Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 



UNUTKANLIĞIN CEZASI

Unutkan bir Keloğlan varmış. Anası onu ne zaman bir iş için gönderse, hep niçin gönderildiğini unuturmuş. Yine günlerden bir gün, anası onu çarşıya göndermek istemiş. Evde tuz kalmadığı için, oğluna tuz aldıracakmış. O zamanlar tuza "hiç" derlermiş. Anası:
"Git Keloğlan, çarşıdan bir kilo "hiç" al da gel!" Demiş. Oğlunun unutkanlığını bilen anası:
"Yalnız ne istediğini unutmamak için, yolda sürekli olarak, "hiç, hiç, hiç" diye, yüksek sesle anasının isteğini tekrarlayarak yolda yürümeye başlamış. Gele gele bir deniz kenarına gelmiş. Balıkçılar ağlarını atmış, balık bekliyorlarmış. Keloğlan'ın "hiç, hiç, hiç" diye oraya gelmesi adamları kızdırmış. Keloğlan’ı yakalayıp bir güzel dövmüşler. Keloğlan hayretler içinde:
"Aman ağalar, suçum nedir ki beni dövüyorsunuz?" diye sormuş. Balıkçılar da:
"Utanmıyor musun? biz balık tutuyoruz, sen ise hiçbir şey tutmamamız için, sürekli, "hiç, hiç, hiç" diye dua ediyorsun! demişler.
Keloğlan sormuş:
"Peki ne demem gerekir?"
"Allah daha çok versin denir."
Keloğlan bunu öğrendi ya, artık "hiç" i unutmuş, "Allah daha çok versin!" diye diye yoluna devam etmiş.
Biraz sonra sokağın birinden bir cenaze çıkmış, mezarlığa doğru gidiyorlarmış. Cenazeyi taşıyan insanlar, Keloğlan'ın sözlerini duyunca pek kızmışlar. Sürekli olarak tekrarladığı:
"Allah daha çok versin!" sözünden dolayı, Keloğlan'ı bir güzel dövmüşler. Dayağı yiyen Keloğlan yine şaşırmış:
"Aman ağlar, ne suç işledim ki beni dövüyorsunuz?”
Adamlar:
"Utanmıyor musun? Buradan bir cenaze geçiyor, sen ise; "Allah daha çok versin" diye dua ediyorsun," demişler.
Keloğlan her sözün, her yerde söylenmeyeceğini anlar olmuş. Sürekli olarak tekrarladığı o sözün, insanları incittiğini düşünerek, onlardan özür dilemiş. Böyle bir durumda ne demesi gerektiğini sormuş. Onlar da:
"Allah rahmet etsin, geride kalanlara sabır versin, diyeceksin!" demişler.
Keloğlan bu kez de:
"Allah rahmet etsin, geride kalanlara sabır versin!" diye diye yoluna devam etmiş. Bir süre sonra çok kötü bir şekilde kokan bir köpek leşine rastlamış. Hala, "Allah rahmet etsin, geride kalanlara sabır versin!" diyormuş. Bu arada oradan geçmekte olan insanlar, Keloğlan'a kahkahayla gülmeye başlamışlar.
Keloğlan onlara:
"Niye gülüyorsunuz?" diye sormuş.
Adamlar da:
"Niyesi var mı ey Keloğlan? İnsan, köpeklere Allah rahmet etsin der mi hiç?" demişler.
Keloğlan şaşkınlık içinde:
"Öyleyse ne diyeceğim?" diye sormuş.
"Örneğin, "Aman ne pis kokuyor" dersin, olur, biter."
Keloğlan bu kez de:
"Aman ne pis kokuyor, aman ne pis kokuyor!" diye, söyleye söyleye yoluna devam etmiş. Bu sırada yolu bir hamamın önünden geçiyormuş. Hamamdan çıkan iki kadın, Keloğlan'ın "Aman ne pis kokuyor!" sözüne çok alınmışlar ve kızmışlar. Onu bir güzel dövmeye başlamışlar. Neye uğradığını şaşıran Keloğlan:
"Aman teyzeler, bacılar, beni ne diye dövüyorsunuz?" diye sormuş.
Kadınlar da:
"Bir de utanmadan soruyorsun değil mi?., demişler. "Biz daha yeni hamamdan çıktık ayol. Neremiz pis kokuyor?"
Keloğlan, büyük bir yanlış yaptığını yine anlamış ve özür diledikten sonra, ne demesi gerektiğini sormuş. Kadınlar da:
"Oh, oh, mis gibi, ne güzel, ne güzel dersin, olur biter!" demişler.
Keloğlan da onların söylediği sözleri tekrarlayarak yürümeye devam etmiş. Birden kavga eden iki adamla karşılaşmış. Onlara doğru yürümüş. Bir taraftan da:
"Oh, oh, mis gibi, ne güzel, ne güzel!" deyip duruyormuş.
Keloğlan'ın bu sözlerini duyan kavgacılar fena halde kızmışlar ve kavgayı bırakarak Keloğlan'ın üzerine yürümüşler. Keloğlan kaçmak istemiş ama kaçamamış. Adamlardan bir güzel dayak yemiş. Ama daha önce olduğu gibi, bu dayağı da niçin yediğini tam anlayamamış.
Adamlara:
"Ağabeyler, kardeşler... Ne oldu size de, birden kavgayı bırakıp üzerime yürüdünüz? Size ne yaptım ki, benim gibi bir günahsızı dövdünüz?" diye sormuş.
Adamlardan biri de:
"Daha ne yapacaksın? Biz ikimiz kavga ederken, sen de karşımıza geçmiş, utanmadan:
"Oh, oh, mis gibi ne güzel, ne güzel!" deyip duruyorsun. Ayıp değil mi? Kavga edenlere böyle mi denir?" demiş.
Bunun üzerine Keloğlan:
"Peki ya, ne denir?" demiş.
Adamlar da:
"Yapmayın kardeşler, ayıptır, bu size yakışmaz, demen lazım!" demişler.
Keloğlan adamlarla barışarak, yanlarından "Yapmayın kardeşler, ayıptır, bu size yakışmaz!" diyerek ayrılmış. Bir süre yürümüş. O sırada bir sürü köpek, önünde boğuşmaya başlamış. Keloğlan da:
"Yapmayın kardeşler, ayıptır, bu size yakışmaz!" deyip duruyormuş.
Çevreden geçenler kahkahalarla gülmeye başlamışlar. Keloğlan kendisine gülündüğünü anlayınca sormuş:
"Aman kardeşler, nedir komik olan, niçin gülüyorsunuz öyle?" demiş.
Adamlar cevap vermiş:
"Be hey Keloğlan! Köpeklere hiç öyle denir mi? Elbette güleriz!" demişler.
Keloğlan yine şaşırmış. Ne söylese kimseye beğendiremiyormuş bir türlü. Yine sormuş:
"Peki ya ne demem gerek?" demiş.
Adamlar da:
"Hoşt, pis köpekler, dersin, olur biter!" demişler.
Bu kez de Keloğlan "Hoşt, pis köpekler!" diye diye yola devam etmiş. Bu sırada yolu ayakkabıcılar çarşısına uğramış. Ayakkabıcılar ayakkabı yapacakları derileri geriyorlarmış. Keloğlan'ın "Hoşt, pis köpekler!" sözünü duyunca alınmışlar. İşlerini bırakıp onun üzerine yürümüşler. Eşek sudan gelinceye kadar dövmüşler. Keloğlan zor bela ayağa kalkmış ve yine sormuş:
"Ağabeyler, kardeşler! Bugün her önüne gelen beni dövüyor... Size ne yaptım da, beni böyle dövdünüz?"
Ayakkabıcılar öfke içinde:
"Daha ne yapacaksın? Bizi köpek ettiğin yetmiyor mu? Ağzından çıkanı kulağın duymuyor mu yoksa?" demişler.
Keloğlan, söylediği sözün, uygun yerde söylenmediğini tekrar anlamış. Adamlardan Özür dilemiş. Ama bu arada:
"Peki ya, ne demem gerekirdi size?" diye sormuş.
Adamlar da:
"Çek, çek uzasın. Çek, çek uzasın, demen lazımdı!" demişler.
Keloğlan oradan ayrılarak, yürümeye başlamış. Bir taraftan da:
"Çek, çek uzasın. Çek, çek uzasın!" diye yüksek sesle söyleniyormuş.
İşte tam o sırada, evinin kapısı önünde çocuğunun kulağını çekerek azarlayan bir adamla karşılaşmış. Keloğlan saf saf:
"Çek, çek uzasın. Çek, çek uzasın!" deyip duruyormuş.
Adam Keloğlan'a fena fena bakmış. Fakat Keloğlan hala o sözleri söyleyip duruyormuş. Birden adamın üzerine doğru yürüdüğünü görmüş. İçinden:
"Gene ne kabahat yaptım acaba? Şimdi de bu adamdan dayak yiyeceğim galiba!" demeye bile fırsat bulamadan, adamın tokadını yüzünde hissetmiş. Bir güzel dayak da ondan yemiş.
Keloğlan, acıyan yerlerini tuta tuta ayağa kalkmış ve adama:
"Aman ağabey, çocuğu dövdüğün yetmiyor da, beni de mi dövüyorsun? Ben sana ne yaptım ki, beni böyle dövdün?" diye sormuş.
Adam öfkeyle:
"Bir de utanmadan soruyorsun. Çocuğun kulağım çeken kimseye, "Çek, çek uzasın!" denir mi hiç?"
Keloğlan yaptığı hatayı anlamış. Ama bu durumda ne söyleyeceğini de sormadan duramamış. Adama:
'Peki ya ne demem gerekiyordu?" demiş.
Adam hala kızgın olduğu için, "Hiç öyle denir mi?" diye Keloğlan'ı azarlamış:
Keloğlan bu "hiç" sözünü duyar duymaz, anasının ne istediğini hatırlamış. Gitmiş bir kilo tuz almış ve eve doğru yönelmiş.
Keloğlan'ın anası, oğlunun böyle yorgun argın eve döndüğünü görünce merakla:
"A oğlum, ne oldu sana böyle?" diye sormuş.
Keloğlan başından geçenleri bir bir anlatmış anasına. Anası da ona:
"A benim keleş oğlum, her sözün bir yeri vardır. Her söz her yere uymaz ki... Aklını başına topla da, hangi sözün nerede kullanılacağım öğren. Yoksa basına nice işler gelir!" demiş.
Keloğlan o günden sonra böyle bir hata yapmamaya çalışmış.

SON EKLENENLER

Üye Girişi