Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Bu Konuyu Facebook Profilinde Paylaş

Bilgi ve öğrenmenin temelinde soru sorma işi önemli yer tutar. Yeni bilgi ve araştırmalar, açıklamalar soru sorma ile açıklık kazanır. Soru sormadan önce ko­nuşmacıyı çok dikkatli ve not alarak din­lemek gerekir. Ayrıca, konuşmacıyı konu ile ilgili bir ön hazırlık yaparak dinlerse, soru sorma işi daha kolay olur. Konuş­macıya sorulan her soru, konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayıcı nitelikte olmalı­dır.

Konuşmacıya soru sorarken, sözünün daha önce açıklanıp açıklanmadığı kesin olarak bilinmelidir. Dikkatsiz bir dinleyici konuşmayı iyi takip edemez, daha önce açıklanmış soruları sorar.

Konuşmacıya sözü yöneltirken kolay­dan zora doğru bir sıra izlenmelidir; dikkat edilecek bir başka husus da zamanı iyi değerlendirmektir. Sorularla konuyu iyice içinden çıkılmaz hâle getirmek veya zamanı kötü kullanarak başkalarını rahatsız etmek, soru sormanın kurallarını j iyice Öğrenmemekten kaynaklanır.

Öğrencilerden beklenen şey iyi bir din­leyici olmaları ve anlamadıkları her meseleyi sormalarıdır. Soru sormayan öğrene­mez. Yerinde sorulmuş sorular hem öğrencileri hem de konuşmacıyı bilgilendirir.

a) Karmaşık olanı sorma

Konuşmacıya soru sormadan önce, ko­nuşmayı dikkatli ve not alarak dinlemek gerekir, demiştik. Bunun yanında, ders anlatma, konferans, açık oturum gibi çe­şitli konuşmaların, dinleyicilerin kolay takip edebileceği şekilde olması gerekir. Bunlara karşılık bazı durumlar yine de farklılık gösterebilir. Söz gelimi, dinleyici çok iyi takip ettiği hâlde, konuşmacı tara­fından konunun yapısından kaynakla­nan, karmaşık, anlaşılması zor ifade şe­killeri kullanılabilir O zaman, dinleyiciler konuşmacıya soru sorarak konuyu açmalı daha iyi anlaşılmasını sağlamalıdır.

Karmaşık olanı sorma konunun ve ifadenin daha basit arılatılmasını istemekle olabilir. Karmaşık olan mesele, bölümlere ayrılarak soru sorulabilir.

Metinde geçen "Siz şiirle romanı nasıl bağdaştırıyorsunuz?” sorusu karmaşık olanı sorma ile ilgili bir sorudur.

 

b) Örneklendirilmesini isteme

Konuşmacıyı dinlerken soyut bilgileri anlamada güçlük çekebiliriz. Bu durum­da konuşmacıdan soyut bilgilerin anlaşı­lır duruma getirilmesi için örnekler ver­mesini istemeliyiz. Konuşmacının verdiği örnekleri yeterli bulmadığımızda, yeni ör­nekler vermesini de isteyebiliriz. Çünkü konunun anlaşılması ve öğrenmenin da­ha kalıcı olması verili n Örneklere bağlı­dır.

Örnekler, bilginin sosyal hayata yansıması demektir. Bilgilerimiz herkesin ba­şından geçebilecek olaylara göre anlatılır­sa anlaşılma daha kolay olur.

Dinleyicinin isteyeceği örnekler, ko­nuşmacının fikirlerini somut hâlde göste­rebilir. Yerinde verilmiş her örnek zor bir konuyu açıklığa kavuşturur.

Metinde yer alan "Hayri İrdal’in hayat­ta bir benzeri var mı?" sorusu örneklendirilmeyi isteme ile ilgili bir sorudur. Siz, metinden başka soru örneği bulunuz

 

c) Yoğun veya açık olmayan ifadele­ri sorma

İyi bir dinleyici, dinlediği konuşmayı çok iyi anlamak ister. Ama konuşmacı konunun bazı bölümlerini dinleyicilerin bildiğini zannederek üstü kapalı bir şekil­de, yani iyi açıklamadan geçebilir. Böyle durumlarda, dinleyici, konuşmacının yoğun ve açık olmayan ifadelerinin, soru so­rarak anlaşılmasını sağlamalıdır.

Metinde geçen; ’’Saatleri Ayarlama Enstitüsü nün diğer eserlerinizle bir ya­kınlığı var mıdır?” sorusu bu hususa ör­nek

 

Ahmet Hamdi Tanpınar

YENİ ESERİNİ ANLATIYOR

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" yarın Yeni İstanbul’da çıkmaya başlıyor.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü. Acayip bir isim değil mi?

Bir pazar sabahı üstadı evinde ziyaret edip, bana bu ro­manın nasıl bir şey olduğunu anlatmasını rica ettim...

Henüz saat onu biraz geçtiği hâlde, Hamdi Tanpınar tiril tiril giyinmiş, masa başında çalışıyor. Sayın profesörün Avru­pa dönüşü pek şıklaştığını hep biliriz ama sabahın bu erken saatinde sayfalar dolusu yazı yazmış olacağını kim tahmin ederdi?

Üstü başı ne kadar düzgünse, masası o kadar karışık. Bir atölye masası gibi uzun yazı masasının üstünde kitap mı, re­sim mi, renkli "reproduction"(röprodüksiyon) mu ne isterse­niz hepsi var, hatta bir Sokrat heykelinin fotoğrafı bile. Aca­ba Hamdi Tanpınar "Saatleri Ayarlama Enstitüsü"nü yazarken, Sokrates (Sokrat)in satire benzer yüzünden mi il­ham alıyor? Son zamanlarda mizahı, hicve meylettiği şüphe­siz. Bu yeni romanı ile bizi bol bol güldüreceğe benziyor. Kendisi de suallerime pek neşe ile cevap veriyor.

-Yeni romanınızın belli başlı bir tezi var mıdır?

- Ben tezli roman yazmam, hiçbir zaman yazmadım Bu so­nuncu romanıma gelince, o daha ziyade kahramanı olan Hayri İrdal'a bağlı bir şeydir. Onun hayatıdır. Bu hayatın kendi ağzından hikâyesidir. O söyledi, ben yazdım. Kendisine sorar­sınız.

-Bu şahsı nasıl buldunuz?

-Bulmadım kendi geldi. Şehir saatlerinin birbirini tutma­ması yüzünden vapuru kaçırdığım bir günde Kadıköy iskelesi­nin saatinin altında birdenbire onunla karşılaştım ve bir daha beni terk etmedi. Ondan kurtulmak için bu hikâyeye başladım Bütün eserlerim böyle olur. Onun içindir ki, çok defa birisi ta­rafından anlatılır.

-Hayri İrda’lın hayatta bir benzeri var mı?

-Hayır. Zaten anahtarlı romandan hoşlanmam, yazılabile­ceğine de inanmam. Hatta Proust (Prust)’un romanlarındaki M. Charlus (Şarl)'un bile tam manasıyla yaşamış bir insanın port­resi olduğuna kani değilim. Kaldı ki Proust (Prust), ne de olsa Goncourt (Gonkur) kardeşlerden gelir. Benim bu ananeyle alâ­kam yoktur. Benim kahramanlarım muhayyilemde yaşayan insanlardır ve daha ziyade terkibi varlıklardır. Şüphesiz bu terkibin muhtelif unsurları insan tecrübeme, yani hayatın te­sadüflerine bağlıdır. Fakat bu unsurların etrafında birleştikleri nüve hayalîdir. Sanat eserine ancak yaratıldıktan sonra ha­yatta rastlarız, hani Oscar Wilde (Oskar Vayld)in dediği söz yok mu, "Tabiat sanatı taklit eder" ben onun doğruluğuna ina­nırım

-"Saatleri Ayarlama Enstitüsü"nün diğer eserleriniz­le bir yakınlığı var mıdır?

-Bazıları ile evet... "Abdullah Efendi'nin Rüyaları" ile ufak tefek yakınlığı vardır. Henüz neşrettiğim "Mahur Beste" de, "Sahnenin Dışındakilere benzer çizgilere rastlanır.

-Bu kitabın bir mizah ve hiciv tarafı var, değil mi?

-Belki. Hayri İrdal neşeli adam, galiba biraz da görmesini biliyor. Kendi aleyhinde olsa bile, konuşmaktan hoşlanıyor.

-Şiirle romanı nasıl bağdaştırıyorsunuz?

-İşte en mühim sual. Bende daima bu cins ayrılıklara rast­lanır. Fakat doğru düşünürsek, bu pek de imkânsız değil. Fransızların "état poétuique"(eta poetik) dedikleri şiir hâli, her zaman elde edilen bir hâl değildir. Her zaman bizde hazır ol­maz ve bir kere sizi yakaladı mı, zaten başka şeye imkân ver­mez. Ömür, ne dersek diyelim, epeyce uzundur, israf etmesek daha çok vakit bulabiliriz.

-Nasıl çalışırsınız?

-Sabahlan çalışırım, bütün gün de düşünürüm. Birkaç gün üstüste aynı şeye çalıştım mı, içimde onun havası teşekkül eder ve bir daha bırakamam, hatta çalışmasam bile, günlerce bende o devam eder, meğerki araya büyük fasıla girsin. O zaman bu havayı yeniden bulmak için beklemek lâzım.

-Bu hikâyeyi ne zaman yazdınız?

-Başladığı güne bakılırsa, dört sene oldu. Fakat resmi işim, dersler, diğer yazılarım tabiatıyla araya girdiler. Zanne­dildiğinden az zaman verebildim.

-Romanda sizin için ehemmiyetli unsur nedir?

-İnsan. Her şeyden evvel insan, bütün etrafıyla insan ve onun havası.

-Üzerinde düşündüğünüz başka romanınız var mı?

-"Aydaki Kadın" diye bundan çok ayrı, çok başka, daha derin ve ferdi meseleleri ele alan bir romanım var. Fakat ne zaman bitireceğimi bilmiyorum.

-Sevdiğiniz sanatkârları sorabilir miyim?

-Bu günlerde, ne yalan söyleyeyim beni Breughel (Bröjel) ile Goya (Goya) çok yakaladı. Onlardan hemen hemen ayrılamıyorum. Goya, dinamit gibi adam; Breughel başka bir şey. İkisi de muazzam insanlar. Seyahatimde onlara rastladıkça, bayram yapıyordum. İspanya'da en sevdiğim şey Goya’lar ol­du.

Hamdi Tanpınar masanın üstündeki bir Goya resmini ba­na gösterdi.

-Siz gelmeden onunla meşgul oldum. Şu dinamizme bakın.

Goya fotoğrafından Goya albümüne geçtik. Hamdi Tanpınar, romanı, hikâyeyi,- "Saatleri Ayarlama Enstitüsü"nü unut­muş gitmiş, Goya'yı anlatıyordu. Mevzuumuza dönelim diye çekingen bir teşebbüste bulundum:

-Ama sevdiğiniz romancılardan bahsetmediniz, Ham­di Bey..

-Artık yetişir, onlardan o kadar bahsettim ki... dedi ve baş­ka bir şey de söylemedi.

(Konuşan: Ayşe Nur, Yeni İstanbul Gazetesi, nr. 1646, 19 Haziran 1954)

 

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

SON EKLENENLER

Üye Girişi