Kullanıcı Oyu: 3 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

18. YÜZYILDA TÜRK SAZ ŞİİRİ

ABDİ

Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. 1166/1752 yılında Mekke’ye gidip üç yıl kaldıktan sonra döndüğünü göz önüne alırsak yüzyılın ilk çeyreğinde doğduğunu söyliyebiliriz. Âşık Ömer ve Gevherî’nin tesirinde kalmış, belki de bu sebeple aruz vezni ve de şiirler yazmıştır.

Şairnâmelerde hakkında yer alan tek bilgi Sun’î’dedir; O, Abdi’yi, Şarkî ve birlikte Bağdad’a şan veren bir âşık olarak görmektedir.

 

Nedendir gül yüzün seyreden âşık 

Bülbüller misâli efgâne gelir 

Dolanır kuyunu çok bağrıyanık 

Derdlidir cümlesi dermâne gelir

 

Kendine bendeni yâr-ı gâr etsen 

Ne olur sevdiğim böyle kâr etsen 

Cemalin şem'ini aşikâr etsen 

Dönerek nice bin pervâne gelir

 

Sana ben ahvâlim söyleyim derken 

Divâne gönlümü eyleyim derken 

Seninle bir sohbet eyleyim derken 

Neyleyim ol rakib bîgâne gelir

 

Sevdiğim doğrusu pek güzel imiş 

Gülleri açılmış kemalin bulmuş 

Yâr ile rakipler bir yere gelmiş 

Zemmile bu halkı âyâ ne gelir

 

Bilmezdim sevdiğim ben böyle seni 

Yazıklar uğruna bezi ettim teni 

Niçin öldürürsün garip Abdi'ni 

Kırk yılda bir yiğit dünyâya gelir

 


ÂGÂHÎ

Hayatı Hakkında her hangi bir bilgiye sahip değiliz. Şiirleri, 18. yüzyıla kadar olan şairlere yer veren bir cönkte yer aldığı için, araştırıcılar bu yüzyılın şairi olarak değerlendirmişlerdir.

Hızrî’de Âgehî olarak anılan şair Agâhı olabilir; Gülhanî’nin Sivas şairleri arasında saydığı Agâhı başka bir şairdir.

 

Sen hûblar şâhısın sultân ya handân 

Rikâbında gerek yüz lâle güzel 

Bırakmam desdimi asla yakamdan 

Taksalar boynuma yüz lâle güzel

 

Yâr kabrim kazagör yektâsını bul 

Hecele rı ze'yi yek ta sin'i bul 

Fürûş-ı elmasını yektâsını bul 

Sakın meyil verme yüz lâle güzel

 

Âgâhî şekvâmız yâre ne senden 

Çektiğim hecr-i gâmı yâre ne senden 

Diktiğim bir gül yâre ne senden 

Gerekmez bizlere yüz lâle güzel

 


ÂŞIK AHMED

Hayatı Hakkında bilgimiz yoktur. Avusturyalıların Bosna’ya yaptıkları taarruzun (1737) püskürtülmesi üzerine söylediği destanından hareketle yaşadığı yüzyılı çıkarabilmekteyiz.

Şairnâmelerde kendisi Hakkında her hangi bir bilgiye rastlanılmamıştır.

 

Bosnalı der be hey devletli vezir 

Nemse Kralının kasdı bizedir 

Duydu Bosna askerinin geldiğin 

Şüpheniz olmasın fırsat gözetir

 

Ordu taburları geldi kaleye 

Kasd eyledi hasmın ol havâliye 

İslâm asker(i) geldi kelle kelleye 

İmdâd-ı Hak ile nusret bizimdir

 

Ali Paşa der ki çıkalım düze 

Hak Teâlâ imdâd eyliye bize 

Düşmanla gelelim biz de yüz yüze

İmdâd-ı Hak ile nusret bizimdir

 

Çekti tuğlarını düşman üstüne 

Kuşandı kılıcın kâfir kasdına 

Asker tâyin etti hasmın üstüne 

İmdâd-ı Hak ile nusret bizimdir

 

Asker-i İslâmla kesildi yollar 

Kondu karakollar yürüdü diller

Gelen gazilere verdi çelenkler 

İmdâd-ı Hak ile nusret bizimdir

 

Pancov(a) Kalesinden bir saat beri 

Geldi düşmanlardan müjde haberi 

Tiğden geçirmişler yedi bin seri 

İmdâd-ı Hak ile nusret bizimdir

 

Feryâdcısı geldi Banya-Loka'nın 

Elli bin askeri vardır Duka'nın 

Kaleyi hıfz edin vermeyin sakın 

İmdâd-ı Hak ile nusret bizimdir

 

Pek çok yiğitleri yıldırıp geçti 

Nemse kâfirine gör ne iş açtı 

Kâfirler içine gulgule düştü 

İmdâd-ı Hak ile nusret bizimdir

 

Rebiülevvelin yedinci günü 

Kuffâra erişti İslâm'ın ünü

 Gün gibi zah(i)r oldu Muhammed dini 

İmdâd-ı Hak ile nusret bizimdir

 

Allah Allah deyip yürüdü asker 

Katanası yolu göstermek ister 

Gâziler at sürüp meydânı ister 

İmdâd-ı Hak ile nusret bizimdir

 

Kâfir gördü bizi geriye kaçtı 

Dest-i felek kudret ateşin saçtı 

İç ağası cenk kapısını açtı 

İmdâd-ı Hak ile nusret bizimdir

 

On bir saat tamâm eyledik cengi 

İslâm askerinin olmadığı dengi 

Kâfir suya döktü topu tüfengi 

İmdâd-ı Hak ile nusret bizimdir

 

Bindi gâziler at sürdü meydâna 

Ellerinde tîgi hep rüstemâne 

Uralım kılıcı gelsin bu yana 

İmdâd-ı Hak ile nusret bizimdir

 

Çarh-ı feleklerin kurup geçtiler 

Şehidlik şerbetin anda içtiler 

Yürüdü gâziler serdengeçtiler

İimdâd-ı Hak ile nusret bizimdir

 

Kaleli gördü kim geriye gitti 

Feth-i bâb eyleyip ettiler hamdı 

Haydadığı ispat ettiler şimdi

İmdâd-ı Hak ile nusret èttiler 

 

Ahmed bu nusretin şükrün edelim

Duâya meşgul ol sözü nidelim

İnşâllah Belgrad'a gidelim

İmdâd-ı Hak ile neşret bizimdir 

 

 


ÂŞIK ALİ 

Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. 1714 yılında cereyan eden Nasuh Paşa’nın öldürülmesi olayı için söylediği şiirinden devrini tesbit edebilmekteyiz. Şair ve âlimleri koruyan maktulun yakını olduğu tahmin edilebilir.

Şairnâmelerde kendisiyle ilgili her hangi bir bilgiye rastlanılmamıştır.

 

Her taraftan fermân oldu üstüne 

Başına bir çâre bul Osman Oğlu 

Tam dört vezir tâyin oldu üstüne   

Kırk bin asker ile bil Osman Oğlu

 

Aşkar atla yorgun cenge varılmaz 

Hatt-ı Hümâyûna karşı durulmaz 

Hasmın gâlip bunda dâvâ sürülmez 

Mahşerde murafâ ol Osman Oğlu

 

Hak seni hüccâca vermiş hidâyet 

Bunca yıldır vardın geldin selâmet 

Sancak-ı Resule yüz sür duâ et 

Bir dahi bulmasın il Osman Oğlu

 

Muhassar eyledin Şam’ın çöllerin 

Hoş selâmet ettin Mekke yolların 

Seni ister şimdi Aydın illerin 

Alan yolun gözler bil Osmanoğlu

 

Âlem nefir-i âm çıkılmaz başa 

Şânın senin inkâr olunmaz hâşa 

Bilesin yalınız bir Nasuh Paşa 

Döğüşe döğüşe öl Osman Oğlu

 

Der ki Ali’m sana hezâr âferin 

Bin yüz yirmi altıda kesildi serin 

Cennette bir uçmak olmalı yerin 

Bekâ çöllerinde kal Osman Oğlu

 

 


ÂŞIK BAĞDÂDÎ

Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. Bağdatlı olduğu ve orada uzun bir müddet kaldığı için bu mahlası aldığı tahmin edilmektedir. Saygılı bir dille söz ettiği Sultan III. Selim’in (1761-1808) huzuruna çıktığı düşünülebilir.

Şairnâmelerde kendisiyle ilgili her hangi bir bilgiye rastlanılamamıştır.

 

Hazne'nin içinde bülbüller öter 

Âvîze şulesi cihânı tutar 

Babının önünde arslanlar yatar 

Misâl-i cennettir yoktur kusuru

 

Havuz fevvâresi tavana urur 

Kem söyliyenlerin dilleri kurur 

Hem saf saf melekler seyrâna durur 

Misâl-i cennettir yoktur kusûru

 

Kovuşun içine dîbâ döşendi 

Çeşmelerden Âb-ı kevser boşandı 

Arslanlar(ı) görenler kanlar kaşandı 

Misâl-i cennettir yoktur kusû

 

Gayetle müferrih çeşme avlusu 

Her dem feryâd eder bülbül yavrusu 

Olamaz hiç bundan âlâ doğrusu 

Misâl-i cennettir yoktur kusûru

 

Bu Bağdâdî senin medhin eyledi 

İndi aşkın deryâsını boyladı 

Her bir köşesinin vasfın söyledi 

Misâl-i cennettir yoktur kusûru

 


ÂŞIK DERÛNÎ

Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. Uzun bir destanına konu olarak aldığı bir isyan hareketinden 1799’da hayatta olduğunu anlamaktayız. Sun’î, Hızrî ve Gubârî’de sadece adı geçmektedir.

Size vasf edeyim nazm ile bir dem 

Vidin üzerine olan destânı 

Hiç sevmesen nâdân ile câhili 

Gözlerim daima arar yaranı

 

Kâmil olup anlayana söylerim 

Kulak verip dinleyene söylerim

Ehl-i kemâlâtın medhin söylerim 

Başladım söze bâ izn-i Subhânî

 

Tuna Yalısı’nda Urumeli'nde 

Her zaman söylenir halkın dilinde 

Görmeyen de söyler onu gören de 

Bin iki yüz on dördünde olanı

 

Bir azîm serhaddir Vidin demişler 

Ziyaret etmeğe gidin demişler 

Sıdk ile bunu gûş edin demişler 

Geldiğin başına türlü seyrânı

 

Bir metîn kaledir âlemde meşhûr 

Gazi Sultân Ahmed eylemiş mâmûr 

Rumeli'nde bir er eyledi zuhûr 

Bu Halk-ı âlemin bir kahramânı

 

Cem etti başına nice leşkeri 

Tuttular şer(i)ate uymaz işleri 

Yıktı harâp etti memleketleri 

Tâmir olunmanın yoktur imkânı

 

Nice ki eyledi böyle bu hâli 

Yüz tuttu feryâda cümle ahâli 

Yazdılar ol güne çok arz-ı hâli 

Ki yıktı her birin kıldı vîrâni

 

Devlete dâda feryâda geldiler 

Rical ü kibâra yüzler sürdüler 

Hâllerin ifâde edip dediler 

El'amân def eyle işbu Pazvan’ı

 

Sultân Selîm Hân'ın mâlûmu oldu 

Dinleyüben hemen hayrette kaldı 

Mübârek gözleri yaş ile doldu 

Haberi olunca bu perîşâni

 

Gelip bir araya ricâl-i devlet 

Hakkında olundu azîm meşveret 

Eylemen üstüne hezâr husûmet 

Dünyâ'dan def etmek muhâldir anı

 

Hatt-ı Hümâyûnlar tahrîr kılındı 

Her yana menziller çıktı salındı 

Geşt ü güzâr edip hemen dolandı 

Her ne var ülke-i Âl-i Osman'ı

 

Başlandı askerler cem edilmeğe

Veziri alişanlar bir bir gelmeğe 

Vidin Kafesini harâp etmeğe    

O denlü kalmaya nâm u nişânı

 

Anadolu'nun tüfenkçisi delisi

Kar(a) Osman Oğlunun azim ordusu 

Akkirman'a kadar Tuna Yalısı

Sürdüler İçel'den Deli Osman'ı

 

On bin Boşnak ile Bosna Valisi

Tepedelin atlısı yayası

Yakova İşkodra Pizrim Paşası 

Arnavutluk'tan hep mîr'i mirânı

 

Gürcü Osman Paşa Kürd Osman Paşa 

Milâslı Mehmed Paşa Aloş Paşa 

Şinikçi Paşa hem Silâhtar Paşa 

Rumeli'nin dahi cümle âyânı

 

Kimisi Piyade kim süvari

Kalmadı gelmedik hiçbir diyârı

Şam'ı Mısır'ı Haleb'i Cezâiri .... .    

Bilemem kaldı mı Arabistannı?

 

Nizâm-ı Cedid ite beşbin Soldat 

Top humbara cephâne hep mühimmat 

Donanma yelkenin eyledi küşât 

Yüze yüze gelip âb-ı revânı

 

Kâzı olduk her ne gelirse başa 

Onu dahi gördük kıldık temâşa 

On beş bin askerle Hüseyin Paşa 

Geldi deryâ'dan hem de kapudân'ı

 

Ne mümkün bunları söyleyim bir bir 

Otuz dört vezir-i sâhib-i tedbîr 

Kırk bin var idi bil sâfice İspir 

Hesap eyle gayri bâki kalanı

 

Vidin civarında kuruldu ordu 

Gelip herkes yerli yerinde durdu 

Topçu humbaracı nizamın verdi

 Her biri yerince tuttu mekânı

 

Topu humbarayı çünkü düzdüler 

Keşf edip de etrâfları gezdiler

Münasip yerlerde hendek kazdılar 

Anda dahi girdi kurşun atanı

 

Vardılar ordunun çadırlarına 

Haber eylediler birbirlerine 

Yayaları girdi hendeklerine 

Atlıları çıktı okur meydânı

 

Vidin askeri de olup âmâde 

Küçük büyük cümle eli duâda 

Vidin civârında bir çöl ovada 

Başladılar olmağa imtihanı

 

Bunu şerh eylemek değildir kâbil 

İki asker tamâm oldu mukâbil 

Bozulup neferât zelîl ü sefîl 

Gâyetle çok oldu adam ziyanı

 

Leş kapladı ol gün rûy-ı zemini 

Göklere çıktı yaralı emîni 

Gâyet medh ederler Küçük Emin'i 

Perîşân eyledi nice inşânı

 

Bağlar kenarında hoş savaş oldu 

Rumeli valisi anda bozuldu 

Kimi firâr edip kimi tutuldu. 

Gâyretle çok oldu düşüp kalanı

 

Vidin'in halinden haber verelim 

Gel bu kavgaları şöyle koyalım 

Her ne ki olduysa bir bir sayalım 

Edelim ahbâba bunda beyânı

 

Yerli Serdengeçti hem Yeniçeri 

Binbaşı Subaşı hem Sekbanbaşı 

Topçu arabacı cebecileri 

Fedâ kıldılar hep baş ile cânı

 

Bunlar da düzdüler top humbarayı 

Zeynettiler burçlar ile tabyayı 

Dediler vermeyiz biz bu kaleyi 

Huda'nın olursa bize ihsânı

 

Bu kale uğruna cân vermeyince 

Vermeyiz kaleyi ta ölmeyince 

Kınla kınla bir kalmayınca 

Eyledik cümlemiz ahd ü peymânı

 

Başladılar top humbara atmağa 

Yıkıp haneleri harâp etmeğe 

Kimisi maildir seyre bakmağa 

Kiminin vurulur dostu yârânı

 

Yağmur gibi yağar humbara gülle 

Yıktı çok câmii evleri bile 

Sabî sıbyânı kopardı velvele 

Âsümâna çıkar âh ü figânı

 

Arası kesilmez Leyl ü nehârı 

Taaccüb eyledi çok ihtiyarı 

Böyle etmez deyu Moskof küffarı 

Ki odur dâima dinin düşmânı

 

Bekleyip rûz u şeb tüfenk elinde 

Cümlenin işleri derd ü elemde 

Gülbâng-i Muhammed olup dilinde 

Yektir Allah yek çağırır sıbyânı

 

Böyle bu hâl üzre sekiz ay geçti 

Kimi de ordudan dağılıp kaçtı 

Kimi de başının derdine düştü 

Kiminin aklına geldi mekânı

 

Yürüyüş etmeğe destûr aldılar 

Cümlesi birbirine hamle kıldılar

 Hendeklere değin yakın geldiler

Urun diyerek şu kâfiristânı

 

Hışımla cümlesin tamam kıralım 

Cümlemiz mâl ü ganî olalım 

Tutup çıkaralım esir alalım, 

İçeride olan kızı kızanı

 

Bu hâle çün râzı olmadı Mevlâ 

Buldurmadı zafer bunlara aslâ 

Hakk'a şükreyledi âlâ ve ednâ 

Dediler korkmayın bulduk emânı

 

Yine gördüler ki tariki yoktur 

Onlara imdâd eden yüce Hak'tır 

Akıbet ferâget etmek gerekti 

Zulme rızâ vermez Hükm-ı Yezdânî

 

Top humbara gülle atılır hemân 

Dağları taşları bürüdü duman

Bozulup neferât çağırır emân 

Ovada bırakıp hem nerdibânı

 

Cana kâr eyledi bunca meşakkat 

Bu derdi çekmeğe kalmadı tâkat 

Etmedi bir kimse bize şefâat 

Bulmayınca nedir işin âsânı

 

Vakt-i asîr idi hemen her gece 

Küçük büyük elin vurdu kılıca 

Âlâ ve ednâsı hacı ve hocası 

Dediler çıkmanın geldi zamânı

 

Allah Allah dedi çıktı bir sedâ 

İçerden yürüdü bay ile gedâ 

Gecede dağıldı ordu ibtidâ 

Şaşırıp yolları aldı Balkan’ı

 

Ordunun yerinde kalmadı nişân 

İki yüz bin asker oldu perişân 

Nihâyeti yoktur Tuna'ya düşen 

Arnavudlar başa giydi ormanı

 

Kimisi der aman get(ü)rün atları 

Kimisi der aman kesin ipleri 

Topçuları kaçtı kaldı topları 

Yaralısı kaldı hemen uzam

 

Velhâsıl ol gece ordu kalmadı 

Çadırları yıkmağa vakt kalmadı 

Her eşyâdan geçip nesne kalmadı 

Başını kurtaran sormaz ziyânı

 

Sabah oldu çün biz orduya vardık 

Kalan mühimmâtı temâşâ kıldık 

Denkleri bozulan çarşıya girdik 

Metâını bırakmış bezirgâni

 

Fıstık ile badem nar ile turunç 

Rugan ile asel gayet çok pirinç 

Şişhâne tüfenk hem yatağan kılınç 

Kimisi de buldu hançer sor anı

 

Çadırlar müzeyyen kalmış bîkıyâs 

Türlü cevâhir ile nice elmâs 

Hiç hesâba gelmez bulunan libâs

Paşaların bile kendi kaftânı

 

Hınta ile dakîk erzen ve sâir 

Ovalar içinde yığılmış durur 

Kimi yanaştırmış çuval doldurur

Kimisi yükletip ezmiş hayvanı

 

Kahve üzüm sabun leblebi şeker 

Kimi kumaş alır ya kahve çeker 

Hokkayla afyon mâcunu kim bakar

Yığılı durur çok bohça duhânı

 

Mutbahda var idi taâm bîbesâp 

Şişte kalmış durur kızarmış kebap 

Kimisi yemeğe eyledi hicâp

Dopdolu durmada helva kazanı

 

Kuburlar şöyle kalmış cümlesi 

Yanında sandığı ve cephânesi 

Osman Paşa'nın o idi gâ(i)lesi

Emreden getirin halat urganı

 

Ne mümkün vasf ile çıkalım başa 

Anda bulunanlar etti temâşâ 

İkinci gün çün kalktı Alo Paşa

Tutup getirdi çok taze civanı

 

Şevketlimiz geçti kusurumuzdan 

Cümle husûmeti kaldırdı bizden 

Bâ-emr-i Rabbânî oldu bu yüzden

Hakkımıza verdi ıtlak fermânı

 

Fermânda zikreder kılmayın firak 

Cürmünüz affedip buyurdum ıtlak 

Üç tuğ verip sana eyledim çırak

Osman Paşa lâlâm vezîr aslanı

 

Hemen bir nazm ile rûzâmımızdır 

Derûnî dedi ki îcâdımızdır 

Gece gündüz Hakka niyâzımızdır 

Cümlemize nasip ede imânı

 


ÂŞIK HALİL

Hayatı hakkındaki bilgilerimiz son derece azdır. Bir şiirinden çıkarabildiğimize göre Bursalıdır. Sultan III. Selim (1761-1808) devrinde yaşamıştır. Hece ile söylediği şiirleri de, aruzla yazdığı şiirleri kadar sadelikten uzaktır. Ömrünün son yıllarında dinî-tasavvufî konulara eğilmiş ve bu vadide şiirler ortaya koymuştur.

Şairnamelerde Âşık Halil ile ilgili olarak yer alan hususların daha çok önceki yüzyılın Halil’ine ait olması kuvvetle muhtemeldir.

 

Gönül kuşu kanat açıp gezersin 

Şu aşk ikliminde yâr illerini 

Gülistan lafzın bağın çözersin  

Aceb var mı kokar şu güllerini

 

Bezm-i esrâr içre kurup bir endam 

A mürg-ı dil hep içtiğin nekre câm 

Ne bu denlü sende olan ne kelâm

Ehl-i Dil  mi bilir bu dillerini

 

Bülbül müsün tûtî misin dil nesin

Fahte misin tutî misin dil nesin 

Ebeced misin huttî misin dil nesin 

Kim kodu nokta-i fülfüllerini

 

De gülzar-ı-fende bir gülün mü var

Dimâğında bûy-ı sünbülün mü var

Halili’yle yine gulgulün mü var

Gösterir mızrağı bu hâllerini

 ***

Hak'tan inayet olunca

Kulun etmez melîl derler

İsmin diline alınca

Şeytan olur zelîl derler

 

Mevlâ’mın bir ismi Hâdî

Zikredene olur dâdı

Kendi birdir binbir adı

Bir ismine celîl derler

 

Tutun Hazret'in sünnetin 

Öksüz bırakmaz ümmetin

Eder ol Hakka minnetin

Bizim için delîl derler

 

Bulunurken elde varlık 

Çalış göster bir yararlık 

Varacak yer pek karanlık 

Ömrümüze kalîl derler

 

Cennet olsa mekânımız 

Arzular onu cânımız 

Suâl edersen şânımız    

İsmimize Halil derler

 


ÂŞIK NİGÂRÎ

Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. 1807 yılındaki bir isyan ile ilgili destanından hareketle yaşadığı devri tesbit edebilmekteyiz. Köprülü, Konyalı olabileceğini kaydeder.

Destandaki canlı tasvirler, Nigârî’nin de bu isyana katılmış olabileceğini göstermektedir.

Şairnâmelerde kendisiyle ilgili her hangi bir bilgiye rastlanılmamıştır.

 

Nice vasf etmeyim böyle koçağı 

Menendi gelmemiş aslâ dünyâya 

Dilerim ki cennet olsun durağı 

Evvel makâmı firdevs-i âlâya

 

Artsın eksilmesin böyle koçaklar 

Hep o yüzden şeref buldu ocaklar 

Çekildi gâipten yeşil sancaklar 

Niyet edip asker çıktı gazaya

 

On dört kale yürüyüş etti birden 

Gâip erenler erişti geriden 

Mert yiğitler şikâr aldı sürüden 

Mübarek gazâsı Halil Ağa'ya

 

Ara yerde gitti İngiliz Mahmûd 

işitip her biri oldular bîhûd 

Şaşırttı onları Cenâb-ı Mabûd 

Uğradı her biri gizli sıtmaya

 

On dört kale bir araya geldiler 

Büyükdere’de kavi u karâr ettiler 

Mustafa'yı şol serasker diktiler 

Çekildi bayraklar Âsitâne'ye

 

Allah Allah deyip yürüdü asker 

Böyle istedi ol Celîl-i Ekber 

Erişti geriden Üçler Yediler 

Kırklar da beraber girdi araya

 

Kireçburnu köy başını aştılar 

Sağ selâmet istinye'yi geçtiler 

Deryâ-menend dalgalanıp coştular 

Gelip dâhil oldular Tophâne'ye

 

Her tarafa nidâ eyledi dellâl 

Teaccüpte kaldı hep cümle ricâl

Muradların hâsıl etti Zülcelâl 

Hakk'a doğruymuş özleri Mevlâ'ya

 

Yetmiş idi bu âlemin cânına 

Girmediler hiç kimsenin kanına 

Çektiler kazanı Et Meydânına 

Haber gitti Seğmen Başı Baba'ya

 

Cem olup bir yere geldi ocaklı 

Hep elleri gürzlü kolu kolçaklı 

Ol yüzü heybetli beli bıçaklı 

Velvele verdiler Âsitâne'ye

 

Şeyhislâm kazasker cümle geldiler 

Şer'-i şerif üzre fetvâ verdiler 

Allah Allah deyip gülbang çektiler 

El kaldırıp başladılar duâya

 

Her birini bir tarafta buldular 

Hem kolunu kanadını kırdılar 

Bir saatte yedisini aldılar 

Yolladılar her birini bekâya

 

Tekmîl oldu hep onların hepsi 

Virân taran oldu gitti yapısı 

Çok şükür açıldı cennet kapısı 

Asıldı kılıçlar Arş-ı Âla'ya

 

Her biri bir göne oldular yeksân 

Olmadı bir zerre kimseye ziyân 

Def etti kazâyı rahmet-i Yezdân 

Nâm u şânı gitti Kızıl Elmaya

 

Râhına aşk eden câm fedâ 

Vücûdun hatâsız eylesin Hudâ 

Tahta cülus etti Sultân Mustafa 

Önce selâmlayıp Ayasofya'ya

 

Nigârî vasfını etmede hâlâ 

İnâyet-i Hak'tan buldu tecellâ 

Cihânda olmamış böylesi aslâ 

Yazdılar târihin ilm-i simyâya

 

Evvelâ fermanlar oldu kıraat 

Kurtuldu sevindi cümle mevcûdât 

Cenâb-ı Bârî'den oldu inâyet 

Emr oldu fermânı gitti Konya'ya

 

 


ÂŞIK RAVZİ

Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. Ruslarla yapılan bir savaşa (1711 veya 1713) dair söylediği bir şiiri münâsebetiyle yaşadığı çağı çıkarabilmekteyiz. Destanda yer alan ifadelerin canlılığından savaşa katılmış olabileceğini tahmin edebiliriz

Şairnâmelerde kendisiyle ilgili herhangi bir bilgiye rastlanılmamaktadır

 

Yine baş kaldırdı Moskof Kralı 

Kaçma kâfir sana meydânımız var 

Seninle eyleriz ceng ü cidali

Bu yolda ölecek kurbânımız var

 

Kaldırdı bu yüzde Sultan Ahmed Han

Çağrıldı Ocaklı eyledi divân 

Saf saf olup cümle geldiler hemân 

Dediler uğ(u)runa bir cânımız var

 

Dağıldı fermânlar kûşe-i çâr'e 

Turnacılar çıktı yüz bin serdâre 

Yüz çavuş doksan atlı çıkt(ı) aş(i)kâre 

Kan saçar bir sâhib-kırân'ımız var

 

Boşnak Arnavut hiç gelmez hesaba 

Tatar Han askeri dönmüş kasaba 

Yakarlar ülkeni olur harâbe 

Oklar atar bunca kemântmız var

 

Yedi Kral kalksa bozulur ırzı    

İslâm'a yardımcı Mevlâ'nın fevzi 

Seferdir şühedâ menzili Ravzî 

Bu yola ser fedâ îmânımız var

 

 

 


HOCAOĞLU

Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. Nasuh Paşa’nın idamı (1714) üzerine söylediği şiirinden hareketle yaşadığı yüzyılı tesbit edebilmekteyiz. Mısralarındaki ifadelerden hacca gittiği anlaşılmaktadır. Hızrî’de sadece adı anılmaktadır.

 

Nasuh Paşa ile hacc'a gidenler 

Aceb nam kodular Arabistan'a 

Varup Beytullah'a tavâf edenler 

Müstahak değil mi Bâğ-ı cinân'a

 

Nedir bu Arab'ın ettiği işler 

Yediler kılıncı görelim n'işler 

Söküldü cebeler kesildi başlar 

Boyandı güherler kırmızı kana

 

Yine zâhir oldu keşf-ü kerâmet 

Arab'ın başına koptu kıyamet 

Hüccâc-ı müslimîn geçti selâmet 

Erişti hacılar emnü emâna

 

Hocaoğlu âlem bilir bilmem 

Bu düzenlik böyle kalır mı bilmem 

Bir gelmiş bir dahi gelir mi bilmem 

Böyle bir kahraman âhir zamâna

 


HÜKMÎ

Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. Nasuh Paşa’nın idamıyla ilgili olarak söylediği destanından, onun 1714’te hayatta olduğunu çıkarmaktayız. Hükmî’nin şiirinde kullandığı dil, kaynaklardaki bilgilerin aksine, Paşa’nın masum bir insan olduğu şeklindedir.

Hızrî’nin Cemü’ş-Şâirân’ında diğer üç âşıkla birlikte “ârifân” olarak yer almaktadır.

 

Eyyâm-ı devlette Osman Oğluydum 

Yoluna fedadır ser Pâdişâhım 

Bir gelmiş bir dahi gelir mi bilmem 

Ben gibi kahraman er Pâdişâhım

 

Hizmetinde mukîm idim bir zaman 

Kâ'be yolun ettim emn ü emân 

Emrinle çöllerde olursam kurbân 

Bilinsin hayr ile şer Pâdişâhım

 

Râzı oldum emir Hak'tan gelince 

Çâre yoktur peymânemiz dolunca 

Rûz-ı mahşer Hak divânı olunca 

Gel imdi suâlim ver Pâdişâhım

 

Urbân-ı Hicâz'a olmuşken gâlip 

Olduk mu Hünkârım biz katli vâcip 

Zerrece mihrine olmadık tâlip 

Beni kullarına sor Pâdişâhım

 

Hükmî fırâkıyie olmuşam mağdur 

Çölleri suladı dîdem çü yağmur 

Kabirde hâlime beşâret olur 

Alnımızdan akan ter Pâdişâhım

 


KABASAKAL MEHMED

Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. Niş Kalesinin Ahmed Paşa tarafından geri alınması (20 Ekim 1737) üzerine söylediği destandan yaşadığı devri ortaya çıkarabilmekteyiz. Diğer bir şiirinde devrin bozukluklarını bir arzuhal olarak paşaya sunmaktadır.

Şairnâmelerde kendisiyle ilgili herhangi bir bilgiye rastlanılmamıştır.

Fukara kulların arz-ı hâl kıldı Ahvâller(i) ziyâde perîşân oldu Mâsumlar mektepte okumaz oldu Mâsumlar duâsın alın efendim

 

Mektebin önünde ahır yapıldı 

Hep okuyan sıbyân geri çekildi 

Etme diyenlerin evi yıkıldı 

Bunun ilâcını görün efendim

 

Yiyiciler akçe ister zaleme 

Verilen mâlımız gelmez kaleme 

Perîşânlık şâyı oldu âleme 

Kullarına imdâd kılın efendim

 

Akşam olur yiyiciler derilir 

Fukarâ kulların kusûrunu bulur 

Haftada hem üç yüz kuruşun alır 

Keyfiyet(-i) hâlimiz bilin efendim

 

Silâhdâr yazmağa tertip olundu 

Gitmeyenler için defter verildi 

Üç yüzden ziyâde kulun soyuldu 

Reâya ahvâlin bilin efendim

 

Yetmiş kadar adam mahbûs bulundu 

Nice bîgünâhlar zahimdâr oldu 

Mütevvellî imam sebebi oldu 

Kulların ahvâlin bilin efendim

 

Yetmiş âdem ile ihzâr olundu 

Reâya kulların hâli bilindi 

Üç kimse üstüne hüccet olundu 

Hâl(i)mize merhamet kılın efendim

 

Kara Molla Oğlu araya girdi 

Altı kese akçeye halâs buldu 

Reâyaya cebren salyâne oldu 

Bize olan zulmü bilin efendim

 

Otuz kese akçe tecrîm olundu 

Beş çift olanın ikisi kaldı Ak(ı)bet 

Devec(i) Osman belâsın buldu 

Şâirin hakkından gelin efendim

 

Reâya kulların çektiler gücün 

İmam adam gönderdi töhmet için

Devletli beyefendimizin başıyçin 

Tezkiye edin de sorun efendim

 

Niş gibi kalenin fethini kıldın 

Koymadın küffârden intikâm aldın 

Âlemde gâzîlik şöhretin buldun 

Kullar intikâmın alın efendim

 

Kusûrum affınla eyle inâyet 

Hâtiften târihi düştü hidâyet 

Yoktur keremine aslâ nihâyet 

Mehemmed bîçâre kulun efendim

 


KIYMETİ

Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. Mevcut iki şiirinde geçen 1133/1721 ve 1135/1723 tarihlerinden yaşadığı yüz yılı tesbit edebilmekteyiz.

Sun’î, “Çalup almasında hoşdur Kıymetî” mısraıyla ondan öğücü bir dille söz etmiştir.

 

Dilberâ kâmiller etsin midhatin 

Cebininde bî-behâne kaşların 

Fermân eyle her ne ise hizmetin 

Salsın beni Hindistan'a kaşların

 

Nâr-ı aşkın yaktı bağrım pişirdi 

Nicesinin aklın aldı şaşırdı 

Gör âlemi birbirine düşürdü 

Verdi kendin dâsitâne kaşların

 

Kıymetin bilirsen sürersin demin 

Dilerim solmasın rûyunla femin 

Olaydı senin de mührün hâtemin 

Hükmederdi Süleymân'a kaşların

 

Aşkın eyler beni âkıbet berbâd 

Şîrin deyu deldi dağları Ferhâd 

Mislin var diyenler eylesin ispat 

Gelmemiştir bu cihâna kaşların

 

Medhindir ettiğim sen dâd eyleme 

Bin gün âh edersem âzâd eyleme

Kendine hasredip mezâd eyleme 

Sebep olur yüz bin kana kaşların

 

Ben gedâyım Kıymetiyim pâyına 

Sinem siper gamzelerin yayına

Bin yüz otuz beşte mevlid ayına 

Târih oldu her divâna kaşların

 


KÜŞÂDÎ

Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. 1810 yılıyla ilgili bir olayı anlatan destanından yola çıkan Köprülü, 18. yüz yılın sonlarında yaşadığı görüşündedir. Hızrî, adını diğer birkaç şair ile birlikte saymaktadır.

 

İsmimi bilmez var ise âlemde 

Aslım Bozoklu'dur ismim Pehlivan

 Pederim tarafı Battal Gâzî'dir 

Vâlidem tarafı Ahmed-i Târân

 

Al(i) Paşa kap(ı)sında sürdüm devrânı 

Tersenkli kap(ı)sında açtım meydânı 

Kendime bend ettim Deli Osman'ı 

Varıp da Kuzgun'da tutmuştum mekân

 

Darb-ı âlî ile açtım bu dağı 

Yiğit için yaptırmıştım konağı 

Haramdır tilkiye arslan yatağı 

Helâl olsun ona gelirse arslan

 

Bir mahzunluğum oldu etmem inkâr 

Çıkmazdım Kuzgun'dan gelseydi küffâr 

Pek belimi büktü ol Gâzî Hünkâr 

Bakalım ne sürat gösterir devrân

 

Köt(ü)ye meyletmedim işim merd ile 

Kötüler aradan çıksın derd ile 

On yıl yürüttüm koyunu kurd ile 

Tecellî eyledi ol ganî Yezdân

 

Hatt-(ı) şerif okunur dinleyen yoktur

Fetvâları dinlemeyenler çoktur 

Âleme bir felâket olacaktır 

Yazmadan usandı ol Şâh-ı devrân

 

Fitnelik edenler bulsun dermânı 

Kurtarsın kâfirden Deli Osman'ı 

Yine geldi pâdişâhın fermânı 

Benim mâmur dünyâm oldu Tutrakan

 

Sinne Boğazı'ndan açmıştım meydân 

Çıraklarım vardı etmiştim âyân

Pâdişâh uğruna beslerdim her ân 

Sâyesinde rahat etmişti sıbyân

 

Dayılarım vardı arslan yürekli 

Belleri kılıçlı gümüş tüfekli 

Yanları çıraklı önü yedekli 

Nice bir beyzâde hep ehl-i irfân

 

Aldım askerimi sökün eyledim 

Ol kahbe Moskof'a oyun eyledim 

Olduğum Kuzgun'u metin eyledim 

Bir fitnelik düştü Ulah'a yaman

 

Havâric devri gibi gün açıldı 

Yiğ(i)t olan yanımda kaldı seçildi 

Çok kavgalar oldu kanlar saçıldı 

Yetişip gelince Ordû-yı Osman

 

Geldi kâfir Silistre'yi sardı 

Ordû-yı hümâyûn imdâda vardı 

Yeniçeri yaya dayandı durdu 

İmdâd senden bize ey ganî Yezdan

 

Nasıl vasf edeyim uzun hikâyet 

Ben görmedim dostlarımdan rivâyet 

Düşmandan kurtardığımdı şikâyet 

Destûrlar yakıptır bu fânî cihân

 

Usandım âleme ben yaza yaza 

Bir gazap var idi görünür göze 

Her kaçan ki Moskof geçti bu yüze 

Ol vakit dediler bana el'amân

 

Almış idim şu Moskof'un huyunu 

Niyet etmiş geçmeğe Turla suyunu 

Metânet eyledim Tuna boyunu 

Varınca İsmâil’e geldi düşman

 

İsmâil'de çengim bilir âlemler 

Kâfir ülkesinde çekti elemler 

Âcizdir yazmağa bunca kalemler 

Söylesin çengimi edenler seyrân

 

İsmâil çölünde kanlar çağladı 

Kâfir ülkesinde canlar ağladı 

Hilesinden kâfir sulha bağladı 

Tek elinde kalsın Eflak'la Buğdan

 

Kâfir bu hususta buldu çok ruhsat 

Sandı ki Âl-i Osman tutmaz kuvvet 

İsmail İbrâil ol iki serhat 

Çağrışarak gitti Baba Pehlivân

 

Bilmeyenler sandı kâfir barıştı 

Rumeli içine istîlâ düştü 

Yılık Oğlu geldi Balkan'ı açtı 

Artık benim fırsat dedi bu devrân

 

Dört bin kişiyle Pazarcık'ta n'idem 

Dîn-i İslâm uğruna gayret güdem 

Devlet eli ile esir mi gider 

İnayet şendedir ey ulu Sübhân

 

Küşâdî çağırır ey Kara Baba 

Dîn yoluna şu şan olur mu hebâ 

İnşallâh kurtarır ol cömerd 

Huda Destgîrin olsun ol Şâh-ı Sultân

 


LEVNÎ

Asıl adı Abdülcelil Çelebi olan şairimiz Türk süsleme sanatnın önde gelen minyatürcülerindendir. Edirneli olup sonradan geldiği İstanbul’da girdiği nakkaşhâneden usta olarak ayrılır. İstanbul’da vefat eder ve oraya gömülür (1733).

Resim sahasındaki eserleri Vehbi’nin    Surnâme 'sinde,    Padişahlar

Albümü’’nde, Beşiktaş Mevlevihânesi’nde vs. bulunmaktadır. Dastân-ı Atalarsözü ile, Selânik-İstanbul yolculuğunu anlatan Tekerleme’si onun, ressamlığının yanında güçlü bir âşık olduğunu da göstermektedir.

Âşık Ömer’in resmini yapması, âşıklarla olan yakın dostluğunun güzel bir işaretidir. Mahlası da onun renk dünyasmı dile getirmektedir.

Hızrî, diğer birkaç şairle birlikte onun adını da saymaktadır.

 

Tut atalar sözün kalbi selîm ol 

Gönülden gönüle yol var demişler 

Gider yavuzluğu tab'ı halım ol 

Sert (sarp) sirke kabına zarar demişler

 

Bilirsin alçağa akmadadır su 

Kâmilin câhile nasihati bu 

İkrârını gözet olma abesgû 

Bildir îmân ile ikrar demişler

 

Âkıbet-endîş ol gönül dibelik 

Yetişmez mi sana nümûnelik 

Kaçan lori kuşu bulsa bir kemik 

Evvel ölçer sonra yutar demişler

 

Her kârâ uzatma elin eteğin 

Yelkovana döner âhır emeğin 

Nitekim şaşkını gölde ördeğin 

Başın kor kıçından dalar demişler

 

Aldanma cihânın sakın varına 

Bir nefesi verme cihân varına 

Bugünkü işini koyma yarma 

Yar yıkıldığı gün tozar demişler

 

Kestim bu arsada ben de bir koyun 

Meydân-ı hünerde gel sen de soyun

Feleğin zoruna dayanmaz oyun 

Katı zor oyunu bozar demişler

 

Çoktur bu âlemde boşa yelenler 

Kande bilenler ile bilmeyenler 

Eskiden âdettir dağdan gelenler 

Bağda olanları kovar demişler

 

Dediler bu pendi sordumsa kime 

Tuz ekmek bilmezse müşkilin deme 

Kül kömür ye nâmerd lokmasını yeme 

Gün olur başına kakar demişler

 

Abestir her vara yoğa koşanlar 

Gâhi doğru gâhi eğri eşenler (aşanlar) 

Ağlamak ne demek kendi düşenler 

İki gözden bile çıkar demişler

 

Arzeyle bu pendi kendi özüne 

Dost addetme her güleni yüzüne 

İncinme dostunun doğru sözüne 

Doğru söz insana batar demişler

 

Darb-ı mesellerle eylersen amel 

Kırkların birine olursun bedel 

Usûlü mânâyı bilmeyen echel 

Solağına davul çalar demişler

 

Bir mürşid-i kâmil bulmayanlara 

Bin nasihatten ders almayanlara

Sözünün sübûtu olmayanlara 

Dipsiz kile bir boş anbar demişler

 

Eşkin at yanına bağlansa güre 

Huy alır huyundan ol göre göre 

Hizmet eyler isen eyle bir ere 

Su aktığı yere akar demişler

 

Çarşûy-ı dehirde nice toz kopar 

Ol vakti gözeten çok takye kapar 

Helâlzâde gelir pazarlık yapar 

Haramzâde pazar bozar demişler

 

Âdet-i Hak budur ezel ü ebed 

Kul kula sebeptir ey dil-i nâşâd 

Bâye gedâ hizmet etmekten murad 

Bal tutan parmağın yalar demişler

 

Dilden ister isen gıll ü gış gide 

Metâ-ı razını açma hâside 

Kıyma müşteriye az al fâide 

Alan da satandan umar demişler

 

Yâr ile ettiğin kavle ver karâr 

Kâr etmezsen bârı eyleme zarâr 

Aza kanaat et olma tamahkâr 

Ucuz satan tizcek satar demişler

 

Ham tamâı gel terkeyle erken 

Elimden çıkmasın der isen örken 

Deve âhu gibi boynuz ararken 

İki kulaktan da çıkar demişler

 

Hîleyi irtikâp etme kıl hazer 

Denilsin nâmına bir er oğlu er 

Sen elin kapısın kakarsan eğer 

El de senin kapın kakar demişler

 

Irzıyle varamaz eşkiyâ eve 

Uslu gez kim seni kâmiller seve 

Har'dan büyük at var attan da deve 

Deveden de büyük fil var demişler

 

Güneş balçık ile sıvanmaz ey dil 

Bîzebân da olsa bellidir kâmil 

Kendinden gayriyi beğenmez câhil 

Kendi çalar kendi oynar demişler

 

Tâlib-i mârifet çekerse emek 

Yüğrük at artırır yemin giderek 

Şâire ses ile saz ü söz gerek 

Yalınız taş olmaz duvar demişler

 

Kûy-ı dilârâya eylersen akın 

Hele gâfil olma etrâfa bakın 

Karda yürü izin belirtme sakın 

Ârif olur il tiz duyar demişler

 

Doyar mı cân ü dil bûs ü kenâre 

Hicrân-ı aşk ile dil pâre pâre 

Nem giderse gitsin visâl-i yâre 

Bir arzu hezerân dînar demişler

 

Yüzüm yerde tenim hâk ile yeksân 

Serim gavgâlarda hâlim perîşân 

Gözlerim cemâl-i canâna hayrân 

Gönül masumdur umar demişler

 

Gerek şakî olsun gerekse saîd 

Kereminden Kerim eylemez baîd 

Böyledir Mevlâ'dan kesme sen ümid 

Gün doğmadan neler doğar demişler

 

Kanâat kıl lokma-i rûz u şebe 

Eller konar topladığın zehebe 

Bilirsin ki atalarımız bir tepe 

Yıkılır bir dere dolar demişler

 

Yırtıcı kuşların ömürleri az 

Bir tek ipte iki cânbâz oynamaz 

Şâhrâhta kuyuyu kâmetince kaz 

Ezkazâ ayağın kayar demişler

 

Levnî nasâyihi pirlerin böyle 

Durûb-ı emsâli nazmile söyle 

Meydân-ı hünerde ağırlık eyle 

Ağır basar yeğni kalkar demişler

 


MAGRİBLİOĞLU

Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. Garp ocaklarında yetişen asker şairlerdendir. Anlattığı olaylara göre yüzyılın ortalarında yaşamıştır.

Şairnâmelerde kendisiyle ilgili her hangi bir bilgiye rastlanılmamıştır.

 

Korsanlık ederken Hind'in yolunda 

Nemse'nin bacını aldı Cezâyir 

Urum’da Acem'de halkın dilinde 

Küffârın bağrını deldi Cezâyir

 

Gaziler din için kılıç saldılar 

Kanarya Boğazı'nda şikâr buldular 

Kimisin batırıp kimin aldılar 

Adûyu gamlara saldı Cezâyir

 

Mal(ı) alıp esirin mezâd ettiler 

Batırıp gemilerin mat ettiler 

Yedi kral birden feryâd ettiler

Şimdi cevâhirle doldu Cezâyir

 

Aktarmasın almış ayırmaz baştan 

Balyemez topları attılar burçtan 

Yeryüzünde İslâm melekler 

Arş'tan Gâzîler kıymetin bildi Cezâyir

 

İsmin Cezâyirli Abdi Paşa vâli 

Vermesin âlemde Mevlâ zevâli 

Mağribl'oğlu eydür berhurdâr oldu 

Bak gine şen oldu güldü Cezâyir

 

Gurbet illerine saldı yâr beni 

Acâib hayrette kaldım Cezâyir

 Çok kızlar yatağı dediler seni 

Arzûladım seni geldim Cezâyir

 

İbtidâ gelince gördüm yalısın 

Sundular kadehi içtim dolusun 

Seyreyledim evliyâsın ulu'sun 

Kalbim ferah buldu güldüm Cezâyir

 

Yalı Kapısı'nda kıldım temaşâ 

Binâsın kurmuşlar taş üzre taşa 

Cihânda bulunmaz emsâlin hâşâ 

Aradım da seni buldum Cezâyir

 

Çıktım her tarafın kıldım ziyâret 

Kırklar'a varınca okudum âyet 

Evliyâ enbiyâsını tamâm et 

Cümlesinden ibret aldım Cezâyir

 

Mağribl'oğlu eydür bu sözüm doğru 

Çıktım burçlarına eyledim seyri

Vatanı sılayı unuttum gayri 

Eğlendim de sende kaldım Cezâyir

 

Tunus'un üstüne aslanlar saldın 

Mevlâ'ya tevekkül oldun Cezâyir 

Sen bu satışları şahandan m'aldın 

Evvelki nâmını buldun Cezâyir

 

Hüseyin Bey ile ibrâhim Hoca 

Gâzîler dem çekti vardı kılıca 

Yalınız beyleri kurtuldu anca 

Bedestan'a değin kovdun Cezâyir

 

Gâziler silâhlı oldular süvâr 

Düşmanlar görünce kılmadı karâr 

Altı yüz çadırı kıldın târümâr 

Tunus'tan âhını aldın Cezâyir

 

Mağribl'oğlu eydür yüksekten çadır 

Evliyâ enbiyâ bizimle hazır 

Tanrı'nın rahmeti ulu deryâdır 

Tanrı'nın rahmetin buldun Cezâyir

 


NAKDÎ

Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. Garp ocaklarına mensup asker şairlerdendir. Tasvir ettiği olaylardan yüzyılın ikinci yansında yaşadığını çıkarmaktayız. Aruzla yazılmış şiirleri de vardır.

Gubârî, bir takım şairleri saydıktan sonra, “Bunları fehm itmez Nakdî, Nikbetî” demektedir.

 

Yedi kral düştü senin kasdına 

Gaflet uykusundan uyan Cezâyir 

Donanmalar tâyin oldu üstüne

Hazır ol vaktine dayan Cezâyir

 

Gâzîlerin ekberleri şendedir 

Rüstem'lerin bihterleri şendedir 

Koç yiğitin defterleri şendedir 

İbn-i fülân ibn-i fülân Cezâyir

 

Sensin serhadlerin bâl-i bülendi 

Yedi kral eder sana pesendi 

Her bir burcun Rüstem-i Zâl menendi 

Her bir topun bir kahramân Cezâyir

 

Cân ü dilden eyledik ahd ü emân 

Kat kat oldu kalbimizde dîn îmân 

Din uğruna cenk edelim bir zaman 

Mişvârımız olsun ıyân Cezâyir

 

Nakdî deryâdan umudum üzüldü 

Serimize kalem böyle yazıldı 

Devir âhır oldu zamân bozuldu 

Yardımcımız ulu Sultân Cezâyir.


SEFERLİOĞLU

Hayatı hakkında bilgimiz yoktur. Garp ocaklarına mensup asker şairlerdendir.

Aruz ile yazılmış şiirleri vardır.

Şairnâmelerde kendisiyle ilgili her hangi bir bilgiye rastlanılmamıştır.

 

Bakma mısın küffâr kurduğu fende 

Bize yardımcıdır ol Bârî Hudâ 

Cuma günü idi başladık cenge 

Sâna mâlûm olsun bil a Hünkârım

 

Bakma mısın sen şu dîni karaya 

Lencon'lar donanmasın ald'araya 

Nâmeler yollandı ta Rim Papaya 

Sana mâlûm olsun bil a Hünkârım

 

Göbekli Burç önü ulu cenk yeri 

Aslâ biz düşmandan dönmeyiz geri 

İspanyol kral(ı)na içirdik zehri 

Sana mâlûm olsun bil a Hünkârım

 

Küffâr donanması geldi eğlendi 

Yedi kral ona imdâd eyledi 

Seferl'oğlu bunu böyle söyledi 

Sana mâlûm olsun bil a Hünkârım

 


SIRRÎ

Hayatı Hakkında bilebildiklerimiz çok azdır. Kütahyalı olan Sim, 19. yüz yılın başlarında hayatta idi. Oğlunun ölümü üzerine söylediği ağıtı, Kahveci Destanı ve koşmalarının yanında memleketini öğen şiirleri de vardır. Gazeller de yazdığına bakılırsa tahsili olan bir şairdir.

Şairnâmelerde kendisiyle ilgili her hangi bir bilgiye rastlanılamamıştır.

Böyle melûl melûl gezmeden ise 

Ne durursun paşam vur öldür beni 

Tatlı aziz candan bezmeden ise 

Yâ ne durun beyim vur öldür beni

 

Bu güzellik kalmaz senden de geçer 

Kaşların kemânı bağrımı biçer 

Gamzelerin cellâd gözlerin hançer 

Sapladı sîneme vur öldür beni

 

İçtiğim lebinden ol âb-ı zülâl 

Aşkıyla bend etti ganî Zülcelâl 

Sana katlim olsun efendim helâl 

Yâ ne durun beyim vur öldür beni

 

Yolunda sayılmaz çektiğim emek 

Safâdır uğruna bana can vermek 

Sende âdet imiş âşık öldürmek 

Yâ ne durun beyim vur öldür beni

 

Bîvefâ olduğun bilse meyil vermezdi 

Böyl'olduğun bilse meyil vermezdi 

Sırrı şaşkın senden böyle ummazdı Yâ ne durun beyim vur öldür beni

 


ŞERMÎ

Hakkında bildiklerimiz pek azdır. Tezkire sahipleri Safâî ve Sâlim’e göre adı Ali’dir. Üsküdarlıdır. Kahvelerde altı telli sazım çalıp türküler söyleyen, topçular zümresinden bir âşıktır. Bir koşması bestelenmiştir. Köprülü’ye göre devrinin önde gelen âşıklarındandır. 1715’te Mora Seferi sırasında vefat etmiştir.

Gubârî’de “Şekerbâr” olarak anlatılmaktadır; Hızrî’de ise sadece adı anılmıştır.

 

Gurbet illerine gitti efendim 

Aceb dostlar gine tizce gelir mi 

Zevk işret içinde zülfü kemendim 

Benim bunda çektiğimi bilir mi

 

Ağlamaktan hiç bir lâhza gülemem 

Akan bu çeşmimin yaşın silemem 

Bir aceb sır vardır bunda bilemem 

Deli gönül böyle mahzûn kalır mı

 

Bülbül gibi eyLeylm mi figânı 

Zârım ile ağlatırım cihanı 

O gül yüzlü âhu gözlü civânı 

Çarh-ı felek elimizden alır mı

 

Beni Mecnûn eden ol saçı Leylâ 

Gezerim aşk ile sahrâ -be-sahra 

Aceb ol dilberi Âşık Şermiyâ 

Bir gececik yine tenha bulur mu

 


TÂLİBÎ

Tokat’ın Zile ilçesinde doğup yine orada 1813’te, 80 yaşlarında vefat ettiği göz önüne alınırsa yüzyılın ortalarında doğmuş olmalıdır. Gençliğinde kahvecilik yapmıştır. Turhal Şeyhi Mustafa Efendi’nin halifesidir.

İstanbul’a kadar gitmiş, kendisini orada da kabul ettirmiştir. Zileli Fedâî, Râşid ve Es’ad adlı çırakları vardır.

Günümüze kadar gelebilen şiirleri daha çok gençlik yıllarında yazdığı lirik şiirlerdir; dinî şiirleri ise nedense daha az sayıda bize ulaşabilmiştir.

 

Sun’î’nin “nev-reste” dediği  Tâlibî, şairimiz değildir.  Gubâri, ondan ad olarak söz etmektedir.

 

Dil bir seni sevdim anca dünyâda 

Cemâlin gördüğüm kâr bana yeter 

Dolaştırma beni şem'a ziyâde 

Uğruna yandığım nar bana yeter

 

Güzel ellerinden bâde süzersin 

Gam değildir kara bağrım ezersin 

El içinde zâr u sefîl gezersin 

Kabre dek çektiğim âr bana yeter

 

Servi büyük her endamın gül gibi 

Mah yüzünde zülüflerin kıl gibi 

Her dilbere meyil vermem el gibi 

Cihânda bir dâne yâr bana yeter

 

Tâlibî'yem canda sadâkatim var 

Yiğitlik yolunda metânetim var

İstemem ötesin kanâatim var 

Sen gibi bir sitemkâr bana yeter

 

Türk Dili Dergisi,Türk Şiiri Özel Sayısı III (Halk Şiiri)