Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

CAHİLLİK- ANTON ÇEHOV

Çiftçiler Birliği doktoru işini bitirip lojmanına gitmek üzere hastane kapısından çıktığı sırada, sırtına yırtık pırtık bir gocuk, ayağına bol gelen siyah çizmeler giymiş bulunan, çıkık elmacık kemikli, sarışın bir köylü genci çekine çekine doktorun yanına sokuldu.

—Şey, doktor bey... Sizden bir dileğim var...

—Ne istiyorsun?

Genç köylü elinin ayasıyla burnunu aşağıdan yukarı sıvazlayıp gökyüzüne şöyle bir baktıktan sonra doktorun sorusunu yanıtladı:

—Sizden dileğim... Doktor efendi, bu hastanede, hapisler koğuşunda kardeşim Vaska yatar.
Varvarino köyünden demirci Vaska.

—E, ne olmuş yatıyorsa?

—Şey, ben onun ağabeyisiyim. Babamın iki oğlundan biri Vaska, biri de ben Kirila. Bizden başka üç de kız kardeşimiz bulunur. Vaska evlidir, küçük bir çocuğu vardır... Gördüğünüz gibi horantamız çok, ancak çalışan yok... Düşünün ki, demirci dükkânının ocağı iki yıldır tütmüyor. Ben bez fabrikasında çalışırım, demircilikten anlamam. Babam dersen, nasıl iş yapsın ki? İş yapamadığı için ne kendi karnı doyuyor, ne de evdekilerin.

—Peki, benden ne istiyorsun?

—Bir babalık yap, Vaska’yı salıver!

Doktor, Kirila’yı şaşkın şaşkın süzdükten sonra bir şey söylemeksizin yoluna devam etti. Köylü genç arkasından yetişip doktorun ayaklarına kapandı. Elinin ayasıyla burnunu sıvazlayıp gözlerini kırpıştırarak yalvarmaya başladı:

—Doktorum, benim has beyciğim! Babalığını göster bize, Vaska’yı bırak gitsin! Yatar kalkar, ömür boyu sana dua eder. Efendim, bırak onu, ne olur! Evde herkes acından geberecek. Anam gece-gündüz ağlıyor, Vaska’nın karısı durmadan gözyaşı döküyor. Yalan söylüyorsam iki gözüm önüme aksın! Hadi, bize bir babalık yap, iyi yürekli beyefendiciğim, Vaska’yı sal gitsin!

Doktor öfkelenmeye başlamıştı.

—Ya salağın birisin sen ya da aklını oynatmışsın! Nasıl bırakırım o adamı? Bilmiyor musun, hükümlüdür!

Kirila ağlamaya başladı.

—Bırak, ne olur!

—Tüh sana, aptal kafa! Yoksa sen beni hapishane müdürü filan mı sandın! Hastalığını gidermem için onu buraya gelirdiler, ben de iyileşmesi için çalışıyorum. Nasıl seni hapse tıkmaya yetkim yoksa onu salıvermeye de yetkim yok. Kalın kafan anladı mı şimdi?

—Ama kardeşimi suçsuz yere koydular hapse. Buraya getirilmeden önce bir yıldır hapisle yalıyor, niçin yattığını kimse bilmiyor. Birini öldürse ya da al hırsızlığı yapsa neyse, ama boşu boşuna çürütüyorlar çocukcağızı.

—Söylediğin doğru olabilir, ancak bunun benimle bir ilgisi yok.

—Zavallıyı hapse altılar, ama niçin attıklarını kendileri de bilmiyor, beyefendiciğim. Vaska fazlaca içki içmiş, ne yaptığının bile farkında değilmiş. O sırada babamın kulağını koparmış, kendi yanağını ağaç budağına takıp yırtmış. Çok sarhoşmuş, anlayacağın. Köyden iki arkadaş Ermeni bakkalın dükkânını yarıp Türk tütünü çalmak üzere sözleşmişler. Sarhoş olduğu için bizim salak da onlara uymuş. Birlikle kilidi kırmışlar, içeri girmişler, yemedik herze bırakmamışlar. Dükkânın altı üstüne gelmiş, unlar yerlere saçılmış, camlar kırılmış... Hepsi sarhoşluktan, anlarsınız ya. Derken, bekçi gelivermiş üstlerine. Üçünü de yakaladığı gibi ertesi gün savcının karşısına çıkarmış. Hep birlikte bir yıl tutuklu kaldıktan sonra geçen hafta çarşamba günü ilçe mahkemesinde yargılandılar. Halk jürisi toplanıp karar verdi. Vaska ötekilerden daha az suçlu olduğu halde efendilerin keyfine kaldığı için onların elebaşı sayıldı. İki genç hapsi boyladı, ama bizim Vaska üç yıl kürekle cezalandırıldı. Ötekiler cezasını ilçe hapishanesinde çekecekken Vaska hükümlü konvoyu ile Sibirya’ya sürgüne gönderilecek. Tanrı aşkına söyler misin, burada adalet nerede?

—Dedim ya, bu benim işim değil. Gerekli yerlere başvur.

—Başvurmadım mı sanıyorsun? Mahkemeye gidip dilekçe vermek istedim, dilekçemi almadılar. İlçe emniyet amirliğine gittim, savcılığın kapısını aşındırdım, hiçbirini ilgilendirmiyormuş. Peki, onları ilgilendirmezse kimi ilgilendirir? Sen burada hastanede en yetkili kişisin, her istediğini yapacak güçtesin.

Doktor içini çekti.

—Dedim ya, sen aptalın birisin. Halk jürisi karar verdiğine göre değil emniyet amiri; ne vali, ne de bakan bir şey yapamaz bu durumda. Sen boşuna çabalıyorsun.

—Peki, hapislik hükmünü veren kim?

—Kendin söyledin ya, halk jürisindeki beyefendiler.

—Öyle beyefendi mi olurmuş! Hepsi de köylü parçası. Bizim köyden Andrey Gurev vardı, Alyoşka Juk vardı...

—Seninle konuşulmaz. Kafan çalışmıyor.

Doktor böyle diyerek elini salladıktan sonra evinin kapısına yöneldi. Kirila gene arkasından koşmak istediyse de kapının kapandığını görünce durdu. Hastane avlusunda şapkasını giymeden on dakika kadar bekledi, doktorun lojmanını bir hayli gözlem altında tuttu, sonra derin derin içini çekip ensesini kaşıyarak avlu kapısına doğru yürüdü.
Sokağa çıkarken;

—Kime gitsem acaba? diye homurdanıyordu. Biri diyor benim işim değil, öbürü diyor benim işim değil. Kimin işi öyleyse? Hayır, bunlara rüşvet vermeden işini yürütemezsin. Doktor bile konuşurken gözünü elimden ayırmıyor. Acaba on rublecik sokuşturuverir miyim diye. Yağma yok, valiye çıkıp onunla çözerim ben işimi.

Bir bacağı üzerinden öbürüne kaykılarak, gereksiz yere geriye dönüp bakarak kararsızlık içinde yürümesini sürdürdü. Artık havanın soğuğu kırılmış, ayağının altında karlar vıcık vıcık erimişti. Yarım fersah ilerde, tepenin üstünde küçük ilçe merkezi uzanıyordu. Buradaki mahkemede kardeşi yargılanmıştı. Sağda kırmızı çatılı, kopkoyu gözüken hapishane, hapishane avlusunun köşelerinde gözetleme kuleleri, solda ise üzeri baştanbaşa kırağıyla örtülü geniş koruluk vardı. Ortalık ıpıssızdı, yalnızca yaşlı bir adam gidiyordu önünden. Sırtında karısının hırkası, başında kocaman bir kasket, kasabaya doğru sürdüğü ineğine ikide bir bağırarak, öksüre öksüre yürüyordu.

Yaşlı adamın arkasından yetişince Kirila;

—Merhaba, dede! diye selam verdi.

—Merhaba, oğul...

—Salmaya mı götürüyorsun?

—Götürüyorum işte...

—Alım-salım işiyle uğraşıyorsun anlaşılan...

Böylece konuşmaya başladılar. Kiril hastaneye niçin geldiğini, doktorla neler konuştuğunu uzun uzun anlattı. Kasabaya girerlerken adam da ona düşündüklerini söyledi:

—Bu işler doktorun harcı değil. Okumuş bir beyefendidir. Kendini yetiştirip bilim öğrenmiş, ilaçlarla hastalarını iyileştirmek için çırpınıyor. Ancak sana bir tavsiyede bulunsun ya da bir yazı yazıp işini kolaylaştırsın, bu, onun yapacağı iş değil. Böylesi için başka devlet daireleri bulunur, sen oralara baş vuracaksın. Emniyet amirliğine, savcılığa gitmişsin, onlar da çözemez senin işini.

—Öyleyse kimin kapısını çalayım?

—Köylü işleriyle ilgilenen, bu işlerin tam yetkilisi il meclis üyesi vardır. Ona gideceksin. Hemen Bay Sineokov’u gör, hemşerim.

—Zolotovo’da mı?

—Evet, orada. En yetkili adamdır kendisi. İlçe emniyet amiri ne ki, köylülerle ilgili konularda ondan etkilisi yoktur.

—Ama buraya çok uzak, dede. On beş fersah yol tutar, belki daha da fazla.

—İşin olacaksa yüz fersah bile yol tepeceksin, oğul.

—Orası öyle... Peki, dilekçe mi vereceğim kendisine?

—Varınca ne yapacağını söylerler. Dilekçe vermen gerekirse yazıcısı oracıkta yazıverir. Kendi özel yazıcısı var.

Yaşlı adamdan ayrılan Kirila meydanda bir süre dikilip düşündü, sonra geriye dönüp geldiği yöne yürümeye başladı. Zolotovo’ya gitmeye karar vermişti.

Aradan beş gün geçti. Doktor gene hastanedeki işlerini bitirmiş, evine gitmek üzere dış kapıdan çıkmıştı. Tam lojmanının avlusuna gelince orada Kirila’yı gördü. Bu sefer yanında soluk yüzlü, sıska mı sıska bir ihtiyar vardı. Adam saat sarkacı gibi durmadan kafasını sallıyor, dişsiz ağzından birtakım garip sesler çıkarıyordu.

Kirila;

—Beyefendiciğim, gene ocağına düştük, diye başladı. Babamı da yanımda getirdim; ne olur, bizden iyiliğini esirgeme. Vaska’yı bırak gitsin. İl meclis üyesi Sineokov’un yanına varmıştım, beni dinlemek bile istemedi. Kovdu yanından.

Onun konuşması bitince, yaşlı babası titreyen kaşlarını kaldırarak, fısıltılı sesiyle söze katıldı:

—Yüce efendim, babalığınızı esirgemeyin. Ancak bizler yoksul insanlarız, yapacağınız iyiliğe karşılık veremeyiz. Onun için Kirila ile Vaska sizin için istediğiniz her işi yaparlar. Bırakın çalışsınlar!

Kirila yemin ediyormuş gibi elini yukarı kaldırdı.

—Çalışıp iyiliğinin karşılığını öderiz, beyim. Bırak, ne olur.

Açlıktan kırılacak çoluk çocuk. Evde herkes ağlıyor, efendiciğim.

Genç köylü böyle dedikten sonra babasına bakarak kolundan çekti, ikisi birden aynı anda doktorun ayaklarına kapandılar. Bunun üzerine doktor elini salladı, arkasına bile bakmadan evinin kapısına doğru yürüdü.

SON EKLENENLER

Üye Girişi