Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

KOCA - ANTON ÇEHOV

Manevralara katılan N. süvari alayı geceyi geçirmek üzere K. kasabasında konakladı. Bir askeri birliğin kasabalarında gecelemeye karar vermesi gibi bir olay oranın insanları üzerinde her zaman heyecan verici, hülyalı bir etki bırakır. Satamadıkları bayat sucukları, raflarda yıllardır beklemekten paslanmış “en iyi cins” sardalye konservelerini elden çıkarmayı düşleyen bakkallar, meyhaneciler, bütün esnaf gece boyunca dükkânlarını açık tutarlar. Askerlik şubesi başkanı, yardımcısı, bölgenin garnizon subayları en güzel üniformalarını giyerler, polis örgülü büyük bir telaşa düşer, kadınlara tuhaf bir şeyler olur...

Alayın yaklaştığını işiten kadınlar ellerindeki reçel taslarını bırakıp dışarıya sökün elliler. Üstlerinin-başlarının döküldüğüne, saçlarının-başlarının dağınıklığına bakmaksızın soluk soluğa yollara düştüler, rap rap yürüyen askerlerin ayak seslerine kulak verdiler. Solgun, hülyalı yüzlerine bakınca onların duydukları marşın askerlerin borularından değil, göklerden geldiğini sanırdınız.

—Alay geliyor! Alay geliyor! diye bağırdılar büyük bir sevinçle.

O gün oraya rastgele uğrayıp ertesi sabah şafakla birlikle yoluna devam edecek olan alay onların ne işine yarayacaktı, dersiniz?

Subaylar kasabaya geldikten sonra meydanda toplanıp, elleri arkalarında geceyi geçirecekleri ev işini görüşedursunlar, kasabanın ileri gelenlerinin karıları soylular başkanının konağında alayın subaylarının dedikodusunu yapmaktaydılar. Nereden öğrendilerse, alay komutanının evli olduğunu, ama karısından ayrı yaşadığını, kurmay başkanının hanımının her yıl ölü çocuk dünyaya getirdiğini, komutanın yaverinin bilmem hangi kontese gönül verdiğini, hatla bir keresinde intihara kalkıştığını öğrenmişlerdi. Onlardan ne gizlenebilirdi ki zaten? Pencereden asteğmen Rımzov’un kırmızı gömlekli, çopur emir erini görür görmez onun, komutanı için İngiliz viskisi aradığını anladılar hemencecik. Daha subaylara göz ucuyla, arkadan bakmışlardı, ama bir tanesinin bile yakışıklı, ilgi çekici olmadığını biliyorlardı. Gene de aralarında anlaşıp garnizon komutanı ile kulüp başkanını yanlarına çağırdılar; üç akşam her ne pahasına olursa olsun müzikli, danslı bir toplantı düzenlemeleri için gerekli talimatı verdiler.

Bayanların isteği yerine getirilmeden olamazdı. O akşam saat dokuzda kulübün önündeki sokakta askeri bando gümbür gümbür çalıyor, içerde ise subaylar K. ilçesinin kadınlarıyla dans ediyorlardı. Kadınlar kanat takmış gibiydiler. Dansın, müziğin, mahmuz şakırtısının etkisiyle gelip geçici ahbaplığın çekiciliğine kapılmışlar; sivil kocalarını unutmuşlardı. Yalnız kocaları değil, babaları da geri plana itilip yoksul kulüp büfesinin önünde kendi başlarına kalmışlardı. Giyinmesini bilmeyen, içki düşkünü, basurlu kaymakamlık memurları, mal müdürleri, hapishane gardiyanları kendi zavallılıklarını anlayıp geriye çekildiler; kanlarının, kızlarının çevik, tığ gibi teğmenlerle dans edişlerini seyre koyuldular.

Bu kocalar arasında saçlarını kısacık kestiren, iri kafalı, kaim, sarkık dudaklı, dar görüşlü, kindar bakışlı bir adam olan, tekel memuru ayyaş Kiril Petroviç Şalikov da vardı. Kiril Petroviç bir zamanlar şarkı söyler, üniversitede Pisarev, Dobrolyubov üzerine dersler verirmiş, ama şimdi sıradan bir memurdan başka bir şey olmadığını belirtmekle yetiniyor.
Adamcağız kapı pervazına yaslanarak ayakta dikiliyor, karısı Anna Pavlovna’dan gözlerini ayırmıyordu. Karısı otuz yaşlarında, uzun burunlu, sivri çeneli, takıp takıştırmış, yüzünü bol bol pudralamış, ufak tefek, esmer bir kadındı. Ara vermeden öyle çılgıncasına dans ediyordu ki, yorgunluktan soluk soluğa kaldı bir süre sonra. Ancak bedensel bir yorgunluktu onunkisi, ruhsal değil. Bütün gövdesi uyum içindeydi, bu işten büyük zevk aldığı görülüyordu.
Göğüsleri hop hop hopluyor, yanaklarında kırmızılıklar oynaşıyor, akıcı hareketleri kesintisiz birbirini izliyordu. Onu görenler eski günlerinde; enstitüde okuduğu, bir baronla ya da prensle evleneceğini hayal ettiği o coşku dolu, neşeli günlerinde dans elliğini düşünürdü.

Tekel memuru bir yandan onu izliyor, bir yandan öfkeyle suratını buruşturuyordu. Kıskançlık duyduğu söylenemezdi, ancak birincisi, dans edenler yüzünden kâğıt oynayacak yer kalmadığı, İkincisi, üflemeli çalgılara kullanamadığı, üçüncüsü, subayların onun gibi sivillere tepeden bakıp onları adam yerine koymadığı, dördüncüsü ve en önemlisi de karısının yüzünde büyük bir mutluluk okuduğu için bu işten hiç hoşnut değildi. Karısına baktıkça zıvanadan çıkıyordu.

—Şunun yediği naneye bakın! diye homurdandı. Neredeyse kırk yaşına bastı, ne yüz kaldı, ne tazelik; gelin görün ki, sürüp sürüştürmüş, saçlarını kıvırmış, korse takmış!.. Şunun cilvelerine, kırıtmalarına ne demeli? Kendini dünyanın en güzel kadını sanıyor, haspa!
Öte yandan Anna Pavlovna kendini öylesine dansa vermişti ki, dönüp de kocasına baktığı yoktu.

—Ne yaparsınız, biz kocalar kadro dışı kaldık! diye söylendi tekel memuru. Bizler şimdi kasaba ayılarıyız, onların' işine yaramayız! Şimdi kendisini kraliçe sanıyordur, kim bilir! Subayların başını döndürecek, onlara âşık olmaya hazır!

Mazurka sırasında tekel memurunun öfkeden suratı çarpıldı. Karısı fırlak gözlü, şakak kemikleri Tatarlarınki gibi çıkık, esmer bir subayla dans ediyordu. Tatar suratlı, somurtkan subay öyle ciddi dans ediyor, bacaklarını, dizlerini öyle ciddi ciddi kıvırıyordu ki, onu ipleri çekilerek oynatılan oyuncak palyaçolara benzetebilirdiniz. Anna Pavlovna ise yüzü solgun, gözleri arkaya kaymış, büyük çarpıntılar içinde hoplayıp zıplarken sanki ayakları yerden kesikmiş, kendisi kasaba kulübünde değil, çok çok uzaklarda bir yerde, bulutların üzerindeymiş gibi havalarda uçuyordu. Yalnız yüzü değildi mutluluğunu anlatan, bütün bedeni bir çeşit coşku içindeydi. Tekel memuru daha fazla dayanamadı; karısının mutluluğuyla alay etmek, ona kendini unuttuğunu, yaşamın, coşarak dans ettiği sırada sandığı gibi güzel olmadığını göstermek istiyordu.

—Bu neşeli gülücüklerin hesabını soracağım senden! diye söylendi. Sen ne enstitülüsün, ne de küçük bir kız çocuğusun! Eski surat eski suratlığını bilmeli!

Küçük küçük kıskançlıklar, alınganlıklar, ulak ilçe memurlarının içkiden, bir köşeye itilmişlikten dolayı onları için için kemiren kırgınlıkları ruhunda kaynaşıp duruyordu... Mazurka dansı bitince salona girerek doğrudan doğruya karısının yanma yöneldi. Anna Pavlovna o sırada kavalyesiyle birlikte oturmuş; bir yandan yelpazesini sallıyor, bir yandan da cilveli cilveli göz süzerek Petersburg’da bir zamanlar ne güzel danslar ettiğini anlatıyordu. (Petersburg sözünü söylerken dudaklarını yürek biçiminde büzerek “Pütürbürg” demesi görülmeye değerdi.)

Tekel memuru karısına yaklaşarak;

—Anyuta, kalk eve gidiyoruz! dedi.

Adamı karşısında gören kadın önce bir kocası olduğunu yeni anımsamışçasına irkildi, sonra utancından kıpkırmızı kesildi. Çünkü tekel memuru her zamanki gibi sarhoştu, mahkeme duvarı gibi somurtkan suratlıydı.

—Kalk, eve gidiyoruz! diye yineledi adam.

—Niçin? Daha vakit erken!

Adam suratını daha bir astı, sözleri bastıra bastıra söyleyerek;

—Benimle eve gelmeni rica ediyorum! dedi.
Kadın kaygılandı.


—Ama niçin? Bir şey mi oldu yoksa?

—Hayır, hiçbir şey olmadı, ama ben derhal benimle birlikle eve gelmeni istiyorum. İsteğimi belirttim sana, lütfen sözü daha fazla uzatma!

Anna Pavlovna kocasından korkmazdı, ancak dans elliği erkekleri utanıyordu. Subay şaşkın, alaylı bakışlarla kocasını süzmekteydi. Kadın yerinden kalktı, kocasıyla birlikle yana çekildi.
—Neler saçmalıyorsun, bakalım? dedi seri seri. Niçin seninle birlikle gelecek misim? Görmüyor musun, saat on bir bile değil!

—Ben öyle istiyorum, hepsi bu kadar! Benimle birlikle geleceksin, lamam mı?

—Saçmalamayı bırak! Eğer çok istiyorsan kendin git!

—Madem öyle, ben de rezalet çıkarırım!

Tekel memuru karısının yüzündeki mutluluk duygusunun yavaş yavaş silindiğini, kadının ulanarak acılar içinde kıvranmaya başladığını gördü; bundan dolayı yüreği rahatlamış gibi oldu.

—Beni niçin yanında istiyorsun? diye sordu Anna Pavlovna.

—Niçini miçini yok! Gidip evinde oturmanı istiyorum! Tek işlediğim bu, anladın mı?
Kadın önce onu dinlemeye yanaşmadı, sonra yarım saat daha kalmasına izin vermesi için yalvarmaya başladı. Bunun ardından, kendisi de niçin yaptığını bilmeden özür diledi, yeminler elli... Bütün bunları çevresindekiler aralarında geçenleri anlamasınlar diye alçak sesle, gülümseyerek söylüyordu. İstediği yarım saat on dakikaya, beş dakikaya düştü, ama tekel memuru ayak diriyordu.

—Kalacağım diyorsan kal! Ama rezaleti de göze al! diyerek kestirip allı.
Kocasıyla konuştuğu bu süre içerisinde Anna Pavlovna zayıflayıp çökmüş, yaşlanmış gibiydi. Yüzü solgun, dudaklarını ısırıp ağlamamaya çalışarak evin holüne yürüdü, giyinmeye haşladı.

Öbür bayanlar;

—iki gözüm, nereye böyle? Niçin acele ediyorsunuz? dediler.

—Başım biraz ağrıyor da...

Kulüpten çıktıktan sonra karı-koca eve kadar konuşmadan yürüdüler. Karısı önde giderken tekel memuru arkadan onun üzüntüden, küçük düşürülmekten kamburlaşan sırtına bakıyor; kulüple onu çileden çıkaran mutluluğunu gözünün önüne getirerek arlık böyle bir mutluluk kalmadığı için yaptıklarından dolayı gurur duyuyordu. Bir yandan içini kıvanç dolduruyor, bir yandan da bir şeyin eksikliğini hissediyordu. Şimdi geriye dönse de oradaki herkesin kendi çektiği acıları, sıkıntıları çekmesini sağlasa içi biraz daha rahatlayacaktı. Yaşamın hiçliğini, tekdüzeliğini onlar da hissetsinlerdi. İşle şimdi kendisi karanlık sokaklarda yürürken olduğu gibi, vıcık vıcık çamurun ayakları altında şakırdadığını duysunlar, yarın sabah uyandıklarında votkadan, kâğıt oyunlarından başka yaşamlarında yeni bir şey olmadığını anlasınlardı... İşte böylesine berbat bir yaşamdı onlarınki?

Anna Pavlovna da zorlukla yürüyordu. Bir yandan da kulüpteki dansların, müziğin, konuşmaların, gürültünün, parlak ışıkların etkisindeydi. Hem yürüyor, hem de Tanrı’nın onu niçin cezalandırdığını soruyordu. Büyük acılar, kırgınlıklar içindeydi, arkadan gelen kocasının ağır adımlarına karşı yüreğinde nefret duyguları kabarıyordu. O anda tek isteği en aşağılayıcı, yaralayıcı sövgüyü bulup bunu kocasının yüzüne haykırmaktı, gelgeldim onun hiçbir sövgüye aldırmayacağını da biliyordu. En yakası açılmadık küfürler vız gelirdi şimdi ona. Bu duruma göre acısını dindirecek bir şey yoklu onun için...

Öle yandan kulüpteki müzik la oralara kadar yayılıyor, karanlık sokaklar müziğin yakıcı, iç hoplatıcı sesleriyle dolup taşıyordu.

SON EKLENENLER

Üye Girişi