Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

Toplumu derinden etkileyen tarihî ve sosyal olayları anlatan uzun manzum hikâye.

Âşık edebiyatı ve mûsikisinde bir na­zım şeklinin de adı olan destan kelime­sinin aslı Farsça dâstândır. Batı dillerin­de bunun karşılığı olarak, Grekçede şa­irlerin saz eşliğinde söyledikleri şiirlere verilen epos adından türetilen epopee (epopoeia) kullanılır. Destan "hikâye, ma­sal, sergüzeşt, manzum hikâye (kıssa), vak'a, tarih, roman ve hayvan masalı (fabl)" gibi anlamlara da gelmektedir.

İnsanları yakından ilgilendiren hemen her olay destan konusu olabilir. Daha çok yaratılış, toplum vicdanında iz bıra­kan savaşlar, bir şahıs veya bir milletin kahramanlıkları ve tabii âfetler, hikâye dışından katılan öğüt, kıssa, masal ve epik karakterli biyografik bilgilerle zen­ginleştirilerek genellikle anlatıma daya­lı manzumeler şeklinde destana dönüş­türülür. Türk edebiyatında destan ke­limesini XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyı­lın başından itibaren Rıza Nur, M. Fuad Köprülü ve Zeki Velidi Togan Türkoloji alanındaki çalışmalarında leğende (efsa­ne) veya Ğpopee karşılığında kullanma­ya başladılar. Böylece destan kavramı yeni bir mahiyet kazanarak Türkler'in Müslüman olmadan önceki tarih, dil ve edebiyatının incelenmesinde bir çıkış nok­tası oldu. Schiefner, Radloff ve Potanin gibi bilginlerin araştırmaları Türkler'in ilk destan dönemlerini aydınlattı. Ziya Gökalp'in Türk Töresi (İstanbul 1339) ve Türk Medeniyeti Tarihi (İstanbul 1341) adlı eserlerinde menkıbe ve üstûre keli­melerini kullanmasına rağmen destan epopee karşılığı olarak yaygınlık kazan­dı; Fuad Köprülü ise "millî destan" sö­zünü tercih etti.

Edebiyat nazariyecileri ve araştırma­cılarına göre destanda bulunması zo­runlu başlıca unsurlar tek, toplu, kah­ramanca ve gerçeğe benzemekle birlik­te hârikalarla dolu bir olay ile toplumun ilgisini çeken bir şahıstır. Ayrıca ikinci derecedeki şahısların da belirgin olma­sı, mutlaka metnin şiirsel bir anlatım karakteri taşıması ve esas konunun an­latıldığı bölümlerin yanında çeşitli epi­zotlarla bir bitiş kısmı ihtiva etmesi ge­rekmektedir. Bunlardan başka dil, mu­hayyile ve nazım güçlü, hayaller canlı, duygular yüksek olmalı, bir bütünlük için­de ve samimi bir şekilde döneminin sos­yal ruhunu aksettirmelidir. Destanlar yapılarına göre tabii ve sunî olmak üze­re başlıca iki grupta incelenmektedir. Ayrıca halk hafızasında canlı tutulan olayların bir şair tarafından derlenerek nazma çekilmesi sonucu ortaya çıkmış, konularını belirli bir milletin hayatından alan destanlar vardır ki bunlara da muh­tevaları bakımından millî destan denil­mektedir.

İnsanoğlu ilk çağlardaki birçok tabii ve toplumsal olayın gerçek sebeplerini, kaynaklarını ve etkilerini tam anlamıyla bilemediği için belli bir inanca yönelmiş ve bunun sonucunda mitos (mythos) adı verilen ilk efsaneleri meydana getirmiş­tir. İlk mitoslara sürekli biçimde ekle­nen yeni olay ve kahramanlar zamanla belirli motif ve kişilere dönüştürülmüş, ayrıca ilâhî vasıflarla donatılmıştır. Des­tan kahramanlarının bazı özellikleriyle ilâhî bir güce sahip oldukları kabul edi­lir; buna rağmen hareketleri, duyguları, düşünceleriyle insan hüviyetinde kalma­ları ve insan kaderini yaşamaları desta­na beşerî bir öz kazandırmış, bu da onun her dönemde önemini koruyarak ilgiyle karşılanmasını ve uzun bir süreçte ta­mamlanmasını sağlamıştır. Bunun sonu­cunda destanların genellikle üç dönem­de oluştuğu görülmektedir. 1. Doğuş. Milletin ortak şuurunda ve hayal gücün­de iz bırakan birtakım tarihî ve sosyal olaylar meydana gelir, bunlarda rol alan bazı kahramanlar yüceltilerek ön plana çıkarılır. 2. Yayılış. Olay ve kahramanla­rına yenileri eklenerek destan bölgeden bölgeye ve kuşaktan kuşağa geçer. 3. Ya­zıya geçiriliş. Bu dönemde sözlü gelene­ği bilen güçlü bir şair ortaya çıkar ve destanı bir şiirler bütünü halinde naz­ma çeker. Eski Yunanda Homeros'un İlyada ve Odysseia destanları bu süreç­ten kalan en eski örneklerdir. Bazan da halkın muhayyile ve hafızasındaki dağı­nık destan malzemesi ilmî usullerle top­lanır; Finlilerin Kalevala'sı Elias Lönnrot tarafından bu şekilde ortaya çıkarılmış­tır. Ancak dünya edebiyatındaki destan­ların büyük bir çoğunluğunun şairi, naz­ma çekeni veya düzenleyicisi belli de­ğildir.

Destanlar toplum vicdanının sesi ol­duklarından millî şuuru güçlendiren ve millî dayanışmayı sağlayan önemli eser­lerdir. Ortak şuurla teşekkül eden ülkü ve gelenek gibi toplumu canlı tutan un­surlar, destanlarda bir hayat görüşü ve felsefesi olarak soylu ya da yönetici sı­nıftan gelen destan kahramanının şah­sında dile getirilir. Bu yönüyle destan­lar milletlerin soy özellikleri, sosyal ya­pıları, ülküleri, millî değerleri, gelenek ve görenekleri üzerinde yapılacak araş­tırmalarda ilk temel kaynağı teşkil eder­ler.

 

Türk Edebiyatında Destan.

Türk milleti­nin bir bütün olarak zamanımıza ulaşmış büyük destanları yoktur: ancak yabancı kaynaklarda yer alan bazı destan parçalan bulunmaktadır. M. Fuad Köprülü, şimdiye kadar yapılan etnografya ve ta­rih incelemeleri sonucu Sibirya'dan Ak­deniz kıyılarına kadar yayılan ve çok uzun bir tarih içinde çeşitli destan devirleri geçiren Türkler'in de bir millî destanı ol­duğu kanaatindedir (Türk Edebiyatı Ta­rihi, s. 42). Türk destanlarına ait çeşitli parçalar Çin, Fars, Moğol ve Arap kay­naklarında bulunmaktadır. Özellikle Firdevsi’nin Şehnamesi Reşîdüddin'in Cami'u't-tevârîh'i ve Melik Atâ Cüveyni'nin Târîh-i Cihângüşa'sı. Mes'ûdî'nin Mürûcü'z-zeheb"i Türk destanlarına ait en eski kayıtları taşıyan eserlerdir. Bun­ların dışında Kâşgarlı Mahmud'un Dîvânü Lugâti't-Türk, Yazıcıoğlu Ali'nin Selçuknâme, Ebülgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türk ve Şecere-i Terâkime adlı Türkçe eserleri de diğer önemli kaynak­lardır.

İşledikleri konulara göre Türk kültür ve edebiyatındaki destanları şu başlık­lar altında ele almak mümkündür:

 Millî Destanlar. Türk milletinin tarih öncesi denilebilecek çok eski çağlarda yaşadığı din, fazilet ve kahramanlık olay­ları etrafında teşekkül eden destanlar­dır. Genellikle bu tür destanlarda halk muhayyilesi kahramanlık, sadakat, mer­hamet, aşk, hainlik gibi beşerî hasletle­rin her birini destandaki bir kişiye tem­sil ettirir. Bir gün büyük bir şair çıkarak halkın meydana getirdiği bütün efsane­leri toplayıp birleştirir ve kendi üslûbu ile edebî bir form içinde millî destanı oluşturur. Kırgızlar'ın nazma çekeni bi­linmeyen Manas destanı bu türdendir.

Dinî Destanlar. Türk kültür ve edebi­yatında daha ziyade Türkler'in Müslüman olmasından sonra ortaya çıkan des­tanlardır. İslâmiyet'in kabulünü takip eden yıllarda eski Türk destanlarında yüceltilen alp tipinin yerini gazi tipi alır ve özellikle Anadolu'da doğan yeni des­tanlarda bu tipin önemli bir yer tuttu­ğu görülür. Dârülcihad denilen sınır boy­larında yaşayan sınır muhafızları bu dö­nemde Müslüman Türkler'in âdeta pro­totipleridir. "İ'lâ-yi kelimetullah" ideali için cihad eden bu kahramanların asır­larca süren mücadeleleri sonucu onların şahsında ve çevresinde yeni yeni destan­lar teşekkül etmiştir. Bunların en tanın­mışları Battal Gazi, Satuk Buğra Han ve Dânişmend Gazi destanlarıdır.

 Kahramanlık Destanları. Türkler'in İslâ­miyet'i kabulünden önce ve sonra örnek­leri bulunan bu türdeki destanlar halka sahip çıkan, onlara liderlik eden, hakla­rını koruyan, gerektiğinde tek başına mücadele veren kahramanlar etrafında oluşur. Destanlarda yer alan kahraman­ları halk muhayyilesi zamanla idealleştirir. Aynı zamanda milleti temsil eden bu kahramanların yanı sıra çeşitli özel­likleriyle destanlarda yer alan diğer ki­şiler de şöhret kazanırlar. İslâmiyet'ten önce Alp Er Tonga destanı ve Oğuz Ka­ğan destanı, İslâmiyet'ten sonraki dö­nemde ise Köroğlu destanı bu türden­dir.

 Halk Destanları. Bir toplumu derinden etkileyen çeşitli olaylarla hayat sahnele­rini, halkın duygu ve düşünceleri çerçe­vesinde ve halk diliyle anlatan manzu­melerdir. Genellikle bir ezgi eşliğinde söylenen bu destanlar konuları yönün­den şu gruplarda toplanabilir: Savaş des­tanları; deprem, yangın, salgın hastalık gibi olaylarla ilgili âfet destanları; eşkı­yaların ve ünlü kişilerin hayat macera­larını anlatan destanlar; mizahî destan­lar; toplumsal taşlama ya da yergi ma­hiyetindeki destanlar: öğüt (atasözü) des­tanları; hayvan destanları; yaş (ömür) destanları (geniş bilgi için bk. Dilcin, s. 315-333). Bu genel konular dışında özel ve şahsî durumlarla ilgili olayları anla­tan destanlar da vardır.

 Bugüne ulaşan destan parçaları ve destanî eserler, Türkler'in Müslümanlığı ka­bul etmeden önce zengin bir destan ede­biyatına sahip olduklarını göstermekte­dir. Türk destanları coğrafî, tarihî ve kavmî dairelere göre gruplandırıldığı gibi İs­lâmiyet'ten önceki ve sonraki destanlar şeklinde de gruplandırılmaktadır.

 A) İslamiyet'ten Önceki Türk Destanları

Yaratılış Destanı. Radloff tarafından Altay Türkleri arasından derlenen bu des­tan, dünyanın yaratılışı hakkında Türk­ler'in inanışını ortaya koymaktadır.

 Alp Er Tonga Destanı. Şehnamede Efrâsiyâb adıyla geçen Alp Er Tonga, Or­ta Tien Şan'da kurulan ve milâttan ön­ce IV. yüzyıla kadar devam eden Saka Devleti'nin hükümdarıdır. Dîvânü lü­gati't-Türk'te bu destandan bazı par­çalar. Şehname ile Kutadgu Bilig'de de hakkında verilmiş bazı bilgiler bulunmak­tadır.

 Şu-Saka Destanı. İlim adamları arasın­da, Dîvânü lugâti't-Türk'te Türkmen ve Kalaç kelimelerinin açıklanması mü­nasebetiyle anlatılan menkıbenin bir des­tan parçası olduğu görüşü yaygındır. Bu kısımda Büyük İskender'in veya daha önce yaşamış bir Aryânî kralının doğu seferiyle bu sefer sırasında Saka Türkleri'nin ve Hükümdar Şu'nun yaptıkla­rından bahsedilmektedir.

 Oğuz Kağan Destanı. Gerek Oğuz Kağan'ın şahsiyeti gerekse bu destan hak­kında değişik görüş ve yorumlar bulun­maktadır. Bahaeddin Ögel destanın as­lını teşkil eden efsanenin, Oğuz Kağan olduğu sanılan Hun Hükümdarı Mete'­den önce Orta Asya'da yaşadığını belir­tirken [Türk Mitolojisi Kaynakları, s 11) M. Fuad Köprülü destanın Alp Er Tonga'nınkinden sonra en eski Türk destanı ol­duğu görüşündedir (Türk Edebiyatı Tari­hi, s. 48). Bugün bilinen destan, aslında Oğuznâme de denilen çok geniş bir des­tanın veya destan dairesinin parçaları­dır. Bu dairenin önemli bir bölümü de Dede Korkut Kitabım oluşturmakta­dır. Dede Korkut hikâyelerinin XIII. yüzyıl­da veya XIV. yüzyılın ilk yıllarında "Oğuz­nâme" adıyla bir kitap halinde var oldu­ğu. İran ve Anadolu Türkleri arasında okunup dinlendiği kabul edilmektedir. Dede Korkut hikâyeleriyle ilgili bir baş­ka görüş de bu yüzyıllarda yaşayan Oğuz menkıbe, masal ve destan motifleriyle eski halk destanlarının toplanıp o döne­min an'anesine göre mensur olarak ya­zıldığı şeklindedir. Nesir özellikleri bakımından destanî karakterde olan Dede Korkut Kitabı, tekniği ve şekli itibariy­le bir mensur hikâyeler külliyatıdır.

 Kurttan Türeyiş Destanı. Çin kaynakla­rında bu konuda üç ayrı efsane vardır. Bunların ikisinde, düşmanlarına mağ­lûp olan Göktürkler'den eli ve ayağı ke­silmiş bir çocuğa bir kurdun bakması ve onunla evlenerek yüz veya on erkek çocuk doğurması; diğerinde ise Hunlar'ın kuzey bölgelerinde yaşayan on sekiz kar­deşin en büyüğünün kurttan doğması, bu kardeşlerin ve bunlara bağlı halkın düşmanlar tarafından öldürülmesiyle geriye yalnız kurttan doğan büyük kar­deşin kalması anlatılmaktadır.

 Ergenekon Destanı. Bu destanın kay­nağı Reşîdüddin'in Câmi'u't-tevârîh"dir. Ebülgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türk'ünde de kayıtlı olan bu destana göre Göktürkler düşmanlarla savaşır ve sonunda yenilirler. Düşman büyükleri kı­lıçtan geçirir, küçükleri alıp götürür. İl Han'ın oğlu Kıyan ile yeğeni Negüz, ha­nımları ile birlikte geride kalan deve, at, öküz, koyun ve diğer malları alarak sarp ve etrafı kayalarla çevrili bir yere sığınır­lar, burada yıllarca yaşar ve çoğalırlar. Ergenekon adını verdikleri bu yere sığ­maz olunca kayaların arasında bulunan bir demir damarını eritip açılan yoldan dışarı çıkar ve böylece yeni yurtlar edi­nerek hakanları Börte Çene'nin hâkimi­yetinde varlıklarını sürdürürler. Ergene­kon, Türkler'in demircilik an'anesini gös­teren önemli bir destandır.

 Türeyiş ve Göç Destanı. Çin ve İran kay­naklarında yer alan bazı parçalar Uygurlar'ın bir türeyiş destanının bulunduğu­nu göstermektedir. Buna göre Karakorum çaylarından sayılan Toğla ve Selenge ırmaklarının arasında iki ağaç var­dır. Bu iki ağacın arasına bir gün gök­ten bir ışık iner. Uygurlar oraya yaklaş­tıkları sırada çok tatlı bir müzik sesi duy­maya başlarlar. Her gece ışık inmeye devam eder. Uygurlar bir gün ayrı ayrı kurulmuş beş çadır ve her çadırda bir ço­cuk görürler. Çocukları alır, büyütür ve onlara büyük saygı gösterirler. Bu ço­cuklardan Bögü Tegin'i hanlık tahtına oturturlar. Bögü Han'ın soyundan ge­lenlerden Yülun Tigin, Çinliler'le arala­rındaki savaşa son vermek için Çin pren­seslerinden biriyle evlenir. Çinliler buna karşılık Karakorum'un kudret ve zen­ginliğinin kaynağı olarak gördükleri Kutluğdağ'ı Tigin'den isterler ve dağ ken­dilerine verilince de onu parçalayıp gö­türürler. Bir süre sonra memleketin ba­şına türlü felâketler gelir ve kağanlar arka arkaya ölür. Bunun üzerine canlı cansız her şey "göç, göç, göç" demeye başlar ve sonunda Uygurlar Turfan'a göç etmek zorunda kalırlar. Ayrıca Uygurlar'ın kurttan türeyişlerini ve Mani di­nini kabul edişlerini anlatan başka des­tan parçaları da vardır.

Manas Destanı. Kırgızlar'a ait olan bu destanın devri hakkında araştırmacılar farklı görüşlere sahiptir. M. Fuad Köprü­lü, Kâşgarlı Mahmud zamanında henüz teşekkül etmediği, daha sonra Cengiz devrinden önce oluştuğu kanaatindedir [Türk Edebiyatı Tarihi, s. 158-159). Bazı araştırmacılar ise daha eski bir dönem­de, IX. yüzyılda Kırgızlar'ın Yenisey ve Minusin bölgelerinde yaşadıkları yıllarda Uygurlar ve Çinliler'le yaptıkları savaşlar sırasında oluşmaya başladığını, XVI ve XVII. yüzyıllarda Kırgızlar'la Kalmuklar (Budist Batı Moğolları) veya Müslüman Orta Asya kavimleriyle Kalmuk ve Çinli­ler arasında cereyan eden kanlı savaşlar sırasında da bünyesine yeni unsurlar ala­rak zenginleştiğini, böylece yeniden te­şekkül etmiş olduğunu ileri sürmekte­dirler. Daha sonra, özellikle XIX. yüzyıl­da İslâmî unsurlarla beslenen destan, Müslüman alplerle kâfir Kalmuklar ara­sındaki mücadelelerin ve iç çatışmaların yer aldığı yeni bir çatı kazanmıştır. Ma­nas destanı, en eski Türk destan ve mi­tolojisinden derin izler taşımakla bera­ber müstakil bir yapıya sahiptir ve tama­mı manzum olan uzun metinde (500.000 mısradan fazla) Kırgızlar'ın iç ve dış düş­manlar, Kalmuklar, Çinliler, yer yer de Uygurlar ve diğer Orta Asya Türk kabileleriyle yaptıkları hürriyet mücadelesi­ni derin bir vatan ve millet sevgisi için­de dile getirir; ayrıca Kırgızlar'ın etnog­rafyası, âdet ve inançları hakkında da bilgiler verir. Destanda bütün Türk boy­ları için büyük değer taşıyan dil, edebi­yat ve tarih malzemeleri de önemli bir yer tutmaktadır.

 Cengiznâme. Orta Asya Türkleri ara­sında çok yaygın olan Cengiznâme veya Dâsitân-ı Nesl-i Cengiz Han, Cengiz Han ile atalarının efsanevî hayatlarını hikâye eder. İslâm ve Moğol kaynaklarında bu­lunmayıp yalnız çok eski Çin yıllıkların­da görülen bazı destan motiflerinin yer aldığı Cengiznâme'ye göre Cengiz'in ata­larından biri olan Doyunbayan, annesi Ulamelik Körklü'nün güneş ışığından ha­mile kalması sonucu doğmuştur. Diğer bir motif de Cengiz'in annesi Alangua'nın, kocası öldükten sonra ışık olup ya­nına giren bir bozkurttan hamile kalma­sı ve bunun sonucunda Cengiz'in doğ­ması şeklindedir. Cengiznâme'nin elde mevcut en eski yazması XVI. yüzyıla ait­tir ve 1819'da Kazan Üniversitesi Doğu Bilimleri Fakültesi mensuplarından Halfin tarafından yayımlanmıştır. Orenburg Arkeoloji Kurumu tarafından Rusçaya çevrilerek yayımlanan Kazakça bir yaz­masından başka destanın XVIII. yüzyıl­dan kaldığı tahmin edilen bir nüshası da Paris Bibliotheque Nationale'de bu­lunmaktadır (Suppl. Turc, nr. 148).

 

B) İslâmî Dönem Türk Destanları.

Satuk Buğra Han Destanı. İlk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılar'ın İslâmiyet'i kabul eden birinci hükümdarı Abdülkerim Satuk Buğra Han'ın (ö. 344/955-56) kişiliğini, İslâm dinini kabulünü ve İslâ­miyet'i yaymak için gösterdiği fedakâr­lıklarla kerametlerini anlatan menâkıbnâme özelliğinde bir destandır.

 Battal Gazi Destanı. Battalnâme diye de anılan bu destan, tarihî bir şahsiyet olan Battal Gazi'nin (ö. 122/740 |?|) menkıbevî hayatını, Anadolu'ya yerleşen Müslüman Türkler'in gözüyle aksettiren destanlaşmış bir halk hikâyesidir.

 Dânişmendnâme. Dânişmend Gazi des­tanı olarak da anılır. Anadolu'da Dânişmendliler'in kurucusu Dânişmend Ga­zi'nin (ö. 477/1085 |?|) adı etrafında te­şekkül etmiş ilk kahramanlık menkıbesidir. Kahramanları Türk menşeli olma­yan Battalnâme ve Ebû Müslimnâme gibi iki büyük destanî hikâyeden son­ra aynı daireye giren, fakat kahramanı Türk olan mensur bir eserdir.

 Saltuknâme. Sarı Saltuk'un (XIII. yüz­yıl) menâkıbını anlatan ve Dânişmend­nâme gibi mensur olan eser, Cem Sultan'ın arzusu üzerine XV. yüzyıl sonla­rında Ebülhayr Rûmî tarafından kaleme alınmıştır. Türkler'in Rumeli'ye yerleş­melerini ve İslâmiyet'i yaymalarını anla­tan Saltuknâme, yeni bir ülkenin yurt tutulması ve Müslümanlaştırılması ko­nusunda yazılan Battalnâme, Dânişmend­nâme, Hamzanâme grubundan destanî bir halk hikâyesidir. Bu özelliğinden do­layı dil, tarih ve folklor malzemesi bakı­mından oldukça zengindir.

 Köroğlu Destanı. İslâmî dönemde mey­dana gelmekle beraber dinî bir özellik taşımayan bu destan, bütün Türk boy­ları arasında yaygın olan zengin bir kül­liyata sahiptir. Destan kahramanı Köroğlu ve destanın menşei hakkında çok çe­şitli görüşler vardır. Faruk Sümer, arşiv vesikalarına dayanarak Köroğlu'nun XVI. yüzyılda Anadolu'da yaşadığını ortaya koymuştur (TDA, s. 9-46). Köroğlu des­tanının birçok kolu vardır; ayrıca Gür­cü, Ermeni ve Tacikler arasında da Kö­roğlu'nun şiirleri Türkçe olarak söylen­mektedir. Köroğlu bu destanda hem kahraman bir cengâver, hem de saz ça­lıp şiir söyleyen bir âşıktır. Bu durum, birden fazla Köroğlu'nun aynı kişinin şahsında birleştirildiği ihtimalini düşün­dürmektedir. Ancak Köroğlu destanı kollarının hepsinde olaylar birbirine bağ­lanarak belirli bir şema içinde anlatıl­makta ve destan daireleri devam etmek­tedir.

 Önemini giderek kaybeden destan ge­leneği günümüz Türkiye'sinde kısmen yaşamakta, eski destanlar halk arasın­da zaman zaman söylendiği gibi az da olsa toplumu etkileyen bazı mutlu olay­lar ve sel, deprem gibi felâketler halk şairlerince destan haline getirilerek bas­tırılmaktadır. Bunlar aynı zamanda des­tanı ezgiyle söyleyen kimseler tarafın­dan özellikle halkın toplu bulunduğu yer­lerde okunarak satılmaktadır. Ayrıca ba­zı tanınmış yazar ve şairler, daha çok önemli tarihî olayları yeniden nazma çe­kerek sunî destan tarzında eserler mey­dana getirmektedirler. Türk edebiyatın­da bu şekilde kaleme alınmış birçok des­tan vardır. Meselâ Rıza Nur, Oğuz Ka­ğan destanını öteki Türk destanlarından alınan parçalarla zenginleştirerek Oughouznâme adıyla neşretmiştir (Kahire 1928). Gerçek anlamda Ergenekon'dan çıkıştan Oğuz Kağan'ın ölümüne kadar destanî Türk tarihinin nazma çekilme­siyle oluşan bu eser 6100 mısradan faz­ladır. Halûk Nihat Pepeyi'nin Çanakka­le (Ankara 1938) ve Millî Mücadele Des­tanı (İstanbul 1940), Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın Üç Şehitler Destanı (İstanbul 1949) ve İstiklâl Savaşı (İstanbul 1951), Meh­med Çavuşoğlu'nun Ulubatlı Hasan Des­tanı (İstanbul 1959), Yahya Kemal Beyatlı'nın "Selimnâme" (Eski Şiirin Rüzgârıyla adlı eserin içinde, İstanbul 1962), M. Necati Sepetçioğlu'nun Yaradılış ve Türeyiş (Ankara 1965), N. Yıldırım Gençosmanoğlu'nun Malazgirt Destanı (İstanbul 1971), Basri Gocul'un üç kitaptan oluşan Oğuz-lama (Bursa 1971) adlı eserleri Cumhu­riyetten sonra kaleme alınmış sunî des­tanların en önemlileridir. Bilhassa Basri

 Gocul, 10.274 mısradan oluşan Oğuzlama adlı eseriyle bu türün oldukça başa­rılı bir örneğini ortaya koymuştur.

 BİBLİYOGRAFYA:

 Diuânü Lugâti't-Türk Tercümesi, I, 159, 160, 343, 466, 486; III, 413 vd.; Burhân-ı Kâtı' Tercümesi (İstanbul 1212), s. 273; Tahir-ül Mev­levi, Edebiyat Lügati, İstanbul 1973, s. 34; G. Vapereau. Dictionnaire CJniuersal des Litteratüre, Paris 1876, s. 716-718, 1463-1464; Ebü'l-Gâzî Bahadır Han, Şecere-i Türk (nşr. Rıza Nur), İstanbul 1925; Ziya Gökalp, Türk Töresi, İstanbul 1339, s. 57 vd.; Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi (İstanbul 1981), s. 42, 48, 158-159; a.mlf., "Ana­dolu Selçukluları Tarihinin Yerli Kaynakla­rı", TTK Belleten, VII/28 (1943), s. 425 vd.; Ali Canip [Yöntem], Epope, İstanbul 1927, s. 1-23; Ahmet Rasim, Muharrir Bu Ya, İstanbul 1928, s. 247-257, 277-282; Rıza Nour, Oughouzname, Kahire 1928; Çankırılı Ahmet Tal'at. Halk Şiirlerinin Şekil ve Heui, İstanbul 1928, s. 62 vd.; Pertev Naili [Boratav], Köroğlu Destanı, İs­tanbul 1931, tür.yer.; Hüseyin Namık Orkun. Oğuzlara Dair, Ankara 1935, s. 135; a.mlf.. Türk Efsaneleri, İstanbul 1943, s. 74; W. Bang - G. R. Rahmeti, Oğuz Kağan Destanı, İstanbul 1936; M. Fahrettin Kırzıoğlu. Dede Korkut Oğuzna-meleri, İstanbul 1952; Erol Urfalı. Türk Destan­ları Bibliyografyası (mezuniyet tezi, 1967), İÜ Ed.Fak. Tarih Bölümü, Genel Kitaplık, nr. 905; Georges Dumezil, Mythe et epopĞe, Paris 1968-73, I-III; Hikmet Dizdaroğlu, Halk Şiirinde Tür­ler, İstanbul 1969, s. 91-101; Cahit Tanyol. Ku­ruluş ve Fetih Destanı, İstanbul 1969; M. Ne­cati Sepetçioğlu, Yaratılış ve Türeyiş, İstanbul 1969; Banarlı, RTET, I, 1-39; Behçet Kemal Çağ­lar, Malazgirt Zaferinden İstanbul'un Fethine, İstanbul 1971; Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi Kaynakları ve Açıklamaları ile Destanlar, An­kara 1971, tür. yer. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Malazgirt Destanı, İstanbul 1971; A. Ze­ki Velidî Togan. Oğuz Destanı, Reşideddin Oğuznamesi, Tercüme ve Tahlil, İstanbul 1972; Abdülkadir İnan. Manas Destanı, İstanbul 1972; Faruk Sümer. Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri Bey Teşkilâtı - Destanları, Ankara 1972, s. 373-422, 532; a.mlf.. "Oğuzlara Ait Destanî Mahiyetde Eserler", DTCF, XVU/3-4 (1961), s. 359-456; a.mlf., "Köroğlu, Kizîroğlu Mustafa ve Demircioğlu ile İlgili Vesikalar", TDA, sy. 46 (1987), s. 9-46; Ali Öztürk. Çağları içinde Türk Destanları (baskı yeri yok), 1980, tür. yer.; a.mlf.. Türk Anonim Edebiyatı, İstanbul 1985, s. 170 vd.; Cem Dilcin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara 1983, s. 315-333; Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar - 3: Tip Tah­lilleri, İstanbul 1985, s. 204; Abdülkadir İnan, Makaleler ve İncelemeler, Ankara 1987, 1, 69 vd.; II (1991), s. 199 vd.; Ahmet Şükrü Esen. Anadolu Destanları (haz. Pertev Naili Boratav), Ankara 1991; M. F. Grenard, "Satuk Buğra Han Menkıbesi ve Tarihi" (trc. Osman Tu­ran), Ülkü, sy. 74, İstanbul 1939, s. 145-154; sy. 79 (1939), s. 47-52; sy. 80 (1939). s. 153-160; sy. 82 (1939), s. 343-350; sy. 83 (1940), s. 429-436; Faruk K. Timurtaş, "Türk Destan­ları", TK, sy. 33 (1965), s. 577-582; Şükrü El­çin. "Türk Dilinde 'Destan' Kelimesi ve Mef­humu", a.e„ sy. 61 (1967), s. 158-167; Sadık Tural Kemaloğlu, "Milli Destanlarımız Üze­rine", a.e., sy. 90 (1970), s. 388-399; Kemal Eraslan. "Manzum Oguznâme", TM, XVIII (1976), s. 169-246; Kâzım Yetiş. "Başını Ver­meyen Şehit Destaru", KAM, Vll/4 (1978), s. 52-68; Yusuf Çotuksöken - M. Sabri Koz, "Des­tan", TDEA, II, 263-271; Yavuz Akpınar, "Ma­nas Destanı", a.e., VI, 130-133; Ahmet Yaşar Ocak. "Battal Gazi", DİA, V, 204-205; a.mlf., "Dânişmendnâme", a.e., VIII, 478-480.

  Kâzım Yetiş


 DESTAN-2 

Âşık Edebiyatı ve Mûsikisinde Destan. Cemiyet hayatında meydana gelen bü­yük olaylar üzerine hece vezniyle ve koş­ma tarzında düzülen, belli bir ezgiyle çalınıp söylenen uzun manzumelere des­tan denir. Âşık edebiyatı nazım şekille­rinden olan destanın âşık fasıllarında önemli bir yeri vardır (bk. Âşık; Âşık EDE­BİYATI). Manzum hikâye tarzında olan destanlar genellikle yedili, sekizli, on birli hece vezniyle ve kolay bir beste ile söy­lenir. Destan bu özelliğinden ötürü Batı şiirindeki halatlara benzer. Bazı araştır­macılar destanların on iki kıtadan az ol­maması gerektiğini söylerse de umu­miyetle bu sayı üç ile 100 dörtlük ara­sında değişmekte, bazan 100 dörtlüğü aşan destan örneklerine de rastlanmak­tadır. Fakat dinleyicileri sıkmamak için özellikle meclislerde okunan destanla­rın uzun olmamasına dikkat edilir. Des­tan bir kişi tarafından okunabileceği gi­bi iki kişinin karşılıklı birer kıta söyle­mesi şeklinde de okunması mümkün­dür. Toplumu derinden etkileyen olay­ları, çeşitli hayat sahnelerini halk dili, halk duygu ve düşüncesiyle anlatan bu manzumeler, dörtlük sayısının çok olu­şundan dolayı koşma ve türküye göre şiir gücü bakımından daha zayıftır.

 Günümüze ulaşan en eski destan ör­nekleri XVI. yüzyıldan kalmış olmakla beraber Türk edebiyatında bu türde çok eski bir destan geleneği olduğu bilin­mektedir. Şekil bakımından Anadolu'da görülen destanlara çok benzeyen Dîvâ­ni! Lügati't -Türk'teki yedili ve sekizli he­ce vezniyle söylenmiş manzumeler des­tan geleneğinin eldeki en eski örnekle­ridir. On birli hece vezniyle söylenen des­tanlar ise Anadolu âşık edebiyatında yay­gınlık kazanmıştır.

 XVI ve XVII. yüzyıllarda hemen hemen koşma uzunluğunda tertiplendiği halde

 XVIII. yüzyıldan itibaren dörtlük sayısı artan destanların başlangıçtaki en önem­li özelliği, düşman üzerine yürüyen Türk-İslâm ordularını tavsif edişidir. İmpara­torluğun her tarafından gelen çeşitli or­dular birer birer sayılarak Osmanlı or­dusu çok heybetli gösterilir, fethe çıkan bu orduya çeşitli tarikatlara mensup on binlerce dervişin pîrleriyle birlikte katıl­dığı bilhassa zikredilirdi. Bu destanların diğer bir özelliği de başta Hz. Peygam­ber olmak üzere ashabın, evliyanın, bü­tün eski ve yeni kahramanların çok muh­teşem bir ruh ordusu halinde askerin önünde fethe katıldığının önemle belirtilmesidir. XVIII. yüzyılda Âşık Rûhî'nin "Prut Destanı", Âşık Mustafa'nın "Mos­kof Destanı", XIX. yüzyılda Âhû mahlaslı bir saz şairinin "Önünce" redifli destanı, Sürûrî'nin "Yürüdü Destanı", Hayali'nin "Silistre Destanı" bunların en önemlile­ridir (geniş bilgi için bk. Banarlı, RTET, II, 723, 798,848-851).

 Cumhuriyetten sonra Anadolu'nun çe­şitli yörelerinde yapılan halk mûsikisi derleme çalışmalarında savaş, deprem, yangın, salgın hastalık, kıtlık, kuraklık, göç gibi olayların yanında XIX. yüzyılın sonlarından itibaren güldürü, taşlama, tenkit, öğüt ve hiciv unsurlarının hâkim olduğu destanlara da rastlanmıştır. Ay­rıca şehir, kasaba ve köy destanları, halk arasında yaşayan bekçi, berber gibi çe­şitli meslek erbabı, halk gelenekleri ve sosyal düzenle ilgili konularda yazılı ve ezgili destanlar da görülmüştür. "Pire Destanı", "Saat Destanı" gibi tekerleme tarzındaki uzun manzumeler de bazı ede­biyat araştırmacıları tarafından destan türüne dâhil edilmektedir.

 Âşık mûsikisinde destanlar özel ezgi kalıplarına göre okunur, güfteler de bu melodi kalıplarına döşenir. Konunun ifa­de tarzına göre zaman zaman farklı me­lodi kalıpları da kullanılır. Meselâ Erzu­rum-Kars yöresi âşıkları tarafından ic­ra edilen destanlar bilhassa "destanî ha­vaları (makamları)" ile okunur. Eskiden İstanbul'da ve Anadolu'nun birçok yöre­sinde mahalle mahalle dolaşarak yanık ezgilerle destan okuyan kişilere günü­müzde çok az da olsa rastlanmaktadır.

 Destan güftelerinde nazım birimi ge­nellikle dörtlüktür. Bu dörtlükler zaman zaman birbirine bağlandığında melodik biçim genişler. Bazan da kıtalar arasın­da kullanılabilen saz melodileri (ayak) beyitler arasına da serpiştirilir. Ayaklar çok defa birkaç ölçüyü geçmeyecek uzun­luktadır. Destanlarda her mısraın oku­nuşundan sonra diğer mısraa geçmek için sazla bir köprü yapılır. Bu köprü da­ha çok serbest gezintiler şeklindedir.

 Destanlar genellikle uzun hava tar­zında serbest bir ritimle, konuşma dili­ne yakın bir şekilde ve saz eşliğinde ic­ra edilir. Ancak saza ihtiyaç duymayan destan okuyucuları da vardır. Bazan ke­mence veya kemane gibi değişik enstrü­manlar eşliğinde okunan destanlar gö­rülmektedir. Serbest ritimli destanlar­da sazla giriş melodilerine "destan aya­ğı" denir ve bunlar çok defa ritimli olur.

 Serbest ritimli destanların yanı sıra usullü destanlar da vardır. Bu destan­larda ayak kullanımları daha çok dört­lükler arasında veya birden fazla kıta­nın ardarda birbirine bağlı olarak okun­ması durumunda anlatıma uygun düşe­cek bir bölümde yapılır. Çoğunlukla ak­sak olmayan ritimlerin tercih edildiği usullü destanlarda anlatım gücünü art­tırmak için hareket, mimik ve nüans kul­lanılır. Bilhassa âşıkların icralarında saz, ezgi, raks, mimik ve nüanslar destana etkileyicilik kazandırdığından büyük önem taşır. Bazan bağlantı mısraları ilâve edi­lerek biçimi değiştirilen güftenin baş­langıç, orta veya bitiş bölümlerinde an­lamlı veya anlamsız terennümler kulla­nılır. Zaman zaman cinas sanatına da yer verilen destanların son dörtlüğünün birinci veya dördüncü mısraında destan şairinin adı veya mahlası söylenerek des­tana kimlik kazandırılır.

 Gazetelerin henüz yaygın olmadığı dö­nemlerde çeşitli olaylar hakkında halka bilgi vermek için destanlar önemli bir vasıta olmuştur. Bundan dolayı edebî kıymetlerinden çok halk kitlelerine hi­tap etmeleriyle değer kazanmışlardır. Bu özellikleri dışında destanların kazanç kaygısıyla da yazıldığı söylenebilir.

 BİBLİYOGRAFYA:

 Rıza Tevfik'in Tekke ve Halk Edebiyatı ile İlgili Makaleleri (haz. Abdullah Uçman), Anka­ra 1982, ş. 357-368; İhsan Ozanoğlu, Âşık Ede­biyatı, Kastamonu 1940, tür.yer.; Hikmet Dizdaroğlu. Halk Şiirinde Türler, Ankara 1969, tür. yer.; Banarlı, RTET, 11, 723, 798, 848-851; Şeref Taşlıova. "Kars ve Çevresinde Sazla ve Sesle Söylenen Âşık Makamlarının İsimle­ri", Uluslararası Folklor ve Halk Edebiyatı Se­mineri Bildirileri, Ankara 1976, s. 136; M. Sabri Koz, "Âşık Edebiyatında Destan ve Destan Konulan", Türk Halk Edebiyatı ve Folklorun­da Yeni Görüşler, Ankara 1985, s. 92; R. Ek­rem Koçu. "Destan, Destanlar", Ist.A, VIII, 4521 - 4523; Sermed Muhtar Alus. "Destan, Destan Satıcıları", a.e, VIII, 4523-4524; Öztuna, BTMA,I220

 Süleyman şenel, DİA, 9.c.

 


DESTAN VE ÖZELLİKLER -AHMET KABAKLI

Destan, sözlü manzum halk verimlerinin tam bir örneğidir. Bunlar belli belirsiz tarih olaylarına ve efsane motiflerine dayanılarak millî cemiyetin dilek ve arzularına uygun hayal gücüyle meydana gelmişlerdir. Hepsi sözlü ve çoğu manzum olan bu verimlerin bir kısmı sonradan yazıya da geçmiştir.
Destan (dasitan) kelimesi Farsçadır. (Şehnâme'nin başkahramanlarından Rüstem'in babası Zal'ın bir başka ismi de Dâsitan'dır). Eski Yunanlılar, ozanların sazla terennüm ettikleri bu türlü şiirlere epos (söz) derlerdi. Bundan ötürü, Batı dillerinde destana epope adı verilmektedir. Türk halk edebiyatında destan benzeri şiirlere koçaklama da denilir.
Destan, milletlerin hayatında büyük yankılar bırakmış tarih olaylarının çağdan çağa değişmiş, ülküleşmiş ve sayısız hayal unsurları katılarak tanınmaz hale gelmiş, uzun manzum hikâyesidir.
Biz destan motiflerine bugün efsane gözüyle bakarız. Oysa bunlar kendilerini meydana getiren kavimlerin inandıkları ve coşkunlukla yadettikleri dinle, imânla hâlhamur olmuş bir çeşit kudsîleşmiş tarihleridir. Buna inanışlarında tarihî olayın vesikalara dayanıp dayanmayışı önemli değildir, Millî vicdana seslenmeleri ve halkın bunları benimseyerek övünülecek ata yadigârları sayması destanı güçlendiren ve yaşatan özdür,
Destan, tarihin henüz yazıya geçmediği, ilim ve akim toplum düzenine iyice hâkim olmadığı veya milletlerin büyük işlere, büyük ıstıraplara, büyük kurtuluşlara kapıldıkları çağların verimidir. Gerçi destanları besleyen menkıbeler, her devirde meydana gelmiştir, fakat bunların milletçe benimsenmeleri, daha çok eski veya çok galeyanlı yeni zamanlarda olmuştur. Çünkü o çağlarda insanlar, tabiat ve toplum hâdiselerini ilim ve akıl süzgecinden geçirmezlerdi. Ölüm, aşk ve yiğitlik onlarda duyguları coşturur; korku, sevgi, kin, umut, özlem hep geniş hayal iklimleri açardı. Savaş, göç, işgal, deprem, kuraklık, fırtına insanlara kaderin oyunu ve tanrıların cilvesi sayılırdı. Şimşek, rüzgâr, yankı, şafak, uyku gibi nice şeyler birer tanrı gibi tasarlanırdı. Tabiatın her şeyine karşı korku veya hayranlık duyulurdu. İşte bu korku ve hayranlık, Önce mitos'ları sonra masal ve destanları meydana getirmiştir.
Tabiattaki kuvvetleri hep birer canlı varlık yahut ölümsüz tanrı farz etmek, bütün eski çağ toplumlarında mitos'ları doğurdu. Bunların sistemleşmesinden mitologyalar meydana geldi. Şunu belirtelim ki mitologya, mit (efsane)lerin topluluğu anlamına geldiği gibi mitleri inceleyen bilgi dalma da bu ad verilmektedir. İşte destan kişileri, bu mitologya (esatir) havası içinde (Paganizm inancı gereği) tanrılar ve insanlarla ilgi kurar; destanımsı bir ömür sürerler. Kişinin, mücadeleye ve boyun eğmeye mecbur olduğu haşmetli tabiat unsurlarına veya olağanüstü iç ve dış kuvvetlere olan hayranlıklarını veya öfkelerini ayrıca onları kavrayış ve düşünüş tarzlarını temsil ederler.

Destanın teşekkülü
Destanın oluşması için, halk muhayyilesinde iz bırakmış bir tarih olayı ve o mucizeli olayı yarattığına inanılan kahramanların bulunması gerektir. Halkın ruh ve vicdanına işleyen bu olay, topluluğun ve ardarda gelen kuşakların hayal güçleri ile genişler, derinleşir, nice efsanelere bürünür. Zaten yazılı olmadığı için her isteyen onu başka türlü anlatır, böylece rivayetler çoğalır, çeşitlenir. Destanın birinci oluş safhası budur.
İkinci safhada ozanlar, bu efsaneleşen tarih olaylarını nazma çekerler. Yeni motifler ve şairane hayâl güçlerini de katarak sazla türkü halinde söylerler. Kendi üslûp ve kişiliklerini de ekleyerek, millî destanın muhtevasını hazırlamış olurlar.
Üçüncü safha, bir büyük destan şairinin çıkması, bu türlü ozanların söylediği parçalan derleyip toplayıp sıraya koyması, ihtişamlı, yeni büyük bir üslûpla terennüm etmesi safhasıdır.
Türk destanlarının bir kısmı ikinci safhada kalmış, Yunan ve İran destanları gibi bazıları ise bir büyük şair tarafından ele alınıp işlenmişlerdir.
Destan Özellikleri

1 - Biçim yönünden
Destanların çoğu manzumdur. Nazım-nesir karışık olanlarına az rastlanır. Nazım şekli ve kafiye, destanı yaratan halkın geleneğine bağlıdır. Meselâ, Homeros destanları vezinli fakat kafiyesiz mısralardan kurulmuştur. Kalevala, dörtlükler şeklinde yazılmış uzun runo (bir halk şarkısı)lardan meydana gelir. Türk destanlarının eski ve bütün bir örneği elimizde mevcut değildir. Fakat Alp-Er Tunga destanının oldukça eski bir parçasını alarak ve buna bakarak Türk destanlarına ait bazı biçim Özelliklerini bulabiliriz:
Tokuş içre uruştım
Uluğ birle karıştım
Töküz atın yarıştım
Aydım: Emdi al Utar!
(Bugünkü dille: Savaş içinde vuruştum. Ulularla bir oldum. Töküz (iyi koşan) at ile yarıştım. Dedim, işte al Utar (özel bir isim).

2.Muhteva (öz) bakımından Destanlarda olaylar
Olağan ve olağanüstü vakaların karmaşığıdır. Bu bakımdan destan konuları, bütün gerçek olayları anlatan roman konuları ile yalnız gerçek-dışı olayları işleyen masal konulan arasında, orta bir yer tutmaktadır.
Destanların, sonradan efsaneleşen bir tarih gerçeğine dayandığım yukarıda görmüştük. Esas ve ayrıntılı olaylarda, çok defa gerçeğe uygunluk gözetilir, fakat bunlara gerçek dışı, masalımsı olayların katılmasından da sakınılmaz.
Meselâ, Oğuz'un çeşitli av hileleri ile bir canavarı öldürmesi, gerçeğe uygun bir olaydır. Gök-tanrıya yalvarırken semadan bir ışık düşmesi, o ışığın içinden güzel bir kız çıkıp Oğuz'a eş olması ise gerçek-dışı, masalımsı motiflerdir.
Yine İlyada destanında, Yiğit Akhilleus ile Kral Agamemnon, insanca bir tutku ile esir alman güzel bir kızı paylaşamamak yüzünden tartışırlar. İş kavgaya dökülür, kılıca sarılırlar. Buraya kadar her şey olağandır. Fakat yiğit Akhilleus tam Agamemnon'u öldüreceği sırada Zeus'un kızı tanrıça Athena, Troya kalesini kuşatmış olan Akhai (Akha)ların başsız kalmasından korkar. Oiympos tepesinden inerek, Akhilleus (Aşileus)'un bileğini tutar ve kahraman kralı öldürmesini Önler. İşte bu bölüm destanın olağanüstü yanlarından biridir.
Bütün destanlarda gerçek olaylar ile gerçeküstü ve gerçekdışı serüvenler yan yanadır. Bunlar, roman ve tarih olaylarının kaplamı dışına açılan maceralardır. Destanı ören vakalar, hem tarihlik, hem romanlık, bazen da masala benzer nitelikte görünürler.

Olayları meydana getiren iyi kötü ilgiler yani mücadele ve uzlaşmalar bu yüzden üç kısımda toplanabilir:
a)İnsanlarla insanlar arasındaki romantik vakalar: Aşk, sevişme, kavga, kin, öç alma, zulüm, kurtuluş vb.
b)İnsanlarla tanrılar, devler, periler ve sert tabiat kuvvetleri arasında geçen olağanüstü çatışmalar,
c)Destana, tarihî olaylardan yansımış olan dış düşmanlar, ordular ve başka milletlerin kahramanları ile mücadele; milletlerarası çatışma.
Toplumlar gelişip akim, büyük dinlerin ve ilmin baskıları hissolundukça destanımsı (epik) mücadelenin edebiyattan silinmeye başladığı görülür. Akla yakın bir ihtimalle:
Toplumlar önce masal ve mitos'ları ve bunlara dayanarak destanı çıkarmışlardır. Medeniyet geliştikçe, destandan romaneske ve oradan realist romana geçmişlerdir. Bir ruhbilimci:
"Edebiyat, gökten yere inmiş ve aklîleşmiş bir mitologyadır" diyor.

Destan kişileri
Yine hem masallarda hem romanlarda bulunması mümkün olan kişiler, destanlarda yan yanadır. Destanlarda ilâh, yarım-ilâh ve insan olmak üzere üç türlü kahraman görülür. Çoğunlukla bu kahramanlar hem insanî, hem de insan-üstü vasıfları kendilerinde toplarlar. Beden yapısı ve karakter bakımından kâh olağan, kâh olağanüstü özellikler gösterirler.
Meselâ Oğuz, Ay Kağan'dan doğmuştur. Yüzü gök rengi, ağzı ateş kızılıdır. Güzel perilerden daha güzeldir. Anasından ilk ağız emip bir daha emmemiş, çiğ et ve kımız istemiştir. Kırk günden sonra büyümüş, yürümüş, oynamış sonra Göktarın'nın kızı ile evlenmiştir...
Fin destanı Kalevala'nın kahramanı Vaynamoinen de Semanın kızı'ndan doğmuştur. Göklerden yere inen kız, rüzgârın nefesi ile gebe kalmıştır. Tam dört yüz yıl çocuğu karnında taşımıştır....
Köroğlu, abıhayat içerek, yenilmezlik, şairlik ve ölümsüzlük kazanmıştır. Kıratı'da soyu deniz içlerinden gelme, ölümsüz ve gizli kanatları olan bir attır.
Destan kahramanları arasında insan ölçülerine uyanlar bile idealize edilmiş, dünyada ya bulunmaz ya da çok az rastlanır tiplerdir. Çünkü onlar toplumun arzu ve emellerini sembolleştiren millî varlıklardır. Hayali seven halk, yiğitlik, aşk, refah, iyilik, kötülük vb. şeyler hakkındaki tasarılarını bir insan timsali haline sokup destanlarda yaşatmıştır.
Destan kişilerinin kimisi akıl almaz irilikte ve yenilmez güçtedirler. Orduları tek başlarına bozar, dağlan kaldırıp yol açabilirler. Uçan atlan veya sihirli gemileri ile kırk günlük mesafeyi bir anda geçebilirler. Devlerle güreşir, tanrılarla evlenirler. Ölümden sonra bile başka bir âlemde yahut bizim dünyamızda yaşadıkları hayâl edilir.
Asıl destan kahramanlarının çoğu üst tabaka insanları, yani krallar, kraliçeler ve kişizadelerdir, Ancak, bu kesin bir kural değildir. Çünkü meselâ Köroğlu destanının kahramanları çobanlar, seyisler, küçük zenaat sahipleri olduğu gibi Kalevaja'nın başkişileri de demirciler, çiftçiler, balıkçılardır. Destanların tarih havasını biraz da üst tabakadan kahramanlar yapar. Çoğu destanlar, pek eski zamanlarda yaşamış soylu kişilerin serüvenlerini hikâye eder.

Destanlarda zaman
Romanlarda olaylar bir takvim zamanı içinde cereyan ederler. Masal olayları ise takvimde kolayca gösterilmeyen, tarih dışı zamanlarda geçer. Destan olaylarının geçtiği zaman, yine roman ile destan arası bir halde yani aşağı yukarı tayin edilebilir. Zaten destanlar, kendilerini meydana getiren tarih olayından çok sonra teşekkül etmişlerdir, Bir görüşle, Oğuz Destanı, milâttan önce yaşamış Hun başbuğu Mete Han'ın yaptıklarını anlatır. Homeros destanları ise, Helen'lerin ilk cedleri olan Akhaî ve Argos krallarının maceralarıdır.

Destanlarda çevre (muhit)
Roman olayları, belli (coğrafî) bir çevre üzerinde geçer; masal olayları belirsiz yerlerde olup biter. Destanlar ise, olayların geçtiği çevreyi, coğrafî bir kesinlikle değil, fakat belli belirsiz yansıtırlar.
Türk destanındaki dağ, bozkır, av, orman, at, ırmak bolluğu; Yunan destanındaki deniz, ada, site, gemi, evcil hayvan çokluğu; Fin destanında, kar, buz, köy ve el sanatçısı kalabalığı bu destanlardaki olayların ne türlü çevrelerde geçtiğini aşağı yukarı anlatmaktadır.

Destan temaları
Destanlar çok büyük ve uzun eserlerdir. Sözgelişi, Kırgız Türkleri'ne ait Manas destanının 200 bin mısra tuttuğu söylenmekte, Hind destanları Mahabharata ile Ramayana 240 bin mısraı bulmaktadır. Kalevala ve Homeros'un destanları da uzundurlar. Bu genişlik ve uzunluktaki eserlerin, insanlığı ilgilendiren bütün temaları kapladıkları kolayca söylenebilir.
Yalnız bu eserlerde en fazla işlenen temalar kahramanlık, yiğitlik, dostluk, aşk, hasret, ölüm, yurt sevgisi vb.dir.

Destanlarda amaç
Bir bakıma destanlar, dünya edebiyatındaki en ülkücü eserlerdir. Bu ülkücülük, ferdî değil millî şuur ve vicdana dayanmaktadır. Yani millet vicdanında, arzu, dilek, tutku, gelenek, değer hükmü halinde yaşayan her şey destanlarda yer bulur ve gerçekleşmiş görünür.
Milletlerin tarihî vasıfları, ırk özellikleri ve millî değerleri, yaratmış oldukları destanlarda açıkça belirir. Oğuz Kağan destanında cihangirlik ve devlet kurma tutkusu, Köroğlu destanında haksızlığa isyan ve devlete itaat yan yanadır. Bütün Türk destanlarında, iyiliğe, kuvvete, savaşçılığa, biniciliğe, sözde durmaya büyük değer verilmektedir. Buna karşılık Odyseia destanında hile ve yalanın âdeta övüldüğü görülür. Şarap, kadın, eğlence ve dünya zevklerine düşkünlük, Yunan destanlarında yaygındır. Bunlardan başka, destanların yaratıldığı ülke İkliminin, sosyal hayat tarzının idare ve devlet düzeninin yankıları, destanlarda açık açık görülmektedir.
Yoksul Fin topraklarında doğan Kalevala kahramanlarının ülküsü aç halkı doyurmak için Sampo değirmenini ele geçirmektir. Çoğu destanlarda manevî inançların kılıç gücüne üstün tutulduğu da görülür. "Nitekim Kalevala'daki halkın nazarında şarkılar sihri, sihir bilgiyi, bilgi ise gücü temsil etmektedir." Hind destanında insanların manevî bakımdan yükselmesi (ermişlik) amacı güdülür. Bol verimli topraklara yerleşmiş olan Yunanlıların destanında ise, aşk, dostluk ve macera hırsı baş yeri tutar.
Destanlar millî ahlâk ve şuuru sağlamak, korumak ve derinleştirmek bakımından eşsiz bir hizmet görürler. Nitekim Türk-Kırgız destanı Manas'ın 1924'te yayımlanması söz konusu edilince istilâcı Sovyet Komünist partisinin organı olan "Türkistanskoya Pravda" gazetesi şu tarzda ateş püskürmeye başlamıştır:
"Bu destan, yerlilerde milliyetçiliği kuvvetlendirecek, Pan-Türkizm'e hizmet edecektir. Bu destan ilmî faydalı bir materyal vermekle beraber Kırgızların ve başka Türk uluslarının kültür bakımından gelişmesine zararlı bir istikamet verebilir. " Kuşner adlı Rus yazarı da, 1927' de Mânâs hakkında şunları söylüyordu:
"Manas destanında İslâm dini, Öldürücü ve boğucu tesirler yapmıştır," (bk: Türk Kültürü, nr. 9, s. 32-33)
Firdevsi'nin Şehnâme'si de Arap kültürünün istilâsı ve baskısı altında çökmüş, bozulmuş olan İran milletine yeni bir şuur ve yeni bir yaşama gücü sağlamıştır. Büyük şair, yaptığı milli hizmeti şöyle anlatır:
"Şu otuz yılda çok zahmet çektim.
Bu Farsça ile İran milletini dirilttim."

Fin destanının yazıya geçmemiş parça parça zenginlikleri de bir koy terzisinin oğlu olan Doktor Elias Lönnrot tarafından köy köy dolaşılarak toplandı, Böylece ünlü Kalevala (1835'te) meydana geldi. Finlandiya'nın Türkiye Büyükelçisi H. R. Mortola, bu destanın Fin halkına ve kültürüne etkilerini şu satırlarla anlatıyor:
"Kalevala'nın Finlandiya için anlamı, onun Fin hayatına olan etkisi sonsuzdur denilebilir. İlme, etnografya, edebiyata ve değişik sanat kollarına ilham kaynağı olmuştur... Daha da önemlisi Fin halkı uyandı; Kalevala'sında millete sevinç veren bir manevî eserin mirasına ve Fin diline sahip olduğunu öğrendi. Millet yeniden meşalesine kavuşmuş olarak daima güçlenen bir kalkınmaya ve ilerlemeye doğru yöneldi. Başka milletlerin yanında kendi hür hayatını yaşamak cesaretini kazandı. Kalevala millî şuuru uyandırdı." (Kalevala, 1966, önsöz)
Homeros destanları ise nice yüzyıllar Helen milletini ayakta tuttuktan başka, bütün dünyada, eski Yunanlılara karşı bir sevgi doğmasını da sağlamıştır.

Destanlarda üslûp
Destan üslubundaki baş Özellik, pek çok tasvir sıfatı ve benzetmeler kullanmış olmasıdır. Kahramanlar, şehirler ve ırmaklar anılırken, birçok unvanlar sıralanır. Bunların çoğu, halkın icat ettiği töre sıfatlarıdır.
Dede Korkut'ta gördüğümüz: Karşı yatan kara dağlar, al kanatlı Azrail, adı görklü Muhammed, görklü Tanrı, yelesi kara kazılık at, Hanlar Hanı Han Bayındır ve Homeros'taki gül parmaklı şafak, Zeus'un gözbebeği uzağa atan Apollon, ayağına- çabuk Akhileus, ak köpüklü deniz gibi tanıtma sıfatlan, söylemek istediğimize bir kaç örnek olabilir.
Destan üslûbunun önemli bir özelliği de ihtişamlı kelime ve cümlelerle kurulmuş olmasıdır. Bayağı söz ve deyimler, uyuşuk, durgun ve sönük bir ifade destanla bağdaşamaz. Çünkü destan, insanoğluna asil duygular, şanlı maceralar, geniş hayaller telkini için çıkarılmıştır.

İLGİLİ İÇERİK

TÜRK DESTANLARI

10.SINIF DESTANSI (EPİK) ANLATIM SLAYTI

DESTANLAR

DESTANLAR ve ÇEŞİTLERİ

TÜRK DESTANLARI ŞEMA

DOĞAL ve YAPMA DESTAN KARŞILAŞTIRMASI

SON EKLENENLER

Üye Girişi