Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

TÜRKÜ

Anonim halk şiirinin en eski türlerinden biri olan türkü terimine Doğu Türkleri arasında 15. yüzyılda rastlanmakta ise de Anadolu'da ilk türkü örnek­lerini 16. yüzyılda bulabiliyoruz. Türk kelimesinden "Türk'e ait, Türk'e men­sup, Türk'e mahsus" anlamını verecek bir biçimde türetilen bu kelime, sadece bir şiir şeklini değil, özel ezgileriyle okunan değişik metinleri de anlatmaktadır. Denilebilir ki anonim olsun olmasın, halk şiiri içinde yer alan bütün türlerde ezgi, en çok türkülerde belirleyici bir rol oynayarak ön plana çıkmak zorunda­dır ve zaten çıkmaktadır da... Bu bakımdan ezgisine ve ritmine bakmadan türküleri özellikle yapıları bakımından çeşitli şekillerde sınıflandırma çalışmaları yapmak, eksik bir çalışma olarak kalmak zorundadır.

Türkülerin ortaya çıkışları iki yolla olmuştur ve bugün de olmaktadır. Ya çok kısa bir zaman içinde anonimlik özelliğini kazanmışlar, ya da bir saz şairi­nin söylediği parça sonradan türkü olarak tanınmıştır ve türküyü yakanın adını da vermektedir. Her iki halde de özel bir ezgi ile söylenmektedirler.

Bu konuda bir araştırmacı şunları söylemektedir:

"Türküler ve Türkü yakma

Türküler iki şekilde bulunur: Mahallî, umumî, Bunlardan umumî olanları herhangi bir yerde çıkıp da ağızdan ağıza yayılan türkülerdir ki, az çok farkla her yerde ayni şekilde söylenir. Kevengin yollan, kadife çiftetellisi, ay doğdu batmadı mı gibi.

Mahallî türkülere gelince, bunlar da ikidir :

- Herhangi bir hadise üzerine umumî türkülerden birinin bestesine, ha­zır manileri zemine zamana göre uydurarak yapılan türküler.

- Yine bir hadise üzerine bestesi ve güftesi yeniden yapılan türkülerdir ki buna, (türkü yakma) denir.

Anadolu’muzda öteden beri türküler mühim hadiseler üzerine yakılır. Mese­lâ genç bir adam vurulur veya genç bir gelin ölür. Yahut da, genç bir kız ka­çırılır. Buna benzer birçok hadiseler, halkın ruhunda müşterek bir acı, bir he­yecan uyandırırsa, ondan istifadeye kalkan hassas ruhlu insanlar hemen bir türkü yakarlar. Ve bu türkülerde, o türküyü ilham eden hadise ne ise anlatılır. Herkes o hadise ile meşgul bulunduklarından ona ait her haber gibi bu türkü de derhal duyulur. Ve düğünlerde söylenmeye başlar...

Ekseri bu türkülerin yakıcıları malûm olmaz. Ve güftesi ile, bestesi bir ağızdan çıkar. Lâkin çok sürmez. Ona yeni ilâveler yapılır. O türküye uyan ne kadar mani varsa o meyanda söylenir. Hatta bazen ilk besteyi yapanın kullan­dığı güfteden eser bile kalmaz..."

Bir başka araştırmacı yazarımız türkülerimizi şu şekilde değerlendirmektedir:

Yıldızlı Bir Türküler Gecesi

Halk türküleri bizim tatlı belâmız. Dilimizin tadı, gerçeğimizin acısı onlar­da. Gülen ayvamız, ağlayan narımız onlarda. Halkımız onlara komuş umudunu da, umutsuzluğunu da. Çoğunluğumuzun derdi de onlarda saklı, devası da. Dünümüzün alaca karanlığı, bugünümüzün sabah serinliği, yarınlarımızın ip uç­ları onlarda. Çıkageldiğimiz Doğu'ya bağlılık da var onlarda, gidedurduğumuz Batı'ya uyarlık da. Türkülerde kadere boyun eğmiş, türkülerde kadere baş kal­dırmışız.

Edebiyat mı yapıyorum dersiniz? Niyetim hiç de o değil. Geçmişimizle övünmelere, kendi kendimizle gelin güveyi olmalara ne türlü tok olduğunuzu biliyorum. Biçim geçmişimiz bir halk türküsündeki Sille şehrine benzer bir bakıma:

Şu Sille'den gece geçtim görmedim;

Acı tatlı suyun içtim, ölmedim.

Bir alaca karanlık dünyada, koyunu kurdu, derdi devası her zaman pek belli olmayan bir düzende, türküler gibi, ağlaya güle, eze ezile yaşıya gelmişiz. İyi ki sıyrılır olduk o dünyadan, o düzenden; iyi ki türkü söylemez oldu şairle­rimiz, nice şiirlerden daha güçlü de olsa eski türküler; iyi ki orta oyunu, ka­ragöz oynamaz olmuş Türk tiyatroları, nice yeni oyunlarımız onlardan alız da, tadına doyulmaz da olsa. Ne mutlu bize ki barışçı bir millet çıkardık cihangirane bir devletten. Hem istesek de dönemeyiz artık eski zamanlara, kara günler içinde doğmuş ak türkülere: Geçmiş ola, kardı şanlı günlerimiz çoktan tarihe karıştı, ağlaya güle. A. Kadir'in çevirisinde Mevlâna'nın dediği gibi :

Dünle beraber gitti, cancağızım,

Ne kadar söz varsa düne ait:

Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım.

Elbette, ona ne şüphe; ama gerçek yeniliklerin eski temeller üstüne kurul­duğu, günü bilmeyen sanatın yarına kalmayacağı da su götürmez: Onun için Fuzuli’nin şu sözü de Mevlâna'nınki kadar doğru :

İlimsiz şiir, esası yok divâr olur,

Ve esassız divâr gayete bi-itibâr olur.

Biz eski şiirimizi Batılı bilim anlayışıyla ve bütün yönleriyle biliyor sayılamayız henüz. Hele türkülerle alış-verişimiz pek gelişigüzeldir bugüne dek. Geç­mişimizin sanatça yani insanlıkça en ağır basan yanı olan folklor için hangi bil­giler yetiştirdik Boratav'dan başka ve niçin o bile yok aramızda? Gerçi radyo­lar, filmler, gazinolar bezdiresiye türkü yayımlıyorlar, ama hepsini birbirine benzeterek, gerçeği sahteden ayırmayarak, koca halkın sesini yıllar yılı bir tek sesin, bir zevkin emrine vererek. Doğrusunu isterseniz, eskiyi bilmekten, yeniye mal etmekten çok eskiyi sürdürmek onlarınki. Bu yüzden de birçok genç, ileri aydınlarımız, daha değerlerini bilmeden beziyor türkülerden. Yeter artık, illallah, diyorlar; bıktık bu eski seslerden, biraz da çağımızın sesini dinleyelim. Hak vermemek zor doğrusu, onlara da. Ama kabahat türkülerde değil, biraz sonra daha iyi göreceksiniz ki, değil. Temcit pilâvına döndüren biziz türküleri: Nerde, nasıl söylenmeleri gerektiğini bilmediğimiz için; ağıtı oyun havasına, oyun havasımı ağıta, türküyü alaturkaya karıştırdığımız için. Türküleri ciddiye almadığımız için kısacası."

Hece ölçüsünün beşlisinden başlayarak on altılı olanına kadar hemen her kalıbı ile söylenen türküler, önce bir "türkü yakıcı" tarafından çeşitli olaylara (deprem, savaş, ayrılık, ölüm, sevgi vb.) bağlı kalınarak yakıldığı gibi toplumu yakından ilgilendiren daha bir çok konu türkülerde dile getirilmiştir. Bunlar arasında beşikten (ninniler) mezara (ağıtlar) kadar çeşitli zaman ve olaylara bağlı olanlar (çocuk türküleri, askerlik türküleri, oyun türküleri, iş türküleri, tören türküleri) ile aşk türküleri, tabiat, kahramanlık veya eşkıya türküleri, karşılıklı konuşmaları içeren türküler, önemli yer tutmaktadırlar.

Türkülerin en önemli özelliğinin ezgi ve ritimleri olduğunu düşünen araştır­macılar bunları iki ana bölümde incelemeyi ileri sürmüşlerdir: 1. Usullü türküler, 2. Usulsüz türküler.

Usullü türküler genellikle oyun havalan olup Konya'da oturak, Urfa'da kı­rık hava, Ege'de zeybek, Ordu, Giresun, Trakya ve Marmara'da karşılama, Harput'ta şıkıltım, Karadeniz kıyılarında horon, Isparta ve Eğridir'de datdiri, Kars ve Erzurum'da Sümmani ağzı adlarıyla da tanınmaktadırlar. Bunlar belli süre birimlerine bağlı kalınarak yakılmış türküler olduğundan ölçülü türküler de denir. Yukarıdaki oyun havalarından başka güzelleme, koşma, ninni, taşlama ve yiğitleme de bu bölüm içinde yer almaktadırlar.

Usulsüz olanlar, süre birimine bağlı kalmaksızın nota değerleri ile usulsüz olan türkülerdir. Uzun havalar şeklinde genel bir ad taşıyan bunların ayrıca ağıt, bozlak, Çukurova, divan, hoyrat, kayabaşı, koşma, maya, türkmani adlarını taşıyan çeşitleri de bulunmaktadır. Bunlardan divan kendine haz ezgisi, ritmi ve ayak denilen sazlı bir bölümü içinde bulundurur. Divan ezgisiyle usta oku­yucular gazel okurlarsa da, halk daha çok on beş heceli halk şiirlerini tercih et­mektedir. Bu divan makamım Atatürk'ün de çok sevdiğini, 1937'de Elazığ'a geldiğinde Hafız Osman ile Mehmet Akar'dan dinlediğini biliyoruz.

Usulü türkülere örnek olarak Gaziantep yöresinde Şirin Nar adıyla bilinen halay türküsünü verelim:

Şirin nar dane dane

Gel güzel döne döne

Gül olup koklamadım

Felek ayırdı gene

 

Şirin nar dane dane

Gel güzel döne döne

                 (Nakarat)

Beyaz giyme üşürsün

Güzellikten menşursun

              Nakarat

Neynim güzel olduğun

Yad elnen konuşursun

                Nakarat

Evler göç göçe oldu

İki derdim üç oldu

             Nakarat

Ben sevdim eller aldı

Emeklerim heç oldu

               Nakarat 

Giderim dur diyen yok

Kebap aldım yiyen yok

               Nakarat

Ayrılık gömleğini

Benden başka giyen yok.

               Nakarat.

Usullü türküler bölümünde halkımızın en yaygın bir biçimde yaşattığı bir tür olan ninni, genç annenin veya büyükannenin bebeği uyutabilmek amacıyla beşiğini veya salıncağını yahut yerde otururken uzattığı ayaklan üzerinde yatır­dığı bebeğini sağa-sola belirli bir ritimle sallarken söylediği türküdür. Daha önceden ezberlenen metinler tekrar edilebildiği gibi o anda doğmaca olarak da söylenebilmektedirler. Bebeğin özellikleri, ailesinin ona karşı duyduğu hasret ve sevgi dile getirilir. İleride alması arzulanan makam ve sahip olması istenen meslekler, ninni metni içinde diğer özellikler arasında sayılır. Bazı ninnilerin ölen bebeklerin arkasından yakılan ağıtlar şeklinde olduğu, annenin acısının yaşatıldığı da görülmektedir. Söz gelimi:

Oğlum oğlum üşümüş

Pazarda buğday taşımış

Yolda güneş vurmuş da

Ensesini kaşımış.

 

Uyu yavrum ninni

Büyü yavrum ninni.

 

Oğlum oğlum al oğlum

Ocağında kal oğlum

Baban artık kocaldı

İşe güce sal oğlum.

 

Uyu yavrum ninni

Büyü yavrum ninni.

 

Oğlum oğlum yatıyor

Kolunu bir hoş atıyor

"Ana bir iş var mı?" diye

İkide birde bakıyor.

 

Uyu yavrum ninni

Büyü yavrum ninni.

 

*****

 

Ninni deyim yatasın

Kızıl güle batasın

Kızıl gün senin olsun

Gölgesinde yatasın.

 

Ninni de babam ninni

Ninni de yavrum ninni.

 

Meydanda atlar

Yanyana otlar

Balama kurban olsun

Koç koç yiğitler.

 

Ninni de babam ninni

Ninni de yavrum ninni.

 

*****

 

Bebeğin beşiği çamdan

Yuvarlandı düştü damdan.

 

Ninni diyem bebek sana

Ninni ninni ninni ninni.

 

Yandı ciğer döndü kana

Meme verdim yana yana.

 

Ninni diyem bebek sana

Ninni ninni ninni ninni.

 

Alma attım yuvarlandı

Gitti beşiğe dayandı

Bebek uykudan uyandı.

 

Ninni ninni ninni ninni.

 

Evlerinin önü çiçek

Orak getirin biçek

Bebek öldü kefen biçek.

 

Bebek ninnin ninni ninni.

 

*****

Uzun hava olarak kabul edilen ve usulsüz türküler içinde yer alan ağıt, genellikle bir kişinin zamansız sayılan ölümünden sonra yakınları veya bir ağıt­çı tarafından söylenen türkü türüdür. Ölen kişinin kişisel özellikleri, ona karşı duyulan sevgi, yaşayışı, yaptıkları ve geride kalanların duygulan özel bir ezgi ile yas günlerinin hemen başında dile getirilir.

En eski ağıt olarak bilinen, Firdevsî'nin Şehname'sinde Afrasiyab olarak geçen Türk bahadırı Alp Er Tunga için söylenen ağıttır. Bu ağıta sagu denildi­ği de bilinmektedir.

Ölü başında okunan ağıtlarda saz kullanılmaz. Başka yerlerde okunduğu takdirde, saz açılıştan sonra karar sesinde kalır. Bu karar sesinde kalmaya "dem tutma" denir. Ağıtçı bu karar perdesinden daha tiz seslere çıkarak ve daha sonra da pes seslere inerek doğmaca olarak yaktığı ağıdı okur.

Türkü içinde yer alan ağıtlardan bazen düz yazı veya başka bir şiir türü şeklinde söylenenleri de vardır.

Ağıtların tabii ortam içinde ve yakıldığı anda derlenmesi derleyici açısın­dan çeşitli maddî ve manevî güçlüler ortaya çıkardığı için bu şekilde derlenmiş metinler çok azdır. Zaman geçtikten ve yer değiştikten sonra tekrar ettirilen ağıtlar birtakım değerlerini yitirmekte, böylece orijinal olma özelliği ortadan kalkmaktadır.

Ağıtları, yine ölen kişilerin ardından söylenen destanlarla da karıştırmamak gerekmektedir. Bu tür destanları, genellikle adlarını, mahlaslarını açıkça belir­ten âşıklar söyler. Bunlar ağıtlardan çok daha geniş bir alana yayılabilirler. Destanlar metin halinde kalır ve özel bir ezgi ile de okunmazlar. Bazı destan satıcılarının basılı olarak satmak istedikleri metinleri daha iyi satış yapabilmek amacıyla yanık bir sesle ama monoton olarak okuduklarını son yıllarda değişik yer ve zamanlarda yaptığımız derleme çalışmaları sırasında görmüştük.

Burada birkaç ağıt metnini örnek olarak vermek istiyorum:

 

BEBEK AĞIDI

Elmalı'dan çıktım yayan

Dayan hey dizlerim dayan

Emmilerin karşı varır

Kimi atlı kimi yayan.

***

Harmancığın kayaları

Çanı çalar mayaları

Bek mi değdi ak bebeğim

Kara kurşun soyaları.

***

Deve de deveden yüce

Deveyi yüklettim gece

Yoklamadım ak bebeğim

Yurda varıp konmayınca.

***

Deveyi deveye çattım

Yuların boynuna attım

Yoklamadım konmayınca

Kayınbabamdan hicab ettim.

***

Havada bulut erişir

Kuzgunlar üleş belişir

Geri döndüm baktım idi

Çadırda düşman gülüşür.

**

SARIKAMIŞ AĞlDI

Sarıkamış pek aralı

Kimi ölmüş kimi yaralı

Bunu duymuş var mı ola

Yalan dünya kurulalı.

 

Canını alan savuştu

Hasiret olan kavuştu

Aman diyem arabacı

Oğluma hayıf mı düştü?

***

Yine önü kış geliyor

Görmeyene düş geliyor

Sarı Kışlaya vardıkta

Arabamız boş geliyor.

***

Sarı ipek kozaları

Yandı Avşar kazaları

Sarıkamış'ta kırıldı

Gonca gülün tazeleri.

***

Soğanlıda bir harp oldu

Nice yiğit orda kaldı

Sarıkamış alınınca

Sağ olanlar mektup saldı.

***

Sivas'a bir ölü it gelmiş

Adam diye dalanıyor

Hiç onludan asker m'olur?

Anam diye dolanıyor.

***

Kalktı ekin kaldı firez

Cahiller almadı maraz

Yenile de on başlı gitti

Yürü gül gül dudak kirez.

***

AĞIT

Hacılar köyüne bastığım oldu

Tütünün dengi de yastığım oldu

Zalim arkadaşların kaçtığı oldu.

 

Gelin ahbaplarım gelin yanıma

Sebebim tütünü basın kanıma.

 

Bilseydim de Hacılara varmazdım

Tütüncü beyinin kızını almazdım

Gelen belâlara karşı durmazdım.

 

Gelin ahbaplarım gelin yanıma

Sebebim tütünü basın kanıma.

 

Ne yaptım Balağın Ali sana ne yaptım?

Yerimi gösterdin, ciğerim yaktın

Beş yüz altınla da açığa çıktın.

 

Dost bildiğim Ali büktün belimi

Lal eyledim bülbül gibi dilimi.

 

Erenler erenler kanlı erenler

Erenler içinde Çerkez vuranlar

Teslimim deyince cana kıyanlar

 

Gelin ahbaplarım gelin yanıma

Sebebim tütünü basın kanıma.

 

Son olarak usulsüz türkülerden olan bozlak ve mayalardan örnekler aktaralım:

 

BOZLAK

 

Evlerinin önü hamam kapısı

Hamamdan geliyor yarin kokusu.

 

Top kâküllü çiçeğim

Sen doldur ben içeyim

Bana da yardan geç derler

Ben nasıl vazgeçeyim?

 

Evlerinin önü kireç kuyusu

Yüreğime vurdu derdin koyusu.

 

Top kâküllü çiçeğim

Sen doldur ben içeyim

Bana da yardan geç derler

Ben nasıl vazgeçeyim?

 

Evlerinin önü yüksek kaldırım

Kaldırımdan düştüm beni kaldırın.

 

Top kâküllü çiçeğim

Sen doldur ben içeyim

Bana da yardan geç derler

Ben nasıl vazgeçeyim?

İLGİLİ İÇERİK

TÜRKÜ VE TÜRKÜ ÇEŞİTLERİ

TÜRKÜ NEDİR?

KINA TÜRKÜSÜ ve KINA GECESİ TÖRENLERİ

TÜRKÜ VE TÜRKÜ ÖRNEKLERİ

TÜRKÜLERİMİZ VE TÜRKÇENİN GÜCÜ- MURAT KARABACAK

TÜRKÜ ÖRNEKLERİ


TÜRKÜ-C.DİLÇİN

Türkü, türlü ezgilerle söylenen, bir anonim halk şiiri nazım biçimidir. Söyleyeni belli, kişisel halk şiiri biçimleri arasına giren türküler de vardır. Türkü, her iki bölüğe de girebldiğinden halk edebiyatının en zengin alanıdır.

Türkü bentleri, yapı ve sözleri bakımından iki bölümden oluşur. Birinci bölüm türkünün asıl sözlerinin bulunduğu bölümdür ki bent adı verilir. İkinci bölümse her bendin sonunda yinelenen nakarattır. Bu bölüme bağlama ya da kavuştak denir. Bentler ve kavuştaklar kendi aralarında uyaklanırlar. Türküler hece ölçüsünün her kalıbıyla söylenir. Genellikle yedili, sekizli ve on birli hece kalıpları kullanılmıştır. Türklerin konu­ları çok değişiktir. Aşk duyguları, günlük olaylardan etkilenmezler, savaşlardaki kahra­manlıklar en güzel ve en coşkun olarak türkü biçimiyle anlatılabilmektedir. Halk arasında heyecan uyandıran her olaya bir türkü yakılır. Bunlar bestelenir ve türlü yollardan yur­dun her köşesine yayılır. Türlü bölgelerde, türlü biçimlere girer; kimi dizeler düşer yer­lerine yenileri eklenir. Kısaca Anadolu halkı bütün acılarını ve sevinçlerini türkülere doldurur.

Türküler, ezgileri, konuları ve yapıları bakımından sınıflanabilir. Ancak söylendikleri bölgelere göre de ad alırlar: Bingöl ağzı, Urfa ağzı, Eğin ağzı gibi. Kimi tanınmış türküler de içindeki en etkili sözlerle anılır: Ayşem, Zeynebim, Fidayda, Adanalı gibi.

1.Ezgilerine Göre Türküler:

Türküler, ezgilerine göre usulsüzler ve usullüler olarak ikiye ayrılır. Usulsüzlerin divan, bozlak, koşma, hoyrat, kayabaşı, Çukurova gibi çeşitleri vardır. Bunların hepsi de uzun havalardır. Usullü türküler, genellikle oyun havalarıdır. Bunlara Konya'da oturak, Urfa'da kırık adı verilir.

2. Konularına Göre Türküler:

Türkülerin, konu bakımından çok çeşitli sınıflamaları yapılmıştır. Türkülerdeki belli başlı konular göz önüne alınarak şöylece sınırlanabilir:

1. Ninniler

2. Çocuk Türküleri

3. Doğa Türküleri

4. Aşk Türküleri

5. Kahramanlık ve Askerlik Türküleri

6. Tören Türküleri

7. İş Türküleri

8. Karşııklı Türküler

9. Ölüm Türküleri (Ağıtlar)

10.Oyun Türküleri

3. Yapılarına Göre Türküler:

Türküler bentlerinin ve kavuştaklarının kümelenişi açısından çok değişik yapılarda görünürler.

(Cem DİLCİN, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, TDK, Ank. 1997.)

 

İLGİLİ İÇERİK

TÜRKÜ VE TÜRKÜ ÇEŞİTLERİ

TÜRKÜ NEDİR?

KINA TÜRKÜSÜ ve KINA GECESİ TÖRENLERİ

TÜRKÜ VE TÜRKÜ ÖRNEKLERİ

TÜRKÜLERİMİZ VE TÜRKÇENİN GÜCÜ- MURAT KARABACAK

TÜRKÜ ÖRNEKLERİ


KIZILIRMAK TÜRKÜSÜ

Kızdırmak parça parça olaydın

Her parçanı bir diyara salaydın

Sen de benim gibi öksüz kalaydın

 

Kızdırmak nittin allı gelini

Nasıl aldın allı pullu gelini

 

Köprüden geçerken köprü yıkıldı

Üç yüz atlı birden suya döküldü

Nice gelinlerin boynu büküldü

 

Kızılırmak nittin allı gelini

Nasd aldın allı pullu gelini

 

II

TÜRKÜ

Eğin dağarında güller bitmiyor

Viran bahçelerde bülbül ötmüyor

Yârimin sevdası serden gitmiyor

 

Gel ağam gel ağam gel de gene git

Akan gözüm yaşın sil de gene git

 

Eğinin etrafı dağdır meşedir

İçinde oturan beydir paşadır

Yüz elli mahalle beş yüz köşedir

 

Gel ağam gel ağam olma yalancı

Benim âhım eder seni dilenci

İLGİLİ İÇERİK

TÜRKÜ VE TÜRKÜ ÇEŞİTLERİ

TÜRKÜ NEDİR?

KINA TÜRKÜSÜ ve KINA GECESİ TÖRENLERİ

TÜRKÜ VE TÜRKÜ ÖRNEKLERİ

TÜRKÜLERİMİZ VE TÜRKÇENİN GÜCÜ- MURAT KARABACAK

TÜRKÜ ÖRNEKLERİ


 TÜRKÜ/İSLAM ANS.

Ezgi ile söylenen anonim halk edebiyatı nazım biçimi.

Köken bakımından Türk kelimesinin nisbet eki alarak “Türkî” şeklinde oluştuğu, daha sonra Türkçe söyleyişe uydurulduğu kanaati yaygındır. Türküye “şarkı, deyiş, deme, hava, ninni, ağıt” da denilmekte, Anadolu’da türkü karşılığında yer yer “yır” adı da kullanılmakta, Tatar Türkleri’nin türküye “beyit” dedikleri bilinmektedir. Türküye Azerbaycan Türkçesi’nde “mahnı”, Başkırtça’da “halk yırı”, Kazakça’da “türki, türük, halık ani”, Kırgızca’da “eldikır, türkü”, Özbekçe’de “türki, halk kaşiği”, Tatarca’da “halk cırı”, Türkmence’de “halk aydımı”, Uygurca’da “nahşa, koça nahşisi” denilmektedir. Türkü, âşık şiirleri gibi düzenleyicisi bilinenler yanında çoğunlukla düzenleyicileri bilinmeyen, sözlü gelenekte oluşup gelişen, çağdan çağa ve yöreden yöreye değişip zenginleşen, bazan bozulmalara uğrayan ve her zaman ezgi eşliğinde söylenen şiirlerdir. Türk halk şiirinin de en eski nazım biçimlerinden biridir. Bu adı taşıyan ilk manzumeye XV. yüzyıl başlarında Horasan’da rastlandığı kaydedilmekte, Anadolu’da ise ilk örnekleri XVI. yüzyılda görülmektedir. İnsanların yaşadığı her çeşit olayı, bu olayların toplum içindeki yankılarını, kahramanlıkları ve tarihî olayları konu edinen türküler bir kültür hazinesidir. Herkesin anlayabileceği sade, tabii bir dille ve hece ölçüsüyle söylenenler yanında aruzla söylenmiş az sayıda örneğine de rastlanan türkülerin klasik edebiyat nazım biçiminde olanlarına “divan, selis, semâi, kalenderî, satranç” gibi adlar verilmektedir.

Türküler iki kaynaktan beslenir. Asıl türküler söyleyenleri bilinmeyen, halkın ortak malı olan ve halkı derinden etkileyen bir olay üzerine yakılanlardır. Bu olay bütün milleti ilgilendirecek kadar önemli olabileceği gibi dar bir çevreyle de sınırlı kılabilir. Aşk, gurbet, ölüm, kahramanlık, fetih, seferberlik, doğal âfetler, oymak kavgaları, eşkıya baskınları, bir kalenin düşmesi, bir vatan parçasının elden çıkması gibi olaylarla sevda, talihe küsme gibi duygular türkülerin şartlarını hazırlayan sebeplerin başında gelir. Bu olaylardan birini yaşayan veya bu duygulardan birini taşıyan, sanatçı ruhuna ve yeteneğine sahip halktan birinin olayı halk şiiriyle ve ezgi eşliğinde ifade etmesi türküyü meydana getirir. Zamanla türküyü söyleyen kişinin adı, türkünün söz ve ezgi bölümleri gibi kişisel izleri ortadan kalkar ve türkü toplumun ortak malı olarak halk edebiyatı ürünü karakterine bürünür. Türkülerin oluşmasında ve yayılmasında ikinci önemli kaynak saz şairleridir. Saz şairi (âşık) gördüğünü, yaşadığını, duyduğunu sanat kabiliyeti ölçüsünde sazı eşliğinde dile getirerek topluma duyurur. Toplumdaki “türkücü-şair” bir bakıma eski Oğuzlar’daki ozanların devamı olarak türkülerin ortaya çıkmasını, yayılmasını ve yaşamasını sağlar. Eskiden ticaret kervanları ile dolaşan amatör ses sanatçıları ve askerler de saz şairleri gibi türküleri yaymada önemli rol oynamıştır. Türkülerin yayılmasının diğer bir sebebi de fetihler dolayısıyla meydana gelen göçlerdir. Günümüzde iletişim araçları türkülerin yayılmasını kolaylaştırmakta, böylece beğenilen bir türkü kısa zamanda yurdun her köşesine ulaşmaktadır. Ancak bu durum yeni türkülerin yakılmasını önlemektedir.

Genellikle bağlama/saz eşliğinde söylenen türkü bu aletle hüviyet kazanır. Türkü yakıcıları daha çok sözle ezgiyi aynı anda üretirler. Konusunun toplumu derinden etkilemesi, ezgisinin dokunaklı ve sanat gücünün yüksek olması türkülerin uzun süre yaşamasının önemli sebeplerindendir. Zaman içinde söz ve ezgilerinde meydana gelen değişiklikler bunların birden çok yöreye ait sayılması gibi bir sonucu doğurmuştur. Değişik çevrelerde değişik duygular içinde söylenen türkülerin birtakım katma söz ve ezgilerle eski havalarını kaybedip başlangıçta bir kahramanlık türküsü, hatta bir ağıtken ezgisi oyun havasına yakınsa sonradan oyun havası durumuna geldiği de görülebilir.

Türkülerde halkın işlenmemiş sanat gücünü, sanat yeteneğini ve millî sanata ait konuları bulmak mümkündür. Bunları dile getiren olayları öğrenebilmek için türkünün metnini tamamlayacak hikâyesini de bilmek gerekir. Türküler hem halkın sosyal hayatını hem müziği hem şiiri ilgilendirdiğinden halk bilimi incelemelerinde önemli bir yer tutar; bundan dolayı özel bir metotla incelenmeleri gerekir. Bu konuda üzerinde önemle durulan hususlardan biri türkülerin bir plan dahilinde derlenmesidir. Derleme yapılacak yöre ve bu yörenin insanları hakkında önceden yeterli bilgiye sahip olunmalıdır. Türkünün sözleri ve mısra düzeni doğru yazılmalı, birtakım arkaik ve mahallî kelimeler olduğu gibi yazıya geçirilmeli, ezgi de sözlerle birlikte kaydedilmelidir. Türkülerin çok etkili bir ifade gücü vardır. Her türlü insanî duyguyu harekete geçirmeleri, toplumu bütün yönleriyle ele almaları ve yansıtmaları bunların başta gelen özellikleridir. Türkülerin dili halkın konuştuğu Türkçe’dir; ancak unutulan bazı kelimelerin türkülerde canlılığını koruduğu görülmektedir. Bu sebeple özellikle dilcilerin ilgilenmesi gereken bir çalışma alanıdır.

Türküler genelde üç yönden incelenir. 

1. Ezgilerine göre, usulsüz olanlar (uzun havalar) ve usullü olanlar (oyun havaları, kırık havalar, oturak havaları) olmak üzere iki grupta ele alınır. 

2. Konularına göre, olaya dayalı türküler ve duygu yönü ağır basan türküler diye iki kolda incelenebilir. Olaya ve duyguya dayalı türküler de lirik türküler, taşlama, yergi ve güldürü türküleri, bir olayı hikâye eden türküler, tören ve mevsim türküleri, iş ve meslek türküleri, pastoral türküler, öğretici türküler ve oyun türküleri şeklinde gruplandırılabilir. 

3. Yapılarına göre ise hece ölçüsünün beşli kalıbından on altılı kalıbına kadar farklı ölçüler kullanılmıştır. Bu durum türkünün biçimi üzerinde çeşitli tartışmalara yol açmaktadır. Mâni katarından veya koşma nazım biçiminden oluşan türküler de sıkça görülmekle beraber asıl türküler “bent” ve “kavuştak” adı verilen, bent ve kavuştaklarda yer alan mısra sayısının türküden türküye farklılık gösterdiği bağlamalı şekillerden oluşur (geniş bilgi için bk. Albayrak, Ansiklopedik Halk Edebiyatı Sözlüğü, s. 537-545).

 

BİBLİYOGRAFYA:

Hikmet Dizdaroğlu, Halk Şiirinde Türler, Ankara 1969, s. 102-121; Mehmet Özbek, Folklor ve Türkülerimiz, İstanbul 1972; a.mlf., Türkülerin Dili, İstanbul 2009; Enver Gökçe, Eğin Türküleri, Ankara 1982; Hamdi Hasan, Saray-Bosna Kütüphanelerindeki Türkçe Yazmalarda Türküler, Ankara 1987; Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, İstanbul 1992, s. 150-157; Mehmet Ali Abakay, Diyarbakır Folklorundan Kesitler: Celâl Güzelses, Diyarbakır 1995; Ali Yakıcı, Halk Şiirinde Türkü, Ankara 2007; Merdan Güven, Türküler Dile Geldi, İstanbul 2009; Nurettin Albayrak, Ansiklopedik Halk Edebiyatı Sözlüğü, İstanbul 2010, s. 537-545; a.mlf., “Türk Halk Şiirinde Biçim ve Tür Sorunu”, Motif Akademi: Halkbilimi Dergisi, sy. 1-2, İstanbul 2009, s. 142-159; a.mlf., “Türkü”, TDEA, VIII, 447-451.

 

Nurettin Albayrak  cilt: 41; sayfa: 612

 

 

İLGİLİ İÇERİK

TÜRKÜ VE TÜRKÜ ÇEŞİTLERİ

TÜRKÜ NEDİR?

KINA TÜRKÜSÜ ve KINA GECESİ TÖRENLERİ

TÜRKÜ VE TÜRKÜ ÖRNEKLERİ

TÜRKÜLERİMİZ VE TÜRKÇENİN GÜCÜ- MURAT KARABACAK

TÜRKÜ ÖRNEKLERİ