Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

SEVGİLİ -ANTON ÇEHOV

Gözlerinin altı torba bağlamış, uzunca yüzlü, ince yapılı, şık giyimli jeun premier Yevgeni Alekseyiç Podjarov güney kentlerinden birine tiyatro mevsimi dolayısıyla geldiğinde ilk işi birkaç saygıdeğer aileyle tanışmaya çalışmak oldu, ikide bir ayağını zarifçe sallayıp kırmızı çoraplarını göstererek;

—Evet, sinior! dedi. Biz oyuncular insanları hem doğrudan doğruya, hem de dolaylı olarak etkilemeliyiz. Birincisi, sahnede oynayarak, İkincisi ise halkla, tanışıp görüşerek elde edilir. Vallahi, parole d’honner, anlamıyorum. Bizim sahne arkadaşları niçin ailelerle ilişki kurmaktan kaçınıyorlar? Şölenler, doğum günleri, pasta partileri, soirée fixe’ler (çağrılı akşam yemekleri), toplu eğlenceler dışında bu türlü ilişkilere girmenin topluluk üzerinde derin etkileri olur. Kalın kafalı birinin zihnine bir kıvılcım soktuğunuzu bilmek hoş bir şeydir, değil mi? Ya o afet kadınlar! Mon Dieu (aman Tanrım), ne kadınlar, ne kadınlar! İnsanın başı döner! Bir tüccarın evine, evinin mahrem yerlerine girersin; al yanaklı bir tazecik çıkar karşına! İşte mutluluk diye buna derim. Parole d’honneur!

Podjarov bu arada güney kentinin fabrikatörlerinden Zıbayev’in saygın ailesiyle tanışmış bulunuyordu. Bu tanışıklık söz konusu olduğunda küçük görürcesine yüzünü buruşturur, gözlerini kısarak bakar, saatinin kösteğiyle sinirli sinirli oynar.

Bir gün -Zıbayev’lerin evindeki bir doğum günü kutlamasında oldu bu- sanatçımız yeni tanıdıklarının salonunda oturmuş, her zamanki gibi çene çalıyordu. Çevresindeki koltuklarda “afetler” sıralanmış, ilgiyle onu dinliyorlardı. Bitişik odadan kadın kahkahaları, akşam çayı içenlerin sesleri geliyordu... Bacak bacak üstüne atan Podjarov her tümceyi (cümleyi) bitirdikten sonra romlu çayından bir yudum alıyor, yüzüne oradakileri umursamayan, canı sıkkın bir anlam vermeye çalışarak sahnedeki başarılarını anlatıyordu. Bir yandan da onu dinleyenlere hoşgörüyle gülümseyerek;

—Ben daha çok bir taşra oyuncusuyum, diyordu. Ama sanmayın ki, başkentlerde hiç oynamadım! Sırası gelmişken size, zamanımız insanlarının ruhsal durumunu pek güzel belirten bir öykü anlatayım.

Moskova’da onuruma düzenlenen bir gecede genç izleyiciler o kadar çok defne çelengi getirmişlerdi ki, yeryüzünde bütün kutsal şeyler üzerine yemin ederim, bunları ne yapacağımı şaşırdım! Parole d’honneur! Sonra bir gün -parasız kaldığım sıralardı- defne yapraklarını topladığım gibi komşu dükkâna götürdüm. Ne kadar geldi dersiniz? Tam kırk kilo! Kah-kah-kah! Paralar öyle işime yaradı ki, sormayın! Bilirsiniz, sanatçılar çoğu zaman züğürttür. Bugün, bakarsınız, binlerce rublem vardır, yarın meteliğim kalmaz. Bugün bir dilim ekmek bulamam, yarın istiridye, balık yumurtasından başkasını yemem.
Sıradan insanlar çaylarını içerken sanatçıyı can kulağıyla dinliyorlardı. Çok memnun kalan ev sahibi bu okumuş, saygıdeğer konuğuna nasıl yaranacağını bilemediği için başka kentten gelmiş, uzak akrabadan bir konuğu, Pavel İgnatyeviç Klimov’u takdim etti. Klimov kırk yaşlarında, çam yarması gibi bir adamdı; uzun bir setre ile en genişinden pantolon giymişti.
Zıbayev, Klimov’u tanıtırken;

—Sizden sayılır, dedi. Tiyatroyu sever, eskiden kendisi de oynardı. Tulalı toprak ağasıdır.
Podjarov ile Klimov konuşmaya başladılar. Jeun premier arka arkaya iki mevsim Tula’da sahneye çıktığını söyleyince aralarında bir yakınlık doğdu. Kent hakkında, ortak tanıdıklar, tiyatro üstüne soruşturmalar, açıklamalar birbirini kovaladı.

Durmadan kırmızı çoraplarını gösteren jeun premier;

—Biliyor musunuz, kentinizi çok beğendim, dedi. O sokakların güzelliği, küçük parkı! Ya insanlarına ne demeli?

—Evet, kent topluluğuna diyecek yoktur.

—Bir tecim kenti olmakla birlikte aydın bir halkı var. Örneğin şey... lise müdürü... savcınız... subay topluluğu... Emniyet müdürü de öyleydi. Fransızların dediği gibi enchanté bir beyefendi. Ya o kadınlar! Allah, ne kadınlar!..

—Evet, kadınlar... gerçekten...

—Belki kadınlar konusu üstüne fazla düşüyorum. Asıl söylemek istediğim şu ki, kentinizde nedense amour bakımından işlerim tıkırında gitmiştir. O konuda on roman yazabilirim. İsterseniz bir serüvenimi anlatayım! Yegorov caddesinde, defterdarlık dairesinin bulunduğu apartmanda oturuyordum.

—Sıvasız, kırmızı apartman, değil mi?

—Evet, evet, sıvasız apartman. Komşumuz Koşeyev’lerin, şimdiki gibi anımsıyorum,

Varenka adında bir kızları vardı. Kentin en güzel kızıydı, diyebilirim.

Klimov’un sevincinden ağzı kulaklarına vardı.

—Varvara Nikolayevna’dan mı söz ediyorsunuz yoksa? Gerçekten güzel kızdır. Kentte eşi bulunmaz.

—Öyle, öyle, bulunmaz. Yüzünün yandan klasik bir görünüşü vardı. O ne iri kara gözler, bele kadar inen saç örgüleri! Beni Hamlet’i oynarken görmüş... Puşkin’in Tatyanası tarzında mektuplar yazmaya başlardı... Doğallıkla ben de yanıt verdim.

Podjarov çevresine bakıp salonda bayan olmadığını anlayınca gözlerini arkaya devirdi, hüzünle gülümsedi, içini çekti.

—Bir gün tiyatrodan çıktıktan sonra eve dönmüştüm. Baktım, kanepede oturuyor. Gözyaşları, aşk sözleri, öpüşmeler başladı... Ah, ne güzel, ne Tanrısal bir geceydi o! Aşk serüvenimiz o günden sonra tam iki ay sürdü. Ama öyle bir gece yinelenmedi bir daha! Ne geceydi, parole d'honneur, ne gece!

Klimov kızardı, gözlerini belerterek şunları mırıldandı:

—İzin verin, nasıl olur? Varvara Nikolayevna’yı iyi tanırım, yeğenim, ağabeyimin kızıdır!
Podjarov afalladı, o da gözlerini belertti.

Klimov kollarını iki yana açarak;

—Böyle bir şey olamaz! dedi. Onu iyi tanırım... Beni şaşırttınız. doğrusu!

Oyuncu ayağa kalktı, serçe parmağıyla bir gözünü ovaladı.

—Buna ben de üzüldüm. Ama siz... bir amca olarak... anlıyorum...

O ana değin oyuncuyu kıvançla dinleyip ondan gülümsemelerini esirgemeyen konuklar

kızarıp bozararak gözlerini önlerine indirdiler.

Klimov büyük bir öfkeyle;

—Yok, lütfen sözlerinizi geri alın! dedi. Rica ediyorum!

Oyuncu iki eliyle anlamı belirsiz bir işaret yaptı.

—Eğer... anlattıklarım sizi kırdıysa... lamam...

—Ayrıca doğru söylemediğinizi de kabul etmelisiniz!

—Ben mi? Yoo! Yalan söylemiyorum. Ama bilmeden anlattığım için üzgünüm. Hem sizin tavrınızı da anlamıyorum...

Klimov konuşmaksızın bir köşeden öbürüne gidip geliyordu. Ya düşüncelere dalmıştı ya da kararsızlık içindeydi. Tombul yüzü gitgide kızarıyordu, ensesindeki damarlar şişmişti, iki dakika kadar gezindikten sonra oyuncuya yaklaştı, ağlamaklı bir sesle;

—İtiraf edin, Varenka’yla ilgi söyledikleriniz yalandır. Lütfen! dedi.

Oyuncu omuz silkti; zoraki gülümseyip bir ayağını oynatarak;

—Tuhaf, doğrusu! dedi. Beni küçük düşürücü bir davranış sizinkisi!

—Demek, yalan söylediğinizi itiraf etmiyorsunuz?

—Anlamıyorum!

—İstemiyorsunuz, ha! Öyleyse kusura bakmayın! Hoş olmayan birtakım önlemlere başvurmak zorunda kalacağım. Bu durumda, sayın bayım, ya size hemen şimdi hakaret etmek durumundayım ya da namuslu bir insan olarak benimle düello yapmayı kabul edersiniz! Tabancalarla düello yapacağız!

Jeun premier küçümseyen bir tavırla, sözün üstüne basa basa;

—Hayhay! dedi.

Ev sahibi ile konuklar ne yapacaklarını şaşırdılar. Klimov’u bir köşeye çekip rezalet çıkarmamasını rica elliler. Kapılarda şaşırmış kadın yüzleri gözükmeye başladı. Jeim premier bir onun yanma koştu, bir bunun: herkese derdini anlatmaya çalıştı; sonra da kendisine hakaret edilen bir evde daha fazla kalamayacakmış gibi bir yüz takınarak şapkasını aldı, kimseye veda etmeden çıktı gitti.

Yolda yürürken omuz silkiyor, küçümsercesine gülümsüyordu, ancak kaldığı otele varıp da kanepeye uzandığında yüreğine büyük bir tedirginlik çöktü.

“Allah kahretsin!” diye söylendi. “Düello bir şey değil, beni öldürecek değil herhalde, ama arkadaşlarım durumu öğrenirlerse asıl felaket o zaman başlar. Böyle bir şey olmadığını herkes biliyor. Tüh! Bütün Rusya’ya rezil olacağım!”

Podjarov biraz düşündü, bir sigara yaktı, sakinleşmek için sokağa çıktı.

“Budala herifle konuşsam.” diye geçirdi içinden. “Öküzün, sersemin biri olduğunu, kendisinden hiç korkmadığımı kalın kafasına sokmalıyım!”

Jeun premier, Zıbayev’in evinin önünde durdu, pencerelere bakmaya başladı. Tül perdelerin arkasında hâlâ ışıklar yanıyor, insan görüntüleri kıpırdıyordu.

—Burada bekleyeyim herifi! dedi.

Hava soğuk, karanlıktı. Elekten süzülür gibi ince, can sıkıcı bir güz yağmuru çiseliyordu. Podjarov oradaki bir fener direğine yaslandı, kendini tedirginlik duygusunun kucağına bıraktı.
Islanmıştı, bitkin bir durumdaydı.

Ancak gecenin ikisi olduğunda konuklar evden çıkmaya başladılar. Herkes gittikten sonra kapıda Tulalı toprak ağası gözüktü. Adam sokağın öbür ucundan işitilecek gibi bir ah çektikten sonra ağır çizmeleriyle lap lap basarak yürüdü.

Jeun premier onun arkasından yetişti.

—İzin verir misiniz? Bir dakika!

Klimov durdu. Oyuncu gülümsüyor, toprak ağasının karşısında ezilip büzülüyordu.

Kekeleyerek;

—İ... itiraf ediyorum... Ya... yalan söyledim, dedi. Çok özür dilerim!

—Hayır, itirafınızı herkesin önünde yapmalısınız. Ben bu işi böyle bırakmam.

—Özür diledim ya sizden! Ne olur, anlayın beni! Siz de kabul edersiniz ki, düello birtakım söylentilere yol açar. Devlet dairesinde çalışıyorum. Arkadaşlarım öğrenirlerse ne derler?
Jeun premier kayıtsız görünmeye, gülümsemeye, dik durmaya çalışıyorsa da korkusu ağır basıyordu. Sesinin titremesi, gözlerinin suçlu suçlu kırpışması, başının aşağı düşmesi bunu göstermekteydi. Süklüm püklüm dururken bir şeyler daha mırıldandı. Klimov onu dinledi, içini çekti, biraz düşündükten sonra;

—Peki, öyle olsun! dedi. Tanrı kusurunuzu bağışlasın! Yalnız bir daha yalan söylemeyin, delikanlı! Yalan kadar insanı küçülten şey yoktur. Bakın, gençsiniz, eğitim görmüşsünüz...
Tulalı toprak ağası babacan bir tavırla ona böyle öğütler veriyor, jeun premier ise uysal uysal gülümsüyor, sesini çıkarmadan dinliyordu... Adam sözlerini bitirince dişlerini göstererek sırıttı, eğilip selam verdi, tüm bedeniyle büzüşerek, suçlu suçlu otelinin yolunu tuttu.
Yarım saat sonra yatağına girdiğinde keyfi yerindeydi, kendini tehlikeden uzak görüyordu artık. Anlaşmazlığın böyle kazasız belasız bitmesinden dolayı içi rahat, battaniyeyi başına çekti, derin bir uykuya daldı; sabahın onuna değin mışıl mışıl uyudu.

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi