ON ALTINCI YÜZYILDA TÜRK SAZ ŞİİRİ
ARMUTLU
Yüzyılın ortalarında doğduğu tahmin edilmektedir; ölüm tarihi ise 17. yüzyılın başlarındadır. Bazı araştırıcıların, onun, Armut adlı bir köy veya kasabada doğup büyüdüğü şeklindeki görüşlerini ihtiyatta karşılamak gerekir.
17. yüzyılın başlarında, I. Ahmed’in (1603-1617) devrin ünlü denizcisi Murad Reis’i (? - 1609) Cezayir Beylerbeyinin emrinden alıp Mora Sancak Beyliğine getirdiği sırada, Armutlu da yanında bulunuyordu. O, elimizdeki çok az sayıdaki şiirlerinden birinde, bu olayı şöyle anlatmaktadır;
Padişah uğruna niyyet eyledi
Çıkub Cazâyir'den gittiği vaktin
Armutlu’nun Kayserili Kapdan-ı derya Halil Paşa’nın Hristiyan korsan gemilerini cezalandırmak için 1609’da çıktığı sefere katılan Mora Sancak Beyi Murat Reis’le birlikte olduğuna, meşhur Kara Cehennem Seferine katıldığına dair kaynaklarda yer atan bilgileri de ihtiyatta karşılamak zorundayız. Bir şiirindeki,
Bu imiş korsan gemisi Mısır'ın yolunu kesen
mısraı, bu sefere katılmış olma ihtimalini kuvvetlendirmektedir.
Diğer Garb Ocaktan şairleri gibi şiirleri gazaları konu almaktadır. Bestelenip musikî mecmualarına kadar girebilen bir türküsünün varlığına dikkat edilirse, Armutlu’nun zamanında sevilen ve ilgi duyulan bir şair olduğunu söyleyebiliriz. Mevcut iki şiirinde sade bir dil, duru bir söyleyiş hâkimdir. Şiirlerinde görülen hece düzensizlikleri, kendisine ait olabileceği gibi zamanla meydana gelmiş değişiklikler olarak da kabul edilebilir.
Şairnâmelerde kendisi ile ilgili her hangi bir bilgiye rastlanılamamıştır.
Murad Reis geldi gülbank çektirdi
Dîn-İslâm sancağın diktüği vaktin
Padişah uğruna niyyet eyledi Çıkup
Cezâyir'den gitdüği vaktin
Gâziler cenk içün gördü yarağı
Dayanmaz muhannedin buna yüreği
Hep kâfirler koyuverdi küreği
Yezidler gelüp kıçdan çatduğı vaktin
Murad Reis eydür zahir bâtında
Yâ Rab hâcetim kabul eyle katında
Gök duman içinde kalduk tütünde
Kâfir baş topun atduğı vaktin
Yiğit yengil hep küreğe yapışdı,
Kıçdan top otuna odlar erişti
Muhammed'in şefaati yetişti
Gemi yandı deyüp gördüği vaktin
Armutlu eydür: Be sultanım hakla
Hemen yezidlerin fendi top ile
Alarga ettirdik tüfek ok ile
Beş pâre kadırga çatduğı vaktin
BAHŞÎ
Hayatı hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Elimizdeki tek şiirinden hareketle bazı tahminlerde bulunmamız mümkündür. Yavuz Sultan Selim’in (1512-1517) Mısır Seferi (1517) üzerine söylediği destanına/türküsüne bakılırsa asker şairlerden sayılabilir. Beş hanelik şiirinin sekiz heceli mısralarla kurulması, Köprülü’ye göre şairimiz eskiliği için bir işarettir. Mahlas kelimesinin, Anadolu sahasında hiç kullanılmayan bir kelime olması da, onun eskiliği için delil olabilir. Bilindiği üzere “bahşî” kelimesi Anadolu sahasında hiç görülmemiştir; Kazak ve Uygur Türkleri arasında, “Kâtip” “Şair” gibi anlamlarda kullanılan bu
kelime, bu gün de bazı Asya ülkelerinde (meselâ Afganistan) aynı anlamı karşılamaktadır.
Bahşî’nin tek şiirinden hareketle hüküm vermek oldukça güçtür; ancak, şiirinde yer verdiği bazı kelimelere bakarak az da olsa tahsili ojduğunu söyleyebiliriz.
Sultan Selim cülusunda
Sâlâ dedi de yürüdü
Gidelim Mısır'a doğru
Yola dedi de yürüdü
Şamlu çıkup kaçar köyden
Sofu beru bakmaz Hoy'dan
Merd var ise işte meydan
Gele dedi de yürüdü
Nesne yeğimiş aslında
Halife dikmiş yerinde
N'arar Yûsuf'un şehrinde
Köle dedi de yürüdü
Almak gerek Kûh-ı Kafi
Kırım var mı ala dahi
Horasan'da ise Şâh'ı
Bula dedi de yürüdü
Bahşî eydür Mehdî budur
Yücemize irgür Kadir
Kılağuzsa İlyas Hızır
Yola dedi de yürüdü
ÇIRPANLI
Murad Reis (? - 1609) ile ilgili olarak söylediği bir şiirinden 16. yüzyılda yaşadığını tahmin ettiğimiz Çırpanlı hakkında başka hiçbir bilgimiz yoktur. Evliya Çelebi, Seyahatnâme’sinin 6. cildinde, 1661 yılında, Sofya’dan İstanbul’a gelirken Filibe Sahrasında Çırpan adlı bir kasabaya uğradığım kaydetmektedir. (Zuhuri Danışman, 9. kitap, 239-240).
Elimizdeki tek şiiri, onun da, diğer Garb Ocakları şairleri gibi, katıldığı savaşlarla ilgilidir. Duru bir söyleyiş ve saf bir dilin hâkim olduğu şiiri, onun hakkında daha fazla bilgi edinmemize yardımcı olamamaktadır.
Gâzi Murad Reîs'ten haber soranlar
Vardır bahadır yarar delisi
Her kande hû desen gelür yetişür
Bilen Gâzı Murad Reîs'i der bak
Resulullah sancağını çeker ak
Denizde karada yardımcısı Hak
Gerçek Magrib erlerinin velîsi
Başbaşa çatarız gelür dem olur
Savaşanda derya yüzü kan olur
Gâziler yüzünü görür şen olur
Geldi derler Cezâyir'in ulusu
Çırpanl'eydür hele Sultan'ım göre
Bahadırlık oldur yerinde dura
Her kaçan iskele vursak bir yere
Ol gün.....Akdeniz'in yalısı
GEDA MUSLÎ
Hakkındaki bilgilerimiz; şiirlerinden elde edebildiklerimiz, Evliya Çelebi’nin Seyahatname1 si ve 17. yüzyıl şairlerinden Sun’î’nin Tekerlemesinde adının zikredilmesinden ibarettir. Çelebi’nin, şair Hakı’den bahsederken, aralarında Muslî’nin de bulunduğu şairlerin (Kayıkçı Kul Mustafa, Kâtibi, Koroğlu, Köroğlu, Kuloğlu) onun kadar çöğür çalamadığını söylediğine bakılırsa şairimiz çöğür şairlerinden sayılmaktadır. (Z. Danışman, 8. Kitap, 139-140). Sun’î ise onu, diğer Gedâ’larla birlikte zikreder, ancak herhangi bir hüküm ortaya koymaz.
Gedâ Muslî Gedâ Ahmed Uşakî
Gedâ Mahmûd Gedâ Âşık Firâkî
(Elçin, Halk Edebiyatı A raştırmaları, 288)
Pek çok şairi Bektaşî meşrep biri olarak gösteren S.N. Ergun, Gedâ Muslî’yi de Bektaşi Şiirleri ve Nefesleri (2, 1955) adlı eserine alırken hiçbir ciddi belgeye dayanmamıştır. Eserinde yer verdiği üç şiirden sonuncusu Kul Muslî mahlash olup muhteva ve söyleyiş bakımından Garb Ocaklı şairimizinkilerden oldukça farklıdır. Kanatimizce, Ergun, ad benzerliğine bakarak iki ayn Muslî’yi bire indirivermiştir.
Muslî’nin şiirinde de Armutlu’da olduğu gibi, Mısır yolunu kesmeye çalışan İspanyol korsanlarına karşı kazamlan zaferler öğülmektedir.
Yine büktük ispanya'nın belini
On dört beyzade ile aldık malını
Hoş eğlenir idin Mısır yolunu
Hele ettiklerin bulmuş ol senin
Muslî’nin, Murad Reis’in (? - 1609) de katıldığı bu savaşlarda yer aldığına bakılırsa, aralarında bir dostluğun olduğu düşünülebilir.
Muslî’nin şiirleri de konu, şekil ve dil diğer Garp Ocakları şairlerinden hiç de farklı değildir.
Gör imdi ne demiş Cezâyirli de
Vermeziz oğlunu bilmiş ol senin
Biz anı gönderdik Sultan Ahmed'e
Kara haberlerin almış ol senin
Yürütmezüz Akdeniz'de gemini
Hakk'ı koyup puta tuttun yüzünü
Çevir İslâm'a şel kâfir dinini
Gel yezid müslüman olmuş olsenin
Yine büktük Ispanya'nın belini
On dört beyzâde aldık malını
Hoş eğlenir idin Mısır yolunu
Hele ettiklerin bulmuş ol senin
Gedâ Muslî eydür gördüm cûşunu
Gece gündüz ağla salma yaşını
Kilisenin taşlama sür başını
Yürü var bir zaman çalmış ol senin
HAYALÎ
Hayatı Hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Elimizdeki şiirlerinden hareketle bazı tahminlerde bulunabilmekteyiz. 9 Ağustos 1578 tarihinde neticelenen 1578 Osmanlı-İran savaşı için söylediği şiirler, onun da bu savaşa katıldığının işareti olarak kabul edilebilir. (Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi 4, 397). Şiirdeki ad ve unvanların gerçeğe uygunluğu bu konudaki görüşleri doğrular mahiyettedir. (Diyarbakır Beyleri: Sokullu Derviş Paşa; Tokmak Han: İran kuvvetleri komutanı, vs.)
Bazı kaynaklar, Hayalî’nin bir divânından hareket ederek, Kırım Hanı’nın veliahdı Adil Giray (ki bu savaşta İranlılara esir düşmüş, daha sonra öldürülmüştür) ile kardeşi Gazi Giray’ın kumandasında, birlikte savaşa katıldığını yazarlarsa da bu görüş bir tahminden öteye geçememektedir. Fuad Köprülü, şiirdeki, “Bir şeh-i âdil kemankeş hânımız vardır bizim” mısrasına bakarak divândaki hanın Adil Giray olduğu hükmüne varmaktadır. (XVI ncı Asır Sonuna Kadar Türk Sazşairleri, 41-42).
Koşmaları ile divânı arasındaki dil ve üslûp farkı, şiirlerin iki ayrı şaire aitmiş intibaını veriyorsa da konunun aynı olması ve benzer şekilde ifadelere yer vermesi bu ihtimali ortadan kaldırmaktadır. Aruz ile divân kaleme almasının yanımda bu şiirin dili de onun belli bir tahsile sahip olduğunu göstermektedir.
Leylâm gelür deyu yollar gözlerim
Gelmedi gözümde kaldı hayâli
Gizli sırrım beyan etmem gizlerim
Serimi sevdâya saldı hayâli
Yârim bîçâre olduğumu bilmiş
Çifte benler beyaz gerdana inmiş
Bu gece seyrettim beyazlar giymiş
Salındı karşıma geldi hâyâli
Yârimin sevdası vardır başımda
Uyansam karşımda yatsam düşümde
Ne cânibe bile gitsem peşimde
Benim ile yoldaş oldu hayâli
Der Hayâlî hırâm ederek yürür
Gece gündüz gitmez karşımda durur
Ben şeninim deyu teselli verür
Garip gönlüm ele aldı hayâli
Turnam gider olsan bizim ellere
Vezir Ardahan'dan göçtü diyesin
Karşı geldi Kızılbaş'ın hanları
Çıldır'da da döğüş oldu diyesin
Al kana boyandı Çıldır dağları
Gaziler.......tuğları
Gözü kanlı Diyarbekir Beyleri
Din yoluna şehit düştü diyesin
Çamur dize çıktı kan ile yaştan
Atlar dalmaz oldu serilen leşten
Kaleler yığıldı kesilen baştan
Ak gövdeler kana battı diyesin
İki alay bir araya gelince
Ara yere çarhacılar girince
Beş bin beş yüz belli atlı dolunca
Tokmak Han da ... kaçtı diyesin
Habermiz iletsin dosta gidenler
Varup dostun dîdarını görenler
Şahin şahin paşaları soranlar
Din uğruna şehit düştü diyesin
KARACAOĞLAN
Adı, Türk saz şiiri ile birlikte hatırlanan Karacaoğlan Hakkındaki bilgilerimiz, onu çeşitli bilinmeyenlerin içinden alıp gün ışığına çıkarmağa yetmemektedir. “O, hangi yüzyılda ve nerede yaşamıştır?” sorusuna kesin bir cevap vermek mümkün değildir. 16. ve 17. yüzyıllara ait bazı kaynaklarda ondan doğrudan veya dolayısıyla bahsedilmesi, araştırıcıların onu belli bir zamana bağlamasına engel olmaktadır. Ayrıca, sadece cönklere bağlı kalan bazı Karacaoğlan mütehassıslarının derleme konusuna eğilmemesi de bu yanılmanın diğer bir sebebidir. 70 yıldan beri ona dair yazılanlarda büyük gelişmeler kaydedilmiş, hatta bu zaman dilimi içinde bazı araştırıcıların görüşlerinde değişiklikler bile görülmüştür.
Bizce Karacaoğlan güneylidir ve 16. yüzyılda yaşamıştır. Bu görüşümüzle ilgili olarak şunları söyleyebiliriz:
Gelibolulu Mustafa Alî Efendi’nin 1008 (1599-1600)’de tamamladığı Mevâidü’n-Nefâis fi Kavâ’idi’l- Mecâlis adlı eserinde Karacaoğlan’ın adı geçmektedir. Adı burada, şiirleri beğenilmeyen bazı âşıkların, bunları başkalarına isnad etmeleri vesilesiyle yer almaktadır, (haz. O. Ş. Gökyay, 76).
1518 yılında tamamlanan bir Surnâmdde, Sultan III. Murad’ın aynı yıl yaptırdığı sünnet düğünü gece gece anlatılmaktadır. On birinci gecenin anlatılması sırasında, eğlence ve insan tasvirleri sırasında yer verilen şu ifade dikkati çekicidir: “...kimi Karacaoğlan türküsü ile gönlün eğlendirir”.
16. yüzyıl divân şairlerinin şiirlerini içine alan bir mecmuayı inceleyen Ahmet Kutsi Tecer’in tesbit ettiği bir Karacaoğlan şiirinin varlığı da şüpheleri ortadan kaldıracak güçtedir.
Karacaoğlan’ı 17. yüzyıla bağlayan araştırıcılar, Ali Ufkî’nin Mecmuâ-î Sâz ü Söz adlı eserine, Âşık Ömer’in Şairname’sindeki mısralara, arka arkaya yazılmış bulunan Gevheri ve Karacaoğlan şiirlerinin üzerinde yer alan “Aldı Gevheri”, “Aldı Karacaoğlan” ibarelerine ağırlık vermektedirler. Bunlar ve diğer hususlar Karacaoğlan’ı 17. yüzyıla bağlayamayacağı gibi, ikinci bir Karacaoğlan’ın varlığım da açığa çıkaramayacaktır. Bütün bu kaynaklan inceleyen Başgöz’ün de belirttiği gibi, birbirleriyle bir türlü uyuşamayan tarihler bütün tahminleri boşa çıkarmaktadır. Karacaoğlan’ın köyü diye tanıtılan Varsak’taki Ahmet Efendi’nin görüşleri de, 270 yıl sonra, şairimize bir aile aramaktan öte bir fantezidir. Öztelli’nin bu konudaki ısrarları da, verilen tarihlerin birbiriyle ters düşmesi neticesinde boşa gitmektedir.
Balkanlardaki bir Karacaoğlan’ın varlığı, bir şiirdeki “Bosna Güzeli”nin varlığına bağlanmaktadır. Hâlbuki aynı şiirin diğer hanelerinde Frenk, Çerkeş, Bulgar güzelleri ile “Şehrî” güzellerden de söz edilmektedir. Ya, bir ömür boyu, peşinde koşup durduğu köylü güzelleri, M. Cunbur’un adlarını birer birer saydığı Anadolu güzelleri nerededir? Çünkü bu şiirde âşığımız sadece, kendi çevresinin dışındaki güzelleri anlatmaya çalışmıştır. Azerbaycan’da da çok sevilen Karacaoğlan’ın şiirlerindeki diğer güzellerin adlarına bakarak bir de Azerbaycanlı Karacaoğlan’dan bahsetmemiz gerekecektir ki biz bu görüşe katılmıyoruz.
Karacaoğlan bölge dilini başarıyla kullanan, güzelleri medhederken tabiattaki meyve ve sevimli bazı hayvanları benzetme unsuru olarak ele alan, canlı tasvirleriyle şiirine renk katan bir âşığımızdır. Çok dolaşması, şiirlerin çeşitli adlarla süslenmesine vesile olmuştur.
Âşık Ömer, Hızrî gibi eski şairlerin Şairnâmeleriyle, yüzyılımızın şairlerinden Feryâdî (öl. 1987), Hasretî, Kul Gâzi ve Sefil Selimî’nin Şairnâme Terinde Karacaoğlan’a yer verilmiştir.
Şiirlerinde daha çok 11 heceli mısraları tercih etmiştir. Semaî ve varsağılarıyla şöhret kazanmasına rağmen daha çok koşmasına sahibiz. Destan diyebileceğimiz şiirlerinin sayısı çok azdır.
Dinî konuda ve taşlama türünde pek az Şiiri vardır. İrticalen şiir söylemesi, daha çok yarım ve tam kafiyeye yer vermesine yol açmıştır. Bu söyleyişin başka bir tezahürü de, ilk mısralarda görülen benzerliklerdir:
30 kadar şiiri “Evvel bahar yaz aylan gelende” mısraı ve 10 kadar şiir ise “Yaz gelip de beş aylan gelince” mısraı ve başlamaktadır.
Yapılan yeni değerlendirmelerin Karacaoğlan(lar) konusundaki şüpheleri ortadan kaldıracağına inanıyoruz. Yakın bir gelecekte yeni şeyler söyleyebileceğimizi tahmin ediyorum.
Dinle sana bir nasihat edeyim
Hatırdan gönülden geçici olma
Yiğidin başına bir iş gelince
Anı yâd illere açıcı olma
Mecliste ârif ol kelâmı dinle
El iki söylerse sen birin söyle
Elinden geldikçe sen iyilik eyle
Hatıra dokunup yıkıcı olma
Dokunur hatıra kendisin bilmez
Asılzâdeierden hiç kemlik gelmez
Sen iyilik et de o zâyi olmaz
Darılıp da başa kakıcı olma
El âriftir yoklar senin bendini
Dağıtırlar tuzağını fendini
Alçaklarda otur gözet kendini
Katı yükseklerden uçucu olma
Muradım nasihat bunda söylemek
Size lâyık olan onu dinlemek
Sev seni seveni zay'etme emek
Sevenin sözünden geçici olma
Karaca'oğlan söyler sözün başarır
Aşkın deryasını boydan aşırır
Seni bir mecliste hacil düşürür
Kötülerle konup göçücü olma
Ala gözlü benli dilber
Koma beni el yerine
Altun kemerin olayım
Dola beni bel yerine
Hecine gönlüm hecine
Yiğide ölüm geçine
Al beni zülfün ucuna
Sallanayım tel yerine
Gel kız karşımda dursana
Şu benim hâlim bilsene
Zilfünden bir tel versene
Koklayayım gül yerine
Karac'oğlan der n'olayım
Kolun boynuma dolayım
Nazlı yâr kölen olayım
Kabul eyle kul yerine
İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elif diye
Elifin uğru nakışlı
Yavru balaban bakışlı
Yayla çiçeği kokuşlu
Kokar Elif Elif diye
Elif kaşlarını çatar
Gamzesi sineme batar
Ak elleri kalem tutar
Yazar Elif Elif diye
Evlerinin önü çardak
Elifin elinde bardak
Sanki yeşil başlı ördek
Yüzer Elif Elif diye
Karacaoğlan eğmelerin
Gönül sevmez değmelerin
İliklemiş düğmelerin
Çözer Elif Elif diye
***
Bana kara diyen dilber
Kaşların kara değil mi
Yüzünü sevdiren gelin
Kaşların kara değil mi
Boyun uzun belin ince
Yanakların olmuş gonca
Salıverirsin kotunca
Beliğin kara değil mi
Utanırım akar terim
Güzellikte yok benzerin
En sevgili makbul yerin
Saçların kara değil mi
Beni kara diye yerme
Mevlâm yaratmış hor görme
Ala göze siyah sürme
Çekilir kara değil mi
***
Güzel ne güzel olmuşsun
Görülmeyi görülmeyi
Siyah zülfün halkalanmış
Örülmeyi örülmeyi
Bahçende gülün güllenmiş
Şeyda bülbülün dillenmiş
Koynunda memen kirlenmiş
Emilmeyi emilmeyi
Mendilin yudum arıttım
Gülün dalında kuruttum
İsmim ne idi unuttum
Sorulmayı sorulmayı
Seğirttim ardından yettim
Eğildim yüzünden öptüm
Adın bilirdim unuttum
Çağırmayı çağırmayı
'Benim yârim bana küsmüş
Zilfünü gerdana dökmüş
Muhabbeti benden kesmiş
Sevilmeyi sevilmeyi
Çağır Karacaoğlan çağır
Taş düştüğü yerde ağır
Yiğit sevdiğinden soğur
Sarılmayı sarılmayı
***
Kadir Mevlâm senden bir dileğim var
Bana bir güzel ver gönlüm eyleyim
Ellere vermişsin benim suçum ne
Birinde bana ver gönlüm eğleyim
Uzun boylu olsun cansız olmasın
Beyaz tenli olsun kansız olmasın
Güleç yüzlü olsun densiz olmasın
Böyle bir yosma ver gönlüm eğleyim
Güvercin duruştu keklik sekişli
Kıl ördek boyunlu ceren bakışlı
Tavus kuşu gibi göğsü nakışlı
Şöyle bir güzel ver gönlüm eğleyim
Karacaoğlan der ki edelim niyaz
Ak göğsün üstünde kılalım namaz
Almadan kırmızı elmastan beyaz
Bana bir güzel ver gönlüm eğleyim
***
Şol salınıp giden dilber
Boyuna kurban olduğum
Eğlen burda tanışalım
Diline kurban olduğum
Sabahtan uğradım yâre
İşimden oldum âvâre
Ayağın bastığın yere
Tozuna kurban olduğum
Soğuk sular akar dağda
Mor menevşe biter bağda
Sarılıp yatacak çağda
Nazına kurban olduğum
Karacıoğlan söyler daim
Yâr ile nic'olur halim
Anası bir katı zalim
Kızına kurban olduğum
Ala gözlerini sevdiğim dilber
Şu gelip geçtiğin yollar öğünsün
Kadir Mevlâm seni öğmüş yaratmış
Kısmeti olduğun kullar öğünsün
Hörü melek var mı senin soyunda
Kız nazarım kaldı usul boyunda
Kadir gecesinde bayram ayında
Üstüne gölg'olan dallar öğünsün
Hörü kızlar sürmelemiş gözünü
İlin aşiretin çeksin nazını
Kaldır perçemini görem yüzünü
Yüzüne dökülen teller öğünsün
Karac'oğlan der ki garibim garip
Garibin halinden ne bilsin tabip
Akşamdan soyunup koynuna girip
Boynuna dolanan kollar öğünsün
***
Çukurova bayramlığın giyerken
Çıplaklığın üzerinden soyarken
Şubat ayı kış yelini kovarken
Cennet dense sana yakışır dağlar
Ağacınız yapraklarla donanır
Taşlarınız bir birlik'e inanır
Hep çiçekler bağrınızda gönenir
Pınarınız çağlar akışır dağlar
Rüzgâr eser dallarınız atışır
Kuşlarınız birbiriyle ötüşür
Ören yerler bu bayramdan pek üşür
Sünbül niçin yaslı bakışır dağlar
Karacaoğlan size bakar sevinir
Sevinirken kalbi yanar gövünür
Kımıldanır hep dertlerim devinir
Yas ile sevincim yıkışır dağlar
***
Bir yiğit gurbete gitse
Gör başına neler gelir
Merdin sılayı andıkça
Yaş gözüne dolar gelir
Bağrıma basarım taşlar
Akıttım gözümden yaşlar
Yavrusun aldıran kuşlar
Yuvasına döner gelir
Kocadım çekemem nazı
Bağrıma dökemem közü
Yârin bana kötü sözü
Kara bağrım deler gelir
Evlerinin önü söğüt
Atalardan kalmış öğüt
Yârinden ayrılan yiğit
Sılasına döner gelir
Yaşa Karacaoğlan yaşa
Ben söylerim coşa coşa
İş düşünce garip başa
Düşünerek gider gelir
KÖROĞLU
Hikâye/destan kahramanı Köroğlu ile karıştırılması sebebiyle yakın zamana kadar değişik bilgilerle tanıtılan şairimiz Hakkındaki sınırlı sayıdaki kaynak, onu az da olsa tanımamıza yardım etmektedir. Özdemiroğlu Osman Paşa’nın İran üzerine yaptığı seferle ilgili olarak söylediği iki şiiri, onun 1585 yılında hayatta olduğunu, bu sefere katılabilecek güce sahip bulunduğunu göstermektedir. Evliya Çelebi Seyahatnâme’sinde, onu, diğer birkaç şairle birlikte “Çöğür” şairi olarak saymaktadır. (Z. Danışman, 8. kitap, 139-140). Osman Paşa ile ilgili şiirlerinden birinde, Paşa’nın ağzından söylenmiş hanelerin yer alması, alınan yerlerin teker teker sayılması, geleneğin iyi bilindiğinin işaretleridir.
Şiirlerinde, savaş konularının yanımda, onlardan daha ağır basan sevgili, gönül ve dünya işleri gibi konular da görülür. Bazı mısralarının Karacaoğlan’ı hatırlatması, belki de devrin hece ile söyleyen şairlerinin ortak bir yönü olabilir. “İlle mavili mavili” ve Öpül koçul huzur ile“ tekrar edilen mısralarının yer aldığı şiirleri bu görüşümüzün güzel örnekleridir.
Sade dili ve tabiata dayanan benzetme dünyası ile şiirlerine renk katan Köroğlu, bu yönleriyle de, aruzun tesirinde kalmayan şairlerimizin başta gelen temsilcilerinden biri olmaktadır.
Âşık Ömer ve Sun’î’nin yanımda yüzyılımızın başında yaşayan Pir Yakup da Şairnâme ’sinde ona yer vermiştir.
Çıktım şu âlemi seyrân eyledim
Açılmış baharın gülü dağların
Sökülmüş bendleri cuşu yenilmez
Çağlayuban akar seli dağların
Yiğit atına binmese yakunur
Yüreğinde olan elbet çekinür
Kar yağar da dört köşesi yekinür
Yol vermez aşmaya yeli dağların
Arslanı kaplanı yanar yolunur
Şikâr almış alacağına dolanur
Yol estükçe safâsından salınur
Aheste âheste dalı dağların
Ben kâmilim zerresine ermişim
Baharında gonca gülün dermişim
Mürvetsiz beylerden eyi görmüşüm
Yiğidi yaldırır alı dağların
Köroğlu eydür sende tasa olmasa
Yüreğinde aşkı olan yenilmez
Çok döğüşler olur kimse bilmez
Söylemeye yoktur dili dağların
KUL MEHMED
Bu yüzyılın, hakkında güvenilir bilgiler bulabildiğimiz tek şairidir. Mehmed, I. Ahmed (1590-1612) devri vezirlerinden Üveys Paşa’nın oğludur. Muhassıllık (bir çeşit vergi ve resim toplama memuru) ile görevlendirilmiş, Aydın’a gönderilmiştir. O, ayrıca çevredeki Celâli isyanlarım bastırmakla da vazifelendirilmişse de başaramadan o yıl vefat etmiştir.
Bir paşanın oğlu olması, aruz vezniyle şiirler yazabilmesi gibi sebeplere bakarak iyi bir tahsile sahip olduğunu söyleyebiliriz. Devlet adına çeşitli vazifeleri yüklenmesi, onun ayrı bir cephesidir.
Hece ile söylediği şiirlerindeki sade dili, divanında da pek az farkla görmek mümkündür. Âşık şiirinin hayallerinin çokça görüldüğü koşmalarında az da olsa klasik şiirimizin izleri de görülür.
Sarayda büyümesine rağmen aruz vezni ile gazeller, kasideler yazmak yerine hece vezni koşma ve semailer söylemesi, devlet katında âşık edebiyatına verilen değerin ilk müşahhas örneği olarak kabul edilebilir.
“Benim gözüm nûru gönlüm sürürü” mısraının tekrar edildiği koşması bestelemiş olup halen musiki meclislerinde söylenmeye devam edilmektedir.
O, şiirlerinde Kul Mehmed mahlasını kullanmıştır. Kendisi gibi Kul Mehmed mahlasını kullanan 17. yüzyıl âşığı ile bazı şiirleri karışmaktadır.
Her dem yüzüme gül gibi
Gülen dilberün kuluyum
Ben ağladukça yaşumu
Silen dilberün kuluyum
Naz ile salan başını
Oynadup gözü kaşını
Rahmedüp ben yoldaşını
Anan dilberün kuluyum
Soyunup giren koynuma
Rahimsiz gelmez aynuma
Siyah zülfünü boynuma
Salan dilberün kuluyum
Kul Mehemmed eydür ferman
Hastasına eder derman
Benümle her gece mihman
Olan dilberün kuluyum
Siyah ebruların duruben çatma
Gamzen oklarını âşıka atma
Sana gönül verdim beni ağlatma
Benim gözüm nûru gönlüm sürürü
Bir od düşmüş dağlar gibi yanarım
Mâzul olmuş beyler gibi dönerim
Ay efendim senin yolun önlerim
Benim gözüm nûru gönlüm sürürü
Yemeden içmeden külli beriyim
Senden ayrılalı cansız diriyim
Sinem üstünde bir kuru deriyim
Benim gözüm nûru gönlüm sürürü
Öğüttür verdiğim tut benim sözüm
Severim demeye tutmadı yüzüm
Ay efendim benim ay iki gözüm
Benim gözüm nûru gönlüm sürürü
KUL PİRÎ
Hayatı hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Kanunî Sultan Süleyman’ın (1517-1566) şehzadelerinden Bayezid’in, dört oğlu ile birlikte boğdurulması üzerine söylediği ağıt türküsü ile tanıyabilmekteyiz. Babası ile Konya Ovasında yaptığı savaşı kaybeden şehzadenin, İran’a sığınması, onun kurtuluşu olamamıştır. Yapılan bir anlaşma ile Kazvin’de Osmanlılara teslim edilen şehzade Bayezid ile dört oğlunun daha orada iken boğdurulmalarının (23 Temmuz 1562) Anadolu’da uyandırdığı teessürü dile getiren şiir sade bir dille söylenmiştir. Şiirin sekiz heceli mısralarla kurulması da dikkati çekmektedir. (Öztuna, Büyük Türk Tarihi 4, 213-214
Geleneğin aksine Bursa yerine Sivas’a gömülen naaşlar ile ilgili olarak söylediği, “Turna telleriyle başı/Geldi Deli Bayazıd’ın” mısraları, Kul Pîrî’nin o yıllarda Sivas, belki de savaş öncesi şehzadenin idaresinde bulunan Amasya’da oturduğuna bir işaret olarak kabul edilebilir.
Fürkati cümle âleme
Doldı Deli Bâyazıd'ın
Gül gibi güler cemâli
Soldı Deli Bâyazıd'ın
Şimdi Osman beğlerinde
Hakikat yoğ yanlarında
......dağlarında
Kaldı Deli Bâyazıd'ın
Kâfirlerin bedtür işi
Cezâdur mü'mine işi
Turna telleriyle başı
Geldi Deli Bâyazıd’ın
Gelün öğüt alun öğüt
Kahrı çekmek gerek yiğit
Yoldaşlarıyla şehid Oldı
Deli Bâyazıd'ın
Şimdi gâziler önünde
Söylenür uc ellerinde
Küçeği kâfir elinde
Kaldı Deli Bâyazıd’ın
Kul Pîrî söyledi sözin
Hakk'a tutupdurur yüzin
Melekler şehid namazın
Kıldı Deli Bâyazıd'ın
OĞUZ ALİ
Hayatı hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Elimizdeki tek şiiri, ünlü Türk denizcisi Turgut Reis’in ölümü (1565) üzerine söylediği ağıdıdır. Şiirdeki yer adlarına bakarak, Ali’nin de bir denizci olduğu ileri sürülebilir. Şiir, sekiz heceli mısralarla söylenmiş olup yer yer teknik kusurları görülmektedir. Bazı mısraları tam olmayan ağıt, Turgut Reis’in Sultan Süleyman nezdindeki sevgisini de dile getirmesi açısından dikkati çekicidir.
Günümüzün âşıklarından İsmeti Âşıknâme’sinde Oğuz Ali’den de söz etmektedir.
Turgud Paşa eydür beyler
.... şimdi ölüm demiş
Nic'edelim emir Hakk’ın
Ergeç birdir yolum demiş
Gelsün kullarımın hası
Giysün siyah itsün yası
Cerbe ile Trablus'u
Virân olan şanım demiş
Mevlâ'm sılaya gurbete
Düşürdü bizi firkate
Malta ile........
İremedi elim demiş
Oğuz Ali durmaz çağlar
Âlem yasın tutmuş ağlar
Han Süleymân eydür beyler
Büküldü ya belim demiş
OZAN
Hayatı Hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Evvelce 15. yüzyılda yaşadığı kabul edilmekteydi. Şiirinin sekiz heceli mısralarla örülü olması, mahlas olarak aldığı Ozan’ın, daha sonraki yüzyılda “geveze”, “herze söyleyen” gibi anlamlara gelmesi, onun eskiliği için başlıca sebeplerdir. Elimizdeki tek şiirinden hareket ederek, Hakkında bir fikir yürütmemiz mümkün değildir.
Gerçek âşık olanların
Yürecüğü yanar olur
Her cânipten şûriş ile
Şevki odu kanar olur
Esirgen âşık kişiyi
Şefâat imandandürür
Susamışları kandurur
Gözü yaşı tamar olur
Bir devletlü yohsul olsa
Usluyisen gülme ana
Yazıda kaba ağaca
Ulu kuşlar konar olur
Ozan âşıklar sözünü
Söyle âşıklar dinlesün
Er var içinde od yanar
Er var ana çü nâr olur
ÖKSÜZ DEDE
Hayatı Hakkında pek az bilgimiz vardır. Evvelce, şiirleri Öksüz Âşık, Öksüz Ali, Öksüz gibi benzer mahlasları kullanan 17. yüzyılın tanınmış âşığının şiirleriyle birlikte düşünülüyor ve ikisi bir âşık olarak kabul ediliyordu. Günümüzde, Öksüz mahlasım kullanan iki âşığın var olduğu kabul edilmektedir.
III. Murad (1574-1595) zamanında hayatta olduğunu bir şiirinden çıkarabildiğimiz Öksüz Dede, mısralarındaki canlı ifadelerden anladığımız kadarıyla bir yeniçeri şairidir. Safevî Hükümdarı Şah İsmail’in torununun torunu olan Haydar Mirza’nın, görüşmeler yapmak üzere geldiği (14 Ekim 1589) Hasankalesi’nden Osmanlı heyeti tarafından alınıp İstanbul’a götürülüşünü, babasının ağzından anlattığı şiir, hakkındaki en güvenilir bilgidir.
Öksüz Dede’nin elimizde olan 8 ve 11 heceli iki şiirine bakarak canlı tasvirleri ve benzetmeleriyle devrinin önde gelen şairlerinden olduğunu söyleyebiliriz.
Sultan Murad'ın aslanı Acem seyrettin mi geldin Kestin dâvanın arasın Ahd emân ettin mi geldin
Sana olmuş Hak'tan nazar
Bahriler deryada yüzer
Şah evinde inleyüp gezer
Yavrusun kaptın mı geldin
Dün gün çağıram pirlere
Sığındım gerçek erlere
Adı bilinmez yerlere
Kaleler yapdın mı geldin
Be Hakk'ın sevgili kulu
Yardımcın Muhammed Ali
Kalelerin içi dolu
Leşkeri dökdün mü geldin
Ferhad Paşa da bir erdir
Onda hak nazarı vardır
Acem'in erleri kördür
Gülbangın çekdin mi geldin
Be görün serdârın hasın
Acem'e saçmış agusun
Be Şah oğlunun yavrusun
Yuvadan kapdın mı geldin
Çekilüp gelir kervanı
Padişahsın sür devrânı
Sultan Murad'ın evrânı
Acem’i yuttun mu geldin
Acem'i yutmakta kasdı
Abdalların giyer postu
Öksüz Dede der Hak dostu
Allah'tan korktun mu geldin
***
Be bu söyleyen kudret dilidir
Cümle yaradılmış Hakk'ın kuludur
Beylere armağan Şâh'ın gülüdür
İmirza'mı hoşça tutun ağalar
İmirza'mı anan Şâh'ı sevendir
Meydanda oynanan toptur çöğendir
Üsküfü alnında yavru doğandır
İmirza'mı hoşça tutun ağalar
Değme baba kıyar mola oğluna
Saldı gariğliğe bakar yoluna
Bizden selâm olsun Osmanoğlu'na
İmirza'mı hoşça tutun ağalar
Alnıma yazılan kara yazıdır.
İmirza'mı babanın iki gözüdür
Sarayda beslenmiş körpe kuzudur
İmirza'mı hoşça tutun ağalar
Kanı benim şenlerim nökerim
Yedi yıldır ben bu derdi çekerim
Zebun oldum dört yanıma bakarım
İmirza'mı hoşça tutun ağalar
Ferhad Paşa elimize geldi hay
Yenemedim yavrucağım aldı hay
Hasretimiz kıyamete kaldı hay
İmirza'mı hoşça tutun ağalar
Akar gözlerimden kan ite yaşım
Dün ü gün hasretlik çekmedir
İşim Hem ehlim ayâlim oğlum yoldaşım
Şunları da hoşça tutun ağalar
Öksüz Dede durmaz söyler sözünü
Hakka doğru tutup gider özünü
Bizim için öpün iki gözünü
İmirza'mı hoşça tutun ağalar
Türk Şiiri Özel Sayısı III (Halk Şiiri), Türk Dili, sayı: 445-450/Ocak-Haziran 1989