Toplumu derinden etkileyen tarihî ve sosyal olayları anlatan uzun manzum hikâye.
Âşık edebiyatı ve mûsikisinde bir nazım şeklinin de adı olan destan kelimesinin aslı Farsça dâstândır. Batı dillerinde bunun karşılığı olarak, Grekçede şairlerin saz eşliğinde söyledikleri şiirlere verilen epos adından türetilen epopee (epopoeia) kullanılır. Destan "hikâye, masal, sergüzeşt, manzum hikâye (kıssa), vak'a, tarih, roman ve hayvan masalı (fabl)" gibi anlamlara da gelmektedir.
İnsanları yakından ilgilendiren hemen her olay destan konusu olabilir. Daha çok yaratılış, toplum vicdanında iz bırakan savaşlar, bir şahıs veya bir milletin kahramanlıkları ve tabii âfetler, hikâye dışından katılan öğüt, kıssa, masal ve epik karakterli biyografik bilgilerle zenginleştirilerek genellikle anlatıma dayalı manzumeler şeklinde destana dönüştürülür. Türk edebiyatında destan kelimesini XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın başından itibaren Rıza Nur, M. Fuad Köprülü ve Zeki Velidi Togan Türkoloji alanındaki çalışmalarında leğende (efsane) veya Ğpopee karşılığında kullanmaya başladılar. Böylece destan kavramı yeni bir mahiyet kazanarak Türkler'in Müslüman olmadan önceki tarih, dil ve edebiyatının incelenmesinde bir çıkış noktası oldu. Schiefner, Radloff ve Potanin gibi bilginlerin araştırmaları Türkler'in ilk destan dönemlerini aydınlattı. Ziya Gökalp'in Türk Töresi (İstanbul 1339) ve Türk Medeniyeti Tarihi (İstanbul 1341) adlı eserlerinde menkıbe ve üstûre kelimelerini kullanmasına rağmen destan epopee karşılığı olarak yaygınlık kazandı; Fuad Köprülü ise "millî destan" sözünü tercih etti.
Edebiyat nazariyecileri ve araştırmacılarına göre destanda bulunması zorunlu başlıca unsurlar tek, toplu, kahramanca ve gerçeğe benzemekle birlikte hârikalarla dolu bir olay ile toplumun ilgisini çeken bir şahıstır. Ayrıca ikinci derecedeki şahısların da belirgin olması, mutlaka metnin şiirsel bir anlatım karakteri taşıması ve esas konunun anlatıldığı bölümlerin yanında çeşitli epizotlarla bir bitiş kısmı ihtiva etmesi gerekmektedir. Bunlardan başka dil, muhayyile ve nazım güçlü, hayaller canlı, duygular yüksek olmalı, bir bütünlük içinde ve samimi bir şekilde döneminin sosyal ruhunu aksettirmelidir. Destanlar yapılarına göre tabii ve sunî olmak üzere başlıca iki grupta incelenmektedir. Ayrıca halk hafızasında canlı tutulan olayların bir şair tarafından derlenerek nazma çekilmesi sonucu ortaya çıkmış, konularını belirli bir milletin hayatından alan destanlar vardır ki bunlara da muhtevaları bakımından millî destan denilmektedir.
İnsanoğlu ilk çağlardaki birçok tabii ve toplumsal olayın gerçek sebeplerini, kaynaklarını ve etkilerini tam anlamıyla bilemediği için belli bir inanca yönelmiş ve bunun sonucunda mitos (mythos) adı verilen ilk efsaneleri meydana getirmiştir. İlk mitoslara sürekli biçimde eklenen yeni olay ve kahramanlar zamanla belirli motif ve kişilere dönüştürülmüş, ayrıca ilâhî vasıflarla donatılmıştır. Destan kahramanlarının bazı özellikleriyle ilâhî bir güce sahip oldukları kabul edilir; buna rağmen hareketleri, duyguları, düşünceleriyle insan hüviyetinde kalmaları ve insan kaderini yaşamaları destana beşerî bir öz kazandırmış, bu da onun her dönemde önemini koruyarak ilgiyle karşılanmasını ve uzun bir süreçte tamamlanmasını sağlamıştır. Bunun sonucunda destanların genellikle üç dönemde oluştuğu görülmektedir. 1. Doğuş. Milletin ortak şuurunda ve hayal gücünde iz bırakan birtakım tarihî ve sosyal olaylar meydana gelir, bunlarda rol alan bazı kahramanlar yüceltilerek ön plana çıkarılır. 2. Yayılış. Olay ve kahramanlarına yenileri eklenerek destan bölgeden bölgeye ve kuşaktan kuşağa geçer. 3. Yazıya geçiriliş. Bu dönemde sözlü geleneği bilen güçlü bir şair ortaya çıkar ve destanı bir şiirler bütünü halinde nazma çeker. Eski Yunanda Homeros'un İlyada ve Odysseia destanları bu süreçten kalan en eski örneklerdir. Bazan da halkın muhayyile ve hafızasındaki dağınık destan malzemesi ilmî usullerle toplanır; Finlilerin Kalevala'sı Elias Lönnrot tarafından bu şekilde ortaya çıkarılmıştır. Ancak dünya edebiyatındaki destanların büyük bir çoğunluğunun şairi, nazma çekeni veya düzenleyicisi belli değildir.
Destanlar toplum vicdanının sesi olduklarından millî şuuru güçlendiren ve millî dayanışmayı sağlayan önemli eserlerdir. Ortak şuurla teşekkül eden ülkü ve gelenek gibi toplumu canlı tutan unsurlar, destanlarda bir hayat görüşü ve felsefesi olarak soylu ya da yönetici sınıftan gelen destan kahramanının şahsında dile getirilir. Bu yönüyle destanlar milletlerin soy özellikleri, sosyal yapıları, ülküleri, millî değerleri, gelenek ve görenekleri üzerinde yapılacak araştırmalarda ilk temel kaynağı teşkil ederler.
Türk Edebiyatında Destan.
Türk milletinin bir bütün olarak zamanımıza ulaşmış büyük destanları yoktur: ancak yabancı kaynaklarda yer alan bazı destan parçalan bulunmaktadır. M. Fuad Köprülü, şimdiye kadar yapılan etnografya ve tarih incelemeleri sonucu Sibirya'dan Akdeniz kıyılarına kadar yayılan ve çok uzun bir tarih içinde çeşitli destan devirleri geçiren Türkler'in de bir millî destanı olduğu kanaatindedir (Türk Edebiyatı Tarihi, s. 42). Türk destanlarına ait çeşitli parçalar Çin, Fars, Moğol ve Arap kaynaklarında bulunmaktadır. Özellikle Firdevsi’nin Şehnamesi Reşîdüddin'in Cami'u't-tevârîh'i ve Melik Atâ Cüveyni'nin Târîh-i Cihângüşa'sı. Mes'ûdî'nin Mürûcü'z-zeheb"i Türk destanlarına ait en eski kayıtları taşıyan eserlerdir. Bunların dışında Kâşgarlı Mahmud'un Dîvânü Lugâti't-Türk, Yazıcıoğlu Ali'nin Selçuknâme, Ebülgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türk ve Şecere-i Terâkime adlı Türkçe eserleri de diğer önemli kaynaklardır.
İşledikleri konulara göre Türk kültür ve edebiyatındaki destanları şu başlıklar altında ele almak mümkündür:
Millî Destanlar. Türk milletinin tarih öncesi denilebilecek çok eski çağlarda yaşadığı din, fazilet ve kahramanlık olayları etrafında teşekkül eden destanlardır. Genellikle bu tür destanlarda halk muhayyilesi kahramanlık, sadakat, merhamet, aşk, hainlik gibi beşerî hasletlerin her birini destandaki bir kişiye temsil ettirir. Bir gün büyük bir şair çıkarak halkın meydana getirdiği bütün efsaneleri toplayıp birleştirir ve kendi üslûbu ile edebî bir form içinde millî destanı oluşturur. Kırgızlar'ın nazma çekeni bilinmeyen Manas destanı bu türdendir.
Dinî Destanlar. Türk kültür ve edebiyatında daha ziyade Türkler'in Müslüman olmasından sonra ortaya çıkan destanlardır. İslâmiyet'in kabulünü takip eden yıllarda eski Türk destanlarında yüceltilen alp tipinin yerini gazi tipi alır ve özellikle Anadolu'da doğan yeni destanlarda bu tipin önemli bir yer tuttuğu görülür. Dârülcihad denilen sınır boylarında yaşayan sınır muhafızları bu dönemde Müslüman Türkler'in âdeta prototipleridir. "İ'lâ-yi kelimetullah" ideali için cihad eden bu kahramanların asırlarca süren mücadeleleri sonucu onların şahsında ve çevresinde yeni yeni destanlar teşekkül etmiştir. Bunların en tanınmışları Battal Gazi, Satuk Buğra Han ve Dânişmend Gazi destanlarıdır.
Kahramanlık Destanları. Türkler'in İslâmiyet'i kabulünden önce ve sonra örnekleri bulunan bu türdeki destanlar halka sahip çıkan, onlara liderlik eden, haklarını koruyan, gerektiğinde tek başına mücadele veren kahramanlar etrafında oluşur. Destanlarda yer alan kahramanları halk muhayyilesi zamanla idealleştirir. Aynı zamanda milleti temsil eden bu kahramanların yanı sıra çeşitli özellikleriyle destanlarda yer alan diğer kişiler de şöhret kazanırlar. İslâmiyet'ten önce Alp Er Tonga destanı ve Oğuz Kağan destanı, İslâmiyet'ten sonraki dönemde ise Köroğlu destanı bu türdendir.
Halk Destanları. Bir toplumu derinden etkileyen çeşitli olaylarla hayat sahnelerini, halkın duygu ve düşünceleri çerçevesinde ve halk diliyle anlatan manzumelerdir. Genellikle bir ezgi eşliğinde söylenen bu destanlar konuları yönünden şu gruplarda toplanabilir: Savaş destanları; deprem, yangın, salgın hastalık gibi olaylarla ilgili âfet destanları; eşkıyaların ve ünlü kişilerin hayat maceralarını anlatan destanlar; mizahî destanlar; toplumsal taşlama ya da yergi mahiyetindeki destanlar: öğüt (atasözü) destanları; hayvan destanları; yaş (ömür) destanları (geniş bilgi için bk. Dilcin, s. 315-333). Bu genel konular dışında özel ve şahsî durumlarla ilgili olayları anlatan destanlar da vardır.
Bugüne ulaşan destan parçaları ve destanî eserler, Türkler'in Müslümanlığı kabul etmeden önce zengin bir destan edebiyatına sahip olduklarını göstermektedir. Türk destanları coğrafî, tarihî ve kavmî dairelere göre gruplandırıldığı gibi İslâmiyet'ten önceki ve sonraki destanlar şeklinde de gruplandırılmaktadır.
A) İslamiyet'ten Önceki Türk Destanları
Yaratılış Destanı. Radloff tarafından Altay Türkleri arasından derlenen bu destan, dünyanın yaratılışı hakkında Türkler'in inanışını ortaya koymaktadır.
Alp Er Tonga Destanı. Şehnamede Efrâsiyâb adıyla geçen Alp Er Tonga, Orta Tien Şan'da kurulan ve milâttan önce IV. yüzyıla kadar devam eden Saka Devleti'nin hükümdarıdır. Dîvânü lügati't-Türk'te bu destandan bazı parçalar. Şehname ile Kutadgu Bilig'de de hakkında verilmiş bazı bilgiler bulunmaktadır.
Şu-Saka Destanı. İlim adamları arasında, Dîvânü lugâti't-Türk'te Türkmen ve Kalaç kelimelerinin açıklanması münasebetiyle anlatılan menkıbenin bir destan parçası olduğu görüşü yaygındır. Bu kısımda Büyük İskender'in veya daha önce yaşamış bir Aryânî kralının doğu seferiyle bu sefer sırasında Saka Türkleri'nin ve Hükümdar Şu'nun yaptıklarından bahsedilmektedir.
Oğuz Kağan Destanı. Gerek Oğuz Kağan'ın şahsiyeti gerekse bu destan hakkında değişik görüş ve yorumlar bulunmaktadır. Bahaeddin Ögel destanın aslını teşkil eden efsanenin, Oğuz Kağan olduğu sanılan Hun Hükümdarı Mete'den önce Orta Asya'da yaşadığını belirtirken [Türk Mitolojisi Kaynakları, s 11) M. Fuad Köprülü destanın Alp Er Tonga'nınkinden sonra en eski Türk destanı olduğu görüşündedir (Türk Edebiyatı Tarihi, s. 48). Bugün bilinen destan, aslında Oğuznâme de denilen çok geniş bir destanın veya destan dairesinin parçalarıdır. Bu dairenin önemli bir bölümü de Dede Korkut Kitabım oluşturmaktadır. Dede Korkut hikâyelerinin XIII. yüzyılda veya XIV. yüzyılın ilk yıllarında "Oğuznâme" adıyla bir kitap halinde var olduğu. İran ve Anadolu Türkleri arasında okunup dinlendiği kabul edilmektedir. Dede Korkut hikâyeleriyle ilgili bir başka görüş de bu yüzyıllarda yaşayan Oğuz menkıbe, masal ve destan motifleriyle eski halk destanlarının toplanıp o dönemin an'anesine göre mensur olarak yazıldığı şeklindedir. Nesir özellikleri bakımından destanî karakterde olan Dede Korkut Kitabı, tekniği ve şekli itibariyle bir mensur hikâyeler külliyatıdır.
Kurttan Türeyiş Destanı. Çin kaynaklarında bu konuda üç ayrı efsane vardır. Bunların ikisinde, düşmanlarına mağlûp olan Göktürkler'den eli ve ayağı kesilmiş bir çocuğa bir kurdun bakması ve onunla evlenerek yüz veya on erkek çocuk doğurması; diğerinde ise Hunlar'ın kuzey bölgelerinde yaşayan on sekiz kardeşin en büyüğünün kurttan doğması, bu kardeşlerin ve bunlara bağlı halkın düşmanlar tarafından öldürülmesiyle geriye yalnız kurttan doğan büyük kardeşin kalması anlatılmaktadır.
Ergenekon Destanı. Bu destanın kaynağı Reşîdüddin'in Câmi'u't-tevârîh"dir. Ebülgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türk'ünde de kayıtlı olan bu destana göre Göktürkler düşmanlarla savaşır ve sonunda yenilirler. Düşman büyükleri kılıçtan geçirir, küçükleri alıp götürür. İl Han'ın oğlu Kıyan ile yeğeni Negüz, hanımları ile birlikte geride kalan deve, at, öküz, koyun ve diğer malları alarak sarp ve etrafı kayalarla çevrili bir yere sığınırlar, burada yıllarca yaşar ve çoğalırlar. Ergenekon adını verdikleri bu yere sığmaz olunca kayaların arasında bulunan bir demir damarını eritip açılan yoldan dışarı çıkar ve böylece yeni yurtlar edinerek hakanları Börte Çene'nin hâkimiyetinde varlıklarını sürdürürler. Ergenekon, Türkler'in demircilik an'anesini gösteren önemli bir destandır.
Türeyiş ve Göç Destanı. Çin ve İran kaynaklarında yer alan bazı parçalar Uygurlar'ın bir türeyiş destanının bulunduğunu göstermektedir. Buna göre Karakorum çaylarından sayılan Toğla ve Selenge ırmaklarının arasında iki ağaç vardır. Bu iki ağacın arasına bir gün gökten bir ışık iner. Uygurlar oraya yaklaştıkları sırada çok tatlı bir müzik sesi duymaya başlarlar. Her gece ışık inmeye devam eder. Uygurlar bir gün ayrı ayrı kurulmuş beş çadır ve her çadırda bir çocuk görürler. Çocukları alır, büyütür ve onlara büyük saygı gösterirler. Bu çocuklardan Bögü Tegin'i hanlık tahtına oturturlar. Bögü Han'ın soyundan gelenlerden Yülun Tigin, Çinliler'le aralarındaki savaşa son vermek için Çin prenseslerinden biriyle evlenir. Çinliler buna karşılık Karakorum'un kudret ve zenginliğinin kaynağı olarak gördükleri Kutluğdağ'ı Tigin'den isterler ve dağ kendilerine verilince de onu parçalayıp götürürler. Bir süre sonra memleketin başına türlü felâketler gelir ve kağanlar arka arkaya ölür. Bunun üzerine canlı cansız her şey "göç, göç, göç" demeye başlar ve sonunda Uygurlar Turfan'a göç etmek zorunda kalırlar. Ayrıca Uygurlar'ın kurttan türeyişlerini ve Mani dinini kabul edişlerini anlatan başka destan parçaları da vardır.
Manas Destanı. Kırgızlar'a ait olan bu destanın devri hakkında araştırmacılar farklı görüşlere sahiptir. M. Fuad Köprülü, Kâşgarlı Mahmud zamanında henüz teşekkül etmediği, daha sonra Cengiz devrinden önce oluştuğu kanaatindedir [Türk Edebiyatı Tarihi, s. 158-159). Bazı araştırmacılar ise daha eski bir dönemde, IX. yüzyılda Kırgızlar'ın Yenisey ve Minusin bölgelerinde yaşadıkları yıllarda Uygurlar ve Çinliler'le yaptıkları savaşlar sırasında oluşmaya başladığını, XVI ve XVII. yüzyıllarda Kırgızlar'la Kalmuklar (Budist Batı Moğolları) veya Müslüman Orta Asya kavimleriyle Kalmuk ve Çinliler arasında cereyan eden kanlı savaşlar sırasında da bünyesine yeni unsurlar alarak zenginleştiğini, böylece yeniden teşekkül etmiş olduğunu ileri sürmektedirler. Daha sonra, özellikle XIX. yüzyılda İslâmî unsurlarla beslenen destan, Müslüman alplerle kâfir Kalmuklar arasındaki mücadelelerin ve iç çatışmaların yer aldığı yeni bir çatı kazanmıştır. Manas destanı, en eski Türk destan ve mitolojisinden derin izler taşımakla beraber müstakil bir yapıya sahiptir ve tamamı manzum olan uzun metinde (500.000 mısradan fazla) Kırgızlar'ın iç ve dış düşmanlar, Kalmuklar, Çinliler, yer yer de Uygurlar ve diğer Orta Asya Türk kabileleriyle yaptıkları hürriyet mücadelesini derin bir vatan ve millet sevgisi içinde dile getirir; ayrıca Kırgızlar'ın etnografyası, âdet ve inançları hakkında da bilgiler verir. Destanda bütün Türk boyları için büyük değer taşıyan dil, edebiyat ve tarih malzemeleri de önemli bir yer tutmaktadır.
Cengiznâme. Orta Asya Türkleri arasında çok yaygın olan Cengiznâme veya Dâsitân-ı Nesl-i Cengiz Han, Cengiz Han ile atalarının efsanevî hayatlarını hikâye eder. İslâm ve Moğol kaynaklarında bulunmayıp yalnız çok eski Çin yıllıklarında görülen bazı destan motiflerinin yer aldığı Cengiznâme'ye göre Cengiz'in atalarından biri olan Doyunbayan, annesi Ulamelik Körklü'nün güneş ışığından hamile kalması sonucu doğmuştur. Diğer bir motif de Cengiz'in annesi Alangua'nın, kocası öldükten sonra ışık olup yanına giren bir bozkurttan hamile kalması ve bunun sonucunda Cengiz'in doğması şeklindedir. Cengiznâme'nin elde mevcut en eski yazması XVI. yüzyıla aittir ve 1819'da Kazan Üniversitesi Doğu Bilimleri Fakültesi mensuplarından Halfin tarafından yayımlanmıştır. Orenburg Arkeoloji Kurumu tarafından Rusçaya çevrilerek yayımlanan Kazakça bir yazmasından başka destanın XVIII. yüzyıldan kaldığı tahmin edilen bir nüshası da Paris Bibliotheque Nationale'de bulunmaktadır (Suppl. Turc, nr. 148).
B) İslâmî Dönem Türk Destanları.
Satuk Buğra Han Destanı. İlk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılar'ın İslâmiyet'i kabul eden birinci hükümdarı Abdülkerim Satuk Buğra Han'ın (ö. 344/955-56) kişiliğini, İslâm dinini kabulünü ve İslâmiyet'i yaymak için gösterdiği fedakârlıklarla kerametlerini anlatan menâkıbnâme özelliğinde bir destandır.
Battal Gazi Destanı. Battalnâme diye de anılan bu destan, tarihî bir şahsiyet olan Battal Gazi'nin (ö. 122/740 |?|) menkıbevî hayatını, Anadolu'ya yerleşen Müslüman Türkler'in gözüyle aksettiren destanlaşmış bir halk hikâyesidir.
Dânişmendnâme. Dânişmend Gazi destanı olarak da anılır. Anadolu'da Dânişmendliler'in kurucusu Dânişmend Gazi'nin (ö. 477/1085 |?|) adı etrafında teşekkül etmiş ilk kahramanlık menkıbesidir. Kahramanları Türk menşeli olmayan Battalnâme ve Ebû Müslimnâme gibi iki büyük destanî hikâyeden sonra aynı daireye giren, fakat kahramanı Türk olan mensur bir eserdir.
Saltuknâme. Sarı Saltuk'un (XIII. yüzyıl) menâkıbını anlatan ve Dânişmendnâme gibi mensur olan eser, Cem Sultan'ın arzusu üzerine XV. yüzyıl sonlarında Ebülhayr Rûmî tarafından kaleme alınmıştır. Türkler'in Rumeli'ye yerleşmelerini ve İslâmiyet'i yaymalarını anlatan Saltuknâme, yeni bir ülkenin yurt tutulması ve Müslümanlaştırılması konusunda yazılan Battalnâme, Dânişmendnâme, Hamzanâme grubundan destanî bir halk hikâyesidir. Bu özelliğinden dolayı dil, tarih ve folklor malzemesi bakımından oldukça zengindir.
Köroğlu Destanı. İslâmî dönemde meydana gelmekle beraber dinî bir özellik taşımayan bu destan, bütün Türk boyları arasında yaygın olan zengin bir külliyata sahiptir. Destan kahramanı Köroğlu ve destanın menşei hakkında çok çeşitli görüşler vardır. Faruk Sümer, arşiv vesikalarına dayanarak Köroğlu'nun XVI. yüzyılda Anadolu'da yaşadığını ortaya koymuştur (TDA, s. 9-46). Köroğlu destanının birçok kolu vardır; ayrıca Gürcü, Ermeni ve Tacikler arasında da Köroğlu'nun şiirleri Türkçe olarak söylenmektedir. Köroğlu bu destanda hem kahraman bir cengâver, hem de saz çalıp şiir söyleyen bir âşıktır. Bu durum, birden fazla Köroğlu'nun aynı kişinin şahsında birleştirildiği ihtimalini düşündürmektedir. Ancak Köroğlu destanı kollarının hepsinde olaylar birbirine bağlanarak belirli bir şema içinde anlatılmakta ve destan daireleri devam etmektedir.
Önemini giderek kaybeden destan geleneği günümüz Türkiye'sinde kısmen yaşamakta, eski destanlar halk arasında zaman zaman söylendiği gibi az da olsa toplumu etkileyen bazı mutlu olaylar ve sel, deprem gibi felâketler halk şairlerince destan haline getirilerek bastırılmaktadır. Bunlar aynı zamanda destanı ezgiyle söyleyen kimseler tarafından özellikle halkın toplu bulunduğu yerlerde okunarak satılmaktadır. Ayrıca bazı tanınmış yazar ve şairler, daha çok önemli tarihî olayları yeniden nazma çekerek sunî destan tarzında eserler meydana getirmektedirler. Türk edebiyatında bu şekilde kaleme alınmış birçok destan vardır. Meselâ Rıza Nur, Oğuz Kağan destanını öteki Türk destanlarından alınan parçalarla zenginleştirerek Oughouznâme adıyla neşretmiştir (Kahire 1928). Gerçek anlamda Ergenekon'dan çıkıştan Oğuz Kağan'ın ölümüne kadar destanî Türk tarihinin nazma çekilmesiyle oluşan bu eser 6100 mısradan fazladır. Halûk Nihat Pepeyi'nin Çanakkale (Ankara 1938) ve Millî Mücadele Destanı (İstanbul 1940), Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın Üç Şehitler Destanı (İstanbul 1949) ve İstiklâl Savaşı (İstanbul 1951), Mehmed Çavuşoğlu'nun Ulubatlı Hasan Destanı (İstanbul 1959), Yahya Kemal Beyatlı'nın "Selimnâme" (Eski Şiirin Rüzgârıyla adlı eserin içinde, İstanbul 1962), M. Necati Sepetçioğlu'nun Yaradılış ve Türeyiş (Ankara 1965), N. Yıldırım Gençosmanoğlu'nun Malazgirt Destanı (İstanbul 1971), Basri Gocul'un üç kitaptan oluşan Oğuz-lama (Bursa 1971) adlı eserleri Cumhuriyetten sonra kaleme alınmış sunî destanların en önemlileridir. Bilhassa Basri
Gocul, 10.274 mısradan oluşan Oğuzlama adlı eseriyle bu türün oldukça başarılı bir örneğini ortaya koymuştur.
BİBLİYOGRAFYA:
Diuânü Lugâti't-Türk Tercümesi, I, 159, 160, 343, 466, 486; III, 413 vd.; Burhân-ı Kâtı' Tercümesi (İstanbul 1212), s. 273; Tahir-ül Mevlevi, Edebiyat Lügati, İstanbul 1973, s. 34; G. Vapereau. Dictionnaire CJniuersal des Litteratüre, Paris 1876, s. 716-718, 1463-1464; Ebü'l-Gâzî Bahadır Han, Şecere-i Türk (nşr. Rıza Nur), İstanbul 1925; Ziya Gökalp, Türk Töresi, İstanbul 1339, s. 57 vd.; Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi (İstanbul 1981), s. 42, 48, 158-159; a.mlf., "Anadolu Selçukluları Tarihinin Yerli Kaynakları", TTK Belleten, VII/28 (1943), s. 425 vd.; Ali Canip [Yöntem], Epope, İstanbul 1927, s. 1-23; Ahmet Rasim, Muharrir Bu Ya, İstanbul 1928, s. 247-257, 277-282; Rıza Nour, Oughouzname, Kahire 1928; Çankırılı Ahmet Tal'at. Halk Şiirlerinin Şekil ve Heui, İstanbul 1928, s. 62 vd.; Pertev Naili [Boratav], Köroğlu Destanı, İstanbul 1931, tür.yer.; Hüseyin Namık Orkun. Oğuzlara Dair, Ankara 1935, s. 135; a.mlf.. Türk Efsaneleri, İstanbul 1943, s. 74; W. Bang - G. R. Rahmeti, Oğuz Kağan Destanı, İstanbul 1936; M. Fahrettin Kırzıoğlu. Dede Korkut Oğuzna-meleri, İstanbul 1952; Erol Urfalı. Türk Destanları Bibliyografyası (mezuniyet tezi, 1967), İÜ Ed.Fak. Tarih Bölümü, Genel Kitaplık, nr. 905; Georges Dumezil, Mythe et epopĞe, Paris 1968-73, I-III; Hikmet Dizdaroğlu, Halk Şiirinde Türler, İstanbul 1969, s. 91-101; Cahit Tanyol. Kuruluş ve Fetih Destanı, İstanbul 1969; M. Necati Sepetçioğlu, Yaratılış ve Türeyiş, İstanbul 1969; Banarlı, RTET, I, 1-39; Behçet Kemal Çağlar, Malazgirt Zaferinden İstanbul'un Fethine, İstanbul 1971; Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi Kaynakları ve Açıklamaları ile Destanlar, Ankara 1971, tür. yer. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Malazgirt Destanı, İstanbul 1971; A. Zeki Velidî Togan. Oğuz Destanı, Reşideddin Oğuznamesi, Tercüme ve Tahlil, İstanbul 1972; Abdülkadir İnan. Manas Destanı, İstanbul 1972; Faruk Sümer. Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri Bey Teşkilâtı - Destanları, Ankara 1972, s. 373-422, 532; a.mlf.. "Oğuzlara Ait Destanî Mahiyetde Eserler", DTCF, XVU/3-4 (1961), s. 359-456; a.mlf., "Köroğlu, Kizîroğlu Mustafa ve Demircioğlu ile İlgili Vesikalar", TDA, sy. 46 (1987), s. 9-46; Ali Öztürk. Çağları içinde Türk Destanları (baskı yeri yok), 1980, tür. yer.; a.mlf.. Türk Anonim Edebiyatı, İstanbul 1985, s. 170 vd.; Cem Dilcin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara 1983, s. 315-333; Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar - 3: Tip Tahlilleri, İstanbul 1985, s. 204; Abdülkadir İnan, Makaleler ve İncelemeler, Ankara 1987, 1, 69 vd.; II (1991), s. 199 vd.; Ahmet Şükrü Esen. Anadolu Destanları (haz. Pertev Naili Boratav), Ankara 1991; M. F. Grenard, "Satuk Buğra Han Menkıbesi ve Tarihi" (trc. Osman Turan), Ülkü, sy. 74, İstanbul 1939, s. 145-154; sy. 79 (1939), s. 47-52; sy. 80 (1939). s. 153-160; sy. 82 (1939), s. 343-350; sy. 83 (1940), s. 429-436; Faruk K. Timurtaş, "Türk Destanları", TK, sy. 33 (1965), s. 577-582; Şükrü Elçin. "Türk Dilinde 'Destan' Kelimesi ve Mefhumu", a.e„ sy. 61 (1967), s. 158-167; Sadık Tural Kemaloğlu, "Milli Destanlarımız Üzerine", a.e., sy. 90 (1970), s. 388-399; Kemal Eraslan. "Manzum Oguznâme", TM, XVIII (1976), s. 169-246; Kâzım Yetiş. "Başını Vermeyen Şehit Destaru", KAM, Vll/4 (1978), s. 52-68; Yusuf Çotuksöken - M. Sabri Koz, "Destan", TDEA, II, 263-271; Yavuz Akpınar, "Manas Destanı", a.e., VI, 130-133; Ahmet Yaşar Ocak. "Battal Gazi", DİA, V, 204-205; a.mlf., "Dânişmendnâme", a.e., VIII, 478-480.
Kâzım Yetiş
DESTAN-2
Âşık Edebiyatı ve Mûsikisinde Destan. Cemiyet hayatında meydana gelen büyük olaylar üzerine hece vezniyle ve koşma tarzında düzülen, belli bir ezgiyle çalınıp söylenen uzun manzumelere destan denir. Âşık edebiyatı nazım şekillerinden olan destanın âşık fasıllarında önemli bir yeri vardır (bk. Âşık; Âşık EDEBİYATI). Manzum hikâye tarzında olan destanlar genellikle yedili, sekizli, on birli hece vezniyle ve kolay bir beste ile söylenir. Destan bu özelliğinden ötürü Batı şiirindeki halatlara benzer. Bazı araştırmacılar destanların on iki kıtadan az olmaması gerektiğini söylerse de umumiyetle bu sayı üç ile 100 dörtlük arasında değişmekte, bazan 100 dörtlüğü aşan destan örneklerine de rastlanmaktadır. Fakat dinleyicileri sıkmamak için özellikle meclislerde okunan destanların uzun olmamasına dikkat edilir. Destan bir kişi tarafından okunabileceği gibi iki kişinin karşılıklı birer kıta söylemesi şeklinde de okunması mümkündür. Toplumu derinden etkileyen olayları, çeşitli hayat sahnelerini halk dili, halk duygu ve düşüncesiyle anlatan bu manzumeler, dörtlük sayısının çok oluşundan dolayı koşma ve türküye göre şiir gücü bakımından daha zayıftır.
Günümüze ulaşan en eski destan örnekleri XVI. yüzyıldan kalmış olmakla beraber Türk edebiyatında bu türde çok eski bir destan geleneği olduğu bilinmektedir. Şekil bakımından Anadolu'da görülen destanlara çok benzeyen Dîvâni! Lügati't -Türk'teki yedili ve sekizli hece vezniyle söylenmiş manzumeler destan geleneğinin eldeki en eski örnekleridir. On birli hece vezniyle söylenen destanlar ise Anadolu âşık edebiyatında yaygınlık kazanmıştır.
XVI ve XVII. yüzyıllarda hemen hemen koşma uzunluğunda tertiplendiği halde
XVIII. yüzyıldan itibaren dörtlük sayısı artan destanların başlangıçtaki en önemli özelliği, düşman üzerine yürüyen Türk-İslâm ordularını tavsif edişidir. İmparatorluğun her tarafından gelen çeşitli ordular birer birer sayılarak Osmanlı ordusu çok heybetli gösterilir, fethe çıkan bu orduya çeşitli tarikatlara mensup on binlerce dervişin pîrleriyle birlikte katıldığı bilhassa zikredilirdi. Bu destanların diğer bir özelliği de başta Hz. Peygamber olmak üzere ashabın, evliyanın, bütün eski ve yeni kahramanların çok muhteşem bir ruh ordusu halinde askerin önünde fethe katıldığının önemle belirtilmesidir. XVIII. yüzyılda Âşık Rûhî'nin "Prut Destanı", Âşık Mustafa'nın "Moskof Destanı", XIX. yüzyılda Âhû mahlaslı bir saz şairinin "Önünce" redifli destanı, Sürûrî'nin "Yürüdü Destanı", Hayali'nin "Silistre Destanı" bunların en önemlileridir (geniş bilgi için bk. Banarlı, RTET, II, 723, 798,848-851).
Cumhuriyetten sonra Anadolu'nun çeşitli yörelerinde yapılan halk mûsikisi derleme çalışmalarında savaş, deprem, yangın, salgın hastalık, kıtlık, kuraklık, göç gibi olayların yanında XIX. yüzyılın sonlarından itibaren güldürü, taşlama, tenkit, öğüt ve hiciv unsurlarının hâkim olduğu destanlara da rastlanmıştır. Ayrıca şehir, kasaba ve köy destanları, halk arasında yaşayan bekçi, berber gibi çeşitli meslek erbabı, halk gelenekleri ve sosyal düzenle ilgili konularda yazılı ve ezgili destanlar da görülmüştür. "Pire Destanı", "Saat Destanı" gibi tekerleme tarzındaki uzun manzumeler de bazı edebiyat araştırmacıları tarafından destan türüne dâhil edilmektedir.
Âşık mûsikisinde destanlar özel ezgi kalıplarına göre okunur, güfteler de bu melodi kalıplarına döşenir. Konunun ifade tarzına göre zaman zaman farklı melodi kalıpları da kullanılır. Meselâ Erzurum-Kars yöresi âşıkları tarafından icra edilen destanlar bilhassa "destanî havaları (makamları)" ile okunur. Eskiden İstanbul'da ve Anadolu'nun birçok yöresinde mahalle mahalle dolaşarak yanık ezgilerle destan okuyan kişilere günümüzde çok az da olsa rastlanmaktadır.
Destan güftelerinde nazım birimi genellikle dörtlüktür. Bu dörtlükler zaman zaman birbirine bağlandığında melodik biçim genişler. Bazan da kıtalar arasında kullanılabilen saz melodileri (ayak) beyitler arasına da serpiştirilir. Ayaklar çok defa birkaç ölçüyü geçmeyecek uzunluktadır. Destanlarda her mısraın okunuşundan sonra diğer mısraa geçmek için sazla bir köprü yapılır. Bu köprü daha çok serbest gezintiler şeklindedir.
Destanlar genellikle uzun hava tarzında serbest bir ritimle, konuşma diline yakın bir şekilde ve saz eşliğinde icra edilir. Ancak saza ihtiyaç duymayan destan okuyucuları da vardır. Bazan kemence veya kemane gibi değişik enstrümanlar eşliğinde okunan destanlar görülmektedir. Serbest ritimli destanlarda sazla giriş melodilerine "destan ayağı" denir ve bunlar çok defa ritimli olur.
Serbest ritimli destanların yanı sıra usullü destanlar da vardır. Bu destanlarda ayak kullanımları daha çok dörtlükler arasında veya birden fazla kıtanın ardarda birbirine bağlı olarak okunması durumunda anlatıma uygun düşecek bir bölümde yapılır. Çoğunlukla aksak olmayan ritimlerin tercih edildiği usullü destanlarda anlatım gücünü arttırmak için hareket, mimik ve nüans kullanılır. Bilhassa âşıkların icralarında saz, ezgi, raks, mimik ve nüanslar destana etkileyicilik kazandırdığından büyük önem taşır. Bazan bağlantı mısraları ilâve edilerek biçimi değiştirilen güftenin başlangıç, orta veya bitiş bölümlerinde anlamlı veya anlamsız terennümler kullanılır. Zaman zaman cinas sanatına da yer verilen destanların son dörtlüğünün birinci veya dördüncü mısraında destan şairinin adı veya mahlası söylenerek destana kimlik kazandırılır.
Gazetelerin henüz yaygın olmadığı dönemlerde çeşitli olaylar hakkında halka bilgi vermek için destanlar önemli bir vasıta olmuştur. Bundan dolayı edebî kıymetlerinden çok halk kitlelerine hitap etmeleriyle değer kazanmışlardır. Bu özellikleri dışında destanların kazanç kaygısıyla da yazıldığı söylenebilir.
BİBLİYOGRAFYA:
Rıza Tevfik'in Tekke ve Halk Edebiyatı ile İlgili Makaleleri (haz. Abdullah Uçman), Ankara 1982, ş. 357-368; İhsan Ozanoğlu, Âşık Edebiyatı, Kastamonu 1940, tür.yer.; Hikmet Dizdaroğlu. Halk Şiirinde Türler, Ankara 1969, tür. yer.; Banarlı, RTET, 11, 723, 798, 848-851; Şeref Taşlıova. "Kars ve Çevresinde Sazla ve Sesle Söylenen Âşık Makamlarının İsimleri", Uluslararası Folklor ve Halk Edebiyatı Semineri Bildirileri, Ankara 1976, s. 136; M. Sabri Koz, "Âşık Edebiyatında Destan ve Destan Konulan", Türk Halk Edebiyatı ve Folklorunda Yeni Görüşler, Ankara 1985, s. 92; R. Ekrem Koçu. "Destan, Destanlar", Ist.A, VIII, 4521 - 4523; Sermed Muhtar Alus. "Destan, Destan Satıcıları", a.e, VIII, 4523-4524; Öztuna, BTMA,I220
Süleyman şenel, DİA, 9.c.
DESTAN VE ÖZELLİKLER -AHMET KABAKLI
Destan, sözlü manzum halk verimlerinin tam bir örneğidir. Bunlar belli belirsiz tarih olaylarına ve efsane motiflerine dayanılarak millî cemiyetin dilek ve arzularına uygun hayal gücüyle meydana gelmişlerdir. Hepsi sözlü ve çoğu manzum olan bu verimlerin bir kısmı sonradan yazıya da geçmiştir.
Destan (dasitan) kelimesi Farsçadır. (Şehnâme'nin başkahramanlarından Rüstem'in babası Zal'ın bir başka ismi de Dâsitan'dır). Eski Yunanlılar, ozanların sazla terennüm ettikleri bu türlü şiirlere epos (söz) derlerdi. Bundan ötürü, Batı dillerinde destana epope adı verilmektedir. Türk halk edebiyatında destan benzeri şiirlere koçaklama da denilir.
Destan, milletlerin hayatında büyük yankılar bırakmış tarih olaylarının çağdan çağa değişmiş, ülküleşmiş ve sayısız hayal unsurları katılarak tanınmaz hale gelmiş, uzun manzum hikâyesidir.
Biz destan motiflerine bugün efsane gözüyle bakarız. Oysa bunlar kendilerini meydana getiren kavimlerin inandıkları ve coşkunlukla yadettikleri dinle, imânla hâlhamur olmuş bir çeşit kudsîleşmiş tarihleridir. Buna inanışlarında tarihî olayın vesikalara dayanıp dayanmayışı önemli değildir, Millî vicdana seslenmeleri ve halkın bunları benimseyerek övünülecek ata yadigârları sayması destanı güçlendiren ve yaşatan özdür,
Destan, tarihin henüz yazıya geçmediği, ilim ve akim toplum düzenine iyice hâkim olmadığı veya milletlerin büyük işlere, büyük ıstıraplara, büyük kurtuluşlara kapıldıkları çağların verimidir. Gerçi destanları besleyen menkıbeler, her devirde meydana gelmiştir, fakat bunların milletçe benimsenmeleri, daha çok eski veya çok galeyanlı yeni zamanlarda olmuştur. Çünkü o çağlarda insanlar, tabiat ve toplum hâdiselerini ilim ve akıl süzgecinden geçirmezlerdi. Ölüm, aşk ve yiğitlik onlarda duyguları coşturur; korku, sevgi, kin, umut, özlem hep geniş hayal iklimleri açardı. Savaş, göç, işgal, deprem, kuraklık, fırtına insanlara kaderin oyunu ve tanrıların cilvesi sayılırdı. Şimşek, rüzgâr, yankı, şafak, uyku gibi nice şeyler birer tanrı gibi tasarlanırdı. Tabiatın her şeyine karşı korku veya hayranlık duyulurdu. İşte bu korku ve hayranlık, Önce mitos'ları sonra masal ve destanları meydana getirmiştir.
Tabiattaki kuvvetleri hep birer canlı varlık yahut ölümsüz tanrı farz etmek, bütün eski çağ toplumlarında mitos'ları doğurdu. Bunların sistemleşmesinden mitologyalar meydana geldi. Şunu belirtelim ki mitologya, mit (efsane)lerin topluluğu anlamına geldiği gibi mitleri inceleyen bilgi dalma da bu ad verilmektedir. İşte destan kişileri, bu mitologya (esatir) havası içinde (Paganizm inancı gereği) tanrılar ve insanlarla ilgi kurar; destanımsı bir ömür sürerler. Kişinin, mücadeleye ve boyun eğmeye mecbur olduğu haşmetli tabiat unsurlarına veya olağanüstü iç ve dış kuvvetlere olan hayranlıklarını veya öfkelerini ayrıca onları kavrayış ve düşünüş tarzlarını temsil ederler.
Destanın teşekkülü
Destanın oluşması için, halk muhayyilesinde iz bırakmış bir tarih olayı ve o mucizeli olayı yarattığına inanılan kahramanların bulunması gerektir. Halkın ruh ve vicdanına işleyen bu olay, topluluğun ve ardarda gelen kuşakların hayal güçleri ile genişler, derinleşir, nice efsanelere bürünür. Zaten yazılı olmadığı için her isteyen onu başka türlü anlatır, böylece rivayetler çoğalır, çeşitlenir. Destanın birinci oluş safhası budur.
İkinci safhada ozanlar, bu efsaneleşen tarih olaylarını nazma çekerler. Yeni motifler ve şairane hayâl güçlerini de katarak sazla türkü halinde söylerler. Kendi üslûp ve kişiliklerini de ekleyerek, millî destanın muhtevasını hazırlamış olurlar.
Üçüncü safha, bir büyük destan şairinin çıkması, bu türlü ozanların söylediği parçalan derleyip toplayıp sıraya koyması, ihtişamlı, yeni büyük bir üslûpla terennüm etmesi safhasıdır.
Türk destanlarının bir kısmı ikinci safhada kalmış, Yunan ve İran destanları gibi bazıları ise bir büyük şair tarafından ele alınıp işlenmişlerdir.
Destan Özellikleri
1 - Biçim yönünden
Destanların çoğu manzumdur. Nazım-nesir karışık olanlarına az rastlanır. Nazım şekli ve kafiye, destanı yaratan halkın geleneğine bağlıdır. Meselâ, Homeros destanları vezinli fakat kafiyesiz mısralardan kurulmuştur. Kalevala, dörtlükler şeklinde yazılmış uzun runo (bir halk şarkısı)lardan meydana gelir. Türk destanlarının eski ve bütün bir örneği elimizde mevcut değildir. Fakat Alp-Er Tunga destanının oldukça eski bir parçasını alarak ve buna bakarak Türk destanlarına ait bazı biçim Özelliklerini bulabiliriz:
Tokuş içre uruştım
Uluğ birle karıştım
Töküz atın yarıştım
Aydım: Emdi al Utar!
(Bugünkü dille: Savaş içinde vuruştum. Ulularla bir oldum. Töküz (iyi koşan) at ile yarıştım. Dedim, işte al Utar (özel bir isim).
2.Muhteva (öz) bakımından Destanlarda olaylar
Olağan ve olağanüstü vakaların karmaşığıdır. Bu bakımdan destan konuları, bütün gerçek olayları anlatan roman konuları ile yalnız gerçek-dışı olayları işleyen masal konulan arasında, orta bir yer tutmaktadır.
Destanların, sonradan efsaneleşen bir tarih gerçeğine dayandığım yukarıda görmüştük. Esas ve ayrıntılı olaylarda, çok defa gerçeğe uygunluk gözetilir, fakat bunlara gerçek dışı, masalımsı olayların katılmasından da sakınılmaz.
Meselâ, Oğuz'un çeşitli av hileleri ile bir canavarı öldürmesi, gerçeğe uygun bir olaydır. Gök-tanrıya yalvarırken semadan bir ışık düşmesi, o ışığın içinden güzel bir kız çıkıp Oğuz'a eş olması ise gerçek-dışı, masalımsı motiflerdir.
Yine İlyada destanında, Yiğit Akhilleus ile Kral Agamemnon, insanca bir tutku ile esir alman güzel bir kızı paylaşamamak yüzünden tartışırlar. İş kavgaya dökülür, kılıca sarılırlar. Buraya kadar her şey olağandır. Fakat yiğit Akhilleus tam Agamemnon'u öldüreceği sırada Zeus'un kızı tanrıça Athena, Troya kalesini kuşatmış olan Akhai (Akha)ların başsız kalmasından korkar. Oiympos tepesinden inerek, Akhilleus (Aşileus)'un bileğini tutar ve kahraman kralı öldürmesini Önler. İşte bu bölüm destanın olağanüstü yanlarından biridir.
Bütün destanlarda gerçek olaylar ile gerçeküstü ve gerçekdışı serüvenler yan yanadır. Bunlar, roman ve tarih olaylarının kaplamı dışına açılan maceralardır. Destanı ören vakalar, hem tarihlik, hem romanlık, bazen da masala benzer nitelikte görünürler.
Olayları meydana getiren iyi kötü ilgiler yani mücadele ve uzlaşmalar bu yüzden üç kısımda toplanabilir:
a)İnsanlarla insanlar arasındaki romantik vakalar: Aşk, sevişme, kavga, kin, öç alma, zulüm, kurtuluş vb.
b)İnsanlarla tanrılar, devler, periler ve sert tabiat kuvvetleri arasında geçen olağanüstü çatışmalar,
c)Destana, tarihî olaylardan yansımış olan dış düşmanlar, ordular ve başka milletlerin kahramanları ile mücadele; milletlerarası çatışma.
Toplumlar gelişip akim, büyük dinlerin ve ilmin baskıları hissolundukça destanımsı (epik) mücadelenin edebiyattan silinmeye başladığı görülür. Akla yakın bir ihtimalle:
Toplumlar önce masal ve mitos'ları ve bunlara dayanarak destanı çıkarmışlardır. Medeniyet geliştikçe, destandan romaneske ve oradan realist romana geçmişlerdir. Bir ruhbilimci:
"Edebiyat, gökten yere inmiş ve aklîleşmiş bir mitologyadır" diyor.
Destan kişileri
Yine hem masallarda hem romanlarda bulunması mümkün olan kişiler, destanlarda yan yanadır. Destanlarda ilâh, yarım-ilâh ve insan olmak üzere üç türlü kahraman görülür. Çoğunlukla bu kahramanlar hem insanî, hem de insan-üstü vasıfları kendilerinde toplarlar. Beden yapısı ve karakter bakımından kâh olağan, kâh olağanüstü özellikler gösterirler.
Meselâ Oğuz, Ay Kağan'dan doğmuştur. Yüzü gök rengi, ağzı ateş kızılıdır. Güzel perilerden daha güzeldir. Anasından ilk ağız emip bir daha emmemiş, çiğ et ve kımız istemiştir. Kırk günden sonra büyümüş, yürümüş, oynamış sonra Göktarın'nın kızı ile evlenmiştir...
Fin destanı Kalevala'nın kahramanı Vaynamoinen de Semanın kızı'ndan doğmuştur. Göklerden yere inen kız, rüzgârın nefesi ile gebe kalmıştır. Tam dört yüz yıl çocuğu karnında taşımıştır....
Köroğlu, abıhayat içerek, yenilmezlik, şairlik ve ölümsüzlük kazanmıştır. Kıratı'da soyu deniz içlerinden gelme, ölümsüz ve gizli kanatları olan bir attır.
Destan kahramanları arasında insan ölçülerine uyanlar bile idealize edilmiş, dünyada ya bulunmaz ya da çok az rastlanır tiplerdir. Çünkü onlar toplumun arzu ve emellerini sembolleştiren millî varlıklardır. Hayali seven halk, yiğitlik, aşk, refah, iyilik, kötülük vb. şeyler hakkındaki tasarılarını bir insan timsali haline sokup destanlarda yaşatmıştır.
Destan kişilerinin kimisi akıl almaz irilikte ve yenilmez güçtedirler. Orduları tek başlarına bozar, dağlan kaldırıp yol açabilirler. Uçan atlan veya sihirli gemileri ile kırk günlük mesafeyi bir anda geçebilirler. Devlerle güreşir, tanrılarla evlenirler. Ölümden sonra bile başka bir âlemde yahut bizim dünyamızda yaşadıkları hayâl edilir.
Asıl destan kahramanlarının çoğu üst tabaka insanları, yani krallar, kraliçeler ve kişizadelerdir, Ancak, bu kesin bir kural değildir. Çünkü meselâ Köroğlu destanının kahramanları çobanlar, seyisler, küçük zenaat sahipleri olduğu gibi Kalevaja'nın başkişileri de demirciler, çiftçiler, balıkçılardır. Destanların tarih havasını biraz da üst tabakadan kahramanlar yapar. Çoğu destanlar, pek eski zamanlarda yaşamış soylu kişilerin serüvenlerini hikâye eder.
Destanlarda zaman
Romanlarda olaylar bir takvim zamanı içinde cereyan ederler. Masal olayları ise takvimde kolayca gösterilmeyen, tarih dışı zamanlarda geçer. Destan olaylarının geçtiği zaman, yine roman ile destan arası bir halde yani aşağı yukarı tayin edilebilir. Zaten destanlar, kendilerini meydana getiren tarih olayından çok sonra teşekkül etmişlerdir, Bir görüşle, Oğuz Destanı, milâttan önce yaşamış Hun başbuğu Mete Han'ın yaptıklarını anlatır. Homeros destanları ise, Helen'lerin ilk cedleri olan Akhaî ve Argos krallarının maceralarıdır.
Destanlarda çevre (muhit)
Roman olayları, belli (coğrafî) bir çevre üzerinde geçer; masal olayları belirsiz yerlerde olup biter. Destanlar ise, olayların geçtiği çevreyi, coğrafî bir kesinlikle değil, fakat belli belirsiz yansıtırlar.
Türk destanındaki dağ, bozkır, av, orman, at, ırmak bolluğu; Yunan destanındaki deniz, ada, site, gemi, evcil hayvan çokluğu; Fin destanında, kar, buz, köy ve el sanatçısı kalabalığı bu destanlardaki olayların ne türlü çevrelerde geçtiğini aşağı yukarı anlatmaktadır.
Destan temaları
Destanlar çok büyük ve uzun eserlerdir. Sözgelişi, Kırgız Türkleri'ne ait Manas destanının 200 bin mısra tuttuğu söylenmekte, Hind destanları Mahabharata ile Ramayana 240 bin mısraı bulmaktadır. Kalevala ve Homeros'un destanları da uzundurlar. Bu genişlik ve uzunluktaki eserlerin, insanlığı ilgilendiren bütün temaları kapladıkları kolayca söylenebilir.
Yalnız bu eserlerde en fazla işlenen temalar kahramanlık, yiğitlik, dostluk, aşk, hasret, ölüm, yurt sevgisi vb.dir.
Destanlarda amaç
Bir bakıma destanlar, dünya edebiyatındaki en ülkücü eserlerdir. Bu ülkücülük, ferdî değil millî şuur ve vicdana dayanmaktadır. Yani millet vicdanında, arzu, dilek, tutku, gelenek, değer hükmü halinde yaşayan her şey destanlarda yer bulur ve gerçekleşmiş görünür.
Milletlerin tarihî vasıfları, ırk özellikleri ve millî değerleri, yaratmış oldukları destanlarda açıkça belirir. Oğuz Kağan destanında cihangirlik ve devlet kurma tutkusu, Köroğlu destanında haksızlığa isyan ve devlete itaat yan yanadır. Bütün Türk destanlarında, iyiliğe, kuvvete, savaşçılığa, biniciliğe, sözde durmaya büyük değer verilmektedir. Buna karşılık Odyseia destanında hile ve yalanın âdeta övüldüğü görülür. Şarap, kadın, eğlence ve dünya zevklerine düşkünlük, Yunan destanlarında yaygındır. Bunlardan başka, destanların yaratıldığı ülke İkliminin, sosyal hayat tarzının idare ve devlet düzeninin yankıları, destanlarda açık açık görülmektedir.
Yoksul Fin topraklarında doğan Kalevala kahramanlarının ülküsü aç halkı doyurmak için Sampo değirmenini ele geçirmektir. Çoğu destanlarda manevî inançların kılıç gücüne üstün tutulduğu da görülür. "Nitekim Kalevala'daki halkın nazarında şarkılar sihri, sihir bilgiyi, bilgi ise gücü temsil etmektedir." Hind destanında insanların manevî bakımdan yükselmesi (ermişlik) amacı güdülür. Bol verimli topraklara yerleşmiş olan Yunanlıların destanında ise, aşk, dostluk ve macera hırsı baş yeri tutar.
Destanlar millî ahlâk ve şuuru sağlamak, korumak ve derinleştirmek bakımından eşsiz bir hizmet görürler. Nitekim Türk-Kırgız destanı Manas'ın 1924'te yayımlanması söz konusu edilince istilâcı Sovyet Komünist partisinin organı olan "Türkistanskoya Pravda" gazetesi şu tarzda ateş püskürmeye başlamıştır:
"Bu destan, yerlilerde milliyetçiliği kuvvetlendirecek, Pan-Türkizm'e hizmet edecektir. Bu destan ilmî faydalı bir materyal vermekle beraber Kırgızların ve başka Türk uluslarının kültür bakımından gelişmesine zararlı bir istikamet verebilir. " Kuşner adlı Rus yazarı da, 1927' de Mânâs hakkında şunları söylüyordu:
"Manas destanında İslâm dini, Öldürücü ve boğucu tesirler yapmıştır," (bk: Türk Kültürü, nr. 9, s. 32-33)
Firdevsi'nin Şehnâme'si de Arap kültürünün istilâsı ve baskısı altında çökmüş, bozulmuş olan İran milletine yeni bir şuur ve yeni bir yaşama gücü sağlamıştır. Büyük şair, yaptığı milli hizmeti şöyle anlatır:
"Şu otuz yılda çok zahmet çektim.
Bu Farsça ile İran milletini dirilttim."
Fin destanının yazıya geçmemiş parça parça zenginlikleri de bir koy terzisinin oğlu olan Doktor Elias Lönnrot tarafından köy köy dolaşılarak toplandı, Böylece ünlü Kalevala (1835'te) meydana geldi. Finlandiya'nın Türkiye Büyükelçisi H. R. Mortola, bu destanın Fin halkına ve kültürüne etkilerini şu satırlarla anlatıyor:
"Kalevala'nın Finlandiya için anlamı, onun Fin hayatına olan etkisi sonsuzdur denilebilir. İlme, etnografya, edebiyata ve değişik sanat kollarına ilham kaynağı olmuştur... Daha da önemlisi Fin halkı uyandı; Kalevala'sında millete sevinç veren bir manevî eserin mirasına ve Fin diline sahip olduğunu öğrendi. Millet yeniden meşalesine kavuşmuş olarak daima güçlenen bir kalkınmaya ve ilerlemeye doğru yöneldi. Başka milletlerin yanında kendi hür hayatını yaşamak cesaretini kazandı. Kalevala millî şuuru uyandırdı." (Kalevala, 1966, önsöz)
Homeros destanları ise nice yüzyıllar Helen milletini ayakta tuttuktan başka, bütün dünyada, eski Yunanlılara karşı bir sevgi doğmasını da sağlamıştır.
Destanlarda üslûp
Destan üslubundaki baş Özellik, pek çok tasvir sıfatı ve benzetmeler kullanmış olmasıdır. Kahramanlar, şehirler ve ırmaklar anılırken, birçok unvanlar sıralanır. Bunların çoğu, halkın icat ettiği töre sıfatlarıdır.
Dede Korkut'ta gördüğümüz: Karşı yatan kara dağlar, al kanatlı Azrail, adı görklü Muhammed, görklü Tanrı, yelesi kara kazılık at, Hanlar Hanı Han Bayındır ve Homeros'taki gül parmaklı şafak, Zeus'un gözbebeği uzağa atan Apollon, ayağına- çabuk Akhileus, ak köpüklü deniz gibi tanıtma sıfatlan, söylemek istediğimize bir kaç örnek olabilir.
Destan üslûbunun önemli bir özelliği de ihtişamlı kelime ve cümlelerle kurulmuş olmasıdır. Bayağı söz ve deyimler, uyuşuk, durgun ve sönük bir ifade destanla bağdaşamaz. Çünkü destan, insanoğluna asil duygular, şanlı maceralar, geniş hayaller telkini için çıkarılmıştır.
İLGİLİ İÇERİK