Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

19. YÜZYILDA TÜRK SAZ ŞİİRİ

ÂŞIK ŞEM’Î

Asıl adı Ahmed olup 1783’te Konya’da doğmuş, 1839 (bazı kaynaklara göre ise 1834)’da yine Konya’da vefat etmiştir. İstanbul’a ve Hacca gitmiş, aruzla ve dinî muhtevalı şiirler söylemiştir. Eski kültürümüzü oldukça iyi bilen Şem’î’nin ölümünden sonra basılan ve sadece aruzlu şiirlerinin yer aldığı divânı büyük ilgi görmüştür. Hece vezni ile yazdığı şiirleri sayıca azdır ve bilhassa destânları önemlidir.

Şiirlerinin dili oldukça ağdalıdır; bunda, aruzla yazmanın izlerini aramak gerekir. Klâsik şairlerimizden başka, başta Âşık Ömer olmak üzere aruzla da yazan halk şairlerimizin tesiri görülür.

Mevlevîliğe de intisap ettiği söylenir. Mezan, Mevlânâ Müzesi’nin hemen yanıbaşındadır.

Torunu Emine de âşık olup “Şem’î’nin Gülü”, “Şem’î’nin Kızı” gibi mahlaslarla şiirler söylemiştir.

Hızrî’de adı sayılan Şem’i şairimiz olabilir.

 

Çevrilir başıma cihan dâr olur 

Bana efendimden itâb olunca 

Bülbül gibi işim âh u zâr olur 

Gül yüzünden ref'-i nikâb olunca

 

Efendim beğendim tarz-ı edânı 

Anınçün çekerim cevr-ü cefânı 

Boşlamam dilimden medh ü senânı 

Sine girip tenim türâb olunca

 

Derunum şehrini odlara yakma 

Nusha'i kübrâdır gönül hor bakma 

Mevlânın yapısın katidip yıkma 

Ta'mir kabul itmez harâb olunca

 

Derd-i aşkın ile şişte püryânım 

Semyâya ser çekti âh u figânım 

Safâ mı kesbittin benim sultânım 

Şem'î'nin ciğeri kebâb olunca

 

Şimdiki dilberler söze uyarlar 

Bakmazlar gedâya ararlar bayı

Anlar dâim atlas libas giyerler 

Beğenmezler bizim eski abayı

 

Cilây-ı kalbtir aşk olmaz mı vâkî 

Bu cihan kimseye kalmadı bâkî 

Mevlâyı seversen mey sunan sâkî 

Nevbetim geldikçe kesme çabayı

 

Güzel ahlâkına dil oldu hayran 

Mevlâm işimizi eylesin âsân 

Hatıra geldikçe oğul Ali can 

Çıkarma gönülden Şem'î Babayı

 


ÂŞIK ŞENLİK

Asıl adı Hasan olup 1850’de Çıldır’ın Suhara (Yakınsu) köyünde doğmuş, 1913’te Arpaçay’da vefat etmiştir. Babası, köyün kurucularının torunu olan Molla Kadir’dir. Belli bir tahsili yoktur. Ustası, Hasta Hasan’ın çırağı olan Âşık Nuri’dir.

Doğu Anadolu Bölgesinin en ünlü âşığıdır. Şiirleri bu gün bile dillerden düşmemektedir. Zaman zaman yapılan anma geceleri, onun daha çok tanınıp sevilmesine yol açmıştır. Devrinde yendiği pek çok ünlü âşığın, onu ortadan kaldırmak üzere yemeğine “vadeli ağu” koyup ölümüne sebep olması, onun daha çok sevilmesinin sebeplerinden biri de olabilir.

Onun tesiri, az da olsa çağdaşlarından Sümmanî, daha sonrakilerden Âşık Elesker ve Zülâlî gibi ünlü âşıklar üzerinde de görülür. Oğlu Kasım, torunlarından Nuri, Yılmaz ve Salih de âşıktır.

Tasnif ettiği üç hikâyesi vardır: Lâtif Şah (1873), Sevdakâr (1891), Salman Bey(1893). Bu hikâyeler bu gün de bölgede anlatılmaktadır.

Günümüz şairnâme yazarlarının çoğu Şenlik hakkında çeşitli görüşlerini dile getirmişlerdir: “Şenlik âşığı zehir öldürdü” (Feryadı), “Şenlik’le garip gönlüm şenlendi” (T.Kılıç).

 

Ehl-i İslâm olan işitsin bilsin 

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana 

İsterse Uruset ne ki var gelsin 

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana

 

Gurşanın gılıcı geyin donu 

Gavga bulutlan sardı her yanı 

Doğdu goç yiğidin şan alma günü 

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana

 

Gavga günü nâmert sapa yer arar 

Er olan göğsünü düşmana gerer

Cemi ervah bizden meydana girer 

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana

 

Asker olan bölük bölük bölünür 

Sandınız mı Gars galası alınır 

Boz atlar üstünde gılıç çalınır 

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana

 

Hele Alosman'ın görmemiş zorun 

Din gayreti olan tedârik görün 

At tepip baş kesin Kazak'ı kırın 

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana

 

Benesferdir bilin Urus'un aslı 

Orman yabânisi balıkçı nesli 

Hınzır sürüsüne dalıp kurt misli 

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana

 

Şenlik ne duruşuz atlara minin 

Sıyra gılıç düşman üstüne sürün 

Artacaktır şanı bu Alosman'ın 

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana

 

İster ihtiyar ol ister nevcivân 

Bu dünyada bâki kalan öğünsün 

Merahsız fikirsiz gamsız her zaman 

Her zaman şâd olur gülen öğünsün

 

Müddet ki Hazret-i Âdem'den beri 

Ohunmaz defteri bilinmez sırrı 

Bu dünyadan gitti nice min biri 

Ahrattan dünyaya gelen öğünsün

 

Sefil Şenlik diyer bu dünya fâni 

İskender Urusta Süleyman hani 

Ecel pazarından kurtaran canı 

Azrail'den möhlet alan öğünsün.

 


ÂŞIK TÂHİRÎ

Asıl adı Mehmed olup 1812’de Altunhisar’da doğmuş, tahminen 1883’te Ulukışla’da vefat etmiştir. Mahalle mektebinden sonra gittiği Bor ve Kayseri’deki medreselerde kendisini yetiştirmiştir. Köyünde çiftçiliğin yanımda imamlık ve vaizlik de yapmıştır. Ustasının Şifaî olduğu kabul edilir; Nidâî adlı bir de çırağı vardır.

Ömrünün son yıllarında âşâr kâtipliği yaptığı sırada Ulukışla’da vefat etmiş ve gömülmüştür. Kasabasının adı bir ara Ortaköy olduğu için, Ortaköylü Tâhirî diye anılır.

O, hem hece, hem de aruz veznini kullanmış; ilkinde daha çok ölüm ve ayrılık gibi konulara eğilirken İkincilerinde tasavvufî konulan işlemiştir.

Şairnâmelerde adına rastlanmamıştır.

 

Salını salını gelen güzeller 

Biraz eğlenip de durmaz mısınız 

Mevlâm sizi bizim için yaratmış 

Bir Tanrı selâmı almaz mısınız

 

Gonca iken solar bir gün gülünüz 

Söylemeden kalır bülbül diliniz 

Bu gün varlıktadır sizin eliniz 

Güzellik zekâtın vermez misiniz

 

Tâhirî bilmez mi nâmus u ârı 

Almışım boynuma zincir-i dârı 

Sizin derdinizden oldum serseri 

Hiç derdli hâlimden bilmez misiniz

 


BAYBURTLU CELÂLİ

Asıl adı Ahmed olup 1850’de Pulur (Demirözü) ilçesine bağlı Tahsini (Ozansu) Köyünde doğmuş, 1915’te Bayburt-Ozansu arasında vefat etmiştir. Babası Nasuhoğullarından Abuş Dayı’dır. Medreseye devam eder. Nakşibendidir. Bu sebeple saz çalmaz.

Şiirlerini, Mahmud adlı güzel sesli bir genç ezberler ve her yerde okurmuş. Ağıdı ve başta “Güzeller Destanı” olmak üzere şiirleri bölgede büyük ilgi görür.

Zihnî’den aldığı tesirle yazdığı şiirleri vardır. Yörenin şairleri üzerinde belirli bir tesiri olduğu gözlenir.

Feryâdî’de, geçen Celâli âşığımız olmalıdır.

 

Güzellerin yığnağına uğradım 

Birer birer beri gelin güzeller 

Her biri geldikçe can tazelenir 

Söndürürsüz yangınları güzeller

 

Söndürürsüz kurtarırsız cefâdan 

Deli gönül kâm almadı safâdan

Siyah mûylar ser çekmiştir fezâdan 

Bağlatırsız rûzigârı güzeller

 

Rûzigâr değince sırma telize 

İnanılmaz sizin ferzenk dilize 

Elli kadem bağlamışsız belize 

Kuşanmışsız hub kemeri güzeller

 

Kuşanmışsız hub kemeri bellere 

Meyil vermiş olur olmaz kullara 

Şerefiz yücedir düştüz dillere 

Artırısız âh ü zârı güzeller

 

Âh ü zâr almayın olursuz âsi 

Tatlı olur güzellerin busesi 

Koynunda açılmış güller bahçesi 

Yetürmüşsüz çifte narı güzeller

 

Çifte nar değmesin birbirine 

Yetemedim güzellerin sırrına 

Kan edersiz bir busenin yerine 

Haram etmen helâl kârı güzeller

 

Haram etmeyin ki helâl edesiz 

Daim siz de bu şan ile gidesiz 

Cennet bahçesinde huri kalasız 

Âşıkların muteberi güzeller

 

Muteberlik size memur kalanda 

İki hasret birbirini bulanda 

Ya bir düğün ya bir seyran olanda

Kuşanırsız dalcı narı güzeller

 

Kuşanırsız dalcı narı hâreden 

Ak memeler buse ister yaradan 

Güzelliği size vermiş Yaradan 

Ter vurmuştur taze karı güzeller

 

Taze karsız güzelliği de caba 

Al giyinip bağlanmışsız hem d'ıbâ 

Ne bir şehir koyduz ne bir kasaba 

Virân ettiz her diyârı güzeller

 

Her diyârda adız çıktı asmâna 

Sizi gören kail Hurşit kemâna 

Meyil vermiş delikanlı cihâna 

Gözetleyin emektarı güzeller

 

Emektarı gözetleyin cennetten 

Elbet bir gün bu can çıkar cesetten 

Celâli medheder sizi gayetten 

Âşıkların umutları güzeller

 


BAYBURTLU ZİHNÎ

Asıl adı Mehmed Emin olup 1797’de Bayburt’ta doğmuş, 1859’da Maçka civarında Olasa (Bahçeyaka) Köyünde vefat etmiştir. Babasının adı Osman’dır. Şiirlerinin incelenmesinden, onun iyi bir tahsil gördüğü anlaşılmaktadır. 1816’da başlayan ve sık sık istifa ve sürgünlerle geçen memuriyet hayatı hemen hemen ölümüne kadar sürer. İnatçı mizacı, isyânkâr ruhu, mısralarında yer aldıkça huzuru kaçacaktır. O, bütün bunları Sergüzeştnâme adlı eserinde manzum olarak hikâye edecektir.

Divânını 1839’da saraya takdim eder. Bunun geliştirilmiş bir şekli olduğunu tahmin ettiğimiz Dîvân-ı Zihnî, ölümünden sonra oğlu Ahmed Revâyî tarafından yayımlanır. Burada bütünüyle aruz vezniyle yazılmış şiirleri yer almaktadır. Hece vezni ile yazdığı şiirleri ve asıl şöhretini sağlayan destanları Sergüzeştnâme’sinin sonunda yer almaktadır. Onun üçüncü eseri, Kitâb-ı Hikâ-ye-i Garibe adı taşıyan, manzum parçalarla da süslenen ve romana geçişte bir basamak teşkil eden eseridir.

Bazı şiirleri bestelenmiş olup musiki meclislerinde hâlâ okunmaktadır.

Hakkında, Bahçe-i Safâ-Endûz, Osmanlı Müellifleri, Hatimetü’l-Eş’âr, Son Asır Türk Şairleri gibi eserlerde bilgi bulunmaktadır.

 

Vardım ki yurdundan ayağ göçürmüş 

Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı 

Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş 

Sâkîler meclisten kesmiş ayağı

 

Hangi dağda bulsam ben o maralı 

Hangi yerde görsem çeşmi gazali 

Avcılardan kaçmış ceylan misâli 

Gitmiş dağdan dağa yoktur durağı

 

LâLeyl sümbülü gülü hâr almış 

Zevk u şevk ehlini âh ü zâr almış 

Süleyman tahtını sanki mâr almış 

Gama tebdil olmuş ülfetin çağı

 

Zihnî dehr elinden her zamân ağlar 

Vardım ki bağ ağlar bağıbân ağlar 

Sümbüller perîşân güller kan ağlar 

Şeydâ bülbülü terk edeli bu bağı

 

***

Öz otağı terk eylemiş 

Özge maral olmuş gelir 

Şems u kamer bileşince 

Hurşîd cemâl olmuş gelir

 

Arasalar bu dünyâyı 

Ne mümkün bulmak tayı 

Zihnî görmüş o Leylâ'yı 

Mecnûn misâl olmuş gelir

 

EŞEK DESTANI

Kırık Bayrakdâr'ın eşek fıkrası 

Gâyet firkatlidir dinLeyin anı 

Kan'da doğmuş Kitrevân'da gebermiş 

Leng-i Timur vaktinden kalma külhâni

 

Üzerinden üç bin kolan geçirmiş 

Üç bin kuskun üç bin palan geçirmiş 

Bin yük odun bin yük saman geçirmiş 

Seksen bin de Erzincân'ın soğanı

 

Çok rakı taşımış meyhânelerden 

Çok süprüntü çekmiş kâşânelerden 

Çok kasnak yüklenmiş çingânelerden 

Yarım rub' arpa ile boylamış Van'ı

 

Çorak'tan Bayrakdâr arpa yüklemiş 

Kellesine çarpa çarpa yüklemiş 

Gâlibâ külhânî sarpa yüklemiş 

Üzdüler gönünü çıkmazdan cânı

 

Gelbulas önünde eğmiş semeri 

Yükü semerinden bir karış geri 

Galiba çok imiş eşeğin zoru 

Gözünde olmasa arpadan yanı

 

Düşmüş küreğinden kolu yüzülmüş 

Yükü ağınmış beli yüzülmüş Kırık 

Bayrakdâr'ın eli yüzülmüş 

Şehre düşmüş arar eşek lokmânı

 

Şimdi kurd lingine bindi Bayrakdâr 

Eşekten düşmüşe döndü Bayrakdâr 

Ta bir baş şehere indi Bayrakdâr 

Sorar dükkân dükkân eşek dermânı

 

Neresi kırılmış deyü sordular 

Kimi nala kimi mika urdular 

Sonra keçel sakız haber verdiler 

Yaptırıp kop etti gör bu seyrânı

 

Horladı görünce Kırık Bayrakdâr 

Yaklaştı yanına gördü canı var 

Dendi noldun ey merkeb-i kafâdâr

Yer misin getirsem arpa samanı

 

Dedi ki zâhirde ben senden eşek 

Ve-lâkin mâ'nâda sen benden eşek 

Dişlerin sırtarmış ey benden eşek 

Kulak yok kuyruk yok sıpkaç palanı

 

Neylesin ki üryân olmuş bîçâre 

Sefîl baykuç teği sarılmış yâre 

Dört ayak bir kuyruk kalmış ne çâre 

Çekmişler nalların çıkmış çevânı

 

Nallarım çektiler gözüm bakardı 

Kuyruğum kestiler yaşım akardı 

Gelbulaslı Yakûb gönüm çıkardı 

Köylüler pay etti geri kalanı

 

Ben de bilse idim durmaz gelirdim 

Eşeğin hâlinden ben de bilirdim 

Derisini soyar yağın alırdım 

Nice bir çekeyim ben bu yavânı

 

Bayrakdâr eşeğin noldu dediler 

Kodalfya kâdı oldu dediler 

Eşek mesnedini buldu dediler 

Sen ara bul derisini soyanı

 

Sağ eşek boğazlanmaz ey kanlı zâlim 

Gâyet perîşân oldu bu benim hâlim 

Bu sene gün attı benim ikbâlim 

Kırk yüz saman bana etti ziyânı

 

Fetvâya danıştım buldu yerini 

Dedi ki alırsın üçün birini 

Şâhidin birisi şeyhin torunu 

Birisi de Varıcna'nın çobanı

 

Semgütlü Gafûr'a gider hırlarım 

Kapısında eşek gibi zırlarım

Hâkim efendiye varır zorlarım 

Yıkarım başına halk-ı cihânı

 

Hırladı zırladı kaldı Bayrakdâr 

Bıraktı Bayburd'a geldi Bayrakdâr 

İmâmın yuduğun aldı Bayrakdâr 

Zihnî de bitirdi bu dasitânı

 


CEYHUNÎ

Asıl adı Çördükoğlu Ömer olup 1832’de Zile’de doğmuş, 1912’de Alaca’nın İsacalı Köyünde vefat etmiştir. Babasının adı Ahmed’dir. Tahsili hakkında kesin bir bilgimiz yoktur.

Erzurumlu Emrah’ın çırağı olan Nuri’nin çıraklarındandır. Kendisi de pek çok çırak yetiştirmiştir. Niksarlı Bedri ve Kardeşi Çevri, Zileli Mevcî, Tokatlı Cemâli, Sivaslı Pesendî, vs. O, gezilerine bu çıraklarından bazılarını da beraberinde götürmüştür.

Bir ara İstanbul’da bulunmuş, Çırpıcı ve Veli Efendi Çayırlarında semaî kahvelerinde mesleğini icra etmiştir. 12 telli çöğürü çalmadaki ustalığı sebebiyle şöhrete ulaşmıştı.

Şairnâmelerde adına rastlanılamamıştır.

 

Kürre-i sevdaya uğradı yolum 

Bir ateş verdiler ocaklarından 

Dedim çekemem bu zaif kulum 

Dedi oku aşkın sabaklarından

 

İkrar verip aldım anın behini 

Çaldım o meydanın def ve neyini 

Erenler kurmuşlar vahdet meyini 

Bana da sundular çanaklarından.

 

Ledün ilmi derler mahremi oldum 

Katre-i vücudun gulzemi oldum 

0 tıfl-ı şirinin Meryem'i oldum 

Geçtim o tenhaca sokaklarından

 

Sırr-ı Enelhak diyecek kimdir 

Kanaat lokmasın yiyecek kimdir 

Melamet hırkasın giyecek kimdir 

Ceyhunî var Nuri çıraklarından

 


DADALOĞLU

Asıl adı Veli olarak söylenmekte olup 18. yüzyılın ikinci yansında bir Av-şar obasında doğmuş ve 1868’den sonra yine bir obada vefat etmiştir. Doğumu için ileri sürülen tarihler çok farklı olup 1765, 1785 ve 1790’dır. Babasının adı Âşık Musa’dır. Onu, annesi tarafından Nadir Şah’a (1733-1747) kadar çıkaranlar vardır.

Tahsili ve ustası hakkında hiç bir bilgimiz yoktur, ancak bu konularda babasının yardımcı olduğunu söyleyebiliriz.

Onu şimdiye kadar İmparatorluğa başkaldıran bir şair olarak göstermişler ve onun gerçek cephesine pek eğilmemişlerdir. O da, tıpkı bir Karacaoğlan gibi lirik şiirler söylemiş, Avşar güzellerine karşı beslediği duygulan mısralara dökmüştür.

Şiirlerinin tamamına yakını ağızdan derlenmiştir. Ünlü Hurşit ile Mahmihri Hikâyesii’ni de onun tasnif ettiği söylenir; bizce bu görüş doğru değildir.

Günümüzün şairnâmelerinde onu hep iskân, göç, çadır gibi kavramlarla birlikte düşünülmüş olarak görmekteyiz.

 

Bizim yaylamız meşeli 

Gibinde güller döşeli 

Altı top top menevşeli 

Kızlar gelir yaylamıza

 

Bizim yaylamız atl'olur 

Sütü kaynıağı tatl'olur 

Kız gelinden kutlu olur 

Kızlar gelir yaylamıza

 

Bizim yaylamız kayalı 

Pınarları süt mayalı 

Kilerinde kar dayalı 

Kızlar gelir yaylamıza

 

Bizim yaylamız oluklu 

Akar suları balıklı 

Dadaloğlu'm çift belikli 

Kızlar gelir yaylamıza.

 

***

Şu yalan dünyaya geldim geleli 

Severim kır atı bir de güzeli 

Değip on beşime kendim bileli 

Severim kır atı bir de güzeli

 

Atın beli kısa boynu uzunu 

Kuru suratlısı elma gözünü 

Kızın iplik iplik süt beyazını 

Severim kır atı bir de güzeli

 

Atın höyük sağrı kalkan döşlüsü 

Kalem kulaklısı çekiç başlısı 

Güzelin dal boylu samur saçlısı 

Severim kır atı bir de güzeli

 

At koşu tutmasın çıktığı zaman 

Yalı kaval gibi yıktığı zaman 

At dört kız on beşe yettiği zaman 

Severim kır atı bir de güzeli

 

Dadaloğlum hile yoktur işimde 

Yiğit olan yiğit görür düşünde 

At dördünde güzel on beş yaşında 

Severim kır atı bir de güzeli

 

Kalktı göç eyledi Avşar elleri 

Ağır ağır giden eller bizimdir 

Arap atlar yakın eyler ırağı 

Yüce dağdan aşan yollar bizimdir

 

Belimizde kılıcımız kirmani 

Taşı deler mızrağımın temreni

Hakkımızda devlet etmiş fermanı 

Ferman padişahın dağlar bizimdir.

 

Dadaloğlu’m yarın kavga kurulur 

Öter tüfek davlumbazlar vurulur 

Nice koç yiğitler yere serilir 

Ölen ölür kalan sağlar bizimdir

 

Çıktım yücesine seyran eyledim 

Cebel önü çayır çimen görünür 

Bir firkat geldi de coştum ağladım 

Al yeşil bahçeli Kaman görünür

 

Şaştım hey Allah'ım ben de pek şaştım 

Devrettim Akdağ'ı Bozok'a düştüm 

Yozgat'ın üstünde bir ateş seçtim 

Yanar oylum oylum duman görünür

 

Biter Kırşehir'in gülleri biter 

Çığrışır dalında bülbüller öter 

Ufakçık güzeller hep yeni yeter 

Güzelin kaşında keman görünür

 

Gönül arzuladı Niğde'yi Bor'u 

Gün günden artmakta yiğidin zârı 

Çifte bedestenli koca Kayseri 

Erciyes karşında yaman görünür

 

Dadaloğlu'm der de zatınan zatı 

Çekin eyerLeyin gökçe kır atı 

Göçmek değil bizim elin muradı 

Ak yâre gitmemiz güman görünür

 


DELİ BORAN

Asıl adı Hanefi olup 1838’de Çorum’un Sarımbey köyünde doğmuş, 1898’de yine aynı yerde vefat etmiştir. Hayatı etrafında ve “Deli” lakabı almasıyla ilgili pek çok şey söylenmektedir. Ayrıca Küpeli Hanım adlı bir kadınla arasında geçtiği kabul edilen bir de hikâye vardır.

Yaşadığı çevrede yetişen âşıklarla yaptığı atışmalar sebebiyle biraz daha fazla tanıyabildiğimiz âşığımızı, köyün kurucuları Binboğalardan geldikleri için, güneyli olarak kabul edenler de vardır.

Torunları hâlâ o bölgede yaşamaktadır.

Şairnâmelerde adına rastlanılamamıştır.

 

Osman Paşa der ki vardık beriden 

Bize kuvvet verdi Mevlâ'm Yaradan 

Gözledim bir imdad gelmez geriden 

Tükendi cephanem gittim yesire

 

Uyurdum rüyamda girdi düşüme 

On'ki çoban geldi durdu karşıma 

Seksen bin evladı verdim boşuna 

Kalmadım geri gittim yesire

 

Bir taburda çevirdiler tuttular 

Hesapsız da neferim mahvettiler 

Beş taburu bir vapura kattılar 

Yedi sancak içre gittim yesire

 

Edirne kapusu hem Gelibolu 

Tuna boyundadır Moskof'un yolu 

Boşuna elden gitti bu Rumeli 

Bozuldu ittifak gittim yesire

 

Deli Boran bunu böyle söyledi

İndi aşkın deryasını boyladı 

Moskof yesirini Muhammet neyledi 

Çok iltifat eder Moskof yesire

 


DERTLİ

Asıl adı İbrahim olup 1772’de Gerede’nin Yeniçağa (Reşadiye) bucağına bağlı Şahnalar Köyünde doğmuş, 1845 yılında Ankara’da vefat etmiştir. Babasının adı Ali’dir. Onun ölümünden sonra rahatı kaçar ve Dörtdivan’ın Deveciler köyündeki akrabalarına sığınır. İstanbul’a gider, işsiz kalır; kısacası onun hayatı pek çok sıkıntıyla geçer. Konya’daki şöhretli âşıklık yıllarından sonra on yıl kalacağı Mısır’a gider. Bu yıllarda mahlası Lütfî’dir.

Başına buyruk yaşama arzusu yuvasını terk etmesine yol açar. Sazı omzunda Ankara, Sivas, Amasya, Çankırı vs. dolaşır, durur. 1840’ta intihara teşebbüs ederse de kurtarılır. O, bu olaylardan sonra Dertli mahlasını kullanacaktır.

Hem hece, hem aruz veznini kullanmıştır. Birincilerdeki yabancı kelime fazlalığına ek olarak İkincilerde dil ve yapı kusurları vardır. Pek çok klasik şairimizin tesirinde kalmıştır. Geredeli Figânî, Mudumulu Yağcı Emin gibi çıraklar yetiştirmiştir.

Dinî konulara rahat bir üslûpla yaklaştığı için din adamlarıyla arası pek iyi değildir. Ünlü “Telli saz” şiiri bu konuda büyük gürültüler koparmıştır. Dîvân’ı birkaç defa basılmıştır.

Dertli’ye yer veren bütün şairnâmeler ondan bahsederken çile, feryat, dert, gurbet, yurdunu terk etme gibi konulan ele almıştır.

 

Telli sazdır bunun adı 

Ne âyet dinler ne kadı 

Bunu çalan anlar kendi 

Şeytan bunun neresinde

 

Abdest alsan aldın demez 

Namaz kılsan kıldın demez 

Kadı gibi harâm yemez 

Şeytan bunun neresinde

 

Venedik'ten gelir teli 

Ardıç ağacından kolu Be 

Allah'ın sersem kulu 

Şeytan bunun neresinde

 

İçinde mi dışında mı 

Burgusunun başında mı 

Göğsünün nakışında mı 

Şeytan bunun neresinde

 

Dut ağacından teknesi 

Kirişten bağlı perdesi 

Behey insanın teresi 

Şeytan bunun neresinde

 

Dertli gibi sarıksızdır 

Ayağı da çarıksızdır 

Boynuzu yok kuyruksuzdur 

Şeytan bunun neresinde

 

***

Seyrimde bir şehre eyledim nazar 

Gördüm elvan dolu meyhaneler var

 "Teşne var mı" deyu sâkîler gezer

 Ellerinde dolu peymâneler var

 

Bir takım doldurup bir takım sunar 

Bir takım susayıp bir takım kanar 

Bir takım tutuşup bir takım yanar 

Bir takım aşk ile mestâneler var

 

Bir eli kâseli bir eli taslı 

Bir takım şâh-zemîn bir takım yaslı 

Bir takım delidir bir takım uslu 

Bu meydandır bunda merdâneler var

 

Âşıklar pirine anda yan verir 

Bu seyrandır dilden dile şan verir 

Hast'olmadan yâr yoluna can verir 

Nice Dertli gibi divâneler var

 

***

Harâba kul olduk bezm-i âlemde 

Abâd olsak da bir olmasak da bir 

Düştük çare nedir dâme âlemde 

Azâd olsak da bir olmasak da bir

 

Aşk oduna yanmış ciğer-kebâbız 

Hicr ile giryânız dide pür-âbız 

Yapılmış yıkılmış hâne-harâbız 

Bünyâd olsak da bir olmasak da bir

 

Biz Şirin elinden aşk meyin içtik 

Hak ile bâtılı fark edüp seçtik 

Varlık dağlarını deldik de geçtik 

Ferhad olsak da bir olmasak da bir

 

Ey Dertli âlemde biz şâh-ı diliz 

Hak'tan hakikatten âgâh-ı diliz 

Tarik-ı esrâra ervâh-ı diliz 

İrşâd olsak da bir olmasak da bir

 


ERZURUMLU EMRAH

Yaygın bir üne ve kendi adıyla anılan bir âşık kolunun kurucusu olmasına rağmen Emrah’ın sadece doğum ve ölüm yerlerini bilebiliyoruz: Erzurum’un Ilıca ilçesine bağlı Tanbura Köyü-Tokat’ın Niksar İlçesi. Araştırıcılar doğum ve ölüm tarihleri için çok farklı tarihler ileri sürmektedir: 1777-1784, 1814-1819 arası; 1854, 1864, 1876.

Şiirlerine bakarak onun medrese eğitimi gördüğünü söyleyebiliriz. Anadolu’nun pek çok ilini dolaşmış, birkaç defa evlenmiştir. Bu dolaşmaları ona Tokatlı Nuri ve Gedâî gibi ünlü iki çırağı kazandırmıştır. Her iki çırağı da pek çok çırağı yetiştirmiş ve bölgeyi adeta bir Emrah sevgisiyle kaplamışlardır.

Aruz vezni ile olan şiirleri, hemşehrisi Mehmed Abdülaziz Erzurumî tarafından Dîvân-ı Emrah (1916) adıyla yayımlanmıştır. Onun hece vezni ile yazdığı ve Dîvân’ına alınmayan şiirleri ise çeşitli mecmua ve cönklerde yer almaktadır.

Emrah’ın, adaşı Erçişli Emrah’la karıştırılması, son yıllarda yapılan çalışmalarla büyük ölçüde giderilmiş ve daha genç olanı da gereksiz töhmetlerden kurtarılmıştır.

Aruz ile yazdığı şiirleri klasik şiirin kokusunu taşımakta, hece ile yazdıkları ise, bu kokudan pek de kurtulmuşa benzememektedir.

Şairnâmelerde verilen bilgiler onun her hangi bir özelliğini ortaya koyacak vasıfta değildir.

Bana senden gayrı dildâr gerekmez,

Bir hâne bir halvet bir de sen gerek,

Bezm-i muhabbette ağyâr gerekmez,

Bir sâki bir şerbet bir de sen gerek.

 

Kaşların çatılmış sitemli didâr, 

Melek-zâde misin ey perî ruhsar,

Bu kadar letâfet çünkü sende var, 

Beyaz gerdanında bir de ben gerek.

 

Emrahî fedâdır uğruna canlar,

Bu yolda can verdi gedâlar hanlar, 

Yâr yârına kavuşacak zamanlar, 

Zamâne bir hoşça gönül şen gerek.

 

***

Dedim dilber sen de sevdakâr mısın 

Dedi senden evvel nâre ben yandım 

Dedim doğru söyle bana yâr mısın 

Dedi sâdık yârim gönülden andım

 

Dedim gel ağyârı ferâmuş eyle 

Dedi terk eyledim gönlüm hoş eyle 

Dedim câm-ı aşkı sen de nûş eyle 

Dedi çoktan anı nûş edip kandım

 

Dedim gerdânına benler dizilmiş 

Dedi görenlerin kalbi üzülmüş 

Dedim mahmur musun gözler süzülmüş 

Dedi hâb-ı nâzdan şimdi uyandım

 

Dedim Emrah gibi var mı âşığın 

Dedi elbet benim senin lâyığın 

Dedim hâlinde bil bağrı yanığın 

Dedi bilmez idim anca inandım

 

***

Gene bahar oldu açıldı güller 

Bülbül-i şeydâlar bağlarda gezer 

Bir saçı leylâ'ya meyil verenler 

Elbet Mecnûn olur dağlarda gezer

 

Ne sönmez ateştir aşkın ateşi 

Gittikçe arturur serde savaşı 

Yâr senin aşkından çeşmimin yaşı 

Bahar seli gibi çağlar da gezer

 

Emrah tek tıfıldan bağrı yanıklar 

Bezm-i mahabbette kalbi sadıklar 

Ma’şûkundan cüdâ düşen âşıklar 

Rûz ü şeb âh eder ağlar da gezer

 

 


GEDAÎ

Asıl adı Ahmed olup 1826’da Tokat’ta doğmuş, 1899’da İstanbul’da vefat etmiştir. Ömrünün bir bölümünü arzuhalcilikle geçirdiğine ve aruzla oldukça başarılı şiirler yazabildiğine göre iyi bir tahsil görmüş olmalıdır. Genç yaşında Tokat’tan ayrılır ve Beşiktaş’a yerleşir. Bu sebeple bazı araştırıcılar onu “Beşiktaşlı” diye tanıtırlar. Sazı ve sesinin güzelliği Gedâî’nin sarayda da çalmasına kadar uzanır. Sultan Abdülaziz’in (1861-1876) saz heyetine girer.

Ustası Erzurumlu Emrah’tır. O, bir yandan başta Nedim, Gâlib, Bâkî gibi klâsik şairlerimizin gazellerini tahmis ederken bir yandan da İstanbul kahvehanelerinde gelip geçen âşıklarla atışmalarına devam etmiştir. Pek çok âşık ona nazireler söylemiştir. Devrin Ermeni ve Türk âşıklarıyla yaptığı karşılaşmalar büyük ilgi görmüştür. Lisânî, Yeksânî vs. gibi Ermeni; Hicâbî, Ceyhûnî vs. gibi Türk âşıkları bu arada sayabiliriz.

Hızrî’nin bahsettiği “Gedâyî’”nin âşığımız olma ihtimali oldukça zayıftır.

 

Ey benim canânım can içre canım 

Şuh nevcivânım olma bivefâ

                              Rahm eyle bana

Ben sana kurbanım, gel kes gerdanım 

Dök yerlere kanım tek ol aşina 

                              Olma bîvefâ

 

Nâr-ı aşkın serde düştüm yek derde 

Şeklin perilerde yoktur kişverde 

Ellerin hançerde zerrin kemerde 

Her gördüğün yerde gel bakma kıya 

                                    Can sana fedâ

 

Sevdim sen dilberi hublar serveri 

Gördüm şeklin peri oldum müşteri 

Çeksen de hançeri kessen bu seri 

Gayri şimdengeri sen şah ben Gedâ 

                                Kul oldum sana

 


HIZRÎ

Hayatı hakkında bilgimiz oldukça azdır. 18. yüzyılın sonlarında doğmuş ve 19. yüzyılın ilk yansında vefat etmiştir. Bazı araştırıcılar onu 1846’da vefat eden Gürünlü Hızır Efendi ile aynı kişi olarak kabul eder.

51 haneden meydana gelen, 364 şairin tanıtıldığı Cem’ü’ş-Şâir ân adlı şair-nâmesi, adeta bir ad listesi gibidir. Pek az şair hakkında öz bilgi verilmiştir.

14-27. hanelerde “şuârâdan idelüm kelâm” denilerek divân şairleri, 28-50. hanelerde “Açalım zübâm ol şâirânda” denilerek halk şairleri ele alınmış gibidir.

Şairnâmelerde adına rastlanılmamıştır.

 

Hamd-ı bî-had dâim Bârî Hudâ'ya 

Bildürüp âleme vahdâniyyeti

Evveline yokdır aslâ nihâye 

Âhirinin hiç bulunmaz gayeti

 

Cüz'îce söyledik ehl-i divânda 

Vasf-ı Lisân ile her kâmırânda 

Açalım zübâm (zebân) ol şâirânda 

Nazm ile cem' idüp şol cem'iyyeti

 

Meftûni Mecnûnî Kemteri Âhî 

Cevheri Mâhirî Ömer Sipâhî 

Mahremi Fâhirî Savtî Silâhî

Var idi bunların hûb letâfeti

 

Delili Zelili Devrânî Kânî 

Hemdemî Kâtibi Germi Giryâni 

Kâhıri Fâhirî Derdi Hicrânî 

Cefayî Cünûnî çekdi firkati

 

Kadîmi Nedimi Nidâyî Aşkî 

Hasreti Revnakî Sadâyî Aşkî 

Bursalı Yazıcı fezâ-yı aşkı 

Bilmeyüp dolaşdı gezdi gurbeti

 

Rıhletî Sülûkî Reşkî cân idi 

Pertevi Midâdî Kahrî şân idi 

Bursalı Halil de hûb elhân idi 

Bursalı Selmân'ın yokdur sur'ati

 

Benli Ali Topal Halil Kör Ali 

Hazînî Azizi hem Katiboğlu 

Kesâdî Küşâdî Şirreti belli 

Eşrefoğlu hem Melîlî İbreti

 

Şâirân içinde Kayıkçı belli 

Havâyî Gıdâyî Cüdâyî Şuğlî 

Hacıoğlu Hocaoğlu Güloğlu 

Bara Hamza Karaca Oğlan Urfetî

 

Hızriyâ kelâmın gel eyle direnk 

Lâzımdır başına altunlı çelenk

Hatun oldı kafiye dahi kaldı tenk 

Lisânın kalmadı gayri tâkati

 


KAMÎLÎ

Asıl adı Kâmil olup Tokat’ın Zile ilçesinde doğmuş ve 1862 yılında vefat etmiştir. Babası Hacı Eşbehoğulları’ndan Ali Feyzi’dir. Hattat olarak şöhret kazandığına bakılırsa iyi bir tahsil gördüğünü söyleyebiliriz. Yakın çevresinde pek çok çırak yetiştirmiştir.

Zile gibi şairin pek çok olduğu bir bölgede yetişmesine rağmen şair olarak fazla tanınamamıştır. Ruhsâtî’nin, “Kâmili dünyada almamış murâd” demesi, belki de onun sıkıntılı bir ömür geçirdiğinin işareti olabilir. Noksânî’deki Kâmilî’nin âşığımız olmasının yanında Gubârî’deki Kâmili için aynı şeyi söylemek mümkün olamayacaktır.

 

Bir güzel gördüm ben dâr-ı dünyada 

Bir yosma kesimli, beyaz sadeli 

Gül yüzün şulesi günden ziyade 

Sarhoş yürüyüşlü gayet edalı

 

Görünce uğruna koymuşam seri 

Eritir güneşi yüzünün nârı 

Servi gibi boyu ötedenberi 

Gelir göz süzerek eller badeli

 

Asker çekmiş hinduları döğüşür 

Gelse rakip benim ile vuruşur 

Boynu eğri âşıkları bakışır 

Cümle halk yanında hal ifadeli

 

Nazik nazik iki kelâm söyledi 

İşitenler aşk deryasın boyladı 

Kâmil'im der beni mecnun eyledi 

Al yanağın şekerinden tadalı

 


KUSURÎ

Asıl adı Ömer olup 1779’da Darende’nin Kızılcaşar köyünde doğmuş, 1853’ten sonra vefat etmiştir. Hayatım imamlık yaparak kazandığına bakılırsa belirli bir tahsil gördüğünü söyleyebiliriz.

Hece ve aruzlu şiirleri vardır. İlkinde dili daha sade olup oldukça başarılıdır. Âşık Ömer’in tesirinde kaldığı anlaşılan şairimizi takdir edenler arasında Gürünlü İrfânî ile Şürbî mahlasıyla şiirler söyleyen oğlu da yer almaktadır.

Çağdaşı şairnâme yazarlarından Hızrî sadece adını sayarken Ruhsâtî, gözünü pınara benzetmektedir. Sivas ve yöresinde yetişen şairnâme yazarlarının hemen hepsi ondan söz etmektedir.

 

Bir âhu gözlünün iftirakından 

Aktı gözüm yaşı döndü sellere 

Deli gönül vaz gelir mi yârinden 

İner gider sahralara çöllere

 

Beni can evimden odlara yakıp 

Hasret ırmakları gözümden akıp 

Zülüf kemendini boynuma takıp 

Beni mahpus eylemiştir tellere

 

İsmimiz ortada olmuş Celâl?

Var mı benim gibi başı belâlı 

Şunda bir güzele meyil vereli 

Düşürdü ismimiz dilden dillere

 

Kâr etti kalbine rakibin sözü 

Tor suna çevirdi bizlerden özü 

Dokundukça gözlerime ay yüzü •

Düşüyorum ak gerdanda hallere

 

Âşıklar içinde Kusûrî serdar 

Asasız dolaştım ben diyar diyar 

Güllerde dikeni yaratan settar 

Kalır mola bu âhımız illere

 


MESLEKÎ

Asıl adı Bekir olup 1848’de Kangal’ın Kertme (Mescitli) bucağında doğmuş, 1930’da yine orada vefat etmiştir. Babasının adı Hasan’dır. Baba tarafından Muratoğulları diye bilinirler.

Bölgenin ünlü âşığı Ruhsâtî’nin çıraklarındandır. Yakın çevresini uzun yıllar onunla dolaşmış, bu sebeple şöhreti pek yaygınlaşamamıştır. Mahlası ustasının hatırasıdır.

Hece vezni ile sade bir dille söylediği şiirleri vardır. Aruza ilgi göstermemiştir.

Ustasının şairnâmesinde “Meslekî suzân var sen n’olacaksın” ve Kangallı

Noksânî’nin “Mesleki Küşe-i mihnette kalmış” dediklerine bakılırsa hayatı bazı sıkıntılarla geçmiş olabilir.

 

Gidersem sevdiğim gene gelirim 

Sil gözünün yaşını aman ağlama 

Vademde dolmuşsa elbet ölürüm 

Top zülüflü telli ceran ağlama

 

Damarda kanımsın, tenimde canım 

Seni görsem tazelenir imanım 

Ey humar bakışlım, kaşı kemanım 

Giyin kuşan ol şadüman ağlama

 

Hangi âşık görse vasfını öğer 

Zülfünden bir tel ver dünyalar değer 

Aşkınla köz oldu yandı bu ciğer 

Sinni on beş taze civan ağlama

 

Naçardır bu gönül, gayretle naçar 

Nerde güzel görsem gönlümü açar 

Sanma ki sevdiğim senden vaz geçer 

Hüsnüne bağlıdır iman ağlama

 

Kader ne yazmışsa onu düşürür 

Kimisini karlı dağdan aşırır

Rakibler adamı yardan düşürür 

Meslekîm sözüme inan ağlama

 


MİNHACÎ

Asıl adı Ali olup muhtemelen 1862’de Kangal’ın Deliktaş bucağında doğmuş, 1899’da (bazılarına göre 19Ol’de) vefat etmiştir. Ünlü âşık Ruhsâtî’nin oğludur. Medreseye devam etmiş; hastalanması, eşinin kendisini terk etmesi gibi sebeplerle genç yaşta vefat etmiştir.

Âşık bir babanın oğlu olması sebebiyle mesleğinde kısa zamanda ilerlemiş, pek çok bilgiye sahip olmuştur. Hece vezni ile söylemiştir. Sade bir dille söylediği şiirlerinde konuyu acılan teşkil etmiştir.

Bölgenin bütün şairnâme yazarları kendisine yer vermişlerdir. Feryâdî’nin “Minhaci yedi yıl bekledi bağlı” ve “Minhaci bağlı durdu kınamam”, İsmetî’nin “Minhaci de bağlı yetti ne yazık” demelerini anlamak güçtür. Bazıları da (Gülhânî) onun genç yaşta ölmesine temas etmişlerdir.

 

Kara gözlüm seni saran 

Kullar irer muradına 

Dudağından bade alan

Diller irer muradına

 

Vücudumu yaktın nâre 

Yüzü ay gün, kaşı kara

Nazınan gelsen pınara 

Yollar irer muradına

 

Gezsen bir hoş sadâ ile 

Aman gamzen cüdâ eyle 

Bağa girsen edâ ile 

Güller irer muradına

 

Münhac yanar suzanında 

Vefası yok cihanın da 

Dane dane gerdanında 

Haller irer muradına

 


MUHİBBİ

Asıl adı Kaya Salih olup 1823’de Yusufeli’nin Erkinis (Demirkent) bucağında doğmuş, 1868’de aynı yerde vefat etmiştir. Genç Alioğulları sülâlesindendir. Babası onun demircilikle ve kalaycılıkla uğraşmasını istemiş, okutmamıştır. İşlediği bir suç sebebiyle girdiği hapishanede, rüyasında Esma Hatun’u görür. Oltu mutasarrıfı Süleyman Paşa onu, önce hapisten kurtarır, sonra da Esma Hatun ile evlendirir.

Çok gezip dolaşan bir âşıktır. Nakşibendî’dir. Şâmili ve Mâhirî adlı iki çırağı vardır. İdrâki, Elfâzî ve Coşkum gibi âşıklarla yaptığı karşılaşmalarında daima onları mat etmiştir.

Kaleme aldığı Mevlid'ı şiirleri kadar ünlüdür. Şiirlerinin bize ulaşmasında Kâtip Hüseyin’in rolü olmuştur.

Şairnâmelerde adına rastlanılamamıştır.

 

Dinleyin ahbaplar tarif edeyim 

Yetmiş iki dertten baştır bu sevda 

Yandırır odlara pervane gibi 

Daim sönmez bir ataştır bu sevda

 

Felek hisar çekmiş yolum açılmaz 

Bir bülbülüm gonca gülüm açılmaz 

Felek kırdı kanat kolum açılmaz 

Yazı gelmez yaman kıştır bu sevda

 

Muhibbî'nin elif kaddin dâl eyler 

Ağlatuben gözyaşına sel eyler 

Hicran haddesinden çeker tel eyler 

El sanar ki bir cünbüştür bu sevda

 


RUHSÂTÎ

Asıl adı Mustafa olup 1832’de Kangal’ın Deliktaş bucağında doğmuş ve 1911’de aynı yerde vefat etmiştir. Babası Ahmet’i küçük yaşta kaybetmiştir. O, dört defa evlenmiş ve 23 çocuk sahibi olmuştur. Oğlu âşık Minhaci’nin genç yaşta vefat etmesi Ruhsâtî yi büyük ölçüde sarsmıştır.

Hoca Feryâdî ve Âşık Kusûrî ustalarındandır. En ünlü çırağı ise âşık Noksânî’dir. Bilindiği üzere Meslekî de Noksanî’nin çırağıdır. Böylece âşık edebiyatı sahasında “Ruhsâtî Kolu” diye bilinen âşık kolu ortaya çıkmış olmaktadır.

“Şairnâme” adım verebileceğimiz iki şiiri vardır. Pek çok şiirinin konusu kendisidir. Önceleri İcâdî ve Cehdî gibi mahlasları da kullanmıştır.

Kendisinden sonra bölgesinde yazılan şairnâmelerde anılmaktadır. Bunlardan dikkati çekeni, Feryâdî’nin “Ruhsâtî kavuşmadı Meryem’e” şeklindeki söyleyiştir.

 

Sabahtan uğruma çıktı 

Gider iken suya Fatma 

Aklım idrâk eylemedi 

Bu şendeki huya Fatma

 

Başında puldan fereyi 

Yükledim gamı kirayı 

Yakıyor kutnu savayı 

Geyin usul boya Fatma

 

Saçına yakışır elmas 

Başına yakışır elmas 

Al hançeri başına kes 

Korkarım ki kıya Fatma

 

Sürmeler çekmiş gözüne 

Kirpiğin dökmüş yüzüne 

Korkarım rakip sözüne 

İnana da uya Fatma

 

Kapısında olsam sâyi 

Destinden nûş etsem meyi 

Ruhsat görünmüyor deyi 

Aceb nerde diye Fatma

 

***

Bir vakta erdi ki şimdi günümüz.

Ayak belli değil, ser belli değil,

Bir gülü rânâya olduk müptelâ,

Bülbül belli değil, har belli değil

 

Kimse serin bu sevdaya salmamış,

Hiçbir kimse haktan nişan almamış,

Şeriatten asla eser kalmamış,

Hayır belli değil, şer belli değil

 

Kimse bilmez bir kimsenin kasdini,

Bilen hani düşmanını, dostunu.

Cümlesi giyinmiş namerd postunu,

Avrat belli değil, er belli değil.

 

Kamusu delalet bendini geçmiş,

Tahayyürde kalıp Ruhsat'ın şaşmış,

Cümle âlem halkı gayrette düşmüş,

Namus belli değil, ar belli değil,

 


SERDÂRÎ

Asıl adı Hacı olup 1834’te Şarkışla’da doğmuş, 1921’de ölmüştür. Babasını küçük yaşta kaybetmiş, eşekten düşmesi sonucu kolu kesildiği için de çolak kalmıştır. Mahlasından çok adı ile anıldığı için “Çolak Hacı” diye tanınmıştır. Okur yazarlığı yoktur.

Birkaç defa evlenmiş, bunlardan biri sebebiyle hapse de düşmüştür. Şiirlerinde kadınlara karşı olan yakın ilgisinin açık izleri vardır. Çevreden çok kendi dertleriyle ilgilenmiştir. Şiirinde hicve de yer verdiği görülür.

Şairnâmelerde kendisi hakkında fazla bir bilgi yoktur. Kul Gazi, “Âşık Ayşe Serdârî’nin Kızıdır” şeklindeki şöyLeylşiyle bize ek bilgi vermektedir.

 

Yenile bir haber geldi sıladan 

Eğer asah ise büktü belimi 

Dediler ki sevdiğini il almış 

Kadir mevlam nasibeyle ölümü.

 

Şahin dedikleri bir küçük kuştur 

Yarin güzelliği göz ile kaştır 

Kadir Mevlâm beni yare kavuştur 

Irak ise yakın eyle yolumu.

 

Deli gönül yükseğinden uçayım 

Uçarsam da kanadımı açmayım 

Muhanetin köprüsünden geçmeyim 

Çoşkun sele uğradayım yolumu.

 

Serdar'im der yükseğinden gezmeyim 

Dost elinden dolu bade süzmeyim 

Yardan başkasına kuşak çözmeyim 

Yedi yerden bağladayım belimi

 


SEYRÂNÎ

Asıl adı Mehmed olup 1800 (bazı kaynaklara göre 1788 ve 1807) yılında Everek (Develi) ilçesinde doğmuş, 1866’da yine aynı yerde vefat etmiştir. Babası, cami imamı Cafer Efendi’dir. Babasından aldığı ilk tahsilden sonra medreseye devam etmiş, burayı bitirmeden ayrılmış ve sekiz yıl süren askerlik görevine gitmiştir.

Yüzyılın ikinci çeyreğinde İstanbul’a girmiştir. Biraz medreseye devam etmiş, biraz da hat sanatı ve nakkaşlık tahsili görmüştür. Ancak saray ileri gelenlerinden bazılarını hicvetmesi, onun İstanbul’dan kaçırılmasıyla sonuçlanmıştır. Değişik yerleri dolaştığı söylenirse de nereleri ne kadar dolaştığı kesin olarak belli değildir. Develi’ye yakın bazı yerleri dolaştıktan sonra döndüğü ilçesinde ölünceye kadar kalmıştır.

Türk saz şiiri vadisinin en önde gelen hiciv ustalarındandır. Zamanında kıymeti pek bilinmeyen Seyrânî, âşık edebiyatımızın en güçlü seslerinden biridir. Eğer, aruzla yazdığı şiirlerindeki dil özellikleri az da olsa hece vezniyle söylediklerine tesir etmesiydi, kısacası dili biraz daha sade olsaydı, bir Karacaoğlan, bir Dadaloğlu kadar önemli bir yeri olacaktı. Şairnâmeler ondan çeşitli vesilelerle söz etmişlerdir.

 

Hak yoluna gidenlerin 

Asâ olsam ellerine 

Er pîr vasfın edenlerin 

Kurban olsam dillerine

 

Torunuyuz bir dedenin 

Tohumuyuz bir bedenin 

Münkîr ile cenk edenin 

Silah olsam bellerine

 

Bir üstâda, olsam çırak 

Bir olurdu yakın ırak 

Kemiğimi yapsam tarak 

Yâr zülfünün tellerine

 

Vücudumu kavursalar 

Yönüm yâre çevirseler 

Harman edip savursalar 

Muhabbetin yellerine

 

Kaldır Seyrânı parmağın 

Vaktidir Hakk'a durmağın 

Deryaya akan ırmağın 

Katre olsam sellerine

 

***

Felek bir gün bize bir yol gülmedi 

Tuğla taktı elin seyrânîsine 

Yirmi dokuz harften al mahlas deyi 

Teklif eder durur Seyrânî'sine

 

Er isen sözün yürüt bin ata 

Söz ana değildir bencedir ata 

Olur olmaz adam söz ata ata 

Pâre pare oldu Seyrânî sîne

 

Her âşık içtiğin hayat sanırlar

 Her meclisi avlu hayat sanırlar 

Ben memat olsam da hayat sanırlar 

Sağlığında girdi Seyrânî sine

 

Belki bu şeb bizde o yâr bulunur 

Başı yastıktayken duyar bulunur 

Sanma bu dünyada uyar bulunur 

Everek'in ednâ Seyrânî'sine

 

***

Ben bu aşkın çilesini 

Yanar çektim tüter çektim 

Yedim gonca sillesini 

Bülbül gibi öter çektim

 

Dizgin etsem gönül atın 

Geçer göğün yedi katın 

Yalan dünya maslahatın 

Kâh bitmez kâh biter çektim

 

Seyrânî bilmem mert midir 

Yoksa cana cömert midir

 Eyyûb'un derdi dert midir 

Ben ondan besbeter çektim

 

***

Mahkeme meclisi icat olduğu 

Çeşme-i rüşvetin akmaklığından

Kaza belâ ile âlem dolduğu 

Kazların kadıya uçmaklığından

 

Selefin rüşvetle hüccet yazması 

Halefin anlayıp hükmün bozması 

Yıkılan binanın birden tozması 

Asıl sermayenin topraklığından

 

Asıl sermaye-i niyâbetleri 

Emval-i eytamdır ticaretleri 

Dâvet-i rüşvete icâbetleri 

Sıdk ile gönlünün alçaklığından

 

Bülbülün aşkıdır dalda öttüğü 

Çobanın sütedir koyun güttüğü 

Toprağın Hâbil'i kabul ettiği 

Şüphesiz yüzünün yumuşaklığından

 

Dünyadan ahrete gidip gelmemek 

Olmasa iktiza eder ölmemek 

Balık baştan kokar bunu bilmemek 

Seyrânî gaafilin ahkamlığından

 


SİLLELİ SÜRURÎ

Asıl adı Osman olup yüzyılın başlarında Konya’nın Sille Bucağında doğmuş, 1855’te İstanbul’da vefat etmiştir. Kurtoğulları ailesine mensuptur. Biraz medrese tahsilinden sonra saz çalmayı öğrenip İstanbul’a gitmiştir. Rivayete göre, kendisini çekemeyen rakipleri tarafından zehirlenmiştir.

Şiirlerinden hece ile söylediklerinde daha başarılıdır. Aruzla yazdıklarında Fuzûlî’nin tesiri görülür. Padişahlar huzurunda saz çalıp şiir okuyabildiğine göre güçlü bir şair olmalıdır. El yazısıyla hazırladığı divânı basılı değildir.

Kardeşi de Zehri mahlasıyla şiirler söylemiştir. Öbür kardeşinin oğlu da Nigârî mahlasını kullanmıştır. Şairnâmelerde adına rastlanılmamıştır.

 

Şâkıya tez yetiş câna ulaştır 

Bağrı kebâbıma gel dök elif bâ 

Meclis-i irfanda bâde ulaştır 

Kâseyi doldur ver verme elf zâ

 

Merhamet kıl bana gözleri âfet 

Aşkıma dûşolan bulmaz selâmet 

Yaktı bu sînemi aşk-ı harâret 

Eridi kalmadı tende elif tâ

 

Tekye-i hüsnünde boynum bükerim 

Hayâlin fikredüp yaşlar dökerim 

Cemâlin gördükçe ben Hû çekerim 

Çıkmadı hiç derûnumdan elif hâ

 

Sürûrî âşıkın bulunmaz fevki 

Dem bu dem sürelim safâyı zevki 

Aşkın kandilinin parlasın şevki 

Uyar fitilini rûyi elif yâ

 


SÜMMÂNÎ

Asıl adı Hüseyin olup 1860 (bazı kaynaklara göre 1861) Narman’ın Samikale köyünde doğmuş, 1915’te aynı yerde vefat etmiştir. Babasının adı Hasan’dır. Tahsili hakkında bilgimiz yoktur. Ancak şiirlerinden çıkarabildiğimize göre biraz tahsil görmüş olmalıdır.

Araştırmacı M. Kardeş, onun Kırım’dan Hindistan’a kadar olan bölgeleri dolaştığını, bunda, rüyasında görüp âşık olduğu Gülperî’yi aramanın rolü olduğunu söylemektedir.

Ustası Erbâbî’dir. Çağdaşlarından Şenlik, Sezâî ve Nihânî ile karşılaşmaları vardır. Torunlarından ikisi de Sümmanoğlu ve Torunî mahlaslarıyla şiirler söylemektedirler. Tasavvufî konulara fazlasıyla eğilmiştir.

Yüzyılımızın şairnâmelerinde çeşitli vesilelerle anılmaktadır. Bazıları Gülperi’sini hatırlayıp anarken bazıları da torunlarını dile getirmişlerdir.

 

Bir menzile başa kadar varmazsan 

Sen o yola kervan olsan fayda ne 

Bir dilberin sinesine konmazsan 

Hayal ile mihmân olsan fayda ne

 

Bir yazı ki kara olur kalemde 

Sözü hor görünür her bir kelâmda 

Bir güzel ki seni sevmez âlemde 

Ya sen ona hayrân olsan fayda ne

 

Çekme şu dünyanın endişesini 

Temiz eyle kalbin her köşesini 

Kem söz ile kırma gam şişesini 

Kırıp sonra pişman olsan fayda ne

 

Arabî Fârisî dilin olmazsa 

Bülbüle münâsip gülün olmazsa 

Asla bir meslekte elin olmazsa 

Dâva ile sultan olsan fayda ne

 

Deli günül her isyandan beridir 

Bir ah çekse dağı taşı eridir 

Her bir güzel bir yiğidin yâridir 

Elin güzeline baksan fayda ne

 

Sefil Sümmâni gel Hakk'ı zikreyle 

Verdiği nimete dâim şükreyle 

Yaman işitâ ezelden fikreyle 

Başa geçip pişmân olsa fayda ne

 


TOKATLI NURÎ

Doğum tarihini 1825 olarak kabul eden kaynakların yanında bu tarihe şüphe ile bakanlar da vardır. Tokat’ın Kızılca mahallesinde doğmuş, 1883’te Samsun’da vefat etmiştir. Erzurumlu Emrah’ın çıraklarından olup mahlasını o vermiştir. Zileli Ceyhunî, Tosyalı Gayreti çırakları arasındadır.

Okur yazarlığı olmadığı için şiirlerini yanımdakilere yazdırdığı şeklindeki görüşe katılmak mümkün değildir. Aruzla da başarılı şiirler yazabilen birinin en azından biraz medrese tahsili görmesi gerekecektir. Nuri, güçlü bir âşık olmakla beraber gereği gibi tanınamamıştır. Şairnâmelerde adına rastlanılamamıştır.

Ey şûh-ı canânım çeşme-i fettânım 

Gayet sevdi câmm seni dilrübâ

                                  Oldum mübtelâ

 

Rûz u şeb giryânım hal perişânım 

Rahim kıl sultânım cevretme bana 

                                  Ey gül-i ra'nâ

 

Nedir ol nevâziş nedir o reviş 

Nedir tıpış tıpış reftâr yürüyüş 

Nedir bana küsüş nedir o gülüş 

Nedir o göz süzüş ey çeşme-i şehlâ 

                                    Kâmet-i bâlâ

 

Gamzesi âhûlar çeşmi câdûlar 

Hançeri ebrular hâli hindûlar 

Anberîn giysûlar türlü hoşbûlar 

Rûyunda şebbûlar açılmış ra'nâ 

                                 Hikmet-i Mevlâ

 

Acaba bu dilber kimin dediler 

Vasf-ı hâlin öğer Nuriyâ söyler 

Bir ruhleri ahmer hüsnü münevver 

Nice üftadeler hû çeker sana

                                Eylerler nida

 TÜRK DİLİ DERGİSİ, HALK EDEBİYATI ÖZEL SAYISI