Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

KOCA ÖKÜZÜN ÖLÜMÜ

Yusuf, titreyen elleriyle ılgınları araladı. Yarı kapalı, yumuk yumuk gözlerini, büsbütün küçülterek nehrin iki kıyısını süzdü. Önünde bir bataklık, bulanık suların ortasına doğru, bir yarımada şeklinde uzanıyordu. Yarımada, nehrin en derin bir noktasına kadar yürümüştü. Yığın yığın sarı miller, yakıcı mayıs güneşinin altıda, ıslak ıslak parlıyordu. Yusuf, bir zaman daha sulara, bataklığa baktı. Sonra birdenbire kalbi durur gibi oldu. Bir an gözlerini yumdu. Açtığı vakit, iki damla, yaş, bembeyaz sakalına yuvarlandı. Güçlükle iki üç adım daha attı; ılgınlardan kurtuldu. Sonra dizlerinin bağı çözüldü. Oracığa, kumların üzerine çöküverdi. Titreyen ellerini dizlerin dayadı. Ellerinin, dizlerinin sarsılması bir zaman sonra kesildi. Taştan bir heykel gibi, nehrin bulanık sularına doğru uzanan bataklığa baktı kaldı.
Yusuf, koca öküzü üç gündür aramadık yer bırakmamıştı.

İlk aklına gelen, onun bir ziyana girip kolcular tarafından götürülüp tokata kapatılması olmuştu. Fakat elin ekilmiş tarlasına ziyana girmek, koca öküzün âdeti değildi. Bütün beraber yaşadıkları uzun senelerde ne Yusuf, ne de koca öküz, haram mal yememişti. Yusuf’un ümidi boşa çıkmadı: Koca öküz, ziyana girmemişti. Yusuf, üç gündür, köyüne yakın çiftlikleri, dağı bayırı dolaşmış, önüne gelene koca öküzü sormuştu. Fakat bir türlü onun nehrin öte yakasına geçmeye niyetleneceğini hatırına getirmemişti. Nihayet bu sabah, bu ihtimal zihnini kurcalamış; kalkmış, oğluna, “ Sen, şu yakaya git” emrini vermiş, kendisi de nehrin bu yakasını tutmuştu.

Yusuf uzun zaman olduğu yerde, kılını bile kıpırdatmadan kaldı. Neden sonra oğlu gelip yanına çökünce kendine geldi. Delikanlı, gözlerini dikmiş babasına bakıyordu. Boğuk bir sesle:

“Bulamadım.” dedi. Baba da gözlerini dikmiş, bataklığın üzerinde dolaşan iki kartala bakıyordu.

“Ben, buldum!” diye mırıldandı. Genç adam, babasının baktığı istikamete döndü. Öfkeyle:

“Namussuz ne işi varmış suyun, batağın içinde?..” diye söylendi. Yusuf, dönüp oğlunun yüzüne baktı:

“Karşı yakaya geçmeye niyetlenmiş bir hâlde..”

“Ne işi varmış o yakada?” Yusuf’un yüzünden acı bir tebessüm uçtu:

“Mübarek bu mevsimde işsizliği hiç sevmezdi. Canı sıkılmış olacak. Huyu sarı öküze benzemezdi…”

Yusuf’un oğlu ayağa kalktı. Dikkatle nehrin çepçevre çevirdiği bataklığa baktı.

“Hiç de boğulmuşa benzemiyor. Yoksa sular alır giderdi.”

“Boğulmamış ki… Karnına kadar çamura batmış.”

“Ölmüş ya…”

Yusuf, cahillik etme der gibi ters ters oğlunu süzdü.

“Ulan bunu diri diri çakallar yemiş işte.” Delikanlı heyecanlandı. Şaşkın şaşkın etrafına bakınmaya başladı.

“Allah, Allah… Hiç de çakalların yediği öküz görmemiştim.”

“Ben, çok gördüm. Karşı yakaya yüzüp geçerim sanır fukara… Gözüne suyun en dar yerini kestirir. Bataklıktan yürümeye başlar. Yürüdükçe de batar. Çıkayım diye uğraşır batar; çıkamaz, battıkça batar… Çakal bu, şaka mı, fırsat gözler. Sürüyle çullanırlar öküzcazın üzerine. Diri, diri, bağıra bağıra; gece karanlığında zavallının karnını deşerler. Kıpırdayamaz, kaçamaz, böğürür, böğürür… Ta karnı delik deşik oluncaya kadar… Ta geberinceye kadar işkence ederler. Sonra çamurların içine yığılır kalır. Etraf aydınlanınca, iş kartallara, gördüğün gibi leş kargalarına düşer.” Delikanlı, büsbütün hayretle açılan gözlerini bir babasına, bir bataklığa Koca öküzün yattığı yere çeviriyordu. Bir kere daha..

“ Hiç de çakalların yediği öküz görmemiştim…” diye, söylendi.

Yusuf, kızdı:

“Gör işte… Ben çok gördüm. Lâkin benim öküzü yediklerini görmemiştim.”

“Ne işi varmış karşıda?...”

“Canı sıkılmış, gezmeye çıkmış dedik ya…”

“Bırak Allah’ını seversen baba. Öküz gezer miymiş?...”

Yusuf, içini çekti. Sakalları titriyordu. Dolu dolu gözleri dumanlanmıştı:

“Belki de canından bezdi… Ben, bezmedim mi sanki… Öküz bu! Gitmiş, bile bile çakallara teslim olmuştur…”

“Laf!...”

Bir zaman sustular. İlerde çamurların içinde yatan koca öküzün baş ucunda, iki kartal, alçaktan dönüp dolaşıyordu. Hafiften esen rüzgar, leş kokusunu baba oğulun burnuna kadar getiriyordu. İhtiyar toparlanır gibi oldu. Sakalını sıvazladı:

“Ne de olsa kötü ölüm bu.” diye mırıldandı, “ çamurlara yuvarlanıp batmak. Çıkayım dedikçe batmak, çıkamamak… Düşmanlarına karşı kendini koruyamamak… En sonunda gözlerine baka baka düşmanına kendini yedirmek… Hem de kime… Çakal gibi ciğeri beş para etmez korkak bir düşmana! Tuh! Allah belâsını versin… Bombok bir iş bu… Kırk yıldır ben de böyle battım ya… Başkalarının tarlalarında işlemekten ben de bıktım. Koca öküz de… Hayvancağız benden akıllı, benden cesur çıktı… Vazgeçti fukara, dünyasından…”

Delikanlı, gözlerini iri iri açmış, babasını dinliyordu. Heyecanlanmıştı. Göğsü hızlı hızlı şişip iniyordu. Yumrukları sıkılmış, dişleri sıkılmıştı. Güçlükle konuştu:
“Ne yapacağız şimdi?...” Yusuf, oğlunun bu sualine omuzlarını silkti. Doğruldu:

“Benim yapacak hiçbir işim yok… Seni bilmem…” diye söylendi. Dikkatle nehre doğru bataklıkta ilerlemeye başladı. Oğlu da onun arkasına düştü. Ölü koca öküzün yanına kadar sokuldular. Yusuf, suların sürükleyip getirdiği kocaman ağır bir ağaç yakaladı. Bir zaman bir eli ile burnunu tıkayıp koca öküze baktı: Karnı deşilmiş, kaburgaları meydana çıkmıştı. Bir gözünü kurt yemiş, kalan öteki gözüyle iri iri, boynuzlarının istikametinde gökyüzüne bakıyordu. Yusuf, elindeki ağaçla koca öküzü, nehrin derin sularına doğru itti. Oğlu da ona yardım ediyordu. Uzunca, bir çalışmadan sonra, koca öküz, sulara, bulanık sulara yuvarlandı. Bir zaman kayboldu. Sonra suyun yüzüne çıktı. Bir müddet de kazanın ortasında döndü döndü.. Daha sonra akıntıya kapılarak, Yusuf’tan uzaklaşmaya başladı. Baba oğul, uzun uzun koca öküzün ardından baktılar. Yusuf, döndü:

“Belki de bir yere takılmadan deryaya kavuşur..” diye söylendi. “ O zaman kemiklerine varıncaya kadar balıklara yem olsa bile, uçsuz bucaksız deryada hiç olmasa ruhu serbest kalır… Boyunduruktan kurtuldu gayri…”

Bataklıktan yeşil ılgın ormanına doğru yürüdüler.

SAMİM KOCAGÖZ

SON EKLENENLER

Üye Girişi