Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Belagatin bedî' kısmında yer alan bir söz sanatı.

 

Sözlükte "iki şeyin birbirine benzeme­si" anlamında masdar olan cinas, edebi­yat terimi olarak anlamlan farklı, yazılış veya söylenişleri (sesleri) aynı yahut ben­zer olan kelimelerin nazım ve nesirde bir arada kullanılması yoluyla yapılan söz sanatını ifade eder. Buna tecnîs de denir. Sünbülzâde Vehbî'nin, "Eyleme vaktini zayi' deme kış yaz oku yaz" mısraındaki mevsim mânasına olan birinci "yaz" ile "yazmak" masdarından emir olan ikinci "yaz" cinas için bir örnek teşkil etmektedir. "Zalim sultanı ziyaret eden, kükreyen aslanı ziyaret eden gibidir"  sözünde "ziyaret" masdarından ism-i fail olan bi­rinci ve ikinci "zâir" kelimeleriyle "kükremek" anlamına gelen "zeîr" masdarın­dan ism-i fail olan üçüncü "zâir" kelime­si arasındaki benzerlik cinasın bir diğer örneğidir. "Padişah onun hakkını verdi"  cümlesinde "hak" anla­mında isim olan birinci "dâd" ile "vermek" masdarından üçüncü tekil şahıs olan ikinci "dâd" da cinas için örnek ola­rak gösterilebilir.

Belagat kitaplarında değişik yönler­den tasnife tâbi tutulan cinas, genellik­le önce cinâs-ı tâm ve cinâs-ı gayr-i tâm olmak üzere iki bölüme, daha sonra bun­lar da kendi aralarında alt bölümlere ay­rılmaktadır.

Cinâs-ı Tâm. Lafız itibariyle birbirine uy­gun cinaslara denir. Tam cinas "vücûh-i erbaa" denilen dört şeyin ittifakı ile, ya­ni cinası meydana getiren kelimelerin harfleri, sıraları, sayıları ve harekeleri bakımından birbirinin aynı olması ile meydana gelir. Bu tür cinas, yukarıda­ki örneklerde olduğu gibi benzer keli­meler tek bir kelimeden meydana ge­lirse "cinâs-ı tâmm-ı basît" adını alır. "Ey Hatâ ülkesinin bütün güzellerinin nu­ru! Senin yüzünü görmekten uzak kal­mak hatadır"  örneğinde şekil bakımın­dan birbirinin aynı olan "hatâ'lardan bi­rincisi Çin'deki Hatâ ülkesi, ikincisi ise "yanlış" anlamında olup bu cümle de cinâs-ı tâmma örnek teşkil eder. Ben­zer kelimelerden her ikisi veya biri bir­leşik kelime olursa bu tür cinasa "cinâs-ı tâmm-ı mürekkeb" adı verilir. Keçecizâde Fuad Paşa'nın, "Bir evde dü zen olsa düzen olmaz o evde" mısraında "iki ka­dın" anlamında olan "dü zen" ile "uyum" anlamına gelen "düzen" arasındaki ben­zerlik buna örnektir. Bir diğer örnek de, "Hükümdar bağış yapan cömert bir kişi değilse onu bırak, çünkü devleti gidici­dir, payidar olamaz"  beytidir. Burada cinasın birinci unsuru, "sahip ve mâlik" anlamın­daki "zâ" ile "bağış" anlamına gelen "hi­be" kelimelerinden meydana gelmiştir; ikincisi ise "gitmek" anlamındaki "zehâb" masdarının ism-i faili olan "zâhibe'dir.

Mürekkeb cinas "cinâs-ı müteşâbih", "cinâs-ı mefrûk" ve "cinâs-ı merfû" ol­mak üzere üç kısma ayrılır. Cinâs-ı mü­teşâbih, Keçecizâde Fuad Paşa'nın mıs­raında olduğu gibi benzer kelimelerin yazılışlarının aynı olması halinde orta­ya çıkar. Ayrıca, "Kim canımı tedavi et­tiyse inci ve mercan hazinemi götürdü"

cümlesi de cinâs-ı müteşâbihe örnektir. Burada birinci "mercan", ismin -i halini güçlendiren "mer" ekiyle "cân"dan oluş­makta, ikincisi ise süs eşyası olan "mer­can" anlamına gelmektedir.

Benzer kelimelerin yazılışları farklı olursa cinâs-ı mefrûk adını alır. Ahmed Paşa'nın. "Âh kim ömrüm cihan mülkün­de cânânsız geçer / Ben cihan mülkün n'ıderem çünkü cân ansız geçer" beytin­de "cânânsız" kelimesiyle "cân ansız" arasındaki benzerlik buna örnektir" Gön­lüne sor, mukayese etsin bakalım, onu hangi darbe daha çok incitir: çanların darbesi mi yoksa ayrılık darbesi mi?" beytinde "çan (nâküs) dar­beleri" anlamındaki "darbü'n-nevâklsi" ile "ayrılık darbeleri" anlamına gelen "darbü'n-nevâ" ve "mukayese etmek'ten müennes emir sigası olan "kisî'den olu­şan "darbü'n-nevâ klsî" arasındaki ben­zerlik de cinâs-ı mefrûka örnek teşkil eder. Farsçada "birinden, bir şeyden il­gisini kesmek anlamındaki "dil berdâşten"  ve "güzele sahip olmak" anlamındaki "dilber dâşten"  fiilleri de cinâs-ı mefrûka örnektir.

Mürekkeb cinas, iki kelimeden değil bir kelime ile diğer bir kelimenin bir par­çasının aynı olmasından meydana gelir­se bu tür cinasa cinâs-ı merfû denir. İs­mail Safâ'nın, "Yokken güneşin eşi se­mâda / Bir eş görünürdü şemse mâda" beytindeki "semâda" ve "şemse mâda" kelimeleri arasında olan benzerlikle, "Şe­ref ve fazilet sahibi olman için gücün yet­tiğince hile yapma"  beytinde birinci mısrada "hile" anlamındaki "mekr" ile "ne zaman" anlamındaki "mehmâ'nın ilk yarı­sı olan "meh’in birleşmesinden olu­şan "el-mekrüme"  ve ikinci mıs­rada bulunan "iyilik ve kerem" anlamın­daki "el-mekrüme"  arasındaki benzerlik gibi. Farsçada "kadehe eğil­me, yönelme" anlamına gelen "meyl-i câm"  tamlamasındaki ilk keli­menin son harfi "li"  ile "câm" keli­mesi birleştirilince "gem" anlamında "li-câm" kelimesi ortaya çıkar ki bu da cinâs-ı merfûa örnek gösterilir.

Cinâs-ı tâm, cinası meydana getiren ke­limelerin isim veya fiil oluşuna göre de ikiye ayrılır. Kelimelerin her ikisinin isim veya fiil olmasıyla yapılan cinasa "cinâs-ı mümasil" denir. Fuzûlî'nin, "Gerçi ey dil yâr için yüz verdi yüz mihnet sana" mıs­raında "yüz" kelimelerinin ikisi de isimdir. "Abbas, savaş şiddetlenince aslanların bile kendisinden korkup kaçtığı bir aslan­dır. Fazl ihsan (fazi), Rebf de bahar yağ­muru (rebî) gibidir."  beytin­de de Abbas, Fazl ve Rebf kelimeleri isimdir. İzzet Molla'nın, "Dest-i kûtâhımızı etmemiş Allah resâ / Menba-ı lutfunu yoksa elimizle kaparız // Bize ver­sin mi Hudâ âb-ı hayâtı tevfik / Hızr'ı bulsak reh-i zulmette külahın kaparız" dörtlüğünde "kaparız" fiillerinden birin­cisi "tıkamak", ikincisi "almak, yakala­mak" anlamındadır. "Kıyametin kopaca­ğı gün günahkârlar çok kısa bir süre ka­lacaklarına yemin ederler" |er-Rûm 30/551) âyetinde birinci "sâat" "kıyamet günü", ikincisi "kısa zaman parçası" anlamında olup ikisi de isimdir. Farsçada biri "ağız, damak", diğeri "murad, maksat" anlam­larına gelen iki "kâm"  kelimesi de bu türe örnek olarak verilebilir.

Benzer kelimelerden birinin isim, di­ğerinin fiil olması halinde meydana ge­len cinasa "cinâs-ı müstevfâ" denir. Sünbülzâde Vehbî'nin yukarıda örnek ola­rak verilen mısraındaki "yaz" kelimeleri böyledir. Ayrıca İbn Künâse'nin oğlunun ölümü münasebetiyle söylediği mersiye­nin, "Yaşasın diye ona Yahya adını verdimse de Allah'ın emri karşısında ölüm­den kurtulmaya hiçbir çare yoktur"  bey­tinde geçen "yahyâ" kelimelerinden bi­rincisi özel isim, ikincisi fiil olup buna örnek teşkil ederler.

Cinâs-ı Gayr-i Tâm. Cinâs-ı tamdaki dört benzerlikten (vücûh-i erbaa) birinin noksan olması ile meydana gelen cinas­tır. Bu noksanlık veya kelimeler arasın­daki farklılık Farsçada "derd" (dert), "gerd" (toz), "dürd" (şarap tor­tusu) ve "düzd" (hırsız) örneklerinde olduğu gibi harflerin türlerinde olursa buna "cinâs-ı lâhik" denir. Cinas-ı lâhik da noksanlık veya farklılığın kelimenin başında, ortasında veya sonunda olma­sına göre üçe ayrılır. Kâmil Paşa'nın, "Pe­derinizin tarîk-i edeb ve terbiyesine sâlik ve hevâ vü hevese galebe ile nefsini­ze mâlik olmalısınız" cümlesindeki "sâlik" ile "mâlik" ve "Şüphesiz nankörlüğüne kendisi de şahittir ve insan mal sevgisi­ne aşırı derecede düşkündür" mealindeki âyetlerde "şehîd" ile "şedîd" kelimeleri arasındaki benzerlik ve farklılık bunlara örnek teşkil eder.

Farklılığı harflerin sayısından kaynaklanan cinaslar "cinâs-ı nakıs" adını alır. Burada da farklılık başta, ortada ve sonda olabilmektedir. Bâki'nin, "Sînesin etse kaçan kân-ı maârif arif / Kılsa her harfe nazar bir nice ma'nâ görünür" beytindeki "maârif" ile "arif" kelimeleri; "Durumun aynen devamı imkânsızdır"  sözündeki "hâl" ile "muhal"; "Ve bacak bacağa dolaşır. İşte o gün sevk edilecek yer sadece rabbinin huzurudur"  (el-Kıyâme 75/29-301) âyetindeki "sâk" ile "mesâk" kelimeleri arasın­daki benzerlik ve farklılık buna örnektir. Farsçada. "Ey belâyı seçen ve elinin sır­tını ısıran"  sözündeki "güzide" ve "gezîde" bunun için örnek olarak verilir. Ayrıca "gil", "gül", "derd", "dürd"  misallerinde olduğu gibi yazılışları aynı, okunuşları farklı kelimeler de cinâs-ı na­kısa örnek gösterilir.

Cinası meydana getiren kelimeler ara­sındaki farklılık hareke ve sükûn dolayı­sıyla olursa buna "cinâs-ı muharrer de­nir. Sünbülzâde Vehbi'nin, "Bûse-i nukl-i lebi bezme edip nakl-i nevâl" mısraındaki "nukl" ve "nakl" kelimelerinde hare­ke farkı; "Allahım! Beni güzel yarattığın gibi ahlâkımı da güzelleştir"  hadisinde "halk"  ile "huluk" arasında ise hareke ve sükûn farkı vardır.

Cinaslı kelimelerde harflerin sıralanı­şında bir fark olursa "cinâs-ı kalb" mey­dana gelir. Sürûrî-yi Kadîmin, "Mûr gi­bi emrine kılmış itaat halk-ı Rûm" mısraındaki "mûr". (karınca) ile "Rûm" (Ana­dolu) kelimeleri arasında bu tür bir cinas vardır. "Kılıcında dostlar için fetih, okun­da düşmanlar için ölüm vardır"  beytin­de de "feth"  ile "hatf"  ara­sında cinâs-ı kalb mevcuttur.

Cinası meydana getiren kelimeler ara­sındaki farklılık harflerin noktalarından kaynaklanıyorsa bu nevi cinasa "cinâs-ı hattî" denir. Buna "cinâs-ı musahhaf" veya "cinâs-ı tashîf" adı da verilir. "Şeb-i tarîk" ( karanlık gece) ve "râh-ı bârîk"   ince yol) tamlamalarındaki "tarîk" ile "bârîk" kelimeleri buna örnektir. Nefî'nin, "Bize Tâhir Efendi kelb demiş / İltifatı bu sözde zahirdir / Mâlikî mezhebim benim zîrâ / İ'tikâdımca kelb Tâhirdir" dörtlüğünde "zahir"  ile "Tâhir"  kelimelerinin arasında sadece nokta farkı vardır. Ay­nı şekilde, "Üstünlüğün seni şımarttı"  sözündeki "garr" ve "izz" ke­limeleri arasındaki fark da ilk ve son harflerinin noktalı ve noktasız olmasın­dan ibarettir.

Cinasın başka türleri olduğu gibi ci­nas grubuna giren iştikak, müzdevic, reddü'l-acüz ale's-sadr, îhâm, müşâkele, akis, şibhü'l-iştikâk vb. birtakım söz sa­natları da vardır.

Bunlardan başka belagat kitapların­da "cinâs-ı lafzî" ve "cinâs-ı manevî" ayırımı yapılır. Bu ayırım Recâizâde Mahmud Ekrem'den itibaren Türkçe belagat kitaplarına girmiştir (bk. Ta'lîm i Edebiyyât, s 340). Bu anlayışa göre yukarıda verilen örnekler cinâs-ı lafzî grubuna gir­mektedir. Cinâs-ı ma'nevî ise "cinâs-ı izmâr" ve "cinâs-ı işaret" olmak üzere iki kısımda incelenmektedir. Ancak Türkçe edebiyat kitaplarında cinâs-ı ma'nevî is­tihdam, tevriye ve mugâlata-i ma'neviyye ile karıştırılmakta ve Recâizâde'den beri tartışma konusu olmaktadır.

Cinas bilhassa mizahî konularda oku­yucunun hoşuna giden bir sanat olup divan ve halk edebiyatlarında geniş ilgi görmüştür. Çok orijinal örnekleri bulun­duğu gibi sırf sanat kaygısıyla yapılmış cinaslar da vardır. Ayrıca eski şairlerin Arapça ve Farsça kelimeleri çokça kullan­ması cinasın sınırlarını genişletmiştir.

bibliyografya:

Tehânevî, Keşşaf, "cinas" md.; Ibn Reşîk el-Kayrevânî, el-'Umde (nşr. Muhammed Karkazân). Beyrut 1408/1988, I, 545-565; Abdülkâdir el-Cürcânî, Esrârü'tbelâğa (nşr. H. Ritter), İstanbul 1954, s. 5-19; Ebû Ya'küb Sekkâkî, el-Jzâh fî 'ulümi'l-belâğa (nşr. Muhammed Abdülmün'im Hafâcî) I baskı yeri yok 1400/1980, s. 535-542; Reşfdüddin Vatvât, Hadâ''iku's-sihr fî dekâ'iki'ş-şi'r (nşr. Abbas İkbali, Tahran 1362 hş., s. 5-12; TîDÎ, et-Tibyân fî 'ilmi'Tme'â-nt ue'l-bedf ue l-beyân (nşr. Hâdî Atıyye), Bey­rut 1407/1987, s. 480-487; Abdünnâfî İffet, en-Nef'u't-muauuel, İstanbul 1290, II, 194-201; Recâizâde Mahmud Ekrem, Ta'lîm-i Edebiyyât, İstanbul 1299, s. 340; Diyarbekirli Said Paşa. Mîzânü'l-edeb, İstanbul 1305, s. 365; Muallim Naci, Istılâhât-ı Edebiyye, İstanbul 1307, s. 241-248; Mehmed Rifat. Mecâmiu'l-edeb IV: llm-i Bedîî, İstanbul 1308, s. 300-311; Mehmed Tâ­hir, Tercüme-i Mîzânü'l-edeb, İstanbul 1257, s. 306-307; Ahmed Hamdi. Teshîlü'l-arüz ve'l-kavâfî ve'l-bedâyı, İstanbul 1289, s. 8-18; Ali Cemâleddin, Arûz-i Türkî, İstanbul 1291, s. 121-124; M. İzzet b. Ahmed [Babanzâde]. Def'u'l-mesâlib fî edebiş-şâir ue'Tkâtib, İstanbul 1325, s. 41-48; Tâhirülmevlevî, Edebiyat Lügati (İs­tanbul 1937), istanbul 1973, s. 31-32; Seyyid Ahmed el-Hâşimî. Ceoâhirü'Tbelâğa, Kahire 1383/1963, s. 396-403; Ahmed Mustafa el-Merâgî, ' Ulûmu 't-belâya, Beyrut, ts. (Dârü'l-Kalem), s. 330-334; M. Kaya Bilgegil, Edebiyat Bilyi ue Teorileri I: Belagat, Ankara 1980, s. 307-326; Cem Dilcin, Örneklerle Türk Şiir Bil­gisi, Ankara 1983, s. 467-481; Ahmed Matlüb, Mu'cemül1-muştalah.âti'tbelâğıyye ue tetav-uüruhâ, Bağdad 1406/1986, I, 51-109, 414 423; "Cinas", TA, XI, 11; "Cinas", İA, III, 193; "Cinas", TDEA, II, 73-74.

 

HULUSİ KILIÇ- KAZIM YETİŞ, DİA, 8.CİLT, S.:12-14

SON EKLENENLER

Üye Girişi