Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

KAHVECİ GÜZELİ

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde bir ülkenin, bir şehrinin bir köyünde iki çocuklu bir aile varmış Bu çocukların ikisi de yetişkin olup büyüğü erkek küçüğü de kızmış.

O ülkede padişahın bulunduğu başşehirde her sene törenler düzenlenir. Bu törenlerde gençler çeşitli yarışlara katılır kazananlara ödüller verilirmiş.

Tören günü yaklaştıkça törene katılacak oğlunu alan başşehire gitmeye başlamış. O köyde de sadece bu aile katılıyormuş. Sonunda kızlarını köydeki hocanın yanına bırakıp bu aile de yola çıkmış.

Kız çok gösterişli ve güzelmiş. Bu güzelliği herkesin dikkatini çekiyormuş. Hoca da bu güzellikten etkilenip kıza yakınlık duymaya başlamış. Kız onunun niyetini önce anlayamamış. İş biraz daha ciddiye binince kızı bir korku almış, Korkudan yalvarmaya başlamış:

"Ne olur dokunma bana. Herkes duyarsa ne der. Babam beni sana emanet etti. Emanete hıyanetlik yapılır mı?”

Hoca da:

"Sen bir kabul et, seni nikâhıma alacağım,” diyormuş.

Kız bakmış ki hocadan kurtuluş yok. Ordan kaçıp kendi evlerine sığınmış. Kapıyı da arkasından kilitlemiş.

Hoca kızı evden çıkarmak için az uğraşmamış. Hatta ondan af bile dilemiş. Yine çıkaramamış. Sonunda babasına haber salmış.

"Kızın kötü yola düştü, gel namusunu temizle,” demiş.

Bu haber kısa zamanda kızın babasına ulaşmış. O da oğlunu yanına alıp:

"Bak oğul. Kızım namusumuzu iki paralık etti. Git namusumuzu temizle. Kanıt için gömleğini de kanına bula al getir." demiş.

Delikanlı atına binip köyün yolunu tutmuş. Derelerden sel gibi tepelerden yel gibi aşıp köye gelmiş. Hava iyice kararmış. Delikanlı kendi evinin kapısını çalmış.

Kız kardeşi:

"Kim o?” demiş.

Delikanlı:

"Benim, ağabeyin,” demiş

Kız, kapıyı çalanın kardeşi olduğundan emin olunca kapıyı açmış ve kardeşini içeriye almış. İki kardeş birbirine sarılmışlar. Kızın iki gözü iki çeşme ağlamaya başlamış.

Delikanlı:

"Neden ağlıyorsun bacım, seni bu kadar üzen nedir?” demiş.

Kız da başından geçenleri tek tek anlatmış. Ağabeyi çok şaşırmış duyduklarına. Delikanlı ne yapacağını bilememiş. Gidip hocayı dövmek istemiş fakat kardeşi bırakmamış, Sonra kardeşine dönerek:

"Bu anlattıklarını babama anlatsam bana inanmaz, "demiş.

Kız:

"Sen inanmıyor musun bana?” demiş.

Delikanlı:

"En ufak bir tereddüdüm yok benim. Sana inanıyorum demiş.

Kız:

"Sen bana inanıyorsan yeter. Şimdi İstersen beni öldürebilirsin,” demiş.

Delikanlı:

"Seni nasıl öldürebilirim. Seni dağa bırakayım, Çek git buralardan. Gömleğini bana ver vurduğum bir kuşun kanına bulayıp babama götüreyim,” demiş.

O gece iki kardeş yola çıkmışlar. Bir hayli yol alıp uzaklaşmışlar. Gün ağarmış ve ayrılma zamanı gelmiş. Delikanlı kardeşinin gömleğini almış. Orda bir kuş vurmuş. Gömleğini kuşun kanına bulamış ve vedalaşarak ayrılmışlar.

Kız bilmediği bir dağda tek başına kalmış. "Ölmektense böyle yaşamak daha güzel,” diye düşünmüş. Günlerce kimselere gözükmeden yol almış. Sonunda yemyeşil bir vadiye [ yolu düşmüş. Açlıktan ve susuzluktan perişan bir haldeymiş. Dağda neler bulduysa yemiş. Bir çeşmenin başına varınca da orda doya su içmiş. Çeşmenin başında uyuya kalmış.

O ülkenin prensi adamlarıyla ava çıkmış. Bir hayli av hayvanı vurmuşlar. Avlanma bittikten sonra dönmeye karar vermişler. Yolları uzak olduğu için atlarını sulamak için yeşil vadiye uğramışlar. Bir de ne görsünler, çeşmenin başında dünyalar güzeli bir kız uyuyor. Onu uyandırmaya bile kıyamamış. Orada bir hayli beklemiş. Epey bir süre geçtikten sonra kız uyanmış. Karşısında beyaz pelerinli bir genç görünce yüreği "küt küt” atmaya başlamış. Hem de korkmuş çevresindeki insanlardan.

Prens:

"Benden korkmana gerek yok. Benden sana kötülük gelmez. Kimsin ne arıyorsun burada?” demiş.

Kız başından geçenleri prense anlatmış. Prens onun haline çok acımış. 

Prens:

"Senin gibi namuslu ve kendini koruyan kız az bulunur Benimle evlenir misin?” demiş.

Kız şaşırmış bu teklife. Ne diyeceğini de bilememiş. Sonra:

"Birbirimizi tanımıyoruz. Benimle evlendiğine sonra pişman olmayasın,” demiş.

Prens:

"Senin gibi açık sözlü bir kızdan zarar gelmez,” demiş.

Kız:

"Bu evliliği bir şartla kabul ederim. Beni bir yıl sonra babamın memleketine götürürsen olur,” demiş.

Prens bu teklifi kabul etmiş. Kendisini de kıza tanıtmış. Birlikte saraya dönmüşler. Prensin babası da kızı beğenmiş. Onlara dillere destan bir düğün yapmış. Aradan çok geçmeden padişah ölünce prens o ülkenin padişahı olmuş.

Aradan yıllar geçmiş. Padişah işlerinin çokluğu yüzünden eşine verdiği sözü bir türlü yerine getiremiyormuş. Üç oğul sahibi olmuş fakat yine de eşinin memleketine gidememiş. Genç padişah eşinin üzüntüsüne dayanamamış ve bir gün:

"Hanım benim işlerim çok. Buradan ayrılmam mümkün değil. Seni vezirimin yanına katayım. Yanınıza da bir bölük asker verip memleketine göndereyim,” demiş.

Hanımı bu teklifi kabul etmiş. Çünkü annesi babası ve kardeşi gözünde tütüyormuş. Çocuklarını da yanına alıp gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra yola çıkmışlar.

Sabahtan akşama kadar at üstünde yol almışlar. Herkes çok yorulmuş. Karanlığın bastırmasından önce vezir;

"Burda mola verilecek. Askerler çadırlarını şu tarafa' kraliçe ile benim çadırımı da şu tarafa kursunlar,” demiş.

Askerler kısa sürede çadırları vezirin istediği gibi kurmuşlar. Akşam karanlığı çökmüş. Herkesin çadırlarına çekildiği bir zaman vezir kraliçenin çadırına girmiş. Kraliçe vezirin teklifsizce içeri girdiğini görünce şaşırmış ve hemen çıkışmış:

"Bil saatte çadırımda ne işin var?” demiş.

Vezir:

"Kraliçem sende gözüm var. Benim olmanı istiyorum. Kocan sana layık biri değil,” demiş.

Kraliçe:

"Sen nasıl böyle düşünürsün? Yıllarca ekmeğimizi yedin, suyumuzu içtin. Çabuk git buradan yoksa bağırırım.” Vezir:

"Sende gözüm olduğunu bilmiyor musun? Hem bağırsan bile sesini kim duyar. Benimle olursan kocanı bile ortadan kaldırırız.” demiş.

Kraliçe:

"Ölürüm, yine senin olmam” demiş.

Vezir:

"Ya benim olursun ya da çocuklarından birinin başını keserim,” demiş.

Kraliçe kendini vezire teslim etmemiş. Etmemiş ya büyük oğlandan da olmuş. Vezir büyük oğlanı çadırından alıp başını kesmiş.

Ertesi gün sabah erkenden yola koyulmuşlar. Kraliçenin gözleri kan revan içinde kalmış. Vezir onun yanma kimseleri yaklaştırmıyormuş. Gün batımına kadar yol almışlar. Herkes açlıktan ve yorgunluktan bitkin bir hâldeymiş. Vezir emir vermiş, çadırları kurdurmuş. Yine kendi çadırını kraliçenin çadırının yanına, askerlerinkini de ayrı bir tarafa kurdurmuş.

Gün iyice kararınca vezir yine kraliçenin çadırına girmiş.

Bir önceki gibi kendisinin olmasını istemiş. Kraliçe şiddetle reddetmiş. Onun olmamış ama o gece de ortanca oğlundan olmuş.

Üçüncü gün yine sabah erkenden yola koyulmuşlar. Gün boyunca hiç durmadan yol almışlar. Yol boyunca vezir kraliçeyi sözle rahatsız etmiş. Akşam olunca yine uygun bir yere çadırı kurmuşlar. Vezir yine çadırını kraliçenin çadırının yanına kurdurmuş.

Gün iyice kararınca vezir kraliçenin çadırına girmiş. Kendisinin olmasını istemiş. Kraliçe vezirin isteklerini kabul etmemiş. O gece de küçük oğlunun başı kesilmiş.

Kraliçe acıdan durmadan ağlıyormuş. Vezirin korkusundan durumu kimselere de açamıyormuş. Çünkü vezir onun yanına kimseleri yaklaştırmıyormuş. Kadın yola çıktığına bin pişman olmuş ya iş işten geçmiş.

Dördüncü gün de bir hayli yol gitmişler. Kraliçe yol boyunca vezirden kurtulmanın çarelerini düşünüyormuş. Vezir de onun kaçmaya yelteneceğini bildiğinden yanından hiç ayrılmıyormuş. Sonunda akşam olmuş. Vezir yine çadırların kurulması için emirler vermiş. Ormanlık bir alana çadırlar kurulmuş. Gün iyice kararınca vezir yine kraliçenin çadırına girmiş.

Vezir:

"Bugün ya benim olursun, ya da senin başını keserim. "demiş.

Kraliçe, vezirin çok merhametsiz biri olduğunu gördüğünden kendi sonunun yaklaştığını düşünmeye başlamış. O anda aklına bir fikir gelmiş.

Kraliçe:

"Senden kurtuluş yok, senin olacağım,” demiş.

Vezir sonunda amacına ulaştığını düşünmüş. Kraliçenin gönlünü almak için ona dil dökmeye başlamış, Ona neler demiş neler? Fakat kraliçenin aklı fikri kaçmaktaymış,

Kraliçe:

“Haydi, soyun da yatalım.” demiş

Vezir:

“Neden böyle birden bire fikir değiştirdin?” diye sormuş.

Kraliçe:

'Senden kurtuluş yok, üç çocuğumu gözünü kırpmadan öldürdün. Beni de öldüreceğin belli. Onun için, ölmektense senin olmak daha iyi,” demiş.

Vezir de ona inanmış. Elbiselerini çıkartıp yatağa girmiş ve kraliçeyi beklemeye başlamış. O da soyunmuş yatağa gireceği an:

"Dışarı çıkmam lazım,” demiş.

Vezir:

"Olmaz, kaçarsın,” demiş.

Kraliçe:

"Bu karanlıkta nereye giderim. Kurt kuş yer beni. İnanmıyorsan ayağımdan bir ip bağla, ipin bir ucu da sen de kalsın.” demiş.

Vezir çadırdaki kalın urganı kraliçenin ayağına bağlamış ve onu dışarı salmış. Kraliçe dışarı çıkınca koynunda sakladığı bıçağı çıkarıp ipi kesmiş. İpin ucunu da oradaki bir ağaca bağlamış ve ormana kaçmış. Daha sonra ormandaki büyük bir ardıç ağacının içine kendini atmış. Vezir ipi çekmiş, ipin kraliçenin ayağında bağlı olduğunu düşünmüş. Biraz daha beklemiş. Yine gelen yok. İpi yeniden çekmiş hiç hareket ettirmemiş. Hemen dışarı çıkmış. Bakmış ki ip bir ağaçta bağlı, üzerini giyindikten sonra askerleri uyandırmış. Sabaha kaçlar ormanı didik didik aramışlar, Kraliçeyi bulamamışlar. Sonunda umudu kesip aramaktan vazgeçmişler.

Vezir:

"Askerler gördünüz olanları. Kraliçe kaçtı. Dağdan gelen dağa gider. Geri dönüyoruz.” demiş.

Vezir saraya döndükten sonra padişaha eşinin kaçtığını söylemiş. Padişah bir anlam verememiş buna, içine de bir kurt düşmüş

Kraliçe askerlerin gittiğinden emin olduktan sonra saklandığı ardıcın dibinden çıkmış. Babasının yurduna doğru gitmeye başlamış. Epey bir zaman yol aldıktan sonra dağda bir çobana rastlamış.

Kraliçe:

"Çoban kardeş boğazımdaki altınları sana vereyim, üzerindeki elbiseyle bana bir koyun ver", demiş.

Bu teklif çobanın da hoşuna gitmiş. Elbiselerini soyunup ona vermiş. Sürüden bir de koyun ayırmış.

Kraliçe:

"Yalnız bu koyunu kesip, karnını temizleyip bana vereceksin,” demiş.

Kraliçe çobanın elbiselerini giymiş. Koyunun temizlenmiş karnını da başına geçirmiş. Olmuş bir erkek. Kraliçe ordan yoluna devam etmiş. Yolda gördüğü herkese erkek gibi selam verip selam almış. Sonunda kendi köylerine gelmiş. Doğru köyün kahvesine gitmiş. Kahveciden iş istemiş.

Kahveci:

"Ne işe yararsın?” demiş.

Kraliçe:

"Masallar anlatır halkı eğlendiririm,” demiş.

Kahveci.

"Adın nedir senin?”

Kraliçe:

"Benim adıma kahveci güzeli derler,” demiş.

Kahveci:

"Tam benim aradığım insansın. Kahvemde halkı eğlendirecek birisine ihtiyacım vardı,” demiş ve onu işe almış.

Kahveci güzelinin ağzından bal damlıyormuş. Kahveye gelenler onun sohbetini bırakıp gidemiyorlarmış. Herkes geç kadar onun başından ayrılmıyormuş. Kahveci güzelinin namı dillere destan olmuş.

Gel zaman git zaman padişah karısını aramak için yollara düşmüş. Yolu eşinin köyüne düşmüş ve onun babasının evine konuk olmuş. Sormuş soruşturmuş eşi köyde yok. Herkes onun çok önceleri öldüğünü söylemiş. Padişah o gece köyde konaklamaya karar vermiş. Ev sahibi padişahı memnun edebilmek için elinden geleni yapıyormuş. Akşam hoşça vakit geçmek için Kahveci güzelini bile çağırmış.

Gün iyice karardığında evde toplananların sayısı bir hayli çoğalmış. Kahveci güzelini de padişaha tanıştırmışlar. Onun konuşmaları padişahın hoşuna gitmiş.

Kahveci güzeli:

"Padişahım sizin meclisinize bir şartla otururum, "demiş.

Padişah:

"Neymiş şartın?”

Kahveci güzeli:

"Bu meclise köyün hocasını da çağırın. Ev sahibi de bir kaz kessin. İmam da onun başına oturup kazı kızartsın. Ben de o zaman masallarımla sizleri eğlendiririm,” demiş.

Padişah bu teklifi kabul etmiş. Hocaya da haber salmışlar, o da gelmiş. Padişah, vezir, kadının annesi babası, kardeşi, hoca ve daha başkaları da ordaymış. Kazı kesip ocağa koymuşlar. İmam da onu kızartmak için ocağın başına geçmiş. Kahveci güzeli de masalını anlatmaya başlamış.

"Bir varmış bir yokmuş. Zamanın birinde bir ülkede iki çocuklu bir aile varmış. Aile padişahın düzenlediği yarışlara oğlunu alıp götürmüş. Kızını da köydeki hocanın yanına bırakmış. Hocanın kızda gözü olduğundan ona yanaşmaya başlamış. Kız buna karşılık vermeyince hoca kızın babasına "kızın kötü yolda gel namusunu temizle” diye haber salmış.

Kahveci güzeli bu masalı anlatırken hocanın yüzü kızarmaya başlamış. Hoca kendisinden bahsedildiğini anlamış Kalkıp gitmek için izin istemiş.

Kahveci güzeli:

"Çevir imam, kaz yanmasın. Kitleyin kapıyı gelen giden olmasın, sözümde laf olmasın,” demiş.

Padişah:

"Otur hoca efendi Kahveci güzeli kimsenin gitmesini istemiyor. Masalı bitene kadar kimse dışarı çıkmayacak,” demiş.

Kahveci güzeli masalını tekrar anlatmaya başlamış:

"Babası namusunu temizlemesi için oğlunu göndermiş. Oğlan, kardeşini öldürmek için gelmiş, fakat onun anlattıklarım duyunca vazgeçmiş bu işten. Hocanın iftira ettiğini öğrenmiş. Babasından da korktuğu için kızı dağa götürmüş. Orda bir kuş vurmuş. Kızın gömleğini kuşun kanına bulayıp babasına götürmüş. Dağda tek başına kalan kız günlerce dağda aç susuz dolaşmış. Sonunda bir çeşmenin başında uyurken bir prensle karşılaşmış. Prens ona evlenme teklif etmiş. Kız da: "Bir şartım var. Bir çocuğum olduktan sonra beni babamın evine götürürsen evlenirim." demiş. Prens bu teklifi kabul etmiş. Evlenmişler. Yıllar geçmiş, bir iki derken üçüncü çocukları olmuş. İşlerinin çokluğu yüzünden eşine verdiği sözü bir türlü tutamıyormuş. Sonunda hanımını üzmemek için onu vezirinin yanına katmış ve babasının memleketine göndermiş. Vezir saraydan uzaklaştıktan ilk konakladıkları yerde kadına sahip olmak istemiş.

Vezir masalcının kendinden bahsettiğini anlamada gecikmemiş. Padişah durumu öğrenirse kellesi gidecek. Oradan kaçmak için yavaşça dışarı çıkmak istemiş.

Kahveci güzeli:

'Çevir imam kaz yanmasın, kitlen kapıyı gelen giden olmasın, sözümde laf olmasın,” demiş.

Padişah:

"Otur bakalım vezir, sonunu dinleyelim şu masalın.

Vezir dışarı çıkamayacağını anlayıp oturmuş olduğu yere. Sıkıntıdan kan ter içinde kalmış.

Kahveci güzeli de masalını anlatmaya devam etmiş:

"Vezir kadını elde edemediği için ilk gün büyük oğlanın başını kesmiş. İkinci gün ortanca oğlunun, üçüncü gün de küçük oğlunun başını kesmiş. Kadın kendini vezire teslim etmemiş. Dördüncü gün vezir yine kadına sahip olmak istemiş. Kadın o gece bir hile düşünmüş. Dışarıya çıkmak için izin istemiş. Vezir de kadının beline bir ip bağlayıp kadını ihtiyacını gidermesi için çadırdan dışarıya salmış. Kadın dışarı çıkar çıkmaz koynunda sakladığı bıçağı çıkarıp ipi kesmiş ve kendini bir ardıç ağacının içine atmış. Vezir kadının kaçtığını anlayınca askerleriyle bir hayli aramış. Bulamayınca da geriye dönmüş. Onlar gidince kadın saklandığı yerden çıkıp, yola düşmüş. Dağda bir çobanla karşılaşmış. Boğazındaki altınları ona verip onun elbisesiyle ve bir de koyun almış. Koyunun karnını temizleyip başına geçmiş. Oradan gelmiş babasının köyüne. Köydeki kahveye çırak girmiş. Çok güzel masallar anlattığından herkes ona kahveci güzeli diyormuş.

Padişah bir gün hanımını aramaya o köye gelmiş. Kızın babasının evinde konaklamış. Babası da onu ağırlamak için kahveci güzelini eve davet etmiş.

Kahveci güzeli bunları anlatırken hepsinin içine bir şüphe düşmüş. Babası, annesi ve ağabeyi tanır gibi olmuş kızlarını. Fakat erkek gibi giyindiğinden emin olamamışlar.

Padişah da masalcıyı çok benzetmiş hanımına. Benzetmiş ya bunu da söyleyemiyormuş. Kahveci güzeli masalını anlatmaya devam etmiş:

"İşte dostlar neler gelmiş kızın başına. Namuslu kalmanın bedeli ne kadar ağırmış değil mi? Hepiniz acıdınız o kadına. İşte o acıyıp üzüldüğünüz kadın benim,” demiş.

Kadın başına şapka gibi taktığı deriyi çıkarmış. Saçlarını açmış. Babası, annesi ve kardeşi ağlayarak sarılmış ona. Kocası da kendini tutamayıp hanımının boyununa sarılmış.

Padişah hanımının başına gelenlerden dolayı kendini suçluyormuş. Yaptığı ihmalin bedelini o da ağır ödemiş.

Ya hoca ile vezir.... Onlara da sormuş: "Kırk katır mı, yoksa kırk satır mı?” diye.

Onlar da:

"Kırk satırı ne yapalım kırk katır,” demişler.

Bunları kırk katırın kuyruğuna bağlayıp salmışlar ovaya.

En küçük parçaları kulakları kalmış.

İyiler mutluluğa kavuşmuş, kötüler de cezasını çekmiş