dönem arkadaşlarının birçoğu ileriki yıllarda edebiyat ve kültür alanlarında önemli eserler vermiştir. Özellikle Necip Fazıl (Kısakürek) ve Ahmet Kutsi ile (Tecer) derslerin dışında, hatta geceleri yatakhanelerinde bile estetik bir heyecanla yaptıkları sohbetlerde kendilerini şiirin büyüsüne kaptırmışlardı. Yahya Kemal'in gözetiminde Mustafa Nihat'ın (Özön) Dergâh dergisini yayımlamaya başlaması diğer gençlerle beraber onun da hayatında yeni bir ufuk açar. Derginin bir çeşit çalışma merkezi durumunda olan Nuruosmaniye'deki İkbal Kıraathanesi, Yahya Kemal ve Ahmed Hâşim'in devam ettiği, sanat, edebiyat ve memleket meselelerinin konuşulduğu önemli bir mahfil olur. Tanpınar'ın güzel sanatların diğer alanlarına ilgisinde ve kültürünün gelişmesinde öğretmenlik yıllarında bulunduğu çevrelerin de rolü olmuştur. Ankara'da kaldığı sırada ders verdiği Gazi Orta Muallim Mektebi'-ne bağlı Mûsiki Muallim Mektebi'nin diskoteğinde yer alan 200 kadar plak ve okulun Alman hocaları klasik Batı müziğini tanımasında önemli bir başlangıçtır. Güzel Sanatlar Akademisi'ndeki dersleri bu çevrede Batı plastik sanatlarına karşı ilgisini uyandırmıştır. Yahya Kemal'in 1933 yılı sonlarında yurda dönüşüyle beraber onun yardımıyla klasik Türk mûsikisinin büyük eserlerini dinlemiş, böylece zihninde iki kültürün, iki medeniyetin terkibi yahut armonisi fikrinin nüveleri teşekkül etmiştir.</p>
<p style="text-align: justify;">Şiir, roman, hikâye, deneme, eleştiri, inceleme ve araştırma, edebiyat tarihi gibi edebiyatın hemen her türünde eser veren Tanpınar'ın mimari, heykel, resim, müzik ve hat başta olmak üzere güzel sanat alanlarında da amatörlükten daha ileri bir seviyede, dikkate değer yorumları içeren makale ve denemeleri vardır. Bununla beraber daha çok şairliğiyle ön plana çıkmak istemiş, mektuplarında, mülakatlarında ve yazıları arasında bu yanını vurgulama gereği duymuştur. Yayımlanmış ilk makalesinin de "Şiir Hakkında" (1930) başlığını taşıması bu eğilimini gösterir. Şiir dışındaki diğer türlerde, hatta akademik seviyedeki eserlerinde bile şairane bir yorum ve dil / üslûp belirgindir. Kendi hayatı ve şahsiyeti için önemli ipuçları taşıyan, ölümünden kısa bir süre önce kaleme aldığı Antalyalı Genç Kıza Mektup"ta, "Ergani Madeni'nde üç yaşımda iken bir gün kendime rastladım. Ben sıcak ve buğulu bir camdan karla örtülü bir bayıra bakıyordum" diye başladığı iç dünyasının biyografisinde uzak çocukluk yıllarından gelen izlenimlerini âdeta bir şiir olarak yeniden kurduğu görülür. Gerek bu mektupta gerekse diğer eserlerinde sıkça tekrarladığı bakmak, hayranlık ve lezzet gibi anahtar kavramlar onun psikolojisine, oradan da estetik düşüncelerine ışık tutar. Bunların anlattığı ortak duygu bir temaşa psikolojisiyle açıklanabilir. Mektuptaki cümlede geçen "buğulu cam" sözünün arkasında nostaljiyle karışık, fakat daha çok empresyonist denebilecek ifade tarzı dikkate alındığında onun estetik programının büyük bir parçası elde edilir.</p>
<p style="text-align: justify;">Yayımlanmış ilk şiiri "Musul Akşamlan", Celâl Sahir'in (Erozan) yayımladığı bir dizide Altıncı Kitapta (Temmuz 1920) çıkar. Daha sonraki şiirleri Dergâh, Millî Mecmua, Anadolu Mecmuası, Hayat, Görüş, Yeni Türk Mecmuası, Varlık, Kültür Haftası, Ağaç, Oluş, Ülkü, İstanbul, Aile, Yeditepe gibi kültür ve edebiyat dergilerinde yayımlanır. Ölümüne yakın zamanda yaptığı bir seçimle Şiirler adıyla basılan kitabında otuz yedi şiir bulunmaktadır. Bu kitaba girmemiş olanlarla birlikte ölümünden sonra bir araya getirilen Bütün Şiirlerinde sayı 100'ü bulmaktadır. Form bakımından klasik bir şiir eğitiminin gerektiğine, şiirde kulağın önemine inanan Tanpınar'ın sağlığında kitabına aldığı şiirlerin hepsi hece vezniyledir. Bununla beraber hece vezninde aruz ahengini aradığını kendisi ifade etmektedir. Mısralarında da açık ve kapalı hecelerin sıralanışında aruza yaklaşan bir armoni hissedilir. Şiirlerinin çoğunda müzik, rüya, zaman, sonsuzluk temaları etrafında ve bunlara bağlı olarak tabiat. ışık. aşk, ölüm, korku gibi motifler yer alır. Kendi şiirleri için "dilde rüya halini kurmak" gibi bir formülden bahseder. Bu özellikleri dikkate alındığında Yahya Kemal'den çok edebiyat çevrelerinde Yahya Kemal'e rakip görünmüş olan Ahmed Hâşim'e benzerliği dikkati çeker. En azından mizaç olarak Hâşim'e daha yakın ve ilk şiirlerinde onun etkileri daha açık biçimde görünür. Genellikle şiir ve özellikle kendi şiiri için ölçüsü büyük bir dikkat ve itina ile kelimeleri seçmek, gereken sesi bulmakta kulağın kontrolünü sağlamak, duygu ve düşünce birikimiyle mükemmelliğe erişmektir. Bu mükemmellik şiirin şekline, diline ve içeriğine aittir. Daha 1930'lu yıllarda Türk şiirinde vezin ve kafiyenin gereksizliği üzerine başlayan akımın karşısına çıkan Tanpınar vezin ve kafiye gibi arızî unsurların şiirin nizamını, mükemmeliyet dediğimiz kıvılcımı çıkartmak için zekânın madde ile mücadelesini temin ettiğini ileri sürer. Bununla birlikte Mehmet Kaplan onun son yıllarında denediği serbest şiirlerini de ayrı bir kitap halinde yayımlamayı düşündüğünü, fakat bunların mükemmeliyetinden her zaman şüphelendiğini söyler. Tanpınar'ın kendi hikâye ve romanları hakkındaki değer yargısı roman anlayışının da şiir anlayışından farklı olmadığı, yani onlarda da rüyanın nizamının hâkim olduğudur. Böylece rüya bir tarafıyla psikolojik bir tecrübe şeklinde romana girerken aynı zamanda eserin estetik değerinin önemli bir parçasını oluşturur. Burada psikolojiyi ilmî verilere dayanan, sadece pozitivist açıdan ve laboratuvar psikolojisi olarak değil, bu verilerden de hareketle daha geniş bir açıdan bakılarak Freud'dan Jung'a ve Bachelard'a kadar uzanan birçok teoriyi, hatta bunların yanında daha aykırı tecrübeleri, meselâ rüya hakkında metapsişik ve dinî yorumları da ihtiva eden insanlığın zengin bir birikimi olarak benimsendiği anlaşılmalıdır.</p>
<p style="text-align: justify;">Roman ve hikâyelerinin önemli temalarından biri zamandır. Bunda da Bergson'dan hareketle Marcel Proust'un etkisi dikkate alınmalıdır. Tanpınar da Proust gibi geçmiş zamanın peşindedir. Bu geçmiş ya ferdî planda olur (kendi hâtıralarının romanlarına geçişi yahut roman kahramanlarının hâtıralarının olaylar içindeki yeri) veya toplum hafızası denilebilecek millî tarih içindedir [Huzur, Mahur Beste, Sahnenin Dışındakiler romanlarıyla "Erzurumlu Tahsin" hikâyesi gibi yakın dönem tarihiyle iç içe olan eserlerinde). Zaman bir roman tekniği şeklinde de Tanpınar'-da önem kazanır. Huzur olay olarak yirmi dört saat içine sığdırılmakla beraber geriye dönüşlerle genişler. Böylece romanda zaman, kahramanlarının hatırladıklarını aktüel olana taşıyan, bu niteliğiyle de eserin hem muhtevasını hem tekniğini yöneten bir üslûp mekanizması özelliği kazanır. Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde ise zaman ironik bir dille romanın ana motiflerinden birini oluşturur. Tanpınar'ın romanlarına bir başka açıdan bir kültür romanı diye bakılabilir. Hemen hepsinde çok defa yazar veya sanatkâr olarak entelektüel kahramanların, bazan da ikinci derecedeki şahsiyetlerin diyaloglarında, iç konuşmalarında yakın devir tarihinden mimari, resim, hat ve mûsikiye, felsefî ve tasavvuf? meselelere kadar zengin bir kültür birikimi sergilenir. Bu sebeple onun romanları bu meselelere yabancı olmayan entelektüel okuyucular tarafından daha çok ilgi görmüştür.</p>
<p style="text-align: justify;">Edebiyatla ilgili yazıları, özellikle XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, zengin ve ayrıntılara dayanan bir belge tarihçiliğiyle edebî şahsiyetlerin ve metinlerin sanatkârca yorumunun sentezi karakterindedir. Eser edebiyat tarihleri arasında benzeri olmayan şeması, değer yargıları ve üslubuyla tek metoda bağlı kalmadan yazılmış yeni bir terkibin ürünüdür. İki cilt olarak düşünüldüğü halde tamamlanamayan eserin ilk cildi Tanzimat'tan başlayıp 1885'e kadar gelen dar bir zaman çerçevesine sıkışmıştır. Eserin orijinalliği zaman, çevre, ırk, ekol, kültür, medeniyet gibi faktörlerin her birinin sanatkâr ve eserinin oluşumunda farklı roller oynadığı tezine dayanmasıdır. Sınırlandırılmamış bir metot anlayışı bu rolleri eserin tabii akışı içinde belirler. Divan şiiri üzerine uzunca ve yeni görüşler getiren önemli bir girişten sonra "Garplılaşma Hareketine Umumi Bir Bakış" bölümüyle medeniyet-edebiyat ilişkilerine dikkati çeken yazar yakın yüzyılın divan ve halk şiiri üzerinde de durur. Edebî şahsiyetlerin gruplaşması meselesinde diğer edebiyat tarihlerinden farklı bir tutum sergiler. Bir taraftan kişileri birbirine yaklaştıran bağları keşfederken türlerin gelişmesini de bütün eser boyunca bir fon olarak izler.</p>
<p style="text-align: justify;">Cumhuriyet neslinin ilk öğretmenlerinden olan Tanpınar kendi ifadesiyle 1932 yılına kadar radikalist bir Batıcıdır ve Doğu'yu tamamıyla reddetmektedir. Bu dönem Erzurum, Konya ve Ankara'daki öğretmenlik yıllarına rastlar. Henüz makalelerinin pek yayımlanmadığı bu yıllarda bu tutumuyla ilgili tek bilgi, 1930 yılı Ağustosunda Ankara'da toplanan Türkçe ve Edebiyat Muallimleri Kongresi'nde divan edebiyatının lise programlarından çıkarılması ve edebiyat tarihinin Tanzimat'tan sonraki dönemle başlatılması hakkındaki teklifidir. 1932'de İstanbul'a gelen ve özellikle 1934'ten itibaren Yahya Kemal'in çevresine yeniden giren Tanpınar'ın bundan sonraki tutumu daha terkibi bir mahiyet kazanır. Yenileşmenin gereğine inanmasına, hatta yenilikleri ve devrim hareketlerini yüceltme gayretine rağmen Osmanlı medeniyetinin ve kültürünün, bunları doğuran büyük değerlerin giderek kaybolmasından gelen bir iç sızısı, bitip tükenmez bir nostalji de hissedilir. Bu tür yazıları (romanlarındaki parçaları) içinde halk ve divan şiirinden mısralarla şarkı güfteleri, bazan bizzat müziğin bunlara refakati bu nostaljik duyguları güçlendirmektedir. Bu arada hemen bütün romanlarının tema-tik yapıları dışında bir dönemin yahut bir sosyal sınıfın eleştirisini içerdiği ileri sürülmüştür. Böylece bir tarafıyla Mahur Beste II. Abdülhamid devrinin ve ilmiye sınıfının, Sahnenin Dışındakiler II. Meşrutiyet dönemi. Mütareke ve işgal yıllarının. Saatleri Ayarlama Enstitüsü Cumhuriyet dönemi ve yeni bürokrasinin, Aydaki Kadın Demokrat Parti döneminin sosyal eleştirisini ihtiva etmektedir.</p>
<p style="text-align: justify;">Tanpınar'ın "bütün hayata istikamet veren "Müslümanlık'tan, onun Türk medeniyetine vurduğu damgadan, sanata, yaşayışa yaptığı derin etkiden eserlerinin birçoğunda söz ettiğini belirten Berna Moran onda İslâmiyet'in temelde estetik bir sorun olduğu hükmünü verir. Bu değer yargısı Tanpınar'ın edebî eserleri dikkate alındığında yanlış olmamakla beraber günlüklerinde, "İnkılâpçılardan ayrılıklarım: Allah'a inanıyorum. Fakat tam Müslüman mıyım, bilmem. Fakat anamın, babamın dininde ölmek isterim ve milletimin Müslüman olduğunu unutmuyorum ve Müslüman kalmasını istiyorum" demesi {Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Baş başa, İstanbul 2007, s. 332) meseleye daha farklı açıdan bakılmasını gerektirir. Özellikle şahsiyetini, sanatını ve fikirlerini en olgun, aynı zamanda en komplike ve yoğun biçimde yansıtan Huzur’da din ve bunu çağrıştıran Hıran motifler sadece estetik bir sorun olma seviyesini aşarak bir inanç ve yaşama tarzı karakteri gösterir.</p>
<p style="text-align: justify;">Hayatta iken şahsiyeti ve eserleriyle yeterli ilgi görmeyen Tanpınar bu şikâyetini günlüklerinde ifade etmiştir. Ölümü üzerinden geçen on yıl sonrasında 1970'li yıllardan itibaren dikkate değer bir şekilde gittikçe artan bir okuyucu ve tenkitçi kitlesi bulmuştur. Bütün eserleri yeniden ve tekrar tekrar yayımlandığı gibi dergilerde ve defterlerinde kalmış, hatta tasarı ve müsvedde halinde bulunan yazıları, mektupları, günlükleri yayımlanarak ilgiyle okunmuştur. Bu ilgide eserlerinin gerek edebî teknik gerekse içerik bakımından getirdiği yenilikler yanında Türkiye'nin içine düştüğü bunalım ve toplum olaylarının da rolü vardır. Bir taraftan Batılılaşma ve yenileşme hareketleri, diğer taraftan körü körüne muhafazakârlık akımları karşısında Tanpınar'ın dikkate değer gözlemleri, değer yargıları, yeni ve dengeli bir sentez arayışları büyük bir okuyucu kitlesinin olduğu kadar pek çok araştırmacı ve eleştiricinin de ilgi odağını oluşturmuştur.</p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Eserleri</strong>. Tanpınar'ın kitaplarının ve süreli yayınlarda çıkan yazı ve şiirlerinin bibliyografyasını Ömer Faruk Akün yazısının sonunda vermiş (bk. bibi.), buna İlyas Dirin yenilerini eklemiştir (Hece, Vl/61 |Ocak 2002], s. 316-327).</p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Şiir:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Şiirler (İstanbul 1961); Bütün Şiirleri (İstanbul 1976). Değişik yayımlardaki farklar ve gerekli notlarla yayıma hazırlayan: İnci Enginün. Önceki kitabında yer alanlarla beraber dergilerden ve notları arasından derlenmiş 2007 basımında 100 şiir bulunmaktadır.</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>Hikâye:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Abdullah Efendi'nin Rüyaları (İstanbul 1943);</li>
<li style="text-align: justify;">Yaz Yağmuru (İstanbul 1955);</li>
<li style="text-align: justify;">Hikâyeler (İstanbul 1983). Önceki kitaplarındakilerle birlikte dergilerde bulunmuş olanlarla 2006 basımında on altı hikâye vardır.</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>Roman.</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;"><strong>Huzur</strong> (İstanbul 1949). 1948'de Cumhuriyet gazetesinde çıkan tefrikasıyla karşılaştırılarak Handan İnci tarafından hazırlanmış tenkitli basım (İstanbul 2000). Eleştiricilerin çoğunun her okuyuşta başka ve zengin bir tarafıyla karşılaştığını belirttiği Huzur, çeşitli yorumlara göre en güzel aşk romanı olmaktan başlayarak Türk aydınının trajedisinin; Doğu-Batı, eski-yeni problematiğinin; bir medeniyetin yükseliş ve çöküşünün; tabiatı, semtleri, tarihi ve sanat eserleriyle İstanbul'u yeniden keşfetmenin; Türk toplumunun üst yapıya ait sorunlarının maddî şartlarla ve üretimle çözümünün; ahlâk, toplum ve kültür değerleri çatışmasının; kâinat içinde insan hayatının ve talihin ne olduğu sorusuna cevap arayışın; hayatın mantık dışı seyrine mağlûp olmamanın; bir imparatorluk enkazı üzerine inşa edilen Cumhuriyette maddî ve manevî değerlerin sorumluluğunu yüklenecek aydının; insanın aradığı huzurun kendi içinde bulunuşunun ve bunun feragatle özdeş oluşunun romanıdır.</li>
<li style="text-align: justify;"><strong>Saatleri Ayarlama Enstitüsü</strong> (1954'te Yeni İstanbul gazetesindeki tefrikasından sonra İstanbul 1961). II. Abdülhamid, II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerini yaşayan Hayri İrdal'ın ağzından bu üç devrin eski ile yeni, Doğu ile Batı arasında kalmış, her biri Türk toplumunun farklı kesimlerini sembolize eden insanların trajedisinin ironik bir dille anlatımıdır.</li>
<li style="text-align: justify;"><strong>Sahnenin Dışındakiler</strong> (İstanbul 1973; 1950 yılında Yeni İstanbul gazetesindeki tefrikası ile karşılaştırılarak Şehnaz Aliş'in hazırladığı yeni basım: İstanbul 2005). Millî Mücadele'nin dışında kalan işgal altındaki İstanbul'da parti çekişmeleri, Mütareke yıllarının bezginliği, şahsî menfaatler peşinde koşanlarla memleket sevgisi taşıyan kişiler arasında Cemalin eski aşkı Sabiha'yı arayışını anlatır.</li>
<li style="text-align: justify;"><strong>Mahur Beste</strong> (İstanbul 1975). 1944'te Ülkü dergisinde tefrika edilirken yarım kalan, daha sonra yazarın tamamlayamadığı, ölümünden sonra basılan bu ilk romanının konusu 11. Abdülhamid döneminde geçmektedir. Behçet Bey'in yaşlılık günlerinden başlayan ve hayatına girmiş kişiler çevresinde genişleyerek geçmişe uzanan, belli bir kahraman yerine çoğu aynı aileden birçok kişinin portresinin başarıyla çizildiği eser son yüzyıl Osmanlı ilmiye sınıfının hikâyesi olarak değerlendirilmiştir. Huzur ve Sahnenin Dışındakilerde beraber bazı kahramanları ve olaylarıyla ortak bir "nehir roman" karakterindedir.</li>
<li style="text-align: justify;"><strong>Aydaki Kadın</strong> (İstanbul 1987). Tanpınar'ın ölümünden sonra Güler Güven tarafından müsveddeleri arasında bulunup düzenlenerek yarım kalmışlığı ve ara boşluklarıyla yayımlanmıştır. Aşk ilişkileri arasında konunun geçtiği Demokrat Parti iktidarı döneminin tenkidi kabul edilmektedir.</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>Deneme:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;"><strong>Beş Şehir</strong> (Ankara 1946; müellif tarafından yeniden ele alınmış 2. bs., Ankara 1960; M. Fatih Andı'nın ilk tefrikasını ve her iki basımı karşılaştırarak yaptığı tenkitli basım: İstanbul 2000). Tanpınar'ın eskinin büyük değerleriyle geleceğe uzanan Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul'un tarihî ve kültürel maceralarını, ümitlerini çok defa kendi gözlemlerine dayanarak anlattığı şehir monografileri kitabıdır.</li>
<li style="text-align: justify;"><strong>Yaşadığım Gibi</strong> (İstanbul 1970, haz. Birol Emil; ilâvelerle yeni basım: İstanbul 2005).</li>
<li style="text-align: justify;"><strong>Mücevherlerin Sırrı</strong> (İstanbul 2002; ilâvelerle İstanbul 2004). Her iki kitap Tanpınar'ın gazete ve dergilerde kalmış deneme yazılarının derlenmesinden oluşmaktadır.</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>İnceleme / Araştırma:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;"><strong>Tevfik Fikret:</strong> Hayatı, Şahsiyeti, Şiir ve Eserlerinden Parçalar (İstanbul 1937);</li>
<li style="text-align: justify;"><strong>Namık Kemal Antolojisi</strong> (İstanbul 1942);</li>
<li style="text-align: justify;"><strong>Ondokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarih</strong>i (İstanbul 1949, müellif tarafından genişletilmiş 2. bs., XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1956);</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;">Yahya Kemal (İstanbul 1962; Abdullah Uçman'ın notlarıyla, İstanbul 2001; Yahya Kemal'in ölümünden sonra kaleme aldığı fakat tamamlayamadığı bu eserde Tanpınar onunla ilgili hâtıraları ve izlenimleri arasında eski ve yeni tarz şiirlerini bir deneme üslubuyla tahlil etmektedir); Edebiyat Üzerine Makaleler (İstanbul 1969; ilâve ve değişikliklerle 7. bs., İstanbul 2005). Tanpınar'ın Türk ve Batı edebiyatıyla ilgili makalelerini ve ansiklopedi maddelerini ihtiva eden bu kitap Zeynep Kerman tarafından derlenmiş 117 yazıyı içermektedir. Tanpınar'ın Sahnenin Dışındakiler romanından sinemaya uyarladığı İki Ateş Arasında adlı bir senaryo denemesi vardır (İstanbul 1988). Bunların dışında Zeynep Kerman'ın derlediği mektupları Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Mektupları adıyla (Ankara 1974; ilâvelerle İstanbul 2007. 111 mektup) ve Canan Yücel Eronat'ın Tanpınar'dan Hasan Âli Yücel'e Mektupları (İstanbul 1997, on mektup), Alpay Kabacalı'nın Bedrettin Tuncel'e Mektuplun (İstanbul 1995, yedi mektup) yayımlanmıştır Günlükleri ise İnci Enginün ve Zeynep Kerman tarafından gerekli notlar ve açıklamalarla birlikte Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Başbaşa adı altında toplanmıştır (İstanbul 2007). Öğrencilerinin tuttuğu ders notları Edebiyat Dersleri (İstanbul 2002) ve Tanpınar'dan Yeni Ders Notları (İstanbul 2004) ismiyle basılmıştır. Tanpınar'ın Euripides'ten Alkestis (Ankara 1943), Elektra (Ankara 1943) ve Medeia (Ankara 1943), Henry Lechat'dan Yunan Heykeli (İstanbul 1945, Zühtü Müridoğlu ile birlikte) tercümeleri de bulunmaktadır.</p>
<p style="text-align: justify;">1970'li yıllardan sonra Tanpınar'a artan ilgiyle onun hayatı, hâtıraları, şahsiyeti ve eserlerindeki başlıca tema ve fikirleri üzerine çok sayıda eser ve makale yazılmış, tezler hazırlanmıştır. Abdullah Uçman ve Handan İnci tarafından hazırlanan Bir Gül Bu Karanlıklarda: Tanpınar Üzerine Yazılar adlı derlemenin 2. baskısı (İstanbul, ı s ) 2007 yılına kadar yayımlanan 8SS yazı ve yirmi yedi kitabın ayrıntılı bibliyografyası ile bunlardan seçilmiş 110 yazının metnini ihtiva etmektedir. Daha farklı bir bibliyografyayı İlyas Dirin ve Şaban Özdemir hazırlamıştır (Hece, VI/61, Ankara 2002, s. 328-340) Hakkında yapılan toplantılar ve anma günlerindeki konuşmalar ayrıca neşredilmiş, Yeditepe, Kitap Belleten, Türk Dili ve Edebiyatı, Kitaplık, Hece, Kaş-gar gibi pek çok dergi onun için özel sayı, dosya veya özel bölüm hazırlamıştır.</p>
<h6 style="text-align: justify;">BİBLİYOGRAFYA :</h6>
<h6 style="text-align: justify;">Mehmet Kaplan, Tanpınar'ın Şiir Dünyası, İstanbul 1963; a.mlf., "Bir Şâirin Romanı: Huzur", TDED, XII ¡1963), s. 33-86; XIII (1965), s. 29-42; Tahir Alangu, Cumhuriyet'ten Sonra Hikâye ve Roman, İstanbul 1965, III, 583-598; Hilmi Yavuz, Felsefe ve Ulusal Kültür, İstanbul 1975, s. 36-55; Turan Alptekin. Ahmet Hamdi Tanpmar: Bir Kültür Bir insan, İstanbul 2001; a.mlf., "Ahmet Hamdi Tanpınar ve Romanlan", Hürriyet Gösteri, sy. 242, İstanbul 2002, s. 46-51; M. Orhan Okay, Bir Hülya Adamının Romanı: Ahmet Hamdi Tanpınar, İstanbul 2010; a.mlf., "Tanpınar'ın Hikâyeleri Üzerine Notlar", Hece, IV/46-47, Ankara 2000, s. 176-181; a.mlf., "Şiirler, Romanlar, Akademik Yorgunluklar Arasında On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi", Toplumbilim, sy. 20, İstanbul 2006, s. 13-20; a.mlf., "Tanpınar, Ahmet Hamdi", TDEA, VIII, 225-232; a.mlf., "Tanpınar, Ahmet Hamdi", Tanzimat'tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, İstanbul 2001, II, 788-792; Kenan Akyüz, "Abdullah Efendinin Rüyaları", Ülkü, VI/68, Ankara 1944, s. 18-20; Necati Cumalı, "Tanpınar'ın Şiirleri", Varlık, sy. 548, İstanbul 1961, s. 153-157; Birol Emil, "Ahmet Hamdi Tanpınar", TY, IH/5 (1962), s. 49-50; Ömer Faruk Akün, "Ahmet Hamdi Tanpınar", TDED, XII (1963), s. 1-32; Hilmi Ziya Ülken, "Düşünür Bir Şairin Edebiyat Tarihi", Yeni İnsan, sy. 66, İstanbul 1968, s. 5-7; Selâhattin Hilav, "Tanpınar Üzerine Notlar", Yeni Dergi, IX/106, İstanbul 1973, s. 26-41; Fethi Naci, "Sahnenin Dışındakiler", a.e., X/l 10 (1973), s. 24-34; Berna Moran, "Saatleri Ayarlama Enstitüsü", Birikim, sy. 37, İstanbul 1978, s. 44-55; Gürsel Aytaç, "Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Çağ ve Toplum Hicvi", MK, 3/5 (1981), s. 7-13; Ekrem Işın, "Osmanlı İlmiye Sınıfının Romanı: Mahur Beste", Kita-lık, sy. 40, İstanbul 2000, s. 113-122; Fatma Tüysüzoğlu - Tolga Bektaş, "Ferahfeza Mucizesi: Huzur", a.e., sy. 63 (2003). s. 103-111.</h6>
<p style="text-align: right;"><strong><em>M. Orhan Okay, İslam ans. cilt,39</em></strong></p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: center;"><span style="color: #0000ff;"> <span style="color: #ff0000;"><strong style="font-size: 12.16px;">İLGİLİ İÇERİK:</strong></span></span></p>
<p style="text-align: center;"><span style="text-decoration: underline;"><span style="color: #0000ff; text-decoration: underline;"><a style="color: #0000ff; text-decoration: underline;" href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=4084&catid=234&Itemid=36">BEŞ ŞEHİR - AHMET HAMDİ TANPINAR</a></span></span></p>
<p style="text-align: center;"><span style="text-decoration: underline;"><span style="color: #0000ff; text-decoration: underline;"><a style="color: #0000ff; text-decoration: underline;" href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=4083&catid=234&Itemid=36">SAHNENİN DIŞINDAKİLER ÖZETİ - AHMET HAMDİ TANPINAR</a></span></span></p>
<p style="text-align: center;"><span style="text-decoration: underline;"><span style="color: #0000ff; text-decoration: underline;"><a style="color: #0000ff; text-decoration: underline;" href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=2847&catid=36&Itemid=3">AHMET HAMDİ TANPINAR İLE MÜLAKAT</a></span></span></p>
<p style="text-align: center;"><span style="text-decoration: underline;"><span style="color: #0000ff; text-decoration: underline;"><a style="color: #0000ff; text-decoration: underline;" href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=46&catid=33&Itemid=3">AHMET HAMDİ TANPINAR</a></span></span></p>AHMET KUTSİ TECER HAYATI ve ESERLERİ2012-05-16T16:21:34+00:002012-05-16T16:21:34+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/2130-tecer-ahmet-kutsi.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>AHMET KUTSİ TECER KİMDİR? <a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/63-ahmet-kuts-tecer.html"><img class="pull-right" style="float: right;" title="Ahmet Kutsi TECER" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/ahmet_kutsi_tecer.jpg" alt="" width="80" height="121" /></a></strong></span><br /><br />(1901-1967) Cumhuriyet dönemi şairi, tiyatro yazarı ve folklor araştırmacısı.<br /><br />4 Eylül 1901'de babasının memuriyetle bulunduğu Kudüs'te doğdu; Kutsi adı kendisine bu şehir dolayısıyla verilmiştir. Babası Düyûn-ı Umûmiyye müdürlerinden Abdurrahman Bey'dir. Kudüs'te Fransız Frerler Mektebi'nde başladığı ilk öğrenimini babasının görevle nakledildiği Kırklareli'nde tamamladı. Ardından İstanbul'da Kadıköy Sultanîsi ile Halkalı Ziraat Mektebi'ni bitirdi (1919). Bir yıl kadar İzmir'de bir çiftlikte ve İzmir Ziraat ve Ticaret Gazetesinde çalıştıktan sonra Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisi olarak iki yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne devam etti. Biyoloji öğrenimi görmesi için Paris'e gönderildi (1925). Sorbonne Üniversitesi'nde biyoloji yerine iki yıl felsefe tahsili gördü, ancak okulu bitiremeden geri döndü ve kaldığı sınıftan devam edip Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu (1929). Ankara Gazi Öğretmen Okulu ve Eğitim Enstitüsü'nde Türkçe-edebiyat öğretmenliğiyle göreve başladı (1930). Aynı yıl Sivas Lisesi edebiyat öğretmenliğine ve ardından Sivas Maarif müdürlüğüne getirildi. Daha sonra Yükseköğretim genel müdürlüğü (1934-1941), Talim ve Terbiye Kurulu üyeliği (1942) ve milletvekilliği (1942-1943 yıllarında Adana, 1943-1946 yıllarında Urfa) yaptı. 1948'-de Devlet Konservatuvarı'na, 1949'da Paris kültür ataşeliğine tayin edildi. UNESCO Yürütme Komitesi Türk delegesi oldu (1950) Bir süre Galatasaray Lisesi ile (1951) İstanbul Konservatuvarı'nda (1953) öğretmenlik yaptı. 1957'de Güzel Sanatlar Akademisi'nde Gazetecilik Enstitüsü'nde ders verdi. İstanbul Radyosu'nda halk edebiyatı, folklor ve Türk tarihi üzerine konuşmalar yaptı. Son olarak görevli bulunduğu İstanbul Eğitim Enstitüsü'nden emekliye ayrıldı (1966). Kısa bir hastalığın ardından 22 Temmuz 1967'de öldü ve Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi.<br /><br />Ahmet Kutsi Tecer 1921 yılından sonra Dergâh (1921-1922), Mihrab, Millî Mecmua (1924-1925), Meş'ale (1928), Görüş (1930-1932), Varlık (1933-1935 ve 1960), Ağaç (1936), Oluş (1939), Yücel (1941), Ülkü (1941-1945), Şadırvan (1949), Türk Folklor Araştırmaları (1949-1980), Türk Düşüncesi (1953-1954), İstanbul, Türk Yurdu (1955-1956), Vatan (1957-1958) gibi dergi ve gazetelerde yayımladığı şiir, Türk halk edebiyatı ve folklor üzerine yazılarıyla tanınmış, Türkiye'de folklor ve halk kültürü araştırmalarının gelişmesi yolunda önemli hizmetler yapmıştır. Özellikle Sivas'ta bulunduğu yıllar, gerek hayatının gerekse sanat anlayışının yönünün belirlenmesinde bir dönüm noktası teşkil etmektedir. 0 sırada halk kültürü ve âşıklık geleneğinin bütün canlılığıyla yaşadığı bu şehir onun şiir anlayışı ve folklor araştırmaları için âdeta bir keşif olmuştur. Burada bir süre Sivas'ın Deliktaş köyünden Âşık Ruhsati'nin şiirlerinden etkilenmiş, yine onun bir şiirinde geçen Tecer dağını soyadı olarak almıştır. Sivas'ta iken ilk defa halk şairleri bayramı gibi şenlikler düzenlemiş (5 Ocak 1931), bu çerçevede Âşık Veysel. Tâlibi ve Ali İzzet gibi âşıkların daha geniş bir çevrede tanınmasına yardım etmiştir. Ayrıca Halk Şairleri Koruma Demeği'ni kurmuş (1931) gerek halkevi gerekse halk odaları ile halk bilimine önemli katkılarda bulunuştur. Sivas'ta tanıdığı halk müziği araştırmacısı Muzaffer Sarısözen'in Ankara devlet Konservatuvarı Folklor Arşivi şerline getirilmesini ve radyoda görevlendirilmesini, aynı şekilde bir folklor araştırmacısı olan Halil Bedii Yönetken'in aynı kurumda görev almasını sağlamıştır. Bütün bu faaliyetleriyle Türk halk müziğinin okullara ve radyoya girmesinde önemli rol oynamıştır. Yurt dışında kaldığı yıllarda çeşitli komisyonlarda yaptığı konuşmalar ve verdiği konferanslarla Türk kültürünün Avrupa'da tanınmasına ön ayak olmuş, Paris'te yayımlanan Turkey Ancient Miniatures (1961) adlı albümün hazırlanmasında büyük emek harcamıştır.<br /><br />İlk şiirlerinde devrin genel anlayışı doğrultusunda aşk, ölüm, yalnızlık ve hüzün gibi temaları işleyen Ahmet Kutsi Tecer, Sivas'ta halk kültürünün zengin kaynaklarını tanıdıktan sonra biraz da dönemin havasına uygun tarzda sosyal konular etrafında yoğunlaşır. Hece veznini işlek bir hale getirdiği şiirlerinde bir yandan halk motiflerine yer verirken diğer yandan Anadolu insanının toplumsal ve kültürel meselelerini dile getirir. Başarılı ve kalıcı eserlerin ancak halk için söylenen şiirler olduğuna inanmış, özellikle Türk halk şiirinin zengin anlatım biçimlerinden yararlanarak belli bir estetik ve sanat değerine sahip eserler ortaya koymuştur. Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde Beş Hececiler ve Yedi Meşaleciler topluluğundan sonra Necip Fazıl Kısakürek. Kemalettin Kamu, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ömer Bedrettin Uşaklı ve Ahmet Muhip Dranas'la birlikte hece veznine ayrı bir kıvraklık kazandırmış, sanatını halk kültürüne yöneltmesi itibariyle onlardan farklı bir çizgide geliştirmiş, doğrudan doğruya Türk halk şiiri geleneğinden yararlanmak suretiyle yeni ve kendine özgü bir şiir dili ortaya koymuştur. 1940'lı yıllarda Garip hareketinden önce Türk şiirini sade hale getirenlerin başında yer alır. Özellikle "Nerdesin", "Orda Bir Köy Var Uzakta" ve "Halay" şiirleri, adının geniş kitleler tarafından tanınıp sevilmesinde ve Türk edebiyatına mal olmasında etkili olmuştur. Tiyatro yazarı olarak da önemli eserler kaleme alan Ahmet Kutsi, geleneksel Türk tiyatrosundan yararlandığı Köşebaşı ve konusunu Köroğlu hikâyesinden aldığı Koçyiğit Köroğlu adlı eserleriyle devrinde Türk tiyatro edebiyatında bir çığır açmıştır. Bu çerçevede sözlü halk tiyatrosu geleneğiyle halk kültüründen ve halk motiflerinden büyük ölçüde faydalanmış, halkın konuştuğu tabii ve sade bir dille kaleme aldığı tiyatro eserlerinde Türk toplumunun geleneksel değerlerini geçmişten geleceğe uzanan bir süreç içinde işlemiştir. Yine bu doğrultuda ortaoyunu ve özellikle köylü temsilleri üzerinde ilk ciddi araştırmaları gerçekleştirmiştir.<br /> <br /><br /><span style="color: #ff0000;"><strong>ESERLERİ:</strong></span><br />Şiir: Şiirler (Sivas 1932), Bütün Şiirleri-Ahmet Kutsi Tecer, Kişiliği, Sanat Anlayışı ve Tüm Şiirleri (haz. Vecihi Timuroğlu, Ankara 1980).<br /><br /><span style="color: #ff0000;"><strong>Piyes:</strong> </span>Koçyiğit Köroğlu (İstanbul 1941), Köşebaşı (Ankara 1947; The Neighbourhood adıyla İngilizceye çevrilmiştir, 1964), Bir Pazar Günü (İstanbul 1958). Tecer'in ayrıca Köylü Temsilleri adlı bir araştırma-incelemesiyle (Ankara 1940) Sivas Halk Şairleri Bayramı (Sivas 1932) ve Türk Folklorunda Sosyal Mesele (İstanbul 1969) isimli kitapları vardır.<br /><br /><strong>BİBLİYOGRAFYA :</strong><br /> <br />Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler (haz. Zeynep Kerman), İstanbul 1969, s. 114-115; Mehmet Kaplan, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, İstanbul 1973, s. 49-54; Vecihi Timuroğlu, Ahmet Kutsi Tecer-Kişiliği, Sanat Anlayışı ve Tüm Şiirleri, Ankara 1980; Sevgi Gökdemir, Ahmet Kutsi Tecer, Ankara 1987; Mustafa Özbalcı, Ahmet Kutsi Tecer-Şaiıiiği ue Şiirleri üzerine Bir İnceleme, Ankara 1998; Doğumunun 100. Yıldönümünde Ahmet Kutsi Tecer (haz. H. Rıdvan Çongar), Ankara 2001; Himmet Uç. Huzurun Adamı Ahmet Kutsi Tecer, Ankara 2007; Metin And. "Ahmet Kutsi Tecer ve Tiyatro", Hisar, VII/ 45, Ankara 1967, s. 9-11; TFA, Ahmet Kutsi Tecer öze! sayısı, XI/218 (1967); Nurettin Albayrak, "Tecer, Ahmet Kutsi", TDEA, VIII, 289-291.<br /><br /><br />Abdullah Uçmani islam ans. cilt, 40</p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>AHMET KUTSİ TECER KİMDİR? <a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/63-ahmet-kuts-tecer.html"><img class="pull-right" style="float: right;" title="Ahmet Kutsi TECER" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/ahmet_kutsi_tecer.jpg" alt="" width="80" height="121" /></a></strong></span><br /><br />(1901-1967) Cumhuriyet dönemi şairi, tiyatro yazarı ve folklor araştırmacısı.<br /><br />4 Eylül 1901'de babasının memuriyetle bulunduğu Kudüs'te doğdu; Kutsi adı kendisine bu şehir dolayısıyla verilmiştir. Babası Düyûn-ı Umûmiyye müdürlerinden Abdurrahman Bey'dir. Kudüs'te Fransız Frerler Mektebi'nde başladığı ilk öğrenimini babasının görevle nakledildiği Kırklareli'nde tamamladı. Ardından İstanbul'da Kadıköy Sultanîsi ile Halkalı Ziraat Mektebi'ni bitirdi (1919). Bir yıl kadar İzmir'de bir çiftlikte ve İzmir Ziraat ve Ticaret Gazetesinde çalıştıktan sonra Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisi olarak iki yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne devam etti. Biyoloji öğrenimi görmesi için Paris'e gönderildi (1925). Sorbonne Üniversitesi'nde biyoloji yerine iki yıl felsefe tahsili gördü, ancak okulu bitiremeden geri döndü ve kaldığı sınıftan devam edip Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu (1929). Ankara Gazi Öğretmen Okulu ve Eğitim Enstitüsü'nde Türkçe-edebiyat öğretmenliğiyle göreve başladı (1930). Aynı yıl Sivas Lisesi edebiyat öğretmenliğine ve ardından Sivas Maarif müdürlüğüne getirildi. Daha sonra Yükseköğretim genel müdürlüğü (1934-1941), Talim ve Terbiye Kurulu üyeliği (1942) ve milletvekilliği (1942-1943 yıllarında Adana, 1943-1946 yıllarında Urfa) yaptı. 1948'-de Devlet Konservatuvarı'na, 1949'da Paris kültür ataşeliğine tayin edildi. UNESCO Yürütme Komitesi Türk delegesi oldu (1950) Bir süre Galatasaray Lisesi ile (1951) İstanbul Konservatuvarı'nda (1953) öğretmenlik yaptı. 1957'de Güzel Sanatlar Akademisi'nde Gazetecilik Enstitüsü'nde ders verdi. İstanbul Radyosu'nda halk edebiyatı, folklor ve Türk tarihi üzerine konuşmalar yaptı. Son olarak görevli bulunduğu İstanbul Eğitim Enstitüsü'nden emekliye ayrıldı (1966). Kısa bir hastalığın ardından 22 Temmuz 1967'de öldü ve Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi.<br /><br />Ahmet Kutsi Tecer 1921 yılından sonra Dergâh (1921-1922), Mihrab, Millî Mecmua (1924-1925), Meş'ale (1928), Görüş (1930-1932), Varlık (1933-1935 ve 1960), Ağaç (1936), Oluş (1939), Yücel (1941), Ülkü (1941-1945), Şadırvan (1949), Türk Folklor Araştırmaları (1949-1980), Türk Düşüncesi (1953-1954), İstanbul, Türk Yurdu (1955-1956), Vatan (1957-1958) gibi dergi ve gazetelerde yayımladığı şiir, Türk halk edebiyatı ve folklor üzerine yazılarıyla tanınmış, Türkiye'de folklor ve halk kültürü araştırmalarının gelişmesi yolunda önemli hizmetler yapmıştır. Özellikle Sivas'ta bulunduğu yıllar, gerek hayatının gerekse sanat anlayışının yönünün belirlenmesinde bir dönüm noktası teşkil etmektedir. 0 sırada halk kültürü ve âşıklık geleneğinin bütün canlılığıyla yaşadığı bu şehir onun şiir anlayışı ve folklor araştırmaları için âdeta bir keşif olmuştur. Burada bir süre Sivas'ın Deliktaş köyünden Âşık Ruhsati'nin şiirlerinden etkilenmiş, yine onun bir şiirinde geçen Tecer dağını soyadı olarak almıştır. Sivas'ta iken ilk defa halk şairleri bayramı gibi şenlikler düzenlemiş (5 Ocak 1931), bu çerçevede Âşık Veysel. Tâlibi ve Ali İzzet gibi âşıkların daha geniş bir çevrede tanınmasına yardım etmiştir. Ayrıca Halk Şairleri Koruma Demeği'ni kurmuş (1931) gerek halkevi gerekse halk odaları ile halk bilimine önemli katkılarda bulunuştur. Sivas'ta tanıdığı halk müziği araştırmacısı Muzaffer Sarısözen'in Ankara devlet Konservatuvarı Folklor Arşivi şerline getirilmesini ve radyoda görevlendirilmesini, aynı şekilde bir folklor araştırmacısı olan Halil Bedii Yönetken'in aynı kurumda görev almasını sağlamıştır. Bütün bu faaliyetleriyle Türk halk müziğinin okullara ve radyoya girmesinde önemli rol oynamıştır. Yurt dışında kaldığı yıllarda çeşitli komisyonlarda yaptığı konuşmalar ve verdiği konferanslarla Türk kültürünün Avrupa'da tanınmasına ön ayak olmuş, Paris'te yayımlanan Turkey Ancient Miniatures (1961) adlı albümün hazırlanmasında büyük emek harcamıştır.<br /><br />İlk şiirlerinde devrin genel anlayışı doğrultusunda aşk, ölüm, yalnızlık ve hüzün gibi temaları işleyen Ahmet Kutsi Tecer, Sivas'ta halk kültürünün zengin kaynaklarını tanıdıktan sonra biraz da dönemin havasına uygun tarzda sosyal konular etrafında yoğunlaşır. Hece veznini işlek bir hale getirdiği şiirlerinde bir yandan halk motiflerine yer verirken diğer yandan Anadolu insanının toplumsal ve kültürel meselelerini dile getirir. Başarılı ve kalıcı eserlerin ancak halk için söylenen şiirler olduğuna inanmış, özellikle Türk halk şiirinin zengin anlatım biçimlerinden yararlanarak belli bir estetik ve sanat değerine sahip eserler ortaya koymuştur. Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde Beş Hececiler ve Yedi Meşaleciler topluluğundan sonra Necip Fazıl Kısakürek. Kemalettin Kamu, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ömer Bedrettin Uşaklı ve Ahmet Muhip Dranas'la birlikte hece veznine ayrı bir kıvraklık kazandırmış, sanatını halk kültürüne yöneltmesi itibariyle onlardan farklı bir çizgide geliştirmiş, doğrudan doğruya Türk halk şiiri geleneğinden yararlanmak suretiyle yeni ve kendine özgü bir şiir dili ortaya koymuştur. 1940'lı yıllarda Garip hareketinden önce Türk şiirini sade hale getirenlerin başında yer alır. Özellikle "Nerdesin", "Orda Bir Köy Var Uzakta" ve "Halay" şiirleri, adının geniş kitleler tarafından tanınıp sevilmesinde ve Türk edebiyatına mal olmasında etkili olmuştur. Tiyatro yazarı olarak da önemli eserler kaleme alan Ahmet Kutsi, geleneksel Türk tiyatrosundan yararlandığı Köşebaşı ve konusunu Köroğlu hikâyesinden aldığı Koçyiğit Köroğlu adlı eserleriyle devrinde Türk tiyatro edebiyatında bir çığır açmıştır. Bu çerçevede sözlü halk tiyatrosu geleneğiyle halk kültüründen ve halk motiflerinden büyük ölçüde faydalanmış, halkın konuştuğu tabii ve sade bir dille kaleme aldığı tiyatro eserlerinde Türk toplumunun geleneksel değerlerini geçmişten geleceğe uzanan bir süreç içinde işlemiştir. Yine bu doğrultuda ortaoyunu ve özellikle köylü temsilleri üzerinde ilk ciddi araştırmaları gerçekleştirmiştir.<br /> <br /><br /><span style="color: #ff0000;"><strong>ESERLERİ:</strong></span><br />Şiir: Şiirler (Sivas 1932), Bütün Şiirleri-Ahmet Kutsi Tecer, Kişiliği, Sanat Anlayışı ve Tüm Şiirleri (haz. Vecihi Timuroğlu, Ankara 1980).<br /><br /><span style="color: #ff0000;"><strong>Piyes:</strong> </span>Koçyiğit Köroğlu (İstanbul 1941), Köşebaşı (Ankara 1947; The Neighbourhood adıyla İngilizceye çevrilmiştir, 1964), Bir Pazar Günü (İstanbul 1958). Tecer'in ayrıca Köylü Temsilleri adlı bir araştırma-incelemesiyle (Ankara 1940) Sivas Halk Şairleri Bayramı (Sivas 1932) ve Türk Folklorunda Sosyal Mesele (İstanbul 1969) isimli kitapları vardır.<br /><br /><strong>BİBLİYOGRAFYA :</strong><br /> <br />Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler (haz. Zeynep Kerman), İstanbul 1969, s. 114-115; Mehmet Kaplan, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, İstanbul 1973, s. 49-54; Vecihi Timuroğlu, Ahmet Kutsi Tecer-Kişiliği, Sanat Anlayışı ve Tüm Şiirleri, Ankara 1980; Sevgi Gökdemir, Ahmet Kutsi Tecer, Ankara 1987; Mustafa Özbalcı, Ahmet Kutsi Tecer-Şaiıiiği ue Şiirleri üzerine Bir İnceleme, Ankara 1998; Doğumunun 100. Yıldönümünde Ahmet Kutsi Tecer (haz. H. Rıdvan Çongar), Ankara 2001; Himmet Uç. Huzurun Adamı Ahmet Kutsi Tecer, Ankara 2007; Metin And. "Ahmet Kutsi Tecer ve Tiyatro", Hisar, VII/ 45, Ankara 1967, s. 9-11; TFA, Ahmet Kutsi Tecer öze! sayısı, XI/218 (1967); Nurettin Albayrak, "Tecer, Ahmet Kutsi", TDEA, VIII, 289-291.<br /><br /><br />Abdullah Uçmani islam ans. cilt, 40</p>AHMET MUHİP DIRANAS HAYATI ve ESERLERİ2016-11-22T10:47:54+00:002016-11-22T10:47:54+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/4832-ahmet-muhip-dranas.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p><strong>AHMET MUHİP DIRANAS<img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/ahmet muhip dranas.jpg" alt="" /></strong></p>
<p style="text-align: justify;">Sinop’un Salı köyünde dünyaya geldi. Lisedeki edebiyat öğretmenleri Faruk Nafiz Çamlıbel ve Ahmet Hamdi Tanpınar, şiir sevgisinin gelişmesinde etkili oldular. Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. Politikaya atılarak Zafer gazetesinde yazılar yazdı</p>
<p style="text-align: justify;"><em><strong>Edebî kişiliği</strong></em></p>
<p style="text-align: justify;">Yayımlanan ilk şiiri, Ankara Lisesi’nden Muhip Atalay imzasıyla Millî Mecmua’da çıkan “Bir Kadına” adlı şiirdir. Sonra kendi imzası ile çeşitli dergilerde şiirler yayımlamıştır. Tevfik Fikret’in “Rübab-ı Şikeste” adlı eserini Türkçeleştirerek “Kırık Saz” adıyla yayımlamıştır.</p>
<p style="text-align: justify;">Şiirde biçime önem verişi, işlediği temalar, simgecilikten hareketle yarattığı yeni bir şiir diliyle kendi dönemindekileri olduğu gibi sonra gelenleri de etkilemiştir. Şiirde ahenge ve sese önem vermiştir. Örneğin “Kar” şiirinde sesi ön plana çıkarırken “Olvido” adlı şiirinde ne sesi anlama ne de anlamı sese baskın kılmıştır.</p>
<p style="text-align: justify;">Fransız sembolist şiirinin öncülerinden Baudelaire ve Verlaine’in etkisi altında kalan sanatçı, “biçim” ve “ahenk”i kaygı edinmiş, yeni bir yapı içinde ruhun dalgalanışlarını dile getirmeye çalışmıştır. Ölçü ve uyağa sıkı sıkıya bağlı kalmıştır. Sese ve ahenge önem vermiştir. Şiirlerinde konu olarak Anadolu’yu, memleket manzaralarını, doğa ve tarih sevgisini işlemiştir. Destanımsı şiirler yazmıştır. Şiirde yeni bir bütünlük kurmaya çalışmıştır. Gerek Fransız şiiri, gerekse kendinden önceki kuşaktan ustaları Ahmet Haşim ve Ahmet Hamdi Tanpınar’dan aldığı etkileri sanatına yedirerek özgün bir şiire ulaşmıştır. Hece ölçüsü sınırlarında kalarak ama durak ve vurgu yerlerini değiştirerek gelenekselde çağdaşlığı yakalayan, çağrışım gücü yüksek, yurdu, insanı ve doğası ile barışık, alışılmadık deyiş örgüsüyle unutulmaz şiirler yazmıştır. Şiirlerinde aşkı, tabiatı, ölümü, hatıraları, sığ olmayan bir anlatımla ve düşündürücü boyutlar içinde vermişi '</p>
<p><strong>Eserleri:</strong></p>
<p>Şiir: Şiirler</p>
<p>Oyun: Gölgeler, O Böyle İstemezdi</p>
<p>İnceleme: Fransa’da Müstakil Resim</p>
<p>Şiir Çevirisi: Çalar Saat (Charles Baudelaire’den)</p>
<p><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=1816&catid=33&Itemid=3">BİR MİSTİK EDA ŞAİRİ OLARAK AHMET MUHİP DIRANAS</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=52&catid=33&Itemid=3">AHMET MUHİP DIRANAS</a></p>
<p> </p><p><strong>AHMET MUHİP DIRANAS<img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/ahmet muhip dranas.jpg" alt="" /></strong></p>
<p style="text-align: justify;">Sinop’un Salı köyünde dünyaya geldi. Lisedeki edebiyat öğretmenleri Faruk Nafiz Çamlıbel ve Ahmet Hamdi Tanpınar, şiir sevgisinin gelişmesinde etkili oldular. Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. Politikaya atılarak Zafer gazetesinde yazılar yazdı</p>
<p style="text-align: justify;"><em><strong>Edebî kişiliği</strong></em></p>
<p style="text-align: justify;">Yayımlanan ilk şiiri, Ankara Lisesi’nden Muhip Atalay imzasıyla Millî Mecmua’da çıkan “Bir Kadına” adlı şiirdir. Sonra kendi imzası ile çeşitli dergilerde şiirler yayımlamıştır. Tevfik Fikret’in “Rübab-ı Şikeste” adlı eserini Türkçeleştirerek “Kırık Saz” adıyla yayımlamıştır.</p>
<p style="text-align: justify;">Şiirde biçime önem verişi, işlediği temalar, simgecilikten hareketle yarattığı yeni bir şiir diliyle kendi dönemindekileri olduğu gibi sonra gelenleri de etkilemiştir. Şiirde ahenge ve sese önem vermiştir. Örneğin “Kar” şiirinde sesi ön plana çıkarırken “Olvido” adlı şiirinde ne sesi anlama ne de anlamı sese baskın kılmıştır.</p>
<p style="text-align: justify;">Fransız sembolist şiirinin öncülerinden Baudelaire ve Verlaine’in etkisi altında kalan sanatçı, “biçim” ve “ahenk”i kaygı edinmiş, yeni bir yapı içinde ruhun dalgalanışlarını dile getirmeye çalışmıştır. Ölçü ve uyağa sıkı sıkıya bağlı kalmıştır. Sese ve ahenge önem vermiştir. Şiirlerinde konu olarak Anadolu’yu, memleket manzaralarını, doğa ve tarih sevgisini işlemiştir. Destanımsı şiirler yazmıştır. Şiirde yeni bir bütünlük kurmaya çalışmıştır. Gerek Fransız şiiri, gerekse kendinden önceki kuşaktan ustaları Ahmet Haşim ve Ahmet Hamdi Tanpınar’dan aldığı etkileri sanatına yedirerek özgün bir şiire ulaşmıştır. Hece ölçüsü sınırlarında kalarak ama durak ve vurgu yerlerini değiştirerek gelenekselde çağdaşlığı yakalayan, çağrışım gücü yüksek, yurdu, insanı ve doğası ile barışık, alışılmadık deyiş örgüsüyle unutulmaz şiirler yazmıştır. Şiirlerinde aşkı, tabiatı, ölümü, hatıraları, sığ olmayan bir anlatımla ve düşündürücü boyutlar içinde vermişi '</p>
<p><strong>Eserleri:</strong></p>
<p>Şiir: Şiirler</p>
<p>Oyun: Gölgeler, O Böyle İstemezdi</p>
<p>İnceleme: Fransa’da Müstakil Resim</p>
<p>Şiir Çevirisi: Çalar Saat (Charles Baudelaire’den)</p>
<p><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=1816&catid=33&Itemid=3">BİR MİSTİK EDA ŞAİRİ OLARAK AHMET MUHİP DIRANAS</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=52&catid=33&Itemid=3">AHMET MUHİP DIRANAS</a></p>
<p> </p>AHMET NAİM (ÇILADIR) HAYATI ve ESERLERİ2012-07-25T19:07:03+00:002012-07-25T19:07:03+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/2225-ahmet-nam-ciladir.htmlMAGmagoksu37@hotmail.com<p>AHMET NAİM (ÇILADIR)</p>
<p>Öykü yazarı (1904 - 24 Nisan 1967). İstanbul'da doğdu. Eyüpsultan Reşadiye İlkokulu'nda okudu. Yaşamını sürdürmek için öğrenim çağında çalışmaya başladı. Çeşitli beden işleri arasında kendi kendini yetiştirme istemini yitirmeden ayakta kalmasını bildi. Askerliğinden sonra Zonguldak Ticaret Odası'na memur olarak girdi. Daha sonra Ereğli Kömür İşletmesinde çalıştı. İstatistik servisi şefi oldu. Son görevinden emekliye ayrıldı (1957). Yedigün, Yurt ve Dünya, Doğu (Zonguldak) dergilerinde öykülerinin çıktığı yıllar ilgiyle izlenen Ahmet Naim, ölümünden sonra yayımlanan kitaplarıyla kömür bölgesi Zonguldak ve çevresinin insanını katıksız, doğal yaşantısı ile yansıtan başarılı bir sanatçı olarak (Adnan Binyazar) kabul edildi. Define (1939), Uzun Mehmet (1932) adlı iki oyunu, Bir Müstemlekenin Tarihi ve Zonguldak Kömür Havzası (1934) adında iki inceleme kitabı da var. ÖYKÜ KİTAPLARI: Kuduz Düğünü (1968), Bir Yudum Soluk (1971). </p>
<p><br />KAYNAKLAR: Ahmet Koksal (Papirüs, Mayıs 1968), (Çığ, sayı 3, Zonguldak 1972), Şükran KURDAKUL, (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).</p>
<p> </p><p>AHMET NAİM (ÇILADIR)</p>
<p>Öykü yazarı (1904 - 24 Nisan 1967). İstanbul'da doğdu. Eyüpsultan Reşadiye İlkokulu'nda okudu. Yaşamını sürdürmek için öğrenim çağında çalışmaya başladı. Çeşitli beden işleri arasında kendi kendini yetiştirme istemini yitirmeden ayakta kalmasını bildi. Askerliğinden sonra Zonguldak Ticaret Odası'na memur olarak girdi. Daha sonra Ereğli Kömür İşletmesinde çalıştı. İstatistik servisi şefi oldu. Son görevinden emekliye ayrıldı (1957). Yedigün, Yurt ve Dünya, Doğu (Zonguldak) dergilerinde öykülerinin çıktığı yıllar ilgiyle izlenen Ahmet Naim, ölümünden sonra yayımlanan kitaplarıyla kömür bölgesi Zonguldak ve çevresinin insanını katıksız, doğal yaşantısı ile yansıtan başarılı bir sanatçı olarak (Adnan Binyazar) kabul edildi. Define (1939), Uzun Mehmet (1932) adlı iki oyunu, Bir Müstemlekenin Tarihi ve Zonguldak Kömür Havzası (1934) adında iki inceleme kitabı da var. ÖYKÜ KİTAPLARI: Kuduz Düğünü (1968), Bir Yudum Soluk (1971). </p>
<p><br />KAYNAKLAR: Ahmet Koksal (Papirüs, Mayıs 1968), (Çığ, sayı 3, Zonguldak 1972), Şükran KURDAKUL, (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).</p>
<p> </p>AHMET OKTAY HAYATI ve ESERLERİ2018-04-03T17:41:35+00:002018-04-03T17:41:35+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/11995-ahmet-oktay-hayati.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/573-a-ile-baslayanlar/ahmet-oktay.html" target="_blank" rel="alternate">AHMET OKTAY</a><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/573-a-ile-baslayanlar/ahmet-oktay.html" target="_blank" rel="alternate"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/ahmet-oktay.jpg" alt="" width="124" height="144" /></a> (BÖRTECENE)</strong> </span></p>
<p style="text-align: center;"><strong><em>Bir yanın şarkılar</em></strong><br /><strong><em>kan tutmaları öbür yanın.</em></strong><br /><strong><em>Gülerken iki kadeh arasında</em></strong><br /><strong><em>nasıl ağladığın anlatılmıyor.</em></strong><br /><strong><em>Ne olur</em></strong><br /><strong><em>bu kadar kendine saklanma.</em></strong></p>
<p style="text-align: justify;"><br />21 Ocak 1933 tarihinde Ankara'da dünyaya gelen Ahmet Oktay Ankara Atatürk Lisesi’nde okurken öğrenimini yarıda bırakarak İstatistik Genel Müdürlüğü’nde memur olarak çalışmaya başladı. 1961 yılında Yeni İstanbul gazetesinin Ankara bürosunda "parlamento muhabiri" olarak profesyonel gazeteciliğe başladı. Ankara Ekspres, İktisat ve Vatan gibi gazetelerde muhabir olarak çalıştıktan sonra TRT Haber Merkezi'nde görev aldı.<br /><br />1976 yılında, siyasal iktidar değişince TRT'den istifa ederek Akajans, ardından da Dünya gazetesi haber müdürlüğü görevlerini yürüttü. Sonra yeniden TRT'ye döndü ve 1982 yılında TRT'den emekli oldu. Daha sonra Milliyet gazetesine geçti. 1993 Şubat'ında Milliyet'in yazı işlerinden ayrılarak kendini tümüyle yazmaya verdi.<br /><br />İlk şiiri ortaokulda okuduğu yıllarda 'Gerçek' dergisinde yayınlandı. Sonraki yıllarda Kaynak, Pazar Postası, Yelken, Değişim, Yeditepe, Ataç, Dönem, Papirüs, Yeni Dergi, Birikim, Yazko-Edebiyat gibi çeşitli dergilerde çıkan şiir ve yazılarıyla tanındı. İkinci yeninin doğmasının öncüsü ve habercisi olan Mavi Hareketi içinde yer aldı ve aynı adlı dergide yazıları ve şiirleriyle etkin bir rol oynadı.<br /><br />Başlangıçta yazdığı şiirlerle Ahmed Arif şiirinden etkilendiği izlenimini verirken, 1960’lardan sonra toplumcu gerçekçi bir yaklaşımla İkinci Yeni’ye doğru yöneldi. Şiirin yanı sıra başarılı inceleme yazıları ve eleştirileri ile de öne çıkan şair 3 Mart 2016 tarihinde İstanbul'da yaşama veda etti ve Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi.<br /><br /><strong>BAZI ESERLERİ:</strong><br /><br /><strong>Şiir:</strong><br />Gölgeleri Kullanmak (1963),<br />Her Yüz Bir Öykü Yazar (1964)<br />Dr. Kaligari'nin Dönüşü (1966)<br />Sürgün (1979),<br />Sürdürülen Bir Şarkının Tarihi (1981)<br />Kara Bir Zamana Alınlık (1983)<br />Yol Üstündeki Semender (1987)<br />Ağıtlar ve Övgüler (1991)<br />Bir Sanrı ıçin Gece Müziği (1993)<br />Toplu Şiirler (1995)<br />Gözüm Seğirdi Vakitten (1996)<br />Söz Acıda Sınandı (1996)<br />Az Kaldı Kışa (1996)<br />Hayalete Övgü (2001)<br /><br /><strong>İnceleme / Araştırma:</strong> <br />Bir Yazı'nın Arayışları (1981)<br />Yazın, İletişim, İdeoloji (1982)<br />Yazılanla Okunan (1983)<br />Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları (1986)<br />Kültür ve İdeoloji (1987)<br />Toplumsal Değişme ve Basın (1987)<br />Karanfil ve Pranga (1990)<br />Raffaello'nun Direnişi (1990)<br />Zamanı Sorgulamak (1991)<br />Kabul ve Red (1992)<br />Şair ile Kurtarıcı (1992)<br />Sanat ve Siyaset (1993)<br />Cumhuriyet Dönemi Edebiyat-1923/1950 (1993)<br />Türkiye'de Popüler Kültür (1993)<br />Medya ve Hedonizm (1995)<br />Şiddet, Söz, Yaşam (1995)<br />İnsan, Yazar, Kitap (1995)<br />İsrafil'in Sûr'u (1997)<br />Şeytan, Melek, Soytarı (1998)<br />Siyasal İslama İtirazlar (2000)<br />Modernist Tahayyüle İtirazlar (2000)<br />Şairin Kanı (2001)<br /><br /><strong>Anı / Anlatı: </strong>Gizli Çekmece (1991)<br /><br /><strong>Günlük:</strong> Gece Defteri (1998)<br /><br /><strong>Oyun:</strong>Kurt Dişi <br /><br /><strong>ÖDÜLLERİ:</strong><br /><br />1965 - Yeditepe Şiir Armağanı (Her Yüz Bir Öykü Yazar)<br />1987 - Necatigil Şiir Armağanı (Yol Üstündeki Semender)<br />1991 - Türkiye Yazarlar Birliği Yılın Şairi Ödülü<br /> (Ağıtlar ve Övgüler)<br />2002 - Akdeniz Altın Portakal Şiir Ödülü<br /> (Hayalete Övgü)<br />2006 - Homeros Şiir Ödülü <br /> (Şiirin gelişimini önceleyen poetik çalışmaları) <br /><br /></p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p><strong><span style="color: #ff0000;">İLGİLİ İÇERİK</span></strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">ŞİİRLER</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/573-a-ile-baslayanlar/ahmet-oktay.html" target="_blank" rel="alternate">AHMET OKTAY ŞİİRLERİ</a></p>
<hr title="AHMET OKTAY İLE SÖYLEŞİ" alt="AHMET OKTAY İLE SÖYLEŞİ" class="system-pagebreak" />
<p><span style="color: #ff0000;"><strong>AHMET OKTAY İLE SÖYLEŞİ</strong></span><br /><br />Yasaklar, yalanlar ve bitmek bilmeyen uğultular... bunların arasında bize iyi gelenler ise, kitaplar, sokaklar, müzik ve sanat... peki ne kadar sığınıyoruz bu gerçeklere? Ülkenin durumuyla, üzerimize çöken rehaveti sanatla-edebiyatla-şiirle gerçekten çözebiliyor, popüler kültürden kendimizi yeterince koruyor muyuz?<br /><br />Aklıma takılan soruların cevabı için, yarım asırdan fazla, hayatını şiire, sanata, eleştiriye, kitaplara adayan; Mavi Hareketi, toplumcu gerçekçi ve İkinci Yeni'nin son kuşak temsilcilerinden Ahmet Oktay ile Göztepe'deki evinde söyleştik.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Şiirden başlamak istiyorum... Mavi Hareketi, Toplumcu Gerçekçi ve İkinci Yeni... yarım asırdan fazla içinde olduğunuz bir şiir süreci var. Ahmet Oktay, dünya şiirini hangi düzeyde takip ediyor, şiiri nasıl izliyor?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay</strong>: Dünya şiirine elimden geldiğince ulaşmaya çalışıyorum. Günümüz dünya şiirini ise, çok iyi düzeyde takip ettiğimi söyleyemem. Belki eski kuşakdaşlarım gibi eskide kalmış ve eskiyi takip ediyor olabilirim. Dünyaya baktığımızda nerede bir iyi şair var derseniz, bugün bu koşullarda cevabını verebilmem güç bir soru. Aragon ve dönemin şairleri üzerine düşünmüş ve uğraşmıştım. Çok şey öğrendiğimiz insanlardı. Günümüz Amerikasında bugün hangi şairler var bilemiyorum, dönemimde Langston Hughes’u izlerdim. Zaman bizden hızlı gidiyor ve ona yetişmek, bu iletişim çağında sanıldığı kadar kolay değil, hatta olanaksız. Dünyanın her yerinden yeni yazar ve şairler çıkıyor.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Günümüz edebiyatını nasıl görüyor ve değerlendiriyorsunuz? Sizce arada kalmış bir dönemde miyiz?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Edebiyat sanırım bütün toplumlarda eskidi. İnsanlar başka ifade biçimleri arıyorlar. O yüzden şiir değişiyor, dünyanın her yerinde. Günümüz edebiyatı; tarih ve anı üzerinden idare ediliyor. Fransa’da bugün iyi romancı kim var bilmiyorum, çok da bilen olduğunu sanmıyorum. Benim zamanımda Pablo Neruda çok iyi bir şairdi. Günümüze baktığımızda Neruda, bu işlevi yeterince yerine getirebiliyor mu bilemiyorum. Dünyanın hemen hemen her ülkesinde edebiyat eski formlarını kaybetmiş görünüyor.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Çevirilerle ilgili bir eksiklik olabilir mi?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Çeviri konusunda eksik olduğumuzu düşünmüyorum. Yeterli çeviriler yapılıyor, eski hızında devam ediyor. Yeni çevirmen ve yazarlar çıktı, yeni çevirmenleri ve yazarları anlamak zor. Bizim dönemimizde beslendiğimiz kültürel kaynaklarla, şimdiki zamanların kültürel kaynakları birbirini tutmuyor.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Döneminiz, yazar ve şairlerin bir araya gelip sohbetler ettiği bir dönemdi. Günümüzde herkes birbirine daha mesafeli. Bunun nedeni ne sizce?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Popüler kültürün etkisinin olduğunu söylemek gerekebilir. Dünya ile temas noktaları aramak ve bu konularda kafa yormak için bir araya gelmek ve yeniliği yakalamak gerekli. Bunun neden yapılamadığını anlayamıyorum.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Yenilik dediniz... Türk edebiyatında bu yeniliği en iyi yakalayanlar sizce kimler?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Oğuz Atay’ın olduğunu düşünüyorum, tabii Oğuz Atay’ı eski yazarlar kategorisinde saymak gerekiyor. Onun dışında günümüzde genç ve umut veren bir romancı gözükmüyor. Piyasadaki alkışlanan romancılara bakın, pek bir şey anlatmıyorlar.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Belirttiğiniz durum yeni bir dil yaratmaktan mı geçiyor? Bu mümkün mü?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Yeni bir dil yaratmak kolay değil. Yeni bir dil yaratmak için, “yeni dünya yaratmak ve bu bakış açısına sahip olmak gerekiyor.” Öyle bir durum olduğunu sanmıyorum.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Siz peki kendi kuşağınızdan kimlerle yakın oldunuz?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Edip Cansever, Turgut Uyar ve Cemal Süreya ile çok sık bir araya gelir, bu konular üzerine konuşurduk. Bu isimler Türk şiirinde önemli yer edindiler, kendilerine özgü bir şiir kurmayı başardılar. Melih Cevdet Anday da öyledir. Anday bugün, çok eski diyebileceğimiz bir şair değildir. Günümüzün ihtiyaçlarına ve diline karşılık gelen, iyi içerikleri yakalamış usta bir şairdir.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Günümüz siyaseti edebiyatı etkiledi mi?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Siyasetin Türk romanından dışlandığını düşünüyorum. Kimse siyasi süreçlerle ilgilenmiyor. Siyaset edebiyatta, gelip geçen bir sohbet konusu oldu. Örneğin; Attilâ İlhan gibi siyasetle yakından ilgilenen bir romancı ve şair yok.<br /><br />Siyaset, toplumsal hayatın can damarıdır, siyasetten dışlanmış bir edebiyat ben hiçbir zaman düşünemedim. Şimdiki romancılarımızın siyasetle ilgilendikleri yok. Günümüz edebiyatının sorunları bunlar ve ben bu sorunlar içinde yaşamıyorum.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Sağ kesimde yer alan şair ve yazarlara yakın oldunuz mu?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Başlangıçtan bu yana sola açık şair ve yazar oldum. Bu hassasiyet gösterdiğim bir konudur. Durduğum yerden çok uzaklaştığımı sanmıyorum. Örneğin; Sezai Karakoç, İslami duruşundan taviz vermemiştir. Bugün bu şekilde istikrar sağlayan bir şair örneği vermek zor. O kesimin en önemli şairlerindendir. Zaman zaman tutarsızlıklarda bulunmuş olsa da belirli bir duyarlılığın ve düşüncenin yetkin bir temsilcisidir.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Şiiri sağ ve sol olarak bölmek doğru mu?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay</strong>: Şiir çok bütünsel bir şey değildir. Her dönemin yetiştirdiği şairler vardır. Bütünleştirici bir fonksiyon beklemek zor. Edebiyatın bütünü için çok daha geçerli bu söylem.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Kadın yazarların akıbeti nasıl sizce? Siz kendi döneminize baktığınızda nasıl bir karşılaştırma yapabilirsiniz?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Bizimki gibi kadının her zaman ikincilleştirildiği toplumda, yeni bir yazar çıkması ve isim yapması kolay değil, uğraş gerektirir. Benim kuşağımda Leylâ Erbil, Nezihe Meriç gibi isimler, edebiyata uzun emekler vermişler, zorlu süreçlerden geçmişlerdir. Bizim dönemimizde, kadın yazarların da bir kısmının sol kesime yakın olduğunu söylemek gerekli. Son yıllarda ise daha çok sağ kesimden kadın yazarlar çıkıyor.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Milliyet Sanat’ta uzun yıllar yazdıktan sonra yazıyı bıraktınız. Üretim döneminin bittiğini mi düşündünüz?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay</strong>: Kendim dışında bir sebep gösteremem. “Buraya kadar” dedim ve bıraktım. “Demek ki benim de yazarlık yeteneğim bir yere kadar gidiyormuş” dedim ve yazıyla arama mesafe koydum.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Yeni yazılar yazıyor musunuz?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay</strong>: Öyle bir istek duymadım. Öyle bir istek duysam iyi kötü üretmeye çalışırdım.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz</strong>: Kültür-sanat sayfalarına baktığınızda nasıl buluyorsunuz eleştiri ve yazıları? İyi sanat eleştirisi yapılıyor mu?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Eleştiri de ölmüş geziyor Türkiye’de. Nasıl büyük bir romancı yetişmiyorsa büyük bir eleştirmen de yetişmiyor.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Eleştirmen dediğimizde kimi örnek verebilirsiniz?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay</strong>: Benim eleştirmen diyebileceğim isim, Fethi Naci’dir.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz</strong>: Köşe yazarlarını okuyor musunuz?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Okuyorum elbette, bakmadan geçmiyorum.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Edebiyat ödülleri?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Benim için ödül almak şart değil. Bir yazar ödül aldığı için kıymetli olmaz, olmamalı. Yazarın kıymeti kendindedir, yarattığı eserdedir. Şimdi pek öyle durmuyor, biraz ödül peşindecilikle piyasaya ayak uydurmaya çalışılıyor.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz</strong>: Yazmak nasıl bir süreç?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Yazmak, eline kalem alıp düşünmekle olacak bir uğraş değil. Birikim, kültür ve bilginin bütünlüğü üzerinden yazı yazılır.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz</strong>: Günümüz edebiyatı ve değişim sizi nasıl etkiledi?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Uzaklaştım. Eski romanın, edebiyatın bir takım izlekleri, dertleri vardı. Şimdiki romanlarda bunları göremiyoruz, gelişigüzel oluyor. Dünya genelinde de bu durum aynı. Nerede bir Kafka var? Kafka gibi olmaya çalışan bir yazar var mı? Sartre gibi bir yazar kolay kolay çıkmayacak. Bu kadar yaşamın ve siyasi sürecin içinde olup, üretmek sanıldığı kadar kolay değil.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Edebiyatı nasıl izlemek gerekiyor?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Dil ve düşünce düzeyi gerçeğinde izlemek gerekiyor. Felsefe diyoruz fakat Türkiye’de felsefe tarihini bilen yok. Türkiye’de nasıl bir felsefe yapılmış, kim kimleri merak etmiş bunlarla ilgili bir belge dahi yok elimizde. Abdülhak Hamit diyoruz fakat onunla ilgili neler biliyoruz, kaç kitabını okuduk? Kaç oyunu sergilendi ve biliyoruz? İşte tüm bunlar zamanı geldiğinde önümüze çıkıyor ve neyi ne kadar izlediğimiz bu tabloyla belli oluyor.<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Türkiye gelişirken çok fazla deri değiştiriyor. Bu deri değiştirmenin niteliğini de aydınlık gözlerle göremiyoruz ne yazık ki. Toplumsal, sosyal birtakım oluşumlar duru bir bakış açısı elde etmemizi engelliyor. Yetişme imkânlarımızı da engelliyor. Edebi geleneğe sahip olmak sanıldığı kadar kolay değil. Bizim en başta bir dil sorunumuz var. Yazdığımız Türkçe ne kadarıyla bizim edebiyatımızı temsil eden bir edebiyattır pek belli değil. Divan şiirinden bir şey anlamayan bir kuşağız. Osmanlıca bilmeyen birinin divan şiirini anlayıp, öğrenmesi zor.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Sıkıntı nerede başlıyor?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Tam bir köke sahip olmamaktan yaşıyoruz bu sıkıntıları. Resim ve tiyatromuzda da benzer sıkıntılarımız var. Şeker Ahmet Paşa’nın resmini kim biliyor Türkiye’de? Şevket Dağ’ı takip etmiyor, ilgilenmiyoruz. Yüzeysel bir ilgilenme bizimki. Askıdaki sorunlar bunlar... ve sadece batı değil, kendi kültürümüzle de aramızı açıyoruz. Türkçü bir söylemin peşine takılmaktan söz etmiyorum fakat “kök” sorunumuz bizi ciddi bir çıkmaza götürüyor.<br /><br />Batıyla aramızda en az elli yıllık bir mesafe var ve bu kolay aşılacak bir durum değil. Sadece batı değil de doğu ile aramızda yüz yıl var. Bâki’nin şiirinden bir şey anlamıyorsak, o şiirle ilgili nasıl konuşabiliriz?<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Bu sorunları nasıl aşabiliriz?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Postmodernizmin getirdiği, “Ne yapsan gider!” anlayışıyla, herkes her şeyi yapabileceğini zannediyor. Böyle bir zihniyetle ilerleyebilmek zor. Umarım değişir, yenilenir ve kendimize geliriz.<br /><br />AYDAN ÖKSÜZ<br />Aykırı Akademi, 08 Nisan 2014</p>
<p> </p>
<p><strong><span style="color: #ff0000;">İLGİLİ İÇERİK</span></strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">ŞİİRLER</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/573-a-ile-baslayanlar/ahmet-oktay.html" target="_blank" rel="alternate">AHMET OKTAY ŞİİRLERİ</a></p>
<p> </p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/573-a-ile-baslayanlar/ahmet-oktay.html" target="_blank" rel="alternate">AHMET OKTAY</a><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/573-a-ile-baslayanlar/ahmet-oktay.html" target="_blank" rel="alternate"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/ahmet-oktay.jpg" alt="" width="124" height="144" /></a> (BÖRTECENE)</strong> </span></p>
<p style="text-align: center;"><strong><em>Bir yanın şarkılar</em></strong><br /><strong><em>kan tutmaları öbür yanın.</em></strong><br /><strong><em>Gülerken iki kadeh arasında</em></strong><br /><strong><em>nasıl ağladığın anlatılmıyor.</em></strong><br /><strong><em>Ne olur</em></strong><br /><strong><em>bu kadar kendine saklanma.</em></strong></p>
<p style="text-align: justify;"><br />21 Ocak 1933 tarihinde Ankara'da dünyaya gelen Ahmet Oktay Ankara Atatürk Lisesi’nde okurken öğrenimini yarıda bırakarak İstatistik Genel Müdürlüğü’nde memur olarak çalışmaya başladı. 1961 yılında Yeni İstanbul gazetesinin Ankara bürosunda "parlamento muhabiri" olarak profesyonel gazeteciliğe başladı. Ankara Ekspres, İktisat ve Vatan gibi gazetelerde muhabir olarak çalıştıktan sonra TRT Haber Merkezi'nde görev aldı.<br /><br />1976 yılında, siyasal iktidar değişince TRT'den istifa ederek Akajans, ardından da Dünya gazetesi haber müdürlüğü görevlerini yürüttü. Sonra yeniden TRT'ye döndü ve 1982 yılında TRT'den emekli oldu. Daha sonra Milliyet gazetesine geçti. 1993 Şubat'ında Milliyet'in yazı işlerinden ayrılarak kendini tümüyle yazmaya verdi.<br /><br />İlk şiiri ortaokulda okuduğu yıllarda 'Gerçek' dergisinde yayınlandı. Sonraki yıllarda Kaynak, Pazar Postası, Yelken, Değişim, Yeditepe, Ataç, Dönem, Papirüs, Yeni Dergi, Birikim, Yazko-Edebiyat gibi çeşitli dergilerde çıkan şiir ve yazılarıyla tanındı. İkinci yeninin doğmasının öncüsü ve habercisi olan Mavi Hareketi içinde yer aldı ve aynı adlı dergide yazıları ve şiirleriyle etkin bir rol oynadı.<br /><br />Başlangıçta yazdığı şiirlerle Ahmed Arif şiirinden etkilendiği izlenimini verirken, 1960’lardan sonra toplumcu gerçekçi bir yaklaşımla İkinci Yeni’ye doğru yöneldi. Şiirin yanı sıra başarılı inceleme yazıları ve eleştirileri ile de öne çıkan şair 3 Mart 2016 tarihinde İstanbul'da yaşama veda etti ve Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi.<br /><br /><strong>BAZI ESERLERİ:</strong><br /><br /><strong>Şiir:</strong><br />Gölgeleri Kullanmak (1963),<br />Her Yüz Bir Öykü Yazar (1964)<br />Dr. Kaligari'nin Dönüşü (1966)<br />Sürgün (1979),<br />Sürdürülen Bir Şarkının Tarihi (1981)<br />Kara Bir Zamana Alınlık (1983)<br />Yol Üstündeki Semender (1987)<br />Ağıtlar ve Övgüler (1991)<br />Bir Sanrı ıçin Gece Müziği (1993)<br />Toplu Şiirler (1995)<br />Gözüm Seğirdi Vakitten (1996)<br />Söz Acıda Sınandı (1996)<br />Az Kaldı Kışa (1996)<br />Hayalete Övgü (2001)<br /><br /><strong>İnceleme / Araştırma:</strong> <br />Bir Yazı'nın Arayışları (1981)<br />Yazın, İletişim, İdeoloji (1982)<br />Yazılanla Okunan (1983)<br />Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları (1986)<br />Kültür ve İdeoloji (1987)<br />Toplumsal Değişme ve Basın (1987)<br />Karanfil ve Pranga (1990)<br />Raffaello'nun Direnişi (1990)<br />Zamanı Sorgulamak (1991)<br />Kabul ve Red (1992)<br />Şair ile Kurtarıcı (1992)<br />Sanat ve Siyaset (1993)<br />Cumhuriyet Dönemi Edebiyat-1923/1950 (1993)<br />Türkiye'de Popüler Kültür (1993)<br />Medya ve Hedonizm (1995)<br />Şiddet, Söz, Yaşam (1995)<br />İnsan, Yazar, Kitap (1995)<br />İsrafil'in Sûr'u (1997)<br />Şeytan, Melek, Soytarı (1998)<br />Siyasal İslama İtirazlar (2000)<br />Modernist Tahayyüle İtirazlar (2000)<br />Şairin Kanı (2001)<br /><br /><strong>Anı / Anlatı: </strong>Gizli Çekmece (1991)<br /><br /><strong>Günlük:</strong> Gece Defteri (1998)<br /><br /><strong>Oyun:</strong>Kurt Dişi <br /><br /><strong>ÖDÜLLERİ:</strong><br /><br />1965 - Yeditepe Şiir Armağanı (Her Yüz Bir Öykü Yazar)<br />1987 - Necatigil Şiir Armağanı (Yol Üstündeki Semender)<br />1991 - Türkiye Yazarlar Birliği Yılın Şairi Ödülü<br /> (Ağıtlar ve Övgüler)<br />2002 - Akdeniz Altın Portakal Şiir Ödülü<br /> (Hayalete Övgü)<br />2006 - Homeros Şiir Ödülü <br /> (Şiirin gelişimini önceleyen poetik çalışmaları) <br /><br /></p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p><strong><span style="color: #ff0000;">İLGİLİ İÇERİK</span></strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">ŞİİRLER</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/573-a-ile-baslayanlar/ahmet-oktay.html" target="_blank" rel="alternate">AHMET OKTAY ŞİİRLERİ</a></p>
<hr title="AHMET OKTAY İLE SÖYLEŞİ" alt="AHMET OKTAY İLE SÖYLEŞİ" class="system-pagebreak" />
<p><span style="color: #ff0000;"><strong>AHMET OKTAY İLE SÖYLEŞİ</strong></span><br /><br />Yasaklar, yalanlar ve bitmek bilmeyen uğultular... bunların arasında bize iyi gelenler ise, kitaplar, sokaklar, müzik ve sanat... peki ne kadar sığınıyoruz bu gerçeklere? Ülkenin durumuyla, üzerimize çöken rehaveti sanatla-edebiyatla-şiirle gerçekten çözebiliyor, popüler kültürden kendimizi yeterince koruyor muyuz?<br /><br />Aklıma takılan soruların cevabı için, yarım asırdan fazla, hayatını şiire, sanata, eleştiriye, kitaplara adayan; Mavi Hareketi, toplumcu gerçekçi ve İkinci Yeni'nin son kuşak temsilcilerinden Ahmet Oktay ile Göztepe'deki evinde söyleştik.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Şiirden başlamak istiyorum... Mavi Hareketi, Toplumcu Gerçekçi ve İkinci Yeni... yarım asırdan fazla içinde olduğunuz bir şiir süreci var. Ahmet Oktay, dünya şiirini hangi düzeyde takip ediyor, şiiri nasıl izliyor?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay</strong>: Dünya şiirine elimden geldiğince ulaşmaya çalışıyorum. Günümüz dünya şiirini ise, çok iyi düzeyde takip ettiğimi söyleyemem. Belki eski kuşakdaşlarım gibi eskide kalmış ve eskiyi takip ediyor olabilirim. Dünyaya baktığımızda nerede bir iyi şair var derseniz, bugün bu koşullarda cevabını verebilmem güç bir soru. Aragon ve dönemin şairleri üzerine düşünmüş ve uğraşmıştım. Çok şey öğrendiğimiz insanlardı. Günümüz Amerikasında bugün hangi şairler var bilemiyorum, dönemimde Langston Hughes’u izlerdim. Zaman bizden hızlı gidiyor ve ona yetişmek, bu iletişim çağında sanıldığı kadar kolay değil, hatta olanaksız. Dünyanın her yerinden yeni yazar ve şairler çıkıyor.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Günümüz edebiyatını nasıl görüyor ve değerlendiriyorsunuz? Sizce arada kalmış bir dönemde miyiz?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Edebiyat sanırım bütün toplumlarda eskidi. İnsanlar başka ifade biçimleri arıyorlar. O yüzden şiir değişiyor, dünyanın her yerinde. Günümüz edebiyatı; tarih ve anı üzerinden idare ediliyor. Fransa’da bugün iyi romancı kim var bilmiyorum, çok da bilen olduğunu sanmıyorum. Benim zamanımda Pablo Neruda çok iyi bir şairdi. Günümüze baktığımızda Neruda, bu işlevi yeterince yerine getirebiliyor mu bilemiyorum. Dünyanın hemen hemen her ülkesinde edebiyat eski formlarını kaybetmiş görünüyor.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Çevirilerle ilgili bir eksiklik olabilir mi?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Çeviri konusunda eksik olduğumuzu düşünmüyorum. Yeterli çeviriler yapılıyor, eski hızında devam ediyor. Yeni çevirmen ve yazarlar çıktı, yeni çevirmenleri ve yazarları anlamak zor. Bizim dönemimizde beslendiğimiz kültürel kaynaklarla, şimdiki zamanların kültürel kaynakları birbirini tutmuyor.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Döneminiz, yazar ve şairlerin bir araya gelip sohbetler ettiği bir dönemdi. Günümüzde herkes birbirine daha mesafeli. Bunun nedeni ne sizce?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Popüler kültürün etkisinin olduğunu söylemek gerekebilir. Dünya ile temas noktaları aramak ve bu konularda kafa yormak için bir araya gelmek ve yeniliği yakalamak gerekli. Bunun neden yapılamadığını anlayamıyorum.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Yenilik dediniz... Türk edebiyatında bu yeniliği en iyi yakalayanlar sizce kimler?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Oğuz Atay’ın olduğunu düşünüyorum, tabii Oğuz Atay’ı eski yazarlar kategorisinde saymak gerekiyor. Onun dışında günümüzde genç ve umut veren bir romancı gözükmüyor. Piyasadaki alkışlanan romancılara bakın, pek bir şey anlatmıyorlar.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Belirttiğiniz durum yeni bir dil yaratmaktan mı geçiyor? Bu mümkün mü?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Yeni bir dil yaratmak kolay değil. Yeni bir dil yaratmak için, “yeni dünya yaratmak ve bu bakış açısına sahip olmak gerekiyor.” Öyle bir durum olduğunu sanmıyorum.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Siz peki kendi kuşağınızdan kimlerle yakın oldunuz?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Edip Cansever, Turgut Uyar ve Cemal Süreya ile çok sık bir araya gelir, bu konular üzerine konuşurduk. Bu isimler Türk şiirinde önemli yer edindiler, kendilerine özgü bir şiir kurmayı başardılar. Melih Cevdet Anday da öyledir. Anday bugün, çok eski diyebileceğimiz bir şair değildir. Günümüzün ihtiyaçlarına ve diline karşılık gelen, iyi içerikleri yakalamış usta bir şairdir.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Günümüz siyaseti edebiyatı etkiledi mi?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Siyasetin Türk romanından dışlandığını düşünüyorum. Kimse siyasi süreçlerle ilgilenmiyor. Siyaset edebiyatta, gelip geçen bir sohbet konusu oldu. Örneğin; Attilâ İlhan gibi siyasetle yakından ilgilenen bir romancı ve şair yok.<br /><br />Siyaset, toplumsal hayatın can damarıdır, siyasetten dışlanmış bir edebiyat ben hiçbir zaman düşünemedim. Şimdiki romancılarımızın siyasetle ilgilendikleri yok. Günümüz edebiyatının sorunları bunlar ve ben bu sorunlar içinde yaşamıyorum.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Sağ kesimde yer alan şair ve yazarlara yakın oldunuz mu?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Başlangıçtan bu yana sola açık şair ve yazar oldum. Bu hassasiyet gösterdiğim bir konudur. Durduğum yerden çok uzaklaştığımı sanmıyorum. Örneğin; Sezai Karakoç, İslami duruşundan taviz vermemiştir. Bugün bu şekilde istikrar sağlayan bir şair örneği vermek zor. O kesimin en önemli şairlerindendir. Zaman zaman tutarsızlıklarda bulunmuş olsa da belirli bir duyarlılığın ve düşüncenin yetkin bir temsilcisidir.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Şiiri sağ ve sol olarak bölmek doğru mu?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay</strong>: Şiir çok bütünsel bir şey değildir. Her dönemin yetiştirdiği şairler vardır. Bütünleştirici bir fonksiyon beklemek zor. Edebiyatın bütünü için çok daha geçerli bu söylem.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Kadın yazarların akıbeti nasıl sizce? Siz kendi döneminize baktığınızda nasıl bir karşılaştırma yapabilirsiniz?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Bizimki gibi kadının her zaman ikincilleştirildiği toplumda, yeni bir yazar çıkması ve isim yapması kolay değil, uğraş gerektirir. Benim kuşağımda Leylâ Erbil, Nezihe Meriç gibi isimler, edebiyata uzun emekler vermişler, zorlu süreçlerden geçmişlerdir. Bizim dönemimizde, kadın yazarların da bir kısmının sol kesime yakın olduğunu söylemek gerekli. Son yıllarda ise daha çok sağ kesimden kadın yazarlar çıkıyor.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Milliyet Sanat’ta uzun yıllar yazdıktan sonra yazıyı bıraktınız. Üretim döneminin bittiğini mi düşündünüz?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay</strong>: Kendim dışında bir sebep gösteremem. “Buraya kadar” dedim ve bıraktım. “Demek ki benim de yazarlık yeteneğim bir yere kadar gidiyormuş” dedim ve yazıyla arama mesafe koydum.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Yeni yazılar yazıyor musunuz?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay</strong>: Öyle bir istek duymadım. Öyle bir istek duysam iyi kötü üretmeye çalışırdım.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz</strong>: Kültür-sanat sayfalarına baktığınızda nasıl buluyorsunuz eleştiri ve yazıları? İyi sanat eleştirisi yapılıyor mu?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Eleştiri de ölmüş geziyor Türkiye’de. Nasıl büyük bir romancı yetişmiyorsa büyük bir eleştirmen de yetişmiyor.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Eleştirmen dediğimizde kimi örnek verebilirsiniz?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay</strong>: Benim eleştirmen diyebileceğim isim, Fethi Naci’dir.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz</strong>: Köşe yazarlarını okuyor musunuz?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Okuyorum elbette, bakmadan geçmiyorum.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Edebiyat ödülleri?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Benim için ödül almak şart değil. Bir yazar ödül aldığı için kıymetli olmaz, olmamalı. Yazarın kıymeti kendindedir, yarattığı eserdedir. Şimdi pek öyle durmuyor, biraz ödül peşindecilikle piyasaya ayak uydurmaya çalışılıyor.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz</strong>: Yazmak nasıl bir süreç?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Yazmak, eline kalem alıp düşünmekle olacak bir uğraş değil. Birikim, kültür ve bilginin bütünlüğü üzerinden yazı yazılır.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz</strong>: Günümüz edebiyatı ve değişim sizi nasıl etkiledi?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Uzaklaştım. Eski romanın, edebiyatın bir takım izlekleri, dertleri vardı. Şimdiki romanlarda bunları göremiyoruz, gelişigüzel oluyor. Dünya genelinde de bu durum aynı. Nerede bir Kafka var? Kafka gibi olmaya çalışan bir yazar var mı? Sartre gibi bir yazar kolay kolay çıkmayacak. Bu kadar yaşamın ve siyasi sürecin içinde olup, üretmek sanıldığı kadar kolay değil.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Edebiyatı nasıl izlemek gerekiyor?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Dil ve düşünce düzeyi gerçeğinde izlemek gerekiyor. Felsefe diyoruz fakat Türkiye’de felsefe tarihini bilen yok. Türkiye’de nasıl bir felsefe yapılmış, kim kimleri merak etmiş bunlarla ilgili bir belge dahi yok elimizde. Abdülhak Hamit diyoruz fakat onunla ilgili neler biliyoruz, kaç kitabını okuduk? Kaç oyunu sergilendi ve biliyoruz? İşte tüm bunlar zamanı geldiğinde önümüze çıkıyor ve neyi ne kadar izlediğimiz bu tabloyla belli oluyor.<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Türkiye gelişirken çok fazla deri değiştiriyor. Bu deri değiştirmenin niteliğini de aydınlık gözlerle göremiyoruz ne yazık ki. Toplumsal, sosyal birtakım oluşumlar duru bir bakış açısı elde etmemizi engelliyor. Yetişme imkânlarımızı da engelliyor. Edebi geleneğe sahip olmak sanıldığı kadar kolay değil. Bizim en başta bir dil sorunumuz var. Yazdığımız Türkçe ne kadarıyla bizim edebiyatımızı temsil eden bir edebiyattır pek belli değil. Divan şiirinden bir şey anlamayan bir kuşağız. Osmanlıca bilmeyen birinin divan şiirini anlayıp, öğrenmesi zor.<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Sıkıntı nerede başlıyor?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Tam bir köke sahip olmamaktan yaşıyoruz bu sıkıntıları. Resim ve tiyatromuzda da benzer sıkıntılarımız var. Şeker Ahmet Paşa’nın resmini kim biliyor Türkiye’de? Şevket Dağ’ı takip etmiyor, ilgilenmiyoruz. Yüzeysel bir ilgilenme bizimki. Askıdaki sorunlar bunlar... ve sadece batı değil, kendi kültürümüzle de aramızı açıyoruz. Türkçü bir söylemin peşine takılmaktan söz etmiyorum fakat “kök” sorunumuz bizi ciddi bir çıkmaza götürüyor.<br /><br />Batıyla aramızda en az elli yıllık bir mesafe var ve bu kolay aşılacak bir durum değil. Sadece batı değil de doğu ile aramızda yüz yıl var. Bâki’nin şiirinden bir şey anlamıyorsak, o şiirle ilgili nasıl konuşabiliriz?<br /><br /><strong>Aydan Öksüz:</strong> Bu sorunları nasıl aşabiliriz?<br /><br /><strong>Ahmet Oktay:</strong> Postmodernizmin getirdiği, “Ne yapsan gider!” anlayışıyla, herkes her şeyi yapabileceğini zannediyor. Böyle bir zihniyetle ilerleyebilmek zor. Umarım değişir, yenilenir ve kendimize geliriz.<br /><br />AYDAN ÖKSÜZ<br />Aykırı Akademi, 08 Nisan 2014</p>
<p> </p>
<p><strong><span style="color: #ff0000;">İLGİLİ İÇERİK</span></strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">ŞİİRLER</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/573-a-ile-baslayanlar/ahmet-oktay.html" target="_blank" rel="alternate">AHMET OKTAY ŞİİRLERİ</a></p>
<p> </p>AHMET SELÇUK İLKAN HAYATI ve ESERLERİ2018-04-04T16:33:42+00:002018-04-04T16:33:42+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/12026-ahmet-selcuk-ilkan-hayati.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/574-a-ile-baslayanlar/ahmet-selcuk-ilkan.html" target="_blank" rel="alternate">AHMET SELÇUK İLKAN KİMDİR?<img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/ahmet-selcuk-ilkan.jpg" alt="" /></a></strong></span><br /><br />Ahmet Selçuk İlkan 1955 yılında Adana'da doğdu.İlk ve orta öğrenimini aynı yerde tamamladı. Lise yıllarında yazdığı ve çeşitli sana dergilerinde yayınlanan şiirleri ile dikkat çekti.1973 yılında yüksek öğrenimini tamamlamak üzere Almanya'nın Berlin şehrine gitti. Berlin Teknik Üniversitesinde Mimarlık eğitimini sürdürürken bir yandan da sanat çalışmalırana devam etti.<br /><br />1975 yılında Hayat Dergisi'nin düzenlediği 'Aşk' konulu şiir yarışmasında 'Hatılar mısın? ' isimli şiiriyle ilk birincilik ödülünü kazandı.<br /><br />1976 yılında Mimarlık öğrenimini yarım bırakarak Türkiye'ye döndü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi ve 1980 yılında mezun oldu.1978 yılında profesyonel olarak şarkı sözü yazarlığına da başlayan İlkan'ın şarkıları o dönemin popüler sanatçıları seslendirdi.İlk şarkıları şunlardır: Ya Seninle Ya Sensiz, Gözler Kalbin Aynasıdır, Ayrılık Kolyesi, Neredesin Ey Talih, Artık Ne Duamsın Ne Bedduam, Bayramın Olsun vs.<br /><br />Bugüne kadar Türk müzik dünyasının en ünlü bestekâr ve yorumcuları ile çalışan İlkan'ın 1000'in üzerinde eseri bulunmaktadır, bunlardan ilk akla gelen; Islak Mendil, Tahta Masa, Kahır mektubu, Anılar, Bir PazarGünü, Sabahçı Kahvesi, Hatıram olsun, Bir Gülü Sevdim, Ya Seninle Ya Sensiz, Gözler Kalbin Aynasıdır, Sevdalıyım, Eyvah-Çaykarası, Çocukların Günahı Ne, Ben Ne İnsanlar Gördüm, Bana Sor Yalnızlığı, Eskici, Seninle Aşkımız Eski Bir Roman, Bir Cennettir Bu Dünya, Kurşuna Gerek Yok, Selam Olsun, BizimSokaklar, Yine Bugün Sensiz, Bir Evet Yeter, Seni Sana Emanet Ediyorum, Ya Benimsin Ya Toprağın, Sana Hasret Gideceğim, Liselim, Mastika ve diğerleri...<br /><br />Ahmet Selçuk İlkan'ın bir başka özelliği Türk müzik dünyasında ilk melodi şiir akımını başlatmış olmasıdır. Mum Işıgında (Ayten) isimli şiir albümü 1982 yılında piyasaya sürüldüğünde yepyeni bir akım ayak seslerini beraberinde getiriyordu.1991 yılında ilk şiir klibini çeken İlkan'ın bu güne kadar yayınlanmış 8 tane şiir albümü bulunuyor.<br /><br />Kendisini ayrılıkların şairi, yalnızlıkların ozanı ve kısaca (ad ve soyadının baş harflerinden yola çıkarak) ASİ olarak tanımlayan sanatçı, bugüne kadar altı kitap, on şiir albümü yayınlamış, televizyon kanallarında çeşitli programlar yapmış ve konserler vermiştir.<br /><br /><strong>Eserleri:</strong><br /><br />Mum Işığında (Ayten) 1982,<br />Şiir Gözlüm (Fahriye Abla) 1984,<br />Bak Bir Erkek Ağlıyor 1986,<br />Bir Beyaz Karanfil 1988,<br />O Adam Benim 1990,<br />Seni Arıyorum 1992,<br />Şairler Ağlamaz 1997,<br />Ayrılıkların Şairi (Asi Bir Tutku) 2000)</p>
<p style="text-align: justify;"><br /><strong>Bir Şairin Hatıra Fotoğrafı</strong></p>
<p style="text-align: justify;"><br />Adana'da doğmuşum<br />Mirza Çelebi'de<br />İlkokulu İstiklal'de<br />Orta'yı Tepebağ'da<br />Liseyi Erkek Lisesi'nde okumuşum<br />Kimilerine göre doğuştan şair<br />Biraz da ASİ doğmuşum<br />Ve en acısı Adana'nın barajında<br />Üç kere boğulmuşum<br />O gün bugündür<br />Denizle aram açık<br />Buz gibi soğumuşum<br /><br />Liseden sonra kendimi<br />Denizi olmayan Berlin'de bulmuşum<br />Mimarlık okumuşum<br />Mühendislik okumuşum<br />Ve matematik çıktıkça karşıma<br />İnadına şiir okumuşum<br />Ve annemi kaybetmişim<br />Bir şubat gecesinde<br />Dünyadan soğumuşum<br />Gel gör ki<br />Dikeni de gülü de<br />O şehirde bulmuşum<br />Ve bir sabah dikeni yoluma<br />Gül'ü koluma alıp<br />İstanbul'a<br />Edebiyat Fakültesi'ne koşmuşum<br /><br />Daha ilk nefesinde gençliğimin<br />Sürgün'ü Nazım'dan<br />Gurbet'i Orhan'dan<br />Hasreti Ahmed Arif'ten tanımışım<br /><br />Vurulmuşum Taşına toprağına şiirin<br />Yunus'la yoğrulmuş<br />Nesimi'yle coşmuş<br />Pir Sultan'la coşmuşum<br /><br />Bir gözümde Veysel<br />Bir gözümde Köroğlu<br />Dilimde Karacaoğlan, Emrah, Dadaloğlu<br />Ne türküler yakmışım<br /><br />Necip Fazıl'la kaldırımlarda yatmış<br />Atilla İlhan'la Maçka'da buluşmuş<br />Ümit Yaşar'la yüzlerce kez aşık olmuşum<br /><br />Ve haykırmışım göklere<br />Şairler severse işte böyle sever!<br />Yüreğimde can sesleri<br />"Mendilimde kan sesleri"<br />Ve dilimde hep o şiirler<br />Bir yanımda Can Yücel<br />Bir yanımda Edip Cansever<br /><br />İşte bu yüzden<br />Acıların şahını<br />Aşkların ilahını<br />Yalnızlığın padişahını<br />Gölgesinden tanırım<br />Ama ne zaman bir ayrılık çalsa kapımı<br />Buz keser kanım donar kalırım<br />Ve soluğu yine bir şiirde alırım<br /><br />Kısacası<br />Adım Ahmet Selçuk<br />Soyadım İlkan<br />Bir söz vardır ya hani<br />Tanıyan bir<br />Tanımayan bin pişman<br />Yetişir sanırım<br />Bunca sohbet bunca ağıt bunca ahh<br />Şiirlerimin gözü yolda kalmasın<br />Hadi bana eyvallah...<br /><br /></p>
<p><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">ŞİİRLER</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/574-a-ile-baslayanlar/ahmet-selcuk-ilkan.html" target="_blank" rel="alternate">AHMET SELÇUK İLKAN ŞİİRLERİ</a></p>
<p style="text-align: justify;"><br /><br /><br /></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/574-a-ile-baslayanlar/ahmet-selcuk-ilkan.html" target="_blank" rel="alternate">AHMET SELÇUK İLKAN KİMDİR?<img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/ahmet-selcuk-ilkan.jpg" alt="" /></a></strong></span><br /><br />Ahmet Selçuk İlkan 1955 yılında Adana'da doğdu.İlk ve orta öğrenimini aynı yerde tamamladı. Lise yıllarında yazdığı ve çeşitli sana dergilerinde yayınlanan şiirleri ile dikkat çekti.1973 yılında yüksek öğrenimini tamamlamak üzere Almanya'nın Berlin şehrine gitti. Berlin Teknik Üniversitesinde Mimarlık eğitimini sürdürürken bir yandan da sanat çalışmalırana devam etti.<br /><br />1975 yılında Hayat Dergisi'nin düzenlediği 'Aşk' konulu şiir yarışmasında 'Hatılar mısın? ' isimli şiiriyle ilk birincilik ödülünü kazandı.<br /><br />1976 yılında Mimarlık öğrenimini yarım bırakarak Türkiye'ye döndü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi ve 1980 yılında mezun oldu.1978 yılında profesyonel olarak şarkı sözü yazarlığına da başlayan İlkan'ın şarkıları o dönemin popüler sanatçıları seslendirdi.İlk şarkıları şunlardır: Ya Seninle Ya Sensiz, Gözler Kalbin Aynasıdır, Ayrılık Kolyesi, Neredesin Ey Talih, Artık Ne Duamsın Ne Bedduam, Bayramın Olsun vs.<br /><br />Bugüne kadar Türk müzik dünyasının en ünlü bestekâr ve yorumcuları ile çalışan İlkan'ın 1000'in üzerinde eseri bulunmaktadır, bunlardan ilk akla gelen; Islak Mendil, Tahta Masa, Kahır mektubu, Anılar, Bir PazarGünü, Sabahçı Kahvesi, Hatıram olsun, Bir Gülü Sevdim, Ya Seninle Ya Sensiz, Gözler Kalbin Aynasıdır, Sevdalıyım, Eyvah-Çaykarası, Çocukların Günahı Ne, Ben Ne İnsanlar Gördüm, Bana Sor Yalnızlığı, Eskici, Seninle Aşkımız Eski Bir Roman, Bir Cennettir Bu Dünya, Kurşuna Gerek Yok, Selam Olsun, BizimSokaklar, Yine Bugün Sensiz, Bir Evet Yeter, Seni Sana Emanet Ediyorum, Ya Benimsin Ya Toprağın, Sana Hasret Gideceğim, Liselim, Mastika ve diğerleri...<br /><br />Ahmet Selçuk İlkan'ın bir başka özelliği Türk müzik dünyasında ilk melodi şiir akımını başlatmış olmasıdır. Mum Işıgında (Ayten) isimli şiir albümü 1982 yılında piyasaya sürüldüğünde yepyeni bir akım ayak seslerini beraberinde getiriyordu.1991 yılında ilk şiir klibini çeken İlkan'ın bu güne kadar yayınlanmış 8 tane şiir albümü bulunuyor.<br /><br />Kendisini ayrılıkların şairi, yalnızlıkların ozanı ve kısaca (ad ve soyadının baş harflerinden yola çıkarak) ASİ olarak tanımlayan sanatçı, bugüne kadar altı kitap, on şiir albümü yayınlamış, televizyon kanallarında çeşitli programlar yapmış ve konserler vermiştir.<br /><br /><strong>Eserleri:</strong><br /><br />Mum Işığında (Ayten) 1982,<br />Şiir Gözlüm (Fahriye Abla) 1984,<br />Bak Bir Erkek Ağlıyor 1986,<br />Bir Beyaz Karanfil 1988,<br />O Adam Benim 1990,<br />Seni Arıyorum 1992,<br />Şairler Ağlamaz 1997,<br />Ayrılıkların Şairi (Asi Bir Tutku) 2000)</p>
<p style="text-align: justify;"><br /><strong>Bir Şairin Hatıra Fotoğrafı</strong></p>
<p style="text-align: justify;"><br />Adana'da doğmuşum<br />Mirza Çelebi'de<br />İlkokulu İstiklal'de<br />Orta'yı Tepebağ'da<br />Liseyi Erkek Lisesi'nde okumuşum<br />Kimilerine göre doğuştan şair<br />Biraz da ASİ doğmuşum<br />Ve en acısı Adana'nın barajında<br />Üç kere boğulmuşum<br />O gün bugündür<br />Denizle aram açık<br />Buz gibi soğumuşum<br /><br />Liseden sonra kendimi<br />Denizi olmayan Berlin'de bulmuşum<br />Mimarlık okumuşum<br />Mühendislik okumuşum<br />Ve matematik çıktıkça karşıma<br />İnadına şiir okumuşum<br />Ve annemi kaybetmişim<br />Bir şubat gecesinde<br />Dünyadan soğumuşum<br />Gel gör ki<br />Dikeni de gülü de<br />O şehirde bulmuşum<br />Ve bir sabah dikeni yoluma<br />Gül'ü koluma alıp<br />İstanbul'a<br />Edebiyat Fakültesi'ne koşmuşum<br /><br />Daha ilk nefesinde gençliğimin<br />Sürgün'ü Nazım'dan<br />Gurbet'i Orhan'dan<br />Hasreti Ahmed Arif'ten tanımışım<br /><br />Vurulmuşum Taşına toprağına şiirin<br />Yunus'la yoğrulmuş<br />Nesimi'yle coşmuş<br />Pir Sultan'la coşmuşum<br /><br />Bir gözümde Veysel<br />Bir gözümde Köroğlu<br />Dilimde Karacaoğlan, Emrah, Dadaloğlu<br />Ne türküler yakmışım<br /><br />Necip Fazıl'la kaldırımlarda yatmış<br />Atilla İlhan'la Maçka'da buluşmuş<br />Ümit Yaşar'la yüzlerce kez aşık olmuşum<br /><br />Ve haykırmışım göklere<br />Şairler severse işte böyle sever!<br />Yüreğimde can sesleri<br />"Mendilimde kan sesleri"<br />Ve dilimde hep o şiirler<br />Bir yanımda Can Yücel<br />Bir yanımda Edip Cansever<br /><br />İşte bu yüzden<br />Acıların şahını<br />Aşkların ilahını<br />Yalnızlığın padişahını<br />Gölgesinden tanırım<br />Ama ne zaman bir ayrılık çalsa kapımı<br />Buz keser kanım donar kalırım<br />Ve soluğu yine bir şiirde alırım<br /><br />Kısacası<br />Adım Ahmet Selçuk<br />Soyadım İlkan<br />Bir söz vardır ya hani<br />Tanıyan bir<br />Tanımayan bin pişman<br />Yetişir sanırım<br />Bunca sohbet bunca ağıt bunca ahh<br />Şiirlerimin gözü yolda kalmasın<br />Hadi bana eyvallah...<br /><br /></p>
<p><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">ŞİİRLER</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/574-a-ile-baslayanlar/ahmet-selcuk-ilkan.html" target="_blank" rel="alternate">AHMET SELÇUK İLKAN ŞİİRLERİ</a></p>
<p style="text-align: justify;"><br /><br /><br /></p>AHMET TELLİ HAYATI ve ESERLERİ2016-04-23T15:57:38+00:002016-04-23T15:57:38+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/4183-ahmet-telli.htmlMAGmagoksu37@hotmail.com<p style="text-align: center;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem.html"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/ahmet_telli.jpg" alt="" width="70" height="99" /></a>AHMET TELLİ (1946-...)</strong></p>
<p style="text-align: justify;">Çankırı'nın Eskipazar ilçesinde doğdu. (Eskipazar ilçesi o yıllarda Çankırı il sınırları içerisinde idi. Fakat sonradan Karabük'ün il olmasından sonra Karabük ilinin sınırlarına dahil edildi.) 30. Gazi Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Ortaokul ve liselerde edebiyat öğretmenliği yaptı. 12 Eylül'den sonra uzunca bir süre tutuklu kaldı.</p>
<p style="text-align: justify; padding-left: 30px;"><strong>Edebi Kişiliği</strong></p>
<p style="text-align: justify;">1960 sonrası toplumcu gerçekçi şiirimizin ikinci kuşağında yer alan özgün şairlerdendir. İsmet Özel'den sözcük seçimi ve ses tonu bakımından etkilenmiştir. Romantik ve başkaldırıcı şiiriyle bir yandan da Attila İlhan'a yakın durduğu söylenebilir.</p>
<p style="text-align: justify;">1980 yılında "Hüznün İsyan Olur" şiir kitabıyla Toprak Şiir Ödülü'nü alan sanatçı, bu ödülü Metin Altıok'la paylaşmış, "Saklı Kalan” şiir kitabıyla da 1982 yılında Yazko Şiir Özendirme Ödülü'nü almıştın Sanatçının "Karda İzler” başlıklı şiiri "kar" imgesinin ele alınışı bakımından teşkil etmektedir.</p>
<p style="text-align: justify; padding-left: 30px;"><strong>Eserleri:</strong></p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Şiir:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Yangın Yılları,</li>
<li style="text-align: justify;">Hüznün İsyan Olur,</li>
<li style="text-align: justify;">Dövüşen Anlatsın,</li>
<li style="text-align: justify;">Saklı Kalan,</li>
<li style="text-align: justify;">Su Çürüdü,</li>
<li style="text-align: justify;">Belki Yine Gelirim,</li>
<li style="text-align: justify;">Çocuksun Sen,</li>
<li style="text-align: justify;">Kalbim Unut Bu Şiiri,</li>
<li style="text-align: justify;">Barbar ile Şehla,</li>
<li style="text-align: justify;">Nida</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>Diğer eserleri:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Ben Hiçbir Şey Söylemedim,</li>
<li style="text-align: justify;">Sulara mı Yazıldı,</li>
<li style="text-align: justify;">Buradayım Sözümde</li>
<li style="text-align: justify;"></li>
</ul>
<p><strong><span style="color: #ff0000;">BU KADAR UZAK MIYDI?</span></strong></p>
<p>Bu kadar uzak mıydı <br />Git git bitmiyor yol<br />Görünmüyor dağın ardı</p>
<p>Oysa bilmem kaç yıl <br />Bu yollardan yürünmüş <br />Şimdi sanki bir masal</p>
<p>Bu dilsiz dağ ve taş <br />Nerde saklar kuşları <br />Hangi gizle sarmaşdolaş</p>
<p>Anlamak zor susuşları<br />AHMET TELLİ</p>
<p style="text-align: right;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><em>Güvender Yayınları, Türk Edebiyatı</em></strong></p><p style="text-align: center;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem.html"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/ahmet_telli.jpg" alt="" width="70" height="99" /></a>AHMET TELLİ (1946-...)</strong></p>
<p style="text-align: justify;">Çankırı'nın Eskipazar ilçesinde doğdu. (Eskipazar ilçesi o yıllarda Çankırı il sınırları içerisinde idi. Fakat sonradan Karabük'ün il olmasından sonra Karabük ilinin sınırlarına dahil edildi.) 30. Gazi Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Ortaokul ve liselerde edebiyat öğretmenliği yaptı. 12 Eylül'den sonra uzunca bir süre tutuklu kaldı.</p>
<p style="text-align: justify; padding-left: 30px;"><strong>Edebi Kişiliği</strong></p>
<p style="text-align: justify;">1960 sonrası toplumcu gerçekçi şiirimizin ikinci kuşağında yer alan özgün şairlerdendir. İsmet Özel'den sözcük seçimi ve ses tonu bakımından etkilenmiştir. Romantik ve başkaldırıcı şiiriyle bir yandan da Attila İlhan'a yakın durduğu söylenebilir.</p>
<p style="text-align: justify;">1980 yılında "Hüznün İsyan Olur" şiir kitabıyla Toprak Şiir Ödülü'nü alan sanatçı, bu ödülü Metin Altıok'la paylaşmış, "Saklı Kalan” şiir kitabıyla da 1982 yılında Yazko Şiir Özendirme Ödülü'nü almıştın Sanatçının "Karda İzler” başlıklı şiiri "kar" imgesinin ele alınışı bakımından teşkil etmektedir.</p>
<p style="text-align: justify; padding-left: 30px;"><strong>Eserleri:</strong></p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Şiir:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Yangın Yılları,</li>
<li style="text-align: justify;">Hüznün İsyan Olur,</li>
<li style="text-align: justify;">Dövüşen Anlatsın,</li>
<li style="text-align: justify;">Saklı Kalan,</li>
<li style="text-align: justify;">Su Çürüdü,</li>
<li style="text-align: justify;">Belki Yine Gelirim,</li>
<li style="text-align: justify;">Çocuksun Sen,</li>
<li style="text-align: justify;">Kalbim Unut Bu Şiiri,</li>
<li style="text-align: justify;">Barbar ile Şehla,</li>
<li style="text-align: justify;">Nida</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>Diğer eserleri:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Ben Hiçbir Şey Söylemedim,</li>
<li style="text-align: justify;">Sulara mı Yazıldı,</li>
<li style="text-align: justify;">Buradayım Sözümde</li>
<li style="text-align: justify;"></li>
</ul>
<p><strong><span style="color: #ff0000;">BU KADAR UZAK MIYDI?</span></strong></p>
<p>Bu kadar uzak mıydı <br />Git git bitmiyor yol<br />Görünmüyor dağın ardı</p>
<p>Oysa bilmem kaç yıl <br />Bu yollardan yürünmüş <br />Şimdi sanki bir masal</p>
<p>Bu dilsiz dağ ve taş <br />Nerde saklar kuşları <br />Hangi gizle sarmaşdolaş</p>
<p>Anlamak zor susuşları<br />AHMET TELLİ</p>
<p style="text-align: right;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><em>Güvender Yayınları, Türk Edebiyatı</em></strong></p>AKA GÜNDÜZ HAYATI ve ESERLERİ2012-09-09T17:17:22+00:002012-09-09T17:17:22+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/2260-aka-guenduez-41727933.htmlMAGmagoksu37@hotmail.com<p><span style="color: #ff0000;">AKA GÜNDÜZ HAYATI ve ESERLERİ</span></p>
<p style="text-align: justify;">Romancı (1886 - 1958). Selânik'te doğdu. Asıl adı Emin Âli'dir. Ortaöğrenimini Kuleli Askerî İdadisi'nde tamamladıktan sonra geçtiği Harbiye'nin ikinci sınıfından hastalanarak ayrıldı. Bir süre Paris'te hukuk okudu. Yurda dönünce Abdülhamid II yönetimi tarafından Selânik'e sürgün edildi, ikinci Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul’a yerleşerek gazeteciliğe başladı, İstanbul’un işgal günlerinde İngilizler tarafından Malta'ya sürülen yazarlar, düşün adamları arasında o da vardı. Cumhuriyetten sonra (1932) Ankara'dan milletvekili seçildi. 1946'ya kadar da her dönem parlamentoya girme olanağını buldu. İkinci Meşrutiyet döneminde «Millî Edebiyat» akımı içinde yer aldı.</p>
<p><br />BAŞLICA YAPITLARI: Dikmen Yıldızı (1928, 1953), Bir Şoförün Gizli Defteri (1928, 3. bas. 1946), İki Süngü Arasında (1929), Zekeriya Sofrası (1938, 1944),</p>
<p>KAYNAKLAR: Hilmi Yücebaş (Bütün Cepheleriyle Aka Gündüz, 1958), (Yeni Yayınlar Dergisi, Şubat 1960), Şükran KURDAKUL (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).</p>
<p> </p>
<p> </p><p><span style="color: #ff0000;">AKA GÜNDÜZ HAYATI ve ESERLERİ</span></p>
<p style="text-align: justify;">Romancı (1886 - 1958). Selânik'te doğdu. Asıl adı Emin Âli'dir. Ortaöğrenimini Kuleli Askerî İdadisi'nde tamamladıktan sonra geçtiği Harbiye'nin ikinci sınıfından hastalanarak ayrıldı. Bir süre Paris'te hukuk okudu. Yurda dönünce Abdülhamid II yönetimi tarafından Selânik'e sürgün edildi, ikinci Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul’a yerleşerek gazeteciliğe başladı, İstanbul’un işgal günlerinde İngilizler tarafından Malta'ya sürülen yazarlar, düşün adamları arasında o da vardı. Cumhuriyetten sonra (1932) Ankara'dan milletvekili seçildi. 1946'ya kadar da her dönem parlamentoya girme olanağını buldu. İkinci Meşrutiyet döneminde «Millî Edebiyat» akımı içinde yer aldı.</p>
<p><br />BAŞLICA YAPITLARI: Dikmen Yıldızı (1928, 1953), Bir Şoförün Gizli Defteri (1928, 3. bas. 1946), İki Süngü Arasında (1929), Zekeriya Sofrası (1938, 1944),</p>
<p>KAYNAKLAR: Hilmi Yücebaş (Bütün Cepheleriyle Aka Gündüz, 1958), (Yeni Yayınlar Dergisi, Şubat 1960), Şükran KURDAKUL (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).</p>
<p> </p>
<p> </p>ALİ CANİP YÖNTEM HAYATI ve ESERLERİ2018-04-15T06:26:56+00:002018-04-15T06:26:56+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/12592-ali-canip-yontem-hayati.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/624-a-ile-baslayanlar/ali-canip-yontem-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate"><span style="color: #ff0000;"><strong>ALİ CANİP YÖNTEM <img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/ali-canip-yontem.png" alt="" /></strong></span></a><br />(1887-1967)<br /><br /><strong>Edebiyat tenkitçisi, şair ve yazar.</strong><br /><br /><br />Haziran 1887’de İstanbul’da doğdu. Babası Evkaf Nezâreti memurlarından Halil Sâib Bey, annesi Anapa müftüsü İslâm Efendi’nin kızı Hafize Nûriye Hanım’dır. Üsküdar’daki Gülfem Hatun Mektebi’nde başladığı öğrenimini Toptaşı Askerî Rüşdiyesi’nde sürdürdü. Rüşdiyeyi bitirince iki yıl kadar Selâmsız’daki Fransız Mektebi’nde okudu; babasının Selânik’e sürülmesi üzerine oradaki Mülkiye İdâdîsi’ne girdi. Bir ara İstanbul’da Mekteb-i Hukūk’a devam ettiyse de aynı mektep Selânik’te açılınca son sınıfa kadar burada okudu. Bu sırada Selânik İttihat ve Terakkî Mektebi’nde ve Ziraat Mekteb-i Âlîsi’nde ders verdi. 1909’da kurulan Fecr-i Âtî topluluğuna katıldı, topluluğun Selânik’te muhabir üyeliğini yaptı. Balkan Harbi’nin başında İstanbul’a döndü (1911). 1912’de Çanakkale Sultânîsi’nde edebiyat ve felsefe hocalığına başladı. Ertesi yıl görevi İstanbul’daki Gelenbevi Sultânîsi’ne nakledildi. 1914’te Dârülmuallimîn-i Âliye edebiyat hocalığına getirildi. 1917-1918’de Dârülfünun’da teşkil edilen, lise kitaplarını hazırlamakla görevli komisyona üye seçildi. Dârülfünun Edebiyat Fakültesi’nde Türk edebiyatı dersleri verdi (1919). 1920’de Trabzon Sultânîsi müdürlüğüne, arkasından Giresun maarif müdürlüğüne ve Maarif Vekâleti müfettişliğine tayin edildi. 1923’te kendi isteğiyle edebiyat hocalığına döndü ve Kabataş Lisesi ile İstanbul Erkek Öğretmen Okulu’nda edebiyat dersleri verdi. Bu sırada kütüphaneleri tasnif etmek üzere kurulan komisyonun başkanlığını yaptı. 1927’de tekrar maarif müfettişliğine getirildi. 1934’te Ordu’dan milletvekili seçildi. Aynı yıl Türk Dili Tedkik Cemiyeti merkez üyesi, Tarih Encümeni ve ardından Türk Tarih Kurumu üyesi oldu. 1943’te İstanbul Edebiyat Fakültesi Türk Edebiyatı Bölümü’ne öğretim görevlisi olarak tayin edildi. 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’den Bursa milletvekili seçildi. 26 Ekim 1967’de İstanbul’da vefat etti, mezarı Sahrayıcedid Kabristanı’ndadır.<br /><br />Henüz on beş-on altı yaşlarında iken şiire ilgi duyan Ali Canip önce Muallim Nâci’nin tesiri altında gazel tarzında şiirler yazmış, daha sonra o günkü edebiyat dünyasına hâkim olan Edebiyat-ı Cedîde tarzına yönelmiştir. İlk şiirlerini Selânik’te çıkan Kadın (1908-1909) ve Bahçe (1909) dergilerinde yayımlamış, Fecr-i Âtî topluluğuna mensup olmasına rağmen bu grubun edebî eğilimlerini benimsememiştir. Aruz vezniyle yazdığı şiirlerde Türkçe’yi bu vezne uydurmakta başarı göstermiştir. Ali Canip’in, Genç Kalemler’den (1911) başlayarak Türk Yurdu (1915) ve Yeni Mecmua’da (1917) yayımladığı hece vezninde şiirlerle Beş Hececiler’e takip edecekleri yolu gösterdiği kabul edilir. 1910 yılında Selânik’te çıkmakta olan Hüsn ve Şiir dergisinin adı Genç Kalemler’e çevrilince Ali Canip Ziya Gökalp ve Ömer Seyfeddin’le temas kurarak onları da derginin yayımına katılmaya ikna etmiş, böylece “yeni lisan” hareketinin üç ismi bir araya gelmiş, derginin ilk sayısında yer alan beyannâme ile Millî Edebiyat akımı başlamıştır. Genç Kalemler’de millî edebiyat meselesi üzerine çeşitli makaleler yazan Ali Canip, Türkçe’ye Arapça ve Farsça’dan giren tamlamalarla dil bilgisi kaidelerinin kullanılmaması ve yazı dilinde İstanbul Türkçesi’nin esas alınması konularında M. Fuad Köprülü, Cenab Şahabeddin ve Süleyman Nazif’le tartışmalara girmiştir. Polemik türündeki yazılarında Yektâ Bâhir takma adını kullanan Ali Canip, dergi kapanınca “Millî Edebiyat Meselesi” başlığı altındaki yazılarını Türk Yurdu’nda yayımlamıştır. Yeni Mecmua, Türk Sözü, Hak, Güneş, Şâir, Âşiyan ve Çınaraltı dergilerinde estetik ve edebiyat konularıyla büyük şahsiyetler üzerine çeşitli yazılar yazmış, birer emek mahsulü olan araştırmaları ise Cumhuriyet’ten sonraki yıllarda Hayat, İstanbul ve Türkiyat Mecmuası’nda neşredilmiştir. Dil ve edebiyatla ilgili tartışmalarında Yekta Bâhir yanında Gök Alp ve Celâl Sâkıb takma adlarını da kullanan Ali Canip, Millî Edebiyat anlayışına karşı çıkanlara ağır cevaplar vermiş, ayrıca Türk edebiyatı tarihi üzerine yaptığı araştırmalarıyla kalıcı hizmetler ortaya koymuştur.<br /><br /><span style="color: #ff0000;"><strong>Eserleri.</strong> </span><strong>Geçtiğim Yol</strong> (şiir; İstanbul 1918), <strong>Millî Edebiyat Meselesi ve Cenab Bey’le Münakaşalarım</strong> (İstanbul 1918), <strong>Edebiyat</strong> (lise 1. sınıf ders kitabı; İstanbul 1926), <strong>Epope ve Edebî Nevilerle Mesleklere Dair Mâlûmat</strong> (İstanbul 1927), <strong>Leylâ ve Mecnun</strong> (Fuzûlî’nin aynı adlı eserinin özeti; İstanbul 1927), <strong>Naîmâ Tarihi</strong> (seçmeler; İstanbul 1927), <strong>Türk Edebiyatı Antolojisi</strong> (İstanbul 1931), <strong>Ömer Seyfeddin, Hayatı ve Eserleri</strong> (İstanbul 1935, 1947; Yöntem’in diğer eserleriyle gazete ve dergilerde çıkan yazılarının bir listesi için bk. Filizok, s. 233-259).<strong> Ali Canip, Ömer Seyfeddin’in ölümünden sonra hikâyelerini ilk defa üç</strong> (İstanbul 1926-1927), daha sonra dokuz (Ömer Seyfettin Külliyatı, İstanbul 1938) cilt halinde yayıma hazırlamıştır. Siyasî ve edebî hatıraları Yakın Tarihimiz dergisinde çıkmış (1962-1963), dergilerde kalan eski ve yeni Türk edebiyatıyla ilgili makaleleri Ahmet Sevgi ve Mustafa Özcan tarafından iki hacimli ciltte toplanmıştır (Prof. Ali Cânip Yöntem’in Yeni Türk Edebiyatı Üzerine Makaleleri [Konya 1995]; Prof. Ali Cânip Yöntem’in Eski Türk Edebiyatı Üzerine Makaleleri [İstanbul 1996]). Ogur Erol, Ali Canip Yöntem ve Eğitim adıyla bir doktora tezi hazırlamıştır (2008, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü).<br /><br />BİBLİYOGRAFYA :<br />Ömer Seyfeddin, “Ali Cânib Bey”, Nevsâl-i Millî, İstanbul 1914, s. 299-313; Nüzhet Hâşim, Millî Edebiyata Doğru, İstanbul 1918, s. 69-77; Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, İstanbul 1936, I, 407-414; a.mlf., Ali Cânib: Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1937; Kenan Akyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, Ankara 1970, s. 641-642; Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri, İstanbul 1984, I, 195-197; Rıza Filizok, Ali Canip’in Hayatı ve Eserleri Üzerinde Bir Araştırma, İzmir 2001; Fevziye Abdullah Tansel, “Ali Cânib Yöntem”, TTK Belleten, XXXII/125 (1968), s. 55-57; “Yöntem, Ali Canib”, TDEA, VIII, 603-604.<br /><br />KAYNAK: TDV, İSLAM ANS., Müellif: ŞERİF AKTAŞ </p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify;">****</p>
<hr title="EDEBİ KİŞİLİĞİ" alt="EDEBİ KİŞİLİĞİ" class="system-pagebreak" />
<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>EDEBİ KİŞİLİĞİ <img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/ali-canip-yontem.png" alt="" /></strong></span><br /><br />Ali Canib, çocuk yaşta şiir yazmağa başlamıştır. Önce Muallim Naci'nin eserlerini okur, divan edebiyatı üzerinde çalışarak bilgisini ve zevkini zenginleştirip geliştirir. Bu sıralarda gazel tarzında şiir yazar. Daha sonra da Edebiyat-ı Cedide tarzına uygun manzumeler kaleme alır.<br /><br />Ali Canib ilk şiirlerini Selanik'te çıkan Bahçe ve Kadın dergilerinde yayınlar. Bunlar, onun sanat hayatının başlangıç dönemine ait eserlerdir. 1908'den sonra yazdığı, Tevfik Fikret'in şiirlerini hatırlatan manzumeler ise, onun olgunlaştığını, şiirde kendi sesini bulduğunu düşündürür. Bu döneme ait şiirleri, Fecr-i Âti adı verilen edebî toplulukta yer alan genç şâirlere örnek olacak vasıftadır. O, Fecr-i Âtî üyeleri arasında bulunmasına rağmen bu grubun edebî eğilimlerini benimsemez.<br /><br />İlk edebî terbiyesini Naci'den alan Ali Canib, yenilik adına nazım dilinde yapılan yanlışlıkları iyi karşılamaz. O, Muallim Naci'den hem sade Türkçe ile yazma, hem de millî edebiyat zevkini aldığını belirtir. Ayrıca manzumelerindeki nazım kusursuzluğunu da Naci Efendi'ye borçlu olduğunu söyler. Bu bakımdan Ali Canib'i, yenileşen ve değişen şartlar içerisinde Muallim Naci'nin devamı olarak düşünmek yerinde olur. Halbuki Fecr-i Âtî'nin diğer şâirleri, Edebiyat-ı Cedîde zevkini devam ettirirler.<br /><br />Ali Canib, Selanik'te, Hamid ve Hüsnü adlı iki gencin 1910 yılında çıkarmağa başladıkları Hüsün ve Şiir adlı dergide makale ve şiirler yayınlar. Bu dergiye biraz da fikir ve felsefe çeşnisi verebilmek gayesiyle adım değiştirmeye ihtiyaç duyarlar. Böylece Hüsün ve Şiir dergisi Genç Kalemler adını alır. Aynı yıl Ziya Gökalp, ittihat ve Terakkî'nin genel merkez azası olarak Diyarbakır'dan Selânik'e gelir. İttihat ve Terakki genel merkez başkâtibi Nesimi Sârim aracılığıyla Ali Canib ile Ziya Gökalp tanışır. Ali Canib'in Ömer Seyfeddin ile tanışması da yine bu yıla rastlar. Tanışmaya sebep Ömer Seyfeddin'in Perviz imzasıyla yayınladığı bir yazıdır. Ali Canib, bir makalesinde bu yazıyı beğendiğini ifâde eder. Ömer Seyfeddin de Ali Canib'e yazıyı kendisinin kaleme aldığını belirten bir mektup gönderir. Böylece "Yeni Lisan Hareketi"nin üç ismi Selanik'te birbiriyle tanışırlar.<br /><br />Ömer Seyfeddin, Ali Canib'e:<br /><br /> <em> "Size bir teklifim var. Kanaatlerinize pek yakın olduğu için hemen kabul edeceksiniz sanırım. Bakınız ne; biraz izah edeyim: Edebiyattan nefret ettiğimi ve bu nefretimin iğrenç tiksindirici bir nefret olduğunu yazmıştım..."</em><br /><br />cümleleriyle başlayan ve dilde sadeleşme gereğini ifâde eden 28 Ocak 1910 tarihli bir mektup gönderir. Ali Canib, bu mektubu Ziya Gökalp'e okur, Gökalp bu fikirleri beğenir. Canib Bey'e birlikte çalışalım der. Birkaç gün içinde Ali Canib İttihat ve Terakki Cemiyeti Genel Merkezi'nden bir mektup ve bir kararname alır. Bu kararname ile, Avrupa'nın muhtelif yerlerindeki öğrenci cemiyetleriyle haberleşme zaruretleri ve onlara yardım etme gayesiyle Dr.Nazım, Ali Canib, Kâzım Nami, Talat, Hüseyin Hüsnü ve Hamid Beylerden bir "Talebe-i Hariciye Encümeni" kurulmasına, Ali Canib Bey'in Genç Kalemler başmuharrirliği yanında bu encümenin genel sekreterliğine getirilmesine karar verildiği bildirilir. İşte bundan sonra Yeni Lisan mücadelesinin merkezi ve basın organı Genç Kalemler yeni şekliyle yayınlanmaya başlar. (No: 1, 29 Mart 1327/1911).<br /><br />Genç Kalemler'de yayınlanan yazılarda Arapça, Farsça terkiplerin ve dilbilgisi kurallarının kullanılmaması; konuşma diline girmiş ve türkçeleşmiş olanların dışında Arapça ve Farsça edatlara yer verilmesi, İstanbul Türkçesinin ölçü alınması istenir. Bu prensiplere uygun olarak yayın hayatına devam eden Genç Kalemler'de en çok Canib Bey'in yazıları yayınlanmaktadır. Derginin yeni düzende çıkan ilk sayılarında Ali Canib, millî edebiyat meselesini de ortaya atar. Genç Kalemler'in bu faaliyetine Servet-i Fünûn dergisinden itirazlar yükselir. İlk yazı Köprülüzâde Mehmed Fuad'ındır. Ona, Ali Canib cevap verir. Cenab Şahabeddin ve Süleyman Nazif de Genç Kalemler'in aleyhinde yazılar yayınlarlar. Süleyman Nazif, Hadisât'ta; Cenab Şahabeddin Hak Gazetesi, Şehbal ve Servet-i Fünûn dergilerinde bu konudaki düşüncelerini yazarlar. Genç Kalemler çevresinde başlayan dil ve edebiyat hareketini tenkit ederler. Genç Kalemler'in polemik kısmını idare eden Ali Canib bunlara cevap verir. O, zaman zaman Yekta Bahir takma adıyla da yayınladığı bu yazılarından bir kısmını daha sonra, "Millî Edebiyat Meselesi ve Cenap Bey'le Münakaşalarım" (1918) adlı bir kitapta toplar.<br /><br />Bu yazılarda dil, vezin ve anlatma tarzına ait görüşler ön plânda yer alıyor; tartışmalar şekle ait problemler ve söyleyiş biçimleri üzerinde yoğunla-şıyorsa da esasında, zevk, duyuş tarzı ve edebiyat anlayışları arasındaki farklılık yatmaktadır. Ali Canib ve arkadaşları sâde bir söyleyiş tarzıyla yerli ve mahallî konular üzerinde durmak istemekte, Cenab Şahabeddin, Süleyman nazif Edebiyat-ı Cedide zevkini ve duyuş tarzını sürdürmekten yana görünmektedirler.<br /><br />Genç Kalemler çevresinde başlayan lisan ve Millî Edebiyat hareketi Selânik'in işgaline kadar bu şekilde devam eder. Ali Canib, bu hareketi düzenleyen ve yürütenlerden biridir. Selânik'in işgali ile Genç Kalemler'de yazı yazanlar istanbul'a göç ederler. Böylece adı geçen dergi çevresinde olgunlaşan zevk ve anlayış, İstanbul basımnda varlığını kuvvetle hissettirmeğe başlar. Ali Canib, edebiyat hakkındaki düşüncelerini Türk Yurdu'nda "Millî Edebiyat Meselesi" başlığı altında yayınlamaya koyulur. Ayrıca Türkçülük hareketi karşısında yer alanlara da hücumi eder.<br /><br />1912 yılında Paris'te çıkan Mercure de France dergisine P. Rizal imzasıyla "Türkler Bir Millî Ruh Arıyor" başlıklı uzun bir makale yayınlar. Onun edebiyat ve dile hizmetlerini yakın arkadaşı Ömer Seyfeddin Nevsal-i Millî'de (1913) şu cümle ile ifâde etmiştir:<br /><br /> <em>"... Ali Canib Bey, millî edebiyatın mevzularını, memleketimizde, yaşadığımız muhitin içinde bulmuş ve konuştuğumuz saf ve tabiî Türkçe ile terennüm etmiştir..."</em><br /><br />Aruzla yazdığı şiirlerde Türk şivesini bu vezne uydurmakta başarılı olan Ali Canib, Genç Kalemler'den başlayarak Türk Yurdu ve Yeni Mecmua'da hece ile bazı şiirler yayınlayarak, daha sonra hecenin beş şâiri olarak adlandırılacak şâirlere izleyecekleri yolu gösterir.<br /><br />O, yalnız şâir ve polemik yazıları kaleme alan biri değil, estetik ve edebiyat anlayışı üzerine çeşitli yazılar yayınlayan, böylece de gençlere yol gösteren bir insandır da.<br /><br />Meşrutiyet döneminde Türk Sözü, Hak, Şâir gibi dergilerde birçok yazısına rastlanmaktadır. Genç Kalemler'de faaliyet gösterdiği yıllardan itibaren yayınladığı çeşitli yazılar ona, millî edebiyat dönemi Türk edebiyatı teorisyenlerinden biri vasfını kazandırmıştır denilse hata edilmez. Cumhuriyetin ilânından sonra Hayat, Güneş, Çınaraltı, İstanbul ve Türkiyat mecmualarında Türk edebiyatı tarihi üzerine incelemeler yayınlayan Ali Canib liseler için edebiyat ders kitabı da hazırlamıştır. Ayrıca yakın arkadaşı olan Ömer Seyfeddin ile ilgili bir de incelemesini yayınlamıştır.</p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/dvan-edebyati/156-siirler-divan.html" target="_blank" rel="alternate">DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/halk-edebyati/72-halk-edebiyati-siirler.html" target="_blank" rel="alternate">HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/624-a-ile-baslayanlar/ali-canip-yontem-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">ALİ CANİP YÖNTEM ŞİİRLERİ</a></p>
<p style="text-align: justify;"> </p><p style="text-align: justify;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/624-a-ile-baslayanlar/ali-canip-yontem-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate"><span style="color: #ff0000;"><strong>ALİ CANİP YÖNTEM <img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/ali-canip-yontem.png" alt="" /></strong></span></a><br />(1887-1967)<br /><br /><strong>Edebiyat tenkitçisi, şair ve yazar.</strong><br /><br /><br />Haziran 1887’de İstanbul’da doğdu. Babası Evkaf Nezâreti memurlarından Halil Sâib Bey, annesi Anapa müftüsü İslâm Efendi’nin kızı Hafize Nûriye Hanım’dır. Üsküdar’daki Gülfem Hatun Mektebi’nde başladığı öğrenimini Toptaşı Askerî Rüşdiyesi’nde sürdürdü. Rüşdiyeyi bitirince iki yıl kadar Selâmsız’daki Fransız Mektebi’nde okudu; babasının Selânik’e sürülmesi üzerine oradaki Mülkiye İdâdîsi’ne girdi. Bir ara İstanbul’da Mekteb-i Hukūk’a devam ettiyse de aynı mektep Selânik’te açılınca son sınıfa kadar burada okudu. Bu sırada Selânik İttihat ve Terakkî Mektebi’nde ve Ziraat Mekteb-i Âlîsi’nde ders verdi. 1909’da kurulan Fecr-i Âtî topluluğuna katıldı, topluluğun Selânik’te muhabir üyeliğini yaptı. Balkan Harbi’nin başında İstanbul’a döndü (1911). 1912’de Çanakkale Sultânîsi’nde edebiyat ve felsefe hocalığına başladı. Ertesi yıl görevi İstanbul’daki Gelenbevi Sultânîsi’ne nakledildi. 1914’te Dârülmuallimîn-i Âliye edebiyat hocalığına getirildi. 1917-1918’de Dârülfünun’da teşkil edilen, lise kitaplarını hazırlamakla görevli komisyona üye seçildi. Dârülfünun Edebiyat Fakültesi’nde Türk edebiyatı dersleri verdi (1919). 1920’de Trabzon Sultânîsi müdürlüğüne, arkasından Giresun maarif müdürlüğüne ve Maarif Vekâleti müfettişliğine tayin edildi. 1923’te kendi isteğiyle edebiyat hocalığına döndü ve Kabataş Lisesi ile İstanbul Erkek Öğretmen Okulu’nda edebiyat dersleri verdi. Bu sırada kütüphaneleri tasnif etmek üzere kurulan komisyonun başkanlığını yaptı. 1927’de tekrar maarif müfettişliğine getirildi. 1934’te Ordu’dan milletvekili seçildi. Aynı yıl Türk Dili Tedkik Cemiyeti merkez üyesi, Tarih Encümeni ve ardından Türk Tarih Kurumu üyesi oldu. 1943’te İstanbul Edebiyat Fakültesi Türk Edebiyatı Bölümü’ne öğretim görevlisi olarak tayin edildi. 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’den Bursa milletvekili seçildi. 26 Ekim 1967’de İstanbul’da vefat etti, mezarı Sahrayıcedid Kabristanı’ndadır.<br /><br />Henüz on beş-on altı yaşlarında iken şiire ilgi duyan Ali Canip önce Muallim Nâci’nin tesiri altında gazel tarzında şiirler yazmış, daha sonra o günkü edebiyat dünyasına hâkim olan Edebiyat-ı Cedîde tarzına yönelmiştir. İlk şiirlerini Selânik’te çıkan Kadın (1908-1909) ve Bahçe (1909) dergilerinde yayımlamış, Fecr-i Âtî topluluğuna mensup olmasına rağmen bu grubun edebî eğilimlerini benimsememiştir. Aruz vezniyle yazdığı şiirlerde Türkçe’yi bu vezne uydurmakta başarı göstermiştir. Ali Canip’in, Genç Kalemler’den (1911) başlayarak Türk Yurdu (1915) ve Yeni Mecmua’da (1917) yayımladığı hece vezninde şiirlerle Beş Hececiler’e takip edecekleri yolu gösterdiği kabul edilir. 1910 yılında Selânik’te çıkmakta olan Hüsn ve Şiir dergisinin adı Genç Kalemler’e çevrilince Ali Canip Ziya Gökalp ve Ömer Seyfeddin’le temas kurarak onları da derginin yayımına katılmaya ikna etmiş, böylece “yeni lisan” hareketinin üç ismi bir araya gelmiş, derginin ilk sayısında yer alan beyannâme ile Millî Edebiyat akımı başlamıştır. Genç Kalemler’de millî edebiyat meselesi üzerine çeşitli makaleler yazan Ali Canip, Türkçe’ye Arapça ve Farsça’dan giren tamlamalarla dil bilgisi kaidelerinin kullanılmaması ve yazı dilinde İstanbul Türkçesi’nin esas alınması konularında M. Fuad Köprülü, Cenab Şahabeddin ve Süleyman Nazif’le tartışmalara girmiştir. Polemik türündeki yazılarında Yektâ Bâhir takma adını kullanan Ali Canip, dergi kapanınca “Millî Edebiyat Meselesi” başlığı altındaki yazılarını Türk Yurdu’nda yayımlamıştır. Yeni Mecmua, Türk Sözü, Hak, Güneş, Şâir, Âşiyan ve Çınaraltı dergilerinde estetik ve edebiyat konularıyla büyük şahsiyetler üzerine çeşitli yazılar yazmış, birer emek mahsulü olan araştırmaları ise Cumhuriyet’ten sonraki yıllarda Hayat, İstanbul ve Türkiyat Mecmuası’nda neşredilmiştir. Dil ve edebiyatla ilgili tartışmalarında Yekta Bâhir yanında Gök Alp ve Celâl Sâkıb takma adlarını da kullanan Ali Canip, Millî Edebiyat anlayışına karşı çıkanlara ağır cevaplar vermiş, ayrıca Türk edebiyatı tarihi üzerine yaptığı araştırmalarıyla kalıcı hizmetler ortaya koymuştur.<br /><br /><span style="color: #ff0000;"><strong>Eserleri.</strong> </span><strong>Geçtiğim Yol</strong> (şiir; İstanbul 1918), <strong>Millî Edebiyat Meselesi ve Cenab Bey’le Münakaşalarım</strong> (İstanbul 1918), <strong>Edebiyat</strong> (lise 1. sınıf ders kitabı; İstanbul 1926), <strong>Epope ve Edebî Nevilerle Mesleklere Dair Mâlûmat</strong> (İstanbul 1927), <strong>Leylâ ve Mecnun</strong> (Fuzûlî’nin aynı adlı eserinin özeti; İstanbul 1927), <strong>Naîmâ Tarihi</strong> (seçmeler; İstanbul 1927), <strong>Türk Edebiyatı Antolojisi</strong> (İstanbul 1931), <strong>Ömer Seyfeddin, Hayatı ve Eserleri</strong> (İstanbul 1935, 1947; Yöntem’in diğer eserleriyle gazete ve dergilerde çıkan yazılarının bir listesi için bk. Filizok, s. 233-259).<strong> Ali Canip, Ömer Seyfeddin’in ölümünden sonra hikâyelerini ilk defa üç</strong> (İstanbul 1926-1927), daha sonra dokuz (Ömer Seyfettin Külliyatı, İstanbul 1938) cilt halinde yayıma hazırlamıştır. Siyasî ve edebî hatıraları Yakın Tarihimiz dergisinde çıkmış (1962-1963), dergilerde kalan eski ve yeni Türk edebiyatıyla ilgili makaleleri Ahmet Sevgi ve Mustafa Özcan tarafından iki hacimli ciltte toplanmıştır (Prof. Ali Cânip Yöntem’in Yeni Türk Edebiyatı Üzerine Makaleleri [Konya 1995]; Prof. Ali Cânip Yöntem’in Eski Türk Edebiyatı Üzerine Makaleleri [İstanbul 1996]). Ogur Erol, Ali Canip Yöntem ve Eğitim adıyla bir doktora tezi hazırlamıştır (2008, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü).<br /><br />BİBLİYOGRAFYA :<br />Ömer Seyfeddin, “Ali Cânib Bey”, Nevsâl-i Millî, İstanbul 1914, s. 299-313; Nüzhet Hâşim, Millî Edebiyata Doğru, İstanbul 1918, s. 69-77; Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, İstanbul 1936, I, 407-414; a.mlf., Ali Cânib: Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1937; Kenan Akyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, Ankara 1970, s. 641-642; Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri, İstanbul 1984, I, 195-197; Rıza Filizok, Ali Canip’in Hayatı ve Eserleri Üzerinde Bir Araştırma, İzmir 2001; Fevziye Abdullah Tansel, “Ali Cânib Yöntem”, TTK Belleten, XXXII/125 (1968), s. 55-57; “Yöntem, Ali Canib”, TDEA, VIII, 603-604.<br /><br />KAYNAK: TDV, İSLAM ANS., Müellif: ŞERİF AKTAŞ </p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify;">****</p>
<hr title="EDEBİ KİŞİLİĞİ" alt="EDEBİ KİŞİLİĞİ" class="system-pagebreak" />
<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>EDEBİ KİŞİLİĞİ <img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/ali-canip-yontem.png" alt="" /></strong></span><br /><br />Ali Canib, çocuk yaşta şiir yazmağa başlamıştır. Önce Muallim Naci'nin eserlerini okur, divan edebiyatı üzerinde çalışarak bilgisini ve zevkini zenginleştirip geliştirir. Bu sıralarda gazel tarzında şiir yazar. Daha sonra da Edebiyat-ı Cedide tarzına uygun manzumeler kaleme alır.<br /><br />Ali Canib ilk şiirlerini Selanik'te çıkan Bahçe ve Kadın dergilerinde yayınlar. Bunlar, onun sanat hayatının başlangıç dönemine ait eserlerdir. 1908'den sonra yazdığı, Tevfik Fikret'in şiirlerini hatırlatan manzumeler ise, onun olgunlaştığını, şiirde kendi sesini bulduğunu düşündürür. Bu döneme ait şiirleri, Fecr-i Âti adı verilen edebî toplulukta yer alan genç şâirlere örnek olacak vasıftadır. O, Fecr-i Âtî üyeleri arasında bulunmasına rağmen bu grubun edebî eğilimlerini benimsemez.<br /><br />İlk edebî terbiyesini Naci'den alan Ali Canib, yenilik adına nazım dilinde yapılan yanlışlıkları iyi karşılamaz. O, Muallim Naci'den hem sade Türkçe ile yazma, hem de millî edebiyat zevkini aldığını belirtir. Ayrıca manzumelerindeki nazım kusursuzluğunu da Naci Efendi'ye borçlu olduğunu söyler. Bu bakımdan Ali Canib'i, yenileşen ve değişen şartlar içerisinde Muallim Naci'nin devamı olarak düşünmek yerinde olur. Halbuki Fecr-i Âtî'nin diğer şâirleri, Edebiyat-ı Cedîde zevkini devam ettirirler.<br /><br />Ali Canib, Selanik'te, Hamid ve Hüsnü adlı iki gencin 1910 yılında çıkarmağa başladıkları Hüsün ve Şiir adlı dergide makale ve şiirler yayınlar. Bu dergiye biraz da fikir ve felsefe çeşnisi verebilmek gayesiyle adım değiştirmeye ihtiyaç duyarlar. Böylece Hüsün ve Şiir dergisi Genç Kalemler adını alır. Aynı yıl Ziya Gökalp, ittihat ve Terakkî'nin genel merkez azası olarak Diyarbakır'dan Selânik'e gelir. İttihat ve Terakki genel merkez başkâtibi Nesimi Sârim aracılığıyla Ali Canib ile Ziya Gökalp tanışır. Ali Canib'in Ömer Seyfeddin ile tanışması da yine bu yıla rastlar. Tanışmaya sebep Ömer Seyfeddin'in Perviz imzasıyla yayınladığı bir yazıdır. Ali Canib, bir makalesinde bu yazıyı beğendiğini ifâde eder. Ömer Seyfeddin de Ali Canib'e yazıyı kendisinin kaleme aldığını belirten bir mektup gönderir. Böylece "Yeni Lisan Hareketi"nin üç ismi Selanik'te birbiriyle tanışırlar.<br /><br />Ömer Seyfeddin, Ali Canib'e:<br /><br /> <em> "Size bir teklifim var. Kanaatlerinize pek yakın olduğu için hemen kabul edeceksiniz sanırım. Bakınız ne; biraz izah edeyim: Edebiyattan nefret ettiğimi ve bu nefretimin iğrenç tiksindirici bir nefret olduğunu yazmıştım..."</em><br /><br />cümleleriyle başlayan ve dilde sadeleşme gereğini ifâde eden 28 Ocak 1910 tarihli bir mektup gönderir. Ali Canib, bu mektubu Ziya Gökalp'e okur, Gökalp bu fikirleri beğenir. Canib Bey'e birlikte çalışalım der. Birkaç gün içinde Ali Canib İttihat ve Terakki Cemiyeti Genel Merkezi'nden bir mektup ve bir kararname alır. Bu kararname ile, Avrupa'nın muhtelif yerlerindeki öğrenci cemiyetleriyle haberleşme zaruretleri ve onlara yardım etme gayesiyle Dr.Nazım, Ali Canib, Kâzım Nami, Talat, Hüseyin Hüsnü ve Hamid Beylerden bir "Talebe-i Hariciye Encümeni" kurulmasına, Ali Canib Bey'in Genç Kalemler başmuharrirliği yanında bu encümenin genel sekreterliğine getirilmesine karar verildiği bildirilir. İşte bundan sonra Yeni Lisan mücadelesinin merkezi ve basın organı Genç Kalemler yeni şekliyle yayınlanmaya başlar. (No: 1, 29 Mart 1327/1911).<br /><br />Genç Kalemler'de yayınlanan yazılarda Arapça, Farsça terkiplerin ve dilbilgisi kurallarının kullanılmaması; konuşma diline girmiş ve türkçeleşmiş olanların dışında Arapça ve Farsça edatlara yer verilmesi, İstanbul Türkçesinin ölçü alınması istenir. Bu prensiplere uygun olarak yayın hayatına devam eden Genç Kalemler'de en çok Canib Bey'in yazıları yayınlanmaktadır. Derginin yeni düzende çıkan ilk sayılarında Ali Canib, millî edebiyat meselesini de ortaya atar. Genç Kalemler'in bu faaliyetine Servet-i Fünûn dergisinden itirazlar yükselir. İlk yazı Köprülüzâde Mehmed Fuad'ındır. Ona, Ali Canib cevap verir. Cenab Şahabeddin ve Süleyman Nazif de Genç Kalemler'in aleyhinde yazılar yayınlarlar. Süleyman Nazif, Hadisât'ta; Cenab Şahabeddin Hak Gazetesi, Şehbal ve Servet-i Fünûn dergilerinde bu konudaki düşüncelerini yazarlar. Genç Kalemler çevresinde başlayan dil ve edebiyat hareketini tenkit ederler. Genç Kalemler'in polemik kısmını idare eden Ali Canib bunlara cevap verir. O, zaman zaman Yekta Bahir takma adıyla da yayınladığı bu yazılarından bir kısmını daha sonra, "Millî Edebiyat Meselesi ve Cenap Bey'le Münakaşalarım" (1918) adlı bir kitapta toplar.<br /><br />Bu yazılarda dil, vezin ve anlatma tarzına ait görüşler ön plânda yer alıyor; tartışmalar şekle ait problemler ve söyleyiş biçimleri üzerinde yoğunla-şıyorsa da esasında, zevk, duyuş tarzı ve edebiyat anlayışları arasındaki farklılık yatmaktadır. Ali Canib ve arkadaşları sâde bir söyleyiş tarzıyla yerli ve mahallî konular üzerinde durmak istemekte, Cenab Şahabeddin, Süleyman nazif Edebiyat-ı Cedide zevkini ve duyuş tarzını sürdürmekten yana görünmektedirler.<br /><br />Genç Kalemler çevresinde başlayan lisan ve Millî Edebiyat hareketi Selânik'in işgaline kadar bu şekilde devam eder. Ali Canib, bu hareketi düzenleyen ve yürütenlerden biridir. Selânik'in işgali ile Genç Kalemler'de yazı yazanlar istanbul'a göç ederler. Böylece adı geçen dergi çevresinde olgunlaşan zevk ve anlayış, İstanbul basımnda varlığını kuvvetle hissettirmeğe başlar. Ali Canib, edebiyat hakkındaki düşüncelerini Türk Yurdu'nda "Millî Edebiyat Meselesi" başlığı altında yayınlamaya koyulur. Ayrıca Türkçülük hareketi karşısında yer alanlara da hücumi eder.<br /><br />1912 yılında Paris'te çıkan Mercure de France dergisine P. Rizal imzasıyla "Türkler Bir Millî Ruh Arıyor" başlıklı uzun bir makale yayınlar. Onun edebiyat ve dile hizmetlerini yakın arkadaşı Ömer Seyfeddin Nevsal-i Millî'de (1913) şu cümle ile ifâde etmiştir:<br /><br /> <em>"... Ali Canib Bey, millî edebiyatın mevzularını, memleketimizde, yaşadığımız muhitin içinde bulmuş ve konuştuğumuz saf ve tabiî Türkçe ile terennüm etmiştir..."</em><br /><br />Aruzla yazdığı şiirlerde Türk şivesini bu vezne uydurmakta başarılı olan Ali Canib, Genç Kalemler'den başlayarak Türk Yurdu ve Yeni Mecmua'da hece ile bazı şiirler yayınlayarak, daha sonra hecenin beş şâiri olarak adlandırılacak şâirlere izleyecekleri yolu gösterir.<br /><br />O, yalnız şâir ve polemik yazıları kaleme alan biri değil, estetik ve edebiyat anlayışı üzerine çeşitli yazılar yayınlayan, böylece de gençlere yol gösteren bir insandır da.<br /><br />Meşrutiyet döneminde Türk Sözü, Hak, Şâir gibi dergilerde birçok yazısına rastlanmaktadır. Genç Kalemler'de faaliyet gösterdiği yıllardan itibaren yayınladığı çeşitli yazılar ona, millî edebiyat dönemi Türk edebiyatı teorisyenlerinden biri vasfını kazandırmıştır denilse hata edilmez. Cumhuriyetin ilânından sonra Hayat, Güneş, Çınaraltı, İstanbul ve Türkiyat mecmualarında Türk edebiyatı tarihi üzerine incelemeler yayınlayan Ali Canib liseler için edebiyat ders kitabı da hazırlamıştır. Ayrıca yakın arkadaşı olan Ömer Seyfeddin ile ilgili bir de incelemesini yayınlamıştır.</p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/dvan-edebyati/156-siirler-divan.html" target="_blank" rel="alternate">DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/halk-edebyati/72-halk-edebiyati-siirler.html" target="_blank" rel="alternate">HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/624-a-ile-baslayanlar/ali-canip-yontem-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">ALİ CANİP YÖNTEM ŞİİRLERİ</a></p>
<p style="text-align: justify;"> </p>Ali ÇOLAK HAYATI ve ESERLERİ2017-04-20T06:24:28+00:002017-04-20T06:24:28+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/6161-ali-colak-hayati.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/byografler/212-tanzmat-doenem.html" target="_blank" rel="alternate">Ali ÇOLAK</a> HAYATI ve ESERLERİ<a href="https://www.liseedebiyat.com/byografler/212-tanzmat-doenem.html" target="_blank" rel="alternate"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/ali colak.jpg" alt="" /></a></strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">(d. 1965, Nazilli, Aydın) Gazeteci, yazar.</p>
<p style="text-align: justify;">1965 yılında Nazilli’de doğdu. Toygar İlkokulu’nu, Sümer Ortaokulu’nu ve Nazilli Endüstri Meslek Lisesi’ni bitirdi. Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi’nde başladığı yüksek öğrenimini ikinci sınıfta bıraktı. Daha sonra Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne girdi ve 1988 yılında buradan mezun oldu. Bir süre bir yayınevinde çalıştı. 1989’un Mart ayında arkadaşlarıyla birlikte edebiyat dergisi Kırkikindi’yi çıkardı.(3 Sayı) Daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı’na geçerek Mardin’in Savur ilçesinde edebiyat öğretmenliğine tayin edildi. Burada yarım dönem çalıştıktan sonra istifa etti ve İstanbul’da bir özel öğretim kurumunda öğretmenliğe başladı. 12 yıl süreyle öğretmenlik ve yöneticilik yaptı.</p>
<p style="text-align: justify;">1989’da, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yeni Türk Edebiyatı Bölümü’nde başladığı yüksek lisans çalışmasını, tezini tamamlamadan bıraktı. Çeşitli edebiyat dergilerinde denemeler yazdı. 1992 yılında Zaman gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Deneme türünde eserler veren ve çeşitli yayınevlerinden çıkmış 10 kitabı bulunan Ali Çolak, 1996 yılında ‘Günlük Güneşlik Şarkılar’ adlı kitabıyla, Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) ‘Yılın Deneme Yazarı’ ödülünü aldı. Ali Çolak, haftada bir yazdığı köşe yazılarının yanı sıra 2001 yılından bu yana Zaman’ın kültür – sanat sayfası editörlüğünü yürütüyor.</p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Eserleri</strong></p>
<p style="text-align: justify;">Mavisini Yitirmiş Yaşamak (İnsan Yayınları 1995)<br />Günlük Güneşlik Şarkılar (Ötüken Yayınları 1996)<br />Günün Ötesi (Timaş Yayınları 1997)<br />İnce Sözler (Ötüken Yayınları 1999)<br />Periyi Uyandırmak (Ötüken Yayınları 2000)<br />Gün Sarısı (Zaman Kitap 2001)<br />Söz Işıldağı (Zaman Kitap, 2003)<br />Bir Bahçe Düşü (Ötüken Neşriyat, 2005)<br />Yitik Hüzün (Zaman Kitap, 2006)<br />Bilmem Hatırlar mısın (Kapı Yayınları, 2009)<br />Bir Ateş Yakmak (Zambak Yayınları, 2012)<br />Şair Dediğin (Kapı Yayınları, 2012)</p>
<p style="text-align: justify;">Ödülleri</p>
<p style="text-align: justify;">Türkiye Yazarlar Birliği, Yılın Deneme Yazarı (1996)<br />ESKADER, Yılın Deneme Yazarı (2009)</p>
<p style="text-align: justify;">kaynak: https://www.turkedebiyati.org</p><p><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/byografler/212-tanzmat-doenem.html" target="_blank" rel="alternate">Ali ÇOLAK</a> HAYATI ve ESERLERİ<a href="https://www.liseedebiyat.com/byografler/212-tanzmat-doenem.html" target="_blank" rel="alternate"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/ali colak.jpg" alt="" /></a></strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">(d. 1965, Nazilli, Aydın) Gazeteci, yazar.</p>
<p style="text-align: justify;">1965 yılında Nazilli’de doğdu. Toygar İlkokulu’nu, Sümer Ortaokulu’nu ve Nazilli Endüstri Meslek Lisesi’ni bitirdi. Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi’nde başladığı yüksek öğrenimini ikinci sınıfta bıraktı. Daha sonra Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne girdi ve 1988 yılında buradan mezun oldu. Bir süre bir yayınevinde çalıştı. 1989’un Mart ayında arkadaşlarıyla birlikte edebiyat dergisi Kırkikindi’yi çıkardı.(3 Sayı) Daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı’na geçerek Mardin’in Savur ilçesinde edebiyat öğretmenliğine tayin edildi. Burada yarım dönem çalıştıktan sonra istifa etti ve İstanbul’da bir özel öğretim kurumunda öğretmenliğe başladı. 12 yıl süreyle öğretmenlik ve yöneticilik yaptı.</p>
<p style="text-align: justify;">1989’da, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yeni Türk Edebiyatı Bölümü’nde başladığı yüksek lisans çalışmasını, tezini tamamlamadan bıraktı. Çeşitli edebiyat dergilerinde denemeler yazdı. 1992 yılında Zaman gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Deneme türünde eserler veren ve çeşitli yayınevlerinden çıkmış 10 kitabı bulunan Ali Çolak, 1996 yılında ‘Günlük Güneşlik Şarkılar’ adlı kitabıyla, Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) ‘Yılın Deneme Yazarı’ ödülünü aldı. Ali Çolak, haftada bir yazdığı köşe yazılarının yanı sıra 2001 yılından bu yana Zaman’ın kültür – sanat sayfası editörlüğünü yürütüyor.</p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Eserleri</strong></p>
<p style="text-align: justify;">Mavisini Yitirmiş Yaşamak (İnsan Yayınları 1995)<br />Günlük Güneşlik Şarkılar (Ötüken Yayınları 1996)<br />Günün Ötesi (Timaş Yayınları 1997)<br />İnce Sözler (Ötüken Yayınları 1999)<br />Periyi Uyandırmak (Ötüken Yayınları 2000)<br />Gün Sarısı (Zaman Kitap 2001)<br />Söz Işıldağı (Zaman Kitap, 2003)<br />Bir Bahçe Düşü (Ötüken Neşriyat, 2005)<br />Yitik Hüzün (Zaman Kitap, 2006)<br />Bilmem Hatırlar mısın (Kapı Yayınları, 2009)<br />Bir Ateş Yakmak (Zambak Yayınları, 2012)<br />Şair Dediğin (Kapı Yayınları, 2012)</p>
<p style="text-align: justify;">Ödülleri</p>
<p style="text-align: justify;">Türkiye Yazarlar Birliği, Yılın Deneme Yazarı (1996)<br />ESKADER, Yılın Deneme Yazarı (2009)</p>
<p style="text-align: justify;">kaynak: https://www.turkedebiyati.org</p>ALİ EMRE HAYATI ve ESERLERİ2018-04-23T17:54:08+00:002018-04-23T17:54:08+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/13077-ali-emre-hayati.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/657-a-ile-baslayanlar/ali-emre-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">ALİ EMRE <img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/ali-emre.jpg" alt="" /></a></strong></span><br /><br />(17 Kasım 1967 (Nüfusta 1 Ocak 1968), Sünlük köyü, İhsaniye /Kastamonu - )<br /><br /><br /> Asıl adı Ali Değirmenci’dir. Erencan Yüksel, Emre Yetkin, Muharrem Çağlayan adlarını da kullandı. Kastamonu Hisarardı İlkokulu’nu (1979), Merkez Ortaokulu’nu (1982), Kastamonu Ticaret Lisesi’ni (1985) bitirdi. Mimar Sinan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (1990) mezunu. Yüksek lisansını Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nde “II Abdülhamid Dönemi Matbuat Hayatı ve Mâlûmat Mecmuası” adlı tezle tamamladı. 1990 yılında Sivas’ta liselerde öğretmenlik yapmaya başladı. 1997 yılında özel eğitim kurumlarında çalışmaya başladı. 2001 yılından itibaren on yıl Ankara’da yaşadı. 2011 yılında İstanbul’a taşındı. Evli ve iki çocuk babası.<br /> Sivas’ta Edebî Pankart adlı bir derginin yayımına katkıda bulundu. Kırklar dergisinin yayın danışmanlığını yaptı. İlk sayısı Ağustos 2016’da çıkan Temmuz dergisinin ilk 12 sayısında yayın yönetmenliği görevini yürüttü.<br /> Şiirleri, yazıları ve söyleşileri Cins, Dergâh, Derkenar, Edebi Pankart, Edebiyat Ortamı, Endülüs, Fayrap, Hece, İtibar, İzdiham, Karagöz, Kayıtlar, Kırklar, Mahalle Mektebi, Merdiven, Muştu, Post Öykü, Sağduyu, Sayha, Tasfiye, Temmuz, Umran, Yedi İklim, Yeni Şafak, Yolcu gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı.<br /><br /><strong>Yapıtları:</strong><br /><br /><strong>Şiir Kitapları:</strong><br /><br />Kıyamet Mevsimleri (1998, Şule Yayınları, İst., 70 s.)<br />Milyon Sesli Mızıka (2001, Birey Yayınları, İst.)<br />Onarılmış Yas Bitiği (2008, Hece Yayınları, Ank.; Genişletilmiş 2. Baskı: 2016, İz Yayıncılık, İst., 88 s.)<br />Yeryüzüne Dağılan (2012, Okur Kitaplığı, İst., 88 s.)<br />Meryem’in Yokluğunda (2017, Temmuz Kitap, İst., 88 s.)<br /> <br /><strong>İnceleme Kitapları:</strong><br />Şiirin Saçağı Altında (2015, İz Yayıncılık, İst., 272 s.)<br />Şiirimizde Ortadoğu (2016, Temmuz Kitap, İst., 174 s.)<br /> <br /><strong>Romanları:</strong><br />Nureddin Zengi (2017, Temmuz Kitap, İst., 416 s.)<br /><br /></p>
<hr title="YERYÜZÜNE DAĞILAN ŞİİRLER" alt="YERYÜZÜNE DAĞILAN ŞİİRLER" class="system-pagebreak" />
<p style="text-align: justify;"><br /><br /><span style="color: #ff0000;"><strong>YERYÜZÜNE DAĞILAN ŞİİRLER</strong></span><br /><br />Seksenli yıllar şiiri kitapların, sokakların ve meydanların şiiridir. Kitaplarla meydanların arasının belirgin biçimde açıldığı doksanlı yıllarda ise şiir daha çok beklenen yolcuların ve özlenen hayatların izini sürmüştür. Seksen sonrası süreç, Türkiye’de siyasi ve sosyokültürel açıdan bir evrilmeyi de beraberinde getirdiğinden bu dönüşüm hayat-edebiyat ekseninde şiiri de etkilemiştir. Sokakların ateşi sönmüş, meydanların sesi kısılmış, kitaplar birer birer raflardan sahaflara kaldırılmaya başlanmıştır. 12 Eylül sonrası apolitik atmosferin oluşturduğu boşluk, şiirimizdeki aidiyet sorununu yeniden gündeme getirmiştir.<br />Türk şiiri bu süreçle birlikte kendisiyle yüzleşme imkânı bulup geçmişle gelecek arasındaki yerini belirlemeye çalışır. Neredeyse zihniyet ve ideolojinin emrine girip payandası haline getirilen şiir, angajmanlardan sıyrılıp yüzünü kendini var kılan esaslara döner. Her ne kadar on yıllar arasında edebi akımlarla şekillenen bir dönemsellik olmasa da 2000’li yıllar şiiri form, imge, dil ve içerik açısından bir derlenip toparlanma şiiridir. Seksenli yıllarda şiire başlayıp her üç dönemin (on yılın) içerisinde bulunan şairleri sadece yaşadıkları zamanı baz alarak belli bir kuşağa dahil etmek isabetli olmayabilir. Aynı şekilde aynı dönemde şiir yazan şairleri ortak bir kümede toplamak da fazlasıyla yanıltıcıdır. Belki bazı şairlerin adları bazı şairlerle yan yana yazılabilir.<br /><br />Yazdığı şiirlerde her üç dönemin (80–90–2000) havasını barındırıp şiirinin iplerini koşul ve konjonktürlerin eline ve insafına bırakmayan hayli örnek var şüphesiz. Arif Ay, Haydar Ergülen, Hüseyin Atlansoy, Osman Konuk bu isimlerden sadece birkaçı. Bu isimler seksenlerden bu yana çeşitli evrelere tanıklık etmelerine rağmen hiçbir zaman bir dönemin şairi olarak kalmamışlardır. Çünkü bu şairlerin şiirlerine kaynaklık eden dünya sokakların, meydanların ve kitapların ortadan kalkmasıyla yok olabilecek bir dünya değildi.<br />Şairi belli bir ideolojinin bağıran sözcüsü olmaktan koruyan şey, düşünce ile duyarlık arasında kurduğu hassas denge ve evrensel bütünlüktür. Yazdığına yabancılaşmayan her kalem sahibi kalple kafa arasında hiçbir düalizme düşmeden, yapıp ettikleriyle zamanının en yalnız insanı olsa bile gelenek ve gelecekle irtibat kurmakta zorlanmaz. Geleneğin ve geleceğin çatısı altında yerini alır. Seksenlerden günümüze eklemlenen bu meşakkatli zihinsel yolu yürümeden bazı isimler hakkında söz söylemek gerçekten kolay değil. Her ne kadar kestirmeden gitmiş olsam da bu durumun günümüzde belki de en canlı örneği, şair Ali Emre’dir.<br /><br />Emre, ilk başta kitapların vaat ettiği dünyaya sımsıkı bağlı kalabilen bir şair. Bu yüzden kitaplarını düşünceleriyle birlikte sahaflara kaldıranlardan değil. Dün hem gezdiği sokakların ateşi hem de dolandığı meydanların sesi canlılığını hâlâ koruyor. Sözün burasında belki de ilk söylenmesi gereken şey; Ali Emre şiirinin, yüzü düne dönük bir şiir olduğudur. Şairin ilk şiir kitabı “Kıyamet Mevsimleri”nden dördüncü şiir kitabı “Yeryüzüne Dağılan”a doğru gittikçe artan bir dün vurgusu dikkat çekiyor. Her kitap bir sonrakine açılıyor gibi.<br /><br />İlk kitaptan (Kıyamet Mevsimleri) itibaren şairin sesi daha bir yükselirken bir taraftan da sözün çoğalıp depreştiğini görüyoruz. İlk iki kitapta daha çok lirik bir ses baskınken son iki kitapta (Onarılmış Yas Bitiği- Yeryüzüne Dağılan) epik hava daha belirgin.<br /><br />İster lirik diyelim ister epik, Ali Emre şiiri söz dizimi, mısra düzeni, kelime seçimi ve ses tonuyla emsallerinden kolaylıkla ayırt edilebilecek bir yerde duruyor. Her şiir, kitap içerisinde bir bütünlüğe sahip olduğu kadar, her dize ve her kelime de ait olduğu şiir içerisinde şiire ait ve şiirden bağımsız bir özgünlüğe sahip. Şair kolay kolay dizeyi şiire feda etmiyor. Sözgelimi kitapta herhangi bir şiirden bir dizeyi gelişigüzel çekip bir kâğıda yaslasanız, bütün bir şiirin kalp atışlarını rahatlıkla görebilirsiniz. Ali Emre’de dizeyi bu kadar anlamlı ve de azade kılan şey hiç kuşkusuz kelimeleri cümle içinde çok iyi kuşandırıp konuşlandırabilme becerisidir. Bu beceride sözlü kültür, halk ağzı, argo ve duygusal ritim gibi yan unsurların da payı inkâr edilemez.<br /><br />İyi bir okuyucu bir şiirin ne gibi aşamalardan geçerek yazıldığını, tek celsede mi yoksa uzun bir çalışma evresi sonrasında mı şekil aldığını o şiirin soluk alışverişinden kolaylıkla anlar. Zira şiirde kelimeler ve dizeler arası seyyaliyet buna imkân sağlar. Ali Emre ne der bilmem ama özellikle son kitabında (Yeryüzüne Dağılan) yer alan şiirlerin büyük bir kısmı ilk sıcaklığı ile yazılmış tek oturuş şiirleri olduğunu gösteriyor. Bu durum (vehbiyetin kesbiyete baskın oluşu) bir şair için zayıflık sayılmayacağı gibi şiirinin lehine bir özellik kabul edilse yeridir. Ne de olsa şiir, başı (yazım öncesi) ve sonu (yazıldıktan sonra) itibariyle söylenen bir şeydir. Şiirin dili yazılmaktan çok söylendikçe açılır. Kâğıt üzerinde şiir sükût üzere uykudadır. Şiiri uyandıracak olan, içe ya da dışa doğru onu okumak yani söylemektir. Bu anlamıyla şiir kalpten sudur edip yeryüzüne dağılandır.<br /><br />Değil mi ki bir kitabın en iyi kapısı adıdır, biz de oradan giriş yapalım. Bir an, şiir şairin niyetidir, iddiasını aklımızda tutarsak evrensele atıf noktasında son derece güzel bir kitap ismi olduğunu söyleyebiliriz. Düşünce, duygu, imge ya da ilham her biri bir duyarlığa dönüşmek üzere kanatlanıp havalanırlar. Bu, insana rağmen böyledir. İnsan ne kadar kaçarsa kaçsın yeryüzüne dağılan bu mücerret yoğunluktan kurtulamaz ve en sonunda şiire teslim olur. Kitap, ‘Aralık Kapılar’, ‘İyilik Yorar’, ‘Bin Yıldır Üşüyen Evde’ başlıklarıyla üç bölümü içeriyor. 12 şiirden oluşan birinci bölümün kapısı eski şiire göz kırparak aralanıyor. Şair “Kazadan Beladan Sakınır Gibi” şiirinde, beş uzun beyitle güncel ve çağdaş bir gazel örneği denemiş. Bana göre gazelin şah beyti şu: “Kirli bir burjuva büyüttü beni söverek, suratsız haşin bir devlet okuttu / Bu kör müfredatı kov esas duruşu boz kazadan beladan sakınır gibi sarıl”<br /><br />Ali Emre, geleneği yeniden yorumlamayı denemiş birçok şiirinde. “Kanamalı Gazel” de yine bunlardan biri. Bu şiirin de en çok makta beytini beğendim. Şöyle bitiyor şiir: “Ali dalsa şimdi bu puştlar meydanına üç kulhü bir elham ile sevgili / Kılıç kalkanlar kanar. Kavuklar kaftanlar kanar. Kahramanlar kanar.”<br /><br />Emre’nin yer yer bütün şiirlerine sinen 40 yaş duyarlığı bu şiirde de var. Şiire bir itirafla giriyor şair: “Zordur kırkı devirince birini unutmak; eski yaralar, hatıralar kanar”. Bu dize bir nostaljiyi değil, insanın yüreğine çöküp omuzlarına abanan yanlış yaşanmış hayatların, talihsiz tanıklıkların sızısı ve âhıdır. Evet, bu kitap bir kırk yaş şiirleri kitabıdır; lakin hiçbir şiirde geçmiş özlemi yoktur. Şairin sesi bazen seksenli yılların bir öğrenci evinden gelirken bazen de cuma namazından sonra Beyazıt meydanından yankılanır. Sanki şair lafın kâr etmediği dünyaya son çare olarak şiir söylemektedir. Dünün bugünden, bugünün de dünden pek bir farkı yoktur.<br /><br />Kendini ele vermeyen bir karamsarlık var Ali Emre’nin şiirinde. Devletler, sistemler, şebekeler ve de rakamları ve harfleri ellerine geçirmiş egemen güçler güzel rüya görüp hayal kurmamızı imkânsız kılmaktadır. Ne Batı ne de Ortadoğu bu cendereden kurtulmadığı sürece şair bugünde yaşayan geçmişine göz kulak olmak zorundadır. Sesini daha bir yükseltmeli ve de yaşadığı topluma tanıklık etmelidir. Toplumlar ancak belli bir devrim ruhuyla hayallerimize karşılık verebilirler. Tarihin bir şekilde tekerrürü gibi bugünde yaşayan dünü şair hiç kayıttan düşmez. Dünün tefsirini bugünle yapar. Bir taraftan halk şiirinin ve divan şiirinin imkânlarından yararlanırken diğer taraftan nevzuhur-yeniyetme edebiyat anlayış ve ortamlarını tiye alır. Bir arasta çadırında uyuyup kalan çocuklar için koçaklama, diriliş için “vezn-i âher” yazar. Emre’nin şiirinde bu dün-bugün yüzleşmesi, kelime seçiminden şiir başlıklarına ve formuna kadar yansımıştır. Her ne kadar gizil bir kötümserlik olsa da “Yeryüzüne Dağılan” şiirlerde şair tarz-ı kadim üzre yazdığı dizelerde sesini alçaltıp bir dua edasıyla da olsa umudu aralamaya çalışır: “Belki bir gün bu viraneye yepyeni bir can gelir / Bu viraneye öncülerden çerağ ile burhan gelir / Yepyeni bir muştu ile gönüllere heyecan gelir/ Can gelir burhan gelir heyecan gelir sultan gelir”<br /><br />Bu dörtlük “belki” şerhine rağmen, geleceğe işaret eden bir seslenişle başlıyor; ama bu asude ses hemen ardından gelen ve 11 inşaat işçisinin yatakhane olarak kullanılan çadırlarda diri diri yanarak hayatını kaybetmesi üzerine yazılan şiirin dizeleriyle bozuluyor. Eski şiirin teselli edici, umut vadeden çatısı adeta çöküveriyor. Bir de ne tarihin ne de bugünün göremedikleri var: “Hele dişimi sıkayım oğlana da bir bisiklet parası diyordum / Hanıma bir burma bilezik, bir takım üst baş İstanbul hatırası / Biri Tosyalıydı, diğeri Vezirköprülü, üçümüz birden öldük” Ölen işçilerin ağzından ölüm hikâyelerini böyle anlatıyor şair. Olduğu gibi, yalın, sade, masum ve mazlum sesi. Bu sesle oynanmaz, bu söz tasannu kaldırmaz dercesine şiirin yazanı aradan çekilmiş de geriye kala kala alın yazısı kalmış gibi. Birinci bölümün yeni ile eskiyi bir araya getiren bu iki kısa şiiri, diğer şiirler arasında biraz ayrıksı dursa da şairin işaret ettiği acımasız ve tezatlı dünyayla son derece uyuşuyor.<br />İkinci bölüm (İyilik Yorar) şiirleri birinci bölüme atıf yaparak“Genç İşi” başlıklı şiirle başlıyor: “ağustoslardan, aralık kapılardan korktum” Şairin korkusunun endişeyle yaşama korkusu olduğunu anlıyoruz. “Aralık” bir tedirginliği en iyi anlatan sözcüktür. Açık kalan o dar boşluktan hangi korkunun başını uzatacağı, siluetini duvara yansıtacağı belli olmaz. Ağustos korkusu da bu aralıktan umacı bir eylülün -12 Eylül- başını uzatma tedirginliği olsa gerektir. “Aralık” kelimesi de sanki içerisine soğuk ve kışı da alacak şekilde çift anlamda kullanılmış gibi.<br /><br />Kitap boyunca alçalıp yükselen ses ikinci bölümde de kendisini hissettiriyor. “Genç İşi” şiiri bu anlamda dikey bir şiir. Epik hava birden daha lirik bir atmosfere bürünüyor: “ne çok çağırdım âh ne çok / annemi şiire, şiire annemi” Bu şiir, şairin küçük harfle konuştuğu birkaç şiirden biri. Şair içe doğru konuştuğu, kendi iç serüvenine odaklandığı şiirlerde böyle bir söyleyişi tercih ediyor : “iyilik yorar ve her güzel, incitir kendine bakanı / öpünce geçmez, gezegen bir yaradır aldanmak” (Anaya Kalkan El Gibi)<br /><br />“Yeryüzüne Dağılan” şiirlerin bölüm başlıklarının (Aralık Kapı-İyilik Yorar-Bin Yıldır Üşüyen Evde) hepsi şiirlerin içerisinde geçen dizelerden seçilmiş. Kitabın ismi de dâhil hiçbir başlığa ait bir şiir yok. Fakat bu başlıkların her biri şiirin bir yerinde fısıltı hâlinde kendini hissettirip bölümün ortak imgesi hâline getirilmiş izlenimi de veriyor.<br /><br />Her ne kadar kentler müktesebatını yitirmiş, yolumuz tenha, sesimiz ıssız, semtlerimiz şaşkın ve murdar olsa da şairin ilk gençlik yıllarından itibaren yürüdüğü sokaklar hâlâ yaşıyor bu şiirlerde. Bu sokakların tam ortasından halk geçiyor hâlâ. Ali Emre şiirinin belki de en karakteristik özelliklerinden birisi halk ağzını şiire bütün aksamıyla sokabilmiş olmasıdır. Emre’nin son şiirlerinde bu özelliği yoğunluklu olarak görebilmek mümkün. Kitaptaki kimi şiirlerden gelişigüzel seçtiğimiz gibi: ‘Ebemizi görürüz’, “Ali dalsa”, “bu puştlar”, “Mozart manyağı”, “üç kulhü bir elham”, “dılo dılo yaylalar”, ‘cıscıbır’, “valla iyiyiz annem annem”, “bok püsür”, “biz aptalız ya hacı”, “harbi safız”, “eşşoğlu eşek baban”, “Eeee bu ne lan”, “bak gör hocam”, “bak buraya yazıyorum”, “ekmek kitap çarpsın”, “inşaat ya resulallah”, “oğlum bak git”…<br /><br />Şair, reel ve sanal düzeyde kitlelerin gündemine oturup, ağızlarda pelesenk olmuş kişileri ve kelimeleri de kullanmaktan çekinmiyor: Roni, Yaşar Nuri, Obama, Jet imam, LYS, Hülya Avşar, Fadime Şahin, cumartesi anneleri, cuma bacıları, Turgut Nereden Koşuyor, Çölaşan, Dövüş Kulübü, Angelina, Uludere, Karşılıksız İyilik, Jet ski, biber gazı, aile hekimi, kentsel dönüşüm…<br /><br />Şimdiki zamanın ve de yakın tarihin sahnesinden alıntılanan bu isim ve kelimeler aynı zamanda Türkiye’de siyasi ve sosyal dönem(eç)lerin hülasasını oluşturuyor. “Yeryüzüne Dağılan” şiirler, devam eden kitapların yankısı, sürüp giden sokakların ve dolup taşan caddelerin ayak sesleriyle bir devrimcinin kalp atışlarına eşlik ediyor: ‘Okuduğumuz kitaptan bir devrim yürüsün her yere’.<br /><br />Yazımın başında Ali Emre’nin ihtilal sonrası seksenli yıllar travması geçiren şairler listesine dâhil edilemeyeceğini ve seksenler şiirinin militanik ve sloganik bağıran kulvarında yer almadığını ifade etmiştim. O döneme ait birçok şairin ileriki dönemlerde yazdıkları şiirlerde kitapların, caddelerin ya da sokakların izlerine rastlayamıyoruz. Hülyalar da sevdalar da sanki o yıllarda sokak ortasına terk edilmiş gibi. Ali Emre sokağın canlı sesini şiirine ustalıkla yansıttığı gibi, hiçbir zaman sahaflara kaldırmadığı düşüncelerini ve de kitaplarını bütün şiirlerinde sıklıkla kullanır. Sanki kitaplar geldiğimiz yerin işaret taşıdır. Fikir serüvenimizi, değişim ve dönüşümümüzü en iyi kimi zaman üzerinde yürüdüğümüz, kimi zaman da altından eğilerek geçtiğimiz kitaplar ifade ediyorlar. Şiirin satır araları diyebileceğimiz yerlerde de kitap isimleri sıklıkla karşımıza çıkıyor. Bu kitaplar aynı zamanda müfredata direnen bir yüreğin, kitabı kitapla savunma mücadelesidir. ‘Waldo’, ‘zor konuşuyordu İsmet Özel’, ‘Edip Cansever gitti’, ‘Zarifoğlu aramızdan ayrıldı’, ‘Deli gibi Fransızca çalışıyordum sökmek için baudelaire’i’, ‘Güvercin Gerdanlığı, ‘temmuz göğü’ (Necati Cumalı), Göğ ekinken (İlhami Çiçek), ‘Sahurla Gelen Erkekler’, Maalouf….<br /><br />Şair, “100 Temel Eserden” şiirinde dünden bugüne hayata yol çizen, yoldan çeviren, yoldan çıkaran ya da yol kesen nevinden kitaplardan sonra ana kitaba -Kuran’a- dönüş macerasını yine klasik şiirin esintisiyle anlatmaya çalışıyor. Müfredatın ve dayakçı eğitimin cenderesinden güç bela kurtulup okulu kırarak Çavdar Tarlasında Çocuklar’dan Yaban’a; Yeşil Gece’den Ateşten Gömlek’e onlarca kitabı aşıp kırk yıl sonra ilmin bir nokta olduğu hakikatine ulaşıyor.<br /><br />Bu kişisel bir serüvendir kuşkusuz; ama yönsüz ve yörüngesiz kitapların ayarttığı çocukların da hissesine düşen çok şeyler var bu şiirde. Zaten biraz dikkat edilirse Ali Emre’nin her üç bölümde yer alan şiirlerinde de “biz” vurgusu daha baskındır. Her ne kadar birinci tekil şahıs ağırlıklı şiirler olsa da bu şiirlerdeki ‘ben’ daha ziyade “müşterek ben”dir. Kitaplardan sokaklara doğru uzanıp gelen bizim mahalle, bizim cemiyet ve bizim ahvalimizdir. Hiçbir şeyin laf ve söz olmanın dışında bir anlamı kalmamıştır, gece yarılarına kadar konuşulup sabahleyin unutulan, gidip gelen bir “biz” kargaşasıdır bu. Bir kirlenme ve kimlik yitimi. Bir ıstırap adamının kafası yere düşmeden kirlenen şeyler ardından ağıtıdır: “parlatılmış olsa da şimdi, ovula ovula dünya / temiz bir şey kalmadı, açabiliriz gözlerimizi”<br /><br />Kitabın üçüncü bölümünde (Bin Yıldır Üşüyen Evde) yer alan şiirlere gelince, bu bölümdeki şiirler diğerlerine nispeten daha bir uzun soluklu. ‘Sonradan Görme’, ‘Takımdan Ayrı Düzkoşu’ ve ‘Ergenekon’ şiirlerini saymazsak öç duygusu daha baskın şiirler. Bir babanın dilinden tevarüs eden acıların dile getirildiği ‘Adı Nurettin Zengi Olan’ şiirinde ilk kez yönünü geleceğe çeviren, umudu tükenmemiş bir şairi görüyoruz: “Şimdi bir Ali büyüsün istiyorum tertemiz odalarında bir evin’, ‘Taşları tencerede kaynatan, kapılara yakın yatan bir anne / Mekke’yi yeniden uyarıp sarmalasın, Nil’i öpsün / Bir çocuk doğursun / Adı Nureddin Zengi olan / Babamın hüznünü anlasın, oğlumun gözü pekliğini” Bu şiirler aynı zamanda acıya karşı bağışıklık kazanmış tüm Ortadoğu coğrafyasını içersine alan büyük anlatı şiirleridir. “Binlerce Çocuğun Tutuştuğu” ve “Acıyla Sınanan” şiirleri, Ortadoğu’nun direniş türküsüne eşlik ederken, “Acının Kandili”nde güneydoğu sancısıyla gözyaşı döküp âh ediyor: “Ah! Ne tarafa dönsek kemikleri batıyor bize yeryüzünün”<br /><br />Bu yeni kitapla beraber karşımızda nefesi açılmış, yaralarını onarmış ve sesini tazelemiş bir şair görüyoruz. Her kitap bir önceki kitabın yarım kalmış sözünün tamamlayıcısıdır aynı zamanda. “Yeryüzüne Dağılan” şiirleri de “Onarılmış Yas Bitiği”nin doruk noktası sayabiliriz. Zira bu şiirlerde sadece derlenip toparlanma değil aynı zamanda yeryüzüne doğru bir ayaklanma var. Serpiştirme şiirler yok denecek kadar az. Uzun soluklu, büyük hikâyesi olan şiirlerin yanında nefesi denk düşmeyecek iki üç dizelik şiirlerin (iki istisna dışında) kitapta yer almaması da oldukça isabetli olmuş.<br /><br />Ali Emre bilinçaltı kazıntılarından medet ummak yerine bilinç atına binerek yol alıyor şiirde. Bu çok açık. Kendi benini yitirmeden de topluma duyarlı şiirler yazılabileceğini, öfkenin de bağırmak dışında bir sesi ve renginin bulunabileceğini bu kitapla bir kez daha ortaya koyuyor. Kitapta diğerlerine göre daha ayrıksı duran bir iki şiiri ise şairin elinde olmadan araya giren görüntüler saymak daha doğru olur.<br /><br />Hece, Sayı: 192, Aralık 2012<br />Hüseyin Akın</p>
<hr title="SUAVİ KEMAL YAZGIÇ / MİLYON SESLİ ŞAİR: ALİ EMRE" alt="SUAVİ KEMAL YAZGIÇ / MİLYON SESLİ ŞAİR: ALİ EMRE" class="system-pagebreak" />
<p style="text-align: justify;"><br /><br /><span style="color: #ff0000;"><strong>SUAVİ KEMAL YAZGIÇ / MİLYON SESLİ ŞAİR: ALİ EMRE</strong></span><br /><br />Söze nereden başlamalı? Şaire soruyorlar. “Yaslarımızı, acılarımızı, direncimizi ve öfkemizi daha ne kadar onaracağız?” İşte şairin cevabı: “Ölüm bize değene kadar. Yıkım ekipleri hiç boş durmuyor çünkü. Murdar baltalı kabillerle dolu hâlâ dünya. Ve biz de direneceğiz. Durmak bunamaktır çünkü, teslim olmaktır, kanaralaşmaktır. En iğrenç yenilgi biçimi de gönüllü köleliktir. Ali Emre şiirinin en önemli yönlerinden biri de bu direnç ve bilinçtir sanırım. Hiçbir tasma güzel değildir.”<br /><br />Ali Emre’nin üç şiir kitabının esbab-ı mucibesi işte tam olarak bu. Hiçbir tasmanın güzel olmadığı realitesi. ‘Onarılmış Güz Bitiği’nde bir şiirin adına bakarsak Ali Emre’nin poetikasını daha da netleştirebiliriz. “Uçurtmanın tekmil ipleri kopmuştu, üşüyorduk, kötüydük, göğün elleri koynundaydı, sokaklarda düş toplayan bir rüzgâr kalmıştı...”<br /><br />Ali Emre şiirinde tarihle, statükoyla, adaletsizliklerle, yılgınlıklarla hesaplaşıyor. “Şiir ya duadır ya da bedduadır” diyen Paul Valery’i hatırlatan Ali Emre’de beddua sanki biraz daha ağır basıyor. Bir yüzleşmenin şiirini yazdığı için bunu da yadırgamamak lazım esasen. Emin olduğum bir şey varsa Ali Emre’nin şiirinin konfor vaat etmediği. Sorunları görmezden gelme yoluyla aşacağını zannedenlerin onun şiiriyle güçlü bir bağ kurabileceğini zannetmiyorum. İnsana aslını hatırlatan, asli olanın peşinden gitmemiz gerektiğine işaret eden bir rahatsızlık onun verdiği. Bu da az şey değil elbette. <br /><br />KASTAMONU, İSTANBUL, SİVAS, ANKARA<br /><br />Ali Emre “Bakınca içi görülen konuşkan çocukların kenti bu” diye tanımladığı Kastamonu’da dünyaya geldiğinde takvim 1967 yılını gösteriyordu. Asıl adı olan Ali Değirmenci’nin kayıtlı olduğu kafa kâğıdındaki doğum günü hanesinde ise 1 Ocak 1968 yazar. İlk ve orta öğrenimini “Denizden ürküp kaçmış” Kastamonu’da tamamlayan Ali Emre’nin İstanbul’da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi / Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm’ünde okuduğu üniversite yılları, aynı zamanda çeşitli gazete ve dergilerde yazmaya başladığı dönemdi. Meğer İstanbul’dan mezun olan Ali Emre’nin lokması Sivas’ta beklermiş. O yüzdende Ali Emre, on yıldan fazla kaldığı Sivas'ta hem öğretmenlik yaptı hem de Cumhuriyet Üniversitesi'nde master eğitimini tamamladı. Ali Emre, kendisiyle www.dunyabizim.com’da yapılan bir röportajda o hayatındaki üç şehri şu sözlerle anlatmıştı: “Kastamonu’da doğdum ve büyüdüm. Ondan kaçtım ve şimdi en çok onu özlüyorum. İstanbul’da okudum ve evlendim. Hâlâ yakamı bırakmıyor İstanbul. Ara sıra kaçıp onu görmeye, onunla konuşmaya, hasbihal etmeye gidiyorum. Sivas’ta tam on yılımı bıraktım. Gündelik hayatımda da edebiyat alanında da hâlâ Sivas’ta biriktirdiklerimin ekmeğini yiyorum.” 2001 yılından beri Ankara'da yaşayan ve eğitimci olarak görev yapan yazar, evli ve iki çocuk babası. Yazı ve şiirlerinde Erencan Yüksel, Muharrem Çağlayan, Emre Yetkin müstearlarını da kullanan Ali Emre, Dergâh, Kayıtlar, Kırklar, Hece, Muştu, Edebi Pankart, Derkenar, Merdiven, Endülüs, Edebiyat Ortamı, Karagöz, Yolcu, Umran gibi dergilerde yazdı ve düz yazılarını topladığı birkaç kitaba imza attı.<br /><br /><strong>MESAİ ŞİİRE DÜŞMAN MI?</strong><br /><br />Yoksul bir ailenin çocuğu Ali Emre. Anne ve babasının okuma yazması yoktu. İlkokula giderken çamurların arasından gazete parçalarını çıkaran ve büyük bir istekle okuyan Ali Emre, bir yandan da simit ve çorap satardı. Bütün eğitim hayatı boyunca bir yandan da ekmeğini taştan çıkartan Ali Emre, harçlıklarını biriktirip sürekli kitap aldığı için daha ortaokuldayken Doğu ve Batı klasiklerinin çoğunu okumuş ve kendine yüzlerce kitaptan oluşan bir kitaplık kurmuştu. Onu bir köşede oturup, kitap okurken gören ümmi babası sevincinden ağlardı. İstanbul'da üniversitedeyken yol parası vermemek için okuldan yurda dünyanın yolunu yürüyerek giden Ali Emre o yıllarını anlatırken harçlığı bittiği ve doğru dürüst beslenemediği için açlıktan bayıldığını ifade ediyor. Stadyumlara gidip maçlarda çekirdek satan Ali Emre o yıllarını şu sözlerle anlatıyor: “Elime geçen ilk parayla bir simit aldıysam, kalanıyla da bir dergi ya da kitap almışımdır. Yaz tatillerinde, çalışırken bile, iki günde koca bir kitabı okuyup bitirdiğimi bilirim. Şimdi benim çocuklarım da öyledir. Yıllardır, günde bir iki saat uykuyla yetinirim. Uyuyamıyorum zaten. Fakat daha iyi bir işim olabilirdi. Nerdeyse her gün, sabah sekizde başlayıp akşam sekizde dokuzda biten bir iş ortamında dönenmek çok kötü gerçekten. Çalışmalarımı, üretkenliğimi olumsuz etkileyen asıl sıkıntı bu.”<br /><br /><strong>ŞİİRLE İMTİHAN</strong><br /><br />Ali Emre’nin şiire yönelmesi, küçük yaşlarına dayanıyor. Lisedeyken epeyce şiir yazmış. Kastamonu’dan arkadaşı Ozan Ozanoğlu ile sigara paketlerine, küçük kâğıtlara şiirler yazmışlar, yarışmalara katılmışlar. Şiirlerini ilk gören şair ise Hilmi Yavuz. Verdiği şiirlerin hepsini okumuş ve notlar düşmüş. Sonra dergiler başlamış. Üniversiteden hocası olan Mehmet Emin Ağar ile birlikte Mustafa Kutlu’ya gitmişler bir gün. Ondan sonra Dergâh’ta şiirleri çıkmış. İşte o dönemde Ali Emre, Necat Çavuş, Hüseyin Atlansoy, Şaban Abak gibi şairlerle tanışmış. Sonra Ali Emre’nin arkadaşları bir tomar şiirini Yusuf Ziya Cömert’e ulaştırmış ve böylece şiirleri Kayıtlar dergisinde yayımlanmış. Ali Emre şiirine destek veren diğer isimleri ise şöyle sıralıyor: “Şiirle irtibatımın zayıfladığı dönemlerde beni teşvik eden, yazma konusunda beni yüreklendiren İbrahim Tenekeci, Hayriye Ünal gibi arkadaşları ve Ankara’ya yerleştiğimde çokça ilgisini ve yardımını gördüğüm Hüseyin Su’yu da saygı ve dostlukla anmam gerekiyor kuşkusuz.”<br /><br />Ali Değirmenci imzasıyla yayınlanan deneme kitaplarından habersiz değilim elbette. Ancak bir şaire ‘şiir’ merkezli portre yazmak da çok yadırgatıcı olmasa gerek. Ali Emre ile üçüncü şiir kitabı dolayısıyla yapılan söyleşide önümüzdeki döneme ilişkin açıkladığı yazı rotası ise şöyleydi: “Yayımlamadığım fakat kitap bütünlüğünde gelişen şiirler var. Onları bitirmek istiyorum önce. Nureddin Zengi etrafında gelişen bir roman yazıyorum ağır aksak. Kısmet olursa poetik yazılarımı ve şiir / şair değerlendirmeleriyle ilgili çalışmaları da toplayıp kitaplaştırmak istiyorum.”<br />Bize de istifade etmek düşüyor elbette…</p>
<hr title="HAKKINDA" alt="HAKKINDA" class="system-pagebreak" />
<p style="text-align: justify;"><br /><br /><span style="color: #ff0000;"><strong>HAKKINDA</strong></span><br />“Son on yılın şiir yazanları içinde dikkati çeken bir isim Ali Emre. Dergilerde imzası altında gördüğüm şiirleri okumayı ihmal etmediğim, değer verdiğim bir şair. Kendi kuşağı içinde de ayırt edilen bir özgünlüğü var.”<br />Turan Karataş<br /><br />“Eleştiren, eleştirdiği gibi rahatsız olduğu gerçekleri de bize usuldan fısıldayan bir şair. Yine de özünü koruyor her defasında. Çizdiği tipler bize tanıdık geliyor. Çünkü şair, üstten değil hemen yanı başımızdan gözetliyor dünyayı ve hayatımızdan çekine çekile yiten bütün o iyi şeyler için bir tür tapu sicil kaydı tutuyor. İlk kitabından bu yana sürdürdüğü “melek” ve “çocuk” imgesiyle saflığın ve el değmemişliğin, kirletilmemişliğin altını çiziyor sık sık. Özellikle doksandan sonra artan bu ortak imgeleri kullanarak, saflığımıza dönemediğimizi, modern hayatın kirli ve ezici çarklarının arasına sıkışıp kaldığımızı tekrardan hatırlatıyor bize.”<br />Mustafa Akar<br /><br />Onarılmış Yas Bitiği güzel bir şiir kitabına ad olmakla birlikte Ali Emre şiirinin hızlı bir değişime doğru gittiğinin de habercisidir. Kıyamet Mevsimleri'nden Milyon Sesli Mızıka'ya, oradan da Onarılmış Yas Bitiği'ne uzanan macerada soyutla somut arasında bir didişmeye tanık oluyoruz. Onarılmış Yas Bitiği böyle tek bir kelimeye sığdırılabilecek bir kitap değil. Belki benzerleriyle karıştırılmaması gereken bir epik ve lirik sesten bahsedilebilir. Sesi ve sözü gittikçe çoğalmış bir şairle karşı karşıyayız. İroni ve yergide aşkın, göksel eda Emre'yi Cemal Süreya'nın kısıtlı dünyasının çok daha üzerine çıkarmıştır. Politik, devrimci söylem, güncel zamana dair yaşananlar Ali Emre şiirinde "söylem" olmanın üzerinde ustalıkla özgün bir söyleyişe dönüşüyor.<br />Hüseyin Akın<br /><br />***<br /><strong>MUSTAFA AKAR / MİLYON SESLİ MIZIKA</strong><br /><br />“Bir elime gül verdiler, bir elime zincir”<br />Ezgi’nin Günlüğü’nün bu hoş şarkısını ne zaman duysam, aklıma Ali Emre şiiri gelir. Çünkü Ali Emre şiiri okurun eline gül ile zinciri aynı anda sıkıştırır. Hem yitirilen geçmişin bütün o iyi taraflarını güle dönüştürür hem de zamanımızın (Jean Paul Sartre gibi söylersek: Yaşanmayan Zaman) insanı tedirgin edici bir “sursis”e ertelemeye dönüşen bekleyişini zincirler. Kıyamet hepimizin hayatında eskimeyen, eskimediği gibi günden güne süresini kısaltan bir olgudur. Ali Emre şiiri de kıyamet olgusunu dört bir yandan kuşatır. Belki de bu yüzden şairimiz, tedirginliğimizi daha da artırmak için ilk kitabına Kıyamet Mevsimleri adını vermiştir. Bu yazımızın konusu ilk kitabından çok, Ali Emre’nin ikinci kitabı Milyon Sesli Mızıka üzerine yoğunlaşacak.<br /><br />En başından söyleyelim ki Milyon Sesli Mızıka, üzerinde çok fazla yazılmamasına, durulmamasına rağmen şanslı bir kitap. Bu şansı Ali Emre’ye yaşatan bir gerçek var. Şairler ilk kitaplarını yayımlayınca bir yükten kurtulduklarını zannederler. Kitabın şairin macerasında ilk olma özelliğine sahip olması da ayrıca bir sevinç verir. Oysa şair yazıp yayımlattığı her kitaptan sonra bir tedirginliğe girmelidir. Önceki kitaplarında saptığı yollardan sağ salim geçip, yeni bir yola doğru yollanmaya başlamasıyla, yürünen yolda deneyim sahibi olmanın şansını yakalar; ama şanstan çok tedirginlik veren önceki yolun aynısı bir yola sapıp orada yürümesi olacaktır şairin. Buysa kendi kendine barikatlar kurmaktan, bizzat kendi yolunu tıkamaktan öteye geçemez. Ali Emre bu açıdan şanslı bir kitapla geçti karşımıza. İlk kitabı Kıyamet Mevsimleri’yle imgeci-mısracı bir şairken, ikinci kitabı Milyon Sesli Mızıka’da bütünlüğe önem veren, söyleyişini ironiye teslim etmek adına zora sokup biçimsizleştirmeyen, öz dokuyu kıvrak atlamalarla koruyan bir şair oldu. Aynı hassasiyeti İbrahim Tenekeci’de de görmüştük. Hüseyin Akın’ın da çabası yadsınamaz. Özlerini korumakla birlikte hep değişerek, derişerek ilerlediler, ilerliyorlar. Ali Emre bu ilerleyişinde doksanlardan iki binlere geçen şairlerde gözlemlediğimiz imgesel-gerçeklik unsurunu göz ardı etmiyor. Eleştiren, eleştirdiği gibi rahatsız olduğu gerçekleri de bize usuldan fısıldayan bir şair. Yine de özünü koruyor her defasında. Çizdiği tipler bize tanıdık geliyor. Çünkü şair, üstten değil hemen yanı başımızdan gözetliyor dünyayı ve hayatımızdan çekine çekile yiten bütün o iyi şeyler için bir tür tapu sicil kaydı tutuyor. İlk kitabından bu yana sürdürdüğü “melek” ve “çocuk” imgesiyle saflığın ve el değmemişliğin, kirletilmemişliğin altını çiziyor sık sık. Özellikle doksandan sonra artan bu ortak imgeleri kullanarak, saflığımıza dönemediğimizi, modern hayatın kirli ve ezici çarklarının arasına sıkışıp kaldığımızı tekrardan hatırlatıyor bize.<br /><br />Kim ne derse desin kitapta beni en çok etkileyen şiir Çelebi şiiri oldu. Yalınlığı ve ardında barındırdığı öyküsel gerçekliği, hiç de öykülemeci bir dile yaslanmadan net verişiyle, kitabı elime aldığımdan beri usumun köşelerinde bir yerlerde dönenip duruyor. Bir şair okuruna bunu yapmalıdır. Yapamıyorsa şairliği bırakmalı, becerebiliyorsa marangozluğa falan başlamalıdır. Gerçi öyle olsaydı eğer ülkemizde marangozhanelerden geçilmez olurdu. Çelebi şiirinin finali ise ortak yaramıza (müslüman duyarlığıyla okuyup yazan insanların ortak yarasına) parmak basıyor ve ne yalan söyleyeyim ki acıtıyor: “Eski evler, mezarlıklar / Cami önleri / De olması hani / Alıp başını gidecek şu çekilmez dünyadan”<br />Memet Fuat, Yaşlı Bir Şaire Mektuplar’ın bir yerinde “Başarılı şair, yaşamdaki şiiri görebilen, şiir düşünen, şiir duyan, iç-dış biçimsel şiirleştirme teknikleriyle, okura şiirsel bir içeriği aktaran kişidir.” der. Ali Emre de Milyon Sesli Mızıka’da bize, yaşamdaki şiiri tattırıyor bir bakıma. Bilinen insan gerçeğine uzak düşmemesiyle, şairane sıkmalara yüz vermemesiyle aramızda dolaşıp söyleyeceğini söylüyor ve susuyor. Bir tersinden mutluluk var bu kitapta. Bu mutluluk sığınacağı güvenli limanların hâlâ var olmasından doğuyor; tersinden olması ise bunların her an kaybolabileceğinden duyulan derin korkuyla su yüzüne çıkıyor. Hatta git git okurun da bu unsuru gözeterek korkması isteniyor. Tekâsür adlı şiir bunun en güzel örneği. Kur’an-ı Kerim’den bir surenin isminden müteşekkil olan bu şiir, handiyse şiir yollu modern bir tefsire dönüşüyor. Aynı surede “çokluk kuruntusu” eleştirilir. Bu kuruntu yüzünden mezarlarını ziyaret edip çokluğuyla övünen insanların, ahirette cehennem ateşini çıplak gözle göreceklerinden bahsedilir. “Yakında bileceksiniz” sözüyle başlayan ayet ise tekrarlanarak handiyse bir şiir olmaya doğru yönelir. Ali Emre de bunu kullanıyor. Şiirin en başından beri başat özelliği olan hatırlatıcı olma vasfını…<br /><br />Birinci Tekil Şahıs şiiri de aynı duyarlığı yansıtıyor. Kitabın en güzel şiirlerinden birisi olan Kentin Bileğindeki Buhran, şiirsel sesin yükseldiği, söyleyişle de diğer bazı şiirlerde olduğu gibi düzyazıya yaklaşıp kaçtığı bir alandan ulaşıyor bize:<br /><br />“ben hangi bir yıldızı kovalasam öyle upuzun<br />bir nemrut seyirtiyor gülgûn sunaklara<br />dinç Kudüsler topluyor bir azizin harmanisi<br />ve herkes terk ediyor bizi hayın ve suskun<br />ölüler duruyor bir katlanarak yaşamaya<br />pazarlara rakamlar tebelleş oluyor büyücüler<br />tırmıklarla giriyor evimize reklam ve efsun”<br /><br />Milyon Sesli Mızıka’da, sesini böylesine yoğun ileten şiirlerin dışında, daha çok içteki sese doğru kıvrılan başka şiirler de var. Müşkül Bir Kureyş şiiri bunların ilkidir belki. Uzaklaşan esenlik dolu günlerin altını çizip onu koyulaştıran şiirler. Tabut Omzumda Kaldı şiirini de anmamız gerekir. Nedir peki bu! Şairin nostalji ihtiyacı mı! Değil. Ali Emre’deki “eskiyen derin suskunluk”, bu ihtiyaçtan doğmuyor. Dünyada ve yiten, yitirilen şeylere karşı güçlü bir duyarlığı var. Hatıraları değil, hatırlatıcıları var. Ustaki anı odasını harekete geçiren, bunu da yanıp sönen görüntülerle destekleyen hatırlatıcılar.<br /><br />Zaten bir şiiri sevdiren, genelde, o şiirin biçimi ve sağlamlığından başka, şiirde anlatılan, andırılan, hissettirilen olguların hayatımızda ortak noktalarla çakışmasından ileri gelir. Aynı acıyı biz de duymuşuzdur; şairin zorlu macerasında kat ettiği yollardan belki biz de geçmişizdir.<br /><br />Ali Emre bu anlamda yabancısı olmadığımız ve bir türlü de yabancılaştırılamadığımız bir evreni tanımlıyor. Bütün bunlardan sonra biz de soralım: “Bir şair ne zaman öper kendi kalbini”<br />--------------------------------<br />* Dergâh Yazıları Güldestesi, Hazırlayan: İbrahim Tenekeci, s. 176 – 179.<br /><br />KAYNAK: <a href="http://sukrukirkagac.blogspot.com.tr">http://sukrukirkagac.blogspot.com.tr</a></p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/dvan-edebyati/156-siirler-divan.html" target="_blank" rel="alternate">DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/halk-edebyati/72-halk-edebiyati-siirler.html" target="_blank" rel="alternate">HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/657-a-ile-baslayanlar/ali-emre-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">ALİ EMRE ŞİİRLERİ</a></strong></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/657-a-ile-baslayanlar/ali-emre-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">ALİ EMRE <img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/ali-emre.jpg" alt="" /></a></strong></span><br /><br />(17 Kasım 1967 (Nüfusta 1 Ocak 1968), Sünlük köyü, İhsaniye /Kastamonu - )<br /><br /><br /> Asıl adı Ali Değirmenci’dir. Erencan Yüksel, Emre Yetkin, Muharrem Çağlayan adlarını da kullandı. Kastamonu Hisarardı İlkokulu’nu (1979), Merkez Ortaokulu’nu (1982), Kastamonu Ticaret Lisesi’ni (1985) bitirdi. Mimar Sinan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (1990) mezunu. Yüksek lisansını Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nde “II Abdülhamid Dönemi Matbuat Hayatı ve Mâlûmat Mecmuası” adlı tezle tamamladı. 1990 yılında Sivas’ta liselerde öğretmenlik yapmaya başladı. 1997 yılında özel eğitim kurumlarında çalışmaya başladı. 2001 yılından itibaren on yıl Ankara’da yaşadı. 2011 yılında İstanbul’a taşındı. Evli ve iki çocuk babası.<br /> Sivas’ta Edebî Pankart adlı bir derginin yayımına katkıda bulundu. Kırklar dergisinin yayın danışmanlığını yaptı. İlk sayısı Ağustos 2016’da çıkan Temmuz dergisinin ilk 12 sayısında yayın yönetmenliği görevini yürüttü.<br /> Şiirleri, yazıları ve söyleşileri Cins, Dergâh, Derkenar, Edebi Pankart, Edebiyat Ortamı, Endülüs, Fayrap, Hece, İtibar, İzdiham, Karagöz, Kayıtlar, Kırklar, Mahalle Mektebi, Merdiven, Muştu, Post Öykü, Sağduyu, Sayha, Tasfiye, Temmuz, Umran, Yedi İklim, Yeni Şafak, Yolcu gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı.<br /><br /><strong>Yapıtları:</strong><br /><br /><strong>Şiir Kitapları:</strong><br /><br />Kıyamet Mevsimleri (1998, Şule Yayınları, İst., 70 s.)<br />Milyon Sesli Mızıka (2001, Birey Yayınları, İst.)<br />Onarılmış Yas Bitiği (2008, Hece Yayınları, Ank.; Genişletilmiş 2. Baskı: 2016, İz Yayıncılık, İst., 88 s.)<br />Yeryüzüne Dağılan (2012, Okur Kitaplığı, İst., 88 s.)<br />Meryem’in Yokluğunda (2017, Temmuz Kitap, İst., 88 s.)<br /> <br /><strong>İnceleme Kitapları:</strong><br />Şiirin Saçağı Altında (2015, İz Yayıncılık, İst., 272 s.)<br />Şiirimizde Ortadoğu (2016, Temmuz Kitap, İst., 174 s.)<br /> <br /><strong>Romanları:</strong><br />Nureddin Zengi (2017, Temmuz Kitap, İst., 416 s.)<br /><br /></p>
<hr title="YERYÜZÜNE DAĞILAN ŞİİRLER" alt="YERYÜZÜNE DAĞILAN ŞİİRLER" class="system-pagebreak" />
<p style="text-align: justify;"><br /><br /><span style="color: #ff0000;"><strong>YERYÜZÜNE DAĞILAN ŞİİRLER</strong></span><br /><br />Seksenli yıllar şiiri kitapların, sokakların ve meydanların şiiridir. Kitaplarla meydanların arasının belirgin biçimde açıldığı doksanlı yıllarda ise şiir daha çok beklenen yolcuların ve özlenen hayatların izini sürmüştür. Seksen sonrası süreç, Türkiye’de siyasi ve sosyokültürel açıdan bir evrilmeyi de beraberinde getirdiğinden bu dönüşüm hayat-edebiyat ekseninde şiiri de etkilemiştir. Sokakların ateşi sönmüş, meydanların sesi kısılmış, kitaplar birer birer raflardan sahaflara kaldırılmaya başlanmıştır. 12 Eylül sonrası apolitik atmosferin oluşturduğu boşluk, şiirimizdeki aidiyet sorununu yeniden gündeme getirmiştir.<br />Türk şiiri bu süreçle birlikte kendisiyle yüzleşme imkânı bulup geçmişle gelecek arasındaki yerini belirlemeye çalışır. Neredeyse zihniyet ve ideolojinin emrine girip payandası haline getirilen şiir, angajmanlardan sıyrılıp yüzünü kendini var kılan esaslara döner. Her ne kadar on yıllar arasında edebi akımlarla şekillenen bir dönemsellik olmasa da 2000’li yıllar şiiri form, imge, dil ve içerik açısından bir derlenip toparlanma şiiridir. Seksenli yıllarda şiire başlayıp her üç dönemin (on yılın) içerisinde bulunan şairleri sadece yaşadıkları zamanı baz alarak belli bir kuşağa dahil etmek isabetli olmayabilir. Aynı şekilde aynı dönemde şiir yazan şairleri ortak bir kümede toplamak da fazlasıyla yanıltıcıdır. Belki bazı şairlerin adları bazı şairlerle yan yana yazılabilir.<br /><br />Yazdığı şiirlerde her üç dönemin (80–90–2000) havasını barındırıp şiirinin iplerini koşul ve konjonktürlerin eline ve insafına bırakmayan hayli örnek var şüphesiz. Arif Ay, Haydar Ergülen, Hüseyin Atlansoy, Osman Konuk bu isimlerden sadece birkaçı. Bu isimler seksenlerden bu yana çeşitli evrelere tanıklık etmelerine rağmen hiçbir zaman bir dönemin şairi olarak kalmamışlardır. Çünkü bu şairlerin şiirlerine kaynaklık eden dünya sokakların, meydanların ve kitapların ortadan kalkmasıyla yok olabilecek bir dünya değildi.<br />Şairi belli bir ideolojinin bağıran sözcüsü olmaktan koruyan şey, düşünce ile duyarlık arasında kurduğu hassas denge ve evrensel bütünlüktür. Yazdığına yabancılaşmayan her kalem sahibi kalple kafa arasında hiçbir düalizme düşmeden, yapıp ettikleriyle zamanının en yalnız insanı olsa bile gelenek ve gelecekle irtibat kurmakta zorlanmaz. Geleneğin ve geleceğin çatısı altında yerini alır. Seksenlerden günümüze eklemlenen bu meşakkatli zihinsel yolu yürümeden bazı isimler hakkında söz söylemek gerçekten kolay değil. Her ne kadar kestirmeden gitmiş olsam da bu durumun günümüzde belki de en canlı örneği, şair Ali Emre’dir.<br /><br />Emre, ilk başta kitapların vaat ettiği dünyaya sımsıkı bağlı kalabilen bir şair. Bu yüzden kitaplarını düşünceleriyle birlikte sahaflara kaldıranlardan değil. Dün hem gezdiği sokakların ateşi hem de dolandığı meydanların sesi canlılığını hâlâ koruyor. Sözün burasında belki de ilk söylenmesi gereken şey; Ali Emre şiirinin, yüzü düne dönük bir şiir olduğudur. Şairin ilk şiir kitabı “Kıyamet Mevsimleri”nden dördüncü şiir kitabı “Yeryüzüne Dağılan”a doğru gittikçe artan bir dün vurgusu dikkat çekiyor. Her kitap bir sonrakine açılıyor gibi.<br /><br />İlk kitaptan (Kıyamet Mevsimleri) itibaren şairin sesi daha bir yükselirken bir taraftan da sözün çoğalıp depreştiğini görüyoruz. İlk iki kitapta daha çok lirik bir ses baskınken son iki kitapta (Onarılmış Yas Bitiği- Yeryüzüne Dağılan) epik hava daha belirgin.<br /><br />İster lirik diyelim ister epik, Ali Emre şiiri söz dizimi, mısra düzeni, kelime seçimi ve ses tonuyla emsallerinden kolaylıkla ayırt edilebilecek bir yerde duruyor. Her şiir, kitap içerisinde bir bütünlüğe sahip olduğu kadar, her dize ve her kelime de ait olduğu şiir içerisinde şiire ait ve şiirden bağımsız bir özgünlüğe sahip. Şair kolay kolay dizeyi şiire feda etmiyor. Sözgelimi kitapta herhangi bir şiirden bir dizeyi gelişigüzel çekip bir kâğıda yaslasanız, bütün bir şiirin kalp atışlarını rahatlıkla görebilirsiniz. Ali Emre’de dizeyi bu kadar anlamlı ve de azade kılan şey hiç kuşkusuz kelimeleri cümle içinde çok iyi kuşandırıp konuşlandırabilme becerisidir. Bu beceride sözlü kültür, halk ağzı, argo ve duygusal ritim gibi yan unsurların da payı inkâr edilemez.<br /><br />İyi bir okuyucu bir şiirin ne gibi aşamalardan geçerek yazıldığını, tek celsede mi yoksa uzun bir çalışma evresi sonrasında mı şekil aldığını o şiirin soluk alışverişinden kolaylıkla anlar. Zira şiirde kelimeler ve dizeler arası seyyaliyet buna imkân sağlar. Ali Emre ne der bilmem ama özellikle son kitabında (Yeryüzüne Dağılan) yer alan şiirlerin büyük bir kısmı ilk sıcaklığı ile yazılmış tek oturuş şiirleri olduğunu gösteriyor. Bu durum (vehbiyetin kesbiyete baskın oluşu) bir şair için zayıflık sayılmayacağı gibi şiirinin lehine bir özellik kabul edilse yeridir. Ne de olsa şiir, başı (yazım öncesi) ve sonu (yazıldıktan sonra) itibariyle söylenen bir şeydir. Şiirin dili yazılmaktan çok söylendikçe açılır. Kâğıt üzerinde şiir sükût üzere uykudadır. Şiiri uyandıracak olan, içe ya da dışa doğru onu okumak yani söylemektir. Bu anlamıyla şiir kalpten sudur edip yeryüzüne dağılandır.<br /><br />Değil mi ki bir kitabın en iyi kapısı adıdır, biz de oradan giriş yapalım. Bir an, şiir şairin niyetidir, iddiasını aklımızda tutarsak evrensele atıf noktasında son derece güzel bir kitap ismi olduğunu söyleyebiliriz. Düşünce, duygu, imge ya da ilham her biri bir duyarlığa dönüşmek üzere kanatlanıp havalanırlar. Bu, insana rağmen böyledir. İnsan ne kadar kaçarsa kaçsın yeryüzüne dağılan bu mücerret yoğunluktan kurtulamaz ve en sonunda şiire teslim olur. Kitap, ‘Aralık Kapılar’, ‘İyilik Yorar’, ‘Bin Yıldır Üşüyen Evde’ başlıklarıyla üç bölümü içeriyor. 12 şiirden oluşan birinci bölümün kapısı eski şiire göz kırparak aralanıyor. Şair “Kazadan Beladan Sakınır Gibi” şiirinde, beş uzun beyitle güncel ve çağdaş bir gazel örneği denemiş. Bana göre gazelin şah beyti şu: “Kirli bir burjuva büyüttü beni söverek, suratsız haşin bir devlet okuttu / Bu kör müfredatı kov esas duruşu boz kazadan beladan sakınır gibi sarıl”<br /><br />Ali Emre, geleneği yeniden yorumlamayı denemiş birçok şiirinde. “Kanamalı Gazel” de yine bunlardan biri. Bu şiirin de en çok makta beytini beğendim. Şöyle bitiyor şiir: “Ali dalsa şimdi bu puştlar meydanına üç kulhü bir elham ile sevgili / Kılıç kalkanlar kanar. Kavuklar kaftanlar kanar. Kahramanlar kanar.”<br /><br />Emre’nin yer yer bütün şiirlerine sinen 40 yaş duyarlığı bu şiirde de var. Şiire bir itirafla giriyor şair: “Zordur kırkı devirince birini unutmak; eski yaralar, hatıralar kanar”. Bu dize bir nostaljiyi değil, insanın yüreğine çöküp omuzlarına abanan yanlış yaşanmış hayatların, talihsiz tanıklıkların sızısı ve âhıdır. Evet, bu kitap bir kırk yaş şiirleri kitabıdır; lakin hiçbir şiirde geçmiş özlemi yoktur. Şairin sesi bazen seksenli yılların bir öğrenci evinden gelirken bazen de cuma namazından sonra Beyazıt meydanından yankılanır. Sanki şair lafın kâr etmediği dünyaya son çare olarak şiir söylemektedir. Dünün bugünden, bugünün de dünden pek bir farkı yoktur.<br /><br />Kendini ele vermeyen bir karamsarlık var Ali Emre’nin şiirinde. Devletler, sistemler, şebekeler ve de rakamları ve harfleri ellerine geçirmiş egemen güçler güzel rüya görüp hayal kurmamızı imkânsız kılmaktadır. Ne Batı ne de Ortadoğu bu cendereden kurtulmadığı sürece şair bugünde yaşayan geçmişine göz kulak olmak zorundadır. Sesini daha bir yükseltmeli ve de yaşadığı topluma tanıklık etmelidir. Toplumlar ancak belli bir devrim ruhuyla hayallerimize karşılık verebilirler. Tarihin bir şekilde tekerrürü gibi bugünde yaşayan dünü şair hiç kayıttan düşmez. Dünün tefsirini bugünle yapar. Bir taraftan halk şiirinin ve divan şiirinin imkânlarından yararlanırken diğer taraftan nevzuhur-yeniyetme edebiyat anlayış ve ortamlarını tiye alır. Bir arasta çadırında uyuyup kalan çocuklar için koçaklama, diriliş için “vezn-i âher” yazar. Emre’nin şiirinde bu dün-bugün yüzleşmesi, kelime seçiminden şiir başlıklarına ve formuna kadar yansımıştır. Her ne kadar gizil bir kötümserlik olsa da “Yeryüzüne Dağılan” şiirlerde şair tarz-ı kadim üzre yazdığı dizelerde sesini alçaltıp bir dua edasıyla da olsa umudu aralamaya çalışır: “Belki bir gün bu viraneye yepyeni bir can gelir / Bu viraneye öncülerden çerağ ile burhan gelir / Yepyeni bir muştu ile gönüllere heyecan gelir/ Can gelir burhan gelir heyecan gelir sultan gelir”<br /><br />Bu dörtlük “belki” şerhine rağmen, geleceğe işaret eden bir seslenişle başlıyor; ama bu asude ses hemen ardından gelen ve 11 inşaat işçisinin yatakhane olarak kullanılan çadırlarda diri diri yanarak hayatını kaybetmesi üzerine yazılan şiirin dizeleriyle bozuluyor. Eski şiirin teselli edici, umut vadeden çatısı adeta çöküveriyor. Bir de ne tarihin ne de bugünün göremedikleri var: “Hele dişimi sıkayım oğlana da bir bisiklet parası diyordum / Hanıma bir burma bilezik, bir takım üst baş İstanbul hatırası / Biri Tosyalıydı, diğeri Vezirköprülü, üçümüz birden öldük” Ölen işçilerin ağzından ölüm hikâyelerini böyle anlatıyor şair. Olduğu gibi, yalın, sade, masum ve mazlum sesi. Bu sesle oynanmaz, bu söz tasannu kaldırmaz dercesine şiirin yazanı aradan çekilmiş de geriye kala kala alın yazısı kalmış gibi. Birinci bölümün yeni ile eskiyi bir araya getiren bu iki kısa şiiri, diğer şiirler arasında biraz ayrıksı dursa da şairin işaret ettiği acımasız ve tezatlı dünyayla son derece uyuşuyor.<br />İkinci bölüm (İyilik Yorar) şiirleri birinci bölüme atıf yaparak“Genç İşi” başlıklı şiirle başlıyor: “ağustoslardan, aralık kapılardan korktum” Şairin korkusunun endişeyle yaşama korkusu olduğunu anlıyoruz. “Aralık” bir tedirginliği en iyi anlatan sözcüktür. Açık kalan o dar boşluktan hangi korkunun başını uzatacağı, siluetini duvara yansıtacağı belli olmaz. Ağustos korkusu da bu aralıktan umacı bir eylülün -12 Eylül- başını uzatma tedirginliği olsa gerektir. “Aralık” kelimesi de sanki içerisine soğuk ve kışı da alacak şekilde çift anlamda kullanılmış gibi.<br /><br />Kitap boyunca alçalıp yükselen ses ikinci bölümde de kendisini hissettiriyor. “Genç İşi” şiiri bu anlamda dikey bir şiir. Epik hava birden daha lirik bir atmosfere bürünüyor: “ne çok çağırdım âh ne çok / annemi şiire, şiire annemi” Bu şiir, şairin küçük harfle konuştuğu birkaç şiirden biri. Şair içe doğru konuştuğu, kendi iç serüvenine odaklandığı şiirlerde böyle bir söyleyişi tercih ediyor : “iyilik yorar ve her güzel, incitir kendine bakanı / öpünce geçmez, gezegen bir yaradır aldanmak” (Anaya Kalkan El Gibi)<br /><br />“Yeryüzüne Dağılan” şiirlerin bölüm başlıklarının (Aralık Kapı-İyilik Yorar-Bin Yıldır Üşüyen Evde) hepsi şiirlerin içerisinde geçen dizelerden seçilmiş. Kitabın ismi de dâhil hiçbir başlığa ait bir şiir yok. Fakat bu başlıkların her biri şiirin bir yerinde fısıltı hâlinde kendini hissettirip bölümün ortak imgesi hâline getirilmiş izlenimi de veriyor.<br /><br />Her ne kadar kentler müktesebatını yitirmiş, yolumuz tenha, sesimiz ıssız, semtlerimiz şaşkın ve murdar olsa da şairin ilk gençlik yıllarından itibaren yürüdüğü sokaklar hâlâ yaşıyor bu şiirlerde. Bu sokakların tam ortasından halk geçiyor hâlâ. Ali Emre şiirinin belki de en karakteristik özelliklerinden birisi halk ağzını şiire bütün aksamıyla sokabilmiş olmasıdır. Emre’nin son şiirlerinde bu özelliği yoğunluklu olarak görebilmek mümkün. Kitaptaki kimi şiirlerden gelişigüzel seçtiğimiz gibi: ‘Ebemizi görürüz’, “Ali dalsa”, “bu puştlar”, “Mozart manyağı”, “üç kulhü bir elham”, “dılo dılo yaylalar”, ‘cıscıbır’, “valla iyiyiz annem annem”, “bok püsür”, “biz aptalız ya hacı”, “harbi safız”, “eşşoğlu eşek baban”, “Eeee bu ne lan”, “bak gör hocam”, “bak buraya yazıyorum”, “ekmek kitap çarpsın”, “inşaat ya resulallah”, “oğlum bak git”…<br /><br />Şair, reel ve sanal düzeyde kitlelerin gündemine oturup, ağızlarda pelesenk olmuş kişileri ve kelimeleri de kullanmaktan çekinmiyor: Roni, Yaşar Nuri, Obama, Jet imam, LYS, Hülya Avşar, Fadime Şahin, cumartesi anneleri, cuma bacıları, Turgut Nereden Koşuyor, Çölaşan, Dövüş Kulübü, Angelina, Uludere, Karşılıksız İyilik, Jet ski, biber gazı, aile hekimi, kentsel dönüşüm…<br /><br />Şimdiki zamanın ve de yakın tarihin sahnesinden alıntılanan bu isim ve kelimeler aynı zamanda Türkiye’de siyasi ve sosyal dönem(eç)lerin hülasasını oluşturuyor. “Yeryüzüne Dağılan” şiirler, devam eden kitapların yankısı, sürüp giden sokakların ve dolup taşan caddelerin ayak sesleriyle bir devrimcinin kalp atışlarına eşlik ediyor: ‘Okuduğumuz kitaptan bir devrim yürüsün her yere’.<br /><br />Yazımın başında Ali Emre’nin ihtilal sonrası seksenli yıllar travması geçiren şairler listesine dâhil edilemeyeceğini ve seksenler şiirinin militanik ve sloganik bağıran kulvarında yer almadığını ifade etmiştim. O döneme ait birçok şairin ileriki dönemlerde yazdıkları şiirlerde kitapların, caddelerin ya da sokakların izlerine rastlayamıyoruz. Hülyalar da sevdalar da sanki o yıllarda sokak ortasına terk edilmiş gibi. Ali Emre sokağın canlı sesini şiirine ustalıkla yansıttığı gibi, hiçbir zaman sahaflara kaldırmadığı düşüncelerini ve de kitaplarını bütün şiirlerinde sıklıkla kullanır. Sanki kitaplar geldiğimiz yerin işaret taşıdır. Fikir serüvenimizi, değişim ve dönüşümümüzü en iyi kimi zaman üzerinde yürüdüğümüz, kimi zaman da altından eğilerek geçtiğimiz kitaplar ifade ediyorlar. Şiirin satır araları diyebileceğimiz yerlerde de kitap isimleri sıklıkla karşımıza çıkıyor. Bu kitaplar aynı zamanda müfredata direnen bir yüreğin, kitabı kitapla savunma mücadelesidir. ‘Waldo’, ‘zor konuşuyordu İsmet Özel’, ‘Edip Cansever gitti’, ‘Zarifoğlu aramızdan ayrıldı’, ‘Deli gibi Fransızca çalışıyordum sökmek için baudelaire’i’, ‘Güvercin Gerdanlığı, ‘temmuz göğü’ (Necati Cumalı), Göğ ekinken (İlhami Çiçek), ‘Sahurla Gelen Erkekler’, Maalouf….<br /><br />Şair, “100 Temel Eserden” şiirinde dünden bugüne hayata yol çizen, yoldan çeviren, yoldan çıkaran ya da yol kesen nevinden kitaplardan sonra ana kitaba -Kuran’a- dönüş macerasını yine klasik şiirin esintisiyle anlatmaya çalışıyor. Müfredatın ve dayakçı eğitimin cenderesinden güç bela kurtulup okulu kırarak Çavdar Tarlasında Çocuklar’dan Yaban’a; Yeşil Gece’den Ateşten Gömlek’e onlarca kitabı aşıp kırk yıl sonra ilmin bir nokta olduğu hakikatine ulaşıyor.<br /><br />Bu kişisel bir serüvendir kuşkusuz; ama yönsüz ve yörüngesiz kitapların ayarttığı çocukların da hissesine düşen çok şeyler var bu şiirde. Zaten biraz dikkat edilirse Ali Emre’nin her üç bölümde yer alan şiirlerinde de “biz” vurgusu daha baskındır. Her ne kadar birinci tekil şahıs ağırlıklı şiirler olsa da bu şiirlerdeki ‘ben’ daha ziyade “müşterek ben”dir. Kitaplardan sokaklara doğru uzanıp gelen bizim mahalle, bizim cemiyet ve bizim ahvalimizdir. Hiçbir şeyin laf ve söz olmanın dışında bir anlamı kalmamıştır, gece yarılarına kadar konuşulup sabahleyin unutulan, gidip gelen bir “biz” kargaşasıdır bu. Bir kirlenme ve kimlik yitimi. Bir ıstırap adamının kafası yere düşmeden kirlenen şeyler ardından ağıtıdır: “parlatılmış olsa da şimdi, ovula ovula dünya / temiz bir şey kalmadı, açabiliriz gözlerimizi”<br /><br />Kitabın üçüncü bölümünde (Bin Yıldır Üşüyen Evde) yer alan şiirlere gelince, bu bölümdeki şiirler diğerlerine nispeten daha bir uzun soluklu. ‘Sonradan Görme’, ‘Takımdan Ayrı Düzkoşu’ ve ‘Ergenekon’ şiirlerini saymazsak öç duygusu daha baskın şiirler. Bir babanın dilinden tevarüs eden acıların dile getirildiği ‘Adı Nurettin Zengi Olan’ şiirinde ilk kez yönünü geleceğe çeviren, umudu tükenmemiş bir şairi görüyoruz: “Şimdi bir Ali büyüsün istiyorum tertemiz odalarında bir evin’, ‘Taşları tencerede kaynatan, kapılara yakın yatan bir anne / Mekke’yi yeniden uyarıp sarmalasın, Nil’i öpsün / Bir çocuk doğursun / Adı Nureddin Zengi olan / Babamın hüznünü anlasın, oğlumun gözü pekliğini” Bu şiirler aynı zamanda acıya karşı bağışıklık kazanmış tüm Ortadoğu coğrafyasını içersine alan büyük anlatı şiirleridir. “Binlerce Çocuğun Tutuştuğu” ve “Acıyla Sınanan” şiirleri, Ortadoğu’nun direniş türküsüne eşlik ederken, “Acının Kandili”nde güneydoğu sancısıyla gözyaşı döküp âh ediyor: “Ah! Ne tarafa dönsek kemikleri batıyor bize yeryüzünün”<br /><br />Bu yeni kitapla beraber karşımızda nefesi açılmış, yaralarını onarmış ve sesini tazelemiş bir şair görüyoruz. Her kitap bir önceki kitabın yarım kalmış sözünün tamamlayıcısıdır aynı zamanda. “Yeryüzüne Dağılan” şiirleri de “Onarılmış Yas Bitiği”nin doruk noktası sayabiliriz. Zira bu şiirlerde sadece derlenip toparlanma değil aynı zamanda yeryüzüne doğru bir ayaklanma var. Serpiştirme şiirler yok denecek kadar az. Uzun soluklu, büyük hikâyesi olan şiirlerin yanında nefesi denk düşmeyecek iki üç dizelik şiirlerin (iki istisna dışında) kitapta yer almaması da oldukça isabetli olmuş.<br /><br />Ali Emre bilinçaltı kazıntılarından medet ummak yerine bilinç atına binerek yol alıyor şiirde. Bu çok açık. Kendi benini yitirmeden de topluma duyarlı şiirler yazılabileceğini, öfkenin de bağırmak dışında bir sesi ve renginin bulunabileceğini bu kitapla bir kez daha ortaya koyuyor. Kitapta diğerlerine göre daha ayrıksı duran bir iki şiiri ise şairin elinde olmadan araya giren görüntüler saymak daha doğru olur.<br /><br />Hece, Sayı: 192, Aralık 2012<br />Hüseyin Akın</p>
<hr title="SUAVİ KEMAL YAZGIÇ / MİLYON SESLİ ŞAİR: ALİ EMRE" alt="SUAVİ KEMAL YAZGIÇ / MİLYON SESLİ ŞAİR: ALİ EMRE" class="system-pagebreak" />
<p style="text-align: justify;"><br /><br /><span style="color: #ff0000;"><strong>SUAVİ KEMAL YAZGIÇ / MİLYON SESLİ ŞAİR: ALİ EMRE</strong></span><br /><br />Söze nereden başlamalı? Şaire soruyorlar. “Yaslarımızı, acılarımızı, direncimizi ve öfkemizi daha ne kadar onaracağız?” İşte şairin cevabı: “Ölüm bize değene kadar. Yıkım ekipleri hiç boş durmuyor çünkü. Murdar baltalı kabillerle dolu hâlâ dünya. Ve biz de direneceğiz. Durmak bunamaktır çünkü, teslim olmaktır, kanaralaşmaktır. En iğrenç yenilgi biçimi de gönüllü köleliktir. Ali Emre şiirinin en önemli yönlerinden biri de bu direnç ve bilinçtir sanırım. Hiçbir tasma güzel değildir.”<br /><br />Ali Emre’nin üç şiir kitabının esbab-ı mucibesi işte tam olarak bu. Hiçbir tasmanın güzel olmadığı realitesi. ‘Onarılmış Güz Bitiği’nde bir şiirin adına bakarsak Ali Emre’nin poetikasını daha da netleştirebiliriz. “Uçurtmanın tekmil ipleri kopmuştu, üşüyorduk, kötüydük, göğün elleri koynundaydı, sokaklarda düş toplayan bir rüzgâr kalmıştı...”<br /><br />Ali Emre şiirinde tarihle, statükoyla, adaletsizliklerle, yılgınlıklarla hesaplaşıyor. “Şiir ya duadır ya da bedduadır” diyen Paul Valery’i hatırlatan Ali Emre’de beddua sanki biraz daha ağır basıyor. Bir yüzleşmenin şiirini yazdığı için bunu da yadırgamamak lazım esasen. Emin olduğum bir şey varsa Ali Emre’nin şiirinin konfor vaat etmediği. Sorunları görmezden gelme yoluyla aşacağını zannedenlerin onun şiiriyle güçlü bir bağ kurabileceğini zannetmiyorum. İnsana aslını hatırlatan, asli olanın peşinden gitmemiz gerektiğine işaret eden bir rahatsızlık onun verdiği. Bu da az şey değil elbette. <br /><br />KASTAMONU, İSTANBUL, SİVAS, ANKARA<br /><br />Ali Emre “Bakınca içi görülen konuşkan çocukların kenti bu” diye tanımladığı Kastamonu’da dünyaya geldiğinde takvim 1967 yılını gösteriyordu. Asıl adı olan Ali Değirmenci’nin kayıtlı olduğu kafa kâğıdındaki doğum günü hanesinde ise 1 Ocak 1968 yazar. İlk ve orta öğrenimini “Denizden ürküp kaçmış” Kastamonu’da tamamlayan Ali Emre’nin İstanbul’da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi / Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm’ünde okuduğu üniversite yılları, aynı zamanda çeşitli gazete ve dergilerde yazmaya başladığı dönemdi. Meğer İstanbul’dan mezun olan Ali Emre’nin lokması Sivas’ta beklermiş. O yüzdende Ali Emre, on yıldan fazla kaldığı Sivas'ta hem öğretmenlik yaptı hem de Cumhuriyet Üniversitesi'nde master eğitimini tamamladı. Ali Emre, kendisiyle www.dunyabizim.com’da yapılan bir röportajda o hayatındaki üç şehri şu sözlerle anlatmıştı: “Kastamonu’da doğdum ve büyüdüm. Ondan kaçtım ve şimdi en çok onu özlüyorum. İstanbul’da okudum ve evlendim. Hâlâ yakamı bırakmıyor İstanbul. Ara sıra kaçıp onu görmeye, onunla konuşmaya, hasbihal etmeye gidiyorum. Sivas’ta tam on yılımı bıraktım. Gündelik hayatımda da edebiyat alanında da hâlâ Sivas’ta biriktirdiklerimin ekmeğini yiyorum.” 2001 yılından beri Ankara'da yaşayan ve eğitimci olarak görev yapan yazar, evli ve iki çocuk babası. Yazı ve şiirlerinde Erencan Yüksel, Muharrem Çağlayan, Emre Yetkin müstearlarını da kullanan Ali Emre, Dergâh, Kayıtlar, Kırklar, Hece, Muştu, Edebi Pankart, Derkenar, Merdiven, Endülüs, Edebiyat Ortamı, Karagöz, Yolcu, Umran gibi dergilerde yazdı ve düz yazılarını topladığı birkaç kitaba imza attı.<br /><br /><strong>MESAİ ŞİİRE DÜŞMAN MI?</strong><br /><br />Yoksul bir ailenin çocuğu Ali Emre. Anne ve babasının okuma yazması yoktu. İlkokula giderken çamurların arasından gazete parçalarını çıkaran ve büyük bir istekle okuyan Ali Emre, bir yandan da simit ve çorap satardı. Bütün eğitim hayatı boyunca bir yandan da ekmeğini taştan çıkartan Ali Emre, harçlıklarını biriktirip sürekli kitap aldığı için daha ortaokuldayken Doğu ve Batı klasiklerinin çoğunu okumuş ve kendine yüzlerce kitaptan oluşan bir kitaplık kurmuştu. Onu bir köşede oturup, kitap okurken gören ümmi babası sevincinden ağlardı. İstanbul'da üniversitedeyken yol parası vermemek için okuldan yurda dünyanın yolunu yürüyerek giden Ali Emre o yıllarını anlatırken harçlığı bittiği ve doğru dürüst beslenemediği için açlıktan bayıldığını ifade ediyor. Stadyumlara gidip maçlarda çekirdek satan Ali Emre o yıllarını şu sözlerle anlatıyor: “Elime geçen ilk parayla bir simit aldıysam, kalanıyla da bir dergi ya da kitap almışımdır. Yaz tatillerinde, çalışırken bile, iki günde koca bir kitabı okuyup bitirdiğimi bilirim. Şimdi benim çocuklarım da öyledir. Yıllardır, günde bir iki saat uykuyla yetinirim. Uyuyamıyorum zaten. Fakat daha iyi bir işim olabilirdi. Nerdeyse her gün, sabah sekizde başlayıp akşam sekizde dokuzda biten bir iş ortamında dönenmek çok kötü gerçekten. Çalışmalarımı, üretkenliğimi olumsuz etkileyen asıl sıkıntı bu.”<br /><br /><strong>ŞİİRLE İMTİHAN</strong><br /><br />Ali Emre’nin şiire yönelmesi, küçük yaşlarına dayanıyor. Lisedeyken epeyce şiir yazmış. Kastamonu’dan arkadaşı Ozan Ozanoğlu ile sigara paketlerine, küçük kâğıtlara şiirler yazmışlar, yarışmalara katılmışlar. Şiirlerini ilk gören şair ise Hilmi Yavuz. Verdiği şiirlerin hepsini okumuş ve notlar düşmüş. Sonra dergiler başlamış. Üniversiteden hocası olan Mehmet Emin Ağar ile birlikte Mustafa Kutlu’ya gitmişler bir gün. Ondan sonra Dergâh’ta şiirleri çıkmış. İşte o dönemde Ali Emre, Necat Çavuş, Hüseyin Atlansoy, Şaban Abak gibi şairlerle tanışmış. Sonra Ali Emre’nin arkadaşları bir tomar şiirini Yusuf Ziya Cömert’e ulaştırmış ve böylece şiirleri Kayıtlar dergisinde yayımlanmış. Ali Emre şiirine destek veren diğer isimleri ise şöyle sıralıyor: “Şiirle irtibatımın zayıfladığı dönemlerde beni teşvik eden, yazma konusunda beni yüreklendiren İbrahim Tenekeci, Hayriye Ünal gibi arkadaşları ve Ankara’ya yerleştiğimde çokça ilgisini ve yardımını gördüğüm Hüseyin Su’yu da saygı ve dostlukla anmam gerekiyor kuşkusuz.”<br /><br />Ali Değirmenci imzasıyla yayınlanan deneme kitaplarından habersiz değilim elbette. Ancak bir şaire ‘şiir’ merkezli portre yazmak da çok yadırgatıcı olmasa gerek. Ali Emre ile üçüncü şiir kitabı dolayısıyla yapılan söyleşide önümüzdeki döneme ilişkin açıkladığı yazı rotası ise şöyleydi: “Yayımlamadığım fakat kitap bütünlüğünde gelişen şiirler var. Onları bitirmek istiyorum önce. Nureddin Zengi etrafında gelişen bir roman yazıyorum ağır aksak. Kısmet olursa poetik yazılarımı ve şiir / şair değerlendirmeleriyle ilgili çalışmaları da toplayıp kitaplaştırmak istiyorum.”<br />Bize de istifade etmek düşüyor elbette…</p>
<hr title="HAKKINDA" alt="HAKKINDA" class="system-pagebreak" />
<p style="text-align: justify;"><br /><br /><span style="color: #ff0000;"><strong>HAKKINDA</strong></span><br />“Son on yılın şiir yazanları içinde dikkati çeken bir isim Ali Emre. Dergilerde imzası altında gördüğüm şiirleri okumayı ihmal etmediğim, değer verdiğim bir şair. Kendi kuşağı içinde de ayırt edilen bir özgünlüğü var.”<br />Turan Karataş<br /><br />“Eleştiren, eleştirdiği gibi rahatsız olduğu gerçekleri de bize usuldan fısıldayan bir şair. Yine de özünü koruyor her defasında. Çizdiği tipler bize tanıdık geliyor. Çünkü şair, üstten değil hemen yanı başımızdan gözetliyor dünyayı ve hayatımızdan çekine çekile yiten bütün o iyi şeyler için bir tür tapu sicil kaydı tutuyor. İlk kitabından bu yana sürdürdüğü “melek” ve “çocuk” imgesiyle saflığın ve el değmemişliğin, kirletilmemişliğin altını çiziyor sık sık. Özellikle doksandan sonra artan bu ortak imgeleri kullanarak, saflığımıza dönemediğimizi, modern hayatın kirli ve ezici çarklarının arasına sıkışıp kaldığımızı tekrardan hatırlatıyor bize.”<br />Mustafa Akar<br /><br />Onarılmış Yas Bitiği güzel bir şiir kitabına ad olmakla birlikte Ali Emre şiirinin hızlı bir değişime doğru gittiğinin de habercisidir. Kıyamet Mevsimleri'nden Milyon Sesli Mızıka'ya, oradan da Onarılmış Yas Bitiği'ne uzanan macerada soyutla somut arasında bir didişmeye tanık oluyoruz. Onarılmış Yas Bitiği böyle tek bir kelimeye sığdırılabilecek bir kitap değil. Belki benzerleriyle karıştırılmaması gereken bir epik ve lirik sesten bahsedilebilir. Sesi ve sözü gittikçe çoğalmış bir şairle karşı karşıyayız. İroni ve yergide aşkın, göksel eda Emre'yi Cemal Süreya'nın kısıtlı dünyasının çok daha üzerine çıkarmıştır. Politik, devrimci söylem, güncel zamana dair yaşananlar Ali Emre şiirinde "söylem" olmanın üzerinde ustalıkla özgün bir söyleyişe dönüşüyor.<br />Hüseyin Akın<br /><br />***<br /><strong>MUSTAFA AKAR / MİLYON SESLİ MIZIKA</strong><br /><br />“Bir elime gül verdiler, bir elime zincir”<br />Ezgi’nin Günlüğü’nün bu hoş şarkısını ne zaman duysam, aklıma Ali Emre şiiri gelir. Çünkü Ali Emre şiiri okurun eline gül ile zinciri aynı anda sıkıştırır. Hem yitirilen geçmişin bütün o iyi taraflarını güle dönüştürür hem de zamanımızın (Jean Paul Sartre gibi söylersek: Yaşanmayan Zaman) insanı tedirgin edici bir “sursis”e ertelemeye dönüşen bekleyişini zincirler. Kıyamet hepimizin hayatında eskimeyen, eskimediği gibi günden güne süresini kısaltan bir olgudur. Ali Emre şiiri de kıyamet olgusunu dört bir yandan kuşatır. Belki de bu yüzden şairimiz, tedirginliğimizi daha da artırmak için ilk kitabına Kıyamet Mevsimleri adını vermiştir. Bu yazımızın konusu ilk kitabından çok, Ali Emre’nin ikinci kitabı Milyon Sesli Mızıka üzerine yoğunlaşacak.<br /><br />En başından söyleyelim ki Milyon Sesli Mızıka, üzerinde çok fazla yazılmamasına, durulmamasına rağmen şanslı bir kitap. Bu şansı Ali Emre’ye yaşatan bir gerçek var. Şairler ilk kitaplarını yayımlayınca bir yükten kurtulduklarını zannederler. Kitabın şairin macerasında ilk olma özelliğine sahip olması da ayrıca bir sevinç verir. Oysa şair yazıp yayımlattığı her kitaptan sonra bir tedirginliğe girmelidir. Önceki kitaplarında saptığı yollardan sağ salim geçip, yeni bir yola doğru yollanmaya başlamasıyla, yürünen yolda deneyim sahibi olmanın şansını yakalar; ama şanstan çok tedirginlik veren önceki yolun aynısı bir yola sapıp orada yürümesi olacaktır şairin. Buysa kendi kendine barikatlar kurmaktan, bizzat kendi yolunu tıkamaktan öteye geçemez. Ali Emre bu açıdan şanslı bir kitapla geçti karşımıza. İlk kitabı Kıyamet Mevsimleri’yle imgeci-mısracı bir şairken, ikinci kitabı Milyon Sesli Mızıka’da bütünlüğe önem veren, söyleyişini ironiye teslim etmek adına zora sokup biçimsizleştirmeyen, öz dokuyu kıvrak atlamalarla koruyan bir şair oldu. Aynı hassasiyeti İbrahim Tenekeci’de de görmüştük. Hüseyin Akın’ın da çabası yadsınamaz. Özlerini korumakla birlikte hep değişerek, derişerek ilerlediler, ilerliyorlar. Ali Emre bu ilerleyişinde doksanlardan iki binlere geçen şairlerde gözlemlediğimiz imgesel-gerçeklik unsurunu göz ardı etmiyor. Eleştiren, eleştirdiği gibi rahatsız olduğu gerçekleri de bize usuldan fısıldayan bir şair. Yine de özünü koruyor her defasında. Çizdiği tipler bize tanıdık geliyor. Çünkü şair, üstten değil hemen yanı başımızdan gözetliyor dünyayı ve hayatımızdan çekine çekile yiten bütün o iyi şeyler için bir tür tapu sicil kaydı tutuyor. İlk kitabından bu yana sürdürdüğü “melek” ve “çocuk” imgesiyle saflığın ve el değmemişliğin, kirletilmemişliğin altını çiziyor sık sık. Özellikle doksandan sonra artan bu ortak imgeleri kullanarak, saflığımıza dönemediğimizi, modern hayatın kirli ve ezici çarklarının arasına sıkışıp kaldığımızı tekrardan hatırlatıyor bize.<br /><br />Kim ne derse desin kitapta beni en çok etkileyen şiir Çelebi şiiri oldu. Yalınlığı ve ardında barındırdığı öyküsel gerçekliği, hiç de öykülemeci bir dile yaslanmadan net verişiyle, kitabı elime aldığımdan beri usumun köşelerinde bir yerlerde dönenip duruyor. Bir şair okuruna bunu yapmalıdır. Yapamıyorsa şairliği bırakmalı, becerebiliyorsa marangozluğa falan başlamalıdır. Gerçi öyle olsaydı eğer ülkemizde marangozhanelerden geçilmez olurdu. Çelebi şiirinin finali ise ortak yaramıza (müslüman duyarlığıyla okuyup yazan insanların ortak yarasına) parmak basıyor ve ne yalan söyleyeyim ki acıtıyor: “Eski evler, mezarlıklar / Cami önleri / De olması hani / Alıp başını gidecek şu çekilmez dünyadan”<br />Memet Fuat, Yaşlı Bir Şaire Mektuplar’ın bir yerinde “Başarılı şair, yaşamdaki şiiri görebilen, şiir düşünen, şiir duyan, iç-dış biçimsel şiirleştirme teknikleriyle, okura şiirsel bir içeriği aktaran kişidir.” der. Ali Emre de Milyon Sesli Mızıka’da bize, yaşamdaki şiiri tattırıyor bir bakıma. Bilinen insan gerçeğine uzak düşmemesiyle, şairane sıkmalara yüz vermemesiyle aramızda dolaşıp söyleyeceğini söylüyor ve susuyor. Bir tersinden mutluluk var bu kitapta. Bu mutluluk sığınacağı güvenli limanların hâlâ var olmasından doğuyor; tersinden olması ise bunların her an kaybolabileceğinden duyulan derin korkuyla su yüzüne çıkıyor. Hatta git git okurun da bu unsuru gözeterek korkması isteniyor. Tekâsür adlı şiir bunun en güzel örneği. Kur’an-ı Kerim’den bir surenin isminden müteşekkil olan bu şiir, handiyse şiir yollu modern bir tefsire dönüşüyor. Aynı surede “çokluk kuruntusu” eleştirilir. Bu kuruntu yüzünden mezarlarını ziyaret edip çokluğuyla övünen insanların, ahirette cehennem ateşini çıplak gözle göreceklerinden bahsedilir. “Yakında bileceksiniz” sözüyle başlayan ayet ise tekrarlanarak handiyse bir şiir olmaya doğru yönelir. Ali Emre de bunu kullanıyor. Şiirin en başından beri başat özelliği olan hatırlatıcı olma vasfını…<br /><br />Birinci Tekil Şahıs şiiri de aynı duyarlığı yansıtıyor. Kitabın en güzel şiirlerinden birisi olan Kentin Bileğindeki Buhran, şiirsel sesin yükseldiği, söyleyişle de diğer bazı şiirlerde olduğu gibi düzyazıya yaklaşıp kaçtığı bir alandan ulaşıyor bize:<br /><br />“ben hangi bir yıldızı kovalasam öyle upuzun<br />bir nemrut seyirtiyor gülgûn sunaklara<br />dinç Kudüsler topluyor bir azizin harmanisi<br />ve herkes terk ediyor bizi hayın ve suskun<br />ölüler duruyor bir katlanarak yaşamaya<br />pazarlara rakamlar tebelleş oluyor büyücüler<br />tırmıklarla giriyor evimize reklam ve efsun”<br /><br />Milyon Sesli Mızıka’da, sesini böylesine yoğun ileten şiirlerin dışında, daha çok içteki sese doğru kıvrılan başka şiirler de var. Müşkül Bir Kureyş şiiri bunların ilkidir belki. Uzaklaşan esenlik dolu günlerin altını çizip onu koyulaştıran şiirler. Tabut Omzumda Kaldı şiirini de anmamız gerekir. Nedir peki bu! Şairin nostalji ihtiyacı mı! Değil. Ali Emre’deki “eskiyen derin suskunluk”, bu ihtiyaçtan doğmuyor. Dünyada ve yiten, yitirilen şeylere karşı güçlü bir duyarlığı var. Hatıraları değil, hatırlatıcıları var. Ustaki anı odasını harekete geçiren, bunu da yanıp sönen görüntülerle destekleyen hatırlatıcılar.<br /><br />Zaten bir şiiri sevdiren, genelde, o şiirin biçimi ve sağlamlığından başka, şiirde anlatılan, andırılan, hissettirilen olguların hayatımızda ortak noktalarla çakışmasından ileri gelir. Aynı acıyı biz de duymuşuzdur; şairin zorlu macerasında kat ettiği yollardan belki biz de geçmişizdir.<br /><br />Ali Emre bu anlamda yabancısı olmadığımız ve bir türlü de yabancılaştırılamadığımız bir evreni tanımlıyor. Bütün bunlardan sonra biz de soralım: “Bir şair ne zaman öper kendi kalbini”<br />--------------------------------<br />* Dergâh Yazıları Güldestesi, Hazırlayan: İbrahim Tenekeci, s. 176 – 179.<br /><br />KAYNAK: <a href="http://sukrukirkagac.blogspot.com.tr">http://sukrukirkagac.blogspot.com.tr</a></p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/dvan-edebyati/156-siirler-divan.html" target="_blank" rel="alternate">DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/halk-edebyati/72-halk-edebiyati-siirler.html" target="_blank" rel="alternate">HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/657-a-ile-baslayanlar/ali-emre-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">ALİ EMRE ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>ALİ KAMİL AKYÜZ HAYATI ve ESERLERİ2013-01-17T19:28:08+00:002013-01-17T19:28:08+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/2365-ali-kaml-akyuez.htmlMAGmagoksu37@hotmail.com<p><span style="color: #ff0000;"><strong>ALİ KAMİL AKYÜZ HAYATI ve ESERLERİ</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">Yazar, çevirmen (1873 - 1945). Mekke'de doğdu. Ortaöğrenimini İstanbul Darüşşafaka Lisesi'nde tamamladı (1891). Bir süre memurluk etti. Sonra öğretmen olarak İstanbul liselerinde çalıştı. Yirmi yıl, bitirdiği okulda öğretmenlik, müdürlük etti (1920-1939). İstanbul'dan milletvekili seçilerek parlamentoya girdi (1939). Bu görevi dolayısıyla yerleştiği Ankara'da öldü. Edebiyat dünyasına şiirle girmiş, asıl ününü Goethe, Gustave Flaubert, Tolstoy, Benjamin Constant vb. ustaların Werther, Kroyçer Sonat, Madame Bovary vb. romanlarının çevirileriyle yapmıştı. Gündüz adlı edebiyat dergisini yayımladı (1936-1939).</p>
<p>KAYNAKLAR: Şükran KURDAKUL (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).</p>
<p> </p><p><span style="color: #ff0000;"><strong>ALİ KAMİL AKYÜZ HAYATI ve ESERLERİ</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">Yazar, çevirmen (1873 - 1945). Mekke'de doğdu. Ortaöğrenimini İstanbul Darüşşafaka Lisesi'nde tamamladı (1891). Bir süre memurluk etti. Sonra öğretmen olarak İstanbul liselerinde çalıştı. Yirmi yıl, bitirdiği okulda öğretmenlik, müdürlük etti (1920-1939). İstanbul'dan milletvekili seçilerek parlamentoya girdi (1939). Bu görevi dolayısıyla yerleştiği Ankara'da öldü. Edebiyat dünyasına şiirle girmiş, asıl ününü Goethe, Gustave Flaubert, Tolstoy, Benjamin Constant vb. ustaların Werther, Kroyçer Sonat, Madame Bovary vb. romanlarının çevirileriyle yapmıştı. Gündüz adlı edebiyat dergisini yayımladı (1936-1939).</p>
<p>KAYNAKLAR: Şükran KURDAKUL (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).</p>
<p> </p>ALİ MÜMTAZ AROLAT HAYATI ve ESERLERİ2018-04-16T06:38:22+00:002018-04-16T06:38:22+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/12639-ali-mumtaz-arolat-hayati.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/625-a-ile-baslayanlar/ali-mumtaz-arolat-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">ALİ MÜMTAZ AROLAT KİMDİR?<img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/ali-mumtaz-arolat.jpg" alt="" /></a></strong></span><br /><br /> (D. 23 Temmuz 1897, İstanbul - ö. 4 Eylül 1967, İstanbul)<br /><br />1897 de, İstanbul'da doğdu. Babası Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa'dır. Galatasaray Sultanîsi'nde okurken, gönüllü olarak Birinci Dünyâ Savaşı'na katıldı. Üç yıl sonra öğrenimine Ticaret Lisesi'nde devam ederek, oradan mezun oldu. Önce bazı yabancı bankalarda ve sonra da İş Bankası'nda çalıştı. 1967'de İstanbul'da öldü.<br /><br />Ali Mümtaz ArolatKüçük yaşta edebiyata merak saran şâirin, daha okul sıralarında iken, Dergâh dergisinde birçok şiirleri çıkmış (1921) ve birkaç yıl sonra da bunları Bir Gemi Yelken Açtı (1926) adlı bir kitapta toplamıştır. Uzun zamandan beri imzası dergi sahifelerinde görülmemekle beraber şiiri terk etmemiş olan sanatkâr, birinci kitabından sonra yazılmış şiirlerini "Hayâl İkliminden Dönen Diyor Ki" (1960) ismi ile bir araya getirmiştir.<br /><br />Millî Edebiyat Cereyânı'na katılıp, hecenin ve konuşma Türkçesinin güzel örneklerini veren şahsiyetler arasında gördüğümüz şâirin şiirlerinde, ince bir melalin yanıbaşında, mûsikîyi değerlendirmek için sarf edilen sürekli bir gayretin varlığı da göze çarpar.<br /><br />Aşk ve tabiat temalarını işleyen şâir, başlangıçta ritme ve hayâl güzelliğine yer veren şiirler yazdı. Önceleri hece vezniyle yazarken sonra serbest nazma yöneldi. İlk şiirlerini Seza imzasıyla; Şâir, Nedim, Yeni Mecmua ve Dergah dergilerinde yayımladı.<br />Ali Mümtaz Arolat Eserleri<br /><br />Şiir :<br /><br /> Bir Gemi Yelken Açtı (1926),<br /> Hayâl İkliminden Dönen Diyor ki (1960).</p>
<p> </p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/dvan-edebyati/156-siirler-divan.html" target="_blank" rel="alternate">DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/halk-edebyati/72-halk-edebiyati-siirler.html" target="_blank" rel="alternate">HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/625-a-ile-baslayanlar/ali-mumtaz-arolat-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">ALİ MÜMTAZ AROLAT ŞİİRLERİ</a></p><p><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/625-a-ile-baslayanlar/ali-mumtaz-arolat-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">ALİ MÜMTAZ AROLAT KİMDİR?<img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/ali-mumtaz-arolat.jpg" alt="" /></a></strong></span><br /><br /> (D. 23 Temmuz 1897, İstanbul - ö. 4 Eylül 1967, İstanbul)<br /><br />1897 de, İstanbul'da doğdu. Babası Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa'dır. Galatasaray Sultanîsi'nde okurken, gönüllü olarak Birinci Dünyâ Savaşı'na katıldı. Üç yıl sonra öğrenimine Ticaret Lisesi'nde devam ederek, oradan mezun oldu. Önce bazı yabancı bankalarda ve sonra da İş Bankası'nda çalıştı. 1967'de İstanbul'da öldü.<br /><br />Ali Mümtaz ArolatKüçük yaşta edebiyata merak saran şâirin, daha okul sıralarında iken, Dergâh dergisinde birçok şiirleri çıkmış (1921) ve birkaç yıl sonra da bunları Bir Gemi Yelken Açtı (1926) adlı bir kitapta toplamıştır. Uzun zamandan beri imzası dergi sahifelerinde görülmemekle beraber şiiri terk etmemiş olan sanatkâr, birinci kitabından sonra yazılmış şiirlerini "Hayâl İkliminden Dönen Diyor Ki" (1960) ismi ile bir araya getirmiştir.<br /><br />Millî Edebiyat Cereyânı'na katılıp, hecenin ve konuşma Türkçesinin güzel örneklerini veren şahsiyetler arasında gördüğümüz şâirin şiirlerinde, ince bir melalin yanıbaşında, mûsikîyi değerlendirmek için sarf edilen sürekli bir gayretin varlığı da göze çarpar.<br /><br />Aşk ve tabiat temalarını işleyen şâir, başlangıçta ritme ve hayâl güzelliğine yer veren şiirler yazdı. Önceleri hece vezniyle yazarken sonra serbest nazma yöneldi. İlk şiirlerini Seza imzasıyla; Şâir, Nedim, Yeni Mecmua ve Dergah dergilerinde yayımladı.<br />Ali Mümtaz Arolat Eserleri<br /><br />Şiir :<br /><br /> Bir Gemi Yelken Açtı (1926),<br /> Hayâl İkliminden Dönen Diyor ki (1960).</p>
<p> </p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/dvan-edebyati/156-siirler-divan.html" target="_blank" rel="alternate">DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/halk-edebyati/72-halk-edebiyati-siirler.html" target="_blank" rel="alternate">HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/625-a-ile-baslayanlar/ali-mumtaz-arolat-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">ALİ MÜMTAZ AROLAT ŞİİRLERİ</a></p>ALİ NİHAT TARLAN HAYATI ve ESERLERİ2012-05-16T16:20:15+00:002012-05-16T16:20:15+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/2129-tarlan-ali-nihad.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>ALİ NİHAT TARLAN KİMDİR?</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">(1898-1978) Divan edebiyatı araştırmacısı, şair ve yazar.</p>
<p style="text-align: justify;">Dağıstanlı bir ailenin çocuğu olarak İstanbul Vezneciler'de doğdu. Dağıstan'ın zenginlerinden olan dedesi Pullu Hacı Ali Efendi Erzurum'a göç etmiş, babası Mehmed Nazif Bey orada doğmuştur. Annesi Ümmühan Hanım'dır. İlk tahsiline babasının Üçüncü Ordu muhasebecisi sıfatıyla görev yaptığı Manastır'da başladı ve Manastır Askerî Rüşdiyesi'ne devam etti. 1908'de babasının Selânik'e tayini çıkınca buradaki Fransız Mektebi'ne girdi, ayrıca Buhur Efendi adlı birinden Fransızca öğrendi. Babasının 1910 yılında emekli olması üzerine ailesi İstanbul'a yerleşti. Ali Nihad, Koska'daki Burhân-ı Terakki Rüşdiyesi'ne kaydoldu. Daha sonra Vefa Sultânîsi'ni, aynı zamanda İstanbul Dârülfünunu'na bağlı olarak kurulan lisan şubesinin Farsça ve Fransızca bölümlerini bitirdi (1917)1920'-de Darülfünun Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu. İslâm Edebiyatında Leylâ ve Mecnun Mesnevisi başlıklı doktora teziyle Edebiyat Fakültesi'nden doktora payesi alan ilk bilim adamı oldu (1922). Darülfünun öğrenciliğinde ve doktora çalışmaları sırasında üç yıl Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi'nde Farsça dersleri verdi. Mezuniyetinden sonra Beşiktaş Sultânîsi'nde Fransızca muallimliğiyle başlayan öğretmenlik hayatı çeşitli okullar ve askerî liselerle Hintliyan (Nor Tbroz), Eseyan, Bezezyan azınlık okullarında devam etti. Kabataş Erkek Lisesi'nde edebiyat öğretmeni iken gerçekleştirilen üniversite reformunun (1933) ardından İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde metinler şerhi doçentliğine tayin edildi. Doçentlik tezi Şeyhi Divanım Tetkik adlı eseridir. 1941 yılında profesörlüğe yükseldi, 1953'te Eski Türk Edebiyatı Kürsüsü başkanlığına getirildi. Bu arada Yüksek İslâm Enstitüsü'nde Farsça derslerine de girdi. Çalışkan bir araştırmacı ve otoriter bir hoca olarak önemli eserler verdiği, değerli öğrenciler yetiştirdiği bu yıllarda birçok kitap ve makale yayımladı; katıldığı edebiyat toplantıları ve konferansları ile klasik Türk edebiyatının modern bilim ışığındaki metin şerhine dair önemli hizmetler gördü. 1972 yılında emekli olduktan sonra da çalışmalarını sürdürdü, yeni makale ve kitaplarıyla bilim hayatına katkıda bulundu. Vefatında İçerenköy Mezarlığı'na defnedildi. Halûk İpekten, Mehmet Ali Tanyeri, Gönül Tekin, Harun Tolasa, Günay Kut, Mehmed Çavuşoğlu gibi eski Türk edebiyatı sahasındaki eserleriyle tanınmış isimler onun yetiştirdiği ilim adamlarındandır.</p>
<p style="text-align: justify;">Ali Nihad Tarlan genç yaşta Lamartine ve Alfred de Musset'den çeviriler yapmış, Abdülhak Hâmid'in etkisinde kalan manzum piyesler (Türkün Yemini, Meryem yahut Efsâne-i Sevda) yazmıştır. Küçük yaşlarda başladığı şiir denemeleri edebiyatın değişim ve dönüşüm sürecine paralel olarak Servet-i Fünûn üslûbunda soneler, divan tarzında Türkçe ve Farsça gazeller, âşık ve tekke edebiyatı vadisinde koşma ve nefesler. Millî Edebiyat cereyanının etkisinde manzumeler, serbest vezinde şiirlerle devam etmiştir. Hayatı boyunca şiirden ayrı kalmayan Tarlan'ın bu yönü yeterince araştırılmamıştır. Daha gençlik yıllarından itibaren şiirleri ve yazıları Şebab, Servet-i Fünûn, Edebiyat, Gündüz, Gençlik, Fikir ve Sanatta Hareket, Her Ay, Hilâl, İslâm Düşüncesi, Sebîlürreşad, Türk Dili, Türk Yurdu, Büyük Doğu, Mevlânâ, İslam Medeniyeti, Söz, Ülkü, Bugün, Yeni Asya, Yeni İstanbul, Zafer gibi dergi ve gazetelerde yer almıştır. Divan edebiyatı sahasındaki vukufunu gösteren yazı ve kitapları arasında tasavvufla ilgili eserleri de vardır. Divan şiiriyle ilgili Çeşitli şâhıslar, meseleler ve metinler üzerine pek çok inceleme ve monografisi yanında metin şerhi üzerine yaptığı ilmî çalışmalarla dikkati çekmiş, bilhassa eski şerh anlayışının yerine şairin psikolojisi, hayatı ve çevresini ön plana alan yeni bir metot uygulamıştır. İyi Farsça bilen Tarlan, İran şairleri ve Türk divan şairleri arasındaki münasebetleri ilk defa mukayeseli şekilde ortaya koymuştur. Sebk-i Hindî üzerine yaptığı çalışmalar ayrıca zikredilmeye değerdir. Türkiye'de tenkitli divan neşretme usulünü ilk deneyen ve yaygın hale getiren de yine odur. Hayalî Bey, Necâtî Bey, Bursalı Ahmed Paşa ve Zatî divanları bu yolda yaptığı önemli çalışmalardandır. Emekli olduktan sonra Türk şairlerinin Farsça şiirlerini tercüme yoluyla neşretme gayreti ön plana çıkmıştır. Ali Şîr Nevâî, Yavuz Sultan Selim, Nef î, Nâbî ve Nedîm'in eserleriyle Molla Câmî'nin Yûsuf u Züleyhâ mesnevisi bu gayretin ürünleridir. Cumhuriyet döneminde İslâm ve Doğu edebiyatlarıyla ilgilenen az sayıdaki araştırmacıdan biri olan Tarlan, Muhammed İkbal'in bazı kitaplarını Türkçeye çevirmiştir. Farsça çalışmaları sebebiyle 1947 de İran Eğitim Bakanlığı'nın takdirnamesi, 1957'de Pakistan hükümeti Sitâre-i İmtiyaz nişanı, 1973'te İran Devleti Nişân-ı Âlî-i Hümâyun'u ve Tahran Üniversitesi'nin Menşûr-i Sîpâs nişanı ile ödüllendirilmiştir. Kültür Bakanlığı tarafından satın alınan kitaplığı Süleymaniye Kütüphanesi'nde Ali Nihad Tarlan bölümünde okuyucuların istifadesine sunulmuştur.</p>
<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>Eserleri.</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Ali Nihad Tarlan'ın şiirleri ve nesirleri</strong></p>
<p style="text-align: justify;">Güneş Yaprak (İstanbul 1953) ve Kuğular (İstanbul 1970) adıyla yayımlanmıştır. İnceleme-Araştırma.</p>
<p style="text-align: justify;">1. Edebî Sanatlara Dair (İstanbul 1930). Ders kitabı mahiyetinde olup eserde edebî sanatlar farklı bir tasnifle ele alınmıştır.</p>
<p style="text-align: justify;">2. Şeyhî Divanını Tedkik (l-II, İstanbul 1934-1936, 1964). Bir divan tahlili olması bakımından örnek niteliğinde ilk bilimsel eseridir.</p>
<p style="text-align: justify;">3. Divan Edebiyatında Tevhidler (İstanbul 1936). Bazı şairlerin tevhidleri üzerine yapılmış tasavvufi ve dinî şerhleri kapsar.</p>
<p style="text-align: justify;">4. Divan Edebiyatında Muamma (İstanbul 1936).</p>
<p style="text-align: justify;">5. Metin Tamiri (İstanbul 1937). Divan edebiyatının kendine has hayal dünyası ve ortak malzemesini metinler üzerinde uygulayarak rastlanabilecek eksiklik ve yanlışlıkları tamamlama ve düzeltme yöntemlerini ele alan küçük bir kitaptır.</p>
<p style="text-align: justify;">6. Metinler Şerhine Dair (İstanbul 1937). Edebî tenkit ve divan şiirinin mahiyetine dair bir risaledir.</p>
<p style="text-align: justify;">7. Sanat Bakımından Edebiyatımızın Dahilî Tekâmülü (Ankara 1939).</p>
<p style="text-align: justify;">8. İran Edebiyatı (İstanbul 1944).</p>
<p style="text-align: justify;">9. Şiir Mecmualarında XVI. ve XVII. Asır Divan Şiiri (İstanbul 1948-1949). On beş şairin kısa biyografisiyle şiirlerinden seçmeleri içerir.</p>
<p style="text-align: justify;">10. Mehmed Akif (İstanbul 1957, 1961). Nureddin Topçu ile birlikte yazılan küçük bir kitapken daha sonra genişletilerek Mehmed Akif ve Safahat adıyla yayımlanmıştır (İstanbul 1971).</p>
<p style="text-align: justify;">11. Edebiyat Meseleleri. Daha önce neşredilmiş üç küçük kitapla bazı makalelerden ibarettir (İstanbul 1981).</p>
<p style="text-align: justify;">12. Fuzûlî Divanı Şerhi. Ali Nihad Tarlan'ın en önemli çalışmalarından biri olan eserde Fuzûlî divanındaki gazeller açıklanmaktadır (I—III, Ankara 1985).</p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Tenkitli Divan Neşirleri:</strong> Hayalî Bey Dîvâni (İstanbul 1945); Fuzuli Divanı: Gazel, Musammat, Mukatta ve Rubai Kısmı (İstanbul 1950); Necati Beg Divanı (İstanbul 1963); Ahmed Paşa Divanı (Ankara 1966); Zati Divanı (I-II, Gazeller Kısmı, İstanbul 1968-1970; Tarlan'ın vefatıyla gazellerin geri kalan kısmı Mehmed Çavuşoğlu ve M. Ali Tanyeri tarafından hazırlanıp neşredilmiştir, İstanbul 1987). Yayımlanmış Konferansları: Şeyh Galip, Hayatı ve Şiirleri (Ankara 1939), Çağdaş İran Şiiri (Ankara 1938), Sanat ve Edebiyat Musahabesi (Adana 1939), Mehmet Âkil (İstanbul 1939), Tanzimat Edebiyatında Hakiki Müceddit (Ankara 1940), Ali Şir Nevâî (İstanbul 1942), Divan Edebiyatında Sanat Telakkisi (İstanbul 1946), Abdülhak Hamid (İstanbul 1947), Mevlâna Celâleddin Rûmî (İstanbul 1948). Farsçadan Çevirileri: Zerdüşt'ün Gataları (İstanbul 1935); Leyla ile Mecnun (Nizâmî-i Gencevî'den, İstanbul 1943); Nizâmî-i Gencevî Divanı (İstanbul 1944); Nef'i'nin Farsça Divanı Tercümesi (İstanbul 1944); Yavuz Sultan Selim Divanı (İstanbul 1946); Hüsrev ü Şirin (Nizâmî-i Gencevî'den özet, İstanbul 1949); Fuzûli'nin Farsça Divanı Tercümesi (Ankara 1950); Şarktan Haber (Muhammed İkbal'den, Ankara 1956); Esrar ve Rumuz (Muhammed İkbal'den, İstanbul 1958, 1964); Rumuz-ı Bîhodî (Muhammed İkbal'den, İstanbul 1958); Esrar-; Hodî (Muhammed İkbal'den, İstanbul 1958); Yeni Gülşen-i Raz (Muhammed İkbal'den, İstanbul 1960); Zebur-u Acemden Seçmeler (Muhammed İkbal'den, İstanbul 1964); Darb-ı Kelim (Muhammed İkbal'den, İstanbul 1968); Hicaz Armağanı (Muhammed İkbal'den, İstanbul 1968); İkbalden Şiirler (İstanbul 1971). (eserleri hakkında daha geniş bilgi için bk. bibi. Eskiyerli).</p>
<p style="text-align: justify;">BİBLİYOGRAFYA :</p>
<p style="text-align: justify;">Sadettin N. Ergun. Ali Nihad: Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1937; Yusuf Ziya İnan. Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan, İstanbul 1965; Adnan Siyadet Tarlan, Merhum Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan'ın Hayatının Tek Istırabı ve Kalan Hoş Sedasından Yankılar, İstanbul 1980; a.mlf.. Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan (S.I.): Hayatı ve Eserleri, Ankara 1995, s. 9-16; Âmil Çelebioğlu, Ali Nihad Tarlan, Ankara 1989; Müjgân Cunbur. "Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan'ın Hayatı ve Eserleri", Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan'ın Makalelerinden Seçmeler, Ankara 1990, s. 1-9; a.mlf., "Tarlan, Ali Nihad", Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi, Ankara 2007, VIII, 205-207; Faruk K. Timurtaş. "Ali Nihad Tarlan ve Eserleri", TDED, XIII (1964), s. 1-6; a.mlf., "Hocam Ali Nihad Tarlan", TK, XVI1/195 (1979), s. 135-138; Mehmet Çavuşoğlu, "Hocam Prof. Tarlan İçin", Türk Edebiyatı, sy. 61, İstanbul 1978, s. 17-20; Meserret Diriöz, "Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan", TK, XVII/193 (1978), s. 56-60; a.mlf., "Ali Nihad Tarlan'ı Anarken", Türk Edebiyatı, sy. 15ü, istanbul 1986, s. 56-57; Cüneyt Eskiyerli, "Kişi Bibliyografyası ve Ali Nihad Tarlan'ın Eserleri", TUBA, III (1979), s. 1-29; Gönül Alpay Tekin. "Ali Nihad Bey'in Hayatı", a.e., s. 31-35; a.mlf.. "Ali Nihad Beyin Kişiliği", a.e., s. 36-49; "Tarlan, Ali Nihad", TDEA, VIII, 273-275.</p>
<p style="text-align: justify;">Günay Kut, İslam Ans. cilt: 40</p>
<p style="text-align: justify;"> </p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>ALİ NİHAT TARLAN KİMDİR?</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">(1898-1978) Divan edebiyatı araştırmacısı, şair ve yazar.</p>
<p style="text-align: justify;">Dağıstanlı bir ailenin çocuğu olarak İstanbul Vezneciler'de doğdu. Dağıstan'ın zenginlerinden olan dedesi Pullu Hacı Ali Efendi Erzurum'a göç etmiş, babası Mehmed Nazif Bey orada doğmuştur. Annesi Ümmühan Hanım'dır. İlk tahsiline babasının Üçüncü Ordu muhasebecisi sıfatıyla görev yaptığı Manastır'da başladı ve Manastır Askerî Rüşdiyesi'ne devam etti. 1908'de babasının Selânik'e tayini çıkınca buradaki Fransız Mektebi'ne girdi, ayrıca Buhur Efendi adlı birinden Fransızca öğrendi. Babasının 1910 yılında emekli olması üzerine ailesi İstanbul'a yerleşti. Ali Nihad, Koska'daki Burhân-ı Terakki Rüşdiyesi'ne kaydoldu. Daha sonra Vefa Sultânîsi'ni, aynı zamanda İstanbul Dârülfünunu'na bağlı olarak kurulan lisan şubesinin Farsça ve Fransızca bölümlerini bitirdi (1917)1920'-de Darülfünun Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu. İslâm Edebiyatında Leylâ ve Mecnun Mesnevisi başlıklı doktora teziyle Edebiyat Fakültesi'nden doktora payesi alan ilk bilim adamı oldu (1922). Darülfünun öğrenciliğinde ve doktora çalışmaları sırasında üç yıl Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi'nde Farsça dersleri verdi. Mezuniyetinden sonra Beşiktaş Sultânîsi'nde Fransızca muallimliğiyle başlayan öğretmenlik hayatı çeşitli okullar ve askerî liselerle Hintliyan (Nor Tbroz), Eseyan, Bezezyan azınlık okullarında devam etti. Kabataş Erkek Lisesi'nde edebiyat öğretmeni iken gerçekleştirilen üniversite reformunun (1933) ardından İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde metinler şerhi doçentliğine tayin edildi. Doçentlik tezi Şeyhi Divanım Tetkik adlı eseridir. 1941 yılında profesörlüğe yükseldi, 1953'te Eski Türk Edebiyatı Kürsüsü başkanlığına getirildi. Bu arada Yüksek İslâm Enstitüsü'nde Farsça derslerine de girdi. Çalışkan bir araştırmacı ve otoriter bir hoca olarak önemli eserler verdiği, değerli öğrenciler yetiştirdiği bu yıllarda birçok kitap ve makale yayımladı; katıldığı edebiyat toplantıları ve konferansları ile klasik Türk edebiyatının modern bilim ışığındaki metin şerhine dair önemli hizmetler gördü. 1972 yılında emekli olduktan sonra da çalışmalarını sürdürdü, yeni makale ve kitaplarıyla bilim hayatına katkıda bulundu. Vefatında İçerenköy Mezarlığı'na defnedildi. Halûk İpekten, Mehmet Ali Tanyeri, Gönül Tekin, Harun Tolasa, Günay Kut, Mehmed Çavuşoğlu gibi eski Türk edebiyatı sahasındaki eserleriyle tanınmış isimler onun yetiştirdiği ilim adamlarındandır.</p>
<p style="text-align: justify;">Ali Nihad Tarlan genç yaşta Lamartine ve Alfred de Musset'den çeviriler yapmış, Abdülhak Hâmid'in etkisinde kalan manzum piyesler (Türkün Yemini, Meryem yahut Efsâne-i Sevda) yazmıştır. Küçük yaşlarda başladığı şiir denemeleri edebiyatın değişim ve dönüşüm sürecine paralel olarak Servet-i Fünûn üslûbunda soneler, divan tarzında Türkçe ve Farsça gazeller, âşık ve tekke edebiyatı vadisinde koşma ve nefesler. Millî Edebiyat cereyanının etkisinde manzumeler, serbest vezinde şiirlerle devam etmiştir. Hayatı boyunca şiirden ayrı kalmayan Tarlan'ın bu yönü yeterince araştırılmamıştır. Daha gençlik yıllarından itibaren şiirleri ve yazıları Şebab, Servet-i Fünûn, Edebiyat, Gündüz, Gençlik, Fikir ve Sanatta Hareket, Her Ay, Hilâl, İslâm Düşüncesi, Sebîlürreşad, Türk Dili, Türk Yurdu, Büyük Doğu, Mevlânâ, İslam Medeniyeti, Söz, Ülkü, Bugün, Yeni Asya, Yeni İstanbul, Zafer gibi dergi ve gazetelerde yer almıştır. Divan edebiyatı sahasındaki vukufunu gösteren yazı ve kitapları arasında tasavvufla ilgili eserleri de vardır. Divan şiiriyle ilgili Çeşitli şâhıslar, meseleler ve metinler üzerine pek çok inceleme ve monografisi yanında metin şerhi üzerine yaptığı ilmî çalışmalarla dikkati çekmiş, bilhassa eski şerh anlayışının yerine şairin psikolojisi, hayatı ve çevresini ön plana alan yeni bir metot uygulamıştır. İyi Farsça bilen Tarlan, İran şairleri ve Türk divan şairleri arasındaki münasebetleri ilk defa mukayeseli şekilde ortaya koymuştur. Sebk-i Hindî üzerine yaptığı çalışmalar ayrıca zikredilmeye değerdir. Türkiye'de tenkitli divan neşretme usulünü ilk deneyen ve yaygın hale getiren de yine odur. Hayalî Bey, Necâtî Bey, Bursalı Ahmed Paşa ve Zatî divanları bu yolda yaptığı önemli çalışmalardandır. Emekli olduktan sonra Türk şairlerinin Farsça şiirlerini tercüme yoluyla neşretme gayreti ön plana çıkmıştır. Ali Şîr Nevâî, Yavuz Sultan Selim, Nef î, Nâbî ve Nedîm'in eserleriyle Molla Câmî'nin Yûsuf u Züleyhâ mesnevisi bu gayretin ürünleridir. Cumhuriyet döneminde İslâm ve Doğu edebiyatlarıyla ilgilenen az sayıdaki araştırmacıdan biri olan Tarlan, Muhammed İkbal'in bazı kitaplarını Türkçeye çevirmiştir. Farsça çalışmaları sebebiyle 1947 de İran Eğitim Bakanlığı'nın takdirnamesi, 1957'de Pakistan hükümeti Sitâre-i İmtiyaz nişanı, 1973'te İran Devleti Nişân-ı Âlî-i Hümâyun'u ve Tahran Üniversitesi'nin Menşûr-i Sîpâs nişanı ile ödüllendirilmiştir. Kültür Bakanlığı tarafından satın alınan kitaplığı Süleymaniye Kütüphanesi'nde Ali Nihad Tarlan bölümünde okuyucuların istifadesine sunulmuştur.</p>
<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>Eserleri.</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Ali Nihad Tarlan'ın şiirleri ve nesirleri</strong></p>
<p style="text-align: justify;">Güneş Yaprak (İstanbul 1953) ve Kuğular (İstanbul 1970) adıyla yayımlanmıştır. İnceleme-Araştırma.</p>
<p style="text-align: justify;">1. Edebî Sanatlara Dair (İstanbul 1930). Ders kitabı mahiyetinde olup eserde edebî sanatlar farklı bir tasnifle ele alınmıştır.</p>
<p style="text-align: justify;">2. Şeyhî Divanını Tedkik (l-II, İstanbul 1934-1936, 1964). Bir divan tahlili olması bakımından örnek niteliğinde ilk bilimsel eseridir.</p>
<p style="text-align: justify;">3. Divan Edebiyatında Tevhidler (İstanbul 1936). Bazı şairlerin tevhidleri üzerine yapılmış tasavvufi ve dinî şerhleri kapsar.</p>
<p style="text-align: justify;">4. Divan Edebiyatında Muamma (İstanbul 1936).</p>
<p style="text-align: justify;">5. Metin Tamiri (İstanbul 1937). Divan edebiyatının kendine has hayal dünyası ve ortak malzemesini metinler üzerinde uygulayarak rastlanabilecek eksiklik ve yanlışlıkları tamamlama ve düzeltme yöntemlerini ele alan küçük bir kitaptır.</p>
<p style="text-align: justify;">6. Metinler Şerhine Dair (İstanbul 1937). Edebî tenkit ve divan şiirinin mahiyetine dair bir risaledir.</p>
<p style="text-align: justify;">7. Sanat Bakımından Edebiyatımızın Dahilî Tekâmülü (Ankara 1939).</p>
<p style="text-align: justify;">8. İran Edebiyatı (İstanbul 1944).</p>
<p style="text-align: justify;">9. Şiir Mecmualarında XVI. ve XVII. Asır Divan Şiiri (İstanbul 1948-1949). On beş şairin kısa biyografisiyle şiirlerinden seçmeleri içerir.</p>
<p style="text-align: justify;">10. Mehmed Akif (İstanbul 1957, 1961). Nureddin Topçu ile birlikte yazılan küçük bir kitapken daha sonra genişletilerek Mehmed Akif ve Safahat adıyla yayımlanmıştır (İstanbul 1971).</p>
<p style="text-align: justify;">11. Edebiyat Meseleleri. Daha önce neşredilmiş üç küçük kitapla bazı makalelerden ibarettir (İstanbul 1981).</p>
<p style="text-align: justify;">12. Fuzûlî Divanı Şerhi. Ali Nihad Tarlan'ın en önemli çalışmalarından biri olan eserde Fuzûlî divanındaki gazeller açıklanmaktadır (I—III, Ankara 1985).</p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Tenkitli Divan Neşirleri:</strong> Hayalî Bey Dîvâni (İstanbul 1945); Fuzuli Divanı: Gazel, Musammat, Mukatta ve Rubai Kısmı (İstanbul 1950); Necati Beg Divanı (İstanbul 1963); Ahmed Paşa Divanı (Ankara 1966); Zati Divanı (I-II, Gazeller Kısmı, İstanbul 1968-1970; Tarlan'ın vefatıyla gazellerin geri kalan kısmı Mehmed Çavuşoğlu ve M. Ali Tanyeri tarafından hazırlanıp neşredilmiştir, İstanbul 1987). Yayımlanmış Konferansları: Şeyh Galip, Hayatı ve Şiirleri (Ankara 1939), Çağdaş İran Şiiri (Ankara 1938), Sanat ve Edebiyat Musahabesi (Adana 1939), Mehmet Âkil (İstanbul 1939), Tanzimat Edebiyatında Hakiki Müceddit (Ankara 1940), Ali Şir Nevâî (İstanbul 1942), Divan Edebiyatında Sanat Telakkisi (İstanbul 1946), Abdülhak Hamid (İstanbul 1947), Mevlâna Celâleddin Rûmî (İstanbul 1948). Farsçadan Çevirileri: Zerdüşt'ün Gataları (İstanbul 1935); Leyla ile Mecnun (Nizâmî-i Gencevî'den, İstanbul 1943); Nizâmî-i Gencevî Divanı (İstanbul 1944); Nef'i'nin Farsça Divanı Tercümesi (İstanbul 1944); Yavuz Sultan Selim Divanı (İstanbul 1946); Hüsrev ü Şirin (Nizâmî-i Gencevî'den özet, İstanbul 1949); Fuzûli'nin Farsça Divanı Tercümesi (Ankara 1950); Şarktan Haber (Muhammed İkbal'den, Ankara 1956); Esrar ve Rumuz (Muhammed İkbal'den, İstanbul 1958, 1964); Rumuz-ı Bîhodî (Muhammed İkbal'den, İstanbul 1958); Esrar-; Hodî (Muhammed İkbal'den, İstanbul 1958); Yeni Gülşen-i Raz (Muhammed İkbal'den, İstanbul 1960); Zebur-u Acemden Seçmeler (Muhammed İkbal'den, İstanbul 1964); Darb-ı Kelim (Muhammed İkbal'den, İstanbul 1968); Hicaz Armağanı (Muhammed İkbal'den, İstanbul 1968); İkbalden Şiirler (İstanbul 1971). (eserleri hakkında daha geniş bilgi için bk. bibi. Eskiyerli).</p>
<p style="text-align: justify;">BİBLİYOGRAFYA :</p>
<p style="text-align: justify;">Sadettin N. Ergun. Ali Nihad: Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1937; Yusuf Ziya İnan. Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan, İstanbul 1965; Adnan Siyadet Tarlan, Merhum Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan'ın Hayatının Tek Istırabı ve Kalan Hoş Sedasından Yankılar, İstanbul 1980; a.mlf.. Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan (S.I.): Hayatı ve Eserleri, Ankara 1995, s. 9-16; Âmil Çelebioğlu, Ali Nihad Tarlan, Ankara 1989; Müjgân Cunbur. "Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan'ın Hayatı ve Eserleri", Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan'ın Makalelerinden Seçmeler, Ankara 1990, s. 1-9; a.mlf., "Tarlan, Ali Nihad", Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi, Ankara 2007, VIII, 205-207; Faruk K. Timurtaş. "Ali Nihad Tarlan ve Eserleri", TDED, XIII (1964), s. 1-6; a.mlf., "Hocam Ali Nihad Tarlan", TK, XVI1/195 (1979), s. 135-138; Mehmet Çavuşoğlu, "Hocam Prof. Tarlan İçin", Türk Edebiyatı, sy. 61, İstanbul 1978, s. 17-20; Meserret Diriöz, "Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan", TK, XVII/193 (1978), s. 56-60; a.mlf., "Ali Nihad Tarlan'ı Anarken", Türk Edebiyatı, sy. 15ü, istanbul 1986, s. 56-57; Cüneyt Eskiyerli, "Kişi Bibliyografyası ve Ali Nihad Tarlan'ın Eserleri", TUBA, III (1979), s. 1-29; Gönül Alpay Tekin. "Ali Nihad Bey'in Hayatı", a.e., s. 31-35; a.mlf.. "Ali Nihad Beyin Kişiliği", a.e., s. 36-49; "Tarlan, Ali Nihad", TDEA, VIII, 273-275.</p>
<p style="text-align: justify;">Günay Kut, İslam Ans. cilt: 40</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>ALİ PÜSKÜLLÜOĞLU HAYATI ve ESERLERİ2016-03-31T16:19:11+00:002016-03-31T16:19:11+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/4109-ali-puskulluoglu.htmlMAGmagoksu37@hotmail.com<p style="text-align: center;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem.html"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/ali_puskulluoglu.jpg" alt="" width="71" height="95" /></a>ALİ PÜSKÜLLÜOĞLU (1935-2008)</strong></p>
<p style="text-align: justify;">Adana Kadirli'de doğdu. Mersin Lisesi'nde sürdürdüğü öğrenimini, sağlığı nedeniyle yarıda bırakarak çeşitli işlerde çalıştı. Kadirli'de Karacaoğlan adlı haftalık bir gazete çıkardı. Türk Dil Kurumu'nda çalıştı. Ankara Radyosu'nda program yaptı.</p>
<p style="text-align: justify; padding-left: 30px;"><strong>Edebî Kişiliği:</strong></p>
<p style="text-align: justify;">Türk edebiyatının çalışkan şairleri arasındadır. İlk şiiri Kadirli'de Oba gazetesinde ve Kaynak dergisinde çıktı. Atatürk'ün Söylev'ini ilk kez günümüz diline aktararak sunanlar arasındaydı. Ulus ve Halkçı gazetelerinin sanat-edebiyat sayfalarını yönetti. Şiir dergisi Yusufçuk'u çıkardı. Türk Dili dergisinin yazı kurullarında yer aldı çağdaş Türk Dili dergisinin kurulmasına ön ayak oldu. "Öz Türkçe Sözlük” adlı kitabı yazdı. Çocuklar için bir Türk şiiri seçkisi olan "Kırlangıcın Kanat Vuruşu”nu kaleme aldı. Dil Derneği'nin ve Edebiyatçılar Derneği'nin kurucularındandır.</p>
<p style="text-align: justify;">Doğayı, sevgiyi ve toplumsal sorunları işlediği şiirlerini değişik dergilerde yayımladı. İlk şiirlerinde halk şiirinin düşünce ve duyarlığından yararlandı. Ülkü Tamer, Turgut Uyar ve Edip Cansever şiirlerine benzer özellikler taşıyan ilk şiirleriyle İkinci Yeni şiirinin ölçülü, dengeli bir şairi olarak göründü.</p>
<p style="text-align: justify;">1960'tan itibaren şiirlerinde İkinci Yeni ve toplumcu şiir anlayışının olanaklarını kullanarak açık ve yalın bir anlatımla kendi şiirini kurdu. 1970 sonrasında ise tümüyle yeni bir şiire yöneldi. 1970 sonrasının toplumsal olgu ve olaylarını ele alan bu şiir, bir halk türküsü yalınlığı kazandı. Şiirlerinde yer yer Behçet Necatigil'in "kırık dize” yapısını da uyguladı. Şiirinin özelliği yalın bir Türkçeyle yazılmış, çok yalın, iç uyaklı dizelerden oluşan, yapısı sağlam, şiirimizdeki yenilikleri dikkatle izleyerek kendi şiirinin potasında eriten, toplumsal tarihi de kapsayan, zamana dayanıklı, söyleşi edası taşıyan şiirler olarak özetlenebilir.</p>
<p style="padding-left: 30px;"><strong>Eserleri:</strong></p>
<p><strong>Şiir</strong>:</p>
<ul>
<li>Pembe Beyaz,</li>
<li>Aydınlık içinde,</li>
<li>Karanfilli Saksı,</li>
<li>Uzun Atlar Denizi,</li>
<li>Sırtımızda Kızgın Güneş,</li>
<li>Unutma Onları,</li>
<li>Yaz ve Yağmur,</li>
<li>Gül Sevgili Yurdum,</li>
<li>Babadat.</li>
</ul>
<p><strong>Sözlük:</strong></p>
<ul>
<li>Öz Türkçe Sözlük</li>
</ul>
<p style="text-align: right;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><em>Güvender Yayınları, Türk Edebiyatı</em></strong></p><p style="text-align: center;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem.html"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/ali_puskulluoglu.jpg" alt="" width="71" height="95" /></a>ALİ PÜSKÜLLÜOĞLU (1935-2008)</strong></p>
<p style="text-align: justify;">Adana Kadirli'de doğdu. Mersin Lisesi'nde sürdürdüğü öğrenimini, sağlığı nedeniyle yarıda bırakarak çeşitli işlerde çalıştı. Kadirli'de Karacaoğlan adlı haftalık bir gazete çıkardı. Türk Dil Kurumu'nda çalıştı. Ankara Radyosu'nda program yaptı.</p>
<p style="text-align: justify; padding-left: 30px;"><strong>Edebî Kişiliği:</strong></p>
<p style="text-align: justify;">Türk edebiyatının çalışkan şairleri arasındadır. İlk şiiri Kadirli'de Oba gazetesinde ve Kaynak dergisinde çıktı. Atatürk'ün Söylev'ini ilk kez günümüz diline aktararak sunanlar arasındaydı. Ulus ve Halkçı gazetelerinin sanat-edebiyat sayfalarını yönetti. Şiir dergisi Yusufçuk'u çıkardı. Türk Dili dergisinin yazı kurullarında yer aldı çağdaş Türk Dili dergisinin kurulmasına ön ayak oldu. "Öz Türkçe Sözlük” adlı kitabı yazdı. Çocuklar için bir Türk şiiri seçkisi olan "Kırlangıcın Kanat Vuruşu”nu kaleme aldı. Dil Derneği'nin ve Edebiyatçılar Derneği'nin kurucularındandır.</p>
<p style="text-align: justify;">Doğayı, sevgiyi ve toplumsal sorunları işlediği şiirlerini değişik dergilerde yayımladı. İlk şiirlerinde halk şiirinin düşünce ve duyarlığından yararlandı. Ülkü Tamer, Turgut Uyar ve Edip Cansever şiirlerine benzer özellikler taşıyan ilk şiirleriyle İkinci Yeni şiirinin ölçülü, dengeli bir şairi olarak göründü.</p>
<p style="text-align: justify;">1960'tan itibaren şiirlerinde İkinci Yeni ve toplumcu şiir anlayışının olanaklarını kullanarak açık ve yalın bir anlatımla kendi şiirini kurdu. 1970 sonrasında ise tümüyle yeni bir şiire yöneldi. 1970 sonrasının toplumsal olgu ve olaylarını ele alan bu şiir, bir halk türküsü yalınlığı kazandı. Şiirlerinde yer yer Behçet Necatigil'in "kırık dize” yapısını da uyguladı. Şiirinin özelliği yalın bir Türkçeyle yazılmış, çok yalın, iç uyaklı dizelerden oluşan, yapısı sağlam, şiirimizdeki yenilikleri dikkatle izleyerek kendi şiirinin potasında eriten, toplumsal tarihi de kapsayan, zamana dayanıklı, söyleşi edası taşıyan şiirler olarak özetlenebilir.</p>
<p style="padding-left: 30px;"><strong>Eserleri:</strong></p>
<p><strong>Şiir</strong>:</p>
<ul>
<li>Pembe Beyaz,</li>
<li>Aydınlık içinde,</li>
<li>Karanfilli Saksı,</li>
<li>Uzun Atlar Denizi,</li>
<li>Sırtımızda Kızgın Güneş,</li>
<li>Unutma Onları,</li>
<li>Yaz ve Yağmur,</li>
<li>Gül Sevgili Yurdum,</li>
<li>Babadat.</li>
</ul>
<p><strong>Sözlük:</strong></p>
<ul>
<li>Öz Türkçe Sözlük</li>
</ul>
<p style="text-align: right;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><em>Güvender Yayınları, Türk Edebiyatı</em></strong></p>ALİ ULVİ ELÖVE HAYATI ve ESERLERİ2017-06-08T09:00:41+00:002017-06-08T09:00:41+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/6345-ali-ulvi-elove-hayati.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>ALİ ULVİ ELÖVE HAYATI ve ESERLERİ<img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/ali-ulvi-elove.jpg" alt="" width="123" height="168" /></strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">(1881-15 Ağustos 1975): Türk şair, güfteci, çevirmen ve dilci. <br />Selanik’te Hacı Hasan Mahallesinde doğdu[1]. Mustafa Fevzi ve Ayşe Süreyya'nın oğludur[2]Babası Selanik Muhasebe memurluğundan emekli olmuştur. Ailesi Gümülcine’nin şaplı köyünden gelerek Selanik’e yerleşmiştir. Dedesi de okuryazar bir insandır. Annesi Ayşe Süreyya ise Kavalalı Mehmet Ali Paşa zamanında Mısır’da gümrük nazırlığı yapmış Hacı Süleyman Ağa’nın torunu Recep Ağa’nın kızıdır [3]<br /> <br /> İlk ve orta öğrenimini Selanik'te Feyzi Sübyan mektebinde okumuştur. Bu okul devrin modern eğitim veren okullarından biridir., bir süre Selanik İdadîsinde liseye devam etmiş, daha sonra İstanbul'da kurulan Feyziye Mektebi yani Işık Lisesi adlı hususi bir rüştiyede yapmış ve bu okuldan 1895 yılında diploma almıştır. Bir yıl Selanik Mülki İdadisi'nin beşinci sınıfına devam etmiş, iki yıl Manastır ve Selanik Firerler Mektebi'nde okumuştur.<br /> <br />1896 yılında Ağabeysi ile İstanbul'a gelir. Burada Fransızca öğrenmek maksadıyla Manastırdaki Frerler Mektebine gider. Bu sırada abisi Tesalya Golos Telgrafhanesinde posta kâtipliği yapmaktadır. <br /> <br />Okulunu bitirdikten sonra kendisi de Tesalya Golos Telgrafhanesinde posta kâtipliği, Serez Ecnebî Muharebe Telgraf memurluğu, yapar. Tekrar Selanik’e döndükten sonra Selanik Darulmuallimîn-i İdadîsini bitirmiştir. [4] Selanik Darülmuallimin-i İptidaisi'nde imtihana girerek ilkokul öğretmenliği ehliyetnamesini de almıştır. <br /> <br />Mezun olduktan sonra Fevziye Mektebinde öğretmenlik yapmaya başlar. (1898-1905). ) İstanbul Erkek, İstanbul, Adana ve Bursa öğretmen okullarında Türkçe ve edebiyat dersleri verdi. İstanbul’da görev yaparken Kâzım Nami Duru ile Çocuk Bahçesi adlı Çocukdergisini çıkardı (1905). [5]<br /> <br />31 Mart vakası sırasında Hareket Ordusu ile birlikte Selanik’ten İstanbul’a yürüyenler arasındadır. 1908'den sonra İstanbul, Adana ve Bursa'da edebiyat öğretmenliğine devam etti. İstanbul’a tekrar dönen Ali Ulvi Elöve, Öğretmen Okulu'ndaki görevi esnasında Osmanlı Hürriyet Cemiyetinin üyesi olarak görev almıştır. Bu cemiyetin kurulmasında Atatürk’ün de emeği olmuştur. Bu cemiyet daha sonra İttihat ve Terakki cemiyeti ile birleşecektir. <br /> <br />Hareket Ordusu ile İstanbul’a geldikten sonra Kendisi Dar’ül Muallimin Tarbikat bölümüne öğretmen olarak atanır. İstanbul’da öğretmen okulunda görev yaparken müzik öğretmeni Violonist Zeki Bey ve beden eğitimi öğretmeni Flütçü Adnan Bey'le birlikte birçok Avrupa kökenli bestelere güfteler yazmaya başlamıştır.[6]<br /> <br /> Birinci Dünya Savaşı yıllarında Fevziye Mektebi adlı görev yaptığı okul, Moda'daki St. Joseph'in binasına taşınır ve eğitime oradan devam edilir. İşte bu yıllarda bir gün Selim Sırrı Tarcan, Ali Ulvi Elöve'yi ziyaret ederek, beğenilen bir İsveç marşı için Türkçe 4+4 veya 8 heceli bir güfte ister. Bundan sonrasını yani Dağ Başını Duman Almış'ın (Gençlik ve Spor Marşı) doğuşunu kendisi şöyle anlatmaktadır: “Birinci umumi harbin aleyhimize döndüğü, gençliğin ve herkesin ye'se düştüğü zamanlardı. Memleketi saran endişeler, her şeye rağmen ümitlerle dolu olan ruhumu eziyor, zihnimi her an didikliyordu. Bu elemli havayı biraz dağıtıp gençlere azim ve ümit, metanet ve kalb kuvveti verir ümidiyle kalemim o yılda bu konuyu seçmişti”.[7]<br /> <br /> <br />Marş ilk defa Moda'daki İstanbul Erkek Öğretmen Okulu'nda (St. Joseph Binasında) söylenmiş, 1916 yılında “Kadıköy İttihat Spor Çayırı'nda” İstanbul Erkek Öğretmen Okulu'nun öğrencilerinin Selim Sırrı Tarcan nezaretindeki beden eğitimi gösterilerinde söylenmiş, daha sonra da marş, ağızdan ağıza tüm ülkeye yayılmıştır. [8]<br /> <br />Darül muallimin okulunda Müdür muavini iken 1911 yılında okulun yazı işleri memuru Tevfik Efendi’nin kızı Ayşe Letafet Hanımla evlenir. [9]<br /> <br />Mustafa Kemal'in ilk olarak 19 Mayıs 1919 da Samsun'a çıkmasıyla birlikte bu marşı söylemeye başladığı bilinmektedir.<br /> <br /> <br />1939-1945 yılları arasında Gazi Eğitim Enstitüsü'nde öğretim görevlisi olarak da görev yaptı 1939' dan itibaren Gazi Eğitim Enstitüsünde ders vermeye başlamış aynı okulda görev yaparken 1945'te emekliye ayrıldı. <br /> <br />Ali Ulvi Elöve yazılarının bazılarında M. Neşat, Ali Necat imzalarını da kullanmıştır. Türkçe çocuk şiiri yazan ilk şairlerden olan Elöve, Jean Deny'nin yapıtını Türk Dili Grameri adıyla Türkçeye çevirdi. Abdurrahman Fevzi Efendi'nin Mikyasü'l-Lisan ve Kırtasü'l-Beyan adlı yapıtını açıklamalarla yayımladı. Ayrıca Türk dil Kurumunda çalışırken çeşitli tıp terim sözlüklerinin bulunmasında katkıda bulundu.<br /> <br />1963 yılında gözleri kör oldu. 1975 yılında vefat eden Ali Ulvi Elöve Üsküdar Bülbüldere mezarlığına defnedilmiştir. <br /> <br />Bir süre Türk Dil Kurumunda Terim Kolu uzmanı olarak çalışan Elöve, Türk dili araştırmaları ile tanınır. Ayrıca çocuk şiirleri yazmıştır. 'Dağ Başını Duman Almış' sözleriyle başlayan 'Gençlik Marşı' ona aittir. <br /> <br />Ali Ulvi’nin yazıları genellikle monologlar halinde çocuklara ders vermek amacıyla çocuk eğitimi ve psikloljisi ile ilgili yazılmıştır. Bazı makale, inceleme ve roman çevirileri de vardır. [10]<br /> <br />Şiirleri: Çocuklarımıza Neşîdeler (1912), Çocuklarımıza Şiir (1959). Derlemeleri-araştırmaları: Türkçe Hekimlik Terimleri Üzerine Bir Deneme (Dr. I. İşçil ile, 1944), Edebiyat ve Söz Sanatı Terimleri Sözlüğü (M. A. Ağakay ve A. Dilaçar ile, 1948), Dilbilim Terimleri Sözlüğü (Mehmet Ali Ağakay ve Agop Dilaçar ile, 1949), Çevirileri: Küçüklere Çamur İşleri Nasıl Yaptırmalı (Garsen'den), Türk Dili Grameri (Jean Deny'den, 1941), Mikyasü'l-Lisan ve Kıstasü'l-Beyan (Konuşmanın ve dilin ölçüleri, Kütahyalı Abdurrahman Hoca'nın eserinin açıklamalı tercümesi, 1952).</p>
<p style="text-align: justify;">KAYNAKÇA <br />[1] Mriam Zeliha Stepler Çalış, “ Ali Ulvi Elöve’nin şiirlerinin eğitsel açıdan incelenmesi” Yüksek Lisans Tezi, AÜ,SBE, Erzurum, .belgeler.com/blg/16df/<br />[2] <a href="http://www.muzikotek.com.tr/yayim/besteci/13/ali-ulvi-elove.htm">http://www.muzikotek.com.tr/yayim/besteci/13/ali-ulvi-elove.htm</a><br />[3] Mriam Zeliha Stepler Çalış, “ Ali Ulvi Elöve’nin şiirlerinin eğitsel açıdan incelenmesi” Yüksek Lisans Tezi, AÜ,SBE, Erzurum, .belgeler.com/blg/16df/<br />[4] <a href="http://www.muzikotek.com.tr/yayim/besteci/13/ali-ulvi-elove.htm">http://www.muzikotek.com.tr/yayim/besteci/13/ali-ulvi-elove.htm</a><br />[5] Dr Aslan Tekin, “ Elöve Ali Ulvi, Edebiyatımızda Terimler, Elips Yayınları, Ankara, 2005<br />[6] <a href="http://www.muzikotek.com.tr/yayim/besteci/13/ali-ulvi-elove.htm">http://www.muzikotek.com.tr/yayim/besteci/13/ali-ulvi-elove.htm</a><br />[7] <a href="http://www.muzikotek.com.tr/yayim/besteci/13/ali-ulvi-elove.htm">http://www.muzikotek.com.tr/yayim/besteci/13/ali-ulvi-elove.htm</a><br />[8] <a href="http://www.muzikotek.com.tr/yayim/besteci/13/ali-ulvi-elove.htm">http://www.muzikotek.com.tr/yayim/besteci/13/ali-ulvi-elove.htm</a><br />Mriam Zeliha Stepler Çalış, “ Ali Ulvi Elöve’nin şiirlerinin eğitsel açıdan incelenmesi” Yüksek Lisans Tezi, AÜ,SBE, Erzurum, .belgeler.com/blg/16df/<br />[10] Mriam Zeliha Stepler Çalış, “ Ali Ulvi Elöve’nin şiirlerinin eğitsel açıdan incelenmesi” Yüksek Lisans Tezi, AÜ,SBE, Erzurum, .belgeler.com/blg/16df/</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify;"><a href="http://www.edebiyatvesanatakademisi.com/cumhuriyet-donemi-sairleri/ali-ulvi-elove-hayati-ve-sanati-969.aspx">http://www.edebiyatvesanatakademisi.com/cumhuriyet-donemi-sairleri/ali-ulvi-elove-hayati-ve-sanati-969.aspx</a></p>
<p> </p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>ALİ ULVİ ELÖVE HAYATI ve ESERLERİ<img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/ali-ulvi-elove.jpg" alt="" width="123" height="168" /></strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">(1881-15 Ağustos 1975): Türk şair, güfteci, çevirmen ve dilci. <br />Selanik’te Hacı Hasan Mahallesinde doğdu[1]. Mustafa Fevzi ve Ayşe Süreyya'nın oğludur[2]Babası Selanik Muhasebe memurluğundan emekli olmuştur. Ailesi Gümülcine’nin şaplı köyünden gelerek Selanik’e yerleşmiştir. Dedesi de okuryazar bir insandır. Annesi Ayşe Süreyya ise Kavalalı Mehmet Ali Paşa zamanında Mısır’da gümrük nazırlığı yapmış Hacı Süleyman Ağa’nın torunu Recep Ağa’nın kızıdır [3]<br /> <br /> İlk ve orta öğrenimini Selanik'te Feyzi Sübyan mektebinde okumuştur. Bu okul devrin modern eğitim veren okullarından biridir., bir süre Selanik İdadîsinde liseye devam etmiş, daha sonra İstanbul'da kurulan Feyziye Mektebi yani Işık Lisesi adlı hususi bir rüştiyede yapmış ve bu okuldan 1895 yılında diploma almıştır. Bir yıl Selanik Mülki İdadisi'nin beşinci sınıfına devam etmiş, iki yıl Manastır ve Selanik Firerler Mektebi'nde okumuştur.<br /> <br />1896 yılında Ağabeysi ile İstanbul'a gelir. Burada Fransızca öğrenmek maksadıyla Manastırdaki Frerler Mektebine gider. Bu sırada abisi Tesalya Golos Telgrafhanesinde posta kâtipliği yapmaktadır. <br /> <br />Okulunu bitirdikten sonra kendisi de Tesalya Golos Telgrafhanesinde posta kâtipliği, Serez Ecnebî Muharebe Telgraf memurluğu, yapar. Tekrar Selanik’e döndükten sonra Selanik Darulmuallimîn-i İdadîsini bitirmiştir. [4] Selanik Darülmuallimin-i İptidaisi'nde imtihana girerek ilkokul öğretmenliği ehliyetnamesini de almıştır. <br /> <br />Mezun olduktan sonra Fevziye Mektebinde öğretmenlik yapmaya başlar. (1898-1905). ) İstanbul Erkek, İstanbul, Adana ve Bursa öğretmen okullarında Türkçe ve edebiyat dersleri verdi. İstanbul’da görev yaparken Kâzım Nami Duru ile Çocuk Bahçesi adlı Çocukdergisini çıkardı (1905). [5]<br /> <br />31 Mart vakası sırasında Hareket Ordusu ile birlikte Selanik’ten İstanbul’a yürüyenler arasındadır. 1908'den sonra İstanbul, Adana ve Bursa'da edebiyat öğretmenliğine devam etti. İstanbul’a tekrar dönen Ali Ulvi Elöve, Öğretmen Okulu'ndaki görevi esnasında Osmanlı Hürriyet Cemiyetinin üyesi olarak görev almıştır. Bu cemiyetin kurulmasında Atatürk’ün de emeği olmuştur. Bu cemiyet daha sonra İttihat ve Terakki cemiyeti ile birleşecektir. <br /> <br />Hareket Ordusu ile İstanbul’a geldikten sonra Kendisi Dar’ül Muallimin Tarbikat bölümüne öğretmen olarak atanır. İstanbul’da öğretmen okulunda görev yaparken müzik öğretmeni Violonist Zeki Bey ve beden eğitimi öğretmeni Flütçü Adnan Bey'le birlikte birçok Avrupa kökenli bestelere güfteler yazmaya başlamıştır.[6]<br /> <br /> Birinci Dünya Savaşı yıllarında Fevziye Mektebi adlı görev yaptığı okul, Moda'daki St. Joseph'in binasına taşınır ve eğitime oradan devam edilir. İşte bu yıllarda bir gün Selim Sırrı Tarcan, Ali Ulvi Elöve'yi ziyaret ederek, beğenilen bir İsveç marşı için Türkçe 4+4 veya 8 heceli bir güfte ister. Bundan sonrasını yani Dağ Başını Duman Almış'ın (Gençlik ve Spor Marşı) doğuşunu kendisi şöyle anlatmaktadır: “Birinci umumi harbin aleyhimize döndüğü, gençliğin ve herkesin ye'se düştüğü zamanlardı. Memleketi saran endişeler, her şeye rağmen ümitlerle dolu olan ruhumu eziyor, zihnimi her an didikliyordu. Bu elemli havayı biraz dağıtıp gençlere azim ve ümit, metanet ve kalb kuvveti verir ümidiyle kalemim o yılda bu konuyu seçmişti”.[7]<br /> <br /> <br />Marş ilk defa Moda'daki İstanbul Erkek Öğretmen Okulu'nda (St. Joseph Binasında) söylenmiş, 1916 yılında “Kadıköy İttihat Spor Çayırı'nda” İstanbul Erkek Öğretmen Okulu'nun öğrencilerinin Selim Sırrı Tarcan nezaretindeki beden eğitimi gösterilerinde söylenmiş, daha sonra da marş, ağızdan ağıza tüm ülkeye yayılmıştır. [8]<br /> <br />Darül muallimin okulunda Müdür muavini iken 1911 yılında okulun yazı işleri memuru Tevfik Efendi’nin kızı Ayşe Letafet Hanımla evlenir. [9]<br /> <br />Mustafa Kemal'in ilk olarak 19 Mayıs 1919 da Samsun'a çıkmasıyla birlikte bu marşı söylemeye başladığı bilinmektedir.<br /> <br /> <br />1939-1945 yılları arasında Gazi Eğitim Enstitüsü'nde öğretim görevlisi olarak da görev yaptı 1939' dan itibaren Gazi Eğitim Enstitüsünde ders vermeye başlamış aynı okulda görev yaparken 1945'te emekliye ayrıldı. <br /> <br />Ali Ulvi Elöve yazılarının bazılarında M. Neşat, Ali Necat imzalarını da kullanmıştır. Türkçe çocuk şiiri yazan ilk şairlerden olan Elöve, Jean Deny'nin yapıtını Türk Dili Grameri adıyla Türkçeye çevirdi. Abdurrahman Fevzi Efendi'nin Mikyasü'l-Lisan ve Kırtasü'l-Beyan adlı yapıtını açıklamalarla yayımladı. Ayrıca Türk dil Kurumunda çalışırken çeşitli tıp terim sözlüklerinin bulunmasında katkıda bulundu.<br /> <br />1963 yılında gözleri kör oldu. 1975 yılında vefat eden Ali Ulvi Elöve Üsküdar Bülbüldere mezarlığına defnedilmiştir. <br /> <br />Bir süre Türk Dil Kurumunda Terim Kolu uzmanı olarak çalışan Elöve, Türk dili araştırmaları ile tanınır. Ayrıca çocuk şiirleri yazmıştır. 'Dağ Başını Duman Almış' sözleriyle başlayan 'Gençlik Marşı' ona aittir. <br /> <br />Ali Ulvi’nin yazıları genellikle monologlar halinde çocuklara ders vermek amacıyla çocuk eğitimi ve psikloljisi ile ilgili yazılmıştır. Bazı makale, inceleme ve roman çevirileri de vardır. [10]<br /> <br />Şiirleri: Çocuklarımıza Neşîdeler (1912), Çocuklarımıza Şiir (1959). Derlemeleri-araştırmaları: Türkçe Hekimlik Terimleri Üzerine Bir Deneme (Dr. I. İşçil ile, 1944), Edebiyat ve Söz Sanatı Terimleri Sözlüğü (M. A. Ağakay ve A. Dilaçar ile, 1948), Dilbilim Terimleri Sözlüğü (Mehmet Ali Ağakay ve Agop Dilaçar ile, 1949), Çevirileri: Küçüklere Çamur İşleri Nasıl Yaptırmalı (Garsen'den), Türk Dili Grameri (Jean Deny'den, 1941), Mikyasü'l-Lisan ve Kıstasü'l-Beyan (Konuşmanın ve dilin ölçüleri, Kütahyalı Abdurrahman Hoca'nın eserinin açıklamalı tercümesi, 1952).</p>
<p style="text-align: justify;">KAYNAKÇA <br />[1] Mriam Zeliha Stepler Çalış, “ Ali Ulvi Elöve’nin şiirlerinin eğitsel açıdan incelenmesi” Yüksek Lisans Tezi, AÜ,SBE, Erzurum, .belgeler.com/blg/16df/<br />[2] <a href="http://www.muzikotek.com.tr/yayim/besteci/13/ali-ulvi-elove.htm">http://www.muzikotek.com.tr/yayim/besteci/13/ali-ulvi-elove.htm</a><br />[3] Mriam Zeliha Stepler Çalış, “ Ali Ulvi Elöve’nin şiirlerinin eğitsel açıdan incelenmesi” Yüksek Lisans Tezi, AÜ,SBE, Erzurum, .belgeler.com/blg/16df/<br />[4] <a href="http://www.muzikotek.com.tr/yayim/besteci/13/ali-ulvi-elove.htm">http://www.muzikotek.com.tr/yayim/besteci/13/ali-ulvi-elove.htm</a><br />[5] Dr Aslan Tekin, “ Elöve Ali Ulvi, Edebiyatımızda Terimler, Elips Yayınları, Ankara, 2005<br />[6] <a href="http://www.muzikotek.com.tr/yayim/besteci/13/ali-ulvi-elove.htm">http://www.muzikotek.com.tr/yayim/besteci/13/ali-ulvi-elove.htm</a><br />[7] <a href="http://www.muzikotek.com.tr/yayim/besteci/13/ali-ulvi-elove.htm">http://www.muzikotek.com.tr/yayim/besteci/13/ali-ulvi-elove.htm</a><br />[8] <a href="http://www.muzikotek.com.tr/yayim/besteci/13/ali-ulvi-elove.htm">http://www.muzikotek.com.tr/yayim/besteci/13/ali-ulvi-elove.htm</a><br />Mriam Zeliha Stepler Çalış, “ Ali Ulvi Elöve’nin şiirlerinin eğitsel açıdan incelenmesi” Yüksek Lisans Tezi, AÜ,SBE, Erzurum, .belgeler.com/blg/16df/<br />[10] Mriam Zeliha Stepler Çalış, “ Ali Ulvi Elöve’nin şiirlerinin eğitsel açıdan incelenmesi” Yüksek Lisans Tezi, AÜ,SBE, Erzurum, .belgeler.com/blg/16df/</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify;"><a href="http://www.edebiyatvesanatakademisi.com/cumhuriyet-donemi-sairleri/ali-ulvi-elove-hayati-ve-sanati-969.aspx">http://www.edebiyatvesanatakademisi.com/cumhuriyet-donemi-sairleri/ali-ulvi-elove-hayati-ve-sanati-969.aspx</a></p>
<p> </p>ALİ ULVİ KURUCU HAYATI ve ESERLERİ2018-01-21T03:43:22+00:002018-01-21T03:43:22+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/8147-ali-ulvi-kurucu-hayati.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/100-a-ile-baslayanlar/al-ulv-kurucu.html" target="_blank" rel="alternate">ALİ ULVİ KURUCU KİMDİR? <strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px;"><span style="font-size: 10.0pt; font-family: 'Verdana','sans-serif';"><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/100-al-ulv-kurucu.html"><img class="caption" title="ALİ ULVİ KURUCU" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/ali_ulvi_kurucu.jpg" alt="" width="80" height="116" align="right" border="0" /></a></span></strong></a></strong></span><br /><br />(1922-2002)<br />Şair ve yazar.<br /> <br />1922 yılında Konya’da doğdu. Hacı Veyiszâde İbrâhim Efendi’nin oğludur. Dedesi Veyis Efendi ve amcası Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi, “ilim evi” olarak anılan aile ocağının dinî ilimlere hizmetleriyle tanınmış simalarıdır. İlk hocası olan babasının yanında hâfızlığını tamamladıktan sonra ilk ve ortaokulu Konya’da bitirdi. Babasından sarf-nahiv, Kādirî şeyhi Hâfız Ali Efendi’den kıraat okumaya başladı. O günkü şartlarda dinî ilimlerde derinleşmeye uygun bir ortam bulamayınca ailesiyle birlikte Medine’ye göç etti; oradan da yüksek öğrenimini tamamlamak üzere Mısır’a gitti. Kahire’de Ezher Üniversitesi’ne kaydoldu (1939). Burada Türk öğrencilerin kaldığı Revâku’l-Etrâk’ta Mustafa Runyun, Ali Yakup Cenkçiler, Ahmet Davudoğlu, İsmail Ezherli gibi daha sonra dinî ilimler sahasında isim yapacak bir arkadaş grubu arasında yer aldı. Ezher’deki eğitimi süresince, Kahire’de ikamet etmekte olan eski şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi ile Mehmed İhsan Efendi ve Zâhid Kevserî gibi tanınmış kişilerin yakın çevresinde bulundu, onlardan ders aldı, sohbetlerinden yararlandı. Altı yıllık bir eğitimden sonra babasının ölümü üzerine Medine’ye ailesinin yanına döndü. Burada uzun süre Evkaf Dairesi’nde İnşaat ve Sicillât emini olarak çalıştı. Ardından II. Mahmud’un inşa ettirdiği Mahmûdiye (1953-1975) ve Şeyhülislâm Ârif Hikmet (1975-1985) kütüphanelerinde müdür olarak görev yaptı, buradan emekliye ayrıldı. Kütüphaneciliği sırasında Arapça, Farsça, Türkçe kaleme alınmış binlerce yazma eseri tanıyan ve bunların tasnifini yapan Kurucu Türkiye ile olan bağını hiçbir zaman kesmedi; özellikle Türk hacılarıyla yakından ilgilendi. Emekli olduktan sonra Türkiye’de daha uzun süre kalmaya başladı. 3 Şubat 2002’de Medine’de vefat etti ve Cennetü’l-bakī‘da defnedildi.<br /><br />Edebiyat ve şiire olan eğilimi Ezher’deki öğrencilik döneminde içine girdiği ortamda belirginlik kazanmış, bilhassa aruz ve Türk edebiyatı dersleri aldığı İhsan Efendi ile Victor Hugo, Lamartine gibi Fransız şairlerinden Türkçe’ye çeviriler yapan Mustafa Sabri’nin oğlu İbrahim Sabri’den şiir yazma konusunda teşvik görmüştür. Türk, Arap, Fars ve Fransız edebiyatları hakkında sohbet ve değerlendirmelerin yapıldığı bu ortamdaki insanların Mehmed Âkif’e olan hayranlığı onu da etkilemiş, hatta bir ara Mehmed Âkif gibi şair, Cenab Şahabeddin gibi nâsir olma arzusuna kapılmıştır. İlk şiir denemelerine de orada başlamıştır. Medine’ye döndükten sonra şiirde hocası Mahmud Cevdet (Sezer) Bey olmuş, bu yıllarda Rıza Tevfik’e mektuplar yazarak bazı şiirleri hakkında görüşlerini sormuştur. 1947’de yazdığı bir mektup, o sıralarda Rıza Tevfik’in şiiri ve metafizik meselelerle yakından ilgili olduğunu ortaya koymaktadır (Uçman, sy. 27 [2002], s. 129-137).<br /><br />Ali Ulvi, Ali Kemal Belviranlı’nın 1950’de İstanbul’da çıkarmaya başladığı İslâmın Nûru adlı dergide arka arkaya şiirler yayımlamıştır. Daha çok Mehmed Âkif tarzını sürdüren dinî ve millî muhtevalı bu manzumeler o dönemde geniş okuyucu kesimlerince ilgiyle karşılanmıştır. Uzun yıllar Kahire ve Medine’de yaşamasına rağmen Türk edebiyatı ile yakından ilgilenmesi, farklı şairlerden birçok şiir yanında Safahât’ın tamamını ezberinde tutacak kadar kuvvetli bir hâfızaya sahip olması, şiir zevkinin oluşum yıllarında beraber olduğu son Osmanlı aydınlarından aldığı dil terbiyesi onu ana dilinin tabii yapısı içinde tutmuştur. İslâmî ve millî değerlere bağlı bir gençliğin yetişmesi idealini aile mirası olarak devam ettirmiş, şiiri yanında sohbetleri ve gazetelerde yazdığı yazılarını da böyle bir gaye için vasıta yapmıştır. Ali Ulvi’nin, “Doğmazdı kalbe iman, inmezdi arza Kur’an”; “Derdmendim ya Resûlellah, devâ ol derdime”; “Ey âşık-ı dîdâr, ulu yezdâna gönül ver”; “Bülbüller sazda”; “Mevlâm sana ersem diye”; “Âşık-ı yezdan” gibi bazı şiirleri Sadettin Kaynak, Zeki Altın, Ali Kemal Belviranlı, Fevzi Özçimi ve Tahir Karagöz tarafından bestelenmiştir.<br /><br />Eserleri. 1. Büyük İslâm Şairi Dr. Muhammed İkbal (Ankara 1957). Ebü’l-Hasan en-Nedvî’nin Muhammed İkbal hakkındaki bir konferansından meydana gelen eserinin çevirisidir. 2. Zulmeti Yıkan Nur (Ankara 1958). Ebü’l-Hasan en-Nedvî’nin Mâẕâ ḫasire’l-ʿâlem bi’l-ḥıṭâṭi’l-müslimîn adlı Arapça eserinin “Câhiliyetten İslâmiyet’e” başlıklı ikinci babının tamamı ile üçüncü babının ilk kısmının tercümesidir. 3. Gümüş Tül (İstanbul 1962). Önce Nurdan Sesler (Ankara 1957) adıyla bir araya getirdiği tamamı aruzla yazılmış şiirlerini topladığı eseridir. Daha sonra yeni şiirlerin ilâvesiyle Gümüş Tül ve Alevler adıyla yeni basımları yapılmıştır (5. bs., İstanbul 1996). 4. Asırlar Boyunca Parlayan Nur (İstanbul 1965). Faslı Şeyh İbrâhim b. İdrîs es-Senûsî’nin en-Nûrü’l-lâmiʿ adlı eserinin çevirisi olup Ali Kemal Belviranlı’nın önsözüyle neşredilmiştir. 5. Gecelerin Gündüzü (İstanbul 1990). Yazarın 1987-1990 yılları arasında Zaman gazetesinde çıkan yetmiş kadar yazısı ile bazı gazete ve dergilerdeki dört konuşmasından oluşmaktadır. Eser M. Ertuğrul Düzdağ tarafından yayıma hazırlanmıştır. 6. Medine Notları (İstanbul 1999). Hayrettin Bulut tarafından yayıma hazırlanmıştır.<br /><br />Ali Ulvi’nin 1957’de Atıf Ural’ın teklifiyle Said Nursi için hazırlanan Târihçe-i Hayat adlı kitaba yazdığı önsöz en güzel nesir parçalarından biri kabul edilmiş ve adının duyulmasında bir hayli etkili olmuştur. Sağlığında kendi ağzından derlenen hâtıraları M. Ertuğrul Düzdağ tarafından yayıma hazırlanmaktadır. Ayrıca Abbas Mahmûd el-Akkād’dan çevirip şerhettiği Yirminci Asır Mütefekkirlerinin Hakkı Arayışı adlı yayımlanmamış bir eseri bulunmaktadır.<br /><br />BİBLİYOGRAFYA :<br />Ali Ulvi Kurucu, “Geçmişin Gül Bahçesinde”, Gecelerin Gündüzü, İstanbul 1990, s. 325-435; Beşir Ayvazoğlu, Sîretler ve Sûretler, İstanbul 1999, s. 93-98; Sare Kurucu, Bir Ömürden Sayfalar: Ali Ulvi Kurucu’dan Hatıralar, İstanbul 2002; Ali Ulvi Arıkan, Ali Ulvi Kurucu’nun Ardından, İstanbul 2002, s. 15-16; Mehmet Arslan, “Ali Ulvi Kurucu ile Mülâkat”, Mavera, sy. 111, İstanbul 1986, s. 35-40; Necmettin Turinay, “Âlimin Ölümü, Âlemin Ölümü”, Özgür ve Bilge, sy. 2, İstanbul 2002, s. 34-37; Abdullah Uçman, “Ali Ulvi Kurucu’dan Rıza Tevfik’e Bir Mektup”, Kaşgar, sy. 27, İstanbul 2002, s. 129-137; “Kurucu, Ali Ulvi”, TDEA, VI, 10; “Kurucu, Ali Ulvi”, Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, İstanbul 2001, II, 530.<br /><br />Âlim Kahraman<br />Bu madde ilk olarak 2002 senesinde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 26. cildinde, 457-458 numaralı sayfalarda yer almıştır.<br /><br /></p>
<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html">ŞİİRLER</a></p>
<p style="text-align: justify;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/100-a-ile-baslayanlar/al-ulv-kurucu.html">ALİ ULVİ KURUCU ŞİİRLERİ</a></strong></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/100-a-ile-baslayanlar/al-ulv-kurucu.html" target="_blank" rel="alternate">ALİ ULVİ KURUCU KİMDİR? <strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px;"><span style="font-size: 10.0pt; font-family: 'Verdana','sans-serif';"><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/100-al-ulv-kurucu.html"><img class="caption" title="ALİ ULVİ KURUCU" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/ali_ulvi_kurucu.jpg" alt="" width="80" height="116" align="right" border="0" /></a></span></strong></a></strong></span><br /><br />(1922-2002)<br />Şair ve yazar.<br /> <br />1922 yılında Konya’da doğdu. Hacı Veyiszâde İbrâhim Efendi’nin oğludur. Dedesi Veyis Efendi ve amcası Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi, “ilim evi” olarak anılan aile ocağının dinî ilimlere hizmetleriyle tanınmış simalarıdır. İlk hocası olan babasının yanında hâfızlığını tamamladıktan sonra ilk ve ortaokulu Konya’da bitirdi. Babasından sarf-nahiv, Kādirî şeyhi Hâfız Ali Efendi’den kıraat okumaya başladı. O günkü şartlarda dinî ilimlerde derinleşmeye uygun bir ortam bulamayınca ailesiyle birlikte Medine’ye göç etti; oradan da yüksek öğrenimini tamamlamak üzere Mısır’a gitti. Kahire’de Ezher Üniversitesi’ne kaydoldu (1939). Burada Türk öğrencilerin kaldığı Revâku’l-Etrâk’ta Mustafa Runyun, Ali Yakup Cenkçiler, Ahmet Davudoğlu, İsmail Ezherli gibi daha sonra dinî ilimler sahasında isim yapacak bir arkadaş grubu arasında yer aldı. Ezher’deki eğitimi süresince, Kahire’de ikamet etmekte olan eski şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi ile Mehmed İhsan Efendi ve Zâhid Kevserî gibi tanınmış kişilerin yakın çevresinde bulundu, onlardan ders aldı, sohbetlerinden yararlandı. Altı yıllık bir eğitimden sonra babasının ölümü üzerine Medine’ye ailesinin yanına döndü. Burada uzun süre Evkaf Dairesi’nde İnşaat ve Sicillât emini olarak çalıştı. Ardından II. Mahmud’un inşa ettirdiği Mahmûdiye (1953-1975) ve Şeyhülislâm Ârif Hikmet (1975-1985) kütüphanelerinde müdür olarak görev yaptı, buradan emekliye ayrıldı. Kütüphaneciliği sırasında Arapça, Farsça, Türkçe kaleme alınmış binlerce yazma eseri tanıyan ve bunların tasnifini yapan Kurucu Türkiye ile olan bağını hiçbir zaman kesmedi; özellikle Türk hacılarıyla yakından ilgilendi. Emekli olduktan sonra Türkiye’de daha uzun süre kalmaya başladı. 3 Şubat 2002’de Medine’de vefat etti ve Cennetü’l-bakī‘da defnedildi.<br /><br />Edebiyat ve şiire olan eğilimi Ezher’deki öğrencilik döneminde içine girdiği ortamda belirginlik kazanmış, bilhassa aruz ve Türk edebiyatı dersleri aldığı İhsan Efendi ile Victor Hugo, Lamartine gibi Fransız şairlerinden Türkçe’ye çeviriler yapan Mustafa Sabri’nin oğlu İbrahim Sabri’den şiir yazma konusunda teşvik görmüştür. Türk, Arap, Fars ve Fransız edebiyatları hakkında sohbet ve değerlendirmelerin yapıldığı bu ortamdaki insanların Mehmed Âkif’e olan hayranlığı onu da etkilemiş, hatta bir ara Mehmed Âkif gibi şair, Cenab Şahabeddin gibi nâsir olma arzusuna kapılmıştır. İlk şiir denemelerine de orada başlamıştır. Medine’ye döndükten sonra şiirde hocası Mahmud Cevdet (Sezer) Bey olmuş, bu yıllarda Rıza Tevfik’e mektuplar yazarak bazı şiirleri hakkında görüşlerini sormuştur. 1947’de yazdığı bir mektup, o sıralarda Rıza Tevfik’in şiiri ve metafizik meselelerle yakından ilgili olduğunu ortaya koymaktadır (Uçman, sy. 27 [2002], s. 129-137).<br /><br />Ali Ulvi, Ali Kemal Belviranlı’nın 1950’de İstanbul’da çıkarmaya başladığı İslâmın Nûru adlı dergide arka arkaya şiirler yayımlamıştır. Daha çok Mehmed Âkif tarzını sürdüren dinî ve millî muhtevalı bu manzumeler o dönemde geniş okuyucu kesimlerince ilgiyle karşılanmıştır. Uzun yıllar Kahire ve Medine’de yaşamasına rağmen Türk edebiyatı ile yakından ilgilenmesi, farklı şairlerden birçok şiir yanında Safahât’ın tamamını ezberinde tutacak kadar kuvvetli bir hâfızaya sahip olması, şiir zevkinin oluşum yıllarında beraber olduğu son Osmanlı aydınlarından aldığı dil terbiyesi onu ana dilinin tabii yapısı içinde tutmuştur. İslâmî ve millî değerlere bağlı bir gençliğin yetişmesi idealini aile mirası olarak devam ettirmiş, şiiri yanında sohbetleri ve gazetelerde yazdığı yazılarını da böyle bir gaye için vasıta yapmıştır. Ali Ulvi’nin, “Doğmazdı kalbe iman, inmezdi arza Kur’an”; “Derdmendim ya Resûlellah, devâ ol derdime”; “Ey âşık-ı dîdâr, ulu yezdâna gönül ver”; “Bülbüller sazda”; “Mevlâm sana ersem diye”; “Âşık-ı yezdan” gibi bazı şiirleri Sadettin Kaynak, Zeki Altın, Ali Kemal Belviranlı, Fevzi Özçimi ve Tahir Karagöz tarafından bestelenmiştir.<br /><br />Eserleri. 1. Büyük İslâm Şairi Dr. Muhammed İkbal (Ankara 1957). Ebü’l-Hasan en-Nedvî’nin Muhammed İkbal hakkındaki bir konferansından meydana gelen eserinin çevirisidir. 2. Zulmeti Yıkan Nur (Ankara 1958). Ebü’l-Hasan en-Nedvî’nin Mâẕâ ḫasire’l-ʿâlem bi’l-ḥıṭâṭi’l-müslimîn adlı Arapça eserinin “Câhiliyetten İslâmiyet’e” başlıklı ikinci babının tamamı ile üçüncü babının ilk kısmının tercümesidir. 3. Gümüş Tül (İstanbul 1962). Önce Nurdan Sesler (Ankara 1957) adıyla bir araya getirdiği tamamı aruzla yazılmış şiirlerini topladığı eseridir. Daha sonra yeni şiirlerin ilâvesiyle Gümüş Tül ve Alevler adıyla yeni basımları yapılmıştır (5. bs., İstanbul 1996). 4. Asırlar Boyunca Parlayan Nur (İstanbul 1965). Faslı Şeyh İbrâhim b. İdrîs es-Senûsî’nin en-Nûrü’l-lâmiʿ adlı eserinin çevirisi olup Ali Kemal Belviranlı’nın önsözüyle neşredilmiştir. 5. Gecelerin Gündüzü (İstanbul 1990). Yazarın 1987-1990 yılları arasında Zaman gazetesinde çıkan yetmiş kadar yazısı ile bazı gazete ve dergilerdeki dört konuşmasından oluşmaktadır. Eser M. Ertuğrul Düzdağ tarafından yayıma hazırlanmıştır. 6. Medine Notları (İstanbul 1999). Hayrettin Bulut tarafından yayıma hazırlanmıştır.<br /><br />Ali Ulvi’nin 1957’de Atıf Ural’ın teklifiyle Said Nursi için hazırlanan Târihçe-i Hayat adlı kitaba yazdığı önsöz en güzel nesir parçalarından biri kabul edilmiş ve adının duyulmasında bir hayli etkili olmuştur. Sağlığında kendi ağzından derlenen hâtıraları M. Ertuğrul Düzdağ tarafından yayıma hazırlanmaktadır. Ayrıca Abbas Mahmûd el-Akkād’dan çevirip şerhettiği Yirminci Asır Mütefekkirlerinin Hakkı Arayışı adlı yayımlanmamış bir eseri bulunmaktadır.<br /><br />BİBLİYOGRAFYA :<br />Ali Ulvi Kurucu, “Geçmişin Gül Bahçesinde”, Gecelerin Gündüzü, İstanbul 1990, s. 325-435; Beşir Ayvazoğlu, Sîretler ve Sûretler, İstanbul 1999, s. 93-98; Sare Kurucu, Bir Ömürden Sayfalar: Ali Ulvi Kurucu’dan Hatıralar, İstanbul 2002; Ali Ulvi Arıkan, Ali Ulvi Kurucu’nun Ardından, İstanbul 2002, s. 15-16; Mehmet Arslan, “Ali Ulvi Kurucu ile Mülâkat”, Mavera, sy. 111, İstanbul 1986, s. 35-40; Necmettin Turinay, “Âlimin Ölümü, Âlemin Ölümü”, Özgür ve Bilge, sy. 2, İstanbul 2002, s. 34-37; Abdullah Uçman, “Ali Ulvi Kurucu’dan Rıza Tevfik’e Bir Mektup”, Kaşgar, sy. 27, İstanbul 2002, s. 129-137; “Kurucu, Ali Ulvi”, TDEA, VI, 10; “Kurucu, Ali Ulvi”, Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, İstanbul 2001, II, 530.<br /><br />Âlim Kahraman<br />Bu madde ilk olarak 2002 senesinde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 26. cildinde, 457-458 numaralı sayfalarda yer almıştır.<br /><br /></p>
<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html">ŞİİRLER</a></p>
<p style="text-align: justify;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/100-a-ile-baslayanlar/al-ulv-kurucu.html">ALİ ULVİ KURUCU ŞİİRLERİ</a></strong></p>ALİ YÜCE HAYATI ve ESERLERİ2017-03-17T05:20:31+00:002017-03-17T05:20:31+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/5874-ali-yuce-hayati.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p><span style="color: #ff0000;"><strong>ALİ YÜCE HAYATI ve ESERLERİ<img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/ali-yuce.jpg" alt="" width="153" height="130" /></strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">Ali Yüce 1928'de Hatay Yayladağ Hisarcık'ta doğdu. Yoksul, çok çocuklu rençber bir ailenin çocuğu... Atatürk'ün kurtardığı bölgede geç de olsa ilkokulu okuma olanağına kavuştu. Fransız yönetimi medreseleri destekliyordu ve Ali de "molla" olma yolundaydı. Türk yönetimi artık Ankara'dan buyruk alıyordu ve Kemalist eğitim Hatay'da okullar açıyor, cumhuriyet kendi çocuğunu, gencini eğitiyordu. Ali, eğitimi bir misyonerlik gibi algılamış cumhuriyet öğretmenlerinden ders aldı ve onları hiç unutmadı. 1946’da ilkokulu bitirdi.</p>
<p style="text-align: justify;">biz çocuktuk</p>
<p style="text-align: justify;">hoca yanında okurken<br />bir hasır parçasının üstüne<br />besmeleyle diz çökerdik<br />öne arkaya sallanarak<br />duamızı ezberlerdik<br />bizim zamanımızda dünya<br />bir öküzün boynuzunda dururdu<br />boynuzları yoruldukça<br />kımıldadıkça öküz<br />büyük depremler olurdu<br />herkes ölür biz kurtulurduk<br />biz hoca yanında okurken<br />umut yerdik acıkınca<br />susayınca umut içerdik<br />sıkıldıkça bu dünyadan<br />hoca önde biz arkada<br />öte dünyaya pikniğe giderdik</p>
<p style="text-align: justify;">Düziçi Köy Enstitüsü'nü 1951’de bitirdikten sonra Ali Yüce, Hatay'ın köylerinde, beldelerinde 10 yıl öğretmenlik yaparken İngilizce öğrendi. Ankara'da Gazi Eğitim Enstitüsü'nün sınavlarını dışardan vererek İngilizce öğretmeni oldu. 1961'de Antakya Ticaret Lisesi'ne atandı. 1977’de emekliye ayrıldı.</p>
<p style="text-align: justify;">Yüce'nin ilk şiirleri 1956'da Yücel dergisinde yayımlandı. Toplum gerçeklerini etkili bir eğleni anlatımı ve 2.Yeni tekniğiyle veren, gerçekçi anlayışa bağlı kalan ozanın ilk kitabı 1975'te çıktı: Şiirin dili, yapısı, işlevi. Özellikle 70'li yıllarda şaşırtıcı buluşlar ve ince yergi ögeleri, pek değişik imgelerle donanan şiirler yazdı. İlk kitabı Antakya'da verdiği bir konferansın metnidir ve Antakya'da küçük bir "risale" oylumunda basılmıştır. Ozan, burada, şiir anlayışını dile getirmektedir. 1976 Yüce için verimli geçti. Özyaşam öyküsünün (otobiyografik) bir roman gibi anlatıldığı Şeytanistan ve şiir kitabı olan Boyundan utan darağacı o yıl yayımlandı.</p>
<p style="text-align: justify;">“ Ben Şeytanistan’a roman gözüyle bakmıyorum. “Kimlik cüzdanım” diyorum ona. Yalnız biraz uzuncadır, o kadar. Bir imza gününde, okurun biri “Üç yüz yirmi sayfalık kimlik cüzdanı” demişti” (Yanıtlarıyla Söyleşiler. Mustafa Pala. Yaba yay. 131-139 ss. 1993.Ankara).</p><p><span style="color: #ff0000;"><strong>ALİ YÜCE HAYATI ve ESERLERİ<img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/ali-yuce.jpg" alt="" width="153" height="130" /></strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">Ali Yüce 1928'de Hatay Yayladağ Hisarcık'ta doğdu. Yoksul, çok çocuklu rençber bir ailenin çocuğu... Atatürk'ün kurtardığı bölgede geç de olsa ilkokulu okuma olanağına kavuştu. Fransız yönetimi medreseleri destekliyordu ve Ali de "molla" olma yolundaydı. Türk yönetimi artık Ankara'dan buyruk alıyordu ve Kemalist eğitim Hatay'da okullar açıyor, cumhuriyet kendi çocuğunu, gencini eğitiyordu. Ali, eğitimi bir misyonerlik gibi algılamış cumhuriyet öğretmenlerinden ders aldı ve onları hiç unutmadı. 1946’da ilkokulu bitirdi.</p>
<p style="text-align: justify;">biz çocuktuk</p>
<p style="text-align: justify;">hoca yanında okurken<br />bir hasır parçasının üstüne<br />besmeleyle diz çökerdik<br />öne arkaya sallanarak<br />duamızı ezberlerdik<br />bizim zamanımızda dünya<br />bir öküzün boynuzunda dururdu<br />boynuzları yoruldukça<br />kımıldadıkça öküz<br />büyük depremler olurdu<br />herkes ölür biz kurtulurduk<br />biz hoca yanında okurken<br />umut yerdik acıkınca<br />susayınca umut içerdik<br />sıkıldıkça bu dünyadan<br />hoca önde biz arkada<br />öte dünyaya pikniğe giderdik</p>
<p style="text-align: justify;">Düziçi Köy Enstitüsü'nü 1951’de bitirdikten sonra Ali Yüce, Hatay'ın köylerinde, beldelerinde 10 yıl öğretmenlik yaparken İngilizce öğrendi. Ankara'da Gazi Eğitim Enstitüsü'nün sınavlarını dışardan vererek İngilizce öğretmeni oldu. 1961'de Antakya Ticaret Lisesi'ne atandı. 1977’de emekliye ayrıldı.</p>
<p style="text-align: justify;">Yüce'nin ilk şiirleri 1956'da Yücel dergisinde yayımlandı. Toplum gerçeklerini etkili bir eğleni anlatımı ve 2.Yeni tekniğiyle veren, gerçekçi anlayışa bağlı kalan ozanın ilk kitabı 1975'te çıktı: Şiirin dili, yapısı, işlevi. Özellikle 70'li yıllarda şaşırtıcı buluşlar ve ince yergi ögeleri, pek değişik imgelerle donanan şiirler yazdı. İlk kitabı Antakya'da verdiği bir konferansın metnidir ve Antakya'da küçük bir "risale" oylumunda basılmıştır. Ozan, burada, şiir anlayışını dile getirmektedir. 1976 Yüce için verimli geçti. Özyaşam öyküsünün (otobiyografik) bir roman gibi anlatıldığı Şeytanistan ve şiir kitabı olan Boyundan utan darağacı o yıl yayımlandı.</p>
<p style="text-align: justify;">“ Ben Şeytanistan’a roman gözüyle bakmıyorum. “Kimlik cüzdanım” diyorum ona. Yalnız biraz uzuncadır, o kadar. Bir imza gününde, okurun biri “Üç yüz yirmi sayfalık kimlik cüzdanı” demişti” (Yanıtlarıyla Söyleşiler. Mustafa Pala. Yaba yay. 131-139 ss. 1993.Ankara).</p>ARİF AY HAYATI ve ESERLERİ2018-12-04T17:10:57+00:002018-12-04T17:10:57+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/14049-arif-ay-hayati-eserleri.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>ARİF AY HAYATI ve ESERLERİ<a style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px;" href="https://www.liseedebiyat.com/rler/71-arf-ay.html"><span style="font-size: 10pt; line-height: 115%; font-family: 'Verdana','sans-serif';"><span style="color: #000000;"><img class="caption" title="ARİF AY" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/arif_ay.jpg" alt="" width="75" height="80" align="right" border="0" /></span></span></a></strong></span><br /><br />Şair ve yazar. 9 Aralık 1953, Balcı köyü/Bor / Niğde doğumlu. Eyüp Önder, Halis Emre, Musa Deniz takma adlarını da kullandı. İlk ve ortaokulu Ankara’da tamamladı. Bor Şehit Nuri Pamir Lisesi, Ankara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi (1971-74) ile Erzurum Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde (1975-78) bir süre öğrenim gördü. Gazi Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü ve Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden (1988) mezun oldu. Yüksek lisansını Gazi Üniversitesi SBE’de tamamladı. (1974-76). 1974’te Türkiye Çimento ve Toprak Sanayii Genel Müdürlüğünde kütüphane memuru olarak çalıştı. Aynı kurumda eğitim şefliği yaparken 1990’da Başbakanlık Aile Araştırma Kurumuna eğitim müdürü olarak atandı. 1993 yılında Aile Araştırma Kurumundaki görevinden ayrılarak Kırıkkale Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde okutman olarak görev aldı. 1999 yılında emekli olduktan sonra Başkent Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışmalarını sürdürdü.<br /><br />İlk edebiyat zevkini, annesinin söylediği ninniler ve anlattığı masallarla, babasından dinlediği Hz. Ali cenkleri ve kesik baş hikayelerinden alan Arif Ay, lise yıllarında başlayan şiir çalışmalarını Bor’un Sesi, Niğde Hakimiyet gazetelerinde yayımladı. Ardından çalışmalarını 1972’de tanıştığı Nuri Pakdil yönetimindeki Edebiyat dergisinde sürdürdü. 1977-84 arasında bu derginin sahibi ve sorumlusu oldu. Edebiyat’ın kapanmasından sonra şiir ve öyküleri Yedi İklim, İkindi Yazıları, Kırağı, Kaşgar, Ünlem, Hece, Kırklar dergileri ile Yeni Şafak, Sağduyu, Milli Gazete’de çıktı. Hikaye ve denemelerini de bu dergilerde yayımladı.<br /><br /><strong>Şiirleri:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Hıra (1978),</li>
<li style="text-align: justify;">Dosyalar (1980),</li>
<li style="text-align: justify;">Şiirin Kandilleri (1983),</li>
<li style="text-align: justify;">Gökyüzü Saatleri (1986),</li>
<li style="text-align: justify;">İmâ Kitabı (1989)</li>
<li style="text-align: justify;">Bin Yılın Destanı (Bütün şiirleri, 1992),</li>
<li style="text-align: justify;">Yirmi Yaş Şiirleri (1995),</li>
<li style="text-align: justify;">Dokuz Kandil (1997),</li>
<li style="text-align: justify;">Dağlara Götür Beni (2000),</li>
<li style="text-align: justify;">Ateş ve Caz (2001).<br /><br /><strong>Hikâyeleri:</strong></li>
<li style="text-align: justify;">Saat 24’te Saksafon Dersi (1991).<br /><br /><strong>Denemeleri:</strong></li>
<li style="text-align: justify;">Gece Yazıları (1993).<br /><br /><strong>Antolojileri:</strong></li>
<li style="text-align: justify;">Anne Hikâyeleri (1991),</li>
<li style="text-align: justify;">Türk Edebiyatında Anne Şiirleri (2001),</li>
<li style="text-align: justify;">Türk Edebiyatında Çocuklara Şiirler (2001).<br /><br />Kaynak: Türk Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Ansiklopedisi, 2. Cilt, Hasan Latif SARIYÜCE, Nar yayınları, 2012</li>
</ul>
<p> </p>
<p><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/71-a-ile-baslayanlar/arf-ay.html" target="_blank" rel="alternate">ARİF AY ŞİİRLERİ</a></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>ARİF AY HAYATI ve ESERLERİ<a style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px;" href="https://www.liseedebiyat.com/rler/71-arf-ay.html"><span style="font-size: 10pt; line-height: 115%; font-family: 'Verdana','sans-serif';"><span style="color: #000000;"><img class="caption" title="ARİF AY" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/arif_ay.jpg" alt="" width="75" height="80" align="right" border="0" /></span></span></a></strong></span><br /><br />Şair ve yazar. 9 Aralık 1953, Balcı köyü/Bor / Niğde doğumlu. Eyüp Önder, Halis Emre, Musa Deniz takma adlarını da kullandı. İlk ve ortaokulu Ankara’da tamamladı. Bor Şehit Nuri Pamir Lisesi, Ankara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi (1971-74) ile Erzurum Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde (1975-78) bir süre öğrenim gördü. Gazi Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü ve Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden (1988) mezun oldu. Yüksek lisansını Gazi Üniversitesi SBE’de tamamladı. (1974-76). 1974’te Türkiye Çimento ve Toprak Sanayii Genel Müdürlüğünde kütüphane memuru olarak çalıştı. Aynı kurumda eğitim şefliği yaparken 1990’da Başbakanlık Aile Araştırma Kurumuna eğitim müdürü olarak atandı. 1993 yılında Aile Araştırma Kurumundaki görevinden ayrılarak Kırıkkale Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde okutman olarak görev aldı. 1999 yılında emekli olduktan sonra Başkent Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışmalarını sürdürdü.<br /><br />İlk edebiyat zevkini, annesinin söylediği ninniler ve anlattığı masallarla, babasından dinlediği Hz. Ali cenkleri ve kesik baş hikayelerinden alan Arif Ay, lise yıllarında başlayan şiir çalışmalarını Bor’un Sesi, Niğde Hakimiyet gazetelerinde yayımladı. Ardından çalışmalarını 1972’de tanıştığı Nuri Pakdil yönetimindeki Edebiyat dergisinde sürdürdü. 1977-84 arasında bu derginin sahibi ve sorumlusu oldu. Edebiyat’ın kapanmasından sonra şiir ve öyküleri Yedi İklim, İkindi Yazıları, Kırağı, Kaşgar, Ünlem, Hece, Kırklar dergileri ile Yeni Şafak, Sağduyu, Milli Gazete’de çıktı. Hikaye ve denemelerini de bu dergilerde yayımladı.<br /><br /><strong>Şiirleri:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Hıra (1978),</li>
<li style="text-align: justify;">Dosyalar (1980),</li>
<li style="text-align: justify;">Şiirin Kandilleri (1983),</li>
<li style="text-align: justify;">Gökyüzü Saatleri (1986),</li>
<li style="text-align: justify;">İmâ Kitabı (1989)</li>
<li style="text-align: justify;">Bin Yılın Destanı (Bütün şiirleri, 1992),</li>
<li style="text-align: justify;">Yirmi Yaş Şiirleri (1995),</li>
<li style="text-align: justify;">Dokuz Kandil (1997),</li>
<li style="text-align: justify;">Dağlara Götür Beni (2000),</li>
<li style="text-align: justify;">Ateş ve Caz (2001).<br /><br /><strong>Hikâyeleri:</strong></li>
<li style="text-align: justify;">Saat 24’te Saksafon Dersi (1991).<br /><br /><strong>Denemeleri:</strong></li>
<li style="text-align: justify;">Gece Yazıları (1993).<br /><br /><strong>Antolojileri:</strong></li>
<li style="text-align: justify;">Anne Hikâyeleri (1991),</li>
<li style="text-align: justify;">Türk Edebiyatında Anne Şiirleri (2001),</li>
<li style="text-align: justify;">Türk Edebiyatında Çocuklara Şiirler (2001).<br /><br />Kaynak: Türk Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Ansiklopedisi, 2. Cilt, Hasan Latif SARIYÜCE, Nar yayınları, 2012</li>
</ul>
<p> </p>
<p><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/71-a-ile-baslayanlar/arf-ay.html" target="_blank" rel="alternate">ARİF AY ŞİİRLERİ</a></p>ARİF DÜLGER HAYATI ve ESERLERİ2018-12-16T17:20:29+00:002018-12-16T17:20:29+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/14064-arif-dulger-hayati-eserleri.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/794-a-ile-baslayanlar/arif-dulger-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">ARİF DÜLGER</a> HAYATI ve ESERLERİ</strong></span><br /><br />1963 yılında Pınarhisar’da (Kırklareli) doğdu. İlk ve orta öğrenimini müteakip, Siyasal Bilimler Fakültesi’nden mezun oldu (1985).<br /><br />Şiir çalışmaları Aylık Dergi başta olmak üzere Ayane, Kardelen, Kayıtlar, İslâmi Edebiyat, Kırağı, Özülke, Seher, Kalem ve Onur, Edebiyat Ortamı, Düşçınan, Bir Nokta, Ay Vakti, Mor Taka, Anadolu Çınar, Ardıç, Aşkın e-Hali ve Edebiyat Otağı adlı dergilerde yayımlandı.<br /><br /><strong>Eserleri:</strong><br /><br />Şiir Nöbetleri, Geçmiş Zaman Düşleri, Ses Ver Bana, Sözün Ateşi, Bana Aşkı Sun, Sanki Bahar</p>
<p><strong><span style="color: red;">İLGİLİ İÇERİK</span></strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/794-a-ile-baslayanlar/arif-dulger-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">ARİF DÜLGER ŞİİRLERİ</a></p><p><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/794-a-ile-baslayanlar/arif-dulger-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">ARİF DÜLGER</a> HAYATI ve ESERLERİ</strong></span><br /><br />1963 yılında Pınarhisar’da (Kırklareli) doğdu. İlk ve orta öğrenimini müteakip, Siyasal Bilimler Fakültesi’nden mezun oldu (1985).<br /><br />Şiir çalışmaları Aylık Dergi başta olmak üzere Ayane, Kardelen, Kayıtlar, İslâmi Edebiyat, Kırağı, Özülke, Seher, Kalem ve Onur, Edebiyat Ortamı, Düşçınan, Bir Nokta, Ay Vakti, Mor Taka, Anadolu Çınar, Ardıç, Aşkın e-Hali ve Edebiyat Otağı adlı dergilerde yayımlandı.<br /><br /><strong>Eserleri:</strong><br /><br />Şiir Nöbetleri, Geçmiş Zaman Düşleri, Ses Ver Bana, Sözün Ateşi, Bana Aşkı Sun, Sanki Bahar</p>
<p><strong><span style="color: red;">İLGİLİ İÇERİK</span></strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/794-a-ile-baslayanlar/arif-dulger-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">ARİF DÜLGER ŞİİRLERİ</a></p>ARİF NİHAT ASYA HAYATI ve ESERLERİ2012-04-06T17:24:11+00:002012-04-06T17:24:11+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/2074-arf-nhat-asya-1904-1975.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>ARİF NİHAT ASYA HAYATI ve ESERLERİ</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">İngiliz<a title="A. NİHAT ASYA" href="https://www.liseedebiyat.com/rler/99-arf-nhat-asya.html"><img class="pull-right" style="float: right;" title="A. NİHAT ASYA" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/arif_nihat_asya.jpg" alt="" width="72" height="99" /></a>’in hoşuna gitti her işi</p>
<p style="text-align: justify;">Türk’e mermi menzili oldu gemisi</p>
<p style="padding-left: 150px; text-align: justify;">Arif Nihat</p>
<p style="text-align: justify;">Arif Nihat, Türk tarihinin en hareketli en sıkıntılı, yüzyılı aşan bir zamandır devam edegelen “değişme-başkalaşma” çabalarından dolayı en karmaşık ve tabiî, en kritik bir devresinde doğmuş, bu devrenin kendine has şartları içinde yetişmiştir. İmparatorluğun yıkılış acılarına da, Cumhuriyetimizin kuruluş sancılarına da hayatının ilk yirmi-yirmi beş yılı içinde şahit olmuş; bu şahitliğin derin tesirlerine de mâruz kalmıştır.</p>
<p style="text-align: justify;">Şair, özellikle vatana dair şiirlerinde “idealizmi” ve “milli duygu”yu terennüm etmiştir. Aynı zamanda şairin milliyetçiliğinde, Türk bayrağını her yere dikmek isteyen cihangirlik ideali vardır. Şair, “Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor” kitabındaki şiirlerinde; Türk tarihini, kahramanlık duygusunu, cihangirlik fikrini ön plâna çıkarır.</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: center;"><strong>ARİF NİHAT ASYA (1904 – 1975)</strong></p>
<p style="text-align: justify;"><strong>A) HAYATI</strong></p>
<p style="text-align: justify;">Arif Nihat, 7 Şubat 1904’te, Çatalca’nın İnceğiz köyünde dünyaya gelir. Asıl adı Mehmet Arif’tir. Hayatını daha çok kendi mısralarından öğreniriz. Daha bebekken babasını kaybetmiş, hayata akrabalarının himâyesinde başlamış ve oldukça müşkül şartlar içinde büyümüştür. İlk tahsiline mahalle mektebinde başlayan Arif Nihat, daha sonra Gülşen-i Maarif rüşdiyesine devam etmiş, oradan da Bolu Sultanisine parasız yatılı talebe olarak girmiş ve nihayet Kastamoni Sultanîsi’nden mezun olmuştur. Yüksek tahsilini İstanbul Yüksek (Darülmuallimin) muallim mektebinde tamamlamış olan Arif Nihat, ilkin çeşitli yerlerde edebiyat öğretmenliği ve idarecilik yaptı. 1950-1954 yılları arasında Seyhan D.P. milletvekilliği ile parlamentoda bulundu. 1954’ten sonra tekrar edebiyat hocalığına başladı; 1959’da Kıbrıs’a yine edebiyat öğretmenliği ile gitti. Tekrar Ankara Gazi Lisesine döndükten sonra 1962’de emekliye ayrıldı. Yazı hayatına, vefatına kadar devam etti. (1975)</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify;"><strong>B) SANATI</strong></p>
<p style="text-align: justify;">Tek bir şairin gücünü aşacak ölçüde çok renkli, çok biçimli ve sayısız şiirler yazmış olan Arif Nihat, sanatındaki sürekli yenilikler ve yenilenişler bakımından 1940’tan sonraki “Yeni Edebiyat” şairleri arasında incelenebilirdi. Ancak, duyuşları ve temaları bakımından yeni olmakla birlikte Orhan Veli grubundan çok ayrı nitelikler taşıyan Arif Nihat’ın Milli Edebiyatçılar arasında incelenmesi uygun görüldü.</p>
<p style="text-align: justify;">“Arif Nihat, edebiyatımızda memleketçi, milliyetçi şairler arasında yer almış olmakla beraber onun şiire her türlü mevzuu getirdiği görülür, dış çevre, tabiat, göze görünen her şey, onun şiirine mevzuu olmuş, günlük hayatımızla ilgili her şey onun şiirinde yerini bulmuştur.</p>
<p style="text-align: justify;">İç âleme bakan psikolojik şiirler de yazan şairin, eski aşk hikâyelerimizi, Leylâ ve Mecnunları, Ferhad ve Şirinleri de büyük bir zevkle işlediği görülür. O, eski şairlerimize de mevzuları arasında yer vermiş, Sultan Veled, Nesimi, Fuzûli, Şeyh Galip, Nedim gibi şairlerin adları şiirine girmiştir. Hele Mevlânâ için müstakil şiirler yazmıştır. Bütün bu mevzular içinde de dâima milliyetçi ve memleketçi olan şairin şiirlerinde, eski musikimize, ananelerimize –Yahya Kemal- gibi büyük bir nostalji ile bağlandığı görülür”</p>
<p style="text-align: justify;">Meslek hayatında dürüst karakteri ve her yerde cesareti, mertliği, kibarlığı ile tanınan Arif Nihat, tutku derecesindeki yurtseverliği, millî değerlere bağlılığı, zarif nükteleri, hoş görücü, rind mizacı ile de bulunduğu çevrelerde sevilen bir insandı.</p>
<p style="text-align: justify;">Şair, Osmanlı tarihine son derece hayrandır. Onda, İslâm inancı ile Türklük şuuru bütünleşmiştir. Tarihimize ve kültürümüze dair her şeyi büyük bir heyecanla işlemiştir Arif Nihat; sâde milliyetçi değil her şeyi ile millî bir şairdir.</p>
<p style="text-align: justify;">Geniş olarak “milliyetçilik” sözüyle anlatabilecek olan fikirleri 1925’ten bu yana birçok doruklardan geçerek duygu zenginliği, kültür artımı ve yaşama çeşitleri ölçüsünde gelişmiş, daha da olgunlaşmıştır. “Arif Nihat Asya, önceleri romantik bir Turancılık havasında iken Anadolu’yu içinden tanıdıkça onun ruh ve şiir kaynağına yöneldi, eserleri ve sanat görüşü ile Türkçü, milliyetçi, memleketçi, Anadolucu olarak nitelenen şairler arasında yer aldı”. Diğer yandan da Selçuklu – Osmanlı ve Kurtuluş devirleri tarihlerinin ihtişamlı ilhamları, onun koçaklama şiirlerine dayanak olmuştur.</p>
<p style="text-align: justify;">Bayrak, vatanın, millî hâkimiyetinin sembolüdür. Arif Nihat’ta bayrak sevgisi doruktadır. “Türk bayrağının güzelliğini, bir sevdalının tapınıcı duygularıyla anlatan Arif Nihat, çağdaşlarından çoğunun, bütün kutsallığından sayarak sadece yoksul bir kara toprak gibi teşhire kalktıkları vatanın her türlü görünüşlerini, iç ve dış süslerini de ayrı bir hayranlıkla anlatmıştır. Onda bu toprak, belki çoraktır, kuraktır, bakımsız ve yoksuldur ama “vatan”dır.”</p>
<p style="text-align: justify;">“Arif Nihat, Fecr-i Ati’nin hüzünlü şiiriyle “şahi duyuş”u, Mehmet Akif – Mehmet Emin destekli Milli Edebiyat’ın haykıran, tenbih ve tenkit eden şiir ve nesirleriyle de “idealizm”i “millî duygu”yu tanımış ve eserlerinde her ikisini de kullanmıştır.”</p>
<p style="text-align: justify;">“Asya’nın eserleri, ilk anda, ele aldığı konular ve ürün verdiği türler bakımından çok geniş bir alana yayılmış olduğu izlenimini verir. İşlediği konuların (insan, tarih, yurt, tabiat, aşk, siyaset, sanat, polemik, mizah) ve nesirlerin (günlük fıkra, vecize, deneme, mensur şiir) mihrak noktasını yine şiirli bir yaklaşım ve şairane ifade teşkil eder. Yahya Kemal’deki geçmiş özlemini ve tarihî mirası yüceltme duygusunu, Asya, biçim bakımından Cumhuriyet şiirine daha yakın, ama muhteva olarak Yahya Kemal’dekinden biraz daha sarsılmış ve yaralar almış bir anlayışla tekrar ifadelendirmiştir.”</p>
<p style="text-align: justify;">Arif Nihat, “toplum için sanat” anlayışını benimser. Politikaya da bulaşan şair, sanatını hiçbir zaman bir ideolojinin emrine vermemiştir.</p>
<p style="text-align: justify;">Tüm bunların dışında Arif Nihat’ı yazmaya sevkeden hususlar arasında “aşk, cezbe, ıstırap, hasret” vardır. Basma-kalıp olarak nitelendirebileceğimiz bu fikir ve duyguları, daima taze hayallerle ve sanatkârane bir ifadeyle kullanmasını bilmiştir.</p>
<p style="text-align: justify;">Arif Nihat, Türkçe’nin sesine hâkim, âhenkli ve doyurucu hususiyetleriyle tesirli olmuş ve geniş bir okuyucu kitlesi tarafından sevilmiştir. Mehmet Kaplan da, şâirin ahenge büyük ehemmiyet verdiğini; şiirlerini kalabalık karşısında yüksek sesle okunacak tarzda kaleme aldığı için, ses ve kelime tekrarlarına sık sık başvurduğunu söyler; şiir ve hitabet sanatlarında dil musikisinin mânâ kadar değer arz ettiğine dikkat çeker. Bunun yanında “Arif Nihat Asya, Türk şiirinde önemli atılımlar yapamamış, çığır açıcı yenilikler getirememiş, ama buna karşılık, millî kültür ve medeniyetimizin savunulmasını, kendi neslinin şartları ve imkânları ölçüsünde, şiirine ve nesrine görev bilmiş bir sanat adamıdır”.</p>
<p style="text-align: justify;"><strong>C) ESERLERİ</strong></p>
<p style="padding-left: 30px; text-align: justify;"><strong>ŞİİRLERİ:</strong></p>
<ol style="text-align: justify;">
<li>Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor (1945),</li>
<li>Rübâiyyat-ı Ârif (1956),</li>
<li>Kubbe-i Harda (1956),</li>
<li>Kökler ve Dallar (1964),</li>
<li>Kıbrıs Rubaileri (1964),</li>
<li>Nisan (Rubailer 1964),</li>
<li>Emzikler (1964),</li>
<li>Dualar ve Âminler (1967),</li>
<li>Kova Burcu (Rubailer 1964),</li>
<li>Yürek (1968),</li>
<li>Avrupa’dan Rubâiler (1969),</li>
<li>Köprü (Kanadlar ve Gagaların yeni baskısı ile birlikte 1969),</li>
<li>Aynalarda Kalan (1969),</li>
<li>Dîvançe-i Ârif (1970),</li>
<li>Şiirler (Ahmet Kabaklı’nın önsözüyle şiirlerinden seçmeler 1971),</li>
<li>Basamaklar (1971).</li>
</ol>
<p style="padding-left: 30px; text-align: justify;"><strong>MENSUR ŞİİRLER:</strong></p>
<ol style="text-align: justify;">
<li>Heykeltıraş (1924),</li>
<li>Yastığımın Rüyası (1930),</li>
<li>Âyetler (1936).</li>
</ol>
<p style="padding-left: 30px; text-align: justify;"><strong>NESRİLER:</strong></p>
<ol>
<li style="text-align: justify;">Kanadlar ve Gagalar (Vecizeler, 1945),</li>
<li style="text-align: justify;">Enikli Kapı (1964),</li>
<li style="text-align: justify;">Terazi Kendini Tartmaz (1967),</li>
<li style="text-align: justify;">Tehdit Mektupları (1967),</li>
<li style="text-align: justify;">Onlar Bu Dilden Anlar (1970),</li>
<li style="text-align: justify;">Top Sesleri (1975),</li>
<li style="text-align: justify;">Aramak ve Söyleyememek (1976),</li>
<li style="text-align: justify;">Kanatlarını Arayanlar (1976)</li>
</ol><p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>ARİF NİHAT ASYA HAYATI ve ESERLERİ</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">İngiliz<a title="A. NİHAT ASYA" href="https://www.liseedebiyat.com/rler/99-arf-nhat-asya.html"><img class="pull-right" style="float: right;" title="A. NİHAT ASYA" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/arif_nihat_asya.jpg" alt="" width="72" height="99" /></a>’in hoşuna gitti her işi</p>
<p style="text-align: justify;">Türk’e mermi menzili oldu gemisi</p>
<p style="padding-left: 150px; text-align: justify;">Arif Nihat</p>
<p style="text-align: justify;">Arif Nihat, Türk tarihinin en hareketli en sıkıntılı, yüzyılı aşan bir zamandır devam edegelen “değişme-başkalaşma” çabalarından dolayı en karmaşık ve tabiî, en kritik bir devresinde doğmuş, bu devrenin kendine has şartları içinde yetişmiştir. İmparatorluğun yıkılış acılarına da, Cumhuriyetimizin kuruluş sancılarına da hayatının ilk yirmi-yirmi beş yılı içinde şahit olmuş; bu şahitliğin derin tesirlerine de mâruz kalmıştır.</p>
<p style="text-align: justify;">Şair, özellikle vatana dair şiirlerinde “idealizmi” ve “milli duygu”yu terennüm etmiştir. Aynı zamanda şairin milliyetçiliğinde, Türk bayrağını her yere dikmek isteyen cihangirlik ideali vardır. Şair, “Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor” kitabındaki şiirlerinde; Türk tarihini, kahramanlık duygusunu, cihangirlik fikrini ön plâna çıkarır.</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: center;"><strong>ARİF NİHAT ASYA (1904 – 1975)</strong></p>
<p style="text-align: justify;"><strong>A) HAYATI</strong></p>
<p style="text-align: justify;">Arif Nihat, 7 Şubat 1904’te, Çatalca’nın İnceğiz köyünde dünyaya gelir. Asıl adı Mehmet Arif’tir. Hayatını daha çok kendi mısralarından öğreniriz. Daha bebekken babasını kaybetmiş, hayata akrabalarının himâyesinde başlamış ve oldukça müşkül şartlar içinde büyümüştür. İlk tahsiline mahalle mektebinde başlayan Arif Nihat, daha sonra Gülşen-i Maarif rüşdiyesine devam etmiş, oradan da Bolu Sultanisine parasız yatılı talebe olarak girmiş ve nihayet Kastamoni Sultanîsi’nden mezun olmuştur. Yüksek tahsilini İstanbul Yüksek (Darülmuallimin) muallim mektebinde tamamlamış olan Arif Nihat, ilkin çeşitli yerlerde edebiyat öğretmenliği ve idarecilik yaptı. 1950-1954 yılları arasında Seyhan D.P. milletvekilliği ile parlamentoda bulundu. 1954’ten sonra tekrar edebiyat hocalığına başladı; 1959’da Kıbrıs’a yine edebiyat öğretmenliği ile gitti. Tekrar Ankara Gazi Lisesine döndükten sonra 1962’de emekliye ayrıldı. Yazı hayatına, vefatına kadar devam etti. (1975)</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify;"><strong>B) SANATI</strong></p>
<p style="text-align: justify;">Tek bir şairin gücünü aşacak ölçüde çok renkli, çok biçimli ve sayısız şiirler yazmış olan Arif Nihat, sanatındaki sürekli yenilikler ve yenilenişler bakımından 1940’tan sonraki “Yeni Edebiyat” şairleri arasında incelenebilirdi. Ancak, duyuşları ve temaları bakımından yeni olmakla birlikte Orhan Veli grubundan çok ayrı nitelikler taşıyan Arif Nihat’ın Milli Edebiyatçılar arasında incelenmesi uygun görüldü.</p>
<p style="text-align: justify;">“Arif Nihat, edebiyatımızda memleketçi, milliyetçi şairler arasında yer almış olmakla beraber onun şiire her türlü mevzuu getirdiği görülür, dış çevre, tabiat, göze görünen her şey, onun şiirine mevzuu olmuş, günlük hayatımızla ilgili her şey onun şiirinde yerini bulmuştur.</p>
<p style="text-align: justify;">İç âleme bakan psikolojik şiirler de yazan şairin, eski aşk hikâyelerimizi, Leylâ ve Mecnunları, Ferhad ve Şirinleri de büyük bir zevkle işlediği görülür. O, eski şairlerimize de mevzuları arasında yer vermiş, Sultan Veled, Nesimi, Fuzûli, Şeyh Galip, Nedim gibi şairlerin adları şiirine girmiştir. Hele Mevlânâ için müstakil şiirler yazmıştır. Bütün bu mevzular içinde de dâima milliyetçi ve memleketçi olan şairin şiirlerinde, eski musikimize, ananelerimize –Yahya Kemal- gibi büyük bir nostalji ile bağlandığı görülür”</p>
<p style="text-align: justify;">Meslek hayatında dürüst karakteri ve her yerde cesareti, mertliği, kibarlığı ile tanınan Arif Nihat, tutku derecesindeki yurtseverliği, millî değerlere bağlılığı, zarif nükteleri, hoş görücü, rind mizacı ile de bulunduğu çevrelerde sevilen bir insandı.</p>
<p style="text-align: justify;">Şair, Osmanlı tarihine son derece hayrandır. Onda, İslâm inancı ile Türklük şuuru bütünleşmiştir. Tarihimize ve kültürümüze dair her şeyi büyük bir heyecanla işlemiştir Arif Nihat; sâde milliyetçi değil her şeyi ile millî bir şairdir.</p>
<p style="text-align: justify;">Geniş olarak “milliyetçilik” sözüyle anlatabilecek olan fikirleri 1925’ten bu yana birçok doruklardan geçerek duygu zenginliği, kültür artımı ve yaşama çeşitleri ölçüsünde gelişmiş, daha da olgunlaşmıştır. “Arif Nihat Asya, önceleri romantik bir Turancılık havasında iken Anadolu’yu içinden tanıdıkça onun ruh ve şiir kaynağına yöneldi, eserleri ve sanat görüşü ile Türkçü, milliyetçi, memleketçi, Anadolucu olarak nitelenen şairler arasında yer aldı”. Diğer yandan da Selçuklu – Osmanlı ve Kurtuluş devirleri tarihlerinin ihtişamlı ilhamları, onun koçaklama şiirlerine dayanak olmuştur.</p>
<p style="text-align: justify;">Bayrak, vatanın, millî hâkimiyetinin sembolüdür. Arif Nihat’ta bayrak sevgisi doruktadır. “Türk bayrağının güzelliğini, bir sevdalının tapınıcı duygularıyla anlatan Arif Nihat, çağdaşlarından çoğunun, bütün kutsallığından sayarak sadece yoksul bir kara toprak gibi teşhire kalktıkları vatanın her türlü görünüşlerini, iç ve dış süslerini de ayrı bir hayranlıkla anlatmıştır. Onda bu toprak, belki çoraktır, kuraktır, bakımsız ve yoksuldur ama “vatan”dır.”</p>
<p style="text-align: justify;">“Arif Nihat, Fecr-i Ati’nin hüzünlü şiiriyle “şahi duyuş”u, Mehmet Akif – Mehmet Emin destekli Milli Edebiyat’ın haykıran, tenbih ve tenkit eden şiir ve nesirleriyle de “idealizm”i “millî duygu”yu tanımış ve eserlerinde her ikisini de kullanmıştır.”</p>
<p style="text-align: justify;">“Asya’nın eserleri, ilk anda, ele aldığı konular ve ürün verdiği türler bakımından çok geniş bir alana yayılmış olduğu izlenimini verir. İşlediği konuların (insan, tarih, yurt, tabiat, aşk, siyaset, sanat, polemik, mizah) ve nesirlerin (günlük fıkra, vecize, deneme, mensur şiir) mihrak noktasını yine şiirli bir yaklaşım ve şairane ifade teşkil eder. Yahya Kemal’deki geçmiş özlemini ve tarihî mirası yüceltme duygusunu, Asya, biçim bakımından Cumhuriyet şiirine daha yakın, ama muhteva olarak Yahya Kemal’dekinden biraz daha sarsılmış ve yaralar almış bir anlayışla tekrar ifadelendirmiştir.”</p>
<p style="text-align: justify;">Arif Nihat, “toplum için sanat” anlayışını benimser. Politikaya da bulaşan şair, sanatını hiçbir zaman bir ideolojinin emrine vermemiştir.</p>
<p style="text-align: justify;">Tüm bunların dışında Arif Nihat’ı yazmaya sevkeden hususlar arasında “aşk, cezbe, ıstırap, hasret” vardır. Basma-kalıp olarak nitelendirebileceğimiz bu fikir ve duyguları, daima taze hayallerle ve sanatkârane bir ifadeyle kullanmasını bilmiştir.</p>
<p style="text-align: justify;">Arif Nihat, Türkçe’nin sesine hâkim, âhenkli ve doyurucu hususiyetleriyle tesirli olmuş ve geniş bir okuyucu kitlesi tarafından sevilmiştir. Mehmet Kaplan da, şâirin ahenge büyük ehemmiyet verdiğini; şiirlerini kalabalık karşısında yüksek sesle okunacak tarzda kaleme aldığı için, ses ve kelime tekrarlarına sık sık başvurduğunu söyler; şiir ve hitabet sanatlarında dil musikisinin mânâ kadar değer arz ettiğine dikkat çeker. Bunun yanında “Arif Nihat Asya, Türk şiirinde önemli atılımlar yapamamış, çığır açıcı yenilikler getirememiş, ama buna karşılık, millî kültür ve medeniyetimizin savunulmasını, kendi neslinin şartları ve imkânları ölçüsünde, şiirine ve nesrine görev bilmiş bir sanat adamıdır”.</p>
<p style="text-align: justify;"><strong>C) ESERLERİ</strong></p>
<p style="padding-left: 30px; text-align: justify;"><strong>ŞİİRLERİ:</strong></p>
<ol style="text-align: justify;">
<li>Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor (1945),</li>
<li>Rübâiyyat-ı Ârif (1956),</li>
<li>Kubbe-i Harda (1956),</li>
<li>Kökler ve Dallar (1964),</li>
<li>Kıbrıs Rubaileri (1964),</li>
<li>Nisan (Rubailer 1964),</li>
<li>Emzikler (1964),</li>
<li>Dualar ve Âminler (1967),</li>
<li>Kova Burcu (Rubailer 1964),</li>
<li>Yürek (1968),</li>
<li>Avrupa’dan Rubâiler (1969),</li>
<li>Köprü (Kanadlar ve Gagaların yeni baskısı ile birlikte 1969),</li>
<li>Aynalarda Kalan (1969),</li>
<li>Dîvançe-i Ârif (1970),</li>
<li>Şiirler (Ahmet Kabaklı’nın önsözüyle şiirlerinden seçmeler 1971),</li>
<li>Basamaklar (1971).</li>
</ol>
<p style="padding-left: 30px; text-align: justify;"><strong>MENSUR ŞİİRLER:</strong></p>
<ol style="text-align: justify;">
<li>Heykeltıraş (1924),</li>
<li>Yastığımın Rüyası (1930),</li>
<li>Âyetler (1936).</li>
</ol>
<p style="padding-left: 30px; text-align: justify;"><strong>NESRİLER:</strong></p>
<ol>
<li style="text-align: justify;">Kanadlar ve Gagalar (Vecizeler, 1945),</li>
<li style="text-align: justify;">Enikli Kapı (1964),</li>
<li style="text-align: justify;">Terazi Kendini Tartmaz (1967),</li>
<li style="text-align: justify;">Tehdit Mektupları (1967),</li>
<li style="text-align: justify;">Onlar Bu Dilden Anlar (1970),</li>
<li style="text-align: justify;">Top Sesleri (1975),</li>
<li style="text-align: justify;">Aramak ve Söyleyememek (1976),</li>
<li style="text-align: justify;">Kanatlarını Arayanlar (1976)</li>
</ol>ASAF HALET ÇELEBİ HAYATI ve ESERLERİ2015-02-22T11:20:08+00:002015-02-22T11:20:08+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/3216-asaf-halet-celeb-88141554.htmlMAGmagoksu37@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><strong></strong><span style="color: #ff0000;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/294-a-ile-baslayanlar/asaf-halet-celebi.html" target="_blank" rel="alternate">ASAF HALET ÇELEBİ HAYATI ve ESERLERİ</a><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/294-a-ile-baslayanlar/asaf-halet-celebi.html" target="_blank" rel="alternate"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/asaf_halet%20celebi.jpg" width="113" height="149" /></a></strong></span></p>
<p style="text-align: justify;"><em><strong>(1907-1958) Cumhuriyet devri şair ve yazarı.</strong></em><br /><br />27 Aralık 1907'de İstanbul'da Cihangir'de doğdu. Babası eski Dâhiliye Nezâreti Şifre Kalemi müdürü Mehmed Said Halet Bey'dir. Küçük yaşta özel hocaların yanında başladığı öğrenimini Galatasaray Sultânîsi'nde tamamladı. Dinî ve özellikle tasavvufi edebiyatla da yakından ilgilenen babasından Fransızca ve Farsça, son Üsküdar Mevlevîhânesi şeyhi Ahmed Remzi Dede (Akyürek) ile yine son devrin tanınmış musikişinaslarından olan Rauf Yekta Bey'den uzun yıllar mûsiki ve nota dersleri aldı. Yüksek tahsil yapmak üzere bir ara Fransa'ya gitti. Geri dönünce üç ay kadar Sanâyi-i Nefise Mektebi'ne devam etti, daha sonra Adliye Meslek Mektebi'ni bitirerek Üsküdar Asliye Ceza Mahkemesi'ne zabıt kâtibi oldu. Bir müddet Osmanlı Bankası ile Devlet Denizyolları İdaresi'nde çalıştı. Uzun süre İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Kitaplığı'nda kütüphane memurluğu yaptı. 1946 seçimlerinde İstanbul'dan bağımsız milletvekili adayı olduysa da seçimi kazanamadı. 15 Ekim 1958'de öldü, kabri Beylerbeyi'nde Küplüce Mezarlığı'ndadır.<br /><br />Oldukça kültürlü ve edebî zevk sahibi bir aile muhiti içinde yetişen Âsaf Halet üzerinde bu çevrede başta babası olmak üzere Ahmed Remzi Dede ile Rauf Yekta Bey'in önemli tesirleri vardır. On sekiz yaşlarına kadar aruz vezniyle klasik divan şiiri tarzında rubâî ve gazeller yazmış, ancak bu şiirlerle o günkü edebiyat anlayışında bir yenilik yapılamayacağını anlayarak bir süre sonra bundan vazgeçmiştir. Uzun süren bir arayış devresinden sonra ilk defa 1939 yılından itibaren yayımladığı ve kapalı garip ifadesiyle devrin şiir okuyucusunu yadırgatan yeni şiirleriyle edebiyat çevrelerinin dikkatini çekmiştir. Kendine has değişik bir mistisizmin de hâkim olduğu bu yeni şiirlerinde divan şiiri estetiğiyle yer yer Fransız "letrisf'lerinin harflerin ses çağrışımlarına dayanan şiir anlayışını birleştirdiği görülmektedir. 1940’tan sonraki Türk şiirine daha çok ses yankılanmaları yoluyla, İslâm tasavvufu ile eski Doğu din ve kültürlerinden aldığı yeni tem ve motiflerle değişik bir söyleyiş getiren Âsaf Hâlet'in şiirlerinin arkasında büyük bir kültür birikimi bulunduğu ve bu şiirlerin tadına varılabilmesi için mutlaka bu kültürlerden haberdar olmak gerektiği anlaşılmaktadır.<br /> <br />1942’de yayımlanan He adındaki ilk şiir kitabında bir araya getirdiği şiirleri arasında özellikle "Cüneyd", "He", "İbrahim", "Mısr-ı Kadîm", "Nûrusiyah", "Mâra", "Ayna", "Semâ-ı Mevlâna", "Nirvana" ve "Sidharta" gibi şiirlerde başta İslâm tasavvufu olmak üzere Hint ve diğer Doğu kültür, din ve medeniyetleriyle tarihinin izlerini taşıyan oldukça değişik ifade ve söyleyiş biçimleri yer almaktadır.<br /> <br />Bir hayal ve duygu şairi olmaktan çok bir sezgi ve kültür şairi olan ve şiiri, "kelimelerin bir araya gelmesinden hâsıl olan büyük bir kelime" şeklinde tarif eden Âsaf Halet, şiirin de hayatta olduğu gibi "müşahhas malzeme ile mücerret bir âlem yaratacağı" ve "kâinatın anlaşılmaz sırlarını açıklamada önemli bir yeri olduğu" görüşündedir. Şiirlerinin birçoğunda çağdaşı şairlerden farklı olarak yaşadığı devrin aktüel sayılabilecek konuları veya temayülleri yerine daha çok geçmişe dönük uhrevî ve mistik denebilecek bir yoğunluk hâkimdir.<br /> <br />Şiirlerini Ses (1939), Hamle (1940), Gün (1941), Yeditepe (1950), İstanbul (1954-1956) ve Türk Sanatı (1958) gibi dergilerde yayımlayan Âsaf Halet, şiirlerinde-ki mistik temayülleri anlattığı ve ruh anlarının şiire nasıl hâkim olduğunu belirttiği "Benim Gözümle Şiir Dâvası" [İstanbul, nr. 9-14, Temmuz-Aralık, 1954) adlı bir seri makalede ise bütün ayrıntılarıyla poetikasını dile getirmiştir. Burada saf ve mücerret bir şiir anlayışından yana olduğunu açıklayan Âsaf Hâlet'e göre, "Şiir denilen kelime arabeski, bize tıpkı hayatta olduğu gibi müşahhas malzeme ile mücerret bir âlem yaratır". Bu yüzden o, "Şairin asıl sanatı ruh anlarını ifade etmekteki kabiliyetidir" der ve bunu gerçekleştirmek için de kendisinin "bazı sadâ arabesklerini mânalarından tecrit ederek teşhir" ettiği gibi "güzel hayvanlar'a benzettiği değişik kültürlere ait sözlerle birlikte bir nevi mücerret şiir kabul ettiği tekerlemelere de şiirlerinde yer verir. Böylece sanatta hiçbir zaman eskimeyen şeyi yakalayan şair, her zaman yeni kalabilecek orijinal bir şiir dünyası kurmayı başarır. Onun şiiri bütün kültürlerden ve sanat anlayışlarından faydalanan, fakat şiir dışı unsurlara iltifat etmeyecek kadar kendine yeten bir şahsiyetin şiiridir. Divan ve halk edebiyatları. Doğu ve Batı şiirleri, masallar, folklor ve Hint mistisizmi, eski Mısır ve Asur kültürleri, Cihangir'de geçen çocukluk ve bütün bir İstanbul hayatı onun şiirinde bir araya gelir. Şiir dışında divan edebiyatı, Fars edebiyatı, Hint ve Uzakdoğu kültür ve edebiyatları, tasavvuf ve Türk mûsikisi, Hint mistisizmi ve Budist felsefeyle de meşgul olan Âsaf Halefin Ağaç, Büyük Doğu, İstanbul ve Türk Yurdu gibi bazı dergilerde kalan çeşitli makalelerinden başka kitap halinde yayımlanan eserlerinin sayısı şiir kitaplarıyla birlikte on beşi bulmaktadır.<br /><br /><strong>Eserleri. </strong><br /><br /><strong>Şiir Kitapları.</strong> <br /><strong>1. He</strong> (İstanbul 1942). Bu ilk şiir kitabında hemen hepsi o devrin şiir anlayışından oldukça farklı kırk beş şiirle kitabın sonunda "Hırsız", "Trilobit" ve "Cüneyd" adlı şiirlerin Fransızca tercümeleri yer almaktadır. <br /><strong>2. Lâmelif</strong> (İstanbul 1945). İlkiyle aynı çizgideki bu ikinci şiir kitabında ise sadece on şiir bulunmaktadır. <br /><strong>3. Om Mani Padme Hum</strong> (İstanbul 1953, 1983). Kitabın sonundaki bir notta, "Mevcudu kalmayan He ve Lâmelif kitaplarındaki şiirler bu kitaba alınmıştır" denmekle beraber buraya He'den "Arif Dino'ya Kaside", "Bedri Rahmi", "Tevrat Şiiri" ve "Çemenlerde"; Lâmelif'ten de "Lâmelif" ve "Radyo" adlı şiirlerin dışındaki diğer şiirler alınmıştır. Burada ayrıca ilk tapta bulunmayan sekiz şiir daha bul maktadır. Semih Güngör'ün hazırlamış olduğu kitapta ise (Âsaf Halet Çelebi İstanbul 1985) bunların dışında şairin çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanan, kuz şiiri yer almaktadır.<br /> <br /><strong>Diğer Eserleri.</strong><br /> <br /><strong>1. Mevlâna'nın Rubaileri</strong> (İstanbul 1939), Mevlana’nın rubailerinden yapılan bir seçmedir. Rubâiler bu eserde mensur olarak Türkçe ve Fransızcaya tercüme edilmiştir,<br /> <br /><strong>2.Hz. Mevlana'nın Hayatı-Şahsiyeti</strong> (İstanbul 1940). Mutasavvıf ve şair Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin içinde yetiştiği kültür çevresini, hayatını, tasavvufî ve edebî şahsiyetiyle eserlerini ana hatlarıyla tanıtan el kitabı mahiyetinde bir çalışmadır. Ayrıca Mevlânâ'nın Fransızca ve İngilizceye çevrilen eserlerinden örnekler verilmekte, kitabın sonunda da bir indeks yer almaktadır.<br /><strong> </strong><br /><strong>3. Molla Cami</strong> (İstanbul 1940) İranlı mutasavvıf şair Molla Câmi'nin hayatı ile edebî ve tasavvufî şahsiyeti üzerine yapılmış bir incelemedir.<br /> <br /><strong>4. Konuşulan</strong> Fransızca (İstanbul 1942, 1956). Kitabın kapağında, konuşulmakta olan Fransızcada kullanılan bütün tabir ve atasözlerini içine alan bu eserin konuşma ve tercümedeki bazı güçlükleri halledecek mahiyette yardımcı bir ders kitabı olduğu belirtilmektedir.<br /><strong> </strong><br /><strong>5. Eşrefoğlu Divanı</strong> (İstanbul I944). XV. yüzyılın önde gelen Türk mutasavvıf şairlerinden biri olan ve tasavvufun daha ziyade halk arasında yayılmasında tesirlerini yakın zamana kadar sürdüren Eşrefoğlu Rûmî hakkında geniş bir inceleme ile divanından seçilmiş hece ve aruz vezniyle şiirlerden meydana gelmektedir. Eserde ayrıca zengin bir bibliyografya da yer alır. Divan'dan seçilen şiirlerden sonra kitabın son kısmında eserde geçen dinî-tasavvufî mahiyette bazı kelimelerle terimlerin açıklaması yapılır.<br /> <br /><strong>6. Seçme Rubailer</strong> (İstanbul 1945). Eserde, rubâi türü hakkında bir incelemeden sonra değişik konularda Ömer Hayyâm. Mevlânâ, Hâfız-ı Şîrâzî, Molla Câmî, Hucendî. Sultan Veled, Ebû Said ve Ubeyd-i Zâkânî gibi şairlerden seçilmiş 252 rubaînin mensur tercümesi yer alır. Kitabın sonunda ayrıca rubaileri tercüme edilen şairlerin kısa biyografileri verilmiştir.<br /> <br /><strong>7. Pali Metinlerine Göre:</strong> G<strong>otama Buddha</strong> (İstanbul 1946). Eser iki ana bölümden meydana gelmektedir. Yazarın kendi kaleminden çıkan "Buddha ve Budizm hakkında Deneme" adlı ilk bölüm, Türkçede konuyla ilgili en geniş incelemelerden biridir. İkinci bölüm ise "Pali Şeriatine Göre: Buddha'ya Dair Metinler" başlığını taşımakta ve Budistler'in kutsal kitaplarından çevrilen çok sayıda metni ihtiva etmektedir. Ayrıca kitabın sonunda geniş bir bibliyografya ile indeks bulunmaktadır.<br /> <br /><strong>8. Les Roubaiat de Mevlânâ d'Jelaleddin Roumi</strong> (Paris 1950). Mevlânâ'nın sadece Türkiye'de değil Batı dünyasında da tanınması için Fransızcaya çevirmiş olduğu bir kısım rubailerinden meydana gelmektedir.<br /> <br /><strong>9. Divan Şiirinde İstanbu</strong>l (İstanbul 1953). Kısa bir önsözden sonra, şiirlerinde Avnî mahlasını kullanan Fâtih Sultan Mehmed'den başlayarak XIX. yüzyılın sonlarında yaşamış Münif Paşa'ya kadar seksen beş kadar divan şairinin doğrudan doğruya İstanbul'la ilgili kaside, gazel, şarkı, kıta, mesnevi vb. türlerdeki şiirlerin bir araya getirilmesinden oluşan bir antolojidir. Kitabın sonunda geniş bir lügatçe ile şiirlerin seçildiği kaynaklardan oluşan bir bibliyografya ve indeks yer almaktadır.<br /> <br /><strong>10. Naima (</strong>İstanbul 1953). Osmanlı vak'anüvisi Naîmâ'nın hayatı ve Ravzatü'l-Hüseyin adlı meşhur tarihinin kısaca tanıtıldığı bir giriş bölümünden sonra kitaptan seçilmiş altı parçaya yer verilmiştir.<br /> <br /><strong>11. Ömer Hayyam</strong> (İstanbul 1954) Kitabın başında dünya edebiyatında rubaileriyle tanınan Ömer Hayyâm'ın hayatı ve edebî kişiliği hakkında yazılan bir inceleme yer alır. Yazar burada önce rubâî nazım türünü tanıttıktan sonra bu türün tanınmış şairlerini zikreder. Daha sonra ana hatlarıyla Hayyâm'ın hayatını ve rubailerini ele alarak Hayyâm hakkında araştırmalar yapan yerli ve yabancı yazarlardan bahseder. Bu kısımdan sonra da Hayyâm'ın 400 kadar rubaisinin mensur tercümesi yer alır.<br /> <br /><strong>12. Mevlâna ve Mevlevîlik (</strong>İstanbul 1957). Daha önce yayımlanan Mevlâna ile ilgili çalışmasının yeni araştırma ve neşirler ışığında oldukça genişletilmiş bir şekli olan bu eserde iki ana bölüm halinde Mevlânâ'nın hayatı, şahsiyeti ve eserleri incelendikten sonra zengin dip notu ve açıklamalarla Mevlânâ'nın eserlerinden seçme parçalar yer alır. Eserin ikinci bölümünde ise âdet, erkân ve gelenekleri içinde Mevlevi tarikatı anlatılmaktadır. Kitabın sonunda Mevlânâ ve Mevlevîlik'le ilgili zengin bir bibliyografya yer alır. Eser bu konudaki çalışmaların en muteberlerinden biridir.<br /> <br /><strong>13. Harikulade Masal</strong> (Alfred Rizzo'dan tercüme, İstanbul, ts.). Âsaf Halet Mustafa Baydar'la yaptığı konuşmada bu kitaptan "son ilim cereyanlarının kâinat hakkındaki donneleri" diye bahsetmektedir. Bazı fotoğrafların da yer aldığı eserde ana hatlarıyla kâinatın oluşumu, güneş, güneş sistemi, dünya, yer kürenin tarihi, yeryüzünde hayat, insan ve insan ırkları ile yeryüzündeki diller üzerinde durulmaktadır.<br /> <br /><br /><strong>BİBLİYOGRAFYA:</strong><br /> <br /><br />İbnülemin. Son Asır Türk Şairleri, I, 52-53; Mustafa Baydar. Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar, İstanbul 1960, s. 64-67; Mehmet kaplan. Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, İstanbul 1973, s. 165-174; a.mlf., "Om Mani Padme Hum", Edebiyatımızın İçinden, İstanbul 1978, s. 167-170; Tahir Alangu. 100 Ünlü Türk Eseri, İstanbul 1974, s. 1415-1420; Haldun Taner. Ölürse Ten Ölür, Canlar Ötesi Değil, İstanbul 1983, s. 40-46; Semih Güngör. Âsaf Halet Çelebi, İstanbul 1985; Hilmi Yavuz. "Asaf Halet Çelebinin Semâ'ı Mevlânâ Şiirini Yeniden Okuma Denemesi", Yazın Üzerine, İstanbul 1987, s. 101 -105; Mustafa Miyasoğlu. "Çelebi Âsaf Halet", TDEA, II, 126-127; Ahmet İnam. "Şiirimizde Mistik Yönelimler", Yeni Dergi, sy. 111, Aralık 1973, s. 21-35; Şiir Atı ("Âsaf Halet Çelebi Yaprakları" adıyla özel bölüm), sy. 2, İstanbul 1986, s. 22-80. <br /> <br /><br />ABDULLAH UÇMAN, DİA</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/294-a-ile-baslayanlar/asaf-halet-celebi.html" target="_blank" rel="alternate">ASAF HALET ÇELEBİ ŞİİRLERİ</a></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/dvan-edebyati/156-siirler-divan.html" target="_blank" rel="alternate">DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/halk-edebyati/72-halk-edebiyati-siirler.html" target="_blank" rel="alternate">HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=912&catid=33&Itemid=3">ASAF HALET ÇELEBİ KİMDİR?</a></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=757&catid=37&Itemid=3">BİYOGRAFİ ÖRNEĞİ-ASAF HALET ÇELEBİ</a></strong></span></p><p style="text-align: justify;"><strong></strong><span style="color: #ff0000;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/294-a-ile-baslayanlar/asaf-halet-celebi.html" target="_blank" rel="alternate">ASAF HALET ÇELEBİ HAYATI ve ESERLERİ</a><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/294-a-ile-baslayanlar/asaf-halet-celebi.html" target="_blank" rel="alternate"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/asaf_halet%20celebi.jpg" width="113" height="149" /></a></strong></span></p>
<p style="text-align: justify;"><em><strong>(1907-1958) Cumhuriyet devri şair ve yazarı.</strong></em><br /><br />27 Aralık 1907'de İstanbul'da Cihangir'de doğdu. Babası eski Dâhiliye Nezâreti Şifre Kalemi müdürü Mehmed Said Halet Bey'dir. Küçük yaşta özel hocaların yanında başladığı öğrenimini Galatasaray Sultânîsi'nde tamamladı. Dinî ve özellikle tasavvufi edebiyatla da yakından ilgilenen babasından Fransızca ve Farsça, son Üsküdar Mevlevîhânesi şeyhi Ahmed Remzi Dede (Akyürek) ile yine son devrin tanınmış musikişinaslarından olan Rauf Yekta Bey'den uzun yıllar mûsiki ve nota dersleri aldı. Yüksek tahsil yapmak üzere bir ara Fransa'ya gitti. Geri dönünce üç ay kadar Sanâyi-i Nefise Mektebi'ne devam etti, daha sonra Adliye Meslek Mektebi'ni bitirerek Üsküdar Asliye Ceza Mahkemesi'ne zabıt kâtibi oldu. Bir müddet Osmanlı Bankası ile Devlet Denizyolları İdaresi'nde çalıştı. Uzun süre İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Kitaplığı'nda kütüphane memurluğu yaptı. 1946 seçimlerinde İstanbul'dan bağımsız milletvekili adayı olduysa da seçimi kazanamadı. 15 Ekim 1958'de öldü, kabri Beylerbeyi'nde Küplüce Mezarlığı'ndadır.<br /><br />Oldukça kültürlü ve edebî zevk sahibi bir aile muhiti içinde yetişen Âsaf Halet üzerinde bu çevrede başta babası olmak üzere Ahmed Remzi Dede ile Rauf Yekta Bey'in önemli tesirleri vardır. On sekiz yaşlarına kadar aruz vezniyle klasik divan şiiri tarzında rubâî ve gazeller yazmış, ancak bu şiirlerle o günkü edebiyat anlayışında bir yenilik yapılamayacağını anlayarak bir süre sonra bundan vazgeçmiştir. Uzun süren bir arayış devresinden sonra ilk defa 1939 yılından itibaren yayımladığı ve kapalı garip ifadesiyle devrin şiir okuyucusunu yadırgatan yeni şiirleriyle edebiyat çevrelerinin dikkatini çekmiştir. Kendine has değişik bir mistisizmin de hâkim olduğu bu yeni şiirlerinde divan şiiri estetiğiyle yer yer Fransız "letrisf'lerinin harflerin ses çağrışımlarına dayanan şiir anlayışını birleştirdiği görülmektedir. 1940’tan sonraki Türk şiirine daha çok ses yankılanmaları yoluyla, İslâm tasavvufu ile eski Doğu din ve kültürlerinden aldığı yeni tem ve motiflerle değişik bir söyleyiş getiren Âsaf Hâlet'in şiirlerinin arkasında büyük bir kültür birikimi bulunduğu ve bu şiirlerin tadına varılabilmesi için mutlaka bu kültürlerden haberdar olmak gerektiği anlaşılmaktadır.<br /> <br />1942’de yayımlanan He adındaki ilk şiir kitabında bir araya getirdiği şiirleri arasında özellikle "Cüneyd", "He", "İbrahim", "Mısr-ı Kadîm", "Nûrusiyah", "Mâra", "Ayna", "Semâ-ı Mevlâna", "Nirvana" ve "Sidharta" gibi şiirlerde başta İslâm tasavvufu olmak üzere Hint ve diğer Doğu kültür, din ve medeniyetleriyle tarihinin izlerini taşıyan oldukça değişik ifade ve söyleyiş biçimleri yer almaktadır.<br /> <br />Bir hayal ve duygu şairi olmaktan çok bir sezgi ve kültür şairi olan ve şiiri, "kelimelerin bir araya gelmesinden hâsıl olan büyük bir kelime" şeklinde tarif eden Âsaf Halet, şiirin de hayatta olduğu gibi "müşahhas malzeme ile mücerret bir âlem yaratacağı" ve "kâinatın anlaşılmaz sırlarını açıklamada önemli bir yeri olduğu" görüşündedir. Şiirlerinin birçoğunda çağdaşı şairlerden farklı olarak yaşadığı devrin aktüel sayılabilecek konuları veya temayülleri yerine daha çok geçmişe dönük uhrevî ve mistik denebilecek bir yoğunluk hâkimdir.<br /> <br />Şiirlerini Ses (1939), Hamle (1940), Gün (1941), Yeditepe (1950), İstanbul (1954-1956) ve Türk Sanatı (1958) gibi dergilerde yayımlayan Âsaf Halet, şiirlerinde-ki mistik temayülleri anlattığı ve ruh anlarının şiire nasıl hâkim olduğunu belirttiği "Benim Gözümle Şiir Dâvası" [İstanbul, nr. 9-14, Temmuz-Aralık, 1954) adlı bir seri makalede ise bütün ayrıntılarıyla poetikasını dile getirmiştir. Burada saf ve mücerret bir şiir anlayışından yana olduğunu açıklayan Âsaf Hâlet'e göre, "Şiir denilen kelime arabeski, bize tıpkı hayatta olduğu gibi müşahhas malzeme ile mücerret bir âlem yaratır". Bu yüzden o, "Şairin asıl sanatı ruh anlarını ifade etmekteki kabiliyetidir" der ve bunu gerçekleştirmek için de kendisinin "bazı sadâ arabesklerini mânalarından tecrit ederek teşhir" ettiği gibi "güzel hayvanlar'a benzettiği değişik kültürlere ait sözlerle birlikte bir nevi mücerret şiir kabul ettiği tekerlemelere de şiirlerinde yer verir. Böylece sanatta hiçbir zaman eskimeyen şeyi yakalayan şair, her zaman yeni kalabilecek orijinal bir şiir dünyası kurmayı başarır. Onun şiiri bütün kültürlerden ve sanat anlayışlarından faydalanan, fakat şiir dışı unsurlara iltifat etmeyecek kadar kendine yeten bir şahsiyetin şiiridir. Divan ve halk edebiyatları. Doğu ve Batı şiirleri, masallar, folklor ve Hint mistisizmi, eski Mısır ve Asur kültürleri, Cihangir'de geçen çocukluk ve bütün bir İstanbul hayatı onun şiirinde bir araya gelir. Şiir dışında divan edebiyatı, Fars edebiyatı, Hint ve Uzakdoğu kültür ve edebiyatları, tasavvuf ve Türk mûsikisi, Hint mistisizmi ve Budist felsefeyle de meşgul olan Âsaf Halefin Ağaç, Büyük Doğu, İstanbul ve Türk Yurdu gibi bazı dergilerde kalan çeşitli makalelerinden başka kitap halinde yayımlanan eserlerinin sayısı şiir kitaplarıyla birlikte on beşi bulmaktadır.<br /><br /><strong>Eserleri. </strong><br /><br /><strong>Şiir Kitapları.</strong> <br /><strong>1. He</strong> (İstanbul 1942). Bu ilk şiir kitabında hemen hepsi o devrin şiir anlayışından oldukça farklı kırk beş şiirle kitabın sonunda "Hırsız", "Trilobit" ve "Cüneyd" adlı şiirlerin Fransızca tercümeleri yer almaktadır. <br /><strong>2. Lâmelif</strong> (İstanbul 1945). İlkiyle aynı çizgideki bu ikinci şiir kitabında ise sadece on şiir bulunmaktadır. <br /><strong>3. Om Mani Padme Hum</strong> (İstanbul 1953, 1983). Kitabın sonundaki bir notta, "Mevcudu kalmayan He ve Lâmelif kitaplarındaki şiirler bu kitaba alınmıştır" denmekle beraber buraya He'den "Arif Dino'ya Kaside", "Bedri Rahmi", "Tevrat Şiiri" ve "Çemenlerde"; Lâmelif'ten de "Lâmelif" ve "Radyo" adlı şiirlerin dışındaki diğer şiirler alınmıştır. Burada ayrıca ilk tapta bulunmayan sekiz şiir daha bul maktadır. Semih Güngör'ün hazırlamış olduğu kitapta ise (Âsaf Halet Çelebi İstanbul 1985) bunların dışında şairin çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanan, kuz şiiri yer almaktadır.<br /> <br /><strong>Diğer Eserleri.</strong><br /> <br /><strong>1. Mevlâna'nın Rubaileri</strong> (İstanbul 1939), Mevlana’nın rubailerinden yapılan bir seçmedir. Rubâiler bu eserde mensur olarak Türkçe ve Fransızcaya tercüme edilmiştir,<br /> <br /><strong>2.Hz. Mevlana'nın Hayatı-Şahsiyeti</strong> (İstanbul 1940). Mutasavvıf ve şair Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin içinde yetiştiği kültür çevresini, hayatını, tasavvufî ve edebî şahsiyetiyle eserlerini ana hatlarıyla tanıtan el kitabı mahiyetinde bir çalışmadır. Ayrıca Mevlânâ'nın Fransızca ve İngilizceye çevrilen eserlerinden örnekler verilmekte, kitabın sonunda da bir indeks yer almaktadır.<br /><strong> </strong><br /><strong>3. Molla Cami</strong> (İstanbul 1940) İranlı mutasavvıf şair Molla Câmi'nin hayatı ile edebî ve tasavvufî şahsiyeti üzerine yapılmış bir incelemedir.<br /> <br /><strong>4. Konuşulan</strong> Fransızca (İstanbul 1942, 1956). Kitabın kapağında, konuşulmakta olan Fransızcada kullanılan bütün tabir ve atasözlerini içine alan bu eserin konuşma ve tercümedeki bazı güçlükleri halledecek mahiyette yardımcı bir ders kitabı olduğu belirtilmektedir.<br /><strong> </strong><br /><strong>5. Eşrefoğlu Divanı</strong> (İstanbul I944). XV. yüzyılın önde gelen Türk mutasavvıf şairlerinden biri olan ve tasavvufun daha ziyade halk arasında yayılmasında tesirlerini yakın zamana kadar sürdüren Eşrefoğlu Rûmî hakkında geniş bir inceleme ile divanından seçilmiş hece ve aruz vezniyle şiirlerden meydana gelmektedir. Eserde ayrıca zengin bir bibliyografya da yer alır. Divan'dan seçilen şiirlerden sonra kitabın son kısmında eserde geçen dinî-tasavvufî mahiyette bazı kelimelerle terimlerin açıklaması yapılır.<br /> <br /><strong>6. Seçme Rubailer</strong> (İstanbul 1945). Eserde, rubâi türü hakkında bir incelemeden sonra değişik konularda Ömer Hayyâm. Mevlânâ, Hâfız-ı Şîrâzî, Molla Câmî, Hucendî. Sultan Veled, Ebû Said ve Ubeyd-i Zâkânî gibi şairlerden seçilmiş 252 rubaînin mensur tercümesi yer alır. Kitabın sonunda ayrıca rubaileri tercüme edilen şairlerin kısa biyografileri verilmiştir.<br /> <br /><strong>7. Pali Metinlerine Göre:</strong> G<strong>otama Buddha</strong> (İstanbul 1946). Eser iki ana bölümden meydana gelmektedir. Yazarın kendi kaleminden çıkan "Buddha ve Budizm hakkında Deneme" adlı ilk bölüm, Türkçede konuyla ilgili en geniş incelemelerden biridir. İkinci bölüm ise "Pali Şeriatine Göre: Buddha'ya Dair Metinler" başlığını taşımakta ve Budistler'in kutsal kitaplarından çevrilen çok sayıda metni ihtiva etmektedir. Ayrıca kitabın sonunda geniş bir bibliyografya ile indeks bulunmaktadır.<br /> <br /><strong>8. Les Roubaiat de Mevlânâ d'Jelaleddin Roumi</strong> (Paris 1950). Mevlânâ'nın sadece Türkiye'de değil Batı dünyasında da tanınması için Fransızcaya çevirmiş olduğu bir kısım rubailerinden meydana gelmektedir.<br /> <br /><strong>9. Divan Şiirinde İstanbu</strong>l (İstanbul 1953). Kısa bir önsözden sonra, şiirlerinde Avnî mahlasını kullanan Fâtih Sultan Mehmed'den başlayarak XIX. yüzyılın sonlarında yaşamış Münif Paşa'ya kadar seksen beş kadar divan şairinin doğrudan doğruya İstanbul'la ilgili kaside, gazel, şarkı, kıta, mesnevi vb. türlerdeki şiirlerin bir araya getirilmesinden oluşan bir antolojidir. Kitabın sonunda geniş bir lügatçe ile şiirlerin seçildiği kaynaklardan oluşan bir bibliyografya ve indeks yer almaktadır.<br /> <br /><strong>10. Naima (</strong>İstanbul 1953). Osmanlı vak'anüvisi Naîmâ'nın hayatı ve Ravzatü'l-Hüseyin adlı meşhur tarihinin kısaca tanıtıldığı bir giriş bölümünden sonra kitaptan seçilmiş altı parçaya yer verilmiştir.<br /> <br /><strong>11. Ömer Hayyam</strong> (İstanbul 1954) Kitabın başında dünya edebiyatında rubaileriyle tanınan Ömer Hayyâm'ın hayatı ve edebî kişiliği hakkında yazılan bir inceleme yer alır. Yazar burada önce rubâî nazım türünü tanıttıktan sonra bu türün tanınmış şairlerini zikreder. Daha sonra ana hatlarıyla Hayyâm'ın hayatını ve rubailerini ele alarak Hayyâm hakkında araştırmalar yapan yerli ve yabancı yazarlardan bahseder. Bu kısımdan sonra da Hayyâm'ın 400 kadar rubaisinin mensur tercümesi yer alır.<br /> <br /><strong>12. Mevlâna ve Mevlevîlik (</strong>İstanbul 1957). Daha önce yayımlanan Mevlâna ile ilgili çalışmasının yeni araştırma ve neşirler ışığında oldukça genişletilmiş bir şekli olan bu eserde iki ana bölüm halinde Mevlânâ'nın hayatı, şahsiyeti ve eserleri incelendikten sonra zengin dip notu ve açıklamalarla Mevlânâ'nın eserlerinden seçme parçalar yer alır. Eserin ikinci bölümünde ise âdet, erkân ve gelenekleri içinde Mevlevi tarikatı anlatılmaktadır. Kitabın sonunda Mevlânâ ve Mevlevîlik'le ilgili zengin bir bibliyografya yer alır. Eser bu konudaki çalışmaların en muteberlerinden biridir.<br /> <br /><strong>13. Harikulade Masal</strong> (Alfred Rizzo'dan tercüme, İstanbul, ts.). Âsaf Halet Mustafa Baydar'la yaptığı konuşmada bu kitaptan "son ilim cereyanlarının kâinat hakkındaki donneleri" diye bahsetmektedir. Bazı fotoğrafların da yer aldığı eserde ana hatlarıyla kâinatın oluşumu, güneş, güneş sistemi, dünya, yer kürenin tarihi, yeryüzünde hayat, insan ve insan ırkları ile yeryüzündeki diller üzerinde durulmaktadır.<br /> <br /><br /><strong>BİBLİYOGRAFYA:</strong><br /> <br /><br />İbnülemin. Son Asır Türk Şairleri, I, 52-53; Mustafa Baydar. Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar, İstanbul 1960, s. 64-67; Mehmet kaplan. Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, İstanbul 1973, s. 165-174; a.mlf., "Om Mani Padme Hum", Edebiyatımızın İçinden, İstanbul 1978, s. 167-170; Tahir Alangu. 100 Ünlü Türk Eseri, İstanbul 1974, s. 1415-1420; Haldun Taner. Ölürse Ten Ölür, Canlar Ötesi Değil, İstanbul 1983, s. 40-46; Semih Güngör. Âsaf Halet Çelebi, İstanbul 1985; Hilmi Yavuz. "Asaf Halet Çelebinin Semâ'ı Mevlânâ Şiirini Yeniden Okuma Denemesi", Yazın Üzerine, İstanbul 1987, s. 101 -105; Mustafa Miyasoğlu. "Çelebi Âsaf Halet", TDEA, II, 126-127; Ahmet İnam. "Şiirimizde Mistik Yönelimler", Yeni Dergi, sy. 111, Aralık 1973, s. 21-35; Şiir Atı ("Âsaf Halet Çelebi Yaprakları" adıyla özel bölüm), sy. 2, İstanbul 1986, s. 22-80. <br /> <br /><br />ABDULLAH UÇMAN, DİA</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/294-a-ile-baslayanlar/asaf-halet-celebi.html" target="_blank" rel="alternate">ASAF HALET ÇELEBİ ŞİİRLERİ</a></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/dvan-edebyati/156-siirler-divan.html" target="_blank" rel="alternate">DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/halk-edebyati/72-halk-edebiyati-siirler.html" target="_blank" rel="alternate">HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=912&catid=33&Itemid=3">ASAF HALET ÇELEBİ KİMDİR?</a></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=757&catid=37&Itemid=3">BİYOGRAFİ ÖRNEĞİ-ASAF HALET ÇELEBİ</a></strong></span></p>AŞIK DAİMİ HAYATI ve ESERLERİ2018-04-17T12:27:58+00:002018-04-17T12:27:58+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/12715-asik-daimi-hayati-eserleri.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>AŞIK DAİMİ HAYATI ve ESERLERİ <img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/asik-daimi.jpg" alt="" width="121" height="177" /></strong></span><br /><br /><br />Aşık Daimi, 1932 yılında İstanbul'da doğdu. Aşık Daimi, Aslen Erzincan'ın Tercan ilçesindendir Ali Babaoğullarından Baba daimi 1. dünya savaşı sıralarında İstanbul'a göç etmiştir. Asıl adı İsmail Aydın’dır. Her iki dedesinin de saz şairi olmasının etkisiyle küçük yaşta bağlama çalmayı ve aşıklık geleneğini öğrenmiştir. Ancak ilk ustası Aşık Davut Sulari’dir. Yaklaşık 10 yaşında Davut Sulari’nin yanında çıraklığa başlayan Daimi, 2.5 yıl kadar birlikte dolaşarak geleneğe, şiire ve türküye ilişkin bilgisini pekiştirmiştir.<br /><br />Aşık Daimi, 1950 yılında İstanbul’dan ayrılarak Tercan’a yerleşmiştir. Özellikle bu yıllar, yörede duyulduğu ve sevildiği dönemdir. Aynı zamanda kendisinin de aşıklık geleneğini pekiştirmesini sağlamıştır. 1962’den sonra yeniden İstanbul’a dönen Daimi ölümüne dek orada yaşamıştır. Geçmişi dolayısıyla Daimi Baba, Tercanlı Daimi gibi adlarla anıldı.<br /><br />Önceleri usta malı türküler söyleyen Aşık Daimi daha sonra kendi deyişlerine ağırlık verdi. 1948 yılında "Bir seher vaktinde indim bağlara" dizesiyle başlayan ilk şiirini yazıp müziklendiren, yaşamı boyunca arşivlere yüzlerce türkü kazandıran Aşık Daimi, TRT tarafından açılan sınavı kazanarak kaşeli sanatçı olmuştur.<br /><br />Özellikle yaşamının son 20 yılında birçok genç ozanı etkilemiştir. Uzun yıllar birçok sanatçı ve ozana bağlama dersleri vermiştir. Türkiye ve Avrupa’nın çeşitli kentlerinde konserler vermiş, onlarca kaset ve plak doldurmuştur. Şiirlerinde sevgi, doğa ve her türden ayrımcılığı eleştiren, insan öğesini öne çıkaran konuları işlemiştir. Kızı Yadigar Aydın Orhan tarafından hazırlanan Daimi’nin tüm şiirleri ve deyişlerinin toplandığı kitap "Aşık Daimi, Hayatı ve Eserleri" (1999) adıyla yayınlanmıştır.<br /><br /><span style="color: #ff0000;"><strong>ŞİİRLERİNE ÖRNEKLER</strong></span></p>
<table style="height: 61px; width: 466px;">
<tbody>
<tr>
<td style="width: 235px;"><strong><span style="color: #0000ff;">BİR SEHER VAKTİNDE</span></strong><br /><br />Bir seher vaktinde indim bağlara<br />Öter şeyda bülbül, dil yarelenir<br />Bakmaz mısın sinemde dağlara<br />Derdim dökmeye dil yarelenir<br /><br /> Boş geçirmeyelim gel bu çağları<br /> Dolaşalım sahraları dağları<br /> Bir gün gazel döker ömrün bağları<br /> Eser sam yelleri dal yarelenir<br /><br /> Daimi'yim yanar aşkın çırağı<br /> Dostun muhabbeti cennet otağı<br /> Ancak şu dünyada derdim ortağı<br /> Sazım figan eder tel yarelenir</td>
<td style="width: 215px;">
<p><strong><span style="color: #0000ff;">NE AĞLARSIN BENİM ZÜLFÜ SİYAHIM</span></strong></p>
<p><br /> Ne ağlarsın benim zülfü siyahim,<br /> Bu da gelir bu da geçer ağlama.<br /> Göklere erişti figânım ahım,<br /> Bu da gelir bu da geçer ağlama.<br /><br /> Bir gülün çevresi dikendir hardır,<br /> Bülbül har elinde ah ile zardır.<br /> Ne olsa da kışın sonu bahardır,<br /> Bu da gelir bu da geçer ağlama.<br /><br /> Daimi'yem her can ermez bu sırra,<br /> Gerçek aşık olan erer o nûra.<br /> Yusuf sabır ile vardı mısır'a,<br /> Bu da gelir bu da geçer ağlama</p>
</td>
</tr>
<tr>
<td style="width: 235px;">
<p><strong><span style="color: #0000ff;">GEZİP ŞU ALEMİ SEYRAN EDERKEN</span></strong></p>
<p><br />Gezip şu alemi seyran ederken<br />Arayıp hemdemim buldu gönüller<br />Makam-ı vuslatta cevlan ederken<br />Muhabbet nuruyla doldu gönüller<br /><br /> Döndü pervanemiz nare dolaştı<br /> Öttü can bülbülü zare dolaştı<br /> Goncam biter iken hare dolaştı<br /> Engelli dikeni yoldu gönüller<br /><br /> İçtik dost elinden Abu Kevseri<br /> Mevlam çektirmesin gamı kederi<br /> Yarenden ahbaptan aldık haberi<br /> Hal hale aşina oldu gönüller<br /><br /> Hiç geçer mi ele böylesi bir gün<br /> Zannettik ederiz toy ile düğün<br /> Asla unutulmaz bu sohbet bu ün<br /> Anlatılmaz bilmem noldu gönüller<br /><br />Dertli Dâimi'yim ne hale daldım<br />Aşkın deryasında bunaldım kaldım<br />Bir garip sevdayı serime aldım<br />Dostun aşkı ile doldu gönüller</p>
</td>
<td style="width: 215px;"><strong><span style="color: #0000ff;">AKLIN ALIP DEL EYLEDİ</span></strong><br /><br />Nedir bu hal gitmez serden<br />Kametimi dal eyledi<br />Felek ayırdı o yardan<br />Göz yaşımı sel eyledi<br /><br />Seher vakti gezer iken<br />Ayağıma battı diken<br />Ben o yare gider iken<br />Gelme diye el eyledi<br /><br />Yardır beni aşka salan<br />Söylemezem dilden yalan<br />Divane gönlümü çalan<br />Aklım alıp del eyledi<br /><br />Yitirdim güzel eşimi<br />Derde yetirdi başımı<br />Akıttı gözden yaşımı<br />Çevre yanım göl eyledi<br /><br />Daimi derim sözümü<br />Gafletten açtım gözümü<br />Mürşüde verdim özümü<br />Kürelerde hal eyledi</td>
</tr>
</tbody>
</table>
<p style="text-align: justify;"><br /><br /> </p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/dvan-edebyati/156-siirler-divan.html" target="_blank" rel="alternate">DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/halk-edebyati/72-halk-edebiyati-siirler.html" target="_blank" rel="alternate">HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/halk-edebyati/628-halk-edebiyati-siirler/asik-daimi-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">AŞIK DAİMİ ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=12715&catid=628&Itemid=12">AŞIK DAİMİ HAYATI ve ESERLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="http://docplayer.biz.tr/16327361-Www-turkceciler-com-asik-daimi-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">DİĞER TOPLU ŞİİRLEİR İÇİN ....</a></strong></span></p>
<p style="text-align: justify;"><br /> <br /> </p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>AŞIK DAİMİ HAYATI ve ESERLERİ <img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/asik-daimi.jpg" alt="" width="121" height="177" /></strong></span><br /><br /><br />Aşık Daimi, 1932 yılında İstanbul'da doğdu. Aşık Daimi, Aslen Erzincan'ın Tercan ilçesindendir Ali Babaoğullarından Baba daimi 1. dünya savaşı sıralarında İstanbul'a göç etmiştir. Asıl adı İsmail Aydın’dır. Her iki dedesinin de saz şairi olmasının etkisiyle küçük yaşta bağlama çalmayı ve aşıklık geleneğini öğrenmiştir. Ancak ilk ustası Aşık Davut Sulari’dir. Yaklaşık 10 yaşında Davut Sulari’nin yanında çıraklığa başlayan Daimi, 2.5 yıl kadar birlikte dolaşarak geleneğe, şiire ve türküye ilişkin bilgisini pekiştirmiştir.<br /><br />Aşık Daimi, 1950 yılında İstanbul’dan ayrılarak Tercan’a yerleşmiştir. Özellikle bu yıllar, yörede duyulduğu ve sevildiği dönemdir. Aynı zamanda kendisinin de aşıklık geleneğini pekiştirmesini sağlamıştır. 1962’den sonra yeniden İstanbul’a dönen Daimi ölümüne dek orada yaşamıştır. Geçmişi dolayısıyla Daimi Baba, Tercanlı Daimi gibi adlarla anıldı.<br /><br />Önceleri usta malı türküler söyleyen Aşık Daimi daha sonra kendi deyişlerine ağırlık verdi. 1948 yılında "Bir seher vaktinde indim bağlara" dizesiyle başlayan ilk şiirini yazıp müziklendiren, yaşamı boyunca arşivlere yüzlerce türkü kazandıran Aşık Daimi, TRT tarafından açılan sınavı kazanarak kaşeli sanatçı olmuştur.<br /><br />Özellikle yaşamının son 20 yılında birçok genç ozanı etkilemiştir. Uzun yıllar birçok sanatçı ve ozana bağlama dersleri vermiştir. Türkiye ve Avrupa’nın çeşitli kentlerinde konserler vermiş, onlarca kaset ve plak doldurmuştur. Şiirlerinde sevgi, doğa ve her türden ayrımcılığı eleştiren, insan öğesini öne çıkaran konuları işlemiştir. Kızı Yadigar Aydın Orhan tarafından hazırlanan Daimi’nin tüm şiirleri ve deyişlerinin toplandığı kitap "Aşık Daimi, Hayatı ve Eserleri" (1999) adıyla yayınlanmıştır.<br /><br /><span style="color: #ff0000;"><strong>ŞİİRLERİNE ÖRNEKLER</strong></span></p>
<table style="height: 61px; width: 466px;">
<tbody>
<tr>
<td style="width: 235px;"><strong><span style="color: #0000ff;">BİR SEHER VAKTİNDE</span></strong><br /><br />Bir seher vaktinde indim bağlara<br />Öter şeyda bülbül, dil yarelenir<br />Bakmaz mısın sinemde dağlara<br />Derdim dökmeye dil yarelenir<br /><br /> Boş geçirmeyelim gel bu çağları<br /> Dolaşalım sahraları dağları<br /> Bir gün gazel döker ömrün bağları<br /> Eser sam yelleri dal yarelenir<br /><br /> Daimi'yim yanar aşkın çırağı<br /> Dostun muhabbeti cennet otağı<br /> Ancak şu dünyada derdim ortağı<br /> Sazım figan eder tel yarelenir</td>
<td style="width: 215px;">
<p><strong><span style="color: #0000ff;">NE AĞLARSIN BENİM ZÜLFÜ SİYAHIM</span></strong></p>
<p><br /> Ne ağlarsın benim zülfü siyahim,<br /> Bu da gelir bu da geçer ağlama.<br /> Göklere erişti figânım ahım,<br /> Bu da gelir bu da geçer ağlama.<br /><br /> Bir gülün çevresi dikendir hardır,<br /> Bülbül har elinde ah ile zardır.<br /> Ne olsa da kışın sonu bahardır,<br /> Bu da gelir bu da geçer ağlama.<br /><br /> Daimi'yem her can ermez bu sırra,<br /> Gerçek aşık olan erer o nûra.<br /> Yusuf sabır ile vardı mısır'a,<br /> Bu da gelir bu da geçer ağlama</p>
</td>
</tr>
<tr>
<td style="width: 235px;">
<p><strong><span style="color: #0000ff;">GEZİP ŞU ALEMİ SEYRAN EDERKEN</span></strong></p>
<p><br />Gezip şu alemi seyran ederken<br />Arayıp hemdemim buldu gönüller<br />Makam-ı vuslatta cevlan ederken<br />Muhabbet nuruyla doldu gönüller<br /><br /> Döndü pervanemiz nare dolaştı<br /> Öttü can bülbülü zare dolaştı<br /> Goncam biter iken hare dolaştı<br /> Engelli dikeni yoldu gönüller<br /><br /> İçtik dost elinden Abu Kevseri<br /> Mevlam çektirmesin gamı kederi<br /> Yarenden ahbaptan aldık haberi<br /> Hal hale aşina oldu gönüller<br /><br /> Hiç geçer mi ele böylesi bir gün<br /> Zannettik ederiz toy ile düğün<br /> Asla unutulmaz bu sohbet bu ün<br /> Anlatılmaz bilmem noldu gönüller<br /><br />Dertli Dâimi'yim ne hale daldım<br />Aşkın deryasında bunaldım kaldım<br />Bir garip sevdayı serime aldım<br />Dostun aşkı ile doldu gönüller</p>
</td>
<td style="width: 215px;"><strong><span style="color: #0000ff;">AKLIN ALIP DEL EYLEDİ</span></strong><br /><br />Nedir bu hal gitmez serden<br />Kametimi dal eyledi<br />Felek ayırdı o yardan<br />Göz yaşımı sel eyledi<br /><br />Seher vakti gezer iken<br />Ayağıma battı diken<br />Ben o yare gider iken<br />Gelme diye el eyledi<br /><br />Yardır beni aşka salan<br />Söylemezem dilden yalan<br />Divane gönlümü çalan<br />Aklım alıp del eyledi<br /><br />Yitirdim güzel eşimi<br />Derde yetirdi başımı<br />Akıttı gözden yaşımı<br />Çevre yanım göl eyledi<br /><br />Daimi derim sözümü<br />Gafletten açtım gözümü<br />Mürşüde verdim özümü<br />Kürelerde hal eyledi</td>
</tr>
</tbody>
</table>
<p style="text-align: justify;"><br /><br /> </p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/dvan-edebyati/156-siirler-divan.html" target="_blank" rel="alternate">DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/halk-edebyati/72-halk-edebiyati-siirler.html" target="_blank" rel="alternate">HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/halk-edebyati/628-halk-edebiyati-siirler/asik-daimi-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">AŞIK DAİMİ ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=12715&catid=628&Itemid=12">AŞIK DAİMİ HAYATI ve ESERLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="http://docplayer.biz.tr/16327361-Www-turkceciler-com-asik-daimi-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">DİĞER TOPLU ŞİİRLEİR İÇİN ....</a></strong></span></p>
<p style="text-align: justify;"><br /> <br /> </p>ATAOL BEHRAMOĞLU HAYATI ve ESERLERİ2016-03-27T17:08:45+00:002016-03-27T17:08:45+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/4099-ataol-behramoglu.htmlMAGmagoksu37@hotmail.com<p style="text-align: center;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/251-ataol-behramolu.html"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/ataol_behramolu.jpg" alt="" width="69" height="92" /></a>ATAOL BEHRAMOĞLU (1942....)</strong></p>
<p style="text-align: justify;">13 Nisan 1942'de Çatalca'da doğdu. İlköğrenimini Kars ve Çankırı'da yaptı. 1966'da Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Siyasetle uğraştı. Otel kâtipliği, yayımcılık ve öğretmenlik yaptı.</p>
<p style="text-align: justify; padding-left: 30px;"><strong>Edebî kişiliği</strong></p>
<p style="text-align: justify;">İlk şiirleri "Ataol Gürus” takma adıyla Yeni Çankırı, Yeşil Ilgaz, Çağrı gibi yerel gazete ve dergilerde yayımlandı. Yapraklar, Dost, Evrim, Ataç gibi dergilerde çıkan şiirleriyle ilgi uyandırdı. Gençlik dönemi şiirlerini Orhan Veli, Attila İlhan ve İkinci Yeni şiirinin etkisinde yazdı.</p>
<p style="text-align: justify;">Gerçek şiir kimliğini 1965-1971 arasında Papirüs, Şiir Sanatı, Yeni Gerçek, Yeni Dergi ve Halkın Dostları’nda çıkan şiirleriyle buldu. Bu şiirlerde toplumcu gerçekçi şiir ilkelerine yöneldi, şiirini yeni biçim ve tema arayışlarıyla besledi.</p>
<p style="text-align: justify;">“Bir Gün Mutlaka” adlı kitabıyla adını duyuran Ataol Behramoğlu, "Yolculuk, Özlem ve Kavga Şiirleri, Ne Yağmur Ne Şiirler, İyi Bir Vatandaş Aranıyor, Kızıma Mektuplar, Eski Nisan, Türkiye Üzgün Yurdum, Güzel yurdum, Bebeklerin Ulusu Yok, Yaşayan Bir Şiir” kitaplarıyla günümüze gelmiştir.</p>
<p style="text-align: justify;">II. Yeni şairlerini sınıf kavgalı şiirler yazmadıkları için eleştirdi.</p>
<p style="text-align: justify; padding-left: 30px;"><strong>Eserleri:</strong></p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Şiir:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Bir Ermeni General,</li>
<li style="text-align: justify;">Bir Gün Mutlaka,</li>
<li style="text-align: justify;">Yolculuk Özlem,</li>
<li style="text-align: justify;">Cesaret ve Kavga Şiirleri,</li>
<li style="text-align: justify;">Kuşatmada,</li>
<li style="text-align: justify;">Mustafa Suphi Destanı,</li>
<li style="text-align: justify;">Dörtlükler,</li>
<li style="text-align: justify;">İyi Bir Yurttaş Aranıyor,</li>
<li style="text-align: justify;">Eski Nisan,</li>
<li style="text-align: justify;">Türkiye Üzgün Yurdum,</li>
<li style="text-align: justify;">Güzel Yurdum,</li>
<li style="text-align: justify;">Kızıma Mektuplar,</li>
<li style="text-align: justify;">Bebeklerin Ulusu Yok,</li>
<li style="text-align: justify;">Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var,</li>
<li style="text-align: justify;">Hayata Uzun Veda</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>Gezi:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Başka Gökler Altında,</li>
<li style="text-align: justify;">Yurdu Teninde Duymak</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>Mektup:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>Antoloji:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Büyük Türk Şiiri Antolojisi,</li>
<li style="text-align: justify;">Dünya Şiiri Antolojisi</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>Çocuk Kitabı:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Dünya Halk Masalları,</li>
<li style="text-align: justify;">Düşler Kuruyorum</li>
</ul>
<p style="text-align: right;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><em>Güvender Yayınları, Türk Edebiyatı</em></strong></p><p style="text-align: center;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/251-ataol-behramolu.html"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/ataol_behramolu.jpg" alt="" width="69" height="92" /></a>ATAOL BEHRAMOĞLU (1942....)</strong></p>
<p style="text-align: justify;">13 Nisan 1942'de Çatalca'da doğdu. İlköğrenimini Kars ve Çankırı'da yaptı. 1966'da Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Siyasetle uğraştı. Otel kâtipliği, yayımcılık ve öğretmenlik yaptı.</p>
<p style="text-align: justify; padding-left: 30px;"><strong>Edebî kişiliği</strong></p>
<p style="text-align: justify;">İlk şiirleri "Ataol Gürus” takma adıyla Yeni Çankırı, Yeşil Ilgaz, Çağrı gibi yerel gazete ve dergilerde yayımlandı. Yapraklar, Dost, Evrim, Ataç gibi dergilerde çıkan şiirleriyle ilgi uyandırdı. Gençlik dönemi şiirlerini Orhan Veli, Attila İlhan ve İkinci Yeni şiirinin etkisinde yazdı.</p>
<p style="text-align: justify;">Gerçek şiir kimliğini 1965-1971 arasında Papirüs, Şiir Sanatı, Yeni Gerçek, Yeni Dergi ve Halkın Dostları’nda çıkan şiirleriyle buldu. Bu şiirlerde toplumcu gerçekçi şiir ilkelerine yöneldi, şiirini yeni biçim ve tema arayışlarıyla besledi.</p>
<p style="text-align: justify;">“Bir Gün Mutlaka” adlı kitabıyla adını duyuran Ataol Behramoğlu, "Yolculuk, Özlem ve Kavga Şiirleri, Ne Yağmur Ne Şiirler, İyi Bir Vatandaş Aranıyor, Kızıma Mektuplar, Eski Nisan, Türkiye Üzgün Yurdum, Güzel yurdum, Bebeklerin Ulusu Yok, Yaşayan Bir Şiir” kitaplarıyla günümüze gelmiştir.</p>
<p style="text-align: justify;">II. Yeni şairlerini sınıf kavgalı şiirler yazmadıkları için eleştirdi.</p>
<p style="text-align: justify; padding-left: 30px;"><strong>Eserleri:</strong></p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Şiir:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Bir Ermeni General,</li>
<li style="text-align: justify;">Bir Gün Mutlaka,</li>
<li style="text-align: justify;">Yolculuk Özlem,</li>
<li style="text-align: justify;">Cesaret ve Kavga Şiirleri,</li>
<li style="text-align: justify;">Kuşatmada,</li>
<li style="text-align: justify;">Mustafa Suphi Destanı,</li>
<li style="text-align: justify;">Dörtlükler,</li>
<li style="text-align: justify;">İyi Bir Yurttaş Aranıyor,</li>
<li style="text-align: justify;">Eski Nisan,</li>
<li style="text-align: justify;">Türkiye Üzgün Yurdum,</li>
<li style="text-align: justify;">Güzel Yurdum,</li>
<li style="text-align: justify;">Kızıma Mektuplar,</li>
<li style="text-align: justify;">Bebeklerin Ulusu Yok,</li>
<li style="text-align: justify;">Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var,</li>
<li style="text-align: justify;">Hayata Uzun Veda</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>Gezi:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Başka Gökler Altında,</li>
<li style="text-align: justify;">Yurdu Teninde Duymak</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>Mektup:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>Antoloji:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Büyük Türk Şiiri Antolojisi,</li>
<li style="text-align: justify;">Dünya Şiiri Antolojisi</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>Çocuk Kitabı:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Dünya Halk Masalları,</li>
<li style="text-align: justify;">Düşler Kuruyorum</li>
</ul>
<p style="text-align: right;"><strong style="font-size: 12.16px; line-height: 15.808px; text-align: right;"><em>Güvender Yayınları, Türk Edebiyatı</em></strong></p>ATTİLA İLHAN HAYATI ve ESERLERİ2018-04-20T10:27:12+00:002018-04-20T10:27:12+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/12834-attila-ilhan-hayati.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>ATTİLA İLHAN HAYATI ve ESERLERİ</strong></span><br /><br />Atilla İlhan15 Haziran 1925’te İzmir’in Menemen ilçesinde doğdu. 11 Ekim 2005’te İstanbul’da yaşamını yitirdi. İzmir’de Karşıyaka Cumhuriyet İlkokulu ve Karşıyaka Ortaokulu’nu bitirdi. Atatürk Lisesi’ndeki öğrenciliği sırasında Türk Ceza Kanunu’nun 141. maddesine aykırı davrandığı gerekçesiyle tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Danıştay kararıyla eğitimi sürdürme hakkını kazandı. İstanbul’da Işık Lisesi’nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki yüksek öğrenimini yarıda bıraktı. 6 yıl aralıklarla Paris’te yaşadı. Türkiye’ye döndü. Çeşitli gazete ve dergilerde çalıştı. Demokrat İzmir Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü ve Başyazarlığı’nı üstlendi. Ankara’da Bilgi Yayınevi Danışmanlığını yaptı. Senaryolarında “Ali Kaptanoğlu” takma adını kullandı. Yeni Ortam, Dünya, Milliyet, Söz gazetelerinde köşe yazıları yazdı. Yelken ve Sanat Olayı dergilerini yönetti.<br />İlk şiiri olan “Balıkçı Türküsü” 1941’de Yeni Edebiyat Dergisi’nde yayınlandı. “Nevin Yıldız” takma adıyla İstanbul, “Beteroğlu” takma adıyla Yücel dergilerinde şiirleri çıktı. 1946 CHP şiir yarışmasında “Cebbaroğlu Mehemmed” şiiriyle birincilik ödülü kazandı. Bu başarıdan sonra hızla tanınıp sevildi. Genç, Yeni Nesil, Varlık, Aile, Yirminci Asır, Seçilmiş Hikayeler, Kaynak, Ufuklar, Mavi, Yeditepe, Dost, Yelken, Ataç, Yön, Milliyet Sanat, Sanat Olayı gibi dergilerde şiirleri, deneme ve eleştirileri yayınlandı. Türk edebiyatının önemli isimleri arasına girdi.<br />Garip Akımı ve İkinci Yeni şiirine karşı çıktı. Mavi ya da Maviciler adıyla tanınan toplumcu gerçekçi şiir akımını başlattı.<br />Şiire yeni bir ses düzeni, taşkın, coşkulu bir anlatım ve kendisine özgü bir duyarlılık getirdi. Sisler Bulvarı, Yağmur Kaçağı, Ben Sana Mecburum şiir kitaplarındaki şiirleriyle genç şair kuşağını etkiledi. Yasak Sevişmek, Elde Var Hüzün kitaplarındaki şiirlerinde divan şiiri ve şarkılardan da yararlandı.<br />İlk iki romanı Sokaktaki Adam ve Zenciler Birbirine Benzemez’den sonraki romanlarında tarihsel konulara ağırlık vermeye başladı. Bu tür romanlarında öz Türkçe akımına karşı çıktı.</p>
<ul>
<li style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>Edebi Kişiliği:</strong></span><br /><br />Şair, romancı, senarist, düşünce adamı kimlikleri ile Cumhuriyet döneminin en etkili sanatçılarından olmuş ve 1950 yılından sonraki kültür yaşamımıza damga vurmuştur.</li>
<li style="text-align: justify;">“Balıkçı Türküsü” adlı ilk şiirini yazdıktan sonra, 1946 yılında yarışmada ikincilik aldığı “Cebbaroğlu Mehemmed” şiiriyle adını duyurmuştur.</li>
<li style="text-align: justify;">İkinci Yeni’ye ve Garip akımına ilk karşı çıkan kişilerden olmuştur. Garip akımını Orhan Veli’yi eksik bir şair görmesi ve akımın anlayışını dar ve sığ bulması nedeniyle eleştirmiş</li>
<li style="text-align: justify;">İkinci Yeni’yi ise “yozlukla” itham etmiştir. Bu gruplara karşı çıkan Attila İlhan Mavi dergisindeki yazılarından hareketle “Mavi Akımı” oluşturmak istemiş, ancak bu hareket pek başarı sağlayamamıştır.</li>
<li style="text-align: justify;">Yazdığı şiirlerin son baskısına, onları neden yazdığına dair notlar koyması birçok eleştirmen tarafından yanlış bulunmuş ve okuyucunun istediği biçimde şiiri yorumlama hakkına ipotek koyduğu söylenmiştir.</li>
<li style="text-align: justify;">Şiirlerinde imla kurallarını reddetmiş ve kendine has imla kuralları kullanmış olan Attila İlhan, büyük harf hiç kullanmamıştır.</li>
<li style="text-align: justify;">Senarist olan ve Ali Kaptanoğlu adıyla senaryolar yazan Attila İlhan, “Sinemaya tutkunluğum bilinmeden şiirim anlaşılmaz.” demiştir. Eserlerinde sinema tekniğini kullanan sanatçı, adeta kamerasını kalabalıklar üzerinde gezdirmiş; tıpkı sinemadaki gibi eserlerinde de zaman, çevre, dekor sık sık değişmiştir.</li>
<li style="text-align: justify;">Attila İlhan eserlerinde en çok aşk, intihar, cinsellik, sığınma, korku, içki, ölüm, ayrılık, kavga, kahramanlık konularını işlemiştir. Barış, özgürlük, insan sevgisi gibi toplumsal konulara da yönelmiş olan şair kimi zaman romantik toplumcu olarak da nitelendirilmiştir.</li>
<li style="text-align: justify;">Klasik şiir, modern şiir ve halk şiirinden bileşime giden şair, Divan şiirinin biçim özelliklerinden de yararlanmış ve argoya yer verdiği, halk söyleyişlerinden yararlandığı bir anlatımla şiirlerini kaleme almıştır.</li>
<li style="text-align: justify;">Şiir, roman, deneme, gezi gibi birçok türde başarılı eserler veren sanatçı romanlarında daha çok II. Dünya Savaşı yılları Türkiye’sini ve darbeler dönemini anlatmıştır.</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>Şiir anlayışı üç döneme ayrılır:</strong></span><br /><br /></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Toplumcu gerçekçi dönem (1941-1951): Bu dönemde özellikle Nazım Hikmet’ten etkilenmiştir. Savaşlar, özgürlük sorunları, insan sevgisi konularını işlemiştir. “Duvar” şiiri, bu dönemin en önemli ürünüdür. Yapıtlarında egzotik betimlemelere de yer vermiştir. Ülke gerçeklerini gerçekçi bir yaklaşımla ve gözlemleriyle anlatmıştır. Eserlerinde öyküleyici anlatım biçimine yer vermiştir. Bu dönemde ses özelliklerini halk şiirinden almıştır. Garip akımına ilk o karşı çıkmıştır.</li>
<li style="text-align: justify;">Bireyin kendi varlığını ve evrendeki yerini sorguladığı dönem (1959-1968): Modern dünyanın karşısında yalnız kalan ve varlığı tehdit altında olan insanın şiirini yazar.</li>
<li style="text-align: justify;">Neoklasik dönem: Bu dönemde divan şiirinin ses simge özelliklerinden yararlanmıştır.</li>
</ul>
<p>Senaryolarını yazdığı önemli filmler: Yalnızlar Rıhtımı (Lütfi Akad), Ateşten Damlalar (Memduh Ün), Rıfat Diye Biri (Ertem Gönenç), Şoför Nebahat (Metin Erksan), Devlerin Öfkesi (Nevzat Pesen), Ver Elini İstanbul (Aydın Arakon).<br /><br />Atilla İlhan Eserleri:<br /><br /><strong>ŞİİR:</strong><br />Duvar (1948)<br />Sisler Bulvarı (1954)<br />Yağmur Kaçağı (1955)<br />Ben Sana Mecburum (1960)<br />Bela Çiçeği (1962)<br />Yasak Sevişmek (1968)<br />Tutkunun Günlüğü (1973)<br />Böyle Bir Sevmek (1977)<br />Elde Var Hüzün (1982)<br />Korkunun Krallığı (1987)<br />Ayrılık Sevdaya Dahil (1993)<br /><br /><strong>ROMAN:</strong><br />Sokaktaki Adam (1953)<br />Zenciler Birbirine Benzemez (1957)<br />Kurtlar Sofrası (1963/64)<br />Bıçağın Ucu (1973)<br />Sırtlan Payı (1974)<br />Yaraya Tuz Basmak (1978)<br />Fena Halde Leman (1980)<br />Dersaadet’te Sabah Ezanları (1981)<br />Haco Hanım Vay (1984)<br />O Karanlıkta Biz (1988)<br /><br /><strong>GEZİ-DENEME-ELEŞTİRİ:</strong><br />Abbas Yolcu (1957)<br />Hangi Sol (1971)<br />Gerçekçilik Savaşı (1980)<br />Hangi Atatürk (1981)<br />Batı’nın Deli Gömleği (1982)<br />İkinci Yeni Savaşı (1983)<br />Sağım Solum Sobe (1985)<br />Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler (1985)<br />Ulusal Kültür Savaşı (1986)<br /><br /><strong>ÖDÜLLERİ</strong><br />1946 CHP Şiir Yarışması Birinciliği<br />1974 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü Tutuklunun Günlüğü ile<br />1975 Yunus Nadi Roman Armağanı Sırtlan Payı ile</p>
<p><strong><span style="color: #ff0000;">İLGİLİ İÇERİK</span></strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/68-a-ile-baslayanlar/atlla-lhan.html" target="_blank" rel="alternate">ATTİLA İLHAN ŞİİRLERİ</a></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/dvan-edebyati/156-siirler-divan.html" target="_blank" rel="alternate">DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/halk-edebyati/72-halk-edebiyati-siirler.html" target="_blank" rel="alternate">HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=4377&catid=234&Itemid=36">DERSAADETTE SABAH EZANLARI ÖZETİ - ATTİLA İLHAN</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=466&catid=33&Itemid=3">ATTİLA İLHAN'DAN ŞİİRLER</a></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>ATTİLA İLHAN HAYATI ve ESERLERİ</strong></span><br /><br />Atilla İlhan15 Haziran 1925’te İzmir’in Menemen ilçesinde doğdu. 11 Ekim 2005’te İstanbul’da yaşamını yitirdi. İzmir’de Karşıyaka Cumhuriyet İlkokulu ve Karşıyaka Ortaokulu’nu bitirdi. Atatürk Lisesi’ndeki öğrenciliği sırasında Türk Ceza Kanunu’nun 141. maddesine aykırı davrandığı gerekçesiyle tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Danıştay kararıyla eğitimi sürdürme hakkını kazandı. İstanbul’da Işık Lisesi’nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki yüksek öğrenimini yarıda bıraktı. 6 yıl aralıklarla Paris’te yaşadı. Türkiye’ye döndü. Çeşitli gazete ve dergilerde çalıştı. Demokrat İzmir Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü ve Başyazarlığı’nı üstlendi. Ankara’da Bilgi Yayınevi Danışmanlığını yaptı. Senaryolarında “Ali Kaptanoğlu” takma adını kullandı. Yeni Ortam, Dünya, Milliyet, Söz gazetelerinde köşe yazıları yazdı. Yelken ve Sanat Olayı dergilerini yönetti.<br />İlk şiiri olan “Balıkçı Türküsü” 1941’de Yeni Edebiyat Dergisi’nde yayınlandı. “Nevin Yıldız” takma adıyla İstanbul, “Beteroğlu” takma adıyla Yücel dergilerinde şiirleri çıktı. 1946 CHP şiir yarışmasında “Cebbaroğlu Mehemmed” şiiriyle birincilik ödülü kazandı. Bu başarıdan sonra hızla tanınıp sevildi. Genç, Yeni Nesil, Varlık, Aile, Yirminci Asır, Seçilmiş Hikayeler, Kaynak, Ufuklar, Mavi, Yeditepe, Dost, Yelken, Ataç, Yön, Milliyet Sanat, Sanat Olayı gibi dergilerde şiirleri, deneme ve eleştirileri yayınlandı. Türk edebiyatının önemli isimleri arasına girdi.<br />Garip Akımı ve İkinci Yeni şiirine karşı çıktı. Mavi ya da Maviciler adıyla tanınan toplumcu gerçekçi şiir akımını başlattı.<br />Şiire yeni bir ses düzeni, taşkın, coşkulu bir anlatım ve kendisine özgü bir duyarlılık getirdi. Sisler Bulvarı, Yağmur Kaçağı, Ben Sana Mecburum şiir kitaplarındaki şiirleriyle genç şair kuşağını etkiledi. Yasak Sevişmek, Elde Var Hüzün kitaplarındaki şiirlerinde divan şiiri ve şarkılardan da yararlandı.<br />İlk iki romanı Sokaktaki Adam ve Zenciler Birbirine Benzemez’den sonraki romanlarında tarihsel konulara ağırlık vermeye başladı. Bu tür romanlarında öz Türkçe akımına karşı çıktı.</p>
<ul>
<li style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>Edebi Kişiliği:</strong></span><br /><br />Şair, romancı, senarist, düşünce adamı kimlikleri ile Cumhuriyet döneminin en etkili sanatçılarından olmuş ve 1950 yılından sonraki kültür yaşamımıza damga vurmuştur.</li>
<li style="text-align: justify;">“Balıkçı Türküsü” adlı ilk şiirini yazdıktan sonra, 1946 yılında yarışmada ikincilik aldığı “Cebbaroğlu Mehemmed” şiiriyle adını duyurmuştur.</li>
<li style="text-align: justify;">İkinci Yeni’ye ve Garip akımına ilk karşı çıkan kişilerden olmuştur. Garip akımını Orhan Veli’yi eksik bir şair görmesi ve akımın anlayışını dar ve sığ bulması nedeniyle eleştirmiş</li>
<li style="text-align: justify;">İkinci Yeni’yi ise “yozlukla” itham etmiştir. Bu gruplara karşı çıkan Attila İlhan Mavi dergisindeki yazılarından hareketle “Mavi Akımı” oluşturmak istemiş, ancak bu hareket pek başarı sağlayamamıştır.</li>
<li style="text-align: justify;">Yazdığı şiirlerin son baskısına, onları neden yazdığına dair notlar koyması birçok eleştirmen tarafından yanlış bulunmuş ve okuyucunun istediği biçimde şiiri yorumlama hakkına ipotek koyduğu söylenmiştir.</li>
<li style="text-align: justify;">Şiirlerinde imla kurallarını reddetmiş ve kendine has imla kuralları kullanmış olan Attila İlhan, büyük harf hiç kullanmamıştır.</li>
<li style="text-align: justify;">Senarist olan ve Ali Kaptanoğlu adıyla senaryolar yazan Attila İlhan, “Sinemaya tutkunluğum bilinmeden şiirim anlaşılmaz.” demiştir. Eserlerinde sinema tekniğini kullanan sanatçı, adeta kamerasını kalabalıklar üzerinde gezdirmiş; tıpkı sinemadaki gibi eserlerinde de zaman, çevre, dekor sık sık değişmiştir.</li>
<li style="text-align: justify;">Attila İlhan eserlerinde en çok aşk, intihar, cinsellik, sığınma, korku, içki, ölüm, ayrılık, kavga, kahramanlık konularını işlemiştir. Barış, özgürlük, insan sevgisi gibi toplumsal konulara da yönelmiş olan şair kimi zaman romantik toplumcu olarak da nitelendirilmiştir.</li>
<li style="text-align: justify;">Klasik şiir, modern şiir ve halk şiirinden bileşime giden şair, Divan şiirinin biçim özelliklerinden de yararlanmış ve argoya yer verdiği, halk söyleyişlerinden yararlandığı bir anlatımla şiirlerini kaleme almıştır.</li>
<li style="text-align: justify;">Şiir, roman, deneme, gezi gibi birçok türde başarılı eserler veren sanatçı romanlarında daha çok II. Dünya Savaşı yılları Türkiye’sini ve darbeler dönemini anlatmıştır.</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>Şiir anlayışı üç döneme ayrılır:</strong></span><br /><br /></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Toplumcu gerçekçi dönem (1941-1951): Bu dönemde özellikle Nazım Hikmet’ten etkilenmiştir. Savaşlar, özgürlük sorunları, insan sevgisi konularını işlemiştir. “Duvar” şiiri, bu dönemin en önemli ürünüdür. Yapıtlarında egzotik betimlemelere de yer vermiştir. Ülke gerçeklerini gerçekçi bir yaklaşımla ve gözlemleriyle anlatmıştır. Eserlerinde öyküleyici anlatım biçimine yer vermiştir. Bu dönemde ses özelliklerini halk şiirinden almıştır. Garip akımına ilk o karşı çıkmıştır.</li>
<li style="text-align: justify;">Bireyin kendi varlığını ve evrendeki yerini sorguladığı dönem (1959-1968): Modern dünyanın karşısında yalnız kalan ve varlığı tehdit altında olan insanın şiirini yazar.</li>
<li style="text-align: justify;">Neoklasik dönem: Bu dönemde divan şiirinin ses simge özelliklerinden yararlanmıştır.</li>
</ul>
<p>Senaryolarını yazdığı önemli filmler: Yalnızlar Rıhtımı (Lütfi Akad), Ateşten Damlalar (Memduh Ün), Rıfat Diye Biri (Ertem Gönenç), Şoför Nebahat (Metin Erksan), Devlerin Öfkesi (Nevzat Pesen), Ver Elini İstanbul (Aydın Arakon).<br /><br />Atilla İlhan Eserleri:<br /><br /><strong>ŞİİR:</strong><br />Duvar (1948)<br />Sisler Bulvarı (1954)<br />Yağmur Kaçağı (1955)<br />Ben Sana Mecburum (1960)<br />Bela Çiçeği (1962)<br />Yasak Sevişmek (1968)<br />Tutkunun Günlüğü (1973)<br />Böyle Bir Sevmek (1977)<br />Elde Var Hüzün (1982)<br />Korkunun Krallığı (1987)<br />Ayrılık Sevdaya Dahil (1993)<br /><br /><strong>ROMAN:</strong><br />Sokaktaki Adam (1953)<br />Zenciler Birbirine Benzemez (1957)<br />Kurtlar Sofrası (1963/64)<br />Bıçağın Ucu (1973)<br />Sırtlan Payı (1974)<br />Yaraya Tuz Basmak (1978)<br />Fena Halde Leman (1980)<br />Dersaadet’te Sabah Ezanları (1981)<br />Haco Hanım Vay (1984)<br />O Karanlıkta Biz (1988)<br /><br /><strong>GEZİ-DENEME-ELEŞTİRİ:</strong><br />Abbas Yolcu (1957)<br />Hangi Sol (1971)<br />Gerçekçilik Savaşı (1980)<br />Hangi Atatürk (1981)<br />Batı’nın Deli Gömleği (1982)<br />İkinci Yeni Savaşı (1983)<br />Sağım Solum Sobe (1985)<br />Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler (1985)<br />Ulusal Kültür Savaşı (1986)<br /><br /><strong>ÖDÜLLERİ</strong><br />1946 CHP Şiir Yarışması Birinciliği<br />1974 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü Tutuklunun Günlüğü ile<br />1975 Yunus Nadi Roman Armağanı Sırtlan Payı ile</p>
<p><strong><span style="color: #ff0000;">İLGİLİ İÇERİK</span></strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/68-a-ile-baslayanlar/atlla-lhan.html" target="_blank" rel="alternate">ATTİLA İLHAN ŞİİRLERİ</a></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/dvan-edebyati/156-siirler-divan.html" target="_blank" rel="alternate">DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/halk-edebyati/72-halk-edebiyati-siirler.html" target="_blank" rel="alternate">HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=4377&catid=234&Itemid=36">DERSAADETTE SABAH EZANLARI ÖZETİ - ATTİLA İLHAN</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=466&catid=33&Itemid=3">ATTİLA İLHAN'DAN ŞİİRLER</a></p>AYHAN KIRDAR’IN HAYATI ve ESERLERİ2018-04-21T11:09:55+00:002018-04-21T11:09:55+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/12924-ayhan-kirdarin-hayati-eserleri.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><strong><span style="color: #ff0000;">AYHAN KIRDAR’IN ŞİİR DÜNYASI- ARŞ. GÖR. FATİH SAKALLI*<a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/648-a-ile-baslayanlar/ayhan-kirdar-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/ayhan-kirdar.jpg" alt="" /></a></span></strong><br /><br />ÖZ: Ayhan Kırdar, 1960 ve 70’li yıllarda 6 adet şiir kitabı çıkarmıştır. Şiirleri dönemin önde gelen sanat ve edebiyat dergilerinde yayınlanmıştır. Şair son olarak 1996 yılında Lo (Bütün Şiirleri) adlı kitabında bütün şiirlerini toplamıştır. Kırdar, herkesin bildiği şeyleri farklı bir duyuş tarzı (ifade kabiliyeti) ile verir. Sade dili ve iyi tekniğiyle etkileyici şiirlere vücut verir. Şair, duygu ve düşüncelerini, şiirin yapısal düzeni içerisinde çok başarılı bir şekilde işlemiştir. Biz bu çalışmamızda Kırdar’ın şiirlerinden hareketle onun şiir dünyasını işlemeye çalıştık. İncelememizi, hayatı, edebi şahsiyeti, şiirlerinin basılması ve yayımlanması, şiirlerinin temalara göre dağılımı, temaların incelenmesi, ses ve şekil özellikleri, sonuç başlıkları adı altında 7 bölümde yaptık. Ele aldığımız hususları şiirlerinden aldığımız örneklerle vermeye gayret ettik.<br />………….<br /><br /><strong>HAYATI</strong><br /><br />1936’da Aydın’da doğdu. Çocukluğu Kerkük ve Bağdat’ta geçti. İlkokulu Bağdat’ta, ortaokulu İzmir’de Karataş Ortaokulu’nda, liseyi İstanbul’da okudu. Bir süre Ege Üniversitesi’nde kadavralar üzerinde anatomi çalışmalarında bulundu. Daha sonra İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdi. 1967’de Yüksek Resim Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl askere gitti. Erzincan Merkez Komutanlığı’na atandı. Askerden döndükten sonra liselerde Resim ve Sanat Tarihi dersleri okuttu. İlk şiir kitabı Lo 1961 yılında yayınlandı. Sağlık durumu bozulduğu için dördüncü kitabından sonra dokuz yıl süren uzun bir sessizlik dönemine girdi. Ayhan Kırdar’ın şiirleri, Sanat Dünyası, Gençlik, Yelken, Dost, Varlık, Hisar, Türk Edebiyatı, Şiir ve Çağrı dergilerinde yayımlandı. Şiirlerinde resim kültüründen gelen bol teşbihli söyleyişlere yer vermesine rağmen, açık bir anlatımı sürdürdüğü görülen şairin renkli bir imajla güçlü bir ifadeyle kabiliyetiyle şiirlerine vücut verdiğini de söyleyebiliriz. Soyarken Bıçak Karanlığı adını verdiği beşinci şiir kitabı onun yeniden doğuşunu edebiyat yaşamına tekrar dönüşünü simgeler. Şairin öğretmenlikten sonra serbest çalışır (Kırdar 1975: 34). Şair 31 Ocak 1999’da İstanbul’da vefat etmiştir. (T.B.E.A, 2001: 503).<br /><br /><br /><strong>EDEBÎ ŞAHSİYETİ (ŞAİRLİĞİ)</strong><br /><br />Ayhan Kırdar’ın ilki 1961’de sonuncusu 1977’de olmak üzere altı adet şiir kitabı yayınlanmıştır. Bunlardan başka 1996 yılında Lo (Bütün Şiirleri) adlı eserle bütün şiirlerini bir kitapta toplamıştır. Şairin 1960’lı yıllarda başlayan şiir serüveni 1990’lı yılların ortalarına kadar çeşitli dergilerde devam etmiştir. Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi bu dergiler arasında Sanat Dünyası, Gençlik, Yelken, Dost, Varlık, Hisar, Türk Edebiyatı, Şiir ve Çağrı bulunur. Ayhan Kırdar, karmaşık bir yapıya sahiptir. Ondaki bu karışık ruh hâli, çeşitli temleri farklı bir duyuş ve ifade tarzıyla ele almasıyla ortaya çıkar. Mehmet Kaplan da Şiir Tahlilleri II adlı kitabında: “Bazı şiirlerinde Bedri Rahmi ve Attila İlhan tesiri his solunmasına rağmen Kırdar’ın kendisine has bir duyuş tarzı ve güzel mısra yaratma kabiliyeti olduğu açıkça görülüyor.” (Kaplan 1998: 320) diyerek bunu anlatmaya çalışır. Bunlardan başka Cahit Sıtkı Tarancı ve Orhan Veli’nin şiirlerinde gördüğümüz kavramların Ayhan Kırdar’ın şiirlerinde de mevcut olduğunu belirtir (Kaplan 1998: 108-116). Ayhan Kırdar’ın şiirlerinde adı geçen şairlerin şiirlerinde rastladığımız kavramları görür, onlara has üslûpla karşılaşırız. Örneğin Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun şiirlerinde Tanrı’nın varlığında kaybolma iştiyakı, tabiatla kaynaşma duygusu, kendi beninden nefretle gayri şuurî olarak anne karnına dönme arzusu, cinsî haz, yaşama sevincine rağmen insanla kâinat arasındaki uyuşmazlık, ölümün trajedisi, varlığın sırlarının araştırılması gibi kavramlarla karşılaşırız (Kaplan 1998: 108-116). Ayhan Kırdar’ın şiirlerinde de bu kavramların hepsini görmemiz mümkündür. Bedri Rahmi Eyüboğlu ile Ayhan Kırdar’ın uyuştuğu diğer bir nokta ise resimdir. Eyüboğlu ressamdır, Kırdar da daha önceden bahsettiğimiz gibi Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bölümü mezunudur. Dolayısıyla ikisinde de resim kültüründen gelen bir söyleyiş tarzı hâkimdir. Bunu biz ilk olarak Servet-i Fünûn şairlerinden Tevfik Fikret’le görürüz. Pitoresk ‘kelimelerle resim yapma’ edebiyatımıza onun getirdiği bir yeniliktir. Fikret, bu şekilde şiiri resme yaklaştırmıştır. Kırdar’ın şiirlerine genel olarak baktığınız vakit gözlemlerini ve düşüncelerini, resim yapar gibi okuyucunun gözünün önünde canlandırabileceği şekilde aktardığını görürsünüz. Bu da onun resim kültüründen gelen bir söyleyiş tarzına hâkim olduğunun ispatıdır diye düşünülebilir. Kırdar’ın şiirlerinde tesiri görülen şairlerden birisi de Attila İlhan’dır. “Attila Ilhan’ın şiirlerinde hatıralar, kaçış, inanma problemi, arayış, korku, aşk, hayat tecrübesi, ölüm düşüncesi, geçmişe özlem, yalnızlık, ölüme yaklaşmış insanın korkusu, cinsellik, savaş, Türk tarihi, Anadolu’nun ihmal edilmişliği kavramlarını görürüz.” (Çelik 1998: 1- 4).<br /><br />Kırdar’ın şiirlerinde de bu kavramların hemen hepsi mevcuttur. Kırdar’ı Attila İlhan’dan ayıran nokta ise Kırdar’ın şiirlerinin çoğunda ferdî temleri işlemesi, son iki kitabındaki şiirlerde toplumsal kavramlara değinmiş olmasıdır. Oysa Attila İlhan’da ferdî temlerle toplumsal temlerin birbirine yakın oranda sunulduğunu görürüz. “Cahit Sıtkı Tarancı ve Orhan Veli’de de ölüm arzusu, içgüdülerine göre yaşamak, cinsellik, gayri şuurî olarak anne karnına dönme isteği, fanilik (zamanın geçiciliği) ölüme karşı yaşanılan hayatın güzelliği fikri, Tanrı’yı arama, tabiata yönelme gibi kavramlarla karşılaşırız.” (Kaplan 1998: 100-106, 118-126). Kırdar’ın bu şairlerle de işlediği kavramlar yönünden uyuştuğunu söyleyebiliriz. İşlediği kavramlar yönünden yukarıda sözünü ettiğimiz şairlerle benzerlik gösterse de Kırdar’ın bu kavramları farklı bir sesle imajlarla süsleyerek vermesi, onun okunduğu vakit fark edilmesini sağlayan unsurlardandır. Kırdar, bu sayede kendi şiir dünyasını oluşturur. Kırdar’ın anlattıkları yaşamın içindendir ve yaşarken tattığımız duygulardır. Fakat Kırdar, bunları kendi üslûbuyla öyle güzel verir ki okuyup da etkilenmemek mümkün değildir.<br /><br />Değerli şair Ahmet Kutsi Tecer, bundan emin olduğu için Bağırıyorum’un başına “Ayhan Kırdar’ın Şiiri” başlıklı bir yazı yazar ve şunları söyler: “ Ayhan Kırdar, biraz bulutlu, biraz hülyalı, fakat çok renkli sesler çıkaran bir kamışla bize efsaneleri söylüyor. Ayhan’ın şiirlerinde iç çekişmeleriyle çizilmiş bir âlem görüyoruz. Bu şiir âlemi, düşüncenin soyut karakterini eşyaya ve duyulara yükleyen kelimelerle örülmüş bulunuyor... Ayhan Kırdar, her şair gibi sırrını kendi kişiliğinde gizleyen bir şiir tekniğiyle varlığını kanıtlayan çelişmeleri, çatışmaları dile getiriyor. Sevgiye, topluma, yaşama dair türlü kuşkular, türlü özlemler, türlü ümitler ... Bunlar bugün yükselmekte olan bir kuşağın zaman ve toplum şartlarına bağlı olan içten davranışlardır. Bir bakıma Kırdar, her iki kitabıyla (Lo ve Bağırıyorum) kendinin ve kendi kuşağının şiirini veriyor.” ( Kırdar 1963: 7-12). O, her ne kadar ferdî hislenmelerin ağırlıkta olduğu şiirler yazmış olsa da yaşadığı yılların özellikle de 50’li ve 60’lı yılların siyasî ve sosyal yapısından çok etkilenmiş bunu da şiirlerine yansıtmıştır. Onun şiirleri, sosyal sorunların ferde yansıması şeklinde düşünülebilir. Başka bir tabirle Kırdar’ın şiiri, genel olanın özelde yaşatılmasıdır. 1966’da çıkan dördüncü kitabından sonra sağlık nedenlerinden dolayı dokuz yıl gibi bir süre şiire ara veren Kırdar 1975’te çıkardığı Soyarken Bıçak Karanlığı ve Geceye Çizilen Güneş kitaplarıyla sosyal kavramları bizzat ele alır ve bunları kendi beni dışına çıkarır.<br /><br />1996 yılında çıkardığı Lo (Bütün Şiirleri) adlı kitabın arka kapağında yer alan şu yazının da bizim görüşlerimizi doğrulayacağı düşüncesindeyiz: “Kişiliğini ve sanatını, yaşamından ve eğitiminden kaynaklanan, bireysel hüzünlerin, yönsüz ve sonuçsuz bunalım ve baş kaldırılan karanlıklarından, özlemli bir ışığa, bir yeniden doğuşa çıkarmayı başaran Ayhan Kırdar’ı toplumcu bir şair olarak da anabilmek için şimdi daha çok umut var çünkü O, Soyarken Bıçak Karanlığı kitabında olduğu gibi Geceye Çizilen Güneş'te de bir çağlayan güzelliğiyle, yaşamın bardağına renk verenler için yazıyor.” (Kırdar 1996: 175). Onun bu tavrı, bulanık bir dünyaya sis perdesinin arkasından düşünceli bir şekilde baktığını gösterir.<br />Kırdar’ın şiirlerinde gördüğümüz ferdî temaları beş ana başlık altında toplayabiliriz. Bunlar: Varlık ve Yokluk, Huzursuzluk, Keder, Yalnızlık ve Yaşama Bağlılıktır. Şair bu temaları da farklı konular vasıtasıyla sunar. Örneğin varlık ve yokluk temasında ölüm, kader, yaşama bağlılık temasında aşk, tabiat gibi konular sayesinde bu temaları vermeye çalışır. Şair, sosyal temalarla da savaş, özgürlük, askerlik, cinsellik, Anadolu ve Anadolu insanının durumunu şiirlerinde işler. Sosyal temaları, ferdî temalardan ayıran nokta ise bunların genellikle tema aşamasında kalması, ferdî temalarda olduğu gibi konulara bölünmemesidir. Onun şiir dünyası çok yönlü bir bütünlük arz eder. O, hemen hemen hayattaki her türlü duygu ve düşünceye değinmiş bu sayede hayatın karmaşıklığını anlatmaya çalışmıştır. Bunu yaparken de herhangi bir kurala bağlı kalmamış, hiçbir endişe taşımamış içinden geldiği gibi şiir yazmıştır. Onun şiirlerindeki başarının da burada aranması gerektiği söylenilebilir. O, içinde yaşadığı bütün olumsuzluklara rağmen çevresine karşı duyarlı kalabilen iyi bir gözlemci, bunları ifade etmesini bilen başarılı bir anlatıcıdır.<br /><br />Kırdar’ı başarılı kılan noktalardan bir tanesi de şiirlerinde ses ve şekil özelliklerini çok iyi kullanmış olmasıdır. O, mısraları belli bir düzene bağlı kalarak kullanmaz. Nerede nasıl kullanılması gerekiyorsa o şekilde kullanır. Ayrıca mısralarda gerek kelimeler vasıtasıyla gerekse şekli olarak oynaması onun şiirine ilginçlik katar ve dikkat çekici bir özellik kazandırır. Şiirlerinde gördüğümüz üç nokta işareti, söyleyecek çok sözünün olduğunu ifade ederken, iki çizgi arası ifadelerin kullanımı da bir şeyleri vurgulamak istemesine bağlanabilir. Kırdar’ın şiirlerindeki en önemli özelliklerden bir tanesi de söz sanatları vasıtasıyla ahenkli bir yapı oluşturmasıdır. O, benzetmeleri ve kişileştirmeleri çok farklı şekilde kullanarak kendine has bir imaj dünyası oluşturur. Şiirlerinde kullandığı zıtlıklar aslında onun hayatta yaşadığı çatışmayı ifade eder niteliktedir. İkilemeler ve pekiştirmeler onun lirizminin doruklarını gösterir. Ondaki en dikkati çeken noktalardan birisi de şiirlerini konuşur gibi yazmış olmasıdır. Onun şiirlerinde karşısındaki birisiyle konuştuğunu veya birilerine bir şeyler anlattığını hissedersiniz. Bağlaçlar onun duygu ve düşünceleri arasında bir köprü görevi görür. Şiirlerinde kullandığı mısra, kelime ve ses tekrarları ise onun mistik bir dünyadan coşkulu bir dünyaya uzanan bir yolda yolculuk yaptığını gösterir. Şairin düzyazı şeklindeki (mensur) şiirlerinde ise isyankâr, kahramanca bir edayla karşılaşırız. Kır-dar, kafiye ve redifleri ise gerektiği ölçüde kullanırken, genellikle yarım ve tam kafiyeleri tercih eder.<br /><br />Bütün bu özellikler bize Kırdar’ın Türkçeyi nasıl kullanacağını bildiğini ispat eder. Düzgün, ölçülü bir söyleyişi vardır. Kırdar’ın kitabındaki şiirler, onun söyleyişte şiir diline daha çok yaklaştığını gösterir. Aynı zamanda onda bir aydına has duru dille karşılaşırız. O, sade dili ve iyi tekniği sayesinde kendi şiirini oluşturan nadir şairlerden birisidir. Kır-dar’ın şiiri dili konusunda başarılı olduğunu söylemememiz için hiçbir neden yoktur. Kısacası o, iyi bir şiir işçisi, başarılı bir dil ustasıdır. Onun şiirlerinde belli bir yapaylık göze çarpmaz. Saf ve temiz mısralarda kendinizi bulursunuz. Bazen öyle mısralarla karşılaşırsınız ki neye uğradığınızı anlayamazsınız. Onun ilk dizesinden son dizesine kadar okuru sarsan bir havayla karşılaşırsınız. Duygu ve düşünceyi mısralarında uygun ve kararınca kullanan şairin şiirlerinde usun payının fazla olduğu da dikkatlerden kaçmaz. O, okuru düşünmeye sevk eden şiirler yazar, onların bazı konular hakkında zihin yormalarını ister. Sözcüklerle çakıl taşlarıyla oynar gibi oynayan şair, sözcüklere yüklediği duygu ve anlamla şiiri şiir yapar. Kırdar’ın bütün bunları yaparken gençlik heyecanından kurtulmuş, olgun bir tavırla hareket ettiğini görürüz. Onun şiirlerini güzel kılanın da bu olgunluk hâli olduğu söylenilebilir.<br />Kırdar, her şiirinde farklı dünyaların kapılarını açar. Umut, korku, anı, çaresizlik vb. birçok kavramı bütünüyle kişiye sindirir. Onun şiirlerinde çoğu zaman iyimserlikle kötümserliğin yan yana aynı ölçüde işlendiğini görürüz. Onda yaşadığı yılların özellikle de altmışlı yılların belirsiz ve karamsar havasını, içindeki iyimserlikle eritmesini başaran bir kişilikle karşılaşırız. O, en çıkılmaz durumlarda bile yitmeyen bir iyimserliğe sahiptir. Kırdar, espri dozunu azaltarak dizelerine his ve gözlemi yükler. O, gözlemlerini, şahsî duygulanmalarıyla zirveye taşıyan, lirizmin doruklarına erişmiş başarılı bir ozandır. Kırdar’ı antenleri topluma yönelmiş hümanist (insancıl) bir şair olarak nitelendirmek yanlış olmasa gerekir.<br /><br />Çünkü ondaki duyuşlar toplumsal, yaşam, var oluşundan beri süregelen gerçeklerin ta kendisidir. Aslında onun amacı her yönüyle insanı anlatabilmektir; fakat bunda yaşadığı süre içerisinde pek başarılı olduğu söylenemez. Onun başarısı, sadece söyleyiş güzelliğindeki farklılıkta kalmıştır. O, dönemin şiir hareketlerinden uzak durarak kendi oluşturduğu bağımsızlık bölgesinde şiirlerini söyler. Kırdar, ezelden beri insan kaderini etkileyen duygu ve heyecanları en derinden işleyebilen insandır. Bunu yaparken de çarpıcı imajları, büyük bir mısra yapısıyla muhteşem bir bütünlük sağlar. Onun şiirleri, birbirini tamamlayan bir devamlılık arz eder. Şiirleri, bir hikâyenin veya romanın bölümleri gibidir, birbirinden kopuk değildir. Kırdar’ın yaptığı işi yeniden biçimlendirme olarak da kabul edebiliriz. Çünkü gerçekten anlatılmış olan anlatılmaz. Anlatılan şeyin tekrarı ancak yeniden biçimlendirmeler sayesinde olur. Dolayısıyla Kırdar’ın yaptığını da böyle düşünmek gerekir. O, şiirlerindeki farklılıkla şiirimizin imkânlarını büyütmek isteyen bir şahsiyettir. O, şiirimize kendi kurduğu bağımsızlık ülkesinden yani içerden bakarak yakalanmış bir zorunluluktan ana gelişimi tutarlılığa vardırmak ister. Onun yaptığı bu işi bir uğraş, çabalama gayreti olarak da düşünebiliriz.<br /><br />Ayhan Kırdar’ı çağdaşlarından ayıran özelliklerden bir tanesi de Garip, İkinci Yeni, toplumcu hareketlerin dışında bir yerde Cahit Sıtkı’nın Garip sonrası şiirlerindeki gibi şiir yazmasıdır. O, çıkışını bir bakıma hece şiirinin duyarlılığından alan, ama onu yeni biçimler içinde geliştirmek isteyen bir sanatçıdır. Mehmet Kaplan, Cahit Sıtkı için şunları dile getirir: “Cahit Sıtkı ve Orhan Veli nesli, artık ne dine, ne de tarihe inanıyorlardı. Onlar için sadece ‘yaşanılan an’ mühimdi. Gençlik yıllarında Andre Gide’nin Dünya Nimetleri"ni okuyan bu nesil, “yaşama sevincini adeta bir din haline getirdi. Fakat ölüm vardı, sosyal sefalet ortadaydı. Bunlar yaşanılan hayatın tatlı aşına zehir katıyordu. Ölüme çare bulunamayacağına göre yapılacak şey geçen günleri mümkün olduğu kadar hızla doldurmak ve sosyal sefaleti ortadan kaldırmaktı. Cahit Sıtkı sosyal konularla pek meşgul olmamıştır. Eserlerinde sık sık ele almış olduğu tem “ölüme karşı yaşanılan hayatın güzelliği” fikridir... O yaşamak şartıyla her mihneti kabule razıdır.” (Kaplan 1998: 101-102).<br />Kırdar, özgür koşuğu çok rahat kullanır, başarılı bir uyak sistemini sürdürür, şiirleri imge bakımından zengindir. Ayhan Kırdar’da aruzla hecenin açık ve gizli uyumlarından gelen bir dize kurma yeteneği vardır. Şiirlerinde kendine has inleme ve haykırışların yanında toplumsal protestolara da rastlarız. Bu protestoları söyleyişteki tavrı da canlı ve sıcaktır. Onun şiiri, kimi zaman durgun kimi zaman hırçın bir denizi andırır, yalnızlık, acı, geçmişe özlem, umutsuzluk gibi birçok olumsuz duyguyu bünyesinde barındırmasına rağmen yaşama sevincini hiçbir zaman yitirmemiş bir beklentidir. Kırdar’ın değeri pek fark edilmemiştir. Fakat O’nun görmezden gelinemeyecek kadar başarılı bir şair olduğu söylenilebilir.<br /><br /><br /><strong>ŞİİRLERİNİN BASILMASI VE YAYINLANMASI</strong><br /><br />Ayhan Kırdar’ın ilki 1961 yılında sonuncusu 1977 yılında yayımlanan altı adet şiir kitabı olduğu tespit edilmiştir. Bunların dışında bütün şiirlerini 1996 yılında Lo (Bütün Şiirleri) adlı bir kitapta toplayarak yayınlamıştır. İlk şiir kitabı Lo adını taşır. 1961 yılında ilk baskısı çıkan kitabın ikinci baskısı 1967 yılında çıkmıştır. Bu şiir kitabı 47 sayfa olup, 27 şiirden oluşur. Biz bu çalışmayı yaparken kitabın ikinci baskısından, yani 1967 İstanbul baskısından faydalandık. Bu kitaptaki şiirleri aşağıda sırasıyla belirtilmiştir.<br /><br /><strong>LO</strong> : 1. Lo 2. Bir Kere 3. Bir Süre İçin 4. Dilenci 5. Savaşlar Baladı 6. Saat 7. Benim Sarhoşluğum Başka Türlü 8. Yumak ve Kadın 9. Serenat 10. İspanya Destanı 11. Ak Düş 12. Bir Başka Gemi 13. Hayat Şarkısı 14. Büyük Günah 15. Parıltılar 16. Acı Senfoni 17. Terk Ediş 18. Tatsız 19. Quantitatif 20. Kırık Ayna 21. İnsanlar 22. Peçete Duvarı 23. Büyük Donjuan 24. Öyle Bir Dünya 25. Umut Tarlası 26. Bir Kere Daha İstanbul 27. Altın Gemi (Hisar Dergisi, 1967, S. 42 s. 21).<br /><br />Ayrıca şairin bu şiirleri, Lo (Bütün Şiirleri) 1996, kitabında 6-37 sayfaları arasında yer alır.<br />Şairin ikinci şiir kitabı Bağırıyorum adını taşır. 1963 yılında İstanbul’da basılmıştır. Bu şiir kitabı 48 sayfa olup 28 şiirden oluşur. Ayrıca kitabın başında Ahmet Kutsi Tecer’in yazdığı “Ayhan Kırdar’ın Şiiri” adlı bölüm yer alır. Bu kitaptaki şiirleri aşağıda sırasıyla belirtilmiştir.<br /><br /><strong>BAĞIRIYORUM</strong>: 1. Bağırıyorum 2. Savaşlar Sonatı 3. Geceye Övgü (Varlık Yıllığı, 1962, s. 308). 4. Gelmemiş Zamanların Korkusu 5. Final 6. Mezarlar Sonatı (Türk Edebiyatı Dergisi, Şubat 1988, S. 172, s. 40). 7. Beyaz Gemi 8. Cehenneme Kurulan Kamp (Çetin, Mehmet 1991, Tanzimat’tan Bugüne Türk Şiiri Antolojisi 2, Ankara s. 766, 767). 9. Kapı 10. Amore 11. Sitem 12. Masal 13. Bilinmez ki 14. Aşk Çıkmazı 15. Tren (Hisar Dergisi, Şubat 1971, S .86, s. 23). 16. Sürgünlerin Türküsü 17. Çoban 18. Korku (Türk Edebiyatı Dergisi, 1964 Yılı Seçmeler, s. 180-181; Varlık Yıllığı 1963, s. 238-240). 19. Ayrı Kutuplarda 20. Soyunuk Sonat 21. Orta Direk 22. Modern Diyojen 23. Toprak 24. Garip Satıcı 25. Neden Kanlıdır Güneş Akşam Üstleri 26. Oha Oh 27. Duman (Varlık Yıllığı 1966, s. 372). 28. Kanlı Çıngırak<br />Ayrıca şairin bu şiirleri, Lo (Bütün Şiirleri) 1996, kitabında 40-73 sayfaları arasında yer alır.<br />Şairin üçüncü şiir kitabı Ole adını taşır. 1966 yılında İstanbul’da basılmıştır. Bu şiir kitabı 30 sayfa olup 17 şiirden oluşur. Bu kitaptaki şiirler aşağıda sırasıyla belirtilmiştir.<br /><br /><strong>OLE</strong>: 1. Spleen (Varlık Yıllığı 1964, s .276). 2. Ne Demek 3. Olvido 4. Şafak Yeleli Gecelerden (Çetin, 1991:766). 5. Rıhtımda 6. Heheey Yaşamak Güzel Şey 7. Kaçmak 8. Sansür 9. İspanya Destanı ((Kırdar, Lo, 1967, s. 18-19). 10. Ballade 11. Klevietta 12. Viva (Varlık Yıllığı 1965, s. 280). 13. Toprak II 14. Gece 15. Rondo 16. Petek Hayriye’nin Evi 17. Lo’ya Son Mektup<br /><br />Ayrıca şairin bu şiirleri, Lo (Bütün Şiirleri) 1996, adlı kitabında 7599 sayfaları arasında yer alır. Bu şiirlerden başka Bütün Şiirleri kitabının O/e’ye ait kısmında şu şiirlere de rastlarız.<br /><br /><strong>BÜTÜN ŞİİRLERİ - OLE</strong> - : 1. Ay Türküsü 2. Soyut 3. Serenat II (Varlık Yıllığı 1961, s. 260). 4. Yelken (Hisar Dergisi, Ekim 1966, S. 34, s. 8). 5. Sitem 6. Aralık Kalan Kapıdan<br />Şairin dördüncü kitabı GECE BİR KELEPÇE BİLEKLERİMDE adını taşır. 1966 yılında İstanbul’da basılmıştır. Fakat biz bütün araştırmalarımıza rağmen bu kitaba ulaşamadık. Bu şiir kitabını Bütün Şiirleri adlı kitabına da almamıştır. Yalnız kitaba ismini veren şiirin yani “Gece Bir Kelepçe Bileklerimde” (Hisar Dergisi, Haziran 1966, S. 30, s. 11). adlı şiirin bir dergide yayınlanmış olduğunu bilmekteyiz.<br /><br />Şairin beşinci şiir kitabı Soyarken Bıçak Karanlığı adını taşır. 1975 yılında İstanbul’da basılmıştır. Bu şiir kitabı 33 sayfa olup 16 şiirden oluşur. Bu kitaptaki şiirleri aşağıda sırasıyla belirtilmiştir.<br /><br /><strong>SOYARKEN BIÇAK KARANLIĞI:</strong> 1. Yalnızlığı Kuşanmak 2. Surmantil 3. Kuğu (Hisar Dergisi, Mart 1972, S. 99, s. 17). 4. Tutuştu Geniş Kanatlarım Gökyüzüsüz Kaldım 5. Yağmur (Hisar Dergisi, Ocak 1974, S. 121, s. 7; Karaalioğlu, Seyit Kemal (1993), Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi, s. 464). 6. Altın Gemi (Kırdar, Lo, 1967, s. 42). 7. Tamara İçin (Hisar Dergisi, Eylül 1967, S. .45, s. 14). 8. Karda Askerin Türküsü (Hisar Dergisi, Eylül 1971, S. 93, s. 23). 9. Tren 10. Simetri (Türk Edebiyatı Dergisi, Mart 1972, S. 3, s. 13). 11. Toprak 12. Sevgi Üstüne Varyasyonlar (Hisar Dergisi, Ocak 1971, S. 85, s. 25). 13. Suç 14. Çalmışlar 15. Gün Ola 16. Akvaryumda 20.000 Fersah<br /><br />Ayrıca şairin bu şiirleri, Lo (Bütün Şiirleri) 1996, adlı kitabında 102-124 sayfaları arasında yer alır. Şairin altıncı şiir kitabı Geceye Çizilen Güneş adını taşır. Bu kitap 1977 yılında İstanbul’da basılmıştır. Şairin bu kitabında da 15 şiir vardır. Bu kitaptaki şiirleri aşağıda sırasıyla verilmiştir.<br /><br /><strong>GECEYE ÇİZİLEN GÜNEŞ:</strong> 1. Semaver 2. Çapaklı Yaşamak 3. Beklenen 4. Düşman 5. Bir Gün Sen de Güzel Olacaksın 6. Geceye Çizilen Güneş 7. Dargın (Hisar Dergisi, Eylül 1976, S. 153, s.17). 8. Şiir 9. Ayrı Kutuplarda 10. Anı (Hisar Dergisi, Aralık 1976, S. 156, s. 10; Çetin 1991:768). 11. Mum 12. Yorgun (Hisar Dergisi, Mart 1976, S. 147, s. 8). 13. Yarın 14. Lokomotif 15. Hava Gül Kokuyor<br /><br />Ayrıca şairin bu şiirleri, Lo (Bütün Şiirleri), 1996, adlı kitabında 127-148 sayfaları arasında yer alır. Şair, Lo (Bütün Şiirleri), İstanbul 1996, adlı kitabının sonuna Son Dönem Şiirlerini de eklemiştir. Bunlar aşağıda sırasıyla belirtilmiştir.<br /><br /><strong>SON DÖNEM ŞİİRLERİ:</strong> 1. Ayna (Türk Edebiyatı Dergisi, Haziran 1985, S. 140, s. 39). Aradoks (Türk Edebiyatı Dergisi, Nisan 1986, S. 140, s. 49). Nevroz 4. Zamanla Uçup Giden 5. Alkol (Türk Edebiyatı Dergisi, Şubat 1986, S. 148, s. 67). 6. Kurutulmuş Sevda Bahçeleri (Türk Edebiyatı Dergisi, Ağustos 1985, S. 142, s. 79). 7. Kırık Kanatlı Kuş (Türk Edebiyatı Dergisi, Haziran 1988, S. 176, s. 51).<br /><br />Bunların dışında bütün bu şiir kitaplarının içerisinde yer almayan ve çeşitli dergilerde rastladığımız şairin şu şiirlerini de vermek istiyoruz. Bu şiirler muhtemelen ulaşamadığımız Gece Bir Kelepçe Bileklerimde adlı şiir kitabında yer alan şiirlerdir.<br /><br />1. Mehmetçiğin Yeni Çağ Türküsü (Hisar Dergisi, Ekim 1974,5. 130, s. 15). 2. Yeni Çağda Ay Türküsü (Hisar Dergisi, Temmuz 1966, S. 31, s. 10). 3. Zaman(Hisar Dergisi, Ağustos 1967, S. 44, s. 16).<br />………………<br /><br /><strong>SONUÇ</strong><br /><br />Ayhan Kırdar’ın şiir serüveni 1960’lı yılların başında başlar ve 1990’lı yılların sonuna kadar devam eder. Lo (1961), Bağırıyorum (1963), Ole (1966), Gece Bir Kelepçe Bileklerimde (1966), Soyarken Bıçak Karanlığı (1975), Geceye Çizilen Güneş (1977) adlarıyla altı adet şiir kitabı çıkaran şair, 1996 yılında yayımladığı Lo (Bütün Şiirleri) adlı kitabıyla bunları bir araya getirir. Ayrıca bu kitaba Gece Bir Kelepçe Bileklerimde adlı kitabındaki şiirleri dâhil etmemiştir. Bunun sebebini tam olarak bilmiyoruz. Lo (Bütün Şiirleri) adlı kitabında diğer şiir kitaplarının içerisinde yer almayan farklı şiirlere de rastlamaktayız. Bunlar Gece Bir Kelepçe Bileklerimde adlı kitabında yer alan şiirler olabilir.<br /><br />Kırdar, fazla tanınmış bir şair değildir. Onun şiirlerini ilk okuduğunuzda farklı bir duyuş tarzıyla karşılaşırsınız. O, insan kaderine etki eden duygu ve düşünceleri onları sarsan bir hava içerisinde vermesini bilen bir şairdir. Onun şiirlerini okuduğunuz vakit sadece duygulanmaz aynı zamanda da düşünürsünüz. Çünkü o, aklın payını ön planda tutarak şiir yazar. Ufkunuzun genişlediğini, bakış açınızın değiştiğini görürsünüz. Toplumsal duyuşları, kendi beninden hareketle farklı bir söyleyiş tarzı içinde veren şairi, başarılı bir anlatıcı olarak görebiliriz. Şair, farklı şeyleri anlatmaz, onun yaptığı iş, olan şeylere yeniden biçim kazandırmaktır. O, iyi bir şiir ustasıdır. Onun şiirlerinde resim kültüründen gelen bir söyleyiş tarzı hâkimdir. Bunda şairin aynı zamanda da ressam olması da rol oynar. O, şiire âdeta bir canlılık katar. Şiiri okurken sadece hissetmez aynı zamanda o şiiri yaşarsınız. Şiir, onun için renkli dünyanın mısralara aktarılmış hâlidir. Kırdar, tablo yapar gibi şiir yazar. Mısraları ve mısra-lardaki kelimeleri nerede, nasıl kullanacağını çok iyi bilir. Mısralarla çakıl taşlarıyla oynar gibi oynar. Şiirlerini oluştururken şeklî bir kaygı taşımaması ve içinden geldiği gibi yazması onu başarıya götüren bir etkendir. Şiirlerinde imajları, zıtlıkları, benzetmeleri, kişileştirmeleri, ikilemeleri, pekiştirmeleri çok güzel sunan şair, okuyucuyla konuşan bir havaya bürünür. Bu da onun doğallığının ifadesidir, denilebilir.<br /><br />Şiirlerindeki ferdî temaları: Varlık ve yokluk, huzursuzluk, keder, yalnızlık, yaşama bağlılık gibi beş ana başlık altında topladığımız şairin şiirlerinde ferdî kavramların daha ağırlıkta olduğunu görürüz. Bu kavramlar: Tanrı düşüncesi, ölüm, zaman, kader, duyularına göre yaşamak, yalnızlık, anılar, özlem, umut ve umutsuzluk, günah duygusu, korku, aydınlıktan kaçarak karanlığa sığınma (gerçeklerden kaçma), kozmik âlem insan tezadı (şuur-gayri şuur çatışması), hayattan sıkılma, acılar, dert ve keder, mutsuzluk, çaresizlik, yorgunluk, tabiat, yaşama sevinci, aşk, pişmanlık, istekler, kaybedilen değerler şeklinde karşımıza çıkar. Sosyal temalar içerisinde de özgürlük, savaş, askerlik, Anadolu ve Halk, cinsellik yer alır. Şiirlerinde ferdî ve sosyal temaları bir bütün içerisinde veren şairi okuyup anladığınızda yadırgamazsınız. 1966’da çıkan ilk dört kitabında ferdî temalar kullanan şairi Soyarken Bıçak Karanlığı adlı kitabıyla sosyal temalara yöneldiğini görürüz.<br /><br />Şair, Geceye Çizilen Güneş adlı kitabıyla da sosyal temaları zirveye taşır. O, hayatı olduğu gibi değil, görmek istediği gibi görür. Hayata kendi gözlükleriyle bakar. Hayatın gerçeklerini bir türlü kabullenemez ve bu yüzden isyan eder. Mensur şiirlerinde bu isyanı belirgin bir şekilde görebiliriz. Kırdar, hayatın mutlu ve hüzünlü yanlarını coşkulu bir şekilde verir. O, kendi oluşturduğu bağımsız bir bölgeden seslenir. Onu, anlatacak çok şeyi olan ve anlatmasını bilen bir şair olarak nitelendirebiliriz.<br /><br />Kırdar’ı dil bakımından da başarılı sayabiliriz. Sade dili ve iyi tekniğiyle dikkatleri çeker. Hiçbir zaman yapmacığa kaçmaz. Onun şiirlerindeki saf ve temiz mısralarda kendinizi bulursunuz. Vermek istediği duygu ve düşüncenin anlaşılmasını ister ve bu yüzden dili çok iyi kullanmak zorunda olduğunu bilir, buna göre hareket eder. Çoğu zaman üç nokta kullanır. Çünkü söyleyecekleri bitmez. O, anlatmak istediklerinin bir kısmını anlatabilmiştir. Vurgulamak istediği değerleri iki çizgi arasında verir. Yinelemeler ve bağlaçlar onun şiirlerindeki çeşitliliğin ifadesidir. Kafiye ve redifi şiirin gerektirdiği ölçüde kullanır. Ses ve söz tekrarları sayesinde şiirine bir musiki havası ve ritim kazandırır.<br /><br />Mısralarında belli bir biçime ve kalıba bağlı kalmaz. Mısralarını oluştururken kullandığı kelimeler ve bunların düzeni onun farklılığını gözler önüne serer. Şair, duygu ve düşüncelerini şiirin yapısal düzenine çok iyi sindirir. O, insanlara bire bir aktaramadığı düşüncelerini şiir vasıtasıyla dile getirir. Şiir, onun için bir araçtır, amaç ise insanlara sesini duyurabilmektir. Ondaki dili iyi kullanabilme yeteneği şiirlerindeki ahen-ge yansır. Kırdar, toplumsal duyuşları, ferdî duygulanmalarıyla anlatabilen, bunları sade dili sayesinde akıcılığa döken, farklı bir şiir ülkesinin kapılarını bize ardına kadar açan bir şairdir. Aslında o, hepimizin şiirini yazar, fakat yazarken kullandığı üslup ve kendine özgü hassasiyet onun şiirlerinin bambaşka bir havaya bürünmesini sağlar. Kırdar’ı, şiiri dantel gibi işleyen iyi bir şiir işçisi, değeri fark edilmemiş bir yetenek olarak değerlendirebiliriz.<br /><br /> *Gazi Üni. Fen-Ed. Fak. TDE Böl. <a href="mailto:fsakalli@gazi.edu.tr">fsakalli@gazi.edu.tr</a><br /><br /></p>
<p><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/dvan-edebyati/156-siirler-divan.html" target="_blank" rel="alternate">DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/halk-edebyati/72-halk-edebiyati-siirler.html" target="_blank" rel="alternate">HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/648-a-ile-baslayanlar/ayhan-kirdar-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">AYHAN KIRDAR ŞİİRLERİ</a></strong></span></p><p style="text-align: justify;"><strong><span style="color: #ff0000;">AYHAN KIRDAR’IN ŞİİR DÜNYASI- ARŞ. GÖR. FATİH SAKALLI*<a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/648-a-ile-baslayanlar/ayhan-kirdar-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/ayhan-kirdar.jpg" alt="" /></a></span></strong><br /><br />ÖZ: Ayhan Kırdar, 1960 ve 70’li yıllarda 6 adet şiir kitabı çıkarmıştır. Şiirleri dönemin önde gelen sanat ve edebiyat dergilerinde yayınlanmıştır. Şair son olarak 1996 yılında Lo (Bütün Şiirleri) adlı kitabında bütün şiirlerini toplamıştır. Kırdar, herkesin bildiği şeyleri farklı bir duyuş tarzı (ifade kabiliyeti) ile verir. Sade dili ve iyi tekniğiyle etkileyici şiirlere vücut verir. Şair, duygu ve düşüncelerini, şiirin yapısal düzeni içerisinde çok başarılı bir şekilde işlemiştir. Biz bu çalışmamızda Kırdar’ın şiirlerinden hareketle onun şiir dünyasını işlemeye çalıştık. İncelememizi, hayatı, edebi şahsiyeti, şiirlerinin basılması ve yayımlanması, şiirlerinin temalara göre dağılımı, temaların incelenmesi, ses ve şekil özellikleri, sonuç başlıkları adı altında 7 bölümde yaptık. Ele aldığımız hususları şiirlerinden aldığımız örneklerle vermeye gayret ettik.<br />………….<br /><br /><strong>HAYATI</strong><br /><br />1936’da Aydın’da doğdu. Çocukluğu Kerkük ve Bağdat’ta geçti. İlkokulu Bağdat’ta, ortaokulu İzmir’de Karataş Ortaokulu’nda, liseyi İstanbul’da okudu. Bir süre Ege Üniversitesi’nde kadavralar üzerinde anatomi çalışmalarında bulundu. Daha sonra İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdi. 1967’de Yüksek Resim Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl askere gitti. Erzincan Merkez Komutanlığı’na atandı. Askerden döndükten sonra liselerde Resim ve Sanat Tarihi dersleri okuttu. İlk şiir kitabı Lo 1961 yılında yayınlandı. Sağlık durumu bozulduğu için dördüncü kitabından sonra dokuz yıl süren uzun bir sessizlik dönemine girdi. Ayhan Kırdar’ın şiirleri, Sanat Dünyası, Gençlik, Yelken, Dost, Varlık, Hisar, Türk Edebiyatı, Şiir ve Çağrı dergilerinde yayımlandı. Şiirlerinde resim kültüründen gelen bol teşbihli söyleyişlere yer vermesine rağmen, açık bir anlatımı sürdürdüğü görülen şairin renkli bir imajla güçlü bir ifadeyle kabiliyetiyle şiirlerine vücut verdiğini de söyleyebiliriz. Soyarken Bıçak Karanlığı adını verdiği beşinci şiir kitabı onun yeniden doğuşunu edebiyat yaşamına tekrar dönüşünü simgeler. Şairin öğretmenlikten sonra serbest çalışır (Kırdar 1975: 34). Şair 31 Ocak 1999’da İstanbul’da vefat etmiştir. (T.B.E.A, 2001: 503).<br /><br /><br /><strong>EDEBÎ ŞAHSİYETİ (ŞAİRLİĞİ)</strong><br /><br />Ayhan Kırdar’ın ilki 1961’de sonuncusu 1977’de olmak üzere altı adet şiir kitabı yayınlanmıştır. Bunlardan başka 1996 yılında Lo (Bütün Şiirleri) adlı eserle bütün şiirlerini bir kitapta toplamıştır. Şairin 1960’lı yıllarda başlayan şiir serüveni 1990’lı yılların ortalarına kadar çeşitli dergilerde devam etmiştir. Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi bu dergiler arasında Sanat Dünyası, Gençlik, Yelken, Dost, Varlık, Hisar, Türk Edebiyatı, Şiir ve Çağrı bulunur. Ayhan Kırdar, karmaşık bir yapıya sahiptir. Ondaki bu karışık ruh hâli, çeşitli temleri farklı bir duyuş ve ifade tarzıyla ele almasıyla ortaya çıkar. Mehmet Kaplan da Şiir Tahlilleri II adlı kitabında: “Bazı şiirlerinde Bedri Rahmi ve Attila İlhan tesiri his solunmasına rağmen Kırdar’ın kendisine has bir duyuş tarzı ve güzel mısra yaratma kabiliyeti olduğu açıkça görülüyor.” (Kaplan 1998: 320) diyerek bunu anlatmaya çalışır. Bunlardan başka Cahit Sıtkı Tarancı ve Orhan Veli’nin şiirlerinde gördüğümüz kavramların Ayhan Kırdar’ın şiirlerinde de mevcut olduğunu belirtir (Kaplan 1998: 108-116). Ayhan Kırdar’ın şiirlerinde adı geçen şairlerin şiirlerinde rastladığımız kavramları görür, onlara has üslûpla karşılaşırız. Örneğin Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun şiirlerinde Tanrı’nın varlığında kaybolma iştiyakı, tabiatla kaynaşma duygusu, kendi beninden nefretle gayri şuurî olarak anne karnına dönme arzusu, cinsî haz, yaşama sevincine rağmen insanla kâinat arasındaki uyuşmazlık, ölümün trajedisi, varlığın sırlarının araştırılması gibi kavramlarla karşılaşırız (Kaplan 1998: 108-116). Ayhan Kırdar’ın şiirlerinde de bu kavramların hepsini görmemiz mümkündür. Bedri Rahmi Eyüboğlu ile Ayhan Kırdar’ın uyuştuğu diğer bir nokta ise resimdir. Eyüboğlu ressamdır, Kırdar da daha önceden bahsettiğimiz gibi Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bölümü mezunudur. Dolayısıyla ikisinde de resim kültüründen gelen bir söyleyiş tarzı hâkimdir. Bunu biz ilk olarak Servet-i Fünûn şairlerinden Tevfik Fikret’le görürüz. Pitoresk ‘kelimelerle resim yapma’ edebiyatımıza onun getirdiği bir yeniliktir. Fikret, bu şekilde şiiri resme yaklaştırmıştır. Kırdar’ın şiirlerine genel olarak baktığınız vakit gözlemlerini ve düşüncelerini, resim yapar gibi okuyucunun gözünün önünde canlandırabileceği şekilde aktardığını görürsünüz. Bu da onun resim kültüründen gelen bir söyleyiş tarzına hâkim olduğunun ispatıdır diye düşünülebilir. Kırdar’ın şiirlerinde tesiri görülen şairlerden birisi de Attila İlhan’dır. “Attila Ilhan’ın şiirlerinde hatıralar, kaçış, inanma problemi, arayış, korku, aşk, hayat tecrübesi, ölüm düşüncesi, geçmişe özlem, yalnızlık, ölüme yaklaşmış insanın korkusu, cinsellik, savaş, Türk tarihi, Anadolu’nun ihmal edilmişliği kavramlarını görürüz.” (Çelik 1998: 1- 4).<br /><br />Kırdar’ın şiirlerinde de bu kavramların hemen hepsi mevcuttur. Kırdar’ı Attila İlhan’dan ayıran nokta ise Kırdar’ın şiirlerinin çoğunda ferdî temleri işlemesi, son iki kitabındaki şiirlerde toplumsal kavramlara değinmiş olmasıdır. Oysa Attila İlhan’da ferdî temlerle toplumsal temlerin birbirine yakın oranda sunulduğunu görürüz. “Cahit Sıtkı Tarancı ve Orhan Veli’de de ölüm arzusu, içgüdülerine göre yaşamak, cinsellik, gayri şuurî olarak anne karnına dönme isteği, fanilik (zamanın geçiciliği) ölüme karşı yaşanılan hayatın güzelliği fikri, Tanrı’yı arama, tabiata yönelme gibi kavramlarla karşılaşırız.” (Kaplan 1998: 100-106, 118-126). Kırdar’ın bu şairlerle de işlediği kavramlar yönünden uyuştuğunu söyleyebiliriz. İşlediği kavramlar yönünden yukarıda sözünü ettiğimiz şairlerle benzerlik gösterse de Kırdar’ın bu kavramları farklı bir sesle imajlarla süsleyerek vermesi, onun okunduğu vakit fark edilmesini sağlayan unsurlardandır. Kırdar, bu sayede kendi şiir dünyasını oluşturur. Kırdar’ın anlattıkları yaşamın içindendir ve yaşarken tattığımız duygulardır. Fakat Kırdar, bunları kendi üslûbuyla öyle güzel verir ki okuyup da etkilenmemek mümkün değildir.<br /><br />Değerli şair Ahmet Kutsi Tecer, bundan emin olduğu için Bağırıyorum’un başına “Ayhan Kırdar’ın Şiiri” başlıklı bir yazı yazar ve şunları söyler: “ Ayhan Kırdar, biraz bulutlu, biraz hülyalı, fakat çok renkli sesler çıkaran bir kamışla bize efsaneleri söylüyor. Ayhan’ın şiirlerinde iç çekişmeleriyle çizilmiş bir âlem görüyoruz. Bu şiir âlemi, düşüncenin soyut karakterini eşyaya ve duyulara yükleyen kelimelerle örülmüş bulunuyor... Ayhan Kırdar, her şair gibi sırrını kendi kişiliğinde gizleyen bir şiir tekniğiyle varlığını kanıtlayan çelişmeleri, çatışmaları dile getiriyor. Sevgiye, topluma, yaşama dair türlü kuşkular, türlü özlemler, türlü ümitler ... Bunlar bugün yükselmekte olan bir kuşağın zaman ve toplum şartlarına bağlı olan içten davranışlardır. Bir bakıma Kırdar, her iki kitabıyla (Lo ve Bağırıyorum) kendinin ve kendi kuşağının şiirini veriyor.” ( Kırdar 1963: 7-12). O, her ne kadar ferdî hislenmelerin ağırlıkta olduğu şiirler yazmış olsa da yaşadığı yılların özellikle de 50’li ve 60’lı yılların siyasî ve sosyal yapısından çok etkilenmiş bunu da şiirlerine yansıtmıştır. Onun şiirleri, sosyal sorunların ferde yansıması şeklinde düşünülebilir. Başka bir tabirle Kırdar’ın şiiri, genel olanın özelde yaşatılmasıdır. 1966’da çıkan dördüncü kitabından sonra sağlık nedenlerinden dolayı dokuz yıl gibi bir süre şiire ara veren Kırdar 1975’te çıkardığı Soyarken Bıçak Karanlığı ve Geceye Çizilen Güneş kitaplarıyla sosyal kavramları bizzat ele alır ve bunları kendi beni dışına çıkarır.<br /><br />1996 yılında çıkardığı Lo (Bütün Şiirleri) adlı kitabın arka kapağında yer alan şu yazının da bizim görüşlerimizi doğrulayacağı düşüncesindeyiz: “Kişiliğini ve sanatını, yaşamından ve eğitiminden kaynaklanan, bireysel hüzünlerin, yönsüz ve sonuçsuz bunalım ve baş kaldırılan karanlıklarından, özlemli bir ışığa, bir yeniden doğuşa çıkarmayı başaran Ayhan Kırdar’ı toplumcu bir şair olarak da anabilmek için şimdi daha çok umut var çünkü O, Soyarken Bıçak Karanlığı kitabında olduğu gibi Geceye Çizilen Güneş'te de bir çağlayan güzelliğiyle, yaşamın bardağına renk verenler için yazıyor.” (Kırdar 1996: 175). Onun bu tavrı, bulanık bir dünyaya sis perdesinin arkasından düşünceli bir şekilde baktığını gösterir.<br />Kırdar’ın şiirlerinde gördüğümüz ferdî temaları beş ana başlık altında toplayabiliriz. Bunlar: Varlık ve Yokluk, Huzursuzluk, Keder, Yalnızlık ve Yaşama Bağlılıktır. Şair bu temaları da farklı konular vasıtasıyla sunar. Örneğin varlık ve yokluk temasında ölüm, kader, yaşama bağlılık temasında aşk, tabiat gibi konular sayesinde bu temaları vermeye çalışır. Şair, sosyal temalarla da savaş, özgürlük, askerlik, cinsellik, Anadolu ve Anadolu insanının durumunu şiirlerinde işler. Sosyal temaları, ferdî temalardan ayıran nokta ise bunların genellikle tema aşamasında kalması, ferdî temalarda olduğu gibi konulara bölünmemesidir. Onun şiir dünyası çok yönlü bir bütünlük arz eder. O, hemen hemen hayattaki her türlü duygu ve düşünceye değinmiş bu sayede hayatın karmaşıklığını anlatmaya çalışmıştır. Bunu yaparken de herhangi bir kurala bağlı kalmamış, hiçbir endişe taşımamış içinden geldiği gibi şiir yazmıştır. Onun şiirlerindeki başarının da burada aranması gerektiği söylenilebilir. O, içinde yaşadığı bütün olumsuzluklara rağmen çevresine karşı duyarlı kalabilen iyi bir gözlemci, bunları ifade etmesini bilen başarılı bir anlatıcıdır.<br /><br />Kırdar’ı başarılı kılan noktalardan bir tanesi de şiirlerinde ses ve şekil özelliklerini çok iyi kullanmış olmasıdır. O, mısraları belli bir düzene bağlı kalarak kullanmaz. Nerede nasıl kullanılması gerekiyorsa o şekilde kullanır. Ayrıca mısralarda gerek kelimeler vasıtasıyla gerekse şekli olarak oynaması onun şiirine ilginçlik katar ve dikkat çekici bir özellik kazandırır. Şiirlerinde gördüğümüz üç nokta işareti, söyleyecek çok sözünün olduğunu ifade ederken, iki çizgi arası ifadelerin kullanımı da bir şeyleri vurgulamak istemesine bağlanabilir. Kırdar’ın şiirlerindeki en önemli özelliklerden bir tanesi de söz sanatları vasıtasıyla ahenkli bir yapı oluşturmasıdır. O, benzetmeleri ve kişileştirmeleri çok farklı şekilde kullanarak kendine has bir imaj dünyası oluşturur. Şiirlerinde kullandığı zıtlıklar aslında onun hayatta yaşadığı çatışmayı ifade eder niteliktedir. İkilemeler ve pekiştirmeler onun lirizminin doruklarını gösterir. Ondaki en dikkati çeken noktalardan birisi de şiirlerini konuşur gibi yazmış olmasıdır. Onun şiirlerinde karşısındaki birisiyle konuştuğunu veya birilerine bir şeyler anlattığını hissedersiniz. Bağlaçlar onun duygu ve düşünceleri arasında bir köprü görevi görür. Şiirlerinde kullandığı mısra, kelime ve ses tekrarları ise onun mistik bir dünyadan coşkulu bir dünyaya uzanan bir yolda yolculuk yaptığını gösterir. Şairin düzyazı şeklindeki (mensur) şiirlerinde ise isyankâr, kahramanca bir edayla karşılaşırız. Kır-dar, kafiye ve redifleri ise gerektiği ölçüde kullanırken, genellikle yarım ve tam kafiyeleri tercih eder.<br /><br />Bütün bu özellikler bize Kırdar’ın Türkçeyi nasıl kullanacağını bildiğini ispat eder. Düzgün, ölçülü bir söyleyişi vardır. Kırdar’ın kitabındaki şiirler, onun söyleyişte şiir diline daha çok yaklaştığını gösterir. Aynı zamanda onda bir aydına has duru dille karşılaşırız. O, sade dili ve iyi tekniği sayesinde kendi şiirini oluşturan nadir şairlerden birisidir. Kır-dar’ın şiiri dili konusunda başarılı olduğunu söylemememiz için hiçbir neden yoktur. Kısacası o, iyi bir şiir işçisi, başarılı bir dil ustasıdır. Onun şiirlerinde belli bir yapaylık göze çarpmaz. Saf ve temiz mısralarda kendinizi bulursunuz. Bazen öyle mısralarla karşılaşırsınız ki neye uğradığınızı anlayamazsınız. Onun ilk dizesinden son dizesine kadar okuru sarsan bir havayla karşılaşırsınız. Duygu ve düşünceyi mısralarında uygun ve kararınca kullanan şairin şiirlerinde usun payının fazla olduğu da dikkatlerden kaçmaz. O, okuru düşünmeye sevk eden şiirler yazar, onların bazı konular hakkında zihin yormalarını ister. Sözcüklerle çakıl taşlarıyla oynar gibi oynayan şair, sözcüklere yüklediği duygu ve anlamla şiiri şiir yapar. Kırdar’ın bütün bunları yaparken gençlik heyecanından kurtulmuş, olgun bir tavırla hareket ettiğini görürüz. Onun şiirlerini güzel kılanın da bu olgunluk hâli olduğu söylenilebilir.<br />Kırdar, her şiirinde farklı dünyaların kapılarını açar. Umut, korku, anı, çaresizlik vb. birçok kavramı bütünüyle kişiye sindirir. Onun şiirlerinde çoğu zaman iyimserlikle kötümserliğin yan yana aynı ölçüde işlendiğini görürüz. Onda yaşadığı yılların özellikle de altmışlı yılların belirsiz ve karamsar havasını, içindeki iyimserlikle eritmesini başaran bir kişilikle karşılaşırız. O, en çıkılmaz durumlarda bile yitmeyen bir iyimserliğe sahiptir. Kırdar, espri dozunu azaltarak dizelerine his ve gözlemi yükler. O, gözlemlerini, şahsî duygulanmalarıyla zirveye taşıyan, lirizmin doruklarına erişmiş başarılı bir ozandır. Kırdar’ı antenleri topluma yönelmiş hümanist (insancıl) bir şair olarak nitelendirmek yanlış olmasa gerekir.<br /><br />Çünkü ondaki duyuşlar toplumsal, yaşam, var oluşundan beri süregelen gerçeklerin ta kendisidir. Aslında onun amacı her yönüyle insanı anlatabilmektir; fakat bunda yaşadığı süre içerisinde pek başarılı olduğu söylenemez. Onun başarısı, sadece söyleyiş güzelliğindeki farklılıkta kalmıştır. O, dönemin şiir hareketlerinden uzak durarak kendi oluşturduğu bağımsızlık bölgesinde şiirlerini söyler. Kırdar, ezelden beri insan kaderini etkileyen duygu ve heyecanları en derinden işleyebilen insandır. Bunu yaparken de çarpıcı imajları, büyük bir mısra yapısıyla muhteşem bir bütünlük sağlar. Onun şiirleri, birbirini tamamlayan bir devamlılık arz eder. Şiirleri, bir hikâyenin veya romanın bölümleri gibidir, birbirinden kopuk değildir. Kırdar’ın yaptığı işi yeniden biçimlendirme olarak da kabul edebiliriz. Çünkü gerçekten anlatılmış olan anlatılmaz. Anlatılan şeyin tekrarı ancak yeniden biçimlendirmeler sayesinde olur. Dolayısıyla Kırdar’ın yaptığını da böyle düşünmek gerekir. O, şiirlerindeki farklılıkla şiirimizin imkânlarını büyütmek isteyen bir şahsiyettir. O, şiirimize kendi kurduğu bağımsızlık ülkesinden yani içerden bakarak yakalanmış bir zorunluluktan ana gelişimi tutarlılığa vardırmak ister. Onun yaptığı bu işi bir uğraş, çabalama gayreti olarak da düşünebiliriz.<br /><br />Ayhan Kırdar’ı çağdaşlarından ayıran özelliklerden bir tanesi de Garip, İkinci Yeni, toplumcu hareketlerin dışında bir yerde Cahit Sıtkı’nın Garip sonrası şiirlerindeki gibi şiir yazmasıdır. O, çıkışını bir bakıma hece şiirinin duyarlılığından alan, ama onu yeni biçimler içinde geliştirmek isteyen bir sanatçıdır. Mehmet Kaplan, Cahit Sıtkı için şunları dile getirir: “Cahit Sıtkı ve Orhan Veli nesli, artık ne dine, ne de tarihe inanıyorlardı. Onlar için sadece ‘yaşanılan an’ mühimdi. Gençlik yıllarında Andre Gide’nin Dünya Nimetleri"ni okuyan bu nesil, “yaşama sevincini adeta bir din haline getirdi. Fakat ölüm vardı, sosyal sefalet ortadaydı. Bunlar yaşanılan hayatın tatlı aşına zehir katıyordu. Ölüme çare bulunamayacağına göre yapılacak şey geçen günleri mümkün olduğu kadar hızla doldurmak ve sosyal sefaleti ortadan kaldırmaktı. Cahit Sıtkı sosyal konularla pek meşgul olmamıştır. Eserlerinde sık sık ele almış olduğu tem “ölüme karşı yaşanılan hayatın güzelliği” fikridir... O yaşamak şartıyla her mihneti kabule razıdır.” (Kaplan 1998: 101-102).<br />Kırdar, özgür koşuğu çok rahat kullanır, başarılı bir uyak sistemini sürdürür, şiirleri imge bakımından zengindir. Ayhan Kırdar’da aruzla hecenin açık ve gizli uyumlarından gelen bir dize kurma yeteneği vardır. Şiirlerinde kendine has inleme ve haykırışların yanında toplumsal protestolara da rastlarız. Bu protestoları söyleyişteki tavrı da canlı ve sıcaktır. Onun şiiri, kimi zaman durgun kimi zaman hırçın bir denizi andırır, yalnızlık, acı, geçmişe özlem, umutsuzluk gibi birçok olumsuz duyguyu bünyesinde barındırmasına rağmen yaşama sevincini hiçbir zaman yitirmemiş bir beklentidir. Kırdar’ın değeri pek fark edilmemiştir. Fakat O’nun görmezden gelinemeyecek kadar başarılı bir şair olduğu söylenilebilir.<br /><br /><br /><strong>ŞİİRLERİNİN BASILMASI VE YAYINLANMASI</strong><br /><br />Ayhan Kırdar’ın ilki 1961 yılında sonuncusu 1977 yılında yayımlanan altı adet şiir kitabı olduğu tespit edilmiştir. Bunların dışında bütün şiirlerini 1996 yılında Lo (Bütün Şiirleri) adlı bir kitapta toplayarak yayınlamıştır. İlk şiir kitabı Lo adını taşır. 1961 yılında ilk baskısı çıkan kitabın ikinci baskısı 1967 yılında çıkmıştır. Bu şiir kitabı 47 sayfa olup, 27 şiirden oluşur. Biz bu çalışmayı yaparken kitabın ikinci baskısından, yani 1967 İstanbul baskısından faydalandık. Bu kitaptaki şiirleri aşağıda sırasıyla belirtilmiştir.<br /><br /><strong>LO</strong> : 1. Lo 2. Bir Kere 3. Bir Süre İçin 4. Dilenci 5. Savaşlar Baladı 6. Saat 7. Benim Sarhoşluğum Başka Türlü 8. Yumak ve Kadın 9. Serenat 10. İspanya Destanı 11. Ak Düş 12. Bir Başka Gemi 13. Hayat Şarkısı 14. Büyük Günah 15. Parıltılar 16. Acı Senfoni 17. Terk Ediş 18. Tatsız 19. Quantitatif 20. Kırık Ayna 21. İnsanlar 22. Peçete Duvarı 23. Büyük Donjuan 24. Öyle Bir Dünya 25. Umut Tarlası 26. Bir Kere Daha İstanbul 27. Altın Gemi (Hisar Dergisi, 1967, S. 42 s. 21).<br /><br />Ayrıca şairin bu şiirleri, Lo (Bütün Şiirleri) 1996, kitabında 6-37 sayfaları arasında yer alır.<br />Şairin ikinci şiir kitabı Bağırıyorum adını taşır. 1963 yılında İstanbul’da basılmıştır. Bu şiir kitabı 48 sayfa olup 28 şiirden oluşur. Ayrıca kitabın başında Ahmet Kutsi Tecer’in yazdığı “Ayhan Kırdar’ın Şiiri” adlı bölüm yer alır. Bu kitaptaki şiirleri aşağıda sırasıyla belirtilmiştir.<br /><br /><strong>BAĞIRIYORUM</strong>: 1. Bağırıyorum 2. Savaşlar Sonatı 3. Geceye Övgü (Varlık Yıllığı, 1962, s. 308). 4. Gelmemiş Zamanların Korkusu 5. Final 6. Mezarlar Sonatı (Türk Edebiyatı Dergisi, Şubat 1988, S. 172, s. 40). 7. Beyaz Gemi 8. Cehenneme Kurulan Kamp (Çetin, Mehmet 1991, Tanzimat’tan Bugüne Türk Şiiri Antolojisi 2, Ankara s. 766, 767). 9. Kapı 10. Amore 11. Sitem 12. Masal 13. Bilinmez ki 14. Aşk Çıkmazı 15. Tren (Hisar Dergisi, Şubat 1971, S .86, s. 23). 16. Sürgünlerin Türküsü 17. Çoban 18. Korku (Türk Edebiyatı Dergisi, 1964 Yılı Seçmeler, s. 180-181; Varlık Yıllığı 1963, s. 238-240). 19. Ayrı Kutuplarda 20. Soyunuk Sonat 21. Orta Direk 22. Modern Diyojen 23. Toprak 24. Garip Satıcı 25. Neden Kanlıdır Güneş Akşam Üstleri 26. Oha Oh 27. Duman (Varlık Yıllığı 1966, s. 372). 28. Kanlı Çıngırak<br />Ayrıca şairin bu şiirleri, Lo (Bütün Şiirleri) 1996, kitabında 40-73 sayfaları arasında yer alır.<br />Şairin üçüncü şiir kitabı Ole adını taşır. 1966 yılında İstanbul’da basılmıştır. Bu şiir kitabı 30 sayfa olup 17 şiirden oluşur. Bu kitaptaki şiirler aşağıda sırasıyla belirtilmiştir.<br /><br /><strong>OLE</strong>: 1. Spleen (Varlık Yıllığı 1964, s .276). 2. Ne Demek 3. Olvido 4. Şafak Yeleli Gecelerden (Çetin, 1991:766). 5. Rıhtımda 6. Heheey Yaşamak Güzel Şey 7. Kaçmak 8. Sansür 9. İspanya Destanı ((Kırdar, Lo, 1967, s. 18-19). 10. Ballade 11. Klevietta 12. Viva (Varlık Yıllığı 1965, s. 280). 13. Toprak II 14. Gece 15. Rondo 16. Petek Hayriye’nin Evi 17. Lo’ya Son Mektup<br /><br />Ayrıca şairin bu şiirleri, Lo (Bütün Şiirleri) 1996, adlı kitabında 7599 sayfaları arasında yer alır. Bu şiirlerden başka Bütün Şiirleri kitabının O/e’ye ait kısmında şu şiirlere de rastlarız.<br /><br /><strong>BÜTÜN ŞİİRLERİ - OLE</strong> - : 1. Ay Türküsü 2. Soyut 3. Serenat II (Varlık Yıllığı 1961, s. 260). 4. Yelken (Hisar Dergisi, Ekim 1966, S. 34, s. 8). 5. Sitem 6. Aralık Kalan Kapıdan<br />Şairin dördüncü kitabı GECE BİR KELEPÇE BİLEKLERİMDE adını taşır. 1966 yılında İstanbul’da basılmıştır. Fakat biz bütün araştırmalarımıza rağmen bu kitaba ulaşamadık. Bu şiir kitabını Bütün Şiirleri adlı kitabına da almamıştır. Yalnız kitaba ismini veren şiirin yani “Gece Bir Kelepçe Bileklerimde” (Hisar Dergisi, Haziran 1966, S. 30, s. 11). adlı şiirin bir dergide yayınlanmış olduğunu bilmekteyiz.<br /><br />Şairin beşinci şiir kitabı Soyarken Bıçak Karanlığı adını taşır. 1975 yılında İstanbul’da basılmıştır. Bu şiir kitabı 33 sayfa olup 16 şiirden oluşur. Bu kitaptaki şiirleri aşağıda sırasıyla belirtilmiştir.<br /><br /><strong>SOYARKEN BIÇAK KARANLIĞI:</strong> 1. Yalnızlığı Kuşanmak 2. Surmantil 3. Kuğu (Hisar Dergisi, Mart 1972, S. 99, s. 17). 4. Tutuştu Geniş Kanatlarım Gökyüzüsüz Kaldım 5. Yağmur (Hisar Dergisi, Ocak 1974, S. 121, s. 7; Karaalioğlu, Seyit Kemal (1993), Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi, s. 464). 6. Altın Gemi (Kırdar, Lo, 1967, s. 42). 7. Tamara İçin (Hisar Dergisi, Eylül 1967, S. .45, s. 14). 8. Karda Askerin Türküsü (Hisar Dergisi, Eylül 1971, S. 93, s. 23). 9. Tren 10. Simetri (Türk Edebiyatı Dergisi, Mart 1972, S. 3, s. 13). 11. Toprak 12. Sevgi Üstüne Varyasyonlar (Hisar Dergisi, Ocak 1971, S. 85, s. 25). 13. Suç 14. Çalmışlar 15. Gün Ola 16. Akvaryumda 20.000 Fersah<br /><br />Ayrıca şairin bu şiirleri, Lo (Bütün Şiirleri) 1996, adlı kitabında 102-124 sayfaları arasında yer alır. Şairin altıncı şiir kitabı Geceye Çizilen Güneş adını taşır. Bu kitap 1977 yılında İstanbul’da basılmıştır. Şairin bu kitabında da 15 şiir vardır. Bu kitaptaki şiirleri aşağıda sırasıyla verilmiştir.<br /><br /><strong>GECEYE ÇİZİLEN GÜNEŞ:</strong> 1. Semaver 2. Çapaklı Yaşamak 3. Beklenen 4. Düşman 5. Bir Gün Sen de Güzel Olacaksın 6. Geceye Çizilen Güneş 7. Dargın (Hisar Dergisi, Eylül 1976, S. 153, s.17). 8. Şiir 9. Ayrı Kutuplarda 10. Anı (Hisar Dergisi, Aralık 1976, S. 156, s. 10; Çetin 1991:768). 11. Mum 12. Yorgun (Hisar Dergisi, Mart 1976, S. 147, s. 8). 13. Yarın 14. Lokomotif 15. Hava Gül Kokuyor<br /><br />Ayrıca şairin bu şiirleri, Lo (Bütün Şiirleri), 1996, adlı kitabında 127-148 sayfaları arasında yer alır. Şair, Lo (Bütün Şiirleri), İstanbul 1996, adlı kitabının sonuna Son Dönem Şiirlerini de eklemiştir. Bunlar aşağıda sırasıyla belirtilmiştir.<br /><br /><strong>SON DÖNEM ŞİİRLERİ:</strong> 1. Ayna (Türk Edebiyatı Dergisi, Haziran 1985, S. 140, s. 39). Aradoks (Türk Edebiyatı Dergisi, Nisan 1986, S. 140, s. 49). Nevroz 4. Zamanla Uçup Giden 5. Alkol (Türk Edebiyatı Dergisi, Şubat 1986, S. 148, s. 67). 6. Kurutulmuş Sevda Bahçeleri (Türk Edebiyatı Dergisi, Ağustos 1985, S. 142, s. 79). 7. Kırık Kanatlı Kuş (Türk Edebiyatı Dergisi, Haziran 1988, S. 176, s. 51).<br /><br />Bunların dışında bütün bu şiir kitaplarının içerisinde yer almayan ve çeşitli dergilerde rastladığımız şairin şu şiirlerini de vermek istiyoruz. Bu şiirler muhtemelen ulaşamadığımız Gece Bir Kelepçe Bileklerimde adlı şiir kitabında yer alan şiirlerdir.<br /><br />1. Mehmetçiğin Yeni Çağ Türküsü (Hisar Dergisi, Ekim 1974,5. 130, s. 15). 2. Yeni Çağda Ay Türküsü (Hisar Dergisi, Temmuz 1966, S. 31, s. 10). 3. Zaman(Hisar Dergisi, Ağustos 1967, S. 44, s. 16).<br />………………<br /><br /><strong>SONUÇ</strong><br /><br />Ayhan Kırdar’ın şiir serüveni 1960’lı yılların başında başlar ve 1990’lı yılların sonuna kadar devam eder. Lo (1961), Bağırıyorum (1963), Ole (1966), Gece Bir Kelepçe Bileklerimde (1966), Soyarken Bıçak Karanlığı (1975), Geceye Çizilen Güneş (1977) adlarıyla altı adet şiir kitabı çıkaran şair, 1996 yılında yayımladığı Lo (Bütün Şiirleri) adlı kitabıyla bunları bir araya getirir. Ayrıca bu kitaba Gece Bir Kelepçe Bileklerimde adlı kitabındaki şiirleri dâhil etmemiştir. Bunun sebebini tam olarak bilmiyoruz. Lo (Bütün Şiirleri) adlı kitabında diğer şiir kitaplarının içerisinde yer almayan farklı şiirlere de rastlamaktayız. Bunlar Gece Bir Kelepçe Bileklerimde adlı kitabında yer alan şiirler olabilir.<br /><br />Kırdar, fazla tanınmış bir şair değildir. Onun şiirlerini ilk okuduğunuzda farklı bir duyuş tarzıyla karşılaşırsınız. O, insan kaderine etki eden duygu ve düşünceleri onları sarsan bir hava içerisinde vermesini bilen bir şairdir. Onun şiirlerini okuduğunuz vakit sadece duygulanmaz aynı zamanda da düşünürsünüz. Çünkü o, aklın payını ön planda tutarak şiir yazar. Ufkunuzun genişlediğini, bakış açınızın değiştiğini görürsünüz. Toplumsal duyuşları, kendi beninden hareketle farklı bir söyleyiş tarzı içinde veren şairi, başarılı bir anlatıcı olarak görebiliriz. Şair, farklı şeyleri anlatmaz, onun yaptığı iş, olan şeylere yeniden biçim kazandırmaktır. O, iyi bir şiir ustasıdır. Onun şiirlerinde resim kültüründen gelen bir söyleyiş tarzı hâkimdir. Bunda şairin aynı zamanda da ressam olması da rol oynar. O, şiire âdeta bir canlılık katar. Şiiri okurken sadece hissetmez aynı zamanda o şiiri yaşarsınız. Şiir, onun için renkli dünyanın mısralara aktarılmış hâlidir. Kırdar, tablo yapar gibi şiir yazar. Mısraları ve mısra-lardaki kelimeleri nerede, nasıl kullanacağını çok iyi bilir. Mısralarla çakıl taşlarıyla oynar gibi oynar. Şiirlerini oluştururken şeklî bir kaygı taşımaması ve içinden geldiği gibi yazması onu başarıya götüren bir etkendir. Şiirlerinde imajları, zıtlıkları, benzetmeleri, kişileştirmeleri, ikilemeleri, pekiştirmeleri çok güzel sunan şair, okuyucuyla konuşan bir havaya bürünür. Bu da onun doğallığının ifadesidir, denilebilir.<br /><br />Şiirlerindeki ferdî temaları: Varlık ve yokluk, huzursuzluk, keder, yalnızlık, yaşama bağlılık gibi beş ana başlık altında topladığımız şairin şiirlerinde ferdî kavramların daha ağırlıkta olduğunu görürüz. Bu kavramlar: Tanrı düşüncesi, ölüm, zaman, kader, duyularına göre yaşamak, yalnızlık, anılar, özlem, umut ve umutsuzluk, günah duygusu, korku, aydınlıktan kaçarak karanlığa sığınma (gerçeklerden kaçma), kozmik âlem insan tezadı (şuur-gayri şuur çatışması), hayattan sıkılma, acılar, dert ve keder, mutsuzluk, çaresizlik, yorgunluk, tabiat, yaşama sevinci, aşk, pişmanlık, istekler, kaybedilen değerler şeklinde karşımıza çıkar. Sosyal temalar içerisinde de özgürlük, savaş, askerlik, Anadolu ve Halk, cinsellik yer alır. Şiirlerinde ferdî ve sosyal temaları bir bütün içerisinde veren şairi okuyup anladığınızda yadırgamazsınız. 1966’da çıkan ilk dört kitabında ferdî temalar kullanan şairi Soyarken Bıçak Karanlığı adlı kitabıyla sosyal temalara yöneldiğini görürüz.<br /><br />Şair, Geceye Çizilen Güneş adlı kitabıyla da sosyal temaları zirveye taşır. O, hayatı olduğu gibi değil, görmek istediği gibi görür. Hayata kendi gözlükleriyle bakar. Hayatın gerçeklerini bir türlü kabullenemez ve bu yüzden isyan eder. Mensur şiirlerinde bu isyanı belirgin bir şekilde görebiliriz. Kırdar, hayatın mutlu ve hüzünlü yanlarını coşkulu bir şekilde verir. O, kendi oluşturduğu bağımsız bir bölgeden seslenir. Onu, anlatacak çok şeyi olan ve anlatmasını bilen bir şair olarak nitelendirebiliriz.<br /><br />Kırdar’ı dil bakımından da başarılı sayabiliriz. Sade dili ve iyi tekniğiyle dikkatleri çeker. Hiçbir zaman yapmacığa kaçmaz. Onun şiirlerindeki saf ve temiz mısralarda kendinizi bulursunuz. Vermek istediği duygu ve düşüncenin anlaşılmasını ister ve bu yüzden dili çok iyi kullanmak zorunda olduğunu bilir, buna göre hareket eder. Çoğu zaman üç nokta kullanır. Çünkü söyleyecekleri bitmez. O, anlatmak istediklerinin bir kısmını anlatabilmiştir. Vurgulamak istediği değerleri iki çizgi arasında verir. Yinelemeler ve bağlaçlar onun şiirlerindeki çeşitliliğin ifadesidir. Kafiye ve redifi şiirin gerektirdiği ölçüde kullanır. Ses ve söz tekrarları sayesinde şiirine bir musiki havası ve ritim kazandırır.<br /><br />Mısralarında belli bir biçime ve kalıba bağlı kalmaz. Mısralarını oluştururken kullandığı kelimeler ve bunların düzeni onun farklılığını gözler önüne serer. Şair, duygu ve düşüncelerini şiirin yapısal düzenine çok iyi sindirir. O, insanlara bire bir aktaramadığı düşüncelerini şiir vasıtasıyla dile getirir. Şiir, onun için bir araçtır, amaç ise insanlara sesini duyurabilmektir. Ondaki dili iyi kullanabilme yeteneği şiirlerindeki ahen-ge yansır. Kırdar, toplumsal duyuşları, ferdî duygulanmalarıyla anlatabilen, bunları sade dili sayesinde akıcılığa döken, farklı bir şiir ülkesinin kapılarını bize ardına kadar açan bir şairdir. Aslında o, hepimizin şiirini yazar, fakat yazarken kullandığı üslup ve kendine özgü hassasiyet onun şiirlerinin bambaşka bir havaya bürünmesini sağlar. Kırdar’ı, şiiri dantel gibi işleyen iyi bir şiir işçisi, değeri fark edilmemiş bir yetenek olarak değerlendirebiliriz.<br /><br /> *Gazi Üni. Fen-Ed. Fak. TDE Böl. <a href="mailto:fsakalli@gazi.edu.tr">fsakalli@gazi.edu.tr</a><br /><br /></p>
<p><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/dvan-edebyati/156-siirler-divan.html" target="_blank" rel="alternate">DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/halk-edebyati/72-halk-edebiyati-siirler.html" target="_blank" rel="alternate">HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/648-a-ile-baslayanlar/ayhan-kirdar-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">AYHAN KIRDAR ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>AYPERİ AKALAN HAYATI ve ESERLERİ2012-09-09T17:21:59+00:002012-09-09T17:21:59+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/2261-ayper-akalan.htmlMAGmagoksu37@hotmail.com<p><span style="color: #ff0000;"><strong>AYPERİ AKALAN HAYATI ve ESERLERİ</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">Tiyatro eleştirmeni (1928 —>). Ankara'da doğdu. Ortaöğrenimini Erenköy Kız Lisesi'nde (1947), yükseköğrenimini Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü'nde tamamladı (1951). Akis, Milliyet, Gençlik, Yön, Oyun, Devrim (1956-1971) gazete ve dergilerinde yazdı. Yazılarında toplumcu sanat ilkelerine bağlı kaldı. Eleştirdiği oyunları belirleyen dünya görüşü ile toplum ve tiyatro sorunlarımız arasında karşılaştırmalar yapan bir kimlikte göründü.</p>
<p> </p>
<p><br />KAYNAKLAR: Şükran KURDAKUL (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).</p>
<p> </p><p><span style="color: #ff0000;"><strong>AYPERİ AKALAN HAYATI ve ESERLERİ</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">Tiyatro eleştirmeni (1928 —>). Ankara'da doğdu. Ortaöğrenimini Erenköy Kız Lisesi'nde (1947), yükseköğrenimini Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü'nde tamamladı (1951). Akis, Milliyet, Gençlik, Yön, Oyun, Devrim (1956-1971) gazete ve dergilerinde yazdı. Yazılarında toplumcu sanat ilkelerine bağlı kaldı. Eleştirdiği oyunları belirleyen dünya görüşü ile toplum ve tiyatro sorunlarımız arasında karşılaştırmalar yapan bir kimlikte göründü.</p>
<p> </p>
<p><br />KAYNAKLAR: Şükran KURDAKUL (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).</p>
<p> </p>BAKİ SÜHA EDİPOĞLU HAYATI ve ESERLERİ2018-02-11T06:09:35+00:002018-02-11T06:09:35+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/8772-baki-suha-edipoglu-hayati.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>BAKİ SÜHA EDİPOĞLU KİMDİR? <img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/baki-suha-edipoglu.jpg" alt="" /></strong></span><br /><br /><strong>Giriş</strong> <br /><br />Şair ve yazar, Baki Süha Ediboğlu 1912 yılında Antalya'da doğar. Babası Evkaf memuru Ahmet Edip Bey, annesi Remziye Hanım'dır. Ediboğlu, ilköğrenimini Antalya’da tamamlar. İstanbul'a gelir. 1936 yılında İstanbul Hayriye Lisesinden mezun olur. Baki Süha, bir süre Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesine devam eder. Fakat okulu bitiremeden ayrılır. Okul sonrası Tan, Akşam ve Cumhuriyet gazetelerinde sekreter ve yazar olarak çalışır. Ankara Radyosu ve Basın Yayın Umum Müdürlüğünde görev alır. Baki Süha, bir süre sonra İstanbul'a geri döner. İstanbul Radyosunda Baş spikerlik, Söz ve Temsil Yayınları Şefliği ile Radyo Müdür Yardımcılığı görevlerinde bulunur (Ediboğlu, 1980:451-452). Ayrıca kendisi İstanbul Radyosundan sonra İzmir Radyosunda da Müdürlük yapar. Televizyon uygulaması için bir yıl süreyle Londra'ya gönderilir. Evli ve iki çocuk babası olan <br />Baki Süha 15 Eylül 1972 yılında İstanbul'da vefat eder. <br /><br /><strong>Şiirleri</strong> <br />Baki Süha, şiirlerini Servet-i Fünun (1929), Uyanış (1929), Ülkü, Varlık, Aile (1942-1948), Cumhuriyet gibi dergi ve gazetelerde yayımlar (Ediboğlu 1980: 452). O, dergi ve gazetelerde yayımladıkları bu şiirlerini Cenup (1942), Gece Yağmuru(1947), İşaret (1953), Karanlıkta Geçen Gemiler(1958) adlı kitaplarında toplar. Onun ilk şiir kitabı Cenup'ta yirmisekiz, Gece Yağmur'unda on dört, İşaret'te elli dokuz ve Karanlıkta Geçen Gemiler'de otuz beş şiir yer alır. Baki Süha, şiirlerinde özlem, aşk, tabiat, Akdeniz ve kötümserlik temalarını işler. Ayrıca onun şiirlerinde ferdi temalar da önemli bir yer tutar <br /><br /><strong>Ferdi Temalar</strong><br />Şiirimizde, özellikle 1920'li yılların başından itibaren saf şiire has bir duyuş tarzı kendini iyice belli eder. Bu grupta yer alanlar ferdi duygularını, psikolojik hâllerini, mensubu bulundukları toplumun kıymet hükümlerinden kaynağını alan duyuş tarzını, şiire has seziş ve duyuş tarzıyla sanat dünyamızı zenginleştirmeye çalışırlar (Aktaş 2011: 487). Baki Süha Ediboğlu da bu duyuş tarzına sahip olan şairlerden biridir. O, Türk şiirinde yönlendirici kimliği ve poetik tutumuile öne çıkmaz. Baki Süha, Türk şiirinde kendine has duyuş tarzıyla yer edinmeye çalışır. Baki Süha'nın şiirlerinde hece şairlerinin etkileri belirgin bir biçimde görülür. Birinci kuşak olarak nitelendirdiğimiz BeşHececiler'in onun şiirinin inşasında önemli katkıları vardır. Ayrıca kendi kuşağı içinde yer alan ve hece geleneğinin devamı olan Cahit Sıtkı, Ziya Osman Saba, Ahmet Muhip ve Ahmet Kutsi'nin şiir anlayışları arasında da benzerlikler söz konusudur. Baki Süha, ferdi duygularını ifade ettiği şiirlerinde soyut bir aşk anlayışını estetize eder. Onun bu şiirlerinde lirizm ön plana çıkar. O, aşk temalı şiirlerinde sevgiliyi açıkça belirtmez, onu örtük olarak anlatmayı tercih eder: <br /><br />AŞK TÜRKÜSÜ<br />…………<br />Uzak bahçelerden dağılan hüzün<br />İçimde bir ilâh gibidir yüzün. <br />Sonsuz ülkesinde gece kaderin<br />Bir musiki başlar çıplak ve derin<br /><br />(Gece Yağmuru, 23s.) <br />Bu şiirde, Divan şiirine yakın bir sevgili anlayışından söz edilebilir. Baki Süha, Kara Sevda<br />başlıklı şiirinde de yine belirsiz bir sevgiliden bahseder. Biz, bu sevgiliyi, beyaz ellerinden ve aydınlık göğsünden anlar ve onu bir varlık olarak somutlaştırırız: <br />Seni düşünüyorum seni, beyazellerin<br />Gözlerini kapıyor ıslak melteme karşı<br />..............................................................<br />..<br />( Kara Sevda, İşaret, 20 s.) <br />II <br />Göğsümü parçalayan aşkın / Güzelliği boyunca<br />Dağlarda bulduğum kokun / Sularda yitirdiğim gölgen<br />... <br />(Karanlıkta Geçen Gemiler 7s.) <br /><br />Şair, bir başka şiirinde İstanbul'a seslenirken "Ne güzel kızların var İstanbul / Onlarsız şiir yazamam"<br />(Karanlıkta Geçen Gemiler 33s.)<br /><br />dizelerinde esin kaynağını da açıklamış olur. Baki Süha'nın şiirlerinde en çok işlenen temalardan biri de özlemdir. Şair, memleketi Antalya'ya ayrı bir özlem duyar. Bu özlemin içinde, deniz, çiçekler, portakal bahçeleri, kuşlar, Güvercinlik Mağarası, onun ifadesiyle bütün cenup vardır. Şiir kitabına da ismini veren bu şiir, onun evine ve Antalya'ya olan özlemini dile getirir: <br /><br />“Nerdesin sen ey aradığım şehir... <br />O merhamet dolu evim ve kuşlar? <br />.................................................... <br />Sarhoş kalbim eski bahçelerde <br />Antalya, sonbahar ve portakallar...” <br /><br />Şairin, “Anneme Mektup, Kardeşime, Hatıralar, Ayşe Abla,(Cenup), Antalya, Körfez, Eski Mektup”(İşaret) “Türkiyenin Kokusu, Eski Şarkı, Londralı Sokak Çalgıcıları, Akdeniz, Akdeniz II, Akdeniz III,...”(Karanlıkta Geçen Gemiler), teması özlem olan bu şiirler, söylem ve duyarlılık bakımından benzer özellikler taşır. Baki Süha, bazen teselli bulmak için hatıralara sığınır:<br /><br />“Beni de alın ne olur/Koynunuza hatıralar <br />Dolanıp kalayım bir an/boynunuza hatıralar...”<br />(Hatıralar, Cenup84.s)<br /><br />Baki Süha, şiirlerinin birçoğunda mistik duygulara yönelir, hikmetini bilemediği ve anlamakta zorlandığı varlıklar hakkında Allah'tan yardım diler. Ölüler ve mezarlar, onu düşündürür. Bazen onlarla iletişim kurmak ister. Ölen annesine mektup yazar, mezarlara seslenir. Baki Süha'nın ölüm temalı şiirleri: “Hezimet, Sır, Mezarlık, Gökleri Seven, Tanrıma (Cenup),Körfezdeki Mezarlık(İşaret), Gece Yağmuru(Gece Yağmuru3-4 s.),Gerçektir Öldüğüm(Karanlıkta Geçen Gemiler.<br /><br />.. Şairin ulaşmak ve kavuşmak istediği varlık annedir. Ona ulaşamayacağını bilir, fakat yine de ümidini yitirmez: “Anne... dünya bildiğin gibi/Dümdüz tarlalar, evler, sokaklar,/Sokaklarda insanlar, insanlar... Ah... Bense beklemekteyim her gün.” (Cenup, Anneme Mektup 70 s.) Baki Süha'nın şiirlerinde karamsarlık duygusu da kendini açıkça belli eder. Bu duygu, II. Dünya Savaşı'nın bir yansımasıdır. Özellikle karamsarlık duygusu, ikinci kuşak hececi şairlerden Cahit Sıtkı'da belirgin bir biçimde görülür. Aynı duyguya, Baki Süha'nın şiirlerinde de tanık oluruz. Ayrıca onun şiirlerinde bariz bir Cahit Sıtkı etkisi görülür. Bu etki tematik olduğu gibi şiir edasında da kendini belli eder: <br /><br />Olmuyor seni düşünmemek Tanrım/ Ummamak senden medet. <br />Suyun dibine vardı ayaklarım/ Suyun dibinde zulmet<br />(Bezirci 1983:132). <br /><br />Rahmet <br />“Rahmet...kuşları saklayan yuvaya/ Rahmet ölüme varan yuvaya <br />...................................................................................................... <br />İkliminden uzak şakıyan saadet/ Şifasız kula el vermiyor vuslat <br />Rahmet tanrım, devasız kula rahmet”<br />(Cenup,60 s.) <br /><br />Baki Süha'nın “Vehim, Tanrıma, Atlı, Peyzaj”(Cenup),“Gece Yağmuru, Ey dost”(Gece Yağmuru),<br />“Sonbahar Şiiri, Musiki,”(İşaret)adlı şiirlerinde karamsarlık duygusu hâkimdir<br /><br /><strong>Baki Süha'nın Şiirlerinde Yapı</strong><br /><br />Şiirin formunu oluşturan yapı, nazım şeklini belirleyen dize ve nazım birimi ile ortaya çıkan şekillenmedir. Baki Süha, şiirlerini genellikle dörtlükle yazar. Nadir de olsa çok az şiirinde üçlüklere rastlanır. Hece geleneğinden gelen şair, şiirlerinde hecenin 4+4+3=11, 6+5=11, 4+3= 7, 4+4= 8 veya 5+3=8'li hece ölçüsünü kullanır. Baki Süha, Karanlıkta Geçen Gemiler ile Gece Yağmuru şiir kitaplarında serbest nazım örneklerine de yer verir. O, serbest form tarzında yazdığı bu şiirlerinde ölçü ve kafiye düzenine bağlı kalmaz. Baki Süha, şiirde iç uyumu sağlayan ses, ahenk ve ritim unsurlarını önemser. Onun şiirlerinde kafiye ve redif, ahengi sağlayan esas unsurlardır. Şair, şiirlerinde çapraz kafiye düz ve sarmal kafiyeleri tercih eder. Baki Süha, Cenup kitabında genellikle çapraz kafiye biçimini, İşaret'teki şiirlerinde ise, koşma ve mani tarzı kafiyelere yer verir. Serbest tarzda yazdığı şiirlerinde kafiye kullanmaz. Baki Süha, “Aydınlığımız Üstüne”, “Karanlıkta Geçen Gemiler”, şiirlerinde herhangi bir vezne, kafiye ve durak düzenine bağlı kalmaz. O, bu dönemde yazdığı “Su, Bahar Düşüncesi” şiirlerini blok tarzda düzenler. Bu tarz şiirde dize bölünmesine başvurulmaz. Şiir, tek blok hâlinde yazılır ve kısmen de olsa kafiyeden istifade edilebilir. <br /><br />Bir şairi, diğer şairlerden ayıran ve onu farklı kılan dili kullanma biçimidir. Kendine özgü bir üslup oluşturan şair, duygu, düşünce ve hayallerini dil vasıtasıyla okuyucuya aktarır. Şair, bu işlemi yaparken bazen dili dönüştürür, örtük hâle getirir. Bu durum, şair için bir dil kimliği oluşturma ve üslup yaratma biçimidir. Baki Süha, dile hâkim, onu iyi işlemesini bilen şairlerden biridir. Özellikle onun üslubunun oluşmasında Cahit Sıtkı, Ziya Osman ve Ahmet Kutsi'nin etkileri bariz biçimde görülür. Bununla birlikte Baki Süha, kendi şiir dilini oluşturan şairlerden biridir. Şiir dilinin oluşumunda imge ve simgeler belirleyici rol oynar. Oktay Yivli’ye göre: “Simge ve imge birbirine yakın terimler gibi görünse de aralarında ciddi farklılıklar vardır. İlkinde simgeleyenle simgeleştirilen kavramlar arasında birebir ve değişmeyen bir anam ilişkisi varken imge bulunduğu metne ve okuyucuya göre çeşitlilik ve genişlik kazanır. İmge, birçok unsurun bir araya gelmesiyle hayalî bir görüntü oluşturmak iken simgede, genellikle somut bir unsurun hayalî görüntüleri, soyut kavramları, duyguları, düşünceleri temsil etmesi söz konusudur (Yivli 2011:195).” <br /><br />Baki Süha’nın şiirlerindeki imge-simgeler, aynı zamanda onun duyuş tarzı ve şairlik yeteneğinin de bir göstergesidir. “Kanat çarpar başıboş hatıra, İkliminden uzak şakıyan saadet, Geceyi boydan boya yırtan rüzgâr, Ağaçlardan yere dökülen huzur, Derin ormanlar boyunca düşünen gökler, Ümidin lacivert ummanlarında...”gibi pek çok dize şiir okurlarının dikkatini çeker. Baki Süha, tabiat temalı şiirlerinde benzer kelimeleri sıkça tekrar eder. “Akşam, musiki, ağaç, yağmur, rüzgâr, gece, bahçe, kuşlar, Akdeniz, gök, toprak, bülbül, bahar, sonbahar, yaprak, güz”... Tabiatı içselleştiren şair, onu zihinsel dünyasında yeniden yoğurur ve biçimler. <br /><br />Baki Süha, birçok şiirinde öyküleme tekniğini kullanır: “Salacakta, Kömür, Türkiyenin Kokusu, Artist Selma, Aydınlığımız Üstüne, Yolculuk, İstanbul Yolcusu, Beykoz Sırtlarında” şiirlerinde, mekân, zaman, olaylar ve insanlar birlikte anlatılır. Baki Süha, nahif ve lirik bir şairdir. Onun şiirlerinde lirik duyarlılık okura hemen kendini hissettirir. Saf şiir estetiğini yakın olan Baki Süha, lirik şiirlerinde, aşk, özlem, yalnızlık, ayrılık ve karamsarlığı anlatır. Onun şiir dilinde, dikkat çekici bir sapma görülmez. Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde belirleyici bir özellik de edebî sanat kullanımının önemli ölçüde azaldığıdır. Bununla birlikte edebî sanatların kullanımı Garip akımının evresinde göreceli olarak artar(Yivli 2011:199). Baki Süha, şiirlerinde edebî sanatları sınırlı ölçüde kullanır. En belirgin olanları kişileştirme, benzetme, istiare, tevriye ve mecazdır. “Bahçeme gülümseyen rüzgâr” (Cenup58), “Sular mahzun, gökler mağrur”(Cenup59),“Başucunda raks eden küçük yıldız”(İşaret45), “Ey dağdan esen rüzgâr”,(İşaret28)“Yüzü güller kadar beyaz ve serin” (İşaret44)... <br /><br />Baki Süha, dilde, Millî Edebiyat anlayışını, Cumhuriyet döneminde de sürdürür. Bu süreçte, konuşma dili ile yazı dili arasındaki fark kapanır. Söyleyişte süsten arınmış bir sadelik görülür. Bu anlayışın temsilcilerinden biride Baki Süha'dır. Onun şiirlerinde sokak ağzı ve argo ifadeleri kendine yer bulamaz. <br />………….<br /><br /><strong>Sonuç</strong> <br /><br />Cumhuriyet dönemi, Türk şiirinde yeni anlayış ve yeni oluşumlara zemin hazırlar. Bu dönemde Faruk Nafiz'le Memleket Edebiyatı anlayışı başlar. Onun etkisiyle şair ve yazarların birçoğu Anadolu realitesine yönelir. Yahya Kemal ve Ahmet Haşim'le saf şiir anlayışı devam eder. Buna Dergâh mecmuası şairlerini de ilave etmek gerekir. Lirik duyarlılıkla şiirler yazan Cahit Sıtkı, Ziya Osman ve Ahmet Muhip ve Ahmet Hamdi hececi geleneğin devamıdırlar. Ayrıca bu gelenek içinde yer almakla birlikte şiirlerinde folklorik unsurlar bulunan Ahmet Kutsi de saf şiir anlayışını benimser.<br /><br /> Baki Süha Ediboğlu, lirik duyarlılıkla şiirler yazan şairler grubu içinde yer alır. Onun şiirlerinde, Cahit Sıtkı etkisi bariz bir biçimde görülmekle birlikte Ziya Osman ve Ahmet Kutsi esintisi de kendini hissettirir. Garip akımı ile birlikte Türk şiirinde yeni bir söylem değişikliği yaşanır. Alışılmış şiir anlayışı değişir. Şiirde vezin ve kafiye aranmaz. Yerleşik şiir estetiği anlayışından vazgeçilir. Şair, günlük yaşamı ve sıradan insanı şiirin konusu yapar. Konuşma dili ve argo, şiir üslubunda kendine yer bulur. Bu üslup, birçok şairi etkisi altına alır. Garip etkisiyle şairlerin bir kısmı serbest şiir anlayışına yönelir. Baki Süha da serbest tarzda şiirler yazar, fakat Garip hareketi etkisinde kalmamaya özen gösterir. <br /><br /><br />Baki Süha, şiirlerinde tabiatı içselleştirir. Tabiattaki değişim, onun ruh hâline yansır. Bu nedenle şiirlerinde, mevsimleri, dağları, denizleri, gökleri, ağaçları ve rüzgârları sıkça anlatır. Bu anlatışta, yalnızlık ve kötümserlik duygusu kendini hissettirir. Cahit Sıtkı gibi Baki Süha da şiirlerinde ölüm temasına işler. Ölüm, şairi sarsar, onda derin izler bırakır. Özellikle şairin annesinin ölümü, bu sarsıntının derinleşmesine yol açar. Ayrıca Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde anneye karşı derin bir özlem de söz konusudur. Bu özlem Ahmet Haşim ve Ahmet Hamdi'nin şiirlerinde daha belirgin bir hâl alır. Benzer durum, Baki Süha'nın şiirleri için de söylenebilir. Şairin doğup büyüdüğü Antalya ve güney sahilleri, onun şiirlerini besleyen bir pınar gibidir.<br /><br /> Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde radikal değişim İkinci Yeni ile başlar. İkinci Yeni şairleri, yeni bir söylemin mimarı olurlar. Bu söylem dilde önemli sapmaları beraberinde getirir. Şiir, girift ve kapalı bir yapıya bürünür, imgeler çoğalır. Baki Süha, Garip akımında olduğu gibi İkinci Yeni'den de etkilenmemeye çalışır. Onun şiir üslubunda, konuşma dili ile yazı dilinin ortak özellikleri görülür. Bu özellik sıradan, basite indirgenmiş bir üslup değil, yazı dili vasıflarını taşıyan estetize edilmiş bir üsluptur.<br /><br /> Baki Süha'nın şiirlerinde, yapı ve ahenk bakımından önemli değişimler görülmez. Hece veznini tercih eden şair, yerleşik hece kalıplarını kullanır. İç ahenge, kafiye ve redife önem verir. Onun serbest tarzda yazdığı şiirlerinde, kafiye yer almaz. Baki Süha, üslup bağlamında monolog, öyküleme, betimleme ve lirik anlatım tekniğini kullanır. Ayrıca kendisi yazdığı güftelerle de dikkat çeker. TRT Müzik Arşivinde bestelenmiş güfteleri ile saygın bir şair konumundadır. <br /><br />Baki Süha, şair olarak tanınmakla birlikte onun ayrıca gazeteci ve yazar kimliği de vardır. O, Sel Geliyor adıyla yayımladığı hikâye kitabında gözlemlerini ve yaşadıklarını anlatır. Onun realist bakış açısıyla yazdığı bu hikâyelerde, şiir dili üslubu okuyucunun dikkatini çeker. Baki Süha, Ankara, İstanbul ve radyolarında spiker ve programcı olarak da görev yapar. Özellikle radyo görevi sırasında, bir kültür adamı misyonu ile hareket eder. Yahya Kemal başta olmak üzere Ahmet Hamdi Tanpınar ile Reşat Nuri Güntekin gibi Türk edebiyatının önemli şahsiyetlerine radyonun kapılarını açar. Kendisi, Türk edebiyatı, Türk kültürü ve Türk sanatına hizmet eden bir önemli bir değerdir. <br /><br />SEFA YÜCE<br />http://docplayer.biz.tr</p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>BAKİ SÜHA EDİPOĞLU KİMDİR? <img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/baki-suha-edipoglu.jpg" alt="" /></strong></span><br /><br /><strong>Giriş</strong> <br /><br />Şair ve yazar, Baki Süha Ediboğlu 1912 yılında Antalya'da doğar. Babası Evkaf memuru Ahmet Edip Bey, annesi Remziye Hanım'dır. Ediboğlu, ilköğrenimini Antalya’da tamamlar. İstanbul'a gelir. 1936 yılında İstanbul Hayriye Lisesinden mezun olur. Baki Süha, bir süre Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesine devam eder. Fakat okulu bitiremeden ayrılır. Okul sonrası Tan, Akşam ve Cumhuriyet gazetelerinde sekreter ve yazar olarak çalışır. Ankara Radyosu ve Basın Yayın Umum Müdürlüğünde görev alır. Baki Süha, bir süre sonra İstanbul'a geri döner. İstanbul Radyosunda Baş spikerlik, Söz ve Temsil Yayınları Şefliği ile Radyo Müdür Yardımcılığı görevlerinde bulunur (Ediboğlu, 1980:451-452). Ayrıca kendisi İstanbul Radyosundan sonra İzmir Radyosunda da Müdürlük yapar. Televizyon uygulaması için bir yıl süreyle Londra'ya gönderilir. Evli ve iki çocuk babası olan <br />Baki Süha 15 Eylül 1972 yılında İstanbul'da vefat eder. <br /><br /><strong>Şiirleri</strong> <br />Baki Süha, şiirlerini Servet-i Fünun (1929), Uyanış (1929), Ülkü, Varlık, Aile (1942-1948), Cumhuriyet gibi dergi ve gazetelerde yayımlar (Ediboğlu 1980: 452). O, dergi ve gazetelerde yayımladıkları bu şiirlerini Cenup (1942), Gece Yağmuru(1947), İşaret (1953), Karanlıkta Geçen Gemiler(1958) adlı kitaplarında toplar. Onun ilk şiir kitabı Cenup'ta yirmisekiz, Gece Yağmur'unda on dört, İşaret'te elli dokuz ve Karanlıkta Geçen Gemiler'de otuz beş şiir yer alır. Baki Süha, şiirlerinde özlem, aşk, tabiat, Akdeniz ve kötümserlik temalarını işler. Ayrıca onun şiirlerinde ferdi temalar da önemli bir yer tutar <br /><br /><strong>Ferdi Temalar</strong><br />Şiirimizde, özellikle 1920'li yılların başından itibaren saf şiire has bir duyuş tarzı kendini iyice belli eder. Bu grupta yer alanlar ferdi duygularını, psikolojik hâllerini, mensubu bulundukları toplumun kıymet hükümlerinden kaynağını alan duyuş tarzını, şiire has seziş ve duyuş tarzıyla sanat dünyamızı zenginleştirmeye çalışırlar (Aktaş 2011: 487). Baki Süha Ediboğlu da bu duyuş tarzına sahip olan şairlerden biridir. O, Türk şiirinde yönlendirici kimliği ve poetik tutumuile öne çıkmaz. Baki Süha, Türk şiirinde kendine has duyuş tarzıyla yer edinmeye çalışır. Baki Süha'nın şiirlerinde hece şairlerinin etkileri belirgin bir biçimde görülür. Birinci kuşak olarak nitelendirdiğimiz BeşHececiler'in onun şiirinin inşasında önemli katkıları vardır. Ayrıca kendi kuşağı içinde yer alan ve hece geleneğinin devamı olan Cahit Sıtkı, Ziya Osman Saba, Ahmet Muhip ve Ahmet Kutsi'nin şiir anlayışları arasında da benzerlikler söz konusudur. Baki Süha, ferdi duygularını ifade ettiği şiirlerinde soyut bir aşk anlayışını estetize eder. Onun bu şiirlerinde lirizm ön plana çıkar. O, aşk temalı şiirlerinde sevgiliyi açıkça belirtmez, onu örtük olarak anlatmayı tercih eder: <br /><br />AŞK TÜRKÜSÜ<br />…………<br />Uzak bahçelerden dağılan hüzün<br />İçimde bir ilâh gibidir yüzün. <br />Sonsuz ülkesinde gece kaderin<br />Bir musiki başlar çıplak ve derin<br /><br />(Gece Yağmuru, 23s.) <br />Bu şiirde, Divan şiirine yakın bir sevgili anlayışından söz edilebilir. Baki Süha, Kara Sevda<br />başlıklı şiirinde de yine belirsiz bir sevgiliden bahseder. Biz, bu sevgiliyi, beyaz ellerinden ve aydınlık göğsünden anlar ve onu bir varlık olarak somutlaştırırız: <br />Seni düşünüyorum seni, beyazellerin<br />Gözlerini kapıyor ıslak melteme karşı<br />..............................................................<br />..<br />( Kara Sevda, İşaret, 20 s.) <br />II <br />Göğsümü parçalayan aşkın / Güzelliği boyunca<br />Dağlarda bulduğum kokun / Sularda yitirdiğim gölgen<br />... <br />(Karanlıkta Geçen Gemiler 7s.) <br /><br />Şair, bir başka şiirinde İstanbul'a seslenirken "Ne güzel kızların var İstanbul / Onlarsız şiir yazamam"<br />(Karanlıkta Geçen Gemiler 33s.)<br /><br />dizelerinde esin kaynağını da açıklamış olur. Baki Süha'nın şiirlerinde en çok işlenen temalardan biri de özlemdir. Şair, memleketi Antalya'ya ayrı bir özlem duyar. Bu özlemin içinde, deniz, çiçekler, portakal bahçeleri, kuşlar, Güvercinlik Mağarası, onun ifadesiyle bütün cenup vardır. Şiir kitabına da ismini veren bu şiir, onun evine ve Antalya'ya olan özlemini dile getirir: <br /><br />“Nerdesin sen ey aradığım şehir... <br />O merhamet dolu evim ve kuşlar? <br />.................................................... <br />Sarhoş kalbim eski bahçelerde <br />Antalya, sonbahar ve portakallar...” <br /><br />Şairin, “Anneme Mektup, Kardeşime, Hatıralar, Ayşe Abla,(Cenup), Antalya, Körfez, Eski Mektup”(İşaret) “Türkiyenin Kokusu, Eski Şarkı, Londralı Sokak Çalgıcıları, Akdeniz, Akdeniz II, Akdeniz III,...”(Karanlıkta Geçen Gemiler), teması özlem olan bu şiirler, söylem ve duyarlılık bakımından benzer özellikler taşır. Baki Süha, bazen teselli bulmak için hatıralara sığınır:<br /><br />“Beni de alın ne olur/Koynunuza hatıralar <br />Dolanıp kalayım bir an/boynunuza hatıralar...”<br />(Hatıralar, Cenup84.s)<br /><br />Baki Süha, şiirlerinin birçoğunda mistik duygulara yönelir, hikmetini bilemediği ve anlamakta zorlandığı varlıklar hakkında Allah'tan yardım diler. Ölüler ve mezarlar, onu düşündürür. Bazen onlarla iletişim kurmak ister. Ölen annesine mektup yazar, mezarlara seslenir. Baki Süha'nın ölüm temalı şiirleri: “Hezimet, Sır, Mezarlık, Gökleri Seven, Tanrıma (Cenup),Körfezdeki Mezarlık(İşaret), Gece Yağmuru(Gece Yağmuru3-4 s.),Gerçektir Öldüğüm(Karanlıkta Geçen Gemiler.<br /><br />.. Şairin ulaşmak ve kavuşmak istediği varlık annedir. Ona ulaşamayacağını bilir, fakat yine de ümidini yitirmez: “Anne... dünya bildiğin gibi/Dümdüz tarlalar, evler, sokaklar,/Sokaklarda insanlar, insanlar... Ah... Bense beklemekteyim her gün.” (Cenup, Anneme Mektup 70 s.) Baki Süha'nın şiirlerinde karamsarlık duygusu da kendini açıkça belli eder. Bu duygu, II. Dünya Savaşı'nın bir yansımasıdır. Özellikle karamsarlık duygusu, ikinci kuşak hececi şairlerden Cahit Sıtkı'da belirgin bir biçimde görülür. Aynı duyguya, Baki Süha'nın şiirlerinde de tanık oluruz. Ayrıca onun şiirlerinde bariz bir Cahit Sıtkı etkisi görülür. Bu etki tematik olduğu gibi şiir edasında da kendini belli eder: <br /><br />Olmuyor seni düşünmemek Tanrım/ Ummamak senden medet. <br />Suyun dibine vardı ayaklarım/ Suyun dibinde zulmet<br />(Bezirci 1983:132). <br /><br />Rahmet <br />“Rahmet...kuşları saklayan yuvaya/ Rahmet ölüme varan yuvaya <br />...................................................................................................... <br />İkliminden uzak şakıyan saadet/ Şifasız kula el vermiyor vuslat <br />Rahmet tanrım, devasız kula rahmet”<br />(Cenup,60 s.) <br /><br />Baki Süha'nın “Vehim, Tanrıma, Atlı, Peyzaj”(Cenup),“Gece Yağmuru, Ey dost”(Gece Yağmuru),<br />“Sonbahar Şiiri, Musiki,”(İşaret)adlı şiirlerinde karamsarlık duygusu hâkimdir<br /><br /><strong>Baki Süha'nın Şiirlerinde Yapı</strong><br /><br />Şiirin formunu oluşturan yapı, nazım şeklini belirleyen dize ve nazım birimi ile ortaya çıkan şekillenmedir. Baki Süha, şiirlerini genellikle dörtlükle yazar. Nadir de olsa çok az şiirinde üçlüklere rastlanır. Hece geleneğinden gelen şair, şiirlerinde hecenin 4+4+3=11, 6+5=11, 4+3= 7, 4+4= 8 veya 5+3=8'li hece ölçüsünü kullanır. Baki Süha, Karanlıkta Geçen Gemiler ile Gece Yağmuru şiir kitaplarında serbest nazım örneklerine de yer verir. O, serbest form tarzında yazdığı bu şiirlerinde ölçü ve kafiye düzenine bağlı kalmaz. Baki Süha, şiirde iç uyumu sağlayan ses, ahenk ve ritim unsurlarını önemser. Onun şiirlerinde kafiye ve redif, ahengi sağlayan esas unsurlardır. Şair, şiirlerinde çapraz kafiye düz ve sarmal kafiyeleri tercih eder. Baki Süha, Cenup kitabında genellikle çapraz kafiye biçimini, İşaret'teki şiirlerinde ise, koşma ve mani tarzı kafiyelere yer verir. Serbest tarzda yazdığı şiirlerinde kafiye kullanmaz. Baki Süha, “Aydınlığımız Üstüne”, “Karanlıkta Geçen Gemiler”, şiirlerinde herhangi bir vezne, kafiye ve durak düzenine bağlı kalmaz. O, bu dönemde yazdığı “Su, Bahar Düşüncesi” şiirlerini blok tarzda düzenler. Bu tarz şiirde dize bölünmesine başvurulmaz. Şiir, tek blok hâlinde yazılır ve kısmen de olsa kafiyeden istifade edilebilir. <br /><br />Bir şairi, diğer şairlerden ayıran ve onu farklı kılan dili kullanma biçimidir. Kendine özgü bir üslup oluşturan şair, duygu, düşünce ve hayallerini dil vasıtasıyla okuyucuya aktarır. Şair, bu işlemi yaparken bazen dili dönüştürür, örtük hâle getirir. Bu durum, şair için bir dil kimliği oluşturma ve üslup yaratma biçimidir. Baki Süha, dile hâkim, onu iyi işlemesini bilen şairlerden biridir. Özellikle onun üslubunun oluşmasında Cahit Sıtkı, Ziya Osman ve Ahmet Kutsi'nin etkileri bariz biçimde görülür. Bununla birlikte Baki Süha, kendi şiir dilini oluşturan şairlerden biridir. Şiir dilinin oluşumunda imge ve simgeler belirleyici rol oynar. Oktay Yivli’ye göre: “Simge ve imge birbirine yakın terimler gibi görünse de aralarında ciddi farklılıklar vardır. İlkinde simgeleyenle simgeleştirilen kavramlar arasında birebir ve değişmeyen bir anam ilişkisi varken imge bulunduğu metne ve okuyucuya göre çeşitlilik ve genişlik kazanır. İmge, birçok unsurun bir araya gelmesiyle hayalî bir görüntü oluşturmak iken simgede, genellikle somut bir unsurun hayalî görüntüleri, soyut kavramları, duyguları, düşünceleri temsil etmesi söz konusudur (Yivli 2011:195).” <br /><br />Baki Süha’nın şiirlerindeki imge-simgeler, aynı zamanda onun duyuş tarzı ve şairlik yeteneğinin de bir göstergesidir. “Kanat çarpar başıboş hatıra, İkliminden uzak şakıyan saadet, Geceyi boydan boya yırtan rüzgâr, Ağaçlardan yere dökülen huzur, Derin ormanlar boyunca düşünen gökler, Ümidin lacivert ummanlarında...”gibi pek çok dize şiir okurlarının dikkatini çeker. Baki Süha, tabiat temalı şiirlerinde benzer kelimeleri sıkça tekrar eder. “Akşam, musiki, ağaç, yağmur, rüzgâr, gece, bahçe, kuşlar, Akdeniz, gök, toprak, bülbül, bahar, sonbahar, yaprak, güz”... Tabiatı içselleştiren şair, onu zihinsel dünyasında yeniden yoğurur ve biçimler. <br /><br />Baki Süha, birçok şiirinde öyküleme tekniğini kullanır: “Salacakta, Kömür, Türkiyenin Kokusu, Artist Selma, Aydınlığımız Üstüne, Yolculuk, İstanbul Yolcusu, Beykoz Sırtlarında” şiirlerinde, mekân, zaman, olaylar ve insanlar birlikte anlatılır. Baki Süha, nahif ve lirik bir şairdir. Onun şiirlerinde lirik duyarlılık okura hemen kendini hissettirir. Saf şiir estetiğini yakın olan Baki Süha, lirik şiirlerinde, aşk, özlem, yalnızlık, ayrılık ve karamsarlığı anlatır. Onun şiir dilinde, dikkat çekici bir sapma görülmez. Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde belirleyici bir özellik de edebî sanat kullanımının önemli ölçüde azaldığıdır. Bununla birlikte edebî sanatların kullanımı Garip akımının evresinde göreceli olarak artar(Yivli 2011:199). Baki Süha, şiirlerinde edebî sanatları sınırlı ölçüde kullanır. En belirgin olanları kişileştirme, benzetme, istiare, tevriye ve mecazdır. “Bahçeme gülümseyen rüzgâr” (Cenup58), “Sular mahzun, gökler mağrur”(Cenup59),“Başucunda raks eden küçük yıldız”(İşaret45), “Ey dağdan esen rüzgâr”,(İşaret28)“Yüzü güller kadar beyaz ve serin” (İşaret44)... <br /><br />Baki Süha, dilde, Millî Edebiyat anlayışını, Cumhuriyet döneminde de sürdürür. Bu süreçte, konuşma dili ile yazı dili arasındaki fark kapanır. Söyleyişte süsten arınmış bir sadelik görülür. Bu anlayışın temsilcilerinden biride Baki Süha'dır. Onun şiirlerinde sokak ağzı ve argo ifadeleri kendine yer bulamaz. <br />………….<br /><br /><strong>Sonuç</strong> <br /><br />Cumhuriyet dönemi, Türk şiirinde yeni anlayış ve yeni oluşumlara zemin hazırlar. Bu dönemde Faruk Nafiz'le Memleket Edebiyatı anlayışı başlar. Onun etkisiyle şair ve yazarların birçoğu Anadolu realitesine yönelir. Yahya Kemal ve Ahmet Haşim'le saf şiir anlayışı devam eder. Buna Dergâh mecmuası şairlerini de ilave etmek gerekir. Lirik duyarlılıkla şiirler yazan Cahit Sıtkı, Ziya Osman ve Ahmet Muhip ve Ahmet Hamdi hececi geleneğin devamıdırlar. Ayrıca bu gelenek içinde yer almakla birlikte şiirlerinde folklorik unsurlar bulunan Ahmet Kutsi de saf şiir anlayışını benimser.<br /><br /> Baki Süha Ediboğlu, lirik duyarlılıkla şiirler yazan şairler grubu içinde yer alır. Onun şiirlerinde, Cahit Sıtkı etkisi bariz bir biçimde görülmekle birlikte Ziya Osman ve Ahmet Kutsi esintisi de kendini hissettirir. Garip akımı ile birlikte Türk şiirinde yeni bir söylem değişikliği yaşanır. Alışılmış şiir anlayışı değişir. Şiirde vezin ve kafiye aranmaz. Yerleşik şiir estetiği anlayışından vazgeçilir. Şair, günlük yaşamı ve sıradan insanı şiirin konusu yapar. Konuşma dili ve argo, şiir üslubunda kendine yer bulur. Bu üslup, birçok şairi etkisi altına alır. Garip etkisiyle şairlerin bir kısmı serbest şiir anlayışına yönelir. Baki Süha da serbest tarzda şiirler yazar, fakat Garip hareketi etkisinde kalmamaya özen gösterir. <br /><br /><br />Baki Süha, şiirlerinde tabiatı içselleştirir. Tabiattaki değişim, onun ruh hâline yansır. Bu nedenle şiirlerinde, mevsimleri, dağları, denizleri, gökleri, ağaçları ve rüzgârları sıkça anlatır. Bu anlatışta, yalnızlık ve kötümserlik duygusu kendini hissettirir. Cahit Sıtkı gibi Baki Süha da şiirlerinde ölüm temasına işler. Ölüm, şairi sarsar, onda derin izler bırakır. Özellikle şairin annesinin ölümü, bu sarsıntının derinleşmesine yol açar. Ayrıca Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde anneye karşı derin bir özlem de söz konusudur. Bu özlem Ahmet Haşim ve Ahmet Hamdi'nin şiirlerinde daha belirgin bir hâl alır. Benzer durum, Baki Süha'nın şiirleri için de söylenebilir. Şairin doğup büyüdüğü Antalya ve güney sahilleri, onun şiirlerini besleyen bir pınar gibidir.<br /><br /> Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde radikal değişim İkinci Yeni ile başlar. İkinci Yeni şairleri, yeni bir söylemin mimarı olurlar. Bu söylem dilde önemli sapmaları beraberinde getirir. Şiir, girift ve kapalı bir yapıya bürünür, imgeler çoğalır. Baki Süha, Garip akımında olduğu gibi İkinci Yeni'den de etkilenmemeye çalışır. Onun şiir üslubunda, konuşma dili ile yazı dilinin ortak özellikleri görülür. Bu özellik sıradan, basite indirgenmiş bir üslup değil, yazı dili vasıflarını taşıyan estetize edilmiş bir üsluptur.<br /><br /> Baki Süha'nın şiirlerinde, yapı ve ahenk bakımından önemli değişimler görülmez. Hece veznini tercih eden şair, yerleşik hece kalıplarını kullanır. İç ahenge, kafiye ve redife önem verir. Onun serbest tarzda yazdığı şiirlerinde, kafiye yer almaz. Baki Süha, üslup bağlamında monolog, öyküleme, betimleme ve lirik anlatım tekniğini kullanır. Ayrıca kendisi yazdığı güftelerle de dikkat çeker. TRT Müzik Arşivinde bestelenmiş güfteleri ile saygın bir şair konumundadır. <br /><br />Baki Süha, şair olarak tanınmakla birlikte onun ayrıca gazeteci ve yazar kimliği de vardır. O, Sel Geliyor adıyla yayımladığı hikâye kitabında gözlemlerini ve yaşadıklarını anlatır. Onun realist bakış açısıyla yazdığı bu hikâyelerde, şiir dili üslubu okuyucunun dikkatini çeker. Baki Süha, Ankara, İstanbul ve radyolarında spiker ve programcı olarak da görev yapar. Özellikle radyo görevi sırasında, bir kültür adamı misyonu ile hareket eder. Yahya Kemal başta olmak üzere Ahmet Hamdi Tanpınar ile Reşat Nuri Güntekin gibi Türk edebiyatının önemli şahsiyetlerine radyonun kapılarını açar. Kendisi, Türk edebiyatı, Türk kültürü ve Türk sanatına hizmet eden bir önemli bir değerdir. <br /><br />SEFA YÜCE<br />http://docplayer.biz.tr</p>BEDİİ FAİK AKIN HAYATI ve ESERLERİ2012-11-08T19:57:20+00:002012-11-08T19:57:20+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/2288-bed-fak-akin.htmlMAGmagoksu37@hotmail.com<p><span style="color: #ff0000;"><strong>BEDİİ FAİK AKIN HAYATI ve ESERLERİ</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;"> <br />Yazar (1921 —>). Orta öğrenimini İstanbul Kabataş Lisesinde tamamladıktan sonra (1940) bir süre Tıp Fakültesinde okudu;bir süre de tütün ticareti yaptı, 1945'te ilkin Tasvir gazetesinde fıkra yazarlığına başladı. Daha sonra Tan, Milliyet, Yeni İstanbul, Ulus'ta yazdı. (1945-1952). Sahibi olduğu Dünya gazetesinin başyazarlığını yaptı.</p>
<p style="text-align: justify;">YAPITLARI: Efendime Söyleyeyim (fıkralar, 1953), Yabancı (roman, 1954), Sam Amcanın Evinde (gezi notları, 1954), Bir Garip Ada (gezi notları, 1958), O Biçim (1958), İhtilâlciler Arasında Bir Gazeteci (röportaj, 1967), Rusya'dan (gezi notları, 1968), Rüzgâr Eken (1969).</p>
<p>KAYNAKLAR: Şükran KURDAKUL (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).</p>
<p> </p>
<p> </p><p><span style="color: #ff0000;"><strong>BEDİİ FAİK AKIN HAYATI ve ESERLERİ</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;"> <br />Yazar (1921 —>). Orta öğrenimini İstanbul Kabataş Lisesinde tamamladıktan sonra (1940) bir süre Tıp Fakültesinde okudu;bir süre de tütün ticareti yaptı, 1945'te ilkin Tasvir gazetesinde fıkra yazarlığına başladı. Daha sonra Tan, Milliyet, Yeni İstanbul, Ulus'ta yazdı. (1945-1952). Sahibi olduğu Dünya gazetesinin başyazarlığını yaptı.</p>
<p style="text-align: justify;">YAPITLARI: Efendime Söyleyeyim (fıkralar, 1953), Yabancı (roman, 1954), Sam Amcanın Evinde (gezi notları, 1954), Bir Garip Ada (gezi notları, 1958), O Biçim (1958), İhtilâlciler Arasında Bir Gazeteci (röportaj, 1967), Rusya'dan (gezi notları, 1968), Rüzgâr Eken (1969).</p>
<p>KAYNAKLAR: Şükran KURDAKUL (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).</p>
<p> </p>
<p> </p>BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU HAYATI ve ESERLERİ2015-01-17T18:57:26+00:002015-01-17T18:57:26+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/3101-bedrirahmieyuboglu.htmlS.Ksaitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"> <strong style="font-size: 12.16px; line-height: 1.3em;">BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU </strong></p>
<p><img src="data:image/jpeg;base64,/9j/4AAQSkZJRgABAQAAAQABAAD/2wCEAAkGBxQSEhUUEBQUFBUUFBUVFBQUFxQUFBQUFRUWFhcUFRUYHCggGBwlHRQUITEhJSktLi4uFx8zODUsNygtLisBCgoKDg0OGhAQGzQmICQsMCwvLS8sLCwsLDAsLCwsLywsLCwsLCwsLC0sLCwsLCwsLCwsLCwsLC0sLCwsLCwsLP/AABEIARIAuAMBIgACEQEDEQH/xAAcAAACAgMBAQAAAAAAAAAAAAAAAQQFAgMGBwj/xABMEAACAgEDAgQDAwcGCwYHAAABAgMRAAQSIQUxBhNBUSJhcTKBkQcUI0JSkqEzcrHB0eEVNENTYoKTstLw8SQlRHOjsxYXVHSiwtP/xAAZAQADAQEBAAAAAAAAAAAAAAAAAQIDBAX/xAAwEQACAgEDAgQEBQUBAAAAAAAAAQIRAxIhMQRBEyJRgSNhcZEyM7Hh8AVCocHRFP/aAAwDAQACEQMRAD8A5s5iMMM9YgMYwGLAB3heLDAZlhmOPEA7wOLCsAC8eY4xgAxhivDGIDheF4sAHheLFgBleF4sMYjI4sV4YCGcMWPAYYVhhiGWXh7TRyTrHN9mS0u6KMw2o3HemK8ZL6h0hY49OGqOV3mWZnJIUp5dLQ7Vvo+tg5TwzlLoDkVz9QePnYGTR1yYtG5Ks0UjyqWF/HIQXJ972j6VxWZyUrtD2JEfTVjaZZew0wlDFfiTcYz9m/tAMR3yPqum+WuoDEFoZUj3Dd2PmWQPntHftXzzW/VXN2E5iENBdv6MVQ+GuQFUX8vmbx1HU3fzN239K6u9Ai2W6I54+034/So0zHsPq2g8h9m8Oy/bChgFPccnvYIP8Mn6hvLg01AESRTlwSaJMxTv6fyMZ79wfQkGr1+saZzI9bmq6FDgAdvuGZ/4Qby1jIUhAwRiPiRXvcoN1XJ7gkXYrKcXsBvm6UVi8zeCfLSXaAfsvI0f2ve1HFeuS20CebJ8I2qmmOz4gB5pgDEEH0Ltwf2j7ZAfqjlNhC15ax9jexXLgXf7RJvH/hZ97PSWyqjCiVpCpQ1fcGNPw5uzcuMw2I+th2SOn7Lsv7pI4/DMdRpnjbbIrKw/VYEH8DhqJi7s7d2Ysa45Js1+Oa81V0I6f8y4Gnv/AMGZ93H2iPP2A/s8KPe7+mQYegblVjIBuSF6CsaWaRol+p3KL+R7mqyEOpybNnH8mYgxHxiIkkx3228n0ujV1xm1OtyBQtJSrGg4a6icyJ+t+0SfnftmWma4DYcfRmKuWdFCSSRWxoF403kWewqgD7kZo1GgCRRyGQEyDcqU10HeNue1gx/fYrG3U3KupCEO5koreyRuCyc8EihzY4HtmqfVl0jQhQI1KrV3TMXN2efiZj9/tQFrWLYsulDyoDqPtE6iKLb6AAecW+tooH398Nd0ULNqE8yvJ3NZF2vG3cRwGJZFr3PsMrtLrmjBUBWUsrbWFgOt7XFEURZ+t0bzYvU3qQHa3msXcsLJYhhu4I/bY0eLo1wMWmV2GxlN03aqbpFVpFjdVN1slvaxfsKFEiv1h7ZtPR6dF8wU8UsoYqw4i83cK78+UxHyI7ZofqbkR2EJiChWK221Dao3oVF+3bg3m2XrUjMGIjsCUClriYuX7Gz/ACj97rccKyBsRuoaTyn23uG1WBqrV1DDj0NMMjXm/WahpG3NQNKvHApVCj+AGR6zSN1uIDhgRhlAZYsMMkYHDDA4ALDHeLAYY8RwGADwvDDAAwwvFeADvFjxXgAziwvC8YgwOGGABjxY7wEGLMjiwEBwwOPHYCOGOsWSUGM4qx4AI4qzKsVYDFhjrCsADDHiwAWGFY8AAYseLAAIwx4YCFiOM4VjAMBhjGAhjFjrFWADJwxVjxiDDHWAySgVSeByflzmUkZU0wIPqCKObNLEzNtTu3HHt3P8B6ZL61IWdbVlAQKu4UzBeNxB9zeRqeqi1HyuRXVmTqymiCp+dg/9Mm9BH/aI7/aNX77Tt/jWZ68DyISft3L+6H4/iTkudSopY7jZWYHGovgck8D1vG6EGiKI4I7c5oZjWMn7IJrvQJxFDV0aPY+h+mWHQdUUlUd1chHHuG4/r/5vNPVRtkMYvbGSqj6E2fvORrerSaaFo1EMAngcn2HOSJdMAOCSRVrtIoFQSfuPH3Xi6ealj/8AMT/eGTerX5+o7+t/Teg/DthKTukOMVptlVmxdOxohWIPagefT+rNeXvTpGihMxJ3G4oF9rJtgPx/A4ZJuPBOOGp0yiIzIISLANe9GvxwcGzd3Zu+9+t5a+HJNzmFuUmUqR7EKSGHz4P8PbHObjG0EIKUtJUspFWCL7X64KCTQBJ9hzm3UzFmv0HCj2UcAZJ6F/jEX88Y9XlsSjcqIDAg0RzmUcZb7IJr2BObddzI/wDPb+k5P8Pnmb/yH/qxSnUNQ447npKnDMihFX6ix8xZF/wP4Zjmhk0Bx4seAh4YYYijbBOyG0YqaqwaNY552c27Fj2smzWbNDoZJiwiG4qu4gdyAyqa9/tD+OSz4f1IstEygKWJYUAACTZ+7MZZMcZbtWWtTW3BWA1yO47Y5pmc2xJPucnaHo0sqoyAU8hiWzXxBS5+6gecgOKJB9DX3jGpxbpPdCaaW4K5BBBog2CO4I9cHcsSW5J5JPcnN3T9IZpFjDKpY0CxoX6D6/2j3zb1nQeRM8V7tm3mqslFY8ffj8SOvT3CnXyIkchUgqaI7EdxjmlLm3JJPqe+YE5v0mgllvyo2fbV7QWq+3bKbUd2Ct7EfNs2rdhTMT27/Ltfvm7V9LmjXdLE6LYFspAs9h/DM+jdMbUyiNGVSQTbGuB3oep+WQ8kNOu9l3HT4RBySuvlAADtS/ZF8D6e2Y62Dy5HQG9jst++1iL/AIZn0zQmeRY1ZVLGgWND6fX5ZUpR06nxyJarpEVjfJ7+uZwTshtCVPuO+SOraLyJnivdsNbqq+Ae3344OlyPA84rZGQrc82SBwPvH44vEhpT7MEmmQ3ck2Tye+ZQysptSQR2I75jizSid7M3kLEljZPcnvmen1Dpexit964us048KXA7a3M5ZixtiSe1n2Ga8eGNCe4DDFjwJHWLMsWSUStLrDGkir3kCqWHBChtxH30PwzqfGesMUsdXTaQoRdXu3i/uNH7s4wZ1P5QP5SD/wC3X/ebPP6iEX1EHXNm0H5DUvSnjGn26kBZnLRkbgFegLr0JuryIvh6VtS2nX4irDe47KpAJY39fvy31X8h03+f/wDsmStG1dYf57r/ANmM5o9RkVv5P9S9CdFUegtppdKzMD5ky8DgqQ4oE+vHf2rNviTpok1OqkaVYxG0dhg3O6JdoFepo8fI5W6TVO2phR2JVNQNoPZd0oJrOn8b6FHhkkjHxxTKZfnuRF5H0Kfx+eTLJkhmhre7XPugpaW12OAOdJ+T8/8AbB843v59jznN50fgH/Gx/Mf+jPR638iX0M8f40QdbPJ5coYko85qySQyWTX3OP4Zc+FOk+XqNO8jhXdXdIqJJQxsAS3YHm657HKrrHU3mUo9sY5ZGsAABCVUXXz4v/SGdXrVrq2nHoIiF+6Ob+7PPzZJLFo4tNv2/m5pFLVZyknTjPqtQAQqo8ryObIRFc2aHc+w9c26Hppi1OlYNujldGRq2kjdRBHoR/Xl10ygnUm2hiGew3IZQXJBr0+1lToOsvPPpIyqKkcybAgruR7nKWXLOLiuEq/wGmO3r+5O8Q+H2kk1MySIzI25ohywTaDZPoeCa9sq9FDP+ZTkcQEoeRy7+YFpT7e/0GdJ0eT/AL01Sn7LIxa+3Hl9/wB45T9Mb/uvU+3mJX03RZljyzUFB7/hr3G4q7+pC13h4RRxyNMhSVlCkBux7tVeg5r5ZgOgnznjEilYVLSyAHagXuK9Tx29cu+lR/nHT1U/+H1Ckn2S7JP+q7fhnPafW35xkmWGKS3mZiAW5JCLfcknt/VnTDPlalcuNuPsQ4xVbEnUdA2TwxtINk4VlkquG9K9yeB9c3df6Ru1bRwEOSR8IseWAq/aJ47c3k7rsqGXp7KQEKQ7SSCK8xa+Lscouv6eR2OoCS7mk1H5zKj0NPHGWj8ryiefhAJPc1xd1nM+snBxlJ8qu1X8/sWsV2l2K3qDrGzVuZASEk2OI5CB+o5G1r57HJZ6fFHG76h3leOGKZ4Yi0SrHKeXVwbk2gH8O2SOtdQ3JLEVm3ukcRhO383gMZFyRuOG7WK78dspmRjsDOdscTQoE+A+SxB8t2BtxwB6cDBPrOsxr+xJ79rW3v8ALb6lfCxP1N2piEcskYbeqEFGsEtG43IWr1o0fpfrhmuOFVFIoUewFDDPcwR0Y1Gbtpc8HHJ27SM8V4xiygM4Su4b7238W2t1etX65deJ+sx6ny2RHQouz4iCNl36et3lFgcxlijKam+UUpNKjpNH4hjWCGOSMu8D7ka/hAJvkepA9P8ARGZw+I4hrG1JicWKVVINkggu1/Ir29s5i8M5/wDx4rddzXVJJWyx0usiXUiWpDGr7wvw77HxAe3fL7/4phLaktHKU1IS1tfhIQoxH1G38M5AY8qfSY8jTfZUSpuPAycuPC/VY9NKZHV2O0hQu0DnuTf/ADzlLhWb5MayR0vglOnaLvV9Q0/lzCJJA8zLy5UhFEgcqK+Y/oy2h8WxfoJJYmaaEMu8EAUVKk/O79e3OceB8sKzCXRY5JJ/qV4jR0XTvE3l6mSVox5cwqSNfb0PPc9/3jkc9SgWeJoIykcb7zuO52Pfk+g4AA+vvlC0yg0e/wBDV1dX2uuax6jTug07znZDOUJMdl0R+V3Ow2AkW1c0FPfvmOVdNh5e7VV60io65cI6XVeI0HnPEj+dqgqMK3BeKYRheWJr24rI/TOsp+aSwJDqJSxVpHiCkIS36MbCdx/k+aBrntlR1PpOo06CUk3HOyqVBHwKLSVnHbcSqmqHxHNonXT6gvEHOn1MO7bGakCSgk0SftpJuPJHDnuc8+WeE41061d19Y1a+3BsoNP4m37/ALkjo/UCIZz5yxQOY4WbyzK7PIpqhYCrTizz91YdJSSOXUxbkj1KLGUmK71MCtcjIp5ohgx+tc1kXR60xJt05lj2kqHkERaSLuvmIAV3hmemHpQN+kVdwYOJJPMHHmEhnqiu34gRto/ZqsqfRdT1Gtt1GVNJ/Kq2r73Yo5ccK9UTdZrUdy0KRsgkkMYlQmMpLGgYqljbbiRwf9L55OOp0nnRO0LOqKnmFq3TvGqqpkHYgbB/H3ykhjCqFHZQAPoMzz0sf9OxRil6KuTnlmk2yw61q0llaSMMoc2Q1WGPeq4rt/HIBOGLO2EFCKiuxm2GGLHlkjrDHiyCgxHHh65E+DXErdiIwwGZk8DgfX1+/HwQ3bMKwrGMBhYgOStDBv32xUKu7/8ANFN/cx/DIsjV3vuAAASSSaAAHc8jNmnWQypAd8DzFR8ajmJgx3VfvEwCkd6sZjl6iGNeZ1tfsi4wcuEWcvTQpNygIFVmYsBSmQIT3+YI+uVsYEk8cKTbBJ2YrZDFNyAq3YXa37jj5ZNUbRTK76iEzbXV1VXEkLcxsFAB4G9eO6V6itnWdWJkCiWWZxN5kc5i8nyVLfFH8Vbq2qRQPIHtnmZOtyZajhTqSe9PZ/bt3v2N44ox3m+O3qYaLSFzND5m7czCNgSi/nkIYqShO4bljdef82SO4zVrJt+n08T7rQ7ljO4qYJEbbuI+EOhtKPND55s1g85t08oY7dvwwiMHm7YBvibvzfqcxcAcKbHH6u2qFDi80xdDKTU8vNp1zulTfv8AQiWVJNR43+xhqJJ3VQ7lR5P5u23nzowb3SBgQDVCxz35zTHCq3tAF96HJ+/1zbfYcd/+uYrndhw48NqCoUrmk2xsKPOY1gw7e3GZDvyAePXnvm+oXhp1RiMDmRUbVPvu/qzGv7/bBTsTxUMYYYZoYCwwx4wMrwx1gBkFCIxEZa9E6DNqyywBSUALbjXBsD+g5bHwBrP2Y/8AaD+zMpyjw2XjlpdnKkYjl90/wnPPu8hoJdh2vslVtp9iRkbU+HXillTUo8jRwxyJBA+1pBI7pv3gg0Nh4B/qzHP1ePDj1vcqGNzlSKSaRxGZAoKb2jHNt5iruplA4BHI554982dWgaAoryxssqh1kj3ArFuS5GVu3DORyfsZs1xj0zzwSO3lTxLJESN8kcq8x7gB3DBlJPNBfmc1M4aFInk0oEdFHIczxLuDmJXqgt8du3GedDqc+aSlB+W/krTW3vF8mzxwiqfP+1/0neJukrEitBtiIcKh3F21FtaMvx87QA5Yj3HbImv1JnmMoDRsVhYk1Ynj7lKPKAhSLr198xi00IPwyQA16buAe9fDxk6LpxYblkiIHsxJ49a23mvTdJDGk8s9TVq/k+3f9RTnKTelUiu8q3Z2JZncyN6JvYUWCD4Qa4ury41eoU6XToCN6PqC49QGMWy/3XyvYIDRmiBHcEv/AMOW3RvDM2qQvptkig7SQx4aga5A9CM9CPhRSUaSMJX3Ke8M6c+ANb+wn7/92ROpeE9Rp13TeWgPqWv1A9B7sM08WPqJJvYoicWdHpPBWrlQPGqMp5BDd/4Zu/8Al9rf82n7/wDdh4kPUVNHLHDOqP5Pdb+wn+0GQepeFJ9OLnMKX2uRbP0Hc43kh6gk2Ud/wwyx0XR2mfy45ISx9C+269iRWXQ/J7rf2I/3x/ZkrJj7MctT2ZytYjk3qvS5NNIYpgA6gEgGx8QBHP35DrNU0+CKMcMKx5QjYMTuFFsaH9vYD3OayGIdgQscTxebXMoikajKoPAA5732OSepdFaCPdysiavbHK3+XjYebE4HujKt1XCtnmZv6jjhk8Jbybr3/jX3OiOCTjq7Ft4N8SSad7ghDDUEwpLKxSMSRbmZNg+Pcarms2y9Wl6nJbs8sS6iSLUaQ7VSKNlIRwoottN2SWs2fQVo0uoVo5pUgCkSJqZfPb9Ek9bFMAjBZmZgD2Hz9srfB3SxNrmTVBWLne9DiRX+P4SD9gjmvp888rJLqc+rWtH8r1v91aOmEMcWq3Ok8LdIfUKYIJw23SyQyTxFhHaSA6ZWZf16MgIU2LJ9Rdi/5K2kBkaY6eayI1haR4449o+AMSrG2DNQofF2y28YeJJ9K8cOn8nTpQ/SzAsvHAREUcV8/lm3w94tnk1HkaiONlKb1n05JQKASS6vyP1f3s2xYYwjpbvn/Py4M5yk3aR4j4n8NzaCcxTjlvjWQciUX9q+933vnNGph27j7E/01non5UvE2l1sCiHeZIp12OyMqupDBwjevIU8+2U+o8MPMjhOCLYEjjizR+tVfuRmspVQ8UHJNox/Jz4UXVlpJ72CgB7t/ZnoCfk5RXDRMwXvtvtfev8An0GVn5LtI8OlDycBySq+y/P6nO70fiOB28sNTd6PrXsRwe+Ts3ubPVBLQjzzr3gX4JTXIAaNx79ire/p9MvPyKx7dJMD/wDUH/cX+zOp1uvjawrK3B3AEHijf8Lym/JlzDOf2tQzcfNVOOOzpGeV6oamik/KV44kglOn0x2lQPMcAFrYWEWxxwRZ+dZwK9f1TN+kZ5ASCVc7xybogg12HHyzovyhdPMPVBLJxHKBIrVY3KoBX5kbbr5jIkvXUjkEsUbojr5TM6KVcghiQPbteKT3orFFabs67wH44jkK6d0Ed8IR23fskenyz0is+ZtIzNrahpS042bfsqxbivv5z6YY5pBnPmVOznfGfiEaSMBKMsnCLz29XI9hxx655JqtJqdQTIY5ZC5+1tY2fkazput9QvqjGWtqEIL7BK55/wBZvxz0PpnUtOy1DJGQo+Law+H5nnj1zJvUzZLw4J1yeD6rompiBaWGRVHdipofU/8APfPTPyceLHnP5vPbSKu5ZP2lH6rfP5518Wtg1KssckcoIKsFYNweCDnkvhuE6bqDKAf0LOv3XQ/EY29IR+L5Wtzb+Un/AB+T+bH/AO2ucqc6X8oMwfWuw7FIv/bXObOezh3gjikqdGBwxOcM1JNkMjo4eJyjAFSQFIZTztZWBBF85iVJYu7PI5JO5yWonvtHZfuGPDMVgx6/E0q/XuXrlVXsdf4GX4NSeKXyGaxYCrJuJ59qv7sg+HNN5WsmDMGkiIRpB8QdmZmtPYUyivSjk/wFpDNHq4gSoljWNmABKht4uj6f25Sa3o2p6QVLoWRZVbz0vYygGww7qfr/ABzz+qXnZ1dPNR5Pa9Xo0nj2yewNirB+uUugkgWbyIiCV3JISyl7K3tIPO3laFVwM1eG/FKauMiORPNNcG2q+eQKuvkfTOc8S6KKXUKNTHc4BCyRJNBv4AUlxuU89rIArnMXVWJRadM5Xxp4Vl0kG52/RCeNYVVyysrB23FTyhAFd/XO4jmii3GYqIyQGLdhzS395Gcp+VPre7T6OEna4PmOgIJChaXdRoE3/TkPw71Vuo9TijloR/p9kf6u4QuQT7ni8iUXKqOjFkUNSkeneGdjwqCF2lRx6Vk7T6DTI5MaIGpqIVR9q7qvme+cv0vUGCVoJOLY7CeOD6fUc5Yda0TuqjlvZ1+AqPUWCCVPtkRlsaZcdy2fJC1nh+LTK00RKlg1re4MWG2zfIPc8d7yT4P6rDpdM7TOEBk4vufhA4A5OU3VuokosXHw8NXK2OKs5xPimX4olYkKVc/Xkf2Y4yuVoMuP4dM7P8oXjjRz6Z4o1eRwQY32hRG4r9ICTfqR2988/wBDq59U0WnEi/EwVNxAClvtMx7+p/gB6Z0mg/J5LqYN0csRYi9m6yLH2WI4B7fT7s53qngTX6ZWL6diBzvjKyChzdDn8QM25OP8GyPU/Bf5N00sgn1DiWVeVVRUaH9rnlj7e2dv1GfZG7WAdpqz3IBIA/DPnTw94z1umYbJnKDgpIS6+3Zu33e2evaHxfBrdLJZVJlja4m77iCAUJ7329/f0x2kqIptps4fRQLqNSRM5USbgHu+b4zpfC/hhYtW4Z1kX83YMAOCHYAbh8xf7ucevw/EO45H45eaPqsZn3hJ23Ku/ZKE3GqK0SOO/rnKnuejki9Lo7Xwt4SGjkdlk3KzEqKAoH0J7muO1ZT9f6SIXeVdu+WYsX7lgb+Ej9ULQ5He87HR65HiVqKA0NrcFewANfd655h4j17id18xn8t2QB/YZpOktjmwKTyXLsU3iY3Ob/Yj/wBwZUHJ3VJ98m73Vf4KB/VkFs9np/y4/Q5M/wCZL6mBOPMcM2MTZhhhiQz0P8kP29R/Nj/pbOn8bxyvpzFC5jMrxqXAvbFuHmE+wqhf+lnCfk96/DpGlM5YB1QDau7lSb7fXOxl8d6FiCXk+G/1GrkVz7/3ZwZ4ScnSLizkfHnhZOnImu6fcLCQCVNxZCH7FQe1EDgcUflzWdA8ezzTxw6iVESQlGc9hu7cAd74s8c89s6/xF4o0Gr07QO0m19vIUgjawYUa+X8c4DpnT9KkvntJTJKxiiVWZBEANjMxX7d39KzF4pehtCbrk9jh8K6QRhTBG9L9t1DO3+kWPJOfPng/qP5vrtNMT9iUbj2+FwY2J/1XbPWvCvjNIonXWagyu0rshVHISNq2x2QO3P3V7Z5CegN282L2/yn/BleHL0M09+T3jxz4f8APiLp9tQTQ9a9vnnmCPq1008zzSrGi7Yu3xEsBV96FnOm674mXU6ERDVPFP5QDhVbZI+2iGk27tp9xXfOJ0+l26KaEzrvlkQhf0vl7VIN3t4b7u2ZPBK7o6ceXy036lDoetyxE025b5Dcjvf3Zv8AEmuEywsvFK4I9juGa/8AALf52H/1f/55tm6KSiASxWu6/wCV9ar/ACf1y1hd3Rm8rqmyJ0frU+nYmCR4ywpipqx35z1zwv8AlQi8tU1O7cBy9ggmu9E3nlkXQiO8sX/q/wDBlzqulacvD5cgCCOITWJL8yqlKjbyL7XhLFPsgUk1TZ6F1npnSup2yyrDMf11pCTx9pTw3bv3zmdF4D1Wk1MTsUkgViWmQ0FXaeWU8gXQ9e+Y6jpPTPLk8ueUSH+TOxlVa5ANCz9cmedokh2QzzqwUrbNIVktaPmLVdz6ew+mS8c/QcXFO0ygl1Qs7Bxf04/6ZN6M+11/RRy7v1JPn2o/ecrl06j/ACifLiT/AIM3tJYUeZGNnCmnvk3ydlnMfAyeh1eNDuz1XpNXuk2hY13BENxxUt7mPqfb+GeSdU6h5s8siilkdmA+RJq/n/bnZ+J/E0MulWDTOELV5p2ui1XIFKbBPy7Zw35qP84n3+Z/wZfgTW1GCyRuxs3APyGajm2YAbQCGpasXXcn1APqM1Z6+FVBL5HHN3JmJwwJx5oSZHFePFgAYXhhWAxXjvCsMADHix4hgThhWFYgFhePFgAYjjwxiFeMDFWZLiAeLAnFeMB4XheI4xATix1iOMBHDA4YAZ4sMMlDA4VhjxgLDDA4AFYYY8QwwwwxABxYHDAAxHHhjAMyGYjMsQGNYVjOGUIWIYzhgIMRx4sYCOGBwwAzxYYslDHhix4wDDDDAAwOAx4gFeGMYsBhhhhgwA4seGAgAx4AY8AFix4mxiMScYxYYwJuk0qlS8pKoDtG3lnar2r7cdz8xlxF0SGeIvpy4YWNr8/EADR9vTke/wAs5yzVXx3A9PT+wfhnU9DkGm0zSycFzaL+0AKUD6kk/TnOTqNSSae/Y6+nUZNprY5Rxjwc3ZPcnn64Z2RarzHHJO/KPDA4ZJQseLHgAYseBwAMMMMBhl/0bpcckRY/G5DnaCoKbUm9A4J+yh5A9Pe8oMsOmdYkgV1j21J9qxZ+yy8e3Dtmc02tgN56C7CQwBpdkjrahSCqBSWBVjZ+NeBYojk85pj6HqCqOImKycK3FGgxsn9UUpNmhj0HXJYI2jibaGJaxYcFtgJVgeP5Ncmz+MNTIoRyjL+sNgAk4oiQDg3ZPYc8+gyfiAQP8Czb41ZdplIVL5u1Rh9kE9nU/fmY6BOSwVN2yRojRA3OihmVFemY7SDwOxySfFE1DiKwpVWKBigMaRGtxI5VFHIPr75hL4l1DJs3BRdkooRmOxY+StV8KKOK7YviAVGI5leInNkIWYHMmOK8YCrDHeF4xFj0XpxmeqJVRuavUfsg9rNV+OWep6NqZpAZQFQEAAEVGljhR9BlZ07rMkClY9tE2bFnsB/z9Tkr/wCKZ/8AQ/d/vzkyRzOdxOzG8KhUrKWRKJHsSPw4xYM2GdkeNzilzsZYsWGShgcMMMYwwGGGIAGPFhgMeGGGIAwwwxoAOZjDDGAHMcWGIQjgcMMYhYxhhgA8WGGUIxwwwzNln//Z" alt="" width="103" height="154" border="0" /></p>
<p style="text-align: justify;"><strong>(1913 - 1975)</strong></p>
<p style="text-align: justify;">Görele'de doğan, ilk ve ortaöğrenimini Trabzon'da yapan Bedri Rahmi Eyüboğlu, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'ni bitirdikten sonra Paris'e gitti (1931).</p>
<p style="text-align: justify;">1933 yılında yurda dönerek Akademi'ye öğretim üyesi oldu ve beş arkadaşıyla (Cemal Tollu, Nurullah Berk, Sabri Berkel, Zeki Faik İzer, Zühtü Müridoğlu) birlikte, resimde "d Grubu'nu kurdu.</p>
<p style="text-align: justify;">İlk yazıları ve resimlerini "Yeni Adam" dergisinde yayımlayan (1933-34) Eyüboğlu, bir yandan profesör olarak öğrenci yetiştirirken, bir yandan da çeşitli dergi ve gazetelerde, şiir ve yazılarım yayımlamayı sürdürdü.</p>
<p style="text-align: justify;">21 Eylül 1975'te İstanbul'da öldü; Küçükyalı Mezarlığı'na gömüldü.</p>
<p style="text-align: justify;">İşin tuhaf olduğu kadar Hazin tarafı şu: Sahici edebiyat sevgisini evvelâ yabancı dillerde tatmış olmamız. Hâlbuki edebiyat demek dil demek. ‘Dil dernek anadili demek- 'Bir tek kelimenin ipindi kaç çeşit lezzet var! ‘Böyle olduğu halde edebiyat sevgisini yabacı dillerden tatmak kendi dilimizin imkânlarım Bir yabancı dilden öğrenmemizi Beklemek, tuhaf olduğu kadar üzücü değil mi?[1]</p>
<p style="text-align: justify;">Bedri Rahmi Eyüboğlu</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify;"><strong>ÇEVRESİ-KİŞİLİĞİ-GÖRÜŞLERİ</strong></p>
<p style="text-align: justify;">“Babam edebiyattan hoşlanırdı. Çok küçük yaşta Victor Hugo’nun adını ondan duyduk. Bütün aileyi etrafına toplar bize ‘Sefiller’ romanını tercüme ederdi. Kitap okuma zevkini bize aşılayan babam oldu.</p>
<p style="text-align: justify;">Daha ilk mektep sıralarında iken Trabzon’da eski yazılarla neşredilmiş ne kadar roman varsa hemen hemen hepsini okudum diyebilirim. Geceliği yüz paraya kitaplar kiralayan bir yer keşfetmiştik. Ağabeyimle aynı kitabı bir gecede okuyup bitirdiğimizi hatırlarım. Fakat bunlardan çoğu saçma sapan kitaplardı. Bundan otuz yıl önce lisan bilen bir kimsenin hele hele bir çocuğun okuyabileceği ne vardı, Şerlok Holmes’lar, Mat Pinkerton’lar, Mişel Zevako’dan gayri?</p>
<p style="text-align: justify;">Sonra ortamektep sıralarında Halide Edip, Reşat Nuri, Faruk Nafiz, Ömer Seyfettin okuduk... Mehmet Emin’in şiirlerini belki de ilkokuldan evvel duymuş, birkaç tanesini de ezberlemiştik Endre Cheiner, Anatol France isimler kağnı gıcırtıları, yaylı çıngıraklarıyla dolu çocukluk hatıraları arasına karışmış, babamın zaman zaman bunlardan tercüme ettiğini hatırlarım.”[2] diyen Bedri Rahmi’nin babası, Trabzon milletvekillerinden Mehmet Rahmi Bey’dir. Başka bir konuşmasında, kendisinin resme, ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu’nun edebiyata merak sardığını; "sahici edebiyatın ne demek olduğunu” ondan öğrendiğini belirterek rastgele kitap okumaktan böylece kurtulduğunu; edebiyatın ne demek olduğunu Fransızca öğrendikten sonra anlamaya başladığını açıklıyor, Bedri Rahmi Eyüboğlu; “Ağabeyim edebiyat fakültem oldu. Resim sevdası olmasa iyi bir talebe olurdum. ”[3] diyor. İlkyazı ve etkinliklerinden şöyle söz ediyor:[4]</p>
<p style="text-align: justify;"> “İlk şiirim 1928’de ‘Muhit’ mecmuasında çıktı. ‘Bir Damla Su’ adını taşıyan bu şiiri Trabzon’dan bu mecmuaya göndermiştim. Bu şiirimi o zaman bu mecmuanın yazı heyetinde bulunan Cahit Sıtkı’nın koydurduğunu sonradan öğrendim... Aşağı yukarı aynı sıralarda ‘Milliyet’ gazetesinin bir hikâye müsabakasına iştirak ederek kazandım... Devamlı neşriyat hayatına 1933’te İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun teşvikiyle ‘Yeni Adam’da başladım. Orada iki sene resim yaptım, yazı yazdım. ’’</p>
<p style="text-align: justify;">O, resim-şiir ikilemi üstünde ikirciklidir. Bu konuda arkadaşlarının ve ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu’nun etkili olduğu, kendi sözlerinden yararlanılarak şöyle ileri sürülmektedir:[5]</p>
<p style="text-align: justify;">“Bedri Rahmi ozan arkadaşların yanında ozanlığını ortaya koymaktan kaçınırdı; ne var arada bir, şiirlerini okumaktan da hoşlanıldı. Ama dediğim gibi ozanlar, ressamlığına öncelik verirlerdi. Balyoz Sokağı’ndaki ünlü atölyesine sık sık gelen Orhan Veli, Sait Faik, Melih Cevdet, Oktay Rifat, Asaf Halet Çelebi, Sabahattin Ali’nin gözünde bir ressamdı o.</p>
<p style="text-align: justify;">…</p>
<p style="text-align: justify;">Bedri Rahmi yazmaya, daha doğrusu yazı yayımlamaya on yıldan çok bir süre ara verecektir. Yazıya, nasıl ara verdiğini, sonra hangi düşüncelerle, yeniden sarıldığını bakın nasıl anlatır:</p>
<p style="text-align: justify;">Yazmak, kime, yazmak niye, yazmak niçin, yazmak ne biçim, konularını incelerken bizim Mernuş (Sabahattin Eyüboğlu) çıkageldi:</p>
<p style="text-align: justify;">- Birader ya yazıya ver kendini ya resme. Kendi elinle kendini ikiye bölme. Yazık oluyor sana, yaşını başını aldın artık karar ver!... Ya yazı ya resim! Bir koltukta iki karpuz oluyor olmasına ama karpuzlar elma kadarsa oluyor...</p>
<p style="text-align: justify;">Mernuş’a sonsuz güvenim var... Aslında bana yazı mikrobunu ilk aşılayan da kendisi. Benim ilk göz ağrım da yazı... Lise sıralarında sıkıntıdan boğulmak üzereyken bana cankurtaran simidi diye resim yerine edebiyatı atsalardı şaşmadan yazıyı seçerdim, yazmaya çoktan hazırdım. V. Hugo’nun adını beş yaşımda duydum, ressam Corrot’nun adını yirmisinde, tadını otuz beşinde. Mernuş bu güzel öğüdü verirken kırkı aşıyordum...</p>
<p style="text-align: justify;">Mernuş, ya yazı ya resim, diye dayatınca,</p>
<p style="text-align: justify;">-Ah, dedim, sen yazıdan anladığın kadar resimden anlasaydın hiç ama hiç şaşmadan tutardım sözünü...</p>
<p style="text-align: justify;">Yazmak bir borç, kaçınılmaz bir ödev... Yurdunu seven her okuryazar gibi kendini yazmaya zorlayacaksın.”</p>
<p style="text-align: justify;">Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu ile birlikteliği konusundaysa, Azra Erhat şunları yazıyor:[6]</p>
<p style="text-align: justify;">“İkisinin de yurt bilgisi, yurt sevgisi eşsiz düzeydeydi. Hep bu topraktan alıp bu toprak insanına vermekti dertleri günleri. Kimsenin görmediği, ilgilenmediği değerleri gün ışığına çıkarmak, tanıtmak yaymak, sevdirmekle geçirdiler ömürlerini. Gözleri güzele açmakta kafaları iyiye çalıştırmakta, elleri durmadan dinlenmeden bir şeyler yoğurup yaratır hale getirmekte ve böylece her alanda insanın eğitimine, mutluluğuna çalışmakta onlardan daha başarılısı yoktu...’’</p>
<p style="text-align: justify;">Dostları ve arkadaşlarınca kendisinden “Reis” diye söz edilen Bedri Rahri Eyüboğlu’nun giyim, kuşam, davranış ve düşünceleriyle bir halk adamı olduğunda birleşilmektedir. Ressam-Şair İlhan Berk, bu konuda onunla ilgili olarak şu betimlemeyi yapıyor:[7]</p>
<p style="text-align: justify;"><em>“Bir halk adamı, bir derviş, bir ermiş yaşamı. Bedri’nin en belirgin yönü bu kalenderliği, ‘halk adamlığı’dır. Yaşarken bu yeryüzüne en çok onu koymak istemiştir sanki. Yürüyüşü, oturuşu, kalkışı, gülüşü, sıkılışı, kızışı hep bu sıradanlığın, halk adamlığının simgesidir, kocaman elleri, kocaman vücudu, kocaman başı, kocaman ayaklarıyla Karadenizli bir balıkçı, bir dağlı, bir köylüdür. Onun için bir sandalyeye, bir koltuğa hep yabancı durmuştur gövdesi. Yeri de kentlerde çok, köyler, kasabalar, kıyılar, kırlardır. İstanbul’da, Ankara’da, Paris’te hep bu köylülük, hep bu babacanlık akar üstünden. Kent kılığı kıyafeti sırıtır onda. Hiçbir kent giysisi onunla uyuşmaz. Hep sırıtır hep sarkar... Yalnız bir gömlek, pantolon dışında hiçbir şey gitmezi sanki ona. Yakası açık, düğmeleri iliklenmemiş, koca bir gömlek; paçaları yerleri sürüyen bol, kocaman bir pantolon. Bir bu yakışırdı ona Bir bu haliyle var olabilirdi. Oturunca, hemen ayaklarını uzatır, hemen arkasına bir yastık çeker, hemen elini çenesine dayar kalırdı. Bir kahvede oturmuşsa, üç sandalyeyle birlikte otururdu, bütün bu babacan adamlar gibi. Konuşurken yine onlar gibi açık seçik konuşur, kızarken, gülerken de yine onlar gibi güler, kızardı. Herkesle çok çabuk anlaşır, herkese kendini sevdirirdi. Özellikle halktan insanlarla hemen kaynaşırdı... Beğenisi, ekin anlayışı, dünya görüşü de bu doğrultudaydı. Hep de öyle kaldı.</em>”</p>
<p style="text-align: justify;">Yaşar Nabi Nayır da şunları söylüyor onun için:[8]</p>
<p style="text-align: justify;"><em>“Bedri’yi şiirde olsun, resimde olsun belgeleyen başlıca özelliği coşkunluğu idi. Bir dünya delisi, bir yaşama sarhoşuydu. Eyüboğlu. Bütün yeryüzü nimetlerine âşık, umutsuzluktan habersiz, mutluluk ve sevinçle dolup taşan bir sanatçıydı...”</em> diyor.</p>
<p style="text-align: justify;">Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun önemli bir yanı da batı kültürü ve güzellik bilinciyle ilgilidir ki bunu da Talip Apaydın, özlü bir biçimde şöyle açıklıyor:[9]</p>
<p style="text-align: justify;"><em>“Batı kültürünü, güzellik bilincini bir gözlük gibi takmıştı gözüne, halkımızın yapıtları, ürettiği ürünleri bir güzel değerlendiriyordu. Onlardan yararlanıyor, şiir, resim, deneme, en güzel örnekleri veriyordu. Hem de bol bol veriyordu. ”</em></p>
<p style="text-align: justify;">Hıfzı Topuz’un saptadığı, Eyüboğlu’nun kendisiyle ilgili edindiği izlenimler de genellikle şiir ve edebiyattan yana idi:[10]</p>
<p style="text-align: justify;"><em>“Benim hayatım biliyorsun, ortadan ikiye bölünmüş. Bazıları beni yazar diye tanıyor, bazıları ressam diye. Ama Anadolu’da uzun dolaştığım zaman görüyorum ki ressam Bedri’ye kimsenin metelik verdiği yok. Çünkü görmemişler ki. Ama yazar Bedri’nin birçok şeyleri ulaşmış olmayacak yerlere. Çemişgezek’e filan gitmiş ve o kadar şaşıyorum ki, mesela adam beni çok seviyor, çok saygı gösteriyor. Ama ben oraya resim hocası olarak gitmişim, resim yapmaya gitmişim, adam bana şair muamelesi ediyor. Ben şaşırıp kalıyorum... Ressamlara soruyorlar, diyorlar ki ‘Bedri nasıl ressamdır?’ Ressamlar hiç gözlerini kırpmadan, diyorlar ki ‘Ressamlığını bilmiyoruz, ama şairler iyi yazdığını söylüyorlar.’ Şairlere soruyorlar, aynen onlar da hiç şaşmadan, ‘Şiir hakkında bir şey söyleyemeyiz, ama ressamlar iyi ressam olduğunu söylüyorlar.’’ diyorlar. Yani ben bu iki çizgi arasında bugüne kadar geldim. ”</em></p>
<p style="text-align: justify;">Onun sanatla ilgili görüşleri, Mustafa Baydar’la yaptığı konuşmada ana çizgiliyle belirginleşiyor;[11] Eyüboğlu diyor ki:</p>
<p style="text-align: justify;">“Bu memleketin en kuvvetli iki sanat kolu şiir ve nakıştır. Mimarimiz büyük şehirlerimizde demir atmış, zahmet edip kuş uçmaz kervan geçmez köylerimize kadar uzanamamıştır. Herhangi bir toplumda sanatın dünya çapında bir değere ulaşması onun milletçe benimsenmiş, kavranmış olmasıyla mümkündür. Bu bakımdan yüzde yüz yerli olan bir sanat kolu, kendiliğinden dünya çapında olmaya nâmzettir. Köy türkülerinden, köy nakışlarından faydalanmak bana, ekmekten sudan faydalanmak kadar açık geliyor. Bunları gitgide artan bir sevgi ile incelerken hep şunu düşünüyorum: Bunlarda milyonlarca insanın birbirine eklenmiş emeği, tecrübesi, göz nuru var. Köy sanatı tam manasıyla orta malıdır. Köy türkülerinde, köy nakışlarında hepimizin olan bir öz vardır. Bu öz sadece renk, biçim veya deyiş çeşnisi değildir. Bu öz yüzyılların, yüzbinlerin birbirine katılmış emeğinden doğan bir baldır. Bu özün tadını çıkaran aydın sanatkâr hiçbir zaman köy nakşının, köy türküsünün kendine has örgüsünü, kuruluşunu taklide özenmez. Bunlarda yalnız herkese ait olanı bulmaya çalışır.</p>
<p style="text-align: justify;">…</p>
<p style="text-align: justify;">Birkaç sene önce sakar aydınlarımızdan birisi ‘güzelin faydalı oluşunu çürütmek amacıyla: ‘Ne yapalım öyle ise, Orhan’ın şiirlerini faydalı kılmak için torba kâğıdına mı basalım?’ diye bir hikmet savurmuştu.</p>
<p style="text-align: justify;">Orhan’ın şiirinin yayılması için torba kâğıdına basılmasına ihtiyacı yoktu. Torba kâğıdının da faydalı olması için şiire ihtiyacı olmadığı gibi. Orhan’ın şiirinden edindiğimiz fayda şu olmuştur: Yalancı yapmacık sahte şiiri kapı dışarı etmek. Orhan, bu güzel çığırı açanların arasında idi. ’’</p>
<p style="text-align: justify;">Yaşar Kemal, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun hastalığını, çok sevdiği ağabeyinin tutuklanmasına ve ölümüne bağlıyor;[12] Vedat Günyol da aynı konuda şunları yazıyor:[13] "Bedri Rahmi, canı kadar, hatta canından çok sevdiği ağabeyi Sabahattin’e yapılan haksızlığı hiçbir zaman unutmadı. Çünkü sanat bilincini onun kürsüsünde edinmişti. 0nur ölümünden sorumlu olanları hep lanetliyordu...’’</p>
<p style="text-align: justify;">Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan geriye kalanı ise Dağlarca seslendirdi:[14]</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify;">BEDRİ RAHMİ EYÜBOGLU’NCIN EVİ</p>
<p style="text-align: justify;"><em>Çocuksu ipi çekip kapıdan girdin mi</em></p>
<p style="text-align: justify;"><em>Yüreğin yemyeşil dallar altından ak çıkar</em></p>
<p style="text-align: justify;"><em>Koptuğu ulu orman mutludur seninle</em></p>
<p style="text-align: justify;"><em>Kütükler basamak basamak çıkar</em></p>
<p style="text-align: justify;"><em>Yavaş yapılmıştır tek adım bile yorulmazsın ki</em></p>
<p style="text-align: justify;"><em>Güvercin olmuş ayak çıkar</em></p>
<p style="text-align: justify;"><em>Nice yaşamalarımız doluşur yukarı</em></p>
<p style="text-align: justify;"><em>Sevmek belki de anlamak çıkar</em></p>
<p style="text-align: justify;"><em>Yenilerden eskilere boyaları bezeklerin</em></p>
<p style="text-align: justify;"><em>Özlemle aramalarla yanarak çıkar</em></p>
<p style="text-align: justify;"><em>Çınlar azıcık... Duyarsınız beklersiniz gelecekleri</em></p>
<p style="text-align: justify;">S<em>anki maviliğe bir kırmızı çıngırak çıkar</em></p>
<p style="text-align: justify;"><em>Ne bileyim bu ev nerelere yakın</em></p>
<p style="text-align: justify;"><em>Kardeş Eyüboğlu nerelere uzak çıkar.</em></p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify;"><strong>YAPITLARI</strong></p>
<p style="text-align: justify;">Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yapıtları, yazdığı tür ve konulara göre: Şiir, deneme-söyleşi-gezi yazıları, sanat yazıları diye üç bölümde toplanabilir. Sanat yazılarıysa, genel ya da resim konusunda olmak üzere iki bölüme ayrılır:</p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Şiirler:</strong> Yaradana Mektuplar (1944), Karadut (1948), Tuz (1952), Dol Karabakır Dol (1974), Yaşadım (1977).</p>
<p style="text-align: justify;">(Bu şiir kitaplarından ilk üçü 1953’te “üçü Birden”, 1956’da “Dördü Birden”, 1974 ve 1985 yıllarında "Beşi Birden” adlarıyla yayımlanır.)</p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Deneme, söyleşi ve gezi yazıları</strong>: Canım Anadolu (1953), Tezek (1975)</p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Sanat Yazıları:</strong> Delifişek (1975), Resme Başlarken (1977), Binbir Bedros (1977).</p>
<p style="text-align: justify;">Özgür biçim, içerik, dil ve söyleyiş yönlerinden özdeş nitelikler gösteren şiirleri için Orhan Cıral, şu genellemeyi yapıyor:[15]</p>
<p style="text-align: justify;">‘Aşk, ölüm, doğa, yaşama sevinci, İkinci Dünya Savaşı’na ilişkin gözlemler, Tanrı ve içtenlik dolu söyleşiler, hüzünler, memleket ve deniz sevgisi şiirlerine yansıdı. ”</p>
<p style="text-align: justify;">Mehmet Kaplan ise:[16]</p>
<p style="text-align: justify;">“Bu ressam-şair, birçok eserlerini dış âleme ait peysajların kendisinde bırakmış olduğu intibaları anlatmak suretiyle geliştirir. Dört kitabını şöyle bir karıştırınca pek çok şiirin renkli tasvirlerle başladığı görülür. Cumhuriyet devri Türk edebiyatında renk duygusunu bu kadar israf edercesine kullanan başka şaire rastlamayız.” diyor.</p>
<p style="text-align: justify;">Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun son şiirleri “Yaşadım” adı altında, ölümünden sonra Yayımlanır; Mehmet H. Doğan, bu kitabı,[17]:</p>
<p style="text-align: justify;">“Biraz dağınık, biraz yorgun görünümlü ama coşkusuyla, öfkesiyle, resimleri, renkleriyle tanıdık Bedri Rahmi buluyoruz kitapta. Bedri Rahmi, kuşaklara, akımlara aldırmaksızın, 40’ların başlangıcından beri aynı şiiri, kendi şiirini yazmış bir şair. ‘Yaşadım', ki son şiirlerinde bu daha da belirgin olarak ortaya çıkıyor...” tümceleriyle tanıtıyor.</p>
<p style="text-align: justify;">“Delifişek”te Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun, dil, edebiyat, resim, nakış, görüntü (sinema ve fotoğraf) ile ilgili görüşlerini içeren düzyazılarıyla “Çeşitlemeler başlığı altında toplanan değişik konularda deneme, söyleşi ve eleştirileri yer alır ‘‘Canım Anadolu” ve “Tezek” gözlemlediği Anadolu yörelerinin renkli ekin dağarıdır. Kaya Özsezgin, Delifişek’i tanıtırken,[18] “Sanat yazılarının büyük bölümünü, plastik sanatlara ilişkin sorunların kapsamış olmasına bakılırsa, ondaki sanat yazarlığını, ressamlığının doğal bir uzantısı saymak yanlış olmaz... Amacını, kaygılarını, görüşlerini, bu yazılar aracılığıyla dile getirmek, yaymak, genişletmek belirli konular çerçevesinde kamuoyu yaratmak, başından beri temelli bir davranış biçiminde görülür onda. Ingres’in Kemanı değildir bu yazıları; yüzeyden değinmelerin ötesine geçer zaman zaman, sorunu geniş boyutlar içinde kavramaya özen gösterir, konuya sanatçı gözüyle yaklaşır, resmini anımsatan deyişlere öncelik verir, nakış duyarlığını sözcüklere aktarır; kimi yazılarını, şiirle süslediği olur.” diyor</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Yazınsal değeri</strong></p>
<p style="text-align: justify;">Bir ressam-şair olan Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun yazınsal değerlendirmesi yapılırken, sanatsal ve eleştirel içeriği bulunan düzyazılarını da gözardı etmemek gerekir.</p>
<p style="text-align: justify;">Onu, ayrıca, yazı, şiir ve resimlerinde halkın ekinsel kaynak ve beğenisinde: yararlanan bir araştırmacı ve sanatçı olarak da değerlendirmelidir.</p>
<p style="text-align: justify;">Şiirlerinde biçim, ölçü ve uyak kaygısından uzaktır Eyüboğlu. Dizeleri, yalnız dile getirdiği sözlere uygun düşen doğal ve özgür nitelikler taşır. Ne var ki bu biçim özgürlüğü, doğayla, renkle, ışıkla kaynaşarak bir kendine özgülük oluşturur.</p>
<p style="text-align: justify;">Gözlediklerinden, halkın ekin ve beğenisinden bolbol yararlandığı tema ve motifler; yaşama sevinci, toplumsal duyarlık şiirlerindeki başlıca odaklardır.</p>
<p style="text-align: justify;">Onun en özgün yanıysa, yer yer içtenlik, sevecenlik ve coşkuyla kaynaşan söyleyişidir. Bu söyleyişte, çokluk, söyleyence (hitabeden ya da mütekellim) özgü, (sözlü=şifahi) söyleme özelliği göze çarpar; derinliğine olmasa bile, düşünen, duyan, kimileyin öğüt veren ya da eleştiren öğelerin varlığı da söz konusudur. Kimi dizelerde içtenliğini halk deyişleriyle pekiştirir.</p>
<p style="text-align: justify;">Mehmet H. Doğan'ın, onun şiirini incelerken saptadığı şu özellikler, değerlen dirilmesinde de gözönünde bulundurulabilir:[19] "Dizginlenemeyen bir coşku, bir yaşama sevinci ve renkler. Bir de halk sanattık masal, şiir, deyiş, resim... vb. her türüne karşı karşı bir hayranlık. Bu dört öge çevresinde kurulmuş, ortalama şiir okuyucusunu hemen sarıveren, uzun süre akıldan çıkıM yan, her vesileyle anımsanan bir şiirdir Bedri Rahmi'nin şiiri</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify;">[1] Yaşar Nabi Nayır, Edebiyatçılarımız Konuşuyor, 1976</p>
<p style="text-align: justify;">[2] Agy.</p>
<p style="text-align: justify;">[3] Varlık D. .04.1953</p>
<p style="text-align: justify;">[4] Yeditepe d. 1.08.1951</p>
<p style="text-align: justify;">[5] Turan Erol, Türk Dili d. Ekim 1981</p>
<p style="text-align: justify;">[6] Milliyet Sanat Dergisi, 3 Ekim 1975.</p>
<p style="text-align: justify;">[7] Milliyet Sanat Dergisi, 26 Eylül 1975.</p>
<p style="text-align: justify;">[8] Varlık d. Kasım 1975</p>
<p style="text-align: justify;">[9] Varlık d. Kasım 1975</p>
<p style="text-align: justify;">[10] Hıfzı Topuz Konuklar Geçiyor, 1975.</p>
<p style="text-align: justify;">[11] Varlık d. Kasım 1955</p>
<p style="text-align: justify;">[12]Cumhuriyet g. 27 Eylül 1975.</p>
<p style="text-align: justify;">13 agg</p>
<p style="text-align: justify;">[14] Varlık d. Kasım 1975</p>
<p style="text-align: justify;">[15] Orhan Ural, Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri, 1984</p>
<p style="text-align: justify;">[16]Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri II., 1965</p>
<p style="text-align: justify;">[17]Milliyet Sanat Dergisi, 27 Mayıs 1977.</p>
<p style="text-align: justify;">[18]Milliyet Sanat Dergisi, 29 Ağustos 1975.</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify;">[19]</p>
<p style="text-align: justify;">İNKILAP YAYINLARI, TÜRK EDEBİYATI TARİHİ</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<h1 style="margin-top: 6.0pt;"> </h1>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 1.0cm; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; line-height: 130%;"> </p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.45pt; line-height: 130%;"> </p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 1.0cm; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; line-height: 130%;"> </p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 1.0cm; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; line-height: 130%;"> </p>
<div id="ftn11" style="mso-element: footnote;"> </div>
<div id="ftn12" style="mso-element: footnote;">
<p class="Dipnot1" style="margin-left: 14.2pt; text-indent: -14.2pt; line-height: 115%; tab-stops: 13.85pt; background: transparent;"><a title="" href="https://www.liseedebiyat.com/#_ftnref12" name="_ftn12"></a></p>
</div><p style="text-align: justify;"> <strong style="font-size: 12.16px; line-height: 1.3em;">BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU </strong></p>
<p><img src="data:image/jpeg;base64,/9j/4AAQSkZJRgABAQAAAQABAAD/2wCEAAkGBxQSEhUUEBQUFBUUFBUVFBQUFxQUFBQUFRUWFhcUFRUYHCggGBwlHRQUITEhJSktLi4uFx8zODUsNygtLisBCgoKDg0OGhAQGzQmICQsMCwvLS8sLCwsLDAsLCwsLywsLCwsLCwsLC0sLCwsLCwsLCwsLCwsLC0sLCwsLCwsLP/AABEIARIAuAMBIgACEQEDEQH/xAAcAAACAgMBAQAAAAAAAAAAAAAAAQQFAgMGBwj/xABMEAACAgEDAgQDAwcGCwYHAAABAgMRAAQSIQUxBhNBUSJhcTKBkQcUI0JSkqEzcrHB0eEVNENTYoKTstLw8SQlRHOjsxYXVHSiwtP/xAAZAQADAQEBAAAAAAAAAAAAAAAAAQIDBAX/xAAwEQACAgEDAgQEBQUBAAAAAAAAAQIRAxIhMQRBEyJRgSNhcZEyM7Hh8AVCocHRFP/aAAwDAQACEQMRAD8A5s5iMMM9YgMYwGLAB3heLDAZlhmOPEA7wOLCsAC8eY4xgAxhivDGIDheF4sAHheLFgBleF4sMYjI4sV4YCGcMWPAYYVhhiGWXh7TRyTrHN9mS0u6KMw2o3HemK8ZL6h0hY49OGqOV3mWZnJIUp5dLQ7Vvo+tg5TwzlLoDkVz9QePnYGTR1yYtG5Ks0UjyqWF/HIQXJ972j6VxWZyUrtD2JEfTVjaZZew0wlDFfiTcYz9m/tAMR3yPqum+WuoDEFoZUj3Dd2PmWQPntHftXzzW/VXN2E5iENBdv6MVQ+GuQFUX8vmbx1HU3fzN239K6u9Ai2W6I54+034/So0zHsPq2g8h9m8Oy/bChgFPccnvYIP8Mn6hvLg01AESRTlwSaJMxTv6fyMZ79wfQkGr1+saZzI9bmq6FDgAdvuGZ/4Qby1jIUhAwRiPiRXvcoN1XJ7gkXYrKcXsBvm6UVi8zeCfLSXaAfsvI0f2ve1HFeuS20CebJ8I2qmmOz4gB5pgDEEH0Ltwf2j7ZAfqjlNhC15ax9jexXLgXf7RJvH/hZ97PSWyqjCiVpCpQ1fcGNPw5uzcuMw2I+th2SOn7Lsv7pI4/DMdRpnjbbIrKw/VYEH8DhqJi7s7d2Ysa45Js1+Oa81V0I6f8y4Gnv/AMGZ93H2iPP2A/s8KPe7+mQYegblVjIBuSF6CsaWaRol+p3KL+R7mqyEOpybNnH8mYgxHxiIkkx3228n0ujV1xm1OtyBQtJSrGg4a6icyJ+t+0SfnftmWma4DYcfRmKuWdFCSSRWxoF403kWewqgD7kZo1GgCRRyGQEyDcqU10HeNue1gx/fYrG3U3KupCEO5koreyRuCyc8EihzY4HtmqfVl0jQhQI1KrV3TMXN2efiZj9/tQFrWLYsulDyoDqPtE6iKLb6AAecW+tooH398Nd0ULNqE8yvJ3NZF2vG3cRwGJZFr3PsMrtLrmjBUBWUsrbWFgOt7XFEURZ+t0bzYvU3qQHa3msXcsLJYhhu4I/bY0eLo1wMWmV2GxlN03aqbpFVpFjdVN1slvaxfsKFEiv1h7ZtPR6dF8wU8UsoYqw4i83cK78+UxHyI7ZofqbkR2EJiChWK221Dao3oVF+3bg3m2XrUjMGIjsCUClriYuX7Gz/ACj97rccKyBsRuoaTyn23uG1WBqrV1DDj0NMMjXm/WahpG3NQNKvHApVCj+AGR6zSN1uIDhgRhlAZYsMMkYHDDA4ALDHeLAYY8RwGADwvDDAAwwvFeADvFjxXgAziwvC8YgwOGGABjxY7wEGLMjiwEBwwOPHYCOGOsWSUGM4qx4AI4qzKsVYDFhjrCsADDHiwAWGFY8AAYseLAAIwx4YCFiOM4VjAMBhjGAhjFjrFWADJwxVjxiDDHWAySgVSeByflzmUkZU0wIPqCKObNLEzNtTu3HHt3P8B6ZL61IWdbVlAQKu4UzBeNxB9zeRqeqi1HyuRXVmTqymiCp+dg/9Mm9BH/aI7/aNX77Tt/jWZ68DyISft3L+6H4/iTkudSopY7jZWYHGovgck8D1vG6EGiKI4I7c5oZjWMn7IJrvQJxFDV0aPY+h+mWHQdUUlUd1chHHuG4/r/5vNPVRtkMYvbGSqj6E2fvORrerSaaFo1EMAngcn2HOSJdMAOCSRVrtIoFQSfuPH3Xi6ealj/8AMT/eGTerX5+o7+t/Teg/DthKTukOMVptlVmxdOxohWIPagefT+rNeXvTpGihMxJ3G4oF9rJtgPx/A4ZJuPBOOGp0yiIzIISLANe9GvxwcGzd3Zu+9+t5a+HJNzmFuUmUqR7EKSGHz4P8PbHObjG0EIKUtJUspFWCL7X64KCTQBJ9hzm3UzFmv0HCj2UcAZJ6F/jEX88Y9XlsSjcqIDAg0RzmUcZb7IJr2BObddzI/wDPb+k5P8Pnmb/yH/qxSnUNQ447npKnDMihFX6ix8xZF/wP4Zjmhk0Bx4seAh4YYYijbBOyG0YqaqwaNY552c27Fj2smzWbNDoZJiwiG4qu4gdyAyqa9/tD+OSz4f1IstEygKWJYUAACTZ+7MZZMcZbtWWtTW3BWA1yO47Y5pmc2xJPucnaHo0sqoyAU8hiWzXxBS5+6gecgOKJB9DX3jGpxbpPdCaaW4K5BBBog2CO4I9cHcsSW5J5JPcnN3T9IZpFjDKpY0CxoX6D6/2j3zb1nQeRM8V7tm3mqslFY8ffj8SOvT3CnXyIkchUgqaI7EdxjmlLm3JJPqe+YE5v0mgllvyo2fbV7QWq+3bKbUd2Ct7EfNs2rdhTMT27/Ltfvm7V9LmjXdLE6LYFspAs9h/DM+jdMbUyiNGVSQTbGuB3oep+WQ8kNOu9l3HT4RBySuvlAADtS/ZF8D6e2Y62Dy5HQG9jst++1iL/AIZn0zQmeRY1ZVLGgWND6fX5ZUpR06nxyJarpEVjfJ7+uZwTshtCVPuO+SOraLyJnivdsNbqq+Ae3344OlyPA84rZGQrc82SBwPvH44vEhpT7MEmmQ3ck2Tye+ZQysptSQR2I75jizSid7M3kLEljZPcnvmen1Dpexit964us048KXA7a3M5ZixtiSe1n2Ga8eGNCe4DDFjwJHWLMsWSUStLrDGkir3kCqWHBChtxH30PwzqfGesMUsdXTaQoRdXu3i/uNH7s4wZ1P5QP5SD/wC3X/ebPP6iEX1EHXNm0H5DUvSnjGn26kBZnLRkbgFegLr0JuryIvh6VtS2nX4irDe47KpAJY39fvy31X8h03+f/wDsmStG1dYf57r/ANmM5o9RkVv5P9S9CdFUegtppdKzMD5ky8DgqQ4oE+vHf2rNviTpok1OqkaVYxG0dhg3O6JdoFepo8fI5W6TVO2phR2JVNQNoPZd0oJrOn8b6FHhkkjHxxTKZfnuRF5H0Kfx+eTLJkhmhre7XPugpaW12OAOdJ+T8/8AbB843v59jznN50fgH/Gx/Mf+jPR638iX0M8f40QdbPJ5coYko85qySQyWTX3OP4Zc+FOk+XqNO8jhXdXdIqJJQxsAS3YHm657HKrrHU3mUo9sY5ZGsAABCVUXXz4v/SGdXrVrq2nHoIiF+6Ob+7PPzZJLFo4tNv2/m5pFLVZyknTjPqtQAQqo8ryObIRFc2aHc+w9c26Hppi1OlYNujldGRq2kjdRBHoR/Xl10ygnUm2hiGew3IZQXJBr0+1lToOsvPPpIyqKkcybAgruR7nKWXLOLiuEq/wGmO3r+5O8Q+H2kk1MySIzI25ohywTaDZPoeCa9sq9FDP+ZTkcQEoeRy7+YFpT7e/0GdJ0eT/AL01Sn7LIxa+3Hl9/wB45T9Mb/uvU+3mJX03RZljyzUFB7/hr3G4q7+pC13h4RRxyNMhSVlCkBux7tVeg5r5ZgOgnznjEilYVLSyAHagXuK9Tx29cu+lR/nHT1U/+H1Ckn2S7JP+q7fhnPafW35xkmWGKS3mZiAW5JCLfcknt/VnTDPlalcuNuPsQ4xVbEnUdA2TwxtINk4VlkquG9K9yeB9c3df6Ru1bRwEOSR8IseWAq/aJ47c3k7rsqGXp7KQEKQ7SSCK8xa+Lscouv6eR2OoCS7mk1H5zKj0NPHGWj8ryiefhAJPc1xd1nM+snBxlJ8qu1X8/sWsV2l2K3qDrGzVuZASEk2OI5CB+o5G1r57HJZ6fFHG76h3leOGKZ4Yi0SrHKeXVwbk2gH8O2SOtdQ3JLEVm3ukcRhO383gMZFyRuOG7WK78dspmRjsDOdscTQoE+A+SxB8t2BtxwB6cDBPrOsxr+xJ79rW3v8ALb6lfCxP1N2piEcskYbeqEFGsEtG43IWr1o0fpfrhmuOFVFIoUewFDDPcwR0Y1Gbtpc8HHJ27SM8V4xiygM4Su4b7238W2t1etX65deJ+sx6ny2RHQouz4iCNl36et3lFgcxlijKam+UUpNKjpNH4hjWCGOSMu8D7ka/hAJvkepA9P8ARGZw+I4hrG1JicWKVVINkggu1/Ir29s5i8M5/wDx4rddzXVJJWyx0usiXUiWpDGr7wvw77HxAe3fL7/4phLaktHKU1IS1tfhIQoxH1G38M5AY8qfSY8jTfZUSpuPAycuPC/VY9NKZHV2O0hQu0DnuTf/ADzlLhWb5MayR0vglOnaLvV9Q0/lzCJJA8zLy5UhFEgcqK+Y/oy2h8WxfoJJYmaaEMu8EAUVKk/O79e3OceB8sKzCXRY5JJ/qV4jR0XTvE3l6mSVox5cwqSNfb0PPc9/3jkc9SgWeJoIykcb7zuO52Pfk+g4AA+vvlC0yg0e/wBDV1dX2uuax6jTug07znZDOUJMdl0R+V3Ow2AkW1c0FPfvmOVdNh5e7VV60io65cI6XVeI0HnPEj+dqgqMK3BeKYRheWJr24rI/TOsp+aSwJDqJSxVpHiCkIS36MbCdx/k+aBrntlR1PpOo06CUk3HOyqVBHwKLSVnHbcSqmqHxHNonXT6gvEHOn1MO7bGakCSgk0SftpJuPJHDnuc8+WeE41061d19Y1a+3BsoNP4m37/ALkjo/UCIZz5yxQOY4WbyzK7PIpqhYCrTizz91YdJSSOXUxbkj1KLGUmK71MCtcjIp5ohgx+tc1kXR60xJt05lj2kqHkERaSLuvmIAV3hmemHpQN+kVdwYOJJPMHHmEhnqiu34gRto/ZqsqfRdT1Gtt1GVNJ/Kq2r73Yo5ccK9UTdZrUdy0KRsgkkMYlQmMpLGgYqljbbiRwf9L55OOp0nnRO0LOqKnmFq3TvGqqpkHYgbB/H3ykhjCqFHZQAPoMzz0sf9OxRil6KuTnlmk2yw61q0llaSMMoc2Q1WGPeq4rt/HIBOGLO2EFCKiuxm2GGLHlkjrDHiyCgxHHh65E+DXErdiIwwGZk8DgfX1+/HwQ3bMKwrGMBhYgOStDBv32xUKu7/8ANFN/cx/DIsjV3vuAAASSSaAAHc8jNmnWQypAd8DzFR8ajmJgx3VfvEwCkd6sZjl6iGNeZ1tfsi4wcuEWcvTQpNygIFVmYsBSmQIT3+YI+uVsYEk8cKTbBJ2YrZDFNyAq3YXa37jj5ZNUbRTK76iEzbXV1VXEkLcxsFAB4G9eO6V6itnWdWJkCiWWZxN5kc5i8nyVLfFH8Vbq2qRQPIHtnmZOtyZajhTqSe9PZ/bt3v2N44ox3m+O3qYaLSFzND5m7czCNgSi/nkIYqShO4bljdef82SO4zVrJt+n08T7rQ7ljO4qYJEbbuI+EOhtKPND55s1g85t08oY7dvwwiMHm7YBvibvzfqcxcAcKbHH6u2qFDi80xdDKTU8vNp1zulTfv8AQiWVJNR43+xhqJJ3VQ7lR5P5u23nzowb3SBgQDVCxz35zTHCq3tAF96HJ+/1zbfYcd/+uYrndhw48NqCoUrmk2xsKPOY1gw7e3GZDvyAePXnvm+oXhp1RiMDmRUbVPvu/qzGv7/bBTsTxUMYYYZoYCwwx4wMrwx1gBkFCIxEZa9E6DNqyywBSUALbjXBsD+g5bHwBrP2Y/8AaD+zMpyjw2XjlpdnKkYjl90/wnPPu8hoJdh2vslVtp9iRkbU+HXillTUo8jRwxyJBA+1pBI7pv3gg0Nh4B/qzHP1ePDj1vcqGNzlSKSaRxGZAoKb2jHNt5iruplA4BHI554982dWgaAoryxssqh1kj3ArFuS5GVu3DORyfsZs1xj0zzwSO3lTxLJESN8kcq8x7gB3DBlJPNBfmc1M4aFInk0oEdFHIczxLuDmJXqgt8du3GedDqc+aSlB+W/krTW3vF8mzxwiqfP+1/0neJukrEitBtiIcKh3F21FtaMvx87QA5Yj3HbImv1JnmMoDRsVhYk1Ynj7lKPKAhSLr198xi00IPwyQA16buAe9fDxk6LpxYblkiIHsxJ49a23mvTdJDGk8s9TVq/k+3f9RTnKTelUiu8q3Z2JZncyN6JvYUWCD4Qa4ury41eoU6XToCN6PqC49QGMWy/3XyvYIDRmiBHcEv/AMOW3RvDM2qQvptkig7SQx4aga5A9CM9CPhRSUaSMJX3Ke8M6c+ANb+wn7/92ROpeE9Rp13TeWgPqWv1A9B7sM08WPqJJvYoicWdHpPBWrlQPGqMp5BDd/4Zu/8Al9rf82n7/wDdh4kPUVNHLHDOqP5Pdb+wn+0GQepeFJ9OLnMKX2uRbP0Hc43kh6gk2Ud/wwyx0XR2mfy45ISx9C+269iRWXQ/J7rf2I/3x/ZkrJj7MctT2ZytYjk3qvS5NNIYpgA6gEgGx8QBHP35DrNU0+CKMcMKx5QjYMTuFFsaH9vYD3OayGIdgQscTxebXMoikajKoPAA5732OSepdFaCPdysiavbHK3+XjYebE4HujKt1XCtnmZv6jjhk8Jbybr3/jX3OiOCTjq7Ft4N8SSad7ghDDUEwpLKxSMSRbmZNg+Pcarms2y9Wl6nJbs8sS6iSLUaQ7VSKNlIRwoottN2SWs2fQVo0uoVo5pUgCkSJqZfPb9Ek9bFMAjBZmZgD2Hz9srfB3SxNrmTVBWLne9DiRX+P4SD9gjmvp888rJLqc+rWtH8r1v91aOmEMcWq3Ok8LdIfUKYIJw23SyQyTxFhHaSA6ZWZf16MgIU2LJ9Rdi/5K2kBkaY6eayI1haR4449o+AMSrG2DNQofF2y28YeJJ9K8cOn8nTpQ/SzAsvHAREUcV8/lm3w94tnk1HkaiONlKb1n05JQKASS6vyP1f3s2xYYwjpbvn/Py4M5yk3aR4j4n8NzaCcxTjlvjWQciUX9q+933vnNGph27j7E/01non5UvE2l1sCiHeZIp12OyMqupDBwjevIU8+2U+o8MPMjhOCLYEjjizR+tVfuRmspVQ8UHJNox/Jz4UXVlpJ72CgB7t/ZnoCfk5RXDRMwXvtvtfev8An0GVn5LtI8OlDycBySq+y/P6nO70fiOB28sNTd6PrXsRwe+Ts3ubPVBLQjzzr3gX4JTXIAaNx79ire/p9MvPyKx7dJMD/wDUH/cX+zOp1uvjawrK3B3AEHijf8Lym/JlzDOf2tQzcfNVOOOzpGeV6oamik/KV44kglOn0x2lQPMcAFrYWEWxxwRZ+dZwK9f1TN+kZ5ASCVc7xybogg12HHyzovyhdPMPVBLJxHKBIrVY3KoBX5kbbr5jIkvXUjkEsUbojr5TM6KVcghiQPbteKT3orFFabs67wH44jkK6d0Ed8IR23fskenyz0is+ZtIzNrahpS042bfsqxbivv5z6YY5pBnPmVOznfGfiEaSMBKMsnCLz29XI9hxx655JqtJqdQTIY5ZC5+1tY2fkazput9QvqjGWtqEIL7BK55/wBZvxz0PpnUtOy1DJGQo+Law+H5nnj1zJvUzZLw4J1yeD6rompiBaWGRVHdipofU/8APfPTPyceLHnP5vPbSKu5ZP2lH6rfP5518Wtg1KssckcoIKsFYNweCDnkvhuE6bqDKAf0LOv3XQ/EY29IR+L5Wtzb+Un/AB+T+bH/AO2ucqc6X8oMwfWuw7FIv/bXObOezh3gjikqdGBwxOcM1JNkMjo4eJyjAFSQFIZTztZWBBF85iVJYu7PI5JO5yWonvtHZfuGPDMVgx6/E0q/XuXrlVXsdf4GX4NSeKXyGaxYCrJuJ59qv7sg+HNN5WsmDMGkiIRpB8QdmZmtPYUyivSjk/wFpDNHq4gSoljWNmABKht4uj6f25Sa3o2p6QVLoWRZVbz0vYygGww7qfr/ABzz+qXnZ1dPNR5Pa9Xo0nj2yewNirB+uUugkgWbyIiCV3JISyl7K3tIPO3laFVwM1eG/FKauMiORPNNcG2q+eQKuvkfTOc8S6KKXUKNTHc4BCyRJNBv4AUlxuU89rIArnMXVWJRadM5Xxp4Vl0kG52/RCeNYVVyysrB23FTyhAFd/XO4jmii3GYqIyQGLdhzS395Gcp+VPre7T6OEna4PmOgIJChaXdRoE3/TkPw71Vuo9TijloR/p9kf6u4QuQT7ni8iUXKqOjFkUNSkeneGdjwqCF2lRx6Vk7T6DTI5MaIGpqIVR9q7qvme+cv0vUGCVoJOLY7CeOD6fUc5Yda0TuqjlvZ1+AqPUWCCVPtkRlsaZcdy2fJC1nh+LTK00RKlg1re4MWG2zfIPc8d7yT4P6rDpdM7TOEBk4vufhA4A5OU3VuokosXHw8NXK2OKs5xPimX4olYkKVc/Xkf2Y4yuVoMuP4dM7P8oXjjRz6Z4o1eRwQY32hRG4r9ICTfqR2988/wBDq59U0WnEi/EwVNxAClvtMx7+p/gB6Z0mg/J5LqYN0csRYi9m6yLH2WI4B7fT7s53qngTX6ZWL6diBzvjKyChzdDn8QM25OP8GyPU/Bf5N00sgn1DiWVeVVRUaH9rnlj7e2dv1GfZG7WAdpqz3IBIA/DPnTw94z1umYbJnKDgpIS6+3Zu33e2evaHxfBrdLJZVJlja4m77iCAUJ7329/f0x2kqIptps4fRQLqNSRM5USbgHu+b4zpfC/hhYtW4Z1kX83YMAOCHYAbh8xf7ucevw/EO45H45eaPqsZn3hJ23Ku/ZKE3GqK0SOO/rnKnuejki9Lo7Xwt4SGjkdlk3KzEqKAoH0J7muO1ZT9f6SIXeVdu+WYsX7lgb+Ej9ULQ5He87HR65HiVqKA0NrcFewANfd655h4j17id18xn8t2QB/YZpOktjmwKTyXLsU3iY3Ob/Yj/wBwZUHJ3VJ98m73Vf4KB/VkFs9np/y4/Q5M/wCZL6mBOPMcM2MTZhhhiQz0P8kP29R/Nj/pbOn8bxyvpzFC5jMrxqXAvbFuHmE+wqhf+lnCfk96/DpGlM5YB1QDau7lSb7fXOxl8d6FiCXk+G/1GrkVz7/3ZwZ4ScnSLizkfHnhZOnImu6fcLCQCVNxZCH7FQe1EDgcUflzWdA8ezzTxw6iVESQlGc9hu7cAd74s8c89s6/xF4o0Gr07QO0m19vIUgjawYUa+X8c4DpnT9KkvntJTJKxiiVWZBEANjMxX7d39KzF4pehtCbrk9jh8K6QRhTBG9L9t1DO3+kWPJOfPng/qP5vrtNMT9iUbj2+FwY2J/1XbPWvCvjNIonXWagyu0rshVHISNq2x2QO3P3V7Z5CegN282L2/yn/BleHL0M09+T3jxz4f8APiLp9tQTQ9a9vnnmCPq1008zzSrGi7Yu3xEsBV96FnOm674mXU6ERDVPFP5QDhVbZI+2iGk27tp9xXfOJ0+l26KaEzrvlkQhf0vl7VIN3t4b7u2ZPBK7o6ceXy036lDoetyxE025b5Dcjvf3Zv8AEmuEywsvFK4I9juGa/8AALf52H/1f/55tm6KSiASxWu6/wCV9ar/ACf1y1hd3Rm8rqmyJ0frU+nYmCR4ywpipqx35z1zwv8AlQi8tU1O7cBy9ggmu9E3nlkXQiO8sX/q/wDBlzqulacvD5cgCCOITWJL8yqlKjbyL7XhLFPsgUk1TZ6F1npnSup2yyrDMf11pCTx9pTw3bv3zmdF4D1Wk1MTsUkgViWmQ0FXaeWU8gXQ9e+Y6jpPTPLk8ueUSH+TOxlVa5ANCz9cmedokh2QzzqwUrbNIVktaPmLVdz6ew+mS8c/QcXFO0ygl1Qs7Bxf04/6ZN6M+11/RRy7v1JPn2o/ecrl06j/ACifLiT/AIM3tJYUeZGNnCmnvk3ydlnMfAyeh1eNDuz1XpNXuk2hY13BENxxUt7mPqfb+GeSdU6h5s8siilkdmA+RJq/n/bnZ+J/E0MulWDTOELV5p2ui1XIFKbBPy7Zw35qP84n3+Z/wZfgTW1GCyRuxs3APyGajm2YAbQCGpasXXcn1APqM1Z6+FVBL5HHN3JmJwwJx5oSZHFePFgAYXhhWAxXjvCsMADHix4hgThhWFYgFhePFgAYjjwxiFeMDFWZLiAeLAnFeMB4XheI4xATix1iOMBHDA4YAZ4sMMlDA4VhjxgLDDA4AFYYY8QwwwwxABxYHDAAxHHhjAMyGYjMsQGNYVjOGUIWIYzhgIMRx4sYCOGBwwAzxYYslDHhix4wDDDDAAwOAx4gFeGMYsBhhhhgwA4seGAgAx4AY8AFix4mxiMScYxYYwJuk0qlS8pKoDtG3lnar2r7cdz8xlxF0SGeIvpy4YWNr8/EADR9vTke/wAs5yzVXx3A9PT+wfhnU9DkGm0zSycFzaL+0AKUD6kk/TnOTqNSSae/Y6+nUZNprY5Rxjwc3ZPcnn64Z2RarzHHJO/KPDA4ZJQseLHgAYseBwAMMMMBhl/0bpcckRY/G5DnaCoKbUm9A4J+yh5A9Pe8oMsOmdYkgV1j21J9qxZ+yy8e3Dtmc02tgN56C7CQwBpdkjrahSCqBSWBVjZ+NeBYojk85pj6HqCqOImKycK3FGgxsn9UUpNmhj0HXJYI2jibaGJaxYcFtgJVgeP5Ncmz+MNTIoRyjL+sNgAk4oiQDg3ZPYc8+gyfiAQP8Czb41ZdplIVL5u1Rh9kE9nU/fmY6BOSwVN2yRojRA3OihmVFemY7SDwOxySfFE1DiKwpVWKBigMaRGtxI5VFHIPr75hL4l1DJs3BRdkooRmOxY+StV8KKOK7YviAVGI5leInNkIWYHMmOK8YCrDHeF4xFj0XpxmeqJVRuavUfsg9rNV+OWep6NqZpAZQFQEAAEVGljhR9BlZ07rMkClY9tE2bFnsB/z9Tkr/wCKZ/8AQ/d/vzkyRzOdxOzG8KhUrKWRKJHsSPw4xYM2GdkeNzilzsZYsWGShgcMMMYwwGGGIAGPFhgMeGGGIAwwwxoAOZjDDGAHMcWGIQjgcMMYhYxhhgA8WGGUIxwwwzNln//Z" alt="" width="103" height="154" border="0" /></p>
<p style="text-align: justify;"><strong>(1913 - 1975)</strong></p>
<p style="text-align: justify;">Görele'de doğan, ilk ve ortaöğrenimini Trabzon'da yapan Bedri Rahmi Eyüboğlu, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'ni bitirdikten sonra Paris'e gitti (1931).</p>
<p style="text-align: justify;">1933 yılında yurda dönerek Akademi'ye öğretim üyesi oldu ve beş arkadaşıyla (Cemal Tollu, Nurullah Berk, Sabri Berkel, Zeki Faik İzer, Zühtü Müridoğlu) birlikte, resimde "d Grubu'nu kurdu.</p>
<p style="text-align: justify;">İlk yazıları ve resimlerini "Yeni Adam" dergisinde yayımlayan (1933-34) Eyüboğlu, bir yandan profesör olarak öğrenci yetiştirirken, bir yandan da çeşitli dergi ve gazetelerde, şiir ve yazılarım yayımlamayı sürdürdü.</p>
<p style="text-align: justify;">21 Eylül 1975'te İstanbul'da öldü; Küçükyalı Mezarlığı'na gömüldü.</p>
<p style="text-align: justify;">İşin tuhaf olduğu kadar Hazin tarafı şu: Sahici edebiyat sevgisini evvelâ yabancı dillerde tatmış olmamız. Hâlbuki edebiyat demek dil demek. ‘Dil dernek anadili demek- 'Bir tek kelimenin ipindi kaç çeşit lezzet var! ‘Böyle olduğu halde edebiyat sevgisini yabacı dillerden tatmak kendi dilimizin imkânlarım Bir yabancı dilden öğrenmemizi Beklemek, tuhaf olduğu kadar üzücü değil mi?[1]</p>
<p style="text-align: justify;">Bedri Rahmi Eyüboğlu</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify;"><strong>ÇEVRESİ-KİŞİLİĞİ-GÖRÜŞLERİ</strong></p>
<p style="text-align: justify;">“Babam edebiyattan hoşlanırdı. Çok küçük yaşta Victor Hugo’nun adını ondan duyduk. Bütün aileyi etrafına toplar bize ‘Sefiller’ romanını tercüme ederdi. Kitap okuma zevkini bize aşılayan babam oldu.</p>
<p style="text-align: justify;">Daha ilk mektep sıralarında iken Trabzon’da eski yazılarla neşredilmiş ne kadar roman varsa hemen hemen hepsini okudum diyebilirim. Geceliği yüz paraya kitaplar kiralayan bir yer keşfetmiştik. Ağabeyimle aynı kitabı bir gecede okuyup bitirdiğimizi hatırlarım. Fakat bunlardan çoğu saçma sapan kitaplardı. Bundan otuz yıl önce lisan bilen bir kimsenin hele hele bir çocuğun okuyabileceği ne vardı, Şerlok Holmes’lar, Mat Pinkerton’lar, Mişel Zevako’dan gayri?</p>
<p style="text-align: justify;">Sonra ortamektep sıralarında Halide Edip, Reşat Nuri, Faruk Nafiz, Ömer Seyfettin okuduk... Mehmet Emin’in şiirlerini belki de ilkokuldan evvel duymuş, birkaç tanesini de ezberlemiştik Endre Cheiner, Anatol France isimler kağnı gıcırtıları, yaylı çıngıraklarıyla dolu çocukluk hatıraları arasına karışmış, babamın zaman zaman bunlardan tercüme ettiğini hatırlarım.”[2] diyen Bedri Rahmi’nin babası, Trabzon milletvekillerinden Mehmet Rahmi Bey’dir. Başka bir konuşmasında, kendisinin resme, ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu’nun edebiyata merak sardığını; "sahici edebiyatın ne demek olduğunu” ondan öğrendiğini belirterek rastgele kitap okumaktan böylece kurtulduğunu; edebiyatın ne demek olduğunu Fransızca öğrendikten sonra anlamaya başladığını açıklıyor, Bedri Rahmi Eyüboğlu; “Ağabeyim edebiyat fakültem oldu. Resim sevdası olmasa iyi bir talebe olurdum. ”[3] diyor. İlkyazı ve etkinliklerinden şöyle söz ediyor:[4]</p>
<p style="text-align: justify;"> “İlk şiirim 1928’de ‘Muhit’ mecmuasında çıktı. ‘Bir Damla Su’ adını taşıyan bu şiiri Trabzon’dan bu mecmuaya göndermiştim. Bu şiirimi o zaman bu mecmuanın yazı heyetinde bulunan Cahit Sıtkı’nın koydurduğunu sonradan öğrendim... Aşağı yukarı aynı sıralarda ‘Milliyet’ gazetesinin bir hikâye müsabakasına iştirak ederek kazandım... Devamlı neşriyat hayatına 1933’te İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun teşvikiyle ‘Yeni Adam’da başladım. Orada iki sene resim yaptım, yazı yazdım. ’’</p>
<p style="text-align: justify;">O, resim-şiir ikilemi üstünde ikirciklidir. Bu konuda arkadaşlarının ve ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu’nun etkili olduğu, kendi sözlerinden yararlanılarak şöyle ileri sürülmektedir:[5]</p>
<p style="text-align: justify;">“Bedri Rahmi ozan arkadaşların yanında ozanlığını ortaya koymaktan kaçınırdı; ne var arada bir, şiirlerini okumaktan da hoşlanıldı. Ama dediğim gibi ozanlar, ressamlığına öncelik verirlerdi. Balyoz Sokağı’ndaki ünlü atölyesine sık sık gelen Orhan Veli, Sait Faik, Melih Cevdet, Oktay Rifat, Asaf Halet Çelebi, Sabahattin Ali’nin gözünde bir ressamdı o.</p>
<p style="text-align: justify;">…</p>
<p style="text-align: justify;">Bedri Rahmi yazmaya, daha doğrusu yazı yayımlamaya on yıldan çok bir süre ara verecektir. Yazıya, nasıl ara verdiğini, sonra hangi düşüncelerle, yeniden sarıldığını bakın nasıl anlatır:</p>
<p style="text-align: justify;">Yazmak, kime, yazmak niye, yazmak niçin, yazmak ne biçim, konularını incelerken bizim Mernuş (Sabahattin Eyüboğlu) çıkageldi:</p>
<p style="text-align: justify;">- Birader ya yazıya ver kendini ya resme. Kendi elinle kendini ikiye bölme. Yazık oluyor sana, yaşını başını aldın artık karar ver!... Ya yazı ya resim! Bir koltukta iki karpuz oluyor olmasına ama karpuzlar elma kadarsa oluyor...</p>
<p style="text-align: justify;">Mernuş’a sonsuz güvenim var... Aslında bana yazı mikrobunu ilk aşılayan da kendisi. Benim ilk göz ağrım da yazı... Lise sıralarında sıkıntıdan boğulmak üzereyken bana cankurtaran simidi diye resim yerine edebiyatı atsalardı şaşmadan yazıyı seçerdim, yazmaya çoktan hazırdım. V. Hugo’nun adını beş yaşımda duydum, ressam Corrot’nun adını yirmisinde, tadını otuz beşinde. Mernuş bu güzel öğüdü verirken kırkı aşıyordum...</p>
<p style="text-align: justify;">Mernuş, ya yazı ya resim, diye dayatınca,</p>
<p style="text-align: justify;">-Ah, dedim, sen yazıdan anladığın kadar resimden anlasaydın hiç ama hiç şaşmadan tutardım sözünü...</p>
<p style="text-align: justify;">Yazmak bir borç, kaçınılmaz bir ödev... Yurdunu seven her okuryazar gibi kendini yazmaya zorlayacaksın.”</p>
<p style="text-align: justify;">Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu ile birlikteliği konusundaysa, Azra Erhat şunları yazıyor:[6]</p>
<p style="text-align: justify;">“İkisinin de yurt bilgisi, yurt sevgisi eşsiz düzeydeydi. Hep bu topraktan alıp bu toprak insanına vermekti dertleri günleri. Kimsenin görmediği, ilgilenmediği değerleri gün ışığına çıkarmak, tanıtmak yaymak, sevdirmekle geçirdiler ömürlerini. Gözleri güzele açmakta kafaları iyiye çalıştırmakta, elleri durmadan dinlenmeden bir şeyler yoğurup yaratır hale getirmekte ve böylece her alanda insanın eğitimine, mutluluğuna çalışmakta onlardan daha başarılısı yoktu...’’</p>
<p style="text-align: justify;">Dostları ve arkadaşlarınca kendisinden “Reis” diye söz edilen Bedri Rahri Eyüboğlu’nun giyim, kuşam, davranış ve düşünceleriyle bir halk adamı olduğunda birleşilmektedir. Ressam-Şair İlhan Berk, bu konuda onunla ilgili olarak şu betimlemeyi yapıyor:[7]</p>
<p style="text-align: justify;"><em>“Bir halk adamı, bir derviş, bir ermiş yaşamı. Bedri’nin en belirgin yönü bu kalenderliği, ‘halk adamlığı’dır. Yaşarken bu yeryüzüne en çok onu koymak istemiştir sanki. Yürüyüşü, oturuşu, kalkışı, gülüşü, sıkılışı, kızışı hep bu sıradanlığın, halk adamlığının simgesidir, kocaman elleri, kocaman vücudu, kocaman başı, kocaman ayaklarıyla Karadenizli bir balıkçı, bir dağlı, bir köylüdür. Onun için bir sandalyeye, bir koltuğa hep yabancı durmuştur gövdesi. Yeri de kentlerde çok, köyler, kasabalar, kıyılar, kırlardır. İstanbul’da, Ankara’da, Paris’te hep bu köylülük, hep bu babacanlık akar üstünden. Kent kılığı kıyafeti sırıtır onda. Hiçbir kent giysisi onunla uyuşmaz. Hep sırıtır hep sarkar... Yalnız bir gömlek, pantolon dışında hiçbir şey gitmezi sanki ona. Yakası açık, düğmeleri iliklenmemiş, koca bir gömlek; paçaları yerleri sürüyen bol, kocaman bir pantolon. Bir bu yakışırdı ona Bir bu haliyle var olabilirdi. Oturunca, hemen ayaklarını uzatır, hemen arkasına bir yastık çeker, hemen elini çenesine dayar kalırdı. Bir kahvede oturmuşsa, üç sandalyeyle birlikte otururdu, bütün bu babacan adamlar gibi. Konuşurken yine onlar gibi açık seçik konuşur, kızarken, gülerken de yine onlar gibi güler, kızardı. Herkesle çok çabuk anlaşır, herkese kendini sevdirirdi. Özellikle halktan insanlarla hemen kaynaşırdı... Beğenisi, ekin anlayışı, dünya görüşü de bu doğrultudaydı. Hep de öyle kaldı.</em>”</p>
<p style="text-align: justify;">Yaşar Nabi Nayır da şunları söylüyor onun için:[8]</p>
<p style="text-align: justify;"><em>“Bedri’yi şiirde olsun, resimde olsun belgeleyen başlıca özelliği coşkunluğu idi. Bir dünya delisi, bir yaşama sarhoşuydu. Eyüboğlu. Bütün yeryüzü nimetlerine âşık, umutsuzluktan habersiz, mutluluk ve sevinçle dolup taşan bir sanatçıydı...”</em> diyor.</p>
<p style="text-align: justify;">Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun önemli bir yanı da batı kültürü ve güzellik bilinciyle ilgilidir ki bunu da Talip Apaydın, özlü bir biçimde şöyle açıklıyor:[9]</p>
<p style="text-align: justify;"><em>“Batı kültürünü, güzellik bilincini bir gözlük gibi takmıştı gözüne, halkımızın yapıtları, ürettiği ürünleri bir güzel değerlendiriyordu. Onlardan yararlanıyor, şiir, resim, deneme, en güzel örnekleri veriyordu. Hem de bol bol veriyordu. ”</em></p>
<p style="text-align: justify;">Hıfzı Topuz’un saptadığı, Eyüboğlu’nun kendisiyle ilgili edindiği izlenimler de genellikle şiir ve edebiyattan yana idi:[10]</p>
<p style="text-align: justify;"><em>“Benim hayatım biliyorsun, ortadan ikiye bölünmüş. Bazıları beni yazar diye tanıyor, bazıları ressam diye. Ama Anadolu’da uzun dolaştığım zaman görüyorum ki ressam Bedri’ye kimsenin metelik verdiği yok. Çünkü görmemişler ki. Ama yazar Bedri’nin birçok şeyleri ulaşmış olmayacak yerlere. Çemişgezek’e filan gitmiş ve o kadar şaşıyorum ki, mesela adam beni çok seviyor, çok saygı gösteriyor. Ama ben oraya resim hocası olarak gitmişim, resim yapmaya gitmişim, adam bana şair muamelesi ediyor. Ben şaşırıp kalıyorum... Ressamlara soruyorlar, diyorlar ki ‘Bedri nasıl ressamdır?’ Ressamlar hiç gözlerini kırpmadan, diyorlar ki ‘Ressamlığını bilmiyoruz, ama şairler iyi yazdığını söylüyorlar.’ Şairlere soruyorlar, aynen onlar da hiç şaşmadan, ‘Şiir hakkında bir şey söyleyemeyiz, ama ressamlar iyi ressam olduğunu söylüyorlar.’’ diyorlar. Yani ben bu iki çizgi arasında bugüne kadar geldim. ”</em></p>
<p style="text-align: justify;">Onun sanatla ilgili görüşleri, Mustafa Baydar’la yaptığı konuşmada ana çizgiliyle belirginleşiyor;[11] Eyüboğlu diyor ki:</p>
<p style="text-align: justify;">“Bu memleketin en kuvvetli iki sanat kolu şiir ve nakıştır. Mimarimiz büyük şehirlerimizde demir atmış, zahmet edip kuş uçmaz kervan geçmez köylerimize kadar uzanamamıştır. Herhangi bir toplumda sanatın dünya çapında bir değere ulaşması onun milletçe benimsenmiş, kavranmış olmasıyla mümkündür. Bu bakımdan yüzde yüz yerli olan bir sanat kolu, kendiliğinden dünya çapında olmaya nâmzettir. Köy türkülerinden, köy nakışlarından faydalanmak bana, ekmekten sudan faydalanmak kadar açık geliyor. Bunları gitgide artan bir sevgi ile incelerken hep şunu düşünüyorum: Bunlarda milyonlarca insanın birbirine eklenmiş emeği, tecrübesi, göz nuru var. Köy sanatı tam manasıyla orta malıdır. Köy türkülerinde, köy nakışlarında hepimizin olan bir öz vardır. Bu öz sadece renk, biçim veya deyiş çeşnisi değildir. Bu öz yüzyılların, yüzbinlerin birbirine katılmış emeğinden doğan bir baldır. Bu özün tadını çıkaran aydın sanatkâr hiçbir zaman köy nakşının, köy türküsünün kendine has örgüsünü, kuruluşunu taklide özenmez. Bunlarda yalnız herkese ait olanı bulmaya çalışır.</p>
<p style="text-align: justify;">…</p>
<p style="text-align: justify;">Birkaç sene önce sakar aydınlarımızdan birisi ‘güzelin faydalı oluşunu çürütmek amacıyla: ‘Ne yapalım öyle ise, Orhan’ın şiirlerini faydalı kılmak için torba kâğıdına mı basalım?’ diye bir hikmet savurmuştu.</p>
<p style="text-align: justify;">Orhan’ın şiirinin yayılması için torba kâğıdına basılmasına ihtiyacı yoktu. Torba kâğıdının da faydalı olması için şiire ihtiyacı olmadığı gibi. Orhan’ın şiirinden edindiğimiz fayda şu olmuştur: Yalancı yapmacık sahte şiiri kapı dışarı etmek. Orhan, bu güzel çığırı açanların arasında idi. ’’</p>
<p style="text-align: justify;">Yaşar Kemal, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun hastalığını, çok sevdiği ağabeyinin tutuklanmasına ve ölümüne bağlıyor;[12] Vedat Günyol da aynı konuda şunları yazıyor:[13] "Bedri Rahmi, canı kadar, hatta canından çok sevdiği ağabeyi Sabahattin’e yapılan haksızlığı hiçbir zaman unutmadı. Çünkü sanat bilincini onun kürsüsünde edinmişti. 0nur ölümünden sorumlu olanları hep lanetliyordu...’’</p>
<p style="text-align: justify;">Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan geriye kalanı ise Dağlarca seslendirdi:[14]</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify;">BEDRİ RAHMİ EYÜBOGLU’NCIN EVİ</p>
<p style="text-align: justify;"><em>Çocuksu ipi çekip kapıdan girdin mi</em></p>
<p style="text-align: justify;"><em>Yüreğin yemyeşil dallar altından ak çıkar</em></p>
<p style="text-align: justify;"><em>Koptuğu ulu orman mutludur seninle</em></p>
<p style="text-align: justify;"><em>Kütükler basamak basamak çıkar</em></p>
<p style="text-align: justify;"><em>Yavaş yapılmıştır tek adım bile yorulmazsın ki</em></p>
<p style="text-align: justify;"><em>Güvercin olmuş ayak çıkar</em></p>
<p style="text-align: justify;"><em>Nice yaşamalarımız doluşur yukarı</em></p>
<p style="text-align: justify;"><em>Sevmek belki de anlamak çıkar</em></p>
<p style="text-align: justify;"><em>Yenilerden eskilere boyaları bezeklerin</em></p>
<p style="text-align: justify;"><em>Özlemle aramalarla yanarak çıkar</em></p>
<p style="text-align: justify;"><em>Çınlar azıcık... Duyarsınız beklersiniz gelecekleri</em></p>
<p style="text-align: justify;">S<em>anki maviliğe bir kırmızı çıngırak çıkar</em></p>
<p style="text-align: justify;"><em>Ne bileyim bu ev nerelere yakın</em></p>
<p style="text-align: justify;"><em>Kardeş Eyüboğlu nerelere uzak çıkar.</em></p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify;"><strong>YAPITLARI</strong></p>
<p style="text-align: justify;">Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yapıtları, yazdığı tür ve konulara göre: Şiir, deneme-söyleşi-gezi yazıları, sanat yazıları diye üç bölümde toplanabilir. Sanat yazılarıysa, genel ya da resim konusunda olmak üzere iki bölüme ayrılır:</p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Şiirler:</strong> Yaradana Mektuplar (1944), Karadut (1948), Tuz (1952), Dol Karabakır Dol (1974), Yaşadım (1977).</p>
<p style="text-align: justify;">(Bu şiir kitaplarından ilk üçü 1953’te “üçü Birden”, 1956’da “Dördü Birden”, 1974 ve 1985 yıllarında "Beşi Birden” adlarıyla yayımlanır.)</p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Deneme, söyleşi ve gezi yazıları</strong>: Canım Anadolu (1953), Tezek (1975)</p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Sanat Yazıları:</strong> Delifişek (1975), Resme Başlarken (1977), Binbir Bedros (1977).</p>
<p style="text-align: justify;">Özgür biçim, içerik, dil ve söyleyiş yönlerinden özdeş nitelikler gösteren şiirleri için Orhan Cıral, şu genellemeyi yapıyor:[15]</p>
<p style="text-align: justify;">‘Aşk, ölüm, doğa, yaşama sevinci, İkinci Dünya Savaşı’na ilişkin gözlemler, Tanrı ve içtenlik dolu söyleşiler, hüzünler, memleket ve deniz sevgisi şiirlerine yansıdı. ”</p>
<p style="text-align: justify;">Mehmet Kaplan ise:[16]</p>
<p style="text-align: justify;">“Bu ressam-şair, birçok eserlerini dış âleme ait peysajların kendisinde bırakmış olduğu intibaları anlatmak suretiyle geliştirir. Dört kitabını şöyle bir karıştırınca pek çok şiirin renkli tasvirlerle başladığı görülür. Cumhuriyet devri Türk edebiyatında renk duygusunu bu kadar israf edercesine kullanan başka şaire rastlamayız.” diyor.</p>
<p style="text-align: justify;">Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun son şiirleri “Yaşadım” adı altında, ölümünden sonra Yayımlanır; Mehmet H. Doğan, bu kitabı,[17]:</p>
<p style="text-align: justify;">“Biraz dağınık, biraz yorgun görünümlü ama coşkusuyla, öfkesiyle, resimleri, renkleriyle tanıdık Bedri Rahmi buluyoruz kitapta. Bedri Rahmi, kuşaklara, akımlara aldırmaksızın, 40’ların başlangıcından beri aynı şiiri, kendi şiirini yazmış bir şair. ‘Yaşadım', ki son şiirlerinde bu daha da belirgin olarak ortaya çıkıyor...” tümceleriyle tanıtıyor.</p>
<p style="text-align: justify;">“Delifişek”te Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun, dil, edebiyat, resim, nakış, görüntü (sinema ve fotoğraf) ile ilgili görüşlerini içeren düzyazılarıyla “Çeşitlemeler başlığı altında toplanan değişik konularda deneme, söyleşi ve eleştirileri yer alır ‘‘Canım Anadolu” ve “Tezek” gözlemlediği Anadolu yörelerinin renkli ekin dağarıdır. Kaya Özsezgin, Delifişek’i tanıtırken,[18] “Sanat yazılarının büyük bölümünü, plastik sanatlara ilişkin sorunların kapsamış olmasına bakılırsa, ondaki sanat yazarlığını, ressamlığının doğal bir uzantısı saymak yanlış olmaz... Amacını, kaygılarını, görüşlerini, bu yazılar aracılığıyla dile getirmek, yaymak, genişletmek belirli konular çerçevesinde kamuoyu yaratmak, başından beri temelli bir davranış biçiminde görülür onda. Ingres’in Kemanı değildir bu yazıları; yüzeyden değinmelerin ötesine geçer zaman zaman, sorunu geniş boyutlar içinde kavramaya özen gösterir, konuya sanatçı gözüyle yaklaşır, resmini anımsatan deyişlere öncelik verir, nakış duyarlığını sözcüklere aktarır; kimi yazılarını, şiirle süslediği olur.” diyor</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Yazınsal değeri</strong></p>
<p style="text-align: justify;">Bir ressam-şair olan Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun yazınsal değerlendirmesi yapılırken, sanatsal ve eleştirel içeriği bulunan düzyazılarını da gözardı etmemek gerekir.</p>
<p style="text-align: justify;">Onu, ayrıca, yazı, şiir ve resimlerinde halkın ekinsel kaynak ve beğenisinde: yararlanan bir araştırmacı ve sanatçı olarak da değerlendirmelidir.</p>
<p style="text-align: justify;">Şiirlerinde biçim, ölçü ve uyak kaygısından uzaktır Eyüboğlu. Dizeleri, yalnız dile getirdiği sözlere uygun düşen doğal ve özgür nitelikler taşır. Ne var ki bu biçim özgürlüğü, doğayla, renkle, ışıkla kaynaşarak bir kendine özgülük oluşturur.</p>
<p style="text-align: justify;">Gözlediklerinden, halkın ekin ve beğenisinden bolbol yararlandığı tema ve motifler; yaşama sevinci, toplumsal duyarlık şiirlerindeki başlıca odaklardır.</p>
<p style="text-align: justify;">Onun en özgün yanıysa, yer yer içtenlik, sevecenlik ve coşkuyla kaynaşan söyleyişidir. Bu söyleyişte, çokluk, söyleyence (hitabeden ya da mütekellim) özgü, (sözlü=şifahi) söyleme özelliği göze çarpar; derinliğine olmasa bile, düşünen, duyan, kimileyin öğüt veren ya da eleştiren öğelerin varlığı da söz konusudur. Kimi dizelerde içtenliğini halk deyişleriyle pekiştirir.</p>
<p style="text-align: justify;">Mehmet H. Doğan'ın, onun şiirini incelerken saptadığı şu özellikler, değerlen dirilmesinde de gözönünde bulundurulabilir:[19] "Dizginlenemeyen bir coşku, bir yaşama sevinci ve renkler. Bir de halk sanattık masal, şiir, deyiş, resim... vb. her türüne karşı karşı bir hayranlık. Bu dört öge çevresinde kurulmuş, ortalama şiir okuyucusunu hemen sarıveren, uzun süre akıldan çıkıM yan, her vesileyle anımsanan bir şiirdir Bedri Rahmi'nin şiiri</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify;">[1] Yaşar Nabi Nayır, Edebiyatçılarımız Konuşuyor, 1976</p>
<p style="text-align: justify;">[2] Agy.</p>
<p style="text-align: justify;">[3] Varlık D. .04.1953</p>
<p style="text-align: justify;">[4] Yeditepe d. 1.08.1951</p>
<p style="text-align: justify;">[5] Turan Erol, Türk Dili d. Ekim 1981</p>
<p style="text-align: justify;">[6] Milliyet Sanat Dergisi, 3 Ekim 1975.</p>
<p style="text-align: justify;">[7] Milliyet Sanat Dergisi, 26 Eylül 1975.</p>
<p style="text-align: justify;">[8] Varlık d. Kasım 1975</p>
<p style="text-align: justify;">[9] Varlık d. Kasım 1975</p>
<p style="text-align: justify;">[10] Hıfzı Topuz Konuklar Geçiyor, 1975.</p>
<p style="text-align: justify;">[11] Varlık d. Kasım 1955</p>
<p style="text-align: justify;">[12]Cumhuriyet g. 27 Eylül 1975.</p>
<p style="text-align: justify;">13 agg</p>
<p style="text-align: justify;">[14] Varlık d. Kasım 1975</p>
<p style="text-align: justify;">[15] Orhan Ural, Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri, 1984</p>
<p style="text-align: justify;">[16]Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri II., 1965</p>
<p style="text-align: justify;">[17]Milliyet Sanat Dergisi, 27 Mayıs 1977.</p>
<p style="text-align: justify;">[18]Milliyet Sanat Dergisi, 29 Ağustos 1975.</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify;">[19]</p>
<p style="text-align: justify;">İNKILAP YAYINLARI, TÜRK EDEBİYATI TARİHİ</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<h1 style="margin-top: 6.0pt;"> </h1>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 1.0cm; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; line-height: 130%;"> </p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.45pt; line-height: 130%;"> </p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 1.0cm; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; line-height: 130%;"> </p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 1.0cm; text-align: justify; text-indent: 35.45pt; line-height: 130%;"> </p>
<div id="ftn11" style="mso-element: footnote;"> </div>
<div id="ftn12" style="mso-element: footnote;">
<p class="Dipnot1" style="margin-left: 14.2pt; text-indent: -14.2pt; line-height: 115%; tab-stops: 13.85pt; background: transparent;"><a title="" href="https://www.liseedebiyat.com/#_ftnref12" name="_ftn12"></a></p>
</div>BEHÇET AYSAN HAYATI ve ESERLERİ2018-02-11T12:30:08+00:002018-02-11T12:30:08+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/8837-behcet-aysan-hayati.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>BEHÇET AYSAN KİMDİR? <a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/behcet-aysan.jpg" alt="" width="87" height="112" /></a></strong></span><br /><br />(1949-1993)<br /><br />1949'da Ankara'da doğdu. Tam adı Behçet Safa Aysan'dır. Selimiye Askeri Ortaokulu ve Kuleli Askeri Lisesi'nden mezun oldu. 1968'de Ankara Tıp Fakültesi'ne askeri öğrenci olarak girdi. 12 Mart döneminden sonra politik nedenlerle ara vermek zorunda kaldığı tıp öğrenimi sırasında çeşitli işlerde çalıştı. Ara verdiği öğrenimini tamamlayarak doktor oldu. Mezun olduktan sonra İzmit'e tayin oldu. Ankara'da psikayatri ihtisası yaptı. SSK Yenişehir Dispanseri'nde doktor olarak çalışmaktaydı. 2 Temmuz 1993'te Pir Sultan Abdal Kültür Festivali için gittiği Sivas'ta Madımak Oteli'nde yakılarak öldürülen 35 aydın arasında o da vardı.<br /><br />İlk şiiri 1979 yılında, ilk kitabı 'Karşı Gece' 1984 te yayımladı. Bütün Şiirleri ölümünden sonra Düello adıyla kitaplaştırıldı. Ölümünden sonra Türk Tabibler Birliği bir Behçet Aysan Kitabı yayımladı ve "Behçet Aysan Şiir Ödülü" düzenlenmeye başladı.<br /><br />Yapıtları :<br /><br />Karşı Gece (1983)<br />Sesler ve Küller (1984 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü)<br />Eylül (1986, 1988 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü)<br />Deniz Feneri (1987 Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü)<br />Şiirler (1990)<br />Behçet Aysan Kitabı (1993)<br />Üç Kardeştiler (Radyo Oyunu, 1995)<br />Ödülleri : 1984 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü / Sesler ve Küller ile<br />1986-1988 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü / Eylül ile<br />1987 Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü / Deniz Feneri ile</p>
<p><strong><span style="color: #ff0000;">İLGİLİ İÇERİK</span></strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">ŞİİRLER</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">BEHÇET AYSAN ŞİİRLERİ</a></p>
<hr title="BEHÇET!" alt="BEHÇET!" class="system-pagebreak" />
<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>BEHÇET!</strong></span><br /> <br />İşte “yağmur dindi”; iki yaz arasına<br />yokluğu bıraktılar, senin o ağustos<br />sesini gölgeye değil, külünü aramıza…<br />“Yağmur dindi”, unutulmaya hazırlanan ne<br />varsa temmuz gibi tutuşuyor aklımda;<br />yarısı o güneşli sesinin tozuyla hâlâ<br />ürpertili bir yaz hışırtısına takılmış<br />altmışsekizlik plakta, yarısı kül aklımda!<br />Ah, kül razı değil de kul razı, sesinin<br />dolaylarından alınma bu yanık havaya,<br />bir bulut kaynıyor temmuz göğünden<br />gözümüzde “yağmur dindi” yangınsa daha…<br />“Yağmur dindi” şairim, tabip değil misin<br />sen akıl ver bana: Bu acı hangi<br />arkadaşlığın gölgesine çekilir şimdi,<br />ve hangi şiire sığar külün kimsesizliği?<br />“Yağmur dindi” ve sen üstlendin yine<br />kardeşiyle kül olan bir ülkenin sessizliğini,<br />bir elem doktoru üstlenirdi bu acıyı elbet:<br />iyisiniz değil mi ruh verdiği şiirler?<br /><br />Bir adın Safa’ymış meğer, güldün mü Behçet?<br /><br />Haydar Ergülen<br />( 1956 - )</p>
<p><strong><span style="color: #ff0000;">İLGİLİ İÇERİK</span></strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">ŞİİRLER</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">BEHÇET AYSAN ŞİİRLERİ</a></p>
<hr title="KÜL-KARDEŞLERİM" alt="KÜL-KARDEŞLERİM" class="system-pagebreak" />
<p style="text-align: justify;"><br /><br /><span style="color: #ff0000;"><strong>KÜL-KARDEŞLERİM</strong></span><br /> <br />- .... 37 Sivas Şehidine -<br /><br />Bu mektubu senin kalbine yolluyorum<br />el yazısıyla değil külyazısıyla<br />yazıyorum ilk defa güzel adını<br />kardeşim benim külkardeşim<br />ancak bir rüzgâr postası taşır bu zarfı<br />bu uzun gecenin, yanık havalarında<br /><br /><br />Puldan hafiftin, kâğıttan ince, mektuptan tez<br />bu senin yazınmış meğer külünden ağır<br />temmuz yandı, şiir yandı, dil yandı<br />külün daha uzun sürecekmiş anılarından<br />mektup yanar, zarf yanar, pul yanar bundan<br />annem gibi kızıl gül yanar bundan.<br /><br />Haydar Ergülen<br />( 1956 - )</p>
<p><strong><span style="color: #ff0000;">İLGİLİ İÇERİK</span></strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">ŞİİRLER</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">BEHÇET AYSAN ŞİİRLERİ</a></p>
<hr title="TABİP İLE " alt="TABİP İLE " class="system-pagebreak" />
<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>TABİP İLE "DÜELLO"</strong></span><br /><br />Bir tabip vardı, sekiz kötü yıl önce yolu bir yangına vardı, yağmur dindi ve ondan bize dinmeyen bir acı kaldı, bir de elem, bir de eflatun sözlere sarılmış şiirler:<br /><br />"Kırgınım, saçılmış / bir nar gibiyim /.../ sessiz akan bir ırmağım geceden / git dersen giderim / kal dersen kalırım /.../ git / dersen/ kuşlar da dönmez, güz kuşları / yanıma kiraz hevenkleri alırım /.../ aynı gökyüzü aynı keder / değişen bir şey yok ki / gidip / yağmurlara durayım."<br /><br />Gidip yağmurlara değil, yangınlara durdu. Tabip, yanmayı bilen adam oldu. Ben, tabibi kendi yarasını saramayan adam diye bilirim. Bildiklerim azalsa da, onu hep adam diye bildim, bilirim. Tabip gitti, yaralarım açıldı. Tabip olsa, bunca yara üstümüze kalır mıydı? Daha tabip zor bulunur. Tabibin gözlerine baksam yaralarım kapanır, içim açılırdı. Tabibin gözleri insan doluydu, ilacı şiirdi. Yarayı merhem değil sevgi iyileştirirdi. Tabip gitti bize de, "El çek tabip el çek yaram üstünden / bendeki yaralar türlü türlüdür" demek kaldı.<br /><br />Şair Kemal Sayar, psikiyatr için 'elem doktoru' demişti, ben tuttum o sözü Behçet Aysan'a yakıştırdım: Behçet Aysan, şairim, tabibim, elem doktoru. Gözlerin de, sözlerin de ağustos gibi sıcaktı, fakat ortada bir temmuz duruyor artık, hiçbir tabibin saramayacağı bir yara gibi duruyor temmuz. Yanıyor ve kanıyor.<br /><br />Elem doktoru: Şimdi burada olsaydın böyle mi olurdu, araya giren 'Ankara-İstanbul Karatreni'ne birbirimizi ısmarlamasak da, ben senin sesinin şiirleri ve ruhları iyileştireceğini bilir, seni çok özlediğim zamanlarda, içimden ama senin sesinle bir şiir okurdum kendime, dağılan bir gül olurdu şiir bu sessizlikte:<br /><br />"Ne söylersen söyle rüzgârdır duyan / düşleri çağıran iri siyah gözleriyle / ve yanı başımızda mutlu kalan ne var ki / belki bir kuş akşamın ölü ağzındaki / sadece güldür dağılmış ayaklanmaya /.../ Ne söylersen söyle bir gün yiteceğiz / çam seli halinde kalabalık bir orman / alıp götürecek bizi kuytu ölümlere / yaşamanın anlamını sorsam da söyleme / konuştukça bir gemi açılıyor kıyıdan."<br /><br />2 Temmuz 1993'te Sivas'ta yağmur dindi ve yerini yangına bıraktı. Yangınsa hiç dinmeyecekmiş meğer! Bir karatren olup dolaşacakmış istasyonları, yolcuları, şehirleri. O karatren şimdi de Adviye'yi aldı ve sevgili kadınını getirdi sana:<br /><br />"Elemim var da sen yoksun Behçet / doktor beni anlasana / elem veremem sana" desem de artık çaresi yok, artık "Elem doktoru bana kalbimden haber veremez / kalbimin kül dağında kaldığını bilemez / kalbimin nasıl geçtiğini ona diyemem / üzemem elem doktorunu, iki ruhtan / bir kül kaldık, iki kederden ayrıldık / dağıt bizi kendimizden topla bizi yeniden / doktor bu elemden kurtar bizi diyemem".<br /><br />Şimdi kalbimi, acımı kime söylerim? Toplu şiirler kitabının adı da olan 'Düello' şiirini "her gece yeni bir düello / her sabah yeni bir ölüm / hepsi bu şiire sığacak" düzeleriyle bitirmişsin ya, ne bu şiire ne başka şiirlere sığacak genç ölümlerle yanmayı sürdürdü yüreğimiz ve biz biraz daha azaldık aramızda. Çok muyduk, azımız çoğa sayılsın der, birbirimizi sever, özler ve bundan bir avuntu bulurduk.<br /><br />Uzun kötü yıllar geçti, dünyayla, hayatla çarpışmaktan yorulduk, girişmediğimiz düelloları unuttuk. Anıların bile artık acıyla anıldığı bir hayatta anlatılacak pek bir şey de kalmadı aslına bakılırsa. Buralardan iyi bir haber de yok, olanları da sevgili Adviye anlatır sana. Sizin hayata bıraktığınız iyiliklerden, güzelliklerden Eren, hayata şiir taşıma, hayatı şiirle taşıma görevini olgunlukla sürdürüyor ya, o bizim de tesellimiz, sevincimiz oldu çok zamandır.<br /><br />O büyük sonsuzlukta buluşan güzel ruhlarınızdan bize kalan anılar ve arkadaşlık için teşekkürle, saygıyla...<br /><br />HAYDAR ERGÜLEN<br />Radikal, 31/05/2001</p>
<p><strong><span style="color: #ff0000;">İLGİLİ İÇERİK</span></strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">ŞİİRLER</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">BEHÇET AYSAN ŞİİRLERİ</a></p>
<hr title="BEHÇET AYSAN'I ÖZLEMEK" alt="BEHÇET AYSAN'I ÖZLEMEK" class="system-pagebreak" />
<p style="text-align: justify;"><br /><span style="color: #ff0000;"><strong>BEHÇET AYSAN'I ÖZLEMEK</strong></span><br /><br />S E L İ M İ Y E<br /><br />Ses ver, suların yelesini bırak aksın, söz ver<br />damlasın çocuk yaralarına koşarkenki şeyler<br />sana yeniden sus diyecekler, başla anlatmaya<br />olsun, kim kocaman bir ölü görmek ister<br />ay parçalanırken düşer tam kalbin üstüne.<br /><br />Tam kalbin üstüne belki bir rüzgâr getirmiştir<br />o şimdi tankerlerin yanaştığı yıkık iskeleye<br />Salacak, uzak bir anı olarak orda kalsın<br />kadife ceketim, ağız mızıkam ve on üç yaşım<br />hepsi orda kalsın çok uzak bir çağ olarak.<br /><br />İstemem vermeyin geri dönen mektuplarımı<br />ağır bir tramvay, akşamüstü, çın, Paşakapısı<br />bu saatler okul dönüşüdür, gökyüzü bile yatılı<br />deniz , martılar ve acı hepsi aynı yöne gider<br />düşlerin gündüz ve gece olarak ikiye ayrıldığı.<br /><br />Bir ranzaya çıkarak kırık camlı pencereden<br />mor sarı ışıklarla dolardı trenler koğuşa<br />haki battaniyelerdi sarıldığım annemin eli<br />ve tahta dolap kapaklarında istasyon adları<br />sanki bin kilometre uzakta bir şehirdi Haydarpaşa.<br /><br />Hep onu aradım tutuşan samanların yanışını<br />suyun sıcak bir kan gibi külrengi akışını<br />siyah arabaların çektiği düşlerimin yıldızları<br />sessizce adıdır bir direnişin ve aşkın yalvarışı<br />yaşayıp yıllar sonra aynı koğuşta tutuklu olarak.<br /><br />Ne zaman Behçet Aysan’ın kitaplarına girmemiş şiirlerinden Selimiye’yi okusam; "sesler ve küller." Madımak Kıyımı yaşanmasaydı, bugün belki de elli altı yaşında olacak, daha nice şiirlere kabaracaktı naif yüreği.<br /><br />Selimiye şiiri, on üç yaşında, "gökyüzü bile yatılı"yken, ağız mızıkasını yitirmemiş bir askeri öğrencinin, yıllar sonra da "çocuk yaraları"na damlayan suların mor-karanlık ağıdıdır.<br /><br />Behçet Aysan’ın askeri ortaokul-lise yılları Üsküdar ve çevresinde geçmiş. Selimiye, Harem, Haydarpaşa, Çengelköy, Kuleli ve "uzak bir anı olarak orda kalsın" dediği Salacak’ta. Ben, o yıllarda ilkokul öğrencisiydim. Nerde mi? Zeynep-Kâmil İlkokulu’nda. Ahşap bir bina, Karaca Ahmet Mezarlığı’na komşu. Sonradan Halk Eğitim Merkezi oldu. 60’lı yıllarda Üsküdar’da apartmanlar yok gibiydi. Geniş bahçeler, bostanlar, yazlık sinemalar, yıldızlı geceler ve fesleğen kokulu pencereler vardı.<br /><br />Hani Aysan’ın şiirindeki gibi: "Ağır bir tramvay, akşamüstü, çın, paşakapısı." Çocukluk... O zamanlar okul çıkışı, Kadıköy-Kısıklı arasında çalışan tramvayların arkasına takılırdım iki durak arası. Kapıağası’ndan Zeynep-Kâmil’e kadar. Tramvayın arkasında hep demir çıkıntı olurdu, ayak basma yeri. Bir seferinde yoktu; ellerim kesilmiş, düşüp dizlerimi kanatmıştım. Olsundu. "Sanki bin kilometre uzakta bir şehirdi Haydarpaşa" annesinden uzak, esmer bir çocuğun "deniz, martılar ve acı hepsi aynı yöne gider" dediği tramvaylı, yeşil zamanlardı. Tıpkı "düşlerin gündüz ve gece olarak ikiye ayrıldığı."<br /><br />Ne zaman Haydarpaşa’dan Selimiye Kışlası’na baksam; "hâki battaniyelerdi sarıldığım annemin eli" , "istemem vermeyin geri dönen mektuplarımı" diyen bir çocuğun yalnızlık ve hüzünle gölgelenmiş gözleri düşer imgelemime.<br /><br />Radyoda "bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm" ü imleyen bin yıllık uzunhava. İçimi acıtan bun ve Behçet Aysan’ın "bir eflatun ölüm" şiirinden gücenik dizeler:<br /><br />".....................................<br />söylenmemiş sahipsiz<br />bir şarkıyım<br /><br />belki<br />sararmış<br />eski resimlerde kalırım<br /><br />belki esmer bir çocuğun dilinde.<br /><br />bütün derinlikler sığ<br />sözcüklerin hepsi iğreti<br />değişen bir şey yok hiç<br />ölüm hariç."<br /><br />Sevgili Aysan, asla sahipsiz bir şarkı değilsin. Sararmış eski resimlerde kalmayacak o mahzun yüzün de . Ne zaman acıyla gelse temmuz, bir ranzaya çıkarak kırık camlı pencereden: "kim kocaman bir ölü görmek ister" diye sorduğun, Selimiye şiirini ansırım. Kırık bir veda.<br /><br />Bıraktığın gibi her şey: "aynı gökyüzü aynı keder ."<br /><br />İLHAN BÜYÜKCEBECİ<br /><br />Damar Dergisi, Temmuz 2005</p>
<p><strong><span style="color: #ff0000;">İLGİLİ İÇERİK</span></strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">ŞİİRLER</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">BEHÇET AYSAN ŞİİRLERİ</a></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>BEHÇET AYSAN KİMDİR? <a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/behcet-aysan.jpg" alt="" width="87" height="112" /></a></strong></span><br /><br />(1949-1993)<br /><br />1949'da Ankara'da doğdu. Tam adı Behçet Safa Aysan'dır. Selimiye Askeri Ortaokulu ve Kuleli Askeri Lisesi'nden mezun oldu. 1968'de Ankara Tıp Fakültesi'ne askeri öğrenci olarak girdi. 12 Mart döneminden sonra politik nedenlerle ara vermek zorunda kaldığı tıp öğrenimi sırasında çeşitli işlerde çalıştı. Ara verdiği öğrenimini tamamlayarak doktor oldu. Mezun olduktan sonra İzmit'e tayin oldu. Ankara'da psikayatri ihtisası yaptı. SSK Yenişehir Dispanseri'nde doktor olarak çalışmaktaydı. 2 Temmuz 1993'te Pir Sultan Abdal Kültür Festivali için gittiği Sivas'ta Madımak Oteli'nde yakılarak öldürülen 35 aydın arasında o da vardı.<br /><br />İlk şiiri 1979 yılında, ilk kitabı 'Karşı Gece' 1984 te yayımladı. Bütün Şiirleri ölümünden sonra Düello adıyla kitaplaştırıldı. Ölümünden sonra Türk Tabibler Birliği bir Behçet Aysan Kitabı yayımladı ve "Behçet Aysan Şiir Ödülü" düzenlenmeye başladı.<br /><br />Yapıtları :<br /><br />Karşı Gece (1983)<br />Sesler ve Küller (1984 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü)<br />Eylül (1986, 1988 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü)<br />Deniz Feneri (1987 Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü)<br />Şiirler (1990)<br />Behçet Aysan Kitabı (1993)<br />Üç Kardeştiler (Radyo Oyunu, 1995)<br />Ödülleri : 1984 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü / Sesler ve Küller ile<br />1986-1988 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü / Eylül ile<br />1987 Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü / Deniz Feneri ile</p>
<p><strong><span style="color: #ff0000;">İLGİLİ İÇERİK</span></strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">ŞİİRLER</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">BEHÇET AYSAN ŞİİRLERİ</a></p>
<hr title="BEHÇET!" alt="BEHÇET!" class="system-pagebreak" />
<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>BEHÇET!</strong></span><br /> <br />İşte “yağmur dindi”; iki yaz arasına<br />yokluğu bıraktılar, senin o ağustos<br />sesini gölgeye değil, külünü aramıza…<br />“Yağmur dindi”, unutulmaya hazırlanan ne<br />varsa temmuz gibi tutuşuyor aklımda;<br />yarısı o güneşli sesinin tozuyla hâlâ<br />ürpertili bir yaz hışırtısına takılmış<br />altmışsekizlik plakta, yarısı kül aklımda!<br />Ah, kül razı değil de kul razı, sesinin<br />dolaylarından alınma bu yanık havaya,<br />bir bulut kaynıyor temmuz göğünden<br />gözümüzde “yağmur dindi” yangınsa daha…<br />“Yağmur dindi” şairim, tabip değil misin<br />sen akıl ver bana: Bu acı hangi<br />arkadaşlığın gölgesine çekilir şimdi,<br />ve hangi şiire sığar külün kimsesizliği?<br />“Yağmur dindi” ve sen üstlendin yine<br />kardeşiyle kül olan bir ülkenin sessizliğini,<br />bir elem doktoru üstlenirdi bu acıyı elbet:<br />iyisiniz değil mi ruh verdiği şiirler?<br /><br />Bir adın Safa’ymış meğer, güldün mü Behçet?<br /><br />Haydar Ergülen<br />( 1956 - )</p>
<p><strong><span style="color: #ff0000;">İLGİLİ İÇERİK</span></strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">ŞİİRLER</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">BEHÇET AYSAN ŞİİRLERİ</a></p>
<hr title="KÜL-KARDEŞLERİM" alt="KÜL-KARDEŞLERİM" class="system-pagebreak" />
<p style="text-align: justify;"><br /><br /><span style="color: #ff0000;"><strong>KÜL-KARDEŞLERİM</strong></span><br /> <br />- .... 37 Sivas Şehidine -<br /><br />Bu mektubu senin kalbine yolluyorum<br />el yazısıyla değil külyazısıyla<br />yazıyorum ilk defa güzel adını<br />kardeşim benim külkardeşim<br />ancak bir rüzgâr postası taşır bu zarfı<br />bu uzun gecenin, yanık havalarında<br /><br /><br />Puldan hafiftin, kâğıttan ince, mektuptan tez<br />bu senin yazınmış meğer külünden ağır<br />temmuz yandı, şiir yandı, dil yandı<br />külün daha uzun sürecekmiş anılarından<br />mektup yanar, zarf yanar, pul yanar bundan<br />annem gibi kızıl gül yanar bundan.<br /><br />Haydar Ergülen<br />( 1956 - )</p>
<p><strong><span style="color: #ff0000;">İLGİLİ İÇERİK</span></strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">ŞİİRLER</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">BEHÇET AYSAN ŞİİRLERİ</a></p>
<hr title="TABİP İLE " alt="TABİP İLE " class="system-pagebreak" />
<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>TABİP İLE "DÜELLO"</strong></span><br /><br />Bir tabip vardı, sekiz kötü yıl önce yolu bir yangına vardı, yağmur dindi ve ondan bize dinmeyen bir acı kaldı, bir de elem, bir de eflatun sözlere sarılmış şiirler:<br /><br />"Kırgınım, saçılmış / bir nar gibiyim /.../ sessiz akan bir ırmağım geceden / git dersen giderim / kal dersen kalırım /.../ git / dersen/ kuşlar da dönmez, güz kuşları / yanıma kiraz hevenkleri alırım /.../ aynı gökyüzü aynı keder / değişen bir şey yok ki / gidip / yağmurlara durayım."<br /><br />Gidip yağmurlara değil, yangınlara durdu. Tabip, yanmayı bilen adam oldu. Ben, tabibi kendi yarasını saramayan adam diye bilirim. Bildiklerim azalsa da, onu hep adam diye bildim, bilirim. Tabip gitti, yaralarım açıldı. Tabip olsa, bunca yara üstümüze kalır mıydı? Daha tabip zor bulunur. Tabibin gözlerine baksam yaralarım kapanır, içim açılırdı. Tabibin gözleri insan doluydu, ilacı şiirdi. Yarayı merhem değil sevgi iyileştirirdi. Tabip gitti bize de, "El çek tabip el çek yaram üstünden / bendeki yaralar türlü türlüdür" demek kaldı.<br /><br />Şair Kemal Sayar, psikiyatr için 'elem doktoru' demişti, ben tuttum o sözü Behçet Aysan'a yakıştırdım: Behçet Aysan, şairim, tabibim, elem doktoru. Gözlerin de, sözlerin de ağustos gibi sıcaktı, fakat ortada bir temmuz duruyor artık, hiçbir tabibin saramayacağı bir yara gibi duruyor temmuz. Yanıyor ve kanıyor.<br /><br />Elem doktoru: Şimdi burada olsaydın böyle mi olurdu, araya giren 'Ankara-İstanbul Karatreni'ne birbirimizi ısmarlamasak da, ben senin sesinin şiirleri ve ruhları iyileştireceğini bilir, seni çok özlediğim zamanlarda, içimden ama senin sesinle bir şiir okurdum kendime, dağılan bir gül olurdu şiir bu sessizlikte:<br /><br />"Ne söylersen söyle rüzgârdır duyan / düşleri çağıran iri siyah gözleriyle / ve yanı başımızda mutlu kalan ne var ki / belki bir kuş akşamın ölü ağzındaki / sadece güldür dağılmış ayaklanmaya /.../ Ne söylersen söyle bir gün yiteceğiz / çam seli halinde kalabalık bir orman / alıp götürecek bizi kuytu ölümlere / yaşamanın anlamını sorsam da söyleme / konuştukça bir gemi açılıyor kıyıdan."<br /><br />2 Temmuz 1993'te Sivas'ta yağmur dindi ve yerini yangına bıraktı. Yangınsa hiç dinmeyecekmiş meğer! Bir karatren olup dolaşacakmış istasyonları, yolcuları, şehirleri. O karatren şimdi de Adviye'yi aldı ve sevgili kadınını getirdi sana:<br /><br />"Elemim var da sen yoksun Behçet / doktor beni anlasana / elem veremem sana" desem de artık çaresi yok, artık "Elem doktoru bana kalbimden haber veremez / kalbimin kül dağında kaldığını bilemez / kalbimin nasıl geçtiğini ona diyemem / üzemem elem doktorunu, iki ruhtan / bir kül kaldık, iki kederden ayrıldık / dağıt bizi kendimizden topla bizi yeniden / doktor bu elemden kurtar bizi diyemem".<br /><br />Şimdi kalbimi, acımı kime söylerim? Toplu şiirler kitabının adı da olan 'Düello' şiirini "her gece yeni bir düello / her sabah yeni bir ölüm / hepsi bu şiire sığacak" düzeleriyle bitirmişsin ya, ne bu şiire ne başka şiirlere sığacak genç ölümlerle yanmayı sürdürdü yüreğimiz ve biz biraz daha azaldık aramızda. Çok muyduk, azımız çoğa sayılsın der, birbirimizi sever, özler ve bundan bir avuntu bulurduk.<br /><br />Uzun kötü yıllar geçti, dünyayla, hayatla çarpışmaktan yorulduk, girişmediğimiz düelloları unuttuk. Anıların bile artık acıyla anıldığı bir hayatta anlatılacak pek bir şey de kalmadı aslına bakılırsa. Buralardan iyi bir haber de yok, olanları da sevgili Adviye anlatır sana. Sizin hayata bıraktığınız iyiliklerden, güzelliklerden Eren, hayata şiir taşıma, hayatı şiirle taşıma görevini olgunlukla sürdürüyor ya, o bizim de tesellimiz, sevincimiz oldu çok zamandır.<br /><br />O büyük sonsuzlukta buluşan güzel ruhlarınızdan bize kalan anılar ve arkadaşlık için teşekkürle, saygıyla...<br /><br />HAYDAR ERGÜLEN<br />Radikal, 31/05/2001</p>
<p><strong><span style="color: #ff0000;">İLGİLİ İÇERİK</span></strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">ŞİİRLER</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">BEHÇET AYSAN ŞİİRLERİ</a></p>
<hr title="BEHÇET AYSAN'I ÖZLEMEK" alt="BEHÇET AYSAN'I ÖZLEMEK" class="system-pagebreak" />
<p style="text-align: justify;"><br /><span style="color: #ff0000;"><strong>BEHÇET AYSAN'I ÖZLEMEK</strong></span><br /><br />S E L İ M İ Y E<br /><br />Ses ver, suların yelesini bırak aksın, söz ver<br />damlasın çocuk yaralarına koşarkenki şeyler<br />sana yeniden sus diyecekler, başla anlatmaya<br />olsun, kim kocaman bir ölü görmek ister<br />ay parçalanırken düşer tam kalbin üstüne.<br /><br />Tam kalbin üstüne belki bir rüzgâr getirmiştir<br />o şimdi tankerlerin yanaştığı yıkık iskeleye<br />Salacak, uzak bir anı olarak orda kalsın<br />kadife ceketim, ağız mızıkam ve on üç yaşım<br />hepsi orda kalsın çok uzak bir çağ olarak.<br /><br />İstemem vermeyin geri dönen mektuplarımı<br />ağır bir tramvay, akşamüstü, çın, Paşakapısı<br />bu saatler okul dönüşüdür, gökyüzü bile yatılı<br />deniz , martılar ve acı hepsi aynı yöne gider<br />düşlerin gündüz ve gece olarak ikiye ayrıldığı.<br /><br />Bir ranzaya çıkarak kırık camlı pencereden<br />mor sarı ışıklarla dolardı trenler koğuşa<br />haki battaniyelerdi sarıldığım annemin eli<br />ve tahta dolap kapaklarında istasyon adları<br />sanki bin kilometre uzakta bir şehirdi Haydarpaşa.<br /><br />Hep onu aradım tutuşan samanların yanışını<br />suyun sıcak bir kan gibi külrengi akışını<br />siyah arabaların çektiği düşlerimin yıldızları<br />sessizce adıdır bir direnişin ve aşkın yalvarışı<br />yaşayıp yıllar sonra aynı koğuşta tutuklu olarak.<br /><br />Ne zaman Behçet Aysan’ın kitaplarına girmemiş şiirlerinden Selimiye’yi okusam; "sesler ve küller." Madımak Kıyımı yaşanmasaydı, bugün belki de elli altı yaşında olacak, daha nice şiirlere kabaracaktı naif yüreği.<br /><br />Selimiye şiiri, on üç yaşında, "gökyüzü bile yatılı"yken, ağız mızıkasını yitirmemiş bir askeri öğrencinin, yıllar sonra da "çocuk yaraları"na damlayan suların mor-karanlık ağıdıdır.<br /><br />Behçet Aysan’ın askeri ortaokul-lise yılları Üsküdar ve çevresinde geçmiş. Selimiye, Harem, Haydarpaşa, Çengelköy, Kuleli ve "uzak bir anı olarak orda kalsın" dediği Salacak’ta. Ben, o yıllarda ilkokul öğrencisiydim. Nerde mi? Zeynep-Kâmil İlkokulu’nda. Ahşap bir bina, Karaca Ahmet Mezarlığı’na komşu. Sonradan Halk Eğitim Merkezi oldu. 60’lı yıllarda Üsküdar’da apartmanlar yok gibiydi. Geniş bahçeler, bostanlar, yazlık sinemalar, yıldızlı geceler ve fesleğen kokulu pencereler vardı.<br /><br />Hani Aysan’ın şiirindeki gibi: "Ağır bir tramvay, akşamüstü, çın, paşakapısı." Çocukluk... O zamanlar okul çıkışı, Kadıköy-Kısıklı arasında çalışan tramvayların arkasına takılırdım iki durak arası. Kapıağası’ndan Zeynep-Kâmil’e kadar. Tramvayın arkasında hep demir çıkıntı olurdu, ayak basma yeri. Bir seferinde yoktu; ellerim kesilmiş, düşüp dizlerimi kanatmıştım. Olsundu. "Sanki bin kilometre uzakta bir şehirdi Haydarpaşa" annesinden uzak, esmer bir çocuğun "deniz, martılar ve acı hepsi aynı yöne gider" dediği tramvaylı, yeşil zamanlardı. Tıpkı "düşlerin gündüz ve gece olarak ikiye ayrıldığı."<br /><br />Ne zaman Haydarpaşa’dan Selimiye Kışlası’na baksam; "hâki battaniyelerdi sarıldığım annemin eli" , "istemem vermeyin geri dönen mektuplarımı" diyen bir çocuğun yalnızlık ve hüzünle gölgelenmiş gözleri düşer imgelemime.<br /><br />Radyoda "bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm" ü imleyen bin yıllık uzunhava. İçimi acıtan bun ve Behçet Aysan’ın "bir eflatun ölüm" şiirinden gücenik dizeler:<br /><br />".....................................<br />söylenmemiş sahipsiz<br />bir şarkıyım<br /><br />belki<br />sararmış<br />eski resimlerde kalırım<br /><br />belki esmer bir çocuğun dilinde.<br /><br />bütün derinlikler sığ<br />sözcüklerin hepsi iğreti<br />değişen bir şey yok hiç<br />ölüm hariç."<br /><br />Sevgili Aysan, asla sahipsiz bir şarkı değilsin. Sararmış eski resimlerde kalmayacak o mahzun yüzün de . Ne zaman acıyla gelse temmuz, bir ranzaya çıkarak kırık camlı pencereden: "kim kocaman bir ölü görmek ister" diye sorduğun, Selimiye şiirini ansırım. Kırık bir veda.<br /><br />Bıraktığın gibi her şey: "aynı gökyüzü aynı keder ."<br /><br />İLHAN BÜYÜKCEBECİ<br /><br />Damar Dergisi, Temmuz 2005</p>
<p><strong><span style="color: #ff0000;">İLGİLİ İÇERİK</span></strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">ŞİİRLER</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">BEHÇET AYSAN ŞİİRLERİ</a></p>BEHÇET NECATİGİL HAYATI ve ESERLERİ2015-02-15T19:13:06+00:002015-02-15T19:13:06+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/3177-behcet-necatgl-13605805.htmlMAGmagoksu37@hotmail.com<p style="text-align: center;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem.html"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/behcet_necatigil.jpg" alt="" /></a><span style="color: #ff0000;">Behçet NECATİGİL KİMDİR?</span><br /></strong></p>
<p style="text-align: center;"><strong>(1916-1979)</strong></p>
<p style="text-align: center;"><strong>Cumhuriyet dönemi şair ve yazarı.</strong></p>
<p style="text-align: justify;">İstanbul’da Fatih’te doğdu. Esas adı Mehmet Behçet’tir. Babası, Sarıyer ve Beyoğlu müftülükleri yapmış olan müderris Mehmet Necati Efendi, annesi Geyveli İbrâhim Hakkı Efendi’nin kızı Fatma Bedriye Hanım’dır. İbrâhim Hakkı Efendi Fâtih ve Dolmabahçe camilerinde başimamlık ve Tedkīkāt-ı Mesâhif ve Müellefât-ı Şer‘iyye Meclisi üyeliği yapmıştır. Henüz iki yaşında iken annesini kaybeden Necatigil, Beşiktaş Cevrî Usta İlkokulu’nda başladığı öğrenimine babasının memuriyeti dolayısıyla bir süre Kastamonu’da devam etti, ardından İstanbul Kabataş Lisesi’ni bitirdi (1936). 1940’ta Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. 1937 yılında henüz öğrenci iken Berlin Üniversitesi dil kurslarına katılmak için dört ay Almanya’da bulundu; ayrıca Kabataş Lisesi’ndeki öğretmenliği sırasında iki yıl Edebiyat Fakültesi Alman Filolojisi’nde okudu. 1940’ta edebiyat öğretmeni olarak Kars Lisesi’ne, buranın hava şartlarına uyum sağlayamadığı için ertesi yıl Zonguldak Çelikel Lisesi’ne tayin edildi. 1943’te İstanbul Pertevniyal Lisesi’ne geçti. İlk soyadı Gönül olan ve ilk şiirlerinde Behçet Necati imzası bulunan şair bu tarihten itibaren Necatigil soyadını kullandı. Bu soyadını almasında hem baba adının hem divan şairi Necâtî Bey’e duyduğu hayranlığın etkisi olmuştur. Askerlikten sonra 1960’a kadar görev yapacağı Kabataş Lisesi’ne tayin edildi. 1960-1972 yılları arasında Çapa Eğitim Enstitüsü’nde çalıştı. 1972’de emekli olmasının ardından İstanbul Üniversitesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Enstitüsü ile Yıldız Yüksek Teknik Okulu’nda kompozisyon dersleri verdi. 13 Aralık 1979’da öldü, mezarı Zincirlikuyu’dadır.</p>
<p style="text-align: justify;">Edebiyata ve özellikle şiire küçük yaşlardan itibaren ilgi duyan Necatigil daha ilkokul sıralarında şiir yazmaya başlamış, ortaokul öğrencisi iken edebiyat hocası Zeki Ömer Defne tarafından teşvik edilmiştir. “Gece ve Yas” adlı ilk şiiri 1935’te Varlık dergisinde yayımlanmış, bunu başta Varlık olmak üzere çeşitli dergilerde diğer şiirleri izlemiştir. Uzun yıllar edebiyat öğretmenliğiyle birlikte şiir, radyo oyunları ve şiirle ilgili yazılar yazan, çeviriler yapan Necatigil edebiyat tarihlerinde daha çok bir şair olarak tanınmaktadır. Kendi şiir anlayışını “toplumcu realist” diye tanımlayan Necatigil hiçbir edebî gruba katılmamış; daha çok ev, aile, çevre, sosyal olaylar, gündelik hayat, orta halli insanın meseleleri, aşk, ölüm, çocukluk özlemi, yalnızlık, yaşlılık ve kentleşmenin ortaya çıkardığı problemleri şiirine yansıtmıştır. Şiirlerinde karamsarlık, hüzün, acı, sıkıntı ve bedbinlik yoğun şekilde hâkimdir. Hayatı boyunca şiirin ideolojiden uzak tutulması gerektiğini savunan şair orta halli ve yoksul insanların sosyal ve ekonomik problemleriyle kendini özdeşleştirmiş, ancak bunları ideolojik anlamda değil tamamen insanî kaygılardan dolayı gerekli görmüştür.</p>
<p style="text-align: justify;">Kendi hayatında edindiği tecrübeyle içinde yaşadığı çağın getirdiği kültürel değişimdeki yıkımı, yozlaşmayı ve trajediyi derinden kavrayan sayılı şairlerden biri olan Necatigil, şiirlerinde büyük şehirde tutunmaya çalışan yoksul ve orta halli insanların dramatik hayatına yer vermiş, onların acılarını ve çıkmazlarını dile getirmiştir. Bu yanıyla Garipçiler’le bir benzerlik göstermekle beraber şiirin esas öğelerinden sayılan edebî sanatları ve bir âhenk unsuru olarak zaman zaman vezin ve kafiyeyi kullanmak suretiyle onlardan ayrılmıştır.</p>
<p style="text-align: justify;">Necatigil modern Türk şiirinde geleneğe büyük önem vermiş, divan şiirinden halk ve tasavvuf şiirine kadar çok geniş bir sanat birikiminden kendine özgü biçimde yararlanmıştır. Gelenek ve gelenekten faydalanma konusunda yazdığı yazılarda kendisinin Batı uygarlığından ve Yunan antikitesinden gelmediğini, mayasında Yûnus Emre’lerin, Âşık Paşa’ların, Fuzûlî ve Karacaoğlan’ların bulunduğunu belirtmiş, bununla birlikte klasiğin ve gelenekselin çağın motifleriyle süslenerek modern ve evrensel olanla kaynaşması gerektiğini vurgulamıştır.</p>
<p style="text-align: justify;">Şiirlerinde kelimeleri özenle seçen, zengin çağrışımlara yer veren, eski kelimelerin anlam zenginliğinden ve ses özelliklerinden büyük bir ustalıkla faydalanan şair modern Türk şiirinde kültürel birikimi en iyi kullananlardan biridir. Fert için sanat, toplum için sanat gibi ayırımlara karşı çıkan Necatigil’in şiiri esas itibariyle iki döneme ayrılmaktadır. 1955 yılına kadar olan ilk döneme ait şiirleri anlatım ve hikâye öğeleri öne çıkan, daha açık ve daha kolay anlaşılır niteliktedir. Bu tarihten sonra yazdıkları ise genellikle birden fazla anlam boyutu taşıyan kelimelerle kurulmuş, geleneksel şiire daha yakın, daha kapalı ve güç anlaşılan, hikâye ve anlatımdan uzak, duygu bakımından yoğun şiirlerdir.</p>
<p style="text-align: justify;">Necatigil bütün şairlerin şiirde üç temel dönem yaşadıklarını söyler. Bunlar sırasıyla “gurbet burcu, hasret burcu, hikmet burcu”dur. İlkinde şair ne yazdığının ve nasıl yazdığının farkında değildir; taklitler yapar, daha çok aşktan söz eder; karşısına iyi veya kötü örnekler çıkabilir. Bu dönem rastgele ve acemice yürüyüş dönemidir. İkinci dönem özentiden, taklitten ve bocalamadan çıkış dönemidir. Şair hasret burcunda kendi kendisi olduğu bir döneme geçmektedir. Hikmet burcunda ise hakikatlerle yüzleşmiş, neyin gerçekleşip neyin gerçekleşemediğini yaşayarak görmüştür; eserlerinde nutuk, ideoloji ve hamaset geride kalmıştır.</p>
<p style="text-align: justify;">Uzun yıllar edebiyat öğretmenliği tecrübesi dolayısıyla okullar için, edebî şahsiyetler ve eserlerle ilgili el kitabı tarzında sözlük ve antolojiler de hazırlayan Necatigil radyo oyunları yazmış, eski yazarlardan uyarlamalar yapmış, ayrıca Knut Hamsun başta olmak üzere Rainer Marie Rilke, Hermann Hesse, Thomas Mann, Miguel de Unamuno, Stefan Zweig ve Heinrich Heine gibi Batılı şair ve yazarların çok sayıda eserini Türkçe’ye kazandırmıştır. Ölümünden sonra Beşiktaş’ta oturduğu evin bulunduğu sokağa şairin adı verilmiş, 1980 yılından itibaren ailesi “Behçet Necatigil Şiir Ödülü” adıyla bir ödül koymuştur. Behçet Necatigil’le ilgili olarak Nurullah Çetin doktora (1995, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), Altan Alperen (1987, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), İbrahim Demirer (1990, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü), Gonca Gökalp (1992, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü) ve Hüseyin Alacatlı (1994, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü) birer yüksek lisans tezi hazırlamışlardır.</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify; padding-left: 30px;"><strong>Eserleri:</strong></p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Şiirleri:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Kapalı Çarşı (1945),</li>
<li style="text-align: justify;">Çevre (1951),</li>
<li style="text-align: justify;">Evler (1953),</li>
<li style="text-align: justify;">Eski Toprak (1956),</li>
<li style="text-align: justify;">Arada (1958),</li>
<li style="text-align: justify;">Dar Çağ (1960),</li>
<li style="text-align: justify;">Yaz Dönemi (1963),</li>
<li style="text-align: justify;">Divançe (1965),</li>
<li style="text-align: justify;">İki Başına Yürümek (1968),</li>
<li style="text-align: justify;">En/Cam (1970),</li>
<li style="text-align: justify;">Zebra (1973),</li>
<li style="text-align: justify;">Kareler Aklar (1975),</li>
<li style="text-align: justify;">Sevgilerde (bütün şiirlerinden seçmeler, 1976),</li>
<li style="text-align: justify;">Beyler (1978), Söyleriz (1980),</li>
<li style="text-align: justify;">Yayımlanmamış Şiirler (1985).</li>
</ul>
<p><strong>Radyo Oyunu:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Yıldızlara Bakmak,</li>
<li style="text-align: justify;">Kadın ve Kedi (1965),</li>
<li style="text-align: justify;">Gece Aşevi (1967),</li>
<li style="text-align: justify;">Üç Turunçlar (1970),</li>
<li style="text-align: justify;">Pencere (1975),</li>
<li style="text-align: justify;">Ertuğrul Faciası (1995).</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>Yazılar</strong>:</p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Bile/Yazdı (1979),</li>
<li style="text-align: justify;">Düzyazılar 1 (haz. Ali Tanyeri - Hilmi Yavuz, 1983),</li>
<li style="text-align: justify;">Düzyazılar 2 (1983).</li>
<li style="text-align: justify;">Sözlük Türündeki Eserleri:</li>
<li style="text-align: justify;">Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (1960),</li>
<li style="text-align: justify;">Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü (1971).</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>Diğer Eserleri:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Atatürk Şiirleri (antoloji, 1963),</li>
<li style="text-align: justify;">100 Soruda Mitologya (1969),</li>
<li style="text-align: justify;">Musullu Süleyman (Ahmet Mithat Efendi’den sadeleştirme, 1971),</li>
<li style="text-align: justify;">Mektuplar (1989),</li>
<li style="text-align: justify;">Serin Mavi (eşine mektuplar, 1999).</li>
</ul>
<p><strong>Çevirileri:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Türk Halk Kitapları (Otto Spies’ten),</li>
<li style="text-align: justify;">Dünya Nimeti (K. Hamsun’dan, I-II, 1949-1950),</li>
<li style="text-align: justify;">Venedik’te Ölüm (T. Mann’dan, 1952),</li>
<li style="text-align: justify;">Yaman Adam (Unamuno’dan, 1954),</li>
<li style="text-align: justify;">Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok (Remarque’tan, 1956),</li>
<li style="text-align: justify;">Martı (Çehov’dan, 1963),</li>
<li style="text-align: justify;">Malte Laurids Brigge’nin Notları (Rilke’den, 1966),</li>
<li style="text-align: justify;">Ve O Hiçbir Şey Demedi (H. Böll’den, 1966),</li>
<li style="text-align: justify;">Şarkılar Kitabı (H. Heine’den, 1972),</li>
<li style="text-align: justify;">Andersen Masalları 1 (Andersen’den, 1977),</li>
<li style="text-align: justify;">Kör Baykuş (Sâdık Hidâyet’ten, 1977).</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;">Ölümünden sonra Necatigil’in bütün şiirleri, oyunları, yazıları ve konuşmaları Ali Tanyeri ve Hilmi Yavuz tarafından yedi cilt halinde yayımlanmıştır (1981-1985).</p>
<p style="text-align: right;"><em><strong>Ferman KARAÇAM (İSLAM ANSİKLOPEDİSİ- cilt: 32, sayfa: 478-480)</strong></em></p>
<p style="text-align: right;"> </p>
<p><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/dvan-edebyati/156-siirler-divan.html" target="_blank" rel="alternate">DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/halk-edebyati/72-halk-edebiyati-siirler.html" target="_blank" rel="alternate">HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/103-b-ile-baslayanlar/behcet-necatgl.html" target="_blank" rel="alternate">BEHÇET NECATİGİL ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=353&catid=33&Itemid=3">BEHÇET NECATİGİL HAYATI, ESERLERİ ve ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"> </p>
<p> </p><p style="text-align: center;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem.html"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/behcet_necatigil.jpg" alt="" /></a><span style="color: #ff0000;">Behçet NECATİGİL KİMDİR?</span><br /></strong></p>
<p style="text-align: center;"><strong>(1916-1979)</strong></p>
<p style="text-align: center;"><strong>Cumhuriyet dönemi şair ve yazarı.</strong></p>
<p style="text-align: justify;">İstanbul’da Fatih’te doğdu. Esas adı Mehmet Behçet’tir. Babası, Sarıyer ve Beyoğlu müftülükleri yapmış olan müderris Mehmet Necati Efendi, annesi Geyveli İbrâhim Hakkı Efendi’nin kızı Fatma Bedriye Hanım’dır. İbrâhim Hakkı Efendi Fâtih ve Dolmabahçe camilerinde başimamlık ve Tedkīkāt-ı Mesâhif ve Müellefât-ı Şer‘iyye Meclisi üyeliği yapmıştır. Henüz iki yaşında iken annesini kaybeden Necatigil, Beşiktaş Cevrî Usta İlkokulu’nda başladığı öğrenimine babasının memuriyeti dolayısıyla bir süre Kastamonu’da devam etti, ardından İstanbul Kabataş Lisesi’ni bitirdi (1936). 1940’ta Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. 1937 yılında henüz öğrenci iken Berlin Üniversitesi dil kurslarına katılmak için dört ay Almanya’da bulundu; ayrıca Kabataş Lisesi’ndeki öğretmenliği sırasında iki yıl Edebiyat Fakültesi Alman Filolojisi’nde okudu. 1940’ta edebiyat öğretmeni olarak Kars Lisesi’ne, buranın hava şartlarına uyum sağlayamadığı için ertesi yıl Zonguldak Çelikel Lisesi’ne tayin edildi. 1943’te İstanbul Pertevniyal Lisesi’ne geçti. İlk soyadı Gönül olan ve ilk şiirlerinde Behçet Necati imzası bulunan şair bu tarihten itibaren Necatigil soyadını kullandı. Bu soyadını almasında hem baba adının hem divan şairi Necâtî Bey’e duyduğu hayranlığın etkisi olmuştur. Askerlikten sonra 1960’a kadar görev yapacağı Kabataş Lisesi’ne tayin edildi. 1960-1972 yılları arasında Çapa Eğitim Enstitüsü’nde çalıştı. 1972’de emekli olmasının ardından İstanbul Üniversitesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Enstitüsü ile Yıldız Yüksek Teknik Okulu’nda kompozisyon dersleri verdi. 13 Aralık 1979’da öldü, mezarı Zincirlikuyu’dadır.</p>
<p style="text-align: justify;">Edebiyata ve özellikle şiire küçük yaşlardan itibaren ilgi duyan Necatigil daha ilkokul sıralarında şiir yazmaya başlamış, ortaokul öğrencisi iken edebiyat hocası Zeki Ömer Defne tarafından teşvik edilmiştir. “Gece ve Yas” adlı ilk şiiri 1935’te Varlık dergisinde yayımlanmış, bunu başta Varlık olmak üzere çeşitli dergilerde diğer şiirleri izlemiştir. Uzun yıllar edebiyat öğretmenliğiyle birlikte şiir, radyo oyunları ve şiirle ilgili yazılar yazan, çeviriler yapan Necatigil edebiyat tarihlerinde daha çok bir şair olarak tanınmaktadır. Kendi şiir anlayışını “toplumcu realist” diye tanımlayan Necatigil hiçbir edebî gruba katılmamış; daha çok ev, aile, çevre, sosyal olaylar, gündelik hayat, orta halli insanın meseleleri, aşk, ölüm, çocukluk özlemi, yalnızlık, yaşlılık ve kentleşmenin ortaya çıkardığı problemleri şiirine yansıtmıştır. Şiirlerinde karamsarlık, hüzün, acı, sıkıntı ve bedbinlik yoğun şekilde hâkimdir. Hayatı boyunca şiirin ideolojiden uzak tutulması gerektiğini savunan şair orta halli ve yoksul insanların sosyal ve ekonomik problemleriyle kendini özdeşleştirmiş, ancak bunları ideolojik anlamda değil tamamen insanî kaygılardan dolayı gerekli görmüştür.</p>
<p style="text-align: justify;">Kendi hayatında edindiği tecrübeyle içinde yaşadığı çağın getirdiği kültürel değişimdeki yıkımı, yozlaşmayı ve trajediyi derinden kavrayan sayılı şairlerden biri olan Necatigil, şiirlerinde büyük şehirde tutunmaya çalışan yoksul ve orta halli insanların dramatik hayatına yer vermiş, onların acılarını ve çıkmazlarını dile getirmiştir. Bu yanıyla Garipçiler’le bir benzerlik göstermekle beraber şiirin esas öğelerinden sayılan edebî sanatları ve bir âhenk unsuru olarak zaman zaman vezin ve kafiyeyi kullanmak suretiyle onlardan ayrılmıştır.</p>
<p style="text-align: justify;">Necatigil modern Türk şiirinde geleneğe büyük önem vermiş, divan şiirinden halk ve tasavvuf şiirine kadar çok geniş bir sanat birikiminden kendine özgü biçimde yararlanmıştır. Gelenek ve gelenekten faydalanma konusunda yazdığı yazılarda kendisinin Batı uygarlığından ve Yunan antikitesinden gelmediğini, mayasında Yûnus Emre’lerin, Âşık Paşa’ların, Fuzûlî ve Karacaoğlan’ların bulunduğunu belirtmiş, bununla birlikte klasiğin ve gelenekselin çağın motifleriyle süslenerek modern ve evrensel olanla kaynaşması gerektiğini vurgulamıştır.</p>
<p style="text-align: justify;">Şiirlerinde kelimeleri özenle seçen, zengin çağrışımlara yer veren, eski kelimelerin anlam zenginliğinden ve ses özelliklerinden büyük bir ustalıkla faydalanan şair modern Türk şiirinde kültürel birikimi en iyi kullananlardan biridir. Fert için sanat, toplum için sanat gibi ayırımlara karşı çıkan Necatigil’in şiiri esas itibariyle iki döneme ayrılmaktadır. 1955 yılına kadar olan ilk döneme ait şiirleri anlatım ve hikâye öğeleri öne çıkan, daha açık ve daha kolay anlaşılır niteliktedir. Bu tarihten sonra yazdıkları ise genellikle birden fazla anlam boyutu taşıyan kelimelerle kurulmuş, geleneksel şiire daha yakın, daha kapalı ve güç anlaşılan, hikâye ve anlatımdan uzak, duygu bakımından yoğun şiirlerdir.</p>
<p style="text-align: justify;">Necatigil bütün şairlerin şiirde üç temel dönem yaşadıklarını söyler. Bunlar sırasıyla “gurbet burcu, hasret burcu, hikmet burcu”dur. İlkinde şair ne yazdığının ve nasıl yazdığının farkında değildir; taklitler yapar, daha çok aşktan söz eder; karşısına iyi veya kötü örnekler çıkabilir. Bu dönem rastgele ve acemice yürüyüş dönemidir. İkinci dönem özentiden, taklitten ve bocalamadan çıkış dönemidir. Şair hasret burcunda kendi kendisi olduğu bir döneme geçmektedir. Hikmet burcunda ise hakikatlerle yüzleşmiş, neyin gerçekleşip neyin gerçekleşemediğini yaşayarak görmüştür; eserlerinde nutuk, ideoloji ve hamaset geride kalmıştır.</p>
<p style="text-align: justify;">Uzun yıllar edebiyat öğretmenliği tecrübesi dolayısıyla okullar için, edebî şahsiyetler ve eserlerle ilgili el kitabı tarzında sözlük ve antolojiler de hazırlayan Necatigil radyo oyunları yazmış, eski yazarlardan uyarlamalar yapmış, ayrıca Knut Hamsun başta olmak üzere Rainer Marie Rilke, Hermann Hesse, Thomas Mann, Miguel de Unamuno, Stefan Zweig ve Heinrich Heine gibi Batılı şair ve yazarların çok sayıda eserini Türkçe’ye kazandırmıştır. Ölümünden sonra Beşiktaş’ta oturduğu evin bulunduğu sokağa şairin adı verilmiş, 1980 yılından itibaren ailesi “Behçet Necatigil Şiir Ödülü” adıyla bir ödül koymuştur. Behçet Necatigil’le ilgili olarak Nurullah Çetin doktora (1995, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), Altan Alperen (1987, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), İbrahim Demirer (1990, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü), Gonca Gökalp (1992, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü) ve Hüseyin Alacatlı (1994, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü) birer yüksek lisans tezi hazırlamışlardır.</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p style="text-align: justify; padding-left: 30px;"><strong>Eserleri:</strong></p>
<p style="text-align: justify;"><strong>Şiirleri:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Kapalı Çarşı (1945),</li>
<li style="text-align: justify;">Çevre (1951),</li>
<li style="text-align: justify;">Evler (1953),</li>
<li style="text-align: justify;">Eski Toprak (1956),</li>
<li style="text-align: justify;">Arada (1958),</li>
<li style="text-align: justify;">Dar Çağ (1960),</li>
<li style="text-align: justify;">Yaz Dönemi (1963),</li>
<li style="text-align: justify;">Divançe (1965),</li>
<li style="text-align: justify;">İki Başına Yürümek (1968),</li>
<li style="text-align: justify;">En/Cam (1970),</li>
<li style="text-align: justify;">Zebra (1973),</li>
<li style="text-align: justify;">Kareler Aklar (1975),</li>
<li style="text-align: justify;">Sevgilerde (bütün şiirlerinden seçmeler, 1976),</li>
<li style="text-align: justify;">Beyler (1978), Söyleriz (1980),</li>
<li style="text-align: justify;">Yayımlanmamış Şiirler (1985).</li>
</ul>
<p><strong>Radyo Oyunu:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Yıldızlara Bakmak,</li>
<li style="text-align: justify;">Kadın ve Kedi (1965),</li>
<li style="text-align: justify;">Gece Aşevi (1967),</li>
<li style="text-align: justify;">Üç Turunçlar (1970),</li>
<li style="text-align: justify;">Pencere (1975),</li>
<li style="text-align: justify;">Ertuğrul Faciası (1995).</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>Yazılar</strong>:</p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Bile/Yazdı (1979),</li>
<li style="text-align: justify;">Düzyazılar 1 (haz. Ali Tanyeri - Hilmi Yavuz, 1983),</li>
<li style="text-align: justify;">Düzyazılar 2 (1983).</li>
<li style="text-align: justify;">Sözlük Türündeki Eserleri:</li>
<li style="text-align: justify;">Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (1960),</li>
<li style="text-align: justify;">Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü (1971).</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;"><strong>Diğer Eserleri:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Atatürk Şiirleri (antoloji, 1963),</li>
<li style="text-align: justify;">100 Soruda Mitologya (1969),</li>
<li style="text-align: justify;">Musullu Süleyman (Ahmet Mithat Efendi’den sadeleştirme, 1971),</li>
<li style="text-align: justify;">Mektuplar (1989),</li>
<li style="text-align: justify;">Serin Mavi (eşine mektuplar, 1999).</li>
</ul>
<p><strong>Çevirileri:</strong></p>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Türk Halk Kitapları (Otto Spies’ten),</li>
<li style="text-align: justify;">Dünya Nimeti (K. Hamsun’dan, I-II, 1949-1950),</li>
<li style="text-align: justify;">Venedik’te Ölüm (T. Mann’dan, 1952),</li>
<li style="text-align: justify;">Yaman Adam (Unamuno’dan, 1954),</li>
<li style="text-align: justify;">Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok (Remarque’tan, 1956),</li>
<li style="text-align: justify;">Martı (Çehov’dan, 1963),</li>
<li style="text-align: justify;">Malte Laurids Brigge’nin Notları (Rilke’den, 1966),</li>
<li style="text-align: justify;">Ve O Hiçbir Şey Demedi (H. Böll’den, 1966),</li>
<li style="text-align: justify;">Şarkılar Kitabı (H. Heine’den, 1972),</li>
<li style="text-align: justify;">Andersen Masalları 1 (Andersen’den, 1977),</li>
<li style="text-align: justify;">Kör Baykuş (Sâdık Hidâyet’ten, 1977).</li>
</ul>
<p style="text-align: justify;">Ölümünden sonra Necatigil’in bütün şiirleri, oyunları, yazıları ve konuşmaları Ali Tanyeri ve Hilmi Yavuz tarafından yedi cilt halinde yayımlanmıştır (1981-1985).</p>
<p style="text-align: right;"><em><strong>Ferman KARAÇAM (İSLAM ANSİKLOPEDİSİ- cilt: 32, sayfa: 478-480)</strong></em></p>
<p style="text-align: right;"> </p>
<p><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/dvan-edebyati/156-siirler-divan.html" target="_blank" rel="alternate">DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/halk-edebyati/72-halk-edebiyati-siirler.html" target="_blank" rel="alternate">HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/103-b-ile-baslayanlar/behcet-necatgl.html" target="_blank" rel="alternate">BEHÇET NECATİGİL ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/index.php?option=com_content&view=article&id=353&catid=33&Itemid=3">BEHÇET NECATİGİL HAYATI, ESERLERİ ve ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"> </p>
<p> </p>BERİN TAŞAN HAYATI ve ESERLERİ2018-02-07T06:34:49+00:002018-02-07T06:34:49+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/8595-berin-tasan-hayati-eserleri.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>BERİN TAŞAN KİMDİR?</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong><img src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/berin-tasan.jpg" alt="" width="94" height="94" /></strong></span><br /><br />1926 yılında Merzifon'da doğdu. Babası “Merzifon Tarihi” yazarı Aziz Taşan’dır. Ortaöğrenimini Samsun Lisesi’nde, yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamladı. İlk görevi İzmir Savcı yardımcılığı (1954), "İmece" dergisinde çıkan bir şiirinden Türkiye İşçi Parti’sinin yayın organında alıntı yapılması üzerine Sinop’a gönderildi. Şiran (Gümüşhane), Karaburun ve tekrar Izmir’de (1960-1965) savcılık yaptı. Otuz üç yıl cumhuriyet savcılığı yaptıktan sonra, 1985 yılında İzmir Karşıyaka Başsavcısı olarak emekli oldu. On üç yıl avukatlık yaptı. “Hukukçu, Şair, Yazar” kimliği nedeniyle Karşıyaka Adliyesine bitişik sokağa Karşıyaka Belediyesi tarafından adı verildi. Yetmiş yaşında Türkiye Yazarlar Sendikası tarafından onur plaketiyle ödüllendirildi. Şimdi İzmir'de yaşamını sürdürüyor ve "ertelediğim asıl işim" dediği edebiyatla uğraşıyor.<br />İlk şiiri Varlık dergisinde yayımlandı, daha çok; Varlık, Yeni Ufuklar, Dost dergilerinde şiirlerini yayımladı. Toplumcu ve bireysel izlekleri inançlı ve kendine özgü bir ses rengiyle, akışkan ve doğal bir coşkuyla duru şiirler yazdı. Şiirin yanı sıra edebiyatla ilgili araştırmalar, incelemeler yaptı, "İçerdeki Adam" adında bir oyun ve Merzifonlu Şeyh Abdurrahim Rumi (15. yy.) üzerine bir incelemesi yazdı. <br /><br />Bekir Yurdakul şair hakkında “Tam kırk çeşidini bilse de sarmaşık gülün, kırk düşünür, kırk tartar, bir söyler; alçak gönüllü bir dil dervişidir O” demiştir. Bu tanımlamanın eksiği belki vardır, ama fazlası asla... <br /><br />Attilâ İlhan, üstat için “Bizim Kuşaktan hukukçu kimliğini sonuna kadar koruyan bir o kaldı ” demiştir.<br /><br />Tarık Dursun K ise; “Eski ustalar ile yeniler arasına sıkışıp kalmış iki şair var: Berin Taşan biri, öteki de Hilmi Yavuz. Bakın yayınladıkları kitaplarına: Hem, Yüzünün Bir Yanında –hem de- Bakış kuşu- nda şiirin dikâlâsını bulacaksınız. Ama yine de adları çevresinde bir gürültü halesi yoktur. Neden? Belki de herhangi bir dergici bayın kanadı altına girmeyi kabullenememelerinden, özgür kalmayı yeğlemelerinden, sofra desteklerinden uzak durmalarından” demiştir.<br /><br /><strong>ESERLERİ:</strong><br />Ellerim, Gözlerim,Yüreğim (1960)<br />Yüzünün Bir Yanında (1969)<br />Önce (1986)<br />Şahdamarından (seçilmiş şiirler, 200 <br />İçerdeki Adam<br />Merzifonlu Şeyh Abdurrahim Rumi (15. yy.) İnceleme</p>
<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">ŞİİRLER</a></strong></p>
<p><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/191-b-ile-baslayanlar/berrn-taan.html" target="_blank" rel="alternate">BERİN TAŞAN ŞİİRLERİ</a></strong></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>BERİN TAŞAN KİMDİR?</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong><img src="https://www.liseedebiyat.com/images/stories/fruit/berin-tasan.jpg" alt="" width="94" height="94" /></strong></span><br /><br />1926 yılında Merzifon'da doğdu. Babası “Merzifon Tarihi” yazarı Aziz Taşan’dır. Ortaöğrenimini Samsun Lisesi’nde, yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamladı. İlk görevi İzmir Savcı yardımcılığı (1954), "İmece" dergisinde çıkan bir şiirinden Türkiye İşçi Parti’sinin yayın organında alıntı yapılması üzerine Sinop’a gönderildi. Şiran (Gümüşhane), Karaburun ve tekrar Izmir’de (1960-1965) savcılık yaptı. Otuz üç yıl cumhuriyet savcılığı yaptıktan sonra, 1985 yılında İzmir Karşıyaka Başsavcısı olarak emekli oldu. On üç yıl avukatlık yaptı. “Hukukçu, Şair, Yazar” kimliği nedeniyle Karşıyaka Adliyesine bitişik sokağa Karşıyaka Belediyesi tarafından adı verildi. Yetmiş yaşında Türkiye Yazarlar Sendikası tarafından onur plaketiyle ödüllendirildi. Şimdi İzmir'de yaşamını sürdürüyor ve "ertelediğim asıl işim" dediği edebiyatla uğraşıyor.<br />İlk şiiri Varlık dergisinde yayımlandı, daha çok; Varlık, Yeni Ufuklar, Dost dergilerinde şiirlerini yayımladı. Toplumcu ve bireysel izlekleri inançlı ve kendine özgü bir ses rengiyle, akışkan ve doğal bir coşkuyla duru şiirler yazdı. Şiirin yanı sıra edebiyatla ilgili araştırmalar, incelemeler yaptı, "İçerdeki Adam" adında bir oyun ve Merzifonlu Şeyh Abdurrahim Rumi (15. yy.) üzerine bir incelemesi yazdı. <br /><br />Bekir Yurdakul şair hakkında “Tam kırk çeşidini bilse de sarmaşık gülün, kırk düşünür, kırk tartar, bir söyler; alçak gönüllü bir dil dervişidir O” demiştir. Bu tanımlamanın eksiği belki vardır, ama fazlası asla... <br /><br />Attilâ İlhan, üstat için “Bizim Kuşaktan hukukçu kimliğini sonuna kadar koruyan bir o kaldı ” demiştir.<br /><br />Tarık Dursun K ise; “Eski ustalar ile yeniler arasına sıkışıp kalmış iki şair var: Berin Taşan biri, öteki de Hilmi Yavuz. Bakın yayınladıkları kitaplarına: Hem, Yüzünün Bir Yanında –hem de- Bakış kuşu- nda şiirin dikâlâsını bulacaksınız. Ama yine de adları çevresinde bir gürültü halesi yoktur. Neden? Belki de herhangi bir dergici bayın kanadı altına girmeyi kabullenememelerinden, özgür kalmayı yeğlemelerinden, sofra desteklerinden uzak durmalarından” demiştir.<br /><br /><strong>ESERLERİ:</strong><br />Ellerim, Gözlerim,Yüreğim (1960)<br />Yüzünün Bir Yanında (1969)<br />Önce (1986)<br />Şahdamarından (seçilmiş şiirler, 200 <br />İçerdeki Adam<br />Merzifonlu Şeyh Abdurrahim Rumi (15. yy.) İnceleme</p>
<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">ŞİİRLER</a></strong></p>
<p><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/191-b-ile-baslayanlar/berrn-taan.html" target="_blank" rel="alternate">BERİN TAŞAN ŞİİRLERİ</a></strong></p>BESİM AKIMSAR HAYATI ve ESERLERİ2012-11-08T19:54:07+00:002012-11-08T19:54:07+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/2287-besm-akimsar.htmlMAGmagoksu37@hotmail.com<p><span style="color: #ff0000;"><strong>BESİM AKIMSAR HAYATI ve ESERLERİ</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;"> Öykü yazarı (1920 —»). Çeşme'de doğdu. Ortaöğrenimini İzmir Ticaret Lisesi'nde tamamladı. Bir süre ticaret yaptı; daha sonra Gütenberg basımevi ve Kovan kitapevini kurdu. Dünya gazetesinde yazar ve muhabir olarak çalıştı. ilk öyküleri Yarımay dergisinde çıkan Akımsar, daha sonra Fikirler, kendi yayımladığı Kovan dergilerinde (1943-1946) yazdı. Mehmet Efendi Tuhaf Adamdır (1959) adlı öykü kitabı var.</p>
<p> <br />KAYNAKLAR: Şükran KURDAKUL (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).</p>
<p> </p>
<p> </p>
<p> </p>
<p> </p><p><span style="color: #ff0000;"><strong>BESİM AKIMSAR HAYATI ve ESERLERİ</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;"> Öykü yazarı (1920 —»). Çeşme'de doğdu. Ortaöğrenimini İzmir Ticaret Lisesi'nde tamamladı. Bir süre ticaret yaptı; daha sonra Gütenberg basımevi ve Kovan kitapevini kurdu. Dünya gazetesinde yazar ve muhabir olarak çalıştı. ilk öyküleri Yarımay dergisinde çıkan Akımsar, daha sonra Fikirler, kendi yayımladığı Kovan dergilerinde (1943-1946) yazdı. Mehmet Efendi Tuhaf Adamdır (1959) adlı öykü kitabı var.</p>
<p> <br />KAYNAKLAR: Şükran KURDAKUL (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).</p>
<p> </p>
<p> </p>
<p> </p>
<p> </p>BEŞİR AYVAZOĞLU HAYATI ve ESERLERİ2018-04-23T16:06:10+00:002018-04-23T16:06:10+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/13046-besir-ayvazoglu-hayati.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/655-b-ile-baslayanlar/besir-ayvazoglu-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">BEŞİR AYVAZOĞLU<img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/besir-ayvazoglu.jpg" alt="" /></a> HAYATI ve ESERLERİ</strong></span><br /><br />Beşir Ayvazoğlu, 11 şubat 1953 tarihinde Sivas’ın Zara ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Sivas’ta tamamladı. 1975’te Bursa Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümünü bitirdi. Çeşitli liselerde Türkçe ve edebiyat öğretmenliği yaptı. TRT’de uzman olarak çalıştı. Askerlik görevini tamamladıktan sonra, lise yıllarında mahallî gazetelerde amatör olarak yürüttüğü gazetecilik mesleğine döndü. 1985-1991 yılları arasında Tercüman gazetesinin “Kültür-Sanat” sayfasını yönetti. Türkiye Gazetesinde Kültür-Sanat yönetmenliği ve köşe yazarlığı yaptı. Yeni Ufuk gazetesinin genel yönetmeni oldu. Şehir Tiyatroları Repertuar kurulu üyeliğine seçildi.<br /><br />Hergün, Tercüman, Türkiye, Zaman ve Yeni Ufuk gazeteleriyle haftalık Aksiyon dergisinde köşe yazarı ve yönetici olarak çalıştı. Bir ara Kültür Bakanlığı danışmanı olarak görev yaptı. ADTYK Atatürk Kültür Merkezi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi şehir Tiyatroları Repertuar Kurulu ve TDV İslâm Ansiklopedisi Türk Dili ve Edebiyatı Merkez ilim ve Redaksiyon Kurulu üyeliklerinde bulundu. Ayrıca CNN Türk’te Hilmi Yavuz’la birlikte iki yıl “Gökkubbemiz” adlı kültür programını hazırladı. Kasım 2001-Temmuz 2005 tarihleri arasında Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyesi olarak görev yaptı. Halen Türk Edebiyatı Dergisi’nin genel yayın yönetmenliğini yürütüyor ve TRT 2’de “Bir Tepeden” adlı bir kültür programı hazırlıyor.<br />Türkiye Yazarlar Birliği, İLESAM, Çocuk Vakfı ve Sezer Tansuğ Kültür ve Sanat Vakfı’nın kurucu üyeleri arasında yer alan ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti üyesi olan Beşir Ayvazoğlu, 1982 yılında yayımlanan Aşk Estetiği adlı ilk eseriyle Türkiye Yazarlar Birliği’nin Fikir Dalında Yılın Yazarı ödülüne lâyık görüldü. Muradiye Ölüm ve Gül adlı belgesel metniyle TMKV Türk Millî Kültürüne Hizmet Ödülü’nü 1986 yılında, Güller Kitabı adlı eseriyle Türkiye Yazarlar Birliği inceleme Dalında Yılın Yazarı Ödülü’nü 1992 yılında, Yahya Kemal Eve Dönen Adam adlı eseriyle de Avrasya-Bir Vakfı Ödülü’nü 1998 yılında aldı. Beşir Ayvazoğlu 1999 yılında da Kombassan Vakfı tarafından Mevlana Edebiyat Büyük Ödülü’ne layık görüldü.<br /><br /><strong>Beşir Ayvazoğlu- Eserleri</strong><br /><br /> Aşk Estetiği (İnceleme, 1982)<br /> Gülname (şiir, 1983)<br /> Yahya Kemal-Eve Dönen Adam (İnceleme, 1985)<br /> Geçmişi Yeniden Kurmak (Denemeler, 1987)<br /> İslâm Estetiği ve İnsan (İnceleme, 1989)<br /> Aslanlar, Tilkiler ve Eşekler (Fabl, 1990)<br /> Türkün Kültür Coğrafyasında Bir Gezinti (Gezi, deneme, röportaj, 1990)<br /> Halk Şiirinden Tarihe (Denemeler, 1991)<br /> Kaknus (Şiir, 1991)<br /> Güller Kitabı (İnceleme, 1992)<br /> Şehir Fotoğrafları (Denemeler, 1995)<br /> Tarık Buğra – Güneş Rengi Bir Yığın Yaprak (Biyografi, 1995)<br /> Şiirler (Toplu şiirleri, 1996)<br /> Geleneğin Direnişi (Denemeler, 1996)<br /> Fuzulî Kitabı (1996)<br /> Defterimde 40 Suret (Biyografi, 1996)<br /> Altı Çizili Satırlar (1997)<br /> Dede Efendi (Flamanca tercümesiyle, Hollanda, 1997)<br /> Kuğunun son şarkısı (Şeyh Galip Biyografisi,Ötüken Yayınları Şubat 1999)<br /> Peyami, Hayatı Sanatı Felsefesi Dramı (Biyografi-Deneme, 1999)<br /> Sîretler ve Sûretler (Biyografi-Deneme 1999)<br /> Yaza Yaza Yaşamak (Deneme, 1999)<br /> Bozgunda Fetih Rüyası(Biyografk Roman,2001)<br /> 1924 Bir Fotoğrafın Uzun Hikâyesi (Anlatı,2006)<br /> Ney’in Sırrı, (Deneme, 2007)<br /> Kainatça Tanınmış Türk Şiir Kralı, Florinalı Nazım ve Şaşalı Edebi Hayatı (Biyografi,2008)<br /> Yahya Kemal’in İstanbul’u, 2008<br /> Yazarın çeşitli radyo ve televizyon programları da bulunmaktadır.<br /><br /><strong>GÜLLER KİTABI</strong>: Beşir Ayvazoğlu’nun Türk zevk tarihinin çiçeklerle ilgili tarhlarında dolaştığı ve okuyucuyu dolaştırdığı şahane bir eserdir.<br /><br /><strong>AŞK ESTETİĞİ:</strong> Türk-İslam sanatlarının ardındaki dünya görüşünü anlama çabasından doğan Aşk Estetiği, kendi estetik dünyamıza kendi gözümüzle bakma denemesidir.</p>
<p style="text-align: justify;"><strong>YAHYA KEMAL (EVE DÖNEN ADAM):</strong> Yazar bu kitapta, büyük şairin “eve nasıl döndüğünü” ve “evin şiirini” nasıl yazdığını anlatıyor.<br /><br /><strong>TARIK BUĞRA</strong> (GÜNEŞ RENGi BiR YIĞIN YAPRAK): Sanat anlayışının, dilinin veüslûbunun farklılığı dolayısıyla ister istemez kendi neslinden koparak modaların dışında bir yazarlık macerası yaşayan Tarık Buğra, aslında yalnız bir adamdı, fakat yalnızlığını bereketli bir kaynak haline getirebilmişti. Beşir Ayvazoğlu, elinizdeki kitapta onun bu yazarlık ve yalnızlık macerasını anlatıyor.<br /><br /><strong>GELENEĞiN DİRENİŞİ:</strong> Bu kitapta, gelenek kavramı, bir kültürün kendisini devam ettirme, değişirken bile kendisi olarak kalma refleksi olarak yorumlanmış ve Türkiye’de, iki yüz yıllık Batılılaşma döneminde, varlığını korumaya çalışırken yaşadığı heyecan verici maceralar anlatılmıştır.<br /><br /><strong>ŞİİRLER:</strong> Ayvazoğlu, şiiri, bir davayı anlatma aracı olarak değil, dilin asırlar içinde biriktirerek bünyesinde gizlediği zenginlikleri ve beşeriyi keşfetme çabası olarak görüyor. Yazar diğer şiir kitaplarında yer alan şiirlerin büyük bir kısmını bu kitaplara girmeyen şiirlerle buluşturdu.<br /><br /><strong>DEFTERİMDE 40 SURET:</strong> Eskiden, insan için âlem-i sugra, yani küçük âlem derlermiş, ne kadar doğru. Bana sorarsanız, her insan ayrı bir âleme açılan bir kapı; o kapıdan içeri girdikten sonra, labirentlerinde kaybolmak işten bile değil, Freud’ların mroydların başlarına gelen nedir? Sıradan zannettiğimiz insanların bile uçsuz bucaksız iç dünyaları varsa, bilim, sanat ve hareket adamlarının dünyalarının büyüklüğünü varın siz hesap edin. Doğru söylüyorum, onları derinliğine anlamaya çalışmak, galaksiler arası yolculuğa çıkmak gibi bir şey olmalı.<br /><br /><strong>ŞEHİR FOTOĞRAFLARI:</strong> Eski şehir fotoğraflarına bakarken, ucundan kıyısından yaşadığımız, fakat anlamaya fırsat bulamadan kaybettiğimiz hayatın dimağımda kalan tadını yeniden yaşıyorum. Bize gelinceye kadar yavaş yavaş incelen ip birdenbire kopmuş, kendimizi alabildiğine farklı bir dünyada buluvermiştik. Asıl kopuşu benim de mensup olduğum neslin yaşadığını söylemek istiyorum. Eskiden usul usul ve kendiliğinden yok olan evlerin buldozorlerle yıkılıp yerlerine bilmem kaçar katlı apartmanların dikildiğini gördük. Radyonun bile lüks sayıldığı evlerden çıkıp borç harç renkli televizyonlar, videolar, bilgisayarlar edinen garip bir nesiliz. Kaçınılmaz bir şeydi bu. Dünya kaç bucakmış öğrendik. Şimdi içinden çıkıp geldiğimiz hayata o kadar uzaklardan bakıyoruz ki! Başka hiç bir nesil bizim yaşadığımız âni değişmeyi yaşamamıştır. Bu, büyük bir şok olduğu kadar, şüphesiz, bulunmaz bir tecrübedir de.</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/dvan-edebyati/156-siirler-divan.html" target="_blank" rel="alternate">DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/halk-edebyati/72-halk-edebiyati-siirler.html" target="_blank" rel="alternate">HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/655-b-ile-baslayanlar/besir-ayvazoglu-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">BEŞİR AYVAZOĞLU ŞİİRLERİ</a></strong></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/655-b-ile-baslayanlar/besir-ayvazoglu-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">BEŞİR AYVAZOĞLU<img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/besir-ayvazoglu.jpg" alt="" /></a> HAYATI ve ESERLERİ</strong></span><br /><br />Beşir Ayvazoğlu, 11 şubat 1953 tarihinde Sivas’ın Zara ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Sivas’ta tamamladı. 1975’te Bursa Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümünü bitirdi. Çeşitli liselerde Türkçe ve edebiyat öğretmenliği yaptı. TRT’de uzman olarak çalıştı. Askerlik görevini tamamladıktan sonra, lise yıllarında mahallî gazetelerde amatör olarak yürüttüğü gazetecilik mesleğine döndü. 1985-1991 yılları arasında Tercüman gazetesinin “Kültür-Sanat” sayfasını yönetti. Türkiye Gazetesinde Kültür-Sanat yönetmenliği ve köşe yazarlığı yaptı. Yeni Ufuk gazetesinin genel yönetmeni oldu. Şehir Tiyatroları Repertuar kurulu üyeliğine seçildi.<br /><br />Hergün, Tercüman, Türkiye, Zaman ve Yeni Ufuk gazeteleriyle haftalık Aksiyon dergisinde köşe yazarı ve yönetici olarak çalıştı. Bir ara Kültür Bakanlığı danışmanı olarak görev yaptı. ADTYK Atatürk Kültür Merkezi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi şehir Tiyatroları Repertuar Kurulu ve TDV İslâm Ansiklopedisi Türk Dili ve Edebiyatı Merkez ilim ve Redaksiyon Kurulu üyeliklerinde bulundu. Ayrıca CNN Türk’te Hilmi Yavuz’la birlikte iki yıl “Gökkubbemiz” adlı kültür programını hazırladı. Kasım 2001-Temmuz 2005 tarihleri arasında Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyesi olarak görev yaptı. Halen Türk Edebiyatı Dergisi’nin genel yayın yönetmenliğini yürütüyor ve TRT 2’de “Bir Tepeden” adlı bir kültür programı hazırlıyor.<br />Türkiye Yazarlar Birliği, İLESAM, Çocuk Vakfı ve Sezer Tansuğ Kültür ve Sanat Vakfı’nın kurucu üyeleri arasında yer alan ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti üyesi olan Beşir Ayvazoğlu, 1982 yılında yayımlanan Aşk Estetiği adlı ilk eseriyle Türkiye Yazarlar Birliği’nin Fikir Dalında Yılın Yazarı ödülüne lâyık görüldü. Muradiye Ölüm ve Gül adlı belgesel metniyle TMKV Türk Millî Kültürüne Hizmet Ödülü’nü 1986 yılında, Güller Kitabı adlı eseriyle Türkiye Yazarlar Birliği inceleme Dalında Yılın Yazarı Ödülü’nü 1992 yılında, Yahya Kemal Eve Dönen Adam adlı eseriyle de Avrasya-Bir Vakfı Ödülü’nü 1998 yılında aldı. Beşir Ayvazoğlu 1999 yılında da Kombassan Vakfı tarafından Mevlana Edebiyat Büyük Ödülü’ne layık görüldü.<br /><br /><strong>Beşir Ayvazoğlu- Eserleri</strong><br /><br /> Aşk Estetiği (İnceleme, 1982)<br /> Gülname (şiir, 1983)<br /> Yahya Kemal-Eve Dönen Adam (İnceleme, 1985)<br /> Geçmişi Yeniden Kurmak (Denemeler, 1987)<br /> İslâm Estetiği ve İnsan (İnceleme, 1989)<br /> Aslanlar, Tilkiler ve Eşekler (Fabl, 1990)<br /> Türkün Kültür Coğrafyasında Bir Gezinti (Gezi, deneme, röportaj, 1990)<br /> Halk Şiirinden Tarihe (Denemeler, 1991)<br /> Kaknus (Şiir, 1991)<br /> Güller Kitabı (İnceleme, 1992)<br /> Şehir Fotoğrafları (Denemeler, 1995)<br /> Tarık Buğra – Güneş Rengi Bir Yığın Yaprak (Biyografi, 1995)<br /> Şiirler (Toplu şiirleri, 1996)<br /> Geleneğin Direnişi (Denemeler, 1996)<br /> Fuzulî Kitabı (1996)<br /> Defterimde 40 Suret (Biyografi, 1996)<br /> Altı Çizili Satırlar (1997)<br /> Dede Efendi (Flamanca tercümesiyle, Hollanda, 1997)<br /> Kuğunun son şarkısı (Şeyh Galip Biyografisi,Ötüken Yayınları Şubat 1999)<br /> Peyami, Hayatı Sanatı Felsefesi Dramı (Biyografi-Deneme, 1999)<br /> Sîretler ve Sûretler (Biyografi-Deneme 1999)<br /> Yaza Yaza Yaşamak (Deneme, 1999)<br /> Bozgunda Fetih Rüyası(Biyografk Roman,2001)<br /> 1924 Bir Fotoğrafın Uzun Hikâyesi (Anlatı,2006)<br /> Ney’in Sırrı, (Deneme, 2007)<br /> Kainatça Tanınmış Türk Şiir Kralı, Florinalı Nazım ve Şaşalı Edebi Hayatı (Biyografi,2008)<br /> Yahya Kemal’in İstanbul’u, 2008<br /> Yazarın çeşitli radyo ve televizyon programları da bulunmaktadır.<br /><br /><strong>GÜLLER KİTABI</strong>: Beşir Ayvazoğlu’nun Türk zevk tarihinin çiçeklerle ilgili tarhlarında dolaştığı ve okuyucuyu dolaştırdığı şahane bir eserdir.<br /><br /><strong>AŞK ESTETİĞİ:</strong> Türk-İslam sanatlarının ardındaki dünya görüşünü anlama çabasından doğan Aşk Estetiği, kendi estetik dünyamıza kendi gözümüzle bakma denemesidir.</p>
<p style="text-align: justify;"><strong>YAHYA KEMAL (EVE DÖNEN ADAM):</strong> Yazar bu kitapta, büyük şairin “eve nasıl döndüğünü” ve “evin şiirini” nasıl yazdığını anlatıyor.<br /><br /><strong>TARIK BUĞRA</strong> (GÜNEŞ RENGi BiR YIĞIN YAPRAK): Sanat anlayışının, dilinin veüslûbunun farklılığı dolayısıyla ister istemez kendi neslinden koparak modaların dışında bir yazarlık macerası yaşayan Tarık Buğra, aslında yalnız bir adamdı, fakat yalnızlığını bereketli bir kaynak haline getirebilmişti. Beşir Ayvazoğlu, elinizdeki kitapta onun bu yazarlık ve yalnızlık macerasını anlatıyor.<br /><br /><strong>GELENEĞiN DİRENİŞİ:</strong> Bu kitapta, gelenek kavramı, bir kültürün kendisini devam ettirme, değişirken bile kendisi olarak kalma refleksi olarak yorumlanmış ve Türkiye’de, iki yüz yıllık Batılılaşma döneminde, varlığını korumaya çalışırken yaşadığı heyecan verici maceralar anlatılmıştır.<br /><br /><strong>ŞİİRLER:</strong> Ayvazoğlu, şiiri, bir davayı anlatma aracı olarak değil, dilin asırlar içinde biriktirerek bünyesinde gizlediği zenginlikleri ve beşeriyi keşfetme çabası olarak görüyor. Yazar diğer şiir kitaplarında yer alan şiirlerin büyük bir kısmını bu kitaplara girmeyen şiirlerle buluşturdu.<br /><br /><strong>DEFTERİMDE 40 SURET:</strong> Eskiden, insan için âlem-i sugra, yani küçük âlem derlermiş, ne kadar doğru. Bana sorarsanız, her insan ayrı bir âleme açılan bir kapı; o kapıdan içeri girdikten sonra, labirentlerinde kaybolmak işten bile değil, Freud’ların mroydların başlarına gelen nedir? Sıradan zannettiğimiz insanların bile uçsuz bucaksız iç dünyaları varsa, bilim, sanat ve hareket adamlarının dünyalarının büyüklüğünü varın siz hesap edin. Doğru söylüyorum, onları derinliğine anlamaya çalışmak, galaksiler arası yolculuğa çıkmak gibi bir şey olmalı.<br /><br /><strong>ŞEHİR FOTOĞRAFLARI:</strong> Eski şehir fotoğraflarına bakarken, ucundan kıyısından yaşadığımız, fakat anlamaya fırsat bulamadan kaybettiğimiz hayatın dimağımda kalan tadını yeniden yaşıyorum. Bize gelinceye kadar yavaş yavaş incelen ip birdenbire kopmuş, kendimizi alabildiğine farklı bir dünyada buluvermiştik. Asıl kopuşu benim de mensup olduğum neslin yaşadığını söylemek istiyorum. Eskiden usul usul ve kendiliğinden yok olan evlerin buldozorlerle yıkılıp yerlerine bilmem kaçar katlı apartmanların dikildiğini gördük. Radyonun bile lüks sayıldığı evlerden çıkıp borç harç renkli televizyonlar, videolar, bilgisayarlar edinen garip bir nesiliz. Kaçınılmaz bir şeydi bu. Dünya kaç bucakmış öğrendik. Şimdi içinden çıkıp geldiğimiz hayata o kadar uzaklardan bakıyoruz ki! Başka hiç bir nesil bizim yaşadığımız âni değişmeyi yaşamamıştır. Bu, büyük bir şok olduğu kadar, şüphesiz, bulunmaz bir tecrübedir de.</p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p><span style="color: #ff0000;"><strong>İLGİLİ İÇERİK</strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank" rel="alternate">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/dvan-edebyati/156-siirler-divan.html" target="_blank" rel="alternate">DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/halk-edebyati/72-halk-edebiyati-siirler.html" target="_blank" rel="alternate">HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>
<p style="font-weight: 400;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/655-b-ile-baslayanlar/besir-ayvazoglu-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">BEŞİR AYVAZOĞLU ŞİİRLERİ</a></strong></span></p>BESTAMİ YAZGAN HAYATI ve ESERLERİ2018-12-08T17:14:06+00:002018-12-08T17:14:06+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/14057-bestami-yazgan-hayati.htmlS.K.saitkaragoz@hotmail.com<p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/789-b-ile-baslayanlar/bestami-yazgan-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">BESTAMİ YAZGAN</a> HAYATI ve ESERLERİ <a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/789-b-ile-baslayanlar/bestami-yazgan-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/bestami-yazgan.jpg" alt="" /></a></strong></span><br /><br />1957 yılında Osmaniye’nin Toprakkale ilçesinde doğdu. İlköğrenimini Toprakkale’de, orta ve lise öğrenimini Osmaniye İmam Hatip Lisesinde tamamladı. 1978 yılında Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesinden mezun oldu. Osmaniye’de on yedi yıl yayınlanan Güneysu Kültür Sanat ve Edebiyat dergisinin genel yayın yönetmenliğini yaptı.<br /><br />Şiir, masal ve hikâye türlerinde seksen beş eseri bulunan yazar; 1994 yılında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından Çocuk Edebiyatı dalında “Yılın Yazarı”, 1997 yılında Türkiye Çocuk Dergisi tarafından “Yılın Öğretmeni”, 2003 yılında Çocuk Edebiyatçıları ve Yayıncıları Birliği tarafından “Yılın Şairi”, 2011 yılında İLESAM tarafından Çocuk Edebiyatı dalında “Yılın Yazarı” seçildi. 2012 yılında İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından “Yazarlar Okullarda” projesinde Esenler ilçe yazarı olarak görevlendirildi. 2013 yılında Kars Kafkas Üniversitesi, 2017 yılında 19 Mayıs Üniversitesi tarafından eserleriyle ilgili yüksek lisans tezleri hazırlandı. 2013 yılında Edebiyat ve Sanat Araştırmaları Derneği (ESKADER) tarafından Çocuk Edebiyatı dalında “Yılın Yazarı” seçildi. 2014 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Yayın Danışma Kurulu üyeliğine seçildi. 2015 yılından itibaren öğrenciler arasında “Bestami Yazgan Şiir Yarışması” düzenlenmeye başlandı. 2017 yılında Kosova/Prizren’de yayımlanan Türkçem Dergisi tarafından “Yılın Yazarı” seçildi.2017 yılında “Çizgi Ötesi Öğretmenler” projesi kapsamında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından belgeseli çekildi. Şiir dalında yurt içi ve yurt dışında birçok ödül alan Bestami Yazgan’ın eserlerinden bazıları bestelendi, bazıları da ders kitaplarına girdi. ESKADER, İLESAM, MESAM ve Türkiye Yazarlar Birliği üyesidir.<br /><br />Bestami Yazgan, medenî denilen; ama gerçekte madenî özellikler taşıyan çağımızda, gönül ve ömür toprağımızı saf şiir sularıyla sulayan, kuşluk vakitlerinin kuşlu saatlerinde yazdığı şiirlerle gönül güvercinlerimizi besleyen, bulanık ve bunalmış düşüncelerimizi demleyen bir gönül insanıdır. Evli olan şair dört çocuk babasıdır.<br /><br /><strong>ESERLERİ:</strong><br /><br />1.Yıldızlara Astık Yüreğimizi: Şiir<br />2. Masal Denizi: Masal<br />3. Uçtu Uçtu Şiir Uçtu: Çocuk Şiiri<br />4. Güneşle Ay Duymasın: Çocuk Şiiri<br />5. İlk Öğrendiklerimiz: İslam'ın Beş Şartı: Çocuk Şiiri<br />6. Alfabenin Öyküsü: Tekerlemeler<br />7. Şiirlerle Nasrettin Hoca:<br />8. Sıcak Ekmek Kokusu: Hikâye<br />9. Hazinenin Şifresi: Hikâye<br />10. Bir Şiirsin Öğretmenim: Öğretmen ve Öğrenci Şiirleri<br />11. 34 adet masal kitabı:<br />12. Çocuk Şiirleri:<br />13. Masal Salıncağı: Masal<br />14. Anne Sen Melek misin? : Çocuk Şiiri<br />15. Çıtı Pıtı Kutu Kutu Şiirler: Çocuk Şiiri<br />16. Şimdi Sevda Yürüsün: Şiir<br />17. Sevgi Çiçeği: Çocuklara Mektuplar<br />18. Ceren ve Arkadaşları: Masalsı Hikâyeler<br />19. Doğum Günün Kutlu Olsun: Masalsı Hikâyeler<br />20. Gözlük Takan Yıldızlar: Masal<br />21. Paten Giyen Kaplumbağa: Masal<br />22. Günaydın Çiçekleri: Yaşanmış Hikâyeler<br />23. Yağmur Kuşları: Masal<br />24. Gökkuşağı Sevinci: MEB Tavsiyeli Çocuk Şiiri<br />25. Kutu Kutu Pense: Çocuk Şiiri<br />26. Uçarım Dualarla Gökyüzüne: Çocuklar İçin Dua<br />27. Kirazlı Şemsiye: Hikaye<br /><br /><a href="http://bestamiyazgan.com.tr/index.php/sairimizinhayati">http://bestamiyazgan.com.tr/index.php/sairimizinhayati</a></p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p><strong><span style="color: red;">İLGİLİ İÇERİK</span></strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/789-b-ile-baslayanlar/bestami-yazgan-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">BESTAMİ YAZGAN ŞİİRLERİ</a></p>
<p> </p>
<p> </p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #ff0000;"><strong><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/789-b-ile-baslayanlar/bestami-yazgan-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">BESTAMİ YAZGAN</a> HAYATI ve ESERLERİ <a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/789-b-ile-baslayanlar/bestami-yazgan-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate"><img style="float: right;" src="https://www.liseedebiyat.com/images/siirler/bestami-yazgan.jpg" alt="" /></a></strong></span><br /><br />1957 yılında Osmaniye’nin Toprakkale ilçesinde doğdu. İlköğrenimini Toprakkale’de, orta ve lise öğrenimini Osmaniye İmam Hatip Lisesinde tamamladı. 1978 yılında Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesinden mezun oldu. Osmaniye’de on yedi yıl yayınlanan Güneysu Kültür Sanat ve Edebiyat dergisinin genel yayın yönetmenliğini yaptı.<br /><br />Şiir, masal ve hikâye türlerinde seksen beş eseri bulunan yazar; 1994 yılında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından Çocuk Edebiyatı dalında “Yılın Yazarı”, 1997 yılında Türkiye Çocuk Dergisi tarafından “Yılın Öğretmeni”, 2003 yılında Çocuk Edebiyatçıları ve Yayıncıları Birliği tarafından “Yılın Şairi”, 2011 yılında İLESAM tarafından Çocuk Edebiyatı dalında “Yılın Yazarı” seçildi. 2012 yılında İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından “Yazarlar Okullarda” projesinde Esenler ilçe yazarı olarak görevlendirildi. 2013 yılında Kars Kafkas Üniversitesi, 2017 yılında 19 Mayıs Üniversitesi tarafından eserleriyle ilgili yüksek lisans tezleri hazırlandı. 2013 yılında Edebiyat ve Sanat Araştırmaları Derneği (ESKADER) tarafından Çocuk Edebiyatı dalında “Yılın Yazarı” seçildi. 2014 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Yayın Danışma Kurulu üyeliğine seçildi. 2015 yılından itibaren öğrenciler arasında “Bestami Yazgan Şiir Yarışması” düzenlenmeye başlandı. 2017 yılında Kosova/Prizren’de yayımlanan Türkçem Dergisi tarafından “Yılın Yazarı” seçildi.2017 yılında “Çizgi Ötesi Öğretmenler” projesi kapsamında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından belgeseli çekildi. Şiir dalında yurt içi ve yurt dışında birçok ödül alan Bestami Yazgan’ın eserlerinden bazıları bestelendi, bazıları da ders kitaplarına girdi. ESKADER, İLESAM, MESAM ve Türkiye Yazarlar Birliği üyesidir.<br /><br />Bestami Yazgan, medenî denilen; ama gerçekte madenî özellikler taşıyan çağımızda, gönül ve ömür toprağımızı saf şiir sularıyla sulayan, kuşluk vakitlerinin kuşlu saatlerinde yazdığı şiirlerle gönül güvercinlerimizi besleyen, bulanık ve bunalmış düşüncelerimizi demleyen bir gönül insanıdır. Evli olan şair dört çocuk babasıdır.<br /><br /><strong>ESERLERİ:</strong><br /><br />1.Yıldızlara Astık Yüreğimizi: Şiir<br />2. Masal Denizi: Masal<br />3. Uçtu Uçtu Şiir Uçtu: Çocuk Şiiri<br />4. Güneşle Ay Duymasın: Çocuk Şiiri<br />5. İlk Öğrendiklerimiz: İslam'ın Beş Şartı: Çocuk Şiiri<br />6. Alfabenin Öyküsü: Tekerlemeler<br />7. Şiirlerle Nasrettin Hoca:<br />8. Sıcak Ekmek Kokusu: Hikâye<br />9. Hazinenin Şifresi: Hikâye<br />10. Bir Şiirsin Öğretmenim: Öğretmen ve Öğrenci Şiirleri<br />11. 34 adet masal kitabı:<br />12. Çocuk Şiirleri:<br />13. Masal Salıncağı: Masal<br />14. Anne Sen Melek misin? : Çocuk Şiiri<br />15. Çıtı Pıtı Kutu Kutu Şiirler: Çocuk Şiiri<br />16. Şimdi Sevda Yürüsün: Şiir<br />17. Sevgi Çiçeği: Çocuklara Mektuplar<br />18. Ceren ve Arkadaşları: Masalsı Hikâyeler<br />19. Doğum Günün Kutlu Olsun: Masalsı Hikâyeler<br />20. Gözlük Takan Yıldızlar: Masal<br />21. Paten Giyen Kaplumbağa: Masal<br />22. Günaydın Çiçekleri: Yaşanmış Hikâyeler<br />23. Yağmur Kuşları: Masal<br />24. Gökkuşağı Sevinci: MEB Tavsiyeli Çocuk Şiiri<br />25. Kutu Kutu Pense: Çocuk Şiiri<br />26. Uçarım Dualarla Gökyüzüne: Çocuklar İçin Dua<br />27. Kirazlı Şemsiye: Hikaye<br /><br /><a href="http://bestamiyazgan.com.tr/index.php/sairimizinhayati">http://bestamiyazgan.com.tr/index.php/sairimizinhayati</a></p>
<p style="text-align: justify;"> </p>
<p><strong><span style="color: red;">İLGİLİ İÇERİK</span></strong></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler.html" target="_blank">CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ</a></p>
<p><a href="https://www.liseedebiyat.com/rler/789-b-ile-baslayanlar/bestami-yazgan-siirleri.html" target="_blank" rel="alternate">BESTAMİ YAZGAN ŞİİRLERİ</a></p>
<p> </p>
<p> </p>BİLGİN ADALI HAYATI ve ESERLERİ2012-07-05T18:47:27+00:002012-07-05T18:47:27+00:00https://www.liseedebiyat.com/byografler/213-cumhuryet-doenem/2178-blgn-adali.htmlMAGmagoksu37@hotmail.com<p><span style="color: #ff0000;"><strong>BİLGİN ADALI HAYATI ve ESERLERİ</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">Şair (1944 —>). Safranbolu'da doğdu. Ortaöğrenimini Mersin Tevfik Sırrı Gür Lisesi'nde (1964), yükseköğrenimini Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yüksek Okulu Sinema TV Bölümü'nde tamamladı (1969). Uzun süre TRT Televizyonu'nda yapımcı-yönetmen olarak çalıştı (1968-76). Sonra Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema TV Bölümü'nde öğretim üyeliği yaptı (1976 —»). İlk şiirleriyle Dönem (1964) ve Devinim 60 dergilerinde görünen Adalı, daha sonra Yordam, Soyut, Türk Dili, Dost, Varlık, Yazko-Edebiyat dergilerinde yazdı. Dış dünyaya, topluma bağlı etkilenmeleri yer yer kendine dönük duyarlıklarla kaynaştırdığı şiirlerinde özgün tamlamalar dikkati çeker.</p>
<p><br />YAPITLARI: Barışın Tarihçesi (şiirler, 1979), Yaralı Kuşlar Tanığı (Şiirler, 1983).</p>
<p>KAYNAKLAR: Şükran KURDAKUL, (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü)</p>
<p> </p><p><span style="color: #ff0000;"><strong>BİLGİN ADALI HAYATI ve ESERLERİ</strong></span></p>
<p style="text-align: justify;">Şair (1944 —>). Safranbolu'da doğdu. Ortaöğrenimini Mersin Tevfik Sırrı Gür Lisesi'nde (1964), yükseköğrenimini Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yüksek Okulu Sinema TV Bölümü'nde tamamladı (1969). Uzun süre TRT Televizyonu'nda yapımcı-yönetmen olarak çalıştı (1968-76). Sonra Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema TV Bölümü'nde öğretim üyeliği yaptı (1976 —»). İlk şiirleriyle Dönem (1964) ve Devinim 60 dergilerinde görünen Adalı, daha sonra Yordam, Soyut, Türk Dili, Dost, Varlık, Yazko-Edebiyat dergilerinde yazdı. Dış dünyaya, topluma bağlı etkilenmeleri yer yer kendine dönük duyarlıklarla kaynaştırdığı şiirlerinde özgün tamlamalar dikkati çeker.</p>
<p><br />YAPITLARI: Barışın Tarihçesi (şiirler, 1979), Yaralı Kuşlar Tanığı (Şiirler, 1983).</p>
<p>KAYNAKLAR: Şükran KURDAKUL, (Şairler ve Yazarlar Sözlüğü)</p>
<p> </p>