Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

KARANLIKTA - ANTON ÇEHOV

Orta büyüklükle bir sinek baremin yüksek derecesinde bir savcı olan Bay Gagin’in burnuna daldı. Onu oraya merak mı sevk etmişti, yoksa hafifmeşrep yaratılışı mı, orası bilinmez, ancak burun yabancı madde olarak sineğin varlığına dayanamadı, aksırma işaretleri verdi. Ve savcı aksırdı. Sarsıntılar geçirerek, ıslık sesleri çıkararak öyle şiddetli aksırdı ki, karyola yerinden oynadı, yayları gıcırdadı. Sarışın, iri-yarı, tombul bir hanım olan Gagin’in karısı Marya İvanovna da yattığı yerde hopladı, gözlerini açtı. Kadıncağız karanlığa baktı, içini çekti, öbür yanına döndü. Beş dakika sonra yeniden döndü, gözlerini sımsıkı yumdu, ancak uykudan eser kalmamıştı artık. Bir o yana, bir bu yana birkaç kez dönüp iç çektikten sonra yerinden doğruldu, kocasının üzerinden aşağı sıyrıldı, terliklerini giydi, pencereye yaklaştı.
Dışarısı karanlıktı; ağaç karaltılarından, samanlıkların koyu çalılarından başka bir şey gözükmüyordu. Ufkun doğusu biraz sararmıştı, ama bulutlar bu sarartıyı kapatmak üzereydi. Sise gömülen uykulu hava sessizdi. Elindeki sopayla bu sessizliği bozmak için para alan yazlık bekçisi ile başkent yazlıkçılarının varlığına alışan, buraların tek yabanıl yaratığı yelve kuşundan bile çıt çıkmıyordu.

Bu sessizliği Marya Mihaylovna bozdu. Pencerenin önünde durup avluya bakarken ansızın bir çığlık attı. Dalları budanmış sıska kavak ağacının bulunduğu çiçeklikten eve doğru koyu bir karartı süzülüyor gibi gelmişti. Kadın önce bunu bir inek ya da at sandıysa da insana benzerliğini seçmekte gecikmedi. Koyu görüntü pencereye yaklaştı, kararsızlık içinde bir süre dikildi, bir ayağını boşluktan içeri attı... ve pencerenin karanlığında gözden silindi.
Aynı anda şu düşünce çaktı zihninde: Hırsız! Yüzünü ölü sarılığı kapladı. Ardından bütün yazlıkçıların korktuğu tabloyu çizmeye başladı hayal gücü: Hırsız mutfağa girdikten sonra yemek odasına geçecek... dolapla gümüş takımları... oradan yalak odasına... elinde balta... haydut suratlı bir herif... mücevherler...

Kadıncağızın dizleri büküldü, sırtında karıncalar koşuşturmaya başladı. Kocasını sarstı.

—Vasya! Vasil! Vasili Prokofyiç! Ah, şuna bakın, ölü gibi uyuyor! Uyan, Vasil, yalvarıyorum, uyan!


Savcı ciğerlerine olanca havayı çekli, geviş getiriyormuş gibi yaptı;

—Ne var! diye homurdandı.

—Tanrı aşkına uyan! Mutfağa hırsız girdi! Pencerenin önünde duruyordum, baktım, biri pencereye tırmanıyor. Mutfaktan yemek odasına geçecek... dolapla kaşıklar var! Vasil! Mavra Yegorovna’nın mutfağına da geçen yıl böyle girmişlerdi.

—Ne... ne diyorsun?

—Tanrım, işitmedi beni! Anlamıyor musun, be adam, az önce mutfak penceresinden içeri hırsız girdi, diyorum! Pelageya’nın ödü patlar... dolapla gümüş takımlar var!

—Saçma!

—Çekilmezsin sen de! Ben sana tehlikeden söz ediyorum, sen kendi kendine homurdanıp duruyorsun! Ne istediğini anlamadım! Bizi soysunlar, kessinler mi?

Savcı yavaş yavaş doğruldu, yatağa oturdu, bu arada aralıksız esnedi.

—Ne biçim insanlarsınız, anlamadım ki! Gece de rahat yüzü yok! Saçma sapan şeyler için uyandırıyorsunuz insanı!

—Yemin ederim, Vasil! Pencereden bir adamın girdiğini gözlerimle gördüm.

—Girmişse girmiş! Ne çıkar bundan? Pek olasıdır ki, Pelageya’nın itfaiyecisidir gizlice gelen.
—Neee? Ne dedin sen?

—Gelen, Pelageya’nın itfaiyecisidir, diyorum.

Marya Mihaylovna;

—Bu daha kötü ya! diye bağırdı. Hırsız gelmesinden daha beter! Evimde böyle saygısızlıklar istemem!

—Şunun ahlak anlayışına bakın! Evinde saygısızlık istemezmiş! Bunun neresi saygısızlık? Bak, anacığım, geleneklerimize çok uygun bir davranıştır bu. Çağlardan beri... Adam niçin itfaiyeci? Aşçı kadınlara gelip gitsin diye..
.
—Olmaz, Vasil! Demek, beni hiç tanımamışsın! Evimde bu gibi işlerin olmasına göz yumamam!.. Şimdi derhal mutfağa git, adama mutfaktan çıkmasını söyle! Hemen çıksın! Yarın da Pelageya’ya bir daha böyle şeyler yapmamasını tembihlerim. Ben öldükten sonra evde böyle saygısızlıklara izin verebilirsin ama şimdi değil! Git, söyle şu adama, lütfen!
Gagin’in iyice canı sıkıldı.

—Allah kahretsin! Kadın beyninle, şu minicik beyninle oraya niçin gitmem gerektiğini açıklar mısın?

—Vasil! Şimdi düşüp bayılacağım!

Gagin yere tükürdü, terliğini giydi, bir daha tükürdü, mutfağın yolunu tuttu. Odalar kapalı bir fıçının içi gibi karanlık olduğundan savcının yolunu el yordamıyla bulması gerekiyordu. Çocuk odasının önünden geçerken kapıyı yokladı, bu sırada dadı uyandı.

—Vasilisa, dün akşam temizlemek için sabahlığımı almıştın. Nerede şimdi? diye sordu.

—Bey, temizlesin diye Pelageya’ya vermiştim.

—O ne biçim şey? Üzerinize bir iş alıyorsunuz, yapmadan bırakıyorsunuz! Şimdi ben sabahlıksız yolculuğa nasıl çıkarım?

Gagin mutfağa varınca tencere konulan rafın altında aşçı kadının uyuduğu sandığa yöneldi.
Kadının omzunu bulup sarsarak;

—Pelageya! diye seslendi. Pelageya, sensin değil mi! Hadi, uyur gibi yapma! Uyanıksın, biliyorum... Demin pencereden mutfağa biri girmiş. Kimdi o?

—Hııı! O da ne demek? Pencereden mi girmiş? Kim girebilir ki?

—Bak! Bana numara yapma! Senin o herife söyle de adam gibi çeksin gitsin! Beni işittin, değil mi? Onun burada yapacağı bir iş yok!

—Sizin aklınız başınızda mı, bey? Nasıl şey o? Beni salak mı sandınız? Gece deme, gündüz deme, yorulmak bilmeden uğraş, didin; gene de bu sözleri işit! Olacak iş mi? Ayda dört rubleye çalışıyorum; çayım, şekerim kendimden. Ağzınızdan başka tatlı söz çıkmaz mı?

Tüccar ailelerinin yanında çalıştım, böylesini görmedim!

—Hadi, bırak bu lakırdıları! Senin o kalın kafalı hemen gitsin buradan! İşittin mi?

—Günaha giriyorsunuz, bey! dedi Pelageya ağlamaklı bir sesle. Okumuş, soylu bir beyefendisiniz, ama bizim derdimizi, mutsuzluğumuzu anlamaya gelince... (Ağlamaya başladı.) Bizi gücendirmeye varsınız, arka çıkan kimsemiz yok!

—Hadi, hadi, bırak ağlamayı! Bana aslında böyle şeyler vız gelir! Ama hanımefendin gönderdi beni. Bana kalsa pencereden kim girerse girsin, aldırmam.

Savcı aşçı kadını daha fazla üzmeden karısının yanına dönmesinin en iyisi olacağını anlamıştı.

—Dinle, Pelageya! Benim sabahlığı temizlemek için almışsın, nerede şimdi? diye sordu.

—Ah, bey, özür dilerim. Temizledikten sonra iskemlenin üstüne bırakmayı unutmuşum. Şurada, fırının yanında çiviye asılı...

Gagin fırının yanında asılı duran sabahlığını yoklaya yoklaya buldu, sırtına geçirdi, sessizce odasına yollandı.

Marya Mihaylovna kocasının gidişinden sonra yalağına uzanmış, onun dönmesini bekliyordu. Üç dakika kadar sakin yattı, ama daha sonra bir tedirginlik kapladı yüreğini.
“Gidip gelmesi amma uzun sürdü! Mutfağa giren o saygısızsa gene iyi, ya bir de hırsızsa?” diye düşünüyordu.

Zihni gene kötü kötü sahneler çizmeye başlamıştı: Kocası karanlık mutfağa giriyor... hırsız alnına keserin tersiyle ”güm!”... gıkı çıkmadan yere seriliyor... yerlerde kan gölü...
Beş dakika geçti, beş buçuk, allı... Kadıncağızın alnında soğuk ter tomurcukları birikti.

—Vasil! Sen misin Vasil? diye bir çığlık allı.

—Niye bağırıyorsun? Anlamadın mı, benim. Kesiyorlarmış gibi bağırmaz mısın bir de...
Savcı karyolaya yaklaştı, kenarına olurdu.

—Mutfakla yabancı biri yok. Garip kadınsın, doğrusu. Sana öyle gelmiş... Senin aptal kafa Pelageya da tıpkı hanımı gibi iffetli bir kadın. Amma da yaptın! Bu kadar korkacak ne vardı?
Savcı karısına takılmaya, onu kızdırmaya başladı. Uykusu kaçmıştı artık, uyuyamıyordu.

—Sen de amma ödlekmişsin! diyerek güldü. Yarın ilk işin doktora gitmek, sanrılar gördüğün için tedavi olmalısın. Akıl hastası mısın, nesin!

Kadın;

—Katran kokusu geldi burnuma, dedi. Katran ya da soğan... lahana çorbası gibi bir şey...

—Evet... Havada öyle bir koku var. Uyku da girmiyor gözüme. Dur, en iyisi mumu yakayım. Kibrit nerede? Mahkememizden ayrılan savcının fotoğrafını da gösteririm. Dün giderken herkese birer tane vermişti. Arkasına da yazdı.

Gagin kibriti duvara sürttü, mumu yaktı. Ancak fotoğrafı getirmek üzere karyoladan ileriye doğru bir adım almıştı ki, arkadan keskin, yürek paralayıcı bir çığlık işitti. Geriye dönüp baktı. Karısının şaşkınlık, korku, öfke dolu, kocaman kocaman açılmış gözleri sırtındaki sabahlığa dikilmişti.

—Sırtındaki nedir öyle?

—Neymiş?

—Kendin baksan a!

Savcı üstüne baktı, bir ah çekli. Sırtında, giydiğini sandığı sabahlık yerine itfaiyeci kaputu vardı. Nereden gelmişti bu kaput? O, bu sorunu çözedursun, karısı zihninde yeni bir tablo; korkunç, olanak dışı bir tablo çiziyordu: Karanlık, sessizlik, fısıldaşmalar, falan filan...

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi