Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

17. YÜZYILDA TÜRK SAZ ŞİİRİ

ÂŞIK

Hayatı hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Sadeddin Nüzhet, çeşitli kaynaklardaki bilgileri değerlendirerek hazırladığı Âşık adlı monografasinde, onun, sadece yaşadığı yüzyılı tesbit edebilmiş, bir şair olarak tesirini ortaya koymağa çalışmıştır. Elimizde oldukça fazla şiiri olan Âşık’ın, yaşadığı devri gösteren şiiri, Sultan IV. Murad’ın (1623-1640) boğdurulan musahibi Musa Çelebi üzerine söylenmiş olanıdır. Sultan’ın da nazire yazdığı bir şiirden Âşık’ın 1041/1631 yılında hayatta olduğunu anlamaktayız.

Devrinin önde gelen adlarından olan şairimize, daha sonraki yıllarda şöhrete kavuşacak olan Kuloğlu, Âşık Ömer, Gevheri vb. nazireler söylemişlerdir. Bazı şiirleri bestelenip musiki meclislerinde okunmuştur. Sade bir dille söylediği şiirlerinde klâsik edebiyatımızın tesiri az da olsa görülür.

Şairnâmelerde kendisiyle ilgili her hangi bilgiye rastlanılamamıştır.

 

Kara gözlüm senden murat alınmaz 

Cana çevrin çoktur fendin bilinmez 

Yandım elinden 

Tutsam belinden Emsem lebinden 

Efendim naz eder nazlıdır

 

İştiyakın derûnumu yakıyor 

Ah ile efganım Arş'a çıkıyor 

İki elimde taş 

Didelerim yaş 

Sinemde ateş

Derûnumda yanan közlüdür.

 

Figanım işiden der ki yazıktır

Gariplik çekmişim bağrım eziktir

Yâr ele girmez

Yanıma gelmez

Hâlimden bilmez

Gam değil ezelden sözlüdür.

 

Der ki Âşık kimse bilmez hâlimden 

Kime dâr edeyim senin elinden 

 

Havadan inmez 

Koluna konmaz 

Ateşim sönmez 

Yandıran bu âhu gözlüdür

 

***

Güzel senden ayrılalı 

Hayli zaman oldu gel gel 

Bak gözümden akan yaşım 

Âb-ı revân oldu gel gel

 

Böyle m'olur küsüp gitmek 

Seni seveni terketmek 

Haram oldu yemek içmek 

İşim figân oldu gel gel

 

Kurulu yaydır basılmaz 

Gönül yârinden kesilmez 

İçmeyince derd eksilmez 

Boş kadehler doldu gel gel

 

Kul Âşık ider varmağa 

Halinden haber almağa 

Yetiş namazım kılmağa 

Seni seven öldü gel gel


ÂŞIK HALİL

Hayatı Hakkında bilgilerimiz son derece azdır. Bazı Şairnâme’lerdeki kayıtlardan Bursalı olduğunu anlamaktayız (Âşık Ömer, Hızrî, vb.). Beliğ’in, “Bî-vezn ü kâfiyenin güzidesi” diyerek küçümsemesine karşılık, Ömer, dilinin sadeliğinden ve güzelleri öğmede benzerinin bulunmadığından söz ederek değerlendirmektedir.

Dilinin sadeliği yanında, kafiye hususundaki dikkati de önemlidir. Bu özellikleriyle klâsik edebiyatın uzağında kalmış ve geniş kitlelerce tanınma fırsatım bulmuştur. Halil’in günümüzde tanınmasında, onu bizlere kazandıran F. Tansel ve H. Eren’in önemli yerleri vardır.

Sun’î de, Tekerleme adlı şairnâmesinde ondan söz eder.

 

Can bübülüm cüdâ düştüm gülümden 

Zârımdan bezmedik dağlar mı kaldı 

Ahû gözlü yârim senin elinden 

Şikâyet etmedik beyler mi kaldı

 

Nûş edip elinden zehir yutarsam 

Günden güne kendim helak edersem 

Acep midir başım alıp gidersem 

Biraz da ardımca ağlar mı kaldı

 

 

Dağları delmekti Ferhad'ın demi 

Şirin i gördükçe artardı gamı 

Ben Mecnun'um aldırmışım Leylâ'mı 

Nice aşmadığım dağlar mı kaldı

 

Halil der bülbülüm ayrı gülümden 

Gece gündüz virdim gitmez dilimden 

Aldırdım gül yüzlü yâri elimden 

Divâne gönlümü anlar mı kaldı

 


ÂŞIK ÖMER

Âşık Ömer, yüzyılın en önde gelen adlarından biridir. Kendi şiirlerinden yola çıkan araştırıcılar onu gerçek bir mekâna bağlayamamışlardır. En eski divânındaki,

Vatan-ı aslimiz Aydın ilidir 

ve

Tehi sanman Ömer Gözlevelidir

gibi mısralar, onun gerçek doğum yerini ortaya koymamıza engel teşkil etmektedir. Aydın, Kırım ve Konya’da üç ayrı Gözleve’nin var olması, araştırıcıları sık sık fikir değiştirmeye yöneltmiştir. Bu konudaki son eserin sahibi Ş. Elçin, çok eski bazı kaynaklardan yola çıkarak şu hükme varmaktadır: “Âşık Ömer’in vatanının Kırım Gözleve’si olduğu kuvvetle tahmin edilebilir “(Âşık Ömer, 3).

Elçin’in kaynak olarak ele aldığı Dr. Bayçura’nın bilgilerine göre, babası kürk ticaretiyle uğraşan Abdullah adlı bir zattır; annesinin adı ise Şerife’dir. Doğum tarihini 1619 ve 1621 olarak veren kaynaklar tahminden öte gidememektedir. Bize göre bütün bu bilgiler, Kırım rivayetinin gayet güzel süslenmesiyle ilgilidir.

Adı Ömer olup bir ara, Adlî mahlasını da kullanmıştır. Medreseye devam eden Ömer burada sarf, nahiv, mantık, maâni, Arapça, Farsça, tefsir ve Dürer okumuştur. Hâfız’ı, Sâdî’yi burada öğrenmiş, şiirinin bilgi dağarcığını burada zenginleştirmiştir.

Pek çok yerler dolaşan Ömer’in Divârimâa., “Hafız Âşık Ömer” ibaresinin yer alması, çeşitli kaynaklarda saz çaldığının kayıtlı olması, onun değişik cephelerini ortaya koymaktadır.

1707’de öldüğüne dair söylenen tarihi ihtiyatla karşılayan Elçin, bu tarihin daha sonraki bir yıl olması gerektiği görüşündedir.

Şairnâme'sinde, Şerifi adlı şairden bahsederken kullandığı şu ifadeler, bu zatın Ömer’in hocası olduğu şeklindeki görüşleri kuvvetlendirmektedir:

Şerifi değil mi cümleye üstâd 

Ol değil mi bizi eyleyen irşâd

Safâyî tezkiresinde, Şerifî’nin Kırımlı olduğu, İstanbul’da tahsilini tamamladıktan sonra Rumeli’ye gittiği söylenmektedir.

O, aynı yüzyılın âşıklarından Kul Mustafa, Kâtibi, Bursalı Halil, Gayrî, Hayrî ve Sâdık’ı beğenmektedir; birincisine söylediği nazireler bunun güzel örnekleridir. Onun nazire söylediği diğer şairler arasında Karacaoğlan, Kuloğlu, Yazıcı gibi adlar da yer almaktadır.

Klâsik şairlerimizden Ahmed Paşa, Fuzûlî ve Atâî’nin şiirlerine nazireler yazması; gazel, murabba, kalenderi, satranç, müstezad gibi şekillere örnekler vermesi, Ömer’deki, yüzyıla hâkim olan klâsik şiire yönelme arzusunun en güzel örneğidir.

Zamanında ve daha sonraki yüzyılda oldukça şöhretli bir şair olan Ömer’e; Âhu, Hasan, Levnî, Rûhî, Siyâhî, Şevkat gibi şairler nazire yazmışlar, Âşık Nihânî de bir medhiye söylemiştir.

Ayvansaraylı Hafız Hüseyin tarafından 1782’de, Âşık Ömer Divânı adıyla bir araya getirilen şiirler arasında; koşma, destan, semaî ve varsağı şeklinde söylenen heceli örnekler daha azdır; Ömer’in en çok bilinen Şiiri, 38 dörtlükten meydana gelen ve 105 şairin adının sayıldığı Şairnâme’sidir. Burada sadece 17 saz şairinin adının zikredilmesi, Arap ve Acem şairlerinin yanında klasik şiirimizle tekke şiirimizin ünlü adlarına daha fazla yer verilmesi düşündürücüdür.

Âşık Ömer’den, Gubârî ve Hızrî’nin Şairnâme’lerinde sadece ad olarak söz edilmiştir. On dokuzuncu yüzyılda yazılan Şairnâme'lerden Ruhsâtî’ninki ile yirminci yüzyılın şairnâme yazarlarından Feryâdî, Emsâlî, İsmetî, Kangallı Noksanî ve Talip Kılıç’ın eserlerinde de Ömer’e yer verilmiştir.

Şu karşıdan gelen dilber 

Gelir ammâ neden sonra 

Bir selâma kail oldum 

Verir ammâ neden sonra

 

Bahçede açılan güller 

Dalında öten bülbüller 

Bizi zemmeyleyen diller 

Çürür ammâ neden sonra

 

Gördüm yârimin yüzünü 

Öptüm dostumun gözünü 

Aradım buldum izini 

Buldum ammâ neden sonra

 

Kolumdan uçurdum bazı 

Yeter ettin bana nâzı 

Âşık Ömer’in niyâzı 

Geçer ammâ neden sonra

 ***

Bu gün ben bir güzel gördüm 

Yeşiller giymiş ağ üzre 

Aklımı başımdan aldı 

Durabilmem ayağ üzre

 

Beni mest eden câmıdır 

Gonca gülün eyyâmıdır 

Her biri bir harâmidir 

Kirpikleri kapağ üzre

 

Mah cemâline bakılır 

Ben kulun yanup yakılır 

Söyledikçe bal dökülür 

Leblerinden dudağ üzre

 

Cemâli hüsnü âlişân  

Ol Yûsuf'dan almış nişân 

Siyah zülüfler perişân 

Dökülmüş al yanağ üzre

 

Âşık Ömer geldi ise 

Hak inâyet kıldı ise 

Ferhad dağı deldi ise 

Ben koyam dağı dağ üzre

 

 

Elâ gözlerine kurban olduğum 

Yüzüne bakmağa doyamadım ben 

İbret için gelmiş derler cihâna 

Noktadır benlerin sayamadım ben

 

Aşkın ateşidir sinemi yakan 

Lütfuna irer mi çevrini çeken 

Kolların boynuma dolanmış iken 

Seni öpmelere kıyamadım ben

 

Terk eyledim ağalarım beylerim 

Bozbulanık seller gibi çağlarım 

Anın içün ben ah idüp ağlarım 

Ayrılık oduna doyamadım ben

 

Kaldı deli gönül kaldı hep yasta 

Mevlâ'm erdir beni murâda kasda 

Âşık Ömer eydür sevgili dosta 

Allah'a ısmarladık diyemedim ben

 

ŞAİRNAME’DEN

Olmak ister isen gönül züfünûn 

Derûnî zikr eyle ganî 

Yezdân'ı Be-emr-i sâni'i sun'i 

Kâf u Nun Yarattı âlem-i kevn ü mekânı

 

Geldi dil bülbülü medh-i lisâne 

Kasdı şuarâyı çekmek beyâne 

Gör ne âşıklar var gelmiş cihâne 

Dilde yâd edelim hep şâirânı

 

Hâfız-ı Şirâzî Rumî Fuzûli 

Anları geçince yeğdir Usûlî 

Okunur dillerde nazm-ı Kabûlî 

Her demde şâd ola rûh-ı revânı

 

Niyâzî hakikat kılmada niyâz 

Yûnus her dem eder keşif ile râz 

Yok Eşrefoğlu'nun sözünde güdâz 

Nutkî irşâd eder işiden canı

 

Şerifî değil mi cümleye üstad 

Ol değil mi bizi eyleyen irşâd 

Hâşimî şi'rine verdi özge tad 

Birbirin yekreği Kandî, Lisânî

 

Evvel Kâtibî'den ¡delim âğaz 

Kâmil’in sözlerin derûnuna yaz 

Köroğlu çalardı perdesizce saz 

Kuloğlu'nun belli nâm ü nişânı

 

Emirzâde evliyâya verdi şan 

Bağzâde nüshasız olmazdı revan 

Ahî ile Gedâyi de bir zaman 

Bursa'da sürdüler dem ü devrânı

 

Bursalı Halil'de sâdedir lisân 

Güzel medh etmede yok ana akran 

Bir gün câm içerken sâkî-i devrân 

Öldürüp zehr ile sundu Yegânî

 

Bir zaman gurbette sürüldü sefâ 

Ayaklar altından geçti çok cefa 

Nice şairlerin Dağlı Mustafa 

Kopardı sözinen tozu dumanı

 

Öksüz Âşık deyişleri aseldir 

Karacaoğlan ise eski meseldir 

Ezgisi çığrulur keyfe keseldir 

Biz şair saynıayız öyle ozanı

 

Deli Balta hasma gösterir hüner 

Arapça sözlerle Urfe sefer (?) 

Sipâhî'dir cümlesine ser nefer 

Mekân tutup kıldı ol Karaman'ı

 

Belli dedikleri her câne kalmam 

Bin cevap söylese aynıma almam 

Kâmilin yanında bir nesne bilmem 

Hele ben böylece ettim iz'anı

 

Der ki Âşık Ömer sade sözleriz 

İlm-i hakikatte biz can özleriz 

Postumuzun abdalıyız gözleriz 

Tekye-i aşk içre yolu erkânı

 


BENLİ ALİ

Hece ve aruz vezinleriyle şiirleri bulunan Benli Ali’nin hayatı hakkında bilinenler çok azdır. 1664’te Fransızların Cezayir’e yaptıkları baskını anlatan şiirleri yaşadığı devri ortaya koymaktadır. Sun’î’ninTekerleme’sinde balıkçı olduğu yazılıdır.

Hızrî de, şairnâmesinde ondan söz eder.

Padişah'ım Cezayir'in 

Yarar arslan yatağıdır 

Zaviyesidir hem Resûl'ün 

Gerçek erler otağıdır

 

Çoşar derya eser bâdı 

Kılıç ile arar yâdı 

Sedd-i İslâm'dır bir adı 

Akdeniz'in bucağıdır

 

Allah olsun kîl ü kâlin 

Lûtfu çoktur Bî-zevâlin 

Cezayir yedi kiralın 

Daim başı nacağıdır

 

Cezayir'in kahramanı 

Kâfire vermez amanı 

Severler Âl-i Osman'ı 

Hacı Bektaş koçağıdır

 

Mekânıdır gerçek erin 

Hak yoluna verir serin 

Benli Ali şehitlerin 

Bağ-ı Cennet durağıdır

 


ERCİŞLİ EMRAH

İki ünlü Emrah’tan daha yaşlı olanı hakkında bildiklerimiz son zamanlarda bir dereceye kadar artmıştır. Aralarındaki farkların kesinlikle ortaya konulmasından sonra her iki âşığımız gerçek hüviyetleriyle tanınmaya başlamıştır.

Ercişli Emrah’ın yaşadığından şüphe edenler de olmuştur. Ancak elimizde mevcut bir belgedeki, “Erciş Kubünde yetişmiş derd-i zâr ile bağrıyanık Karakoyunlu âşıklardandır” ifadesi, onun yaşadığının en güzel delilidir. Babası Âşık Ahmed’in şiirleri de günümüze kadar gelebilmiştir.

Aynı zamanda bir hikâye kahramanı olması, onun hikâyesinin anlatıldığı bölgeye göre değişik yerlere bağlanmasına yol açmıştır.

Babasından aldığı âşıklık bilgileri, onun sonu gelmez gezilerinde karşılaştığı âşıklar vasıtasıyla gelişmiş ve o, yüzyılın en saf, en duru, en güzel şiirlerini söyleyen âşıkları arasında yer almıştır.

Aruz vezni ile söylediği şiirinin olmaması, dilinin bütünüyle mahallî kelimelerle örülü olması belirli bir tahsilinin olmadığım ortaya koymaktadır. Bu özellikleri, onun Erzurumlu Emrah’tan ayrılmasını kolaylaştıran noktalardır. Ayrıca, onda din ve tasavvuf konularında söylenmiş şiirlerin olmaması da Erzurumlu’dan ayrıldığı bir noktayı teşkil etmektedir.

1986 yılında Erciş’te yapılan bir kazı sonunda, onun, Selvi’nin ve sazının çizgilerinin yer aldığı bir hece taşının bulunması, Emrah’la ilgili bazı soruların cevaplandırılmasını sağlamıştır.

Mevcut şiirleri, onun haklı bir şöhrete ulaşmasını sağlayacak güzelliktedir. Konuların mahallî söyleyişle zenginleştirilmesi, benzetmelerde tabiat güzelliklerinden faydalanılması onun başarısının sim olarak kabul edilebilir.

Şairnâmelerde görülen Emrah’ların hangisi âşığımızdır, bilemiyoruz. Ancak, Selvi ile ilgili hususların yer aldığı Feryâdî, İsmeti gibi şairlerin şairnâmelerinde anılan bu âşığımızdır.

 

Ellerin kırılsın hey naşi hoyrat 

Sana kimler dedi boz menevşeyi 

Nazik elinnen dermiş devşirmiş 

Al yanah üstüne düz menevşeyi

 

Menevşe gül kohar dostun bağınnan 

Bir öpüşün aldım al yanağınnan 

Taramış zülfünü tökmüş sağınnan 

Zülüfleri değer yüz menevşeyi

 

Bir bölüm sonalar yendiler bağa 

Onlar sayasında bağa nur yağa 

Dürse deste olur sarkar yanağa 

Aşk ile devşirir kız menevşeyi

 

Menevşe açılır bahar yaz olur 

Neden boynu eğri ömrü az olur 

Seni devşirenin gamı şaz olur 

Sıdk ile devşirip düz menevşeyi

 

Menevşe derede sümbül burçtadır 

Kasapların gözü daim koçtadır 

Gözel sever diye yiğit suçtadır 

Bahar geçer koklar güz menevşeyi

 

Nice Süleymanlar tahta yerişti 

Tahta yerişmedi bahta yerişti 

Emrah da bir kötü vahta yerişti 

Daha koklar mıyız biz menevşeyi

 

***

Bugün men bir gözel gördüm 

Bahar cennet sarayınnan 

Kamaştı gözümün nuri 

Onun hüsn-i cemalınnan

 

Salındı bahçaya girdi 

Çiçekler selâma durdu 

Mor menevşe boyun burdu 

Gül utandı hicabınnan

 

Bahçanın kapısın açtım 

Sanasın cennete düştüm

Öptüm koçtum helallaştım 

Buse aldım yanağınnan

 

Bahçanın kapısı güldür 

Dalında öten bülbüldür 

Emrah da bir edna kuldur 

Bağışla geç günahınrıan

 

İki kaşları karanın 

Ah elinnen dad elinnen 

Zülfü siyah mahparanm 

Ah elinnen dad elinnen

 

Ağ elleri nakışlının 

Ağca ceylan sekişimin 

Nergiz kimi kokuşlunun 

Ah elinnen dad elinnen

 

Sefil Emrah şu sonanın 

Yayladan göle konanın 

Hem atanın hem ananın 

Ah elinnen dad elinnen

 

***

Hey ağalar dad gaziler 

Dağa kar düştü kar düştü 

Uzak yerde yad ölkede 

Yada yar düştü yar düştü

 

Gidin diyin anasına 

Gelsin bahsin sonasına 

Körpe kızın sinesine 

Bi çüt nar düştü nar düştü

 

Emrah der yar sesledim 

Uca dağlara yasladım 

Zahmet verdim bağ besledim 

Bağa har düştü har düştü

 


GAZİ ÂŞIK HASAN

Hayatı hakkında bildiklerimiz oldukça azdır. Ayrıca, ad benzerliği sebebiyle Alevî-Bektaşî şairlerinden Hasan Dede ile karıştırılması hayatının gün ışığına çıkmasını güçleştirmiştir. Tameşvarlı diye anılması, oralı olduğunun işareti olarak kabul edilebilir. Asker şairlerden olması, seferlerde saz çalıp şiirler okuması onun bir dereceye kadar tanınmasını sağlamıştır. Budin’in düşmesi (1686) üzerine söylediği “Budin Türküsü” şehzade meclislerinde bile söylenir olmuştur. Padişah huzurunda saz çalıp şiirler okuyan ender âşıklarımızdandır. Sultan II. Mustafa (1695-1703), saltanatının ilk yılında (22 Eylül 1695) Lugoş Kalesini zapt edince Âşık Hasan’ı huzuruna kabul etmiştir.

Emekli maaşı bağlandığı, iki yılda bir hacca gittiği, 1699’dan sonra vefat ettiği bilinenler arasındadır. Ömrünün son yıllarım Tameşvar'da geçirmiştir.

Şiirlerinden pek azı elimizdedir. Bunlardan hareketle duru bir dille ve sade söyleyişe önem verdiğini söyleyebiliriz.

Şairnâmelerde kendisiyle ilgili her hangi bir bilgiye rastlanılamamıştır.

 

Bugün ben bir güzel gördüm 

Gül cemali ala benzer 

Çıkmış bahçede salınur 

Boyu selvi dala benzer

 

Boyu uzun beli ince 

Memeler benzer turunca 

Yanak lâle ağız gonca 

Kaşları hilâle benzer

 

Bahçenizde biten badem 

Sanma ki ben sana yâdem 

Eğil gerdanından tadam 

Âb-i şeker bala benzer

 

Bahçenizde biten üzüm 

Sensin benim iki gözüm 

Gerdanına yoktur sözüm 

Bağdadî merale benzer

 

Bahçenizde bülbül öter 

Âşık Hasan yanup tüter 

Siyah kâkül gerdan örter 

Lebi kevser bale benzer

 

Ne çeker kulların serhad ilinde 

Bilinmez Hünkârım görülmeyince 

Bunca memleketin kâfir elinde 

Kaldı inanmadın ayrılmayınca

 

Kimi şehid oldu kimi giriftâr 

Kâfirin elinde inler zâr zâr 

Estergon’la Budin Eğreyle Uyvar 

Ele girmez Şahım yorulmayınca

 

Gâziler başına takup çelengi 

Kırardı Nemçe'yi Macar frengi 

Neylesün kulların edemez cengi 

Hâl ü hatırları sorulmayınca

 

Hasan der göklere çıkmıştır âhım 

Huda'ın bağışlasun çoktur günâhım 

Temeşvar kalasın bil Padişahım 

Vermeyiz kâfire kırılmayınca

 


GEVHERİ

Adı Mehmed’dir. Doğumu, değişik yerlere bağlanmakla birlikte, kuvvetli bir ihtimalle İstanbulludur. Yüzyılın ortalarındaki mecmualarda şiirlerinin görülmesinden yola çıkan araştırıcılar doğum tarihi olarak yüzyılın ilk çeyreğinden biraz sonrasını ileri sürmektedirler.

Onun, İstanbul ve Bursa’daki divân kâtipliklerini, imparatorluğun diğer büyük memleketlerinde de kısa aralıklarla yürüttüğüne bakılırsa medrese tahsili gördüğü anlaşılmaktadır. Aruz ile yazdığı şiirlerindeki söyleyiş de bunun başka bir delildir. Ölümü 1127/1715’ten sonradır.

Ş. Elçin, bazı şiirlerinde geçen Hacı Bektaş adım, onun Hacı Bektaş Veli’ye intisabından çok bir Bektaşi muhibbi olmasının işareti olarak kabul eder.

Tameşvarlı İbrahim Naimeddin’in Hadikatü’ş-Şühedâ ve Müstakimzâde’nin Tuhfe-i Hattatın adlı eserinde adı geçmektedir. Musikî ile de ilgilenmiş olan Gevherî’nin kendi adım taşıyan bir de hava vardır.

Aruz ile yazdığı şiirlerinde başta Fuzûlî olmak üzere klasik şairlerimizin tesiri görülür. Yüzyılın başlıca adlarından biri olmasında, belki de, aruz veznini hece vezni kadar başarılı bir şekilde kullanan ender şairlerden biri olmasının da rolü vardır.

Usta bir âşık olması, onun sevilip örnek alınmasına vesile olmuştur. Pek az âşığa nasip olan bir husus da, sadece onun şiirlerine yer veren bir mecmuanın bulunmasıdır.

Şiirleri arasında çeşitli tarihî olaylara yer verenler de vardır. Avusturya’ya karşı açılan 1663 ve 1689 seferleri için söylediği şiirlerini bu arada sayabiliriz.

Şairnâme’lerden sadece Gubârî’de adı geçmektedir; Sun’î ve Hızrî’de ise Cevheri adıyla kayıtlı olan şairin Gevheri olması muhakkaktır.

 

Elâ gözlü nazlı dilber 

Seni kandan sakınurum 

Kandan değil hey efendim 

Seni candan sakınurum

 

O yana bu yana bakma 

Beni ateşlere yakma 

Elini koynuna sokma 

Seni senden sakınurum

 

Gevheri der ben bir merdim 

Yüreğimden çıkmaz derdim 

Sen bir kuzu ben bir kurdum 

Seni benden sakınurum

 

                ***

Bu gün ben bir bağa girdim 

Ne bağ duydu ne bağbancı 

Gülün şeftalisin derdim

Ne bağ duydu ne bağbancı

 

Bağın duvarından aştım. 

Kırmızı gülüne koştum 

Öptüm sardım helâllaştım 

Ne bağ duydu ne bağbancı

 

Bağın kapusunu açtım 

Sanasın cennete düştüm 

Doldurdum bâdesin içtim 

Ne bağ duydu ne bağbancı

 

Seherin tan yeri attı 

Bülbül elvan elvan ottu 

Gevher? yükünü tuttu 

Ne bağ duydu ne bağbancı

 

              ***

Dost bağının meyveleri erişti 

Ayva benim alma benim nar benim 

Çeşmım yaşı ummanlara karıştı 

Cefâkârım sitemkârım var benim

 

Yedi derya boz-bulanık selinden 

Halk-ı âlem âciz kaldı dilimden 

Ben bülbülüm ayrı düştüm gülümden 

Efgan benim matem benim zâr benim

 

Mâil oldum kisvesine tacına 

Bend olmuşum siyah zülfü ucuna 

Mansur gibi asılırım saçına 

Kâkül benim perçem benim dâr benim

 

Gevher? der kime gönül katayım 

Gevherimi nâdânlara satayım 

Dost bağında bülbül gibi öteyim 

Gülşen benim güller benim hâr benim

 

          ***

Şunda bir güzele gönül düşürdüm 

Öpmeli koçmalı değmeli değil 

Aşkın deryâsını boydan aşırdım 

Karadır gözleri sürmeli değil

 

Dilber senin ile yiyüp içmedim 

Yiyüp içüp ak göğsünü açmadım 

Fırsat elde iken belin koçmadım 

Beni öldürmeli düğmeli değil

 

Dilber haram olup yola durmuşsun 

Cellâd olup câna başa kıymışsın 

Kuzum bu gün al hâreler giymişsin 

Göğsü sıra sıra düğmeli değil

 

Gevher? der yola durur varırlar 

Adam öldürürler kana girerler 

Çok güzeller gördüm zekât verirler 

Zekâtsız dilberi sevmeli değil

 

***

 

Ah elinden zülf-i kemendim benim 

Müjen urdu sinem yaralandı gel 

Güzel başın içün ağlatma beni 

Dilber gam başımdan aralandı gel

 

Gamdan hasar oldu mekânım yurdum 

İşidüp âvâzım dinlemez virdim 

Bir değil beş değil on değil derdim 

Yaralar baş verdi sıralandı gel

 

Aceb gafil midir gelür mü Leylâ 

Bu gam bu kasavet kalur mu böyle 

Çok tuz ekmek yedik gel helâl eyle 

Bu garibin gönlü zârelendi gel

 

Gevher? yâr gelür haftada ayda 

Sevüp ayrılması vermeyor fayda 

Başım yastıktadır gözlerim yolda 

Gözümün beyazı karalandı gel

 

 


KATİBÎ

Hayatı hakkında bilgimiz çok azdır. Asker şairlerden olup adının Osman olduğu sanılmaktadır. Katıldığı bazı seferler münasebetiyle söylediği şiirlerden yaşadığı devri çıkarabilmekteyiz: İran (1635) ve Bağdat (1638) seferleri.

Kaynaklardan çıkarabildiğimize göre o, Sultan IV. Murad’m (1623-1640) yakınlığını kazanmış, belki de huzurunda saz çalıp şiir söylemiştir.

Hece ile söylediği şiirleri, aruzla yazdığı az sayıdaki şiirlerine göre daha başarılıdır. Açık bir dille ortaya konulan öncekilerde, samimi duygularının başardı bir şekilde ele alındığı görülür.

Evliya Çelebi, Seyahatnâme'sinde Itâkî adlı bir şair vesilesiyle Kâtibi’nin de adını anmıştır (Z. Danışman, 8, 140).

Âşık Ömer ve Sun’î’de yer alan Kâtibî’lerin şairimiz olduğu muhakkaksa da, Hızrî ve Gubârî’dekilerin hangi yüzyılın Kâtibî’si olduğu kesin olarak belli değildir.

 

Gurbet ile düştü yolum 

Ağlayup gezer yürürüm 

Efkâr ile deli gönlüm 

Dağlayup gezer yürürüm

 

Oldum işimden âvâre 

Yakarım sînemi nâre 

Gönlümü zülf-i dilbere 

Bağlayıp gezer yürürüm

 

Dağlar başı oldu yurdum 

Günden güne artar derdim 

Ben kara gözlümü gördüm 

Sızlanup gezer yürürüm

 

Anlatamam melâlimi 

Göz görmesin meralimi 

Hâlden bilene hâlimi 

Söyleyüp gezer yürürüm

 

Kâtîbî içelden câmı 

Mest olup geçer eyyâmı 

Şaşkın sel gibi müdamı 

Çağlayup gezer yürürüm

 

Görüp cemâlini âşık olduğum 

Hakkı bir bilürsen ağlatma beni 

Uğruna serimi fedâ kıldığım 

Hakkı bir bilürsen ağlatma beni

 

Bu güzellik bâkî kalmaz sevdiğim 

Âşıkı ağlatan gülmez sevdiğim 

İyilerden kemlik gelmez sevdiğim 

Hakkı bir bilürsen ağlatma beni

 

İltifat etmeye gelsem yanıma 

Müddeiler sitem eder canıma 

Bedduâm alursun girme kanıma 

Hakkı bir bilürsen ağlatma beni

 

Kâtibi der yavru öğüt tutmaz mı 

Âşıkın dediği yola gitmez mi 

Kara bağrım hûn eyledin yetmez mi 

Hakkı bir bilürsen ağlatma beni

 


KAYIKÇI KUL MUSTAFA

Yüzyılın en güçlü âşıklarından biridir. Hakkındaki bilgileri, şiirleriyle bazı şairnâmelerdeki mısralardan çıkarabilmekteyiz. Garp Ocakları’na mensup asker bir şair olan Kayıkçı, pek çok seferlere katılmış, bu seferlerle ilgili şiirler söylemiştir. Bu şiirlerinden tarihe bağlanabilen ilki Murat Reis’in (1609) ölümüyle ilgili olanıdır. Bu da, on altıncı yüzyılın son çeyreğinde doğduğunun bir işareti olarak kabul edilebilir.

Şiirlerinin duru Türkçesi, akıcı üslûbu, onun başta Gevheri olmak üzere pek çok şair tarafından beğenilmesine vesile olmuştur.

Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme ’sinde hemen arka arkaya geçen Kayıkçı Mustafa ile Kayıkçılar Mustafası’ndan ilkinin Kul Mustafa olması daha kuvvetli bir ihtimaldir. (Z. Danışman, 8, 136).

Sun’î ve Hızrî’nin Şairnâme’lerinde, Şahın hizmetini gözlemesi ve şairler içindeki yerinin belli olduğu hükümleri yer almaktadır.

Yavrum câmın almış ele 

İçtikçe güzel olursun 

Bâdenin reng-i rûyüne 

Vurdukça güzel olursun

 

Ne güzelsin bil kendini 

Koçaydım ince belini 

Âşıklar göğsün bendini 

Çözdükçe güzel olursun

 

Mustafa e der hâlime bak 

Âşıklar çağrışır elhâk 

Sana doludan zarar yok 

İçtikçe güzel olursun

 

Kalktı yelken eyledi Murad Reis 

Baş başa düşmana varırın demiş 

Vaktinize hazır olun gâziler 

Ya ser verir ya ser alırın demiş

 

Biz şaşırttık öl düşmanın yolunu 

Kimse bilmez gazilerin hâlini 

Hazır edin kumandanın birini 

Alurun yedekte sürürün demiş

 

Türk pirleri eydür kurtarın bizi 

Biz de dedik Allah kurtarsın sizi 

Ölenimiz şehit öldüren gâzi 

Gün bu günkü gündür ururun demiş

 

Kul Mustafa'm dâim söyler özünden 

Gaziler de cenk eylemiş yolundan 

Koyverin Türkü bilek demirinden 

Boyuna kuffârı ururun demiş

 


KOROĞLU

Hayatı hakkında bildiklerimiz pek azdır. Önceleri Köroğlu ile karıştırılmakta idi. Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’sinde Koroğlu ile Köroğlu’nun yan yana yer alması, her ikisinin ayrı birer şair olduklarının işareti olarak kabul edilmiştir (Z. Danışman, 8, 139). Dâvud Paşa’yı idamdan kurtarmak isteyen yeniçeriler arasında yer almıştır; bunların 1632’den itibaren ortadan kaldırıldıkları gözönüne alınırsa, onun da bu yıllarda ölmüş olacağı tahmin edilebilir.

İyi çöğür çalan, sade bir dille şiirler söyleyen Koroğlu’yu, günümüze kadar gelebilen şiirlerine bakarak başardı bir şair olarak kabul edebiliriz.

Şairnâmelerde kendisiyle ilgili her hangi bir bilgiye rastlanılamamıştır.

 

Gönül verdim bir hercâi zâlime 

Kendüceğin benden sakınur oldu 

Terahhum eylemek benim şimdi hâlime 

Bana yadlar gibi bakınur oldu

 

Bir saat görmezsem aklım bulanur 

Hâlimi arz etsem küser alınur 

Bana karşı yadlar ile salınur 

Sitem hançerini takınur oldu

 

Aman hey gamzesi cellâdım aman 

Korkar oldum seni gördüğüm zaman 

Kirpiğin ok etmiş kaşları(n) kemân 

Her attıkça bana dokunur oldu.

 

Billâhi meleğim severim seni 

İnsâf oldı yeter ağlattın beni 

Bir gonca gül gibi kokmağa seni 

Koroğlu der canım çekinür oldu

 


KULOĞLU

Hayatı Hakkındaki bilgilerimiz oldukça az olup onların da çoğu tahminlere dayanmaktadır. Asıl adı Mustafa olan Kuloğlu, Naimâ’daki kayıtlara göre, Sultan II. Osman’ın katlini gerçekleştirenlerden Dâvut Paşa’yı cellatların elinden kurtarmıştır. Öztelli, onun, Sultan IV. Murad’a (1623-1640) yakın olduğunu, Sultanın ölümünden sonra sürüldüğü Cezayir’den Sultan İbrahim’in ölmesi üzerine (1648) tekrar İstanbul’a dönebildiği görüşündedir.

Kuloğlu’nun aruzla da yazılmış şiirleri vardır. Sade bir dille söylediği âşık tarzı şiirlerinde daha başarılıdır. Sun’î de, şairnâmesinde onun şakıyan bir bülbül olduğunu söyler. Âşık Ömer’e göre ise o, “nâm ü nişânı” belli olan bir âşıktır.

 

Sultan Murad eydür: Şimdi zamane 

Bize de kalmadı beyler elvedâ 

Büküldü kâmetim döndü kemane 

Gezüp seyrettiğim dağlar elvedâ

 

Ardımca gelen sevgili telekler 

Tersine devretti çarh-ı felekler 

Yeniçeri, sipâhiler solaklar 

Önümce yürüyen kullar elvedâ

 

Hep kullarım alayıma dizilsin 

Kullarımın esâmisi yazılsın 

Tabutum düzülsün kabrim kazılsın 

Varıp seyrettiğim çöller elvedâ

 

Ecelim yetişti yıldızım düştü 

Dostlarım ağladı düşmanım güldü 

Yapılan kadırgam deryada kaldı 

Şu Malta'ya giden yollar elvedâ

 

Kuloğlu dostların yüzü ağ olsun 

Düşman olanların bağrı dağ olsun 

Kardeşim Sultan İbrahim sağ olsun 

Oturduğu taht u saray elvedâ

 

***

Karşımda salınan dilber 

Bakma beni ağlatırsın 

Beni koyup yâd ellere 

Gitme beni ağlatırsın

 

Şekerden şerbet ezerler 

İnci tülbentten süzerler 

İncili mercan dizerler 

Dizme beni ağlatırsın

 

Boyun uzundur dal gibi

 Emsem leblerin bal gibi 

Bahçelerde bülbül gibi 

Ötme beni ağlatırsın

 

Hoş çekeyim nazlarını 

Gel öpeyim gözlerini 

Kelp rakibin sözlerini 

Tutma beni ağlatırsın

 

Bu Kuloğlu sana kuldur 

Ta ezelden böyle yoldur 

Ya azat eyle ya öldür 

Satma beni ağlatırsın

 


ÖKSÜZ ÂŞIK

Geçen yüzyılın âşıklarından Öksüz Dede ile karıştırılması sebebiyle tanınması biraz daha geç olmuştur. F. Köprülü’nün haklı tereddütleri, yeni malzemelerle birleşince âşığımızın 17. yüzyılda yaşadığı ortaya çıkmış olur.

Adı Ali’dir. Tuna Hakkındaki güzel şiiri, onun o bölgede doğup büyüdüğünün, oralara karşı olan sevgi ve hasretinin işareti olarak kabul edilir. Âşık Ömer’in onu Karacaoğlan’dan üstün tutarak sözlerinin “asel” (bal) olduğunu söylemesi önemli bir noktadır.

Şiirlerindeki sade dil ve samimi üslûp onun sevilmesine ve şiirlerinin yayılmasına sebep olmuştur. Elimizdeki otuz kadar şiiri, daha çok sevgi konusunun işlendiği güzel örneklerdir.

 

Gül budamış dal dal olmuş 

Menekşesi yol yol olmuş 

Siyah zülfün tel tel olmuş 

Biz şu yerlerden gideli

 

Gurbet ellere düşeli 

Gül menekşeye karışmış

Küskün olanlar barışmış 

Taze fidanlar yetişmiş 

Biz bu yerlerden gideli

 

Gurbet ellere düşeli 

Öksüz Âşık der bu sözü 

Hakk'a çevirmiştir yüzü 

Öldü zannettiler bizi 

Biz bu yerlerden gideli 

Gurbet ellere düşeli

 

 

Gelin hey ağalar seyrân edelim 

Kemter gedâların yeridir dağlar 

Ter sohbetler tenha zevkler edelim 

Yoktur engellerden hâlidir dağlar

 

Bir yiğit ağlıyor varsa güledir 

Eğlencesi boldur ferah(ı) boldur 

Gönüllerden kasaveti kaldırır 

Hûb havalı soğuk suludur dağlar

 

Cömerttir çamları döker balları 

Irak ovalardan dosta selleri 

Görünür üstünde yârin elleri

Yücedir yolları uludur dağları

 

Yaz olıcak yaylaları yen(i)lenür 

Gider benefşesi gülü beğenür 

Bunda derde düşen anda eğlenür 

Mecnun âşıkın yeridir dağlar

 

Yaz olunca her donun yeniler 

Akar çeşmim yaşı her dem yeniler 

Öksüz Âşık eder durmaz iniler 

Şimdi bencileyin delidir dağlar

 


SUNİ

Hayatı Hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Varlığını, 21 hanelik tekerleme adlı şairnâmesinden çıkartabilmekteyiz. Çoğu halk şairi olan 106 adın anıldığı bu şiirde, kendisinden,

Böyle şerh olundu defter-i uşşâk 

Sun'î cümlesinin bir taht-gâhı

diye söz etmektedir. Gubârî’de ise hiçbir bilgi verilmeden adı sayılmıştır. Bize göre Sun’î henüz ele geçmemiş pek çok Şiiri olan, bir şairdir.

 

Medhini idelüm şâir olanın 

Tekmil idi sözde evvelâ Âhi 

Bu tarikat içre mâhir olanın 

Biri de Kırım’da Koca Sipâhi

 

Rûmî'de ibaret Bî-hisâb idi 

Kâtib hakikatda pür-cevâb idi 

Pervizoğlu sözde bir kitâb idi 

Var idi Coşkun’da sırr-ı İlâhi

 

 

Tabağoğlu hoş söylerdi kelâmı 

Memioğlu idi aşkın gulâmı 

Hüseyin'e irmiş Hakk'ın ilhamı 

Gözler idi Kayıkçı hizmet-i Şanı

 

…………

Kızkapan'ın tab'ı bir deryâ idi 

Kuloğlu şakıyan bir şeydâ idi 

Budala da gayet pür-sevdâ idi 

Üryan gezer idi Derviş ferâhî

 

…………….

Hancı Esir ibâretde ziyâde 

Âşık Halil kalmış yayın küşâde 

Çarkçı Halil de kâdir icâde 

Tâlibi nevreste kaddî (Kaddî) sürâhî

 

Cevheri de kelâmında hoş mâhir

 Remzî'nin icâdı okunur vâfir 

Tüfekçi Ahmed kaldı Girit’de âhir 

Kul Ahmet'in buldı ömri tebâhî

 

Bir kararda söyler idi Cennetî 

Köçek Ali görüp nice izzeti 

Çalup almasında hoşdur Kıymeti 

Muhiddin gözlerdi devlet ü câhı

 

Dağlı Mustafa’nın sözi halınca 

Âşık Mustafa da yollu yolunca 

Yazıcı Mustafa irfân dilince 

Kâmil idi hem anların eşbehı

 

Bilürsiz balıkçı ol Benli Ali 

Kaldı Mağrip illerinde Hayâl?

Lâz Hasan, Urgancı Kâmî, Kemâlî 

Kör Ömer'dir sâzendenin eslâhı

 

Cünûnî Meftuni Fedâyî yamak 

Saka Hasan Nidâyî hem Kara Batak 

Böyle şerh olundı defter-i uşşâk 

Sun'î cümlesinin bir taht-gâhı

 


ŞAHİNOGLU

Hayatı hakkında pek az bilgimiz vardır. Bir şiirinde Sultan IV. Mehmed’in (1648-1687) tahta çıkışını öğdüğüne bakılırsa yüzyılın ilk çeyreğinde doğmuş olmalıdır.

Şiirleri, onun ordu mensubu bir şair olduğu hükmünü kuvvetlendirmektedir. Ayrıca Kaptan-ı derya Yusuf Paşa, Mûsa Paşa ve Deli Hüseyin Paşa ile ilgili mısralarından yola çıkarak Girit Savaşma (27 Haziran 1645) katıldığını da söyleyebiliriz.

 

Bazı şiirlerinde “Şahin” mahlasını da kullanan şairimizin adı hiçbir şairnâ-mede görülememiştir.

 

Garip garip öten bülbül 

Sen âh it ben ağlayayım 

Derdime derd katan bülbül 

Sen âh it ben ağlayayım

 

Gonca güller deste deste 

Gönderdiler anı dosta 

Ben gurbette sen kafeste 

Sen âh it ben ağlayayım

 

Yar bize hemdem olmadı 

Hâtırım ele almadı 

Gayri bir derman kalmadı 

Sen âh it ben ağlayayım

 

Ayrı gitti dildârımız 

Rûz u şeb artar zarımız 

Şimdilik budur kârımız 

Şen âh it ben ağlayayım

 

Şahin der gonça güldeyiz 

Şakır öteriz dildeyiz 

İkimiz de bir baldayız 

Sen âh it ben ağlayayım

 


ÜSKÜDARÎ

Hakkındaki bilgilerimiz pek azdır. Asıl adı Ahmed olup mahlasından hareketle İstanbullu olduğunu söyleyebiliriz. Şiirlerinde tarihî olaylara temas etmesine ve kullandığı ifadelere bakarak bir ordu şairi olduğunu söyleyebiliriz. Şiirlerinde dikkati çeken bir husus da nasihat ve hikmet dolu sözlere yer vermesidir.

Şairnâmelerde kendisiyle ilgili her hangi bir bilgiye rastlanılamamıştır.

 

Dur a derviş dur a haber sorayım Tarikat ne erkân nedir yoi nedir Âşık isen gel haber ver göreyim Bülbül nedir gülşen nedir gül nedir

 

Bâd estikçe cûşa gelür bulanur 

Ayağı yok Kaftan Kaf'a dolanur 

Aslı birdir birbirine ulanur 

Derya nedir ırmak nedir göl nedir

 

Yılda bir kez cûşa gelip akarlar 

Zarplarıyla nice yarlar yıkarlar 

Leyl ü nehâr Hak yüzüne bakarlar 

Fırat Seyhun Ceyhun nedir Nil nedir

 

Gedâ olan mal ü mülke tâliptir 

Kul olanlar özün gama saliptir 

Üçü dahi birbirine galiptir 

Gedâ nedir sultan nedir kul nedir

 

Üsküdârî'm deim Hakk'a şükreyle 

Leyl ü nehar tevhid eyle zikreyle

 Ârif isen bu suali fikreyle 

Vechin nedir ya sağ nedir sol nedir

 

Sevdiğim derdinden Mecnûn olmuşum 

Dil ü cânım sana verelden beri 

Günden güne hazan gibi solmuşum 

Mübârek cemâlin görelden beri

 

Yüzün gördüm aklım oldu perişan 

Aşkın yeder beni keşan-ber-keşan 

Kirpiğin okuna sînemdir nişan 

Keman ebrûların kuraldan beri

 

Dün ü gün ağlarım gülemez oldum 

Gözlerimin yaşını silemez oldum 

Yitürdüm aklımı bulamaz oldum 

Aşkın vücûdüme girelden beri

 

Bihamdillâh serden duman ref oldu

Yâr katında küstahlığım affoldu 

Üsküdârî der kasâvet def oldu 

Yârim hatırımı soraldan beri

 


YAZICI

Hayatı Hakkındaki çok sınırlı bilgiyi şairnâmelerden çıkarabilmekteyiz. Adı, Sun’i’de Mustafa; memleketi, Hızrî’de Bursa şeklinde geçmektedir. Âşık Ömer’e göre ise ölümü Bahr-i Sefid (Akdeniz)’de boğularak olmuştur.

Aynı yüzyılın ünlü şairlerinden Âşık Ömer ve Gevherî’ye yazdığı nazireleri vardır.

 

Bu gün bir dilberi gördüm 

Acep hüsne ziyâ vermiş 

Cemâlin seyreden âşık 

Nice gamdan halâs olmuş

 

Yanağı verd-i ahmerdir 

Dudağı âb-ı Kerserdir 

Acâib hüsne mâlikdir 

Ki Yûsuf'tan nişan vermiş

 

Güzellikte nâziri yok 

Hilâl kaşlarına bir bak 

Yaratmış kudret ile Hak 

Cevâhirlik nişân vermiş

 

Yeter çok ağladın gülsen 

Ne var bir hatırın sorsan 

Yazıcı derdini görsen 

Firâkından salâ vermiş

 

Ben bir melek sima gördüm 

Ardı sıra eyledim hû 

Pâyına yüzümü sürdüm 

Eyledi bin naz ile gû

 

Kapısında kulu oldum 

Yanında eğlenip kaldım 

Lebinden bir buse aldım 

Dedi böyle mi olur bu

 

Dağıldı serimde efkâr 

Kılmaz oldum âh ile zâr 

Beni gösterdi bu ağyâr 

Dedi âşık geçinir şu

 

Yazıcı mâil sözüne 

Hem elâ âhu gözüne 

Cananım rakip yüzüne 

Hışma gelip eyledi tû

TÜRK DİLİ DERGİSİ, HALK ŞİİRİ ÖZEL SAYISI