Çok güzel geleneklerimizden biri olan âşıklık geleneği en az bin yıllık tarihe sahip. Bin yıldan bu yana özlemle yaşattığımız bu güzel gelenek, bundan böyle de yaşamaya devam edecek. 21. yüzyılda bilgi çağına uygun görüşlerle söyleyecekleri şiirlerle de âşıklarımız görevlerini yerine getirecekler.
Âşıkları yalnız şiir söyleyen, türkü söyleyen ozanlar olarak görmemek gerek. Âşıklar çok önemli görevler üstlenmiş, sorumluluk altına gönüllü olarak girmiş kişilerdir.
Hoca Ahmet Yesevî'den ilham alıp Anadolu'muzu aydınlatmak için, dirlik-düzenlik için, birliğimiz için, Anadolu topraklarını yurt edinen o güzel gönül erleri de yalnız sözle yetinmemişler, şiirler de söylemişlerdir. Mevlânâ şiir söylemiştir. Hacı Bektaşi Velî şiir söylemiştir. Hacı Bayram Veli, Aziz Mahmut Hüdaî ve daha nice gönül erleri Hoca Ahmet Yesevî'nin yolundan yürüyüp bizleri gönül telimizden vuran şiirler söylemişlerdir.
Aziz Mahmut Hüdaî şöyle söylemişti bir deyişinde:
Kim umar senden vefayı
Yalan dünya değil misin?
Muhammedül Mustafa'yı
Alan dünya değil misin?
Kast edip halkın özüne
Toprak doldurup gözüne
Ehli gafletin yüzüne
Gülen dünya değil misin?
Şiir gönül kapılarım açan sihirli anahtardır. Bu anahtarı iyi kullanan ozanlar edebiyat tarihimizin temel taşları olurlar.
Şiirleriyle gönül telimizi harekete geçiren Yunus Emre yalnız şiir söylemiyordu. Engin kültürü ile bir bilge ozandı. Gezginci bir ozan olduğundan zamanın en taze haberlerini de o taşırdı. Timurleng ordularının Anadolu'yu kasıp kavurduğu, Selçuklu Devleti'nin çalkantılı duruma girdiği, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş yıllarını yaşadığı o kargaşa günlerinde Osman Bey, Yunus Emre'nin yolunu özlemle gözlerdi. Çünkü geleneğe uygun olarak Emre de diyar diyar gezerdi. Olanı biteni öğrenir, iyi bir gözlemci olduğundan gözünden hiçbir şey kaçmazdı. Yunus Emre de Anadolu'yu aydınlatan ozanlardandı. Halkın derdini, sevincini paylaşır, dirlik-düzenlik isteğini şiirle dile getirirdi.
Birliğimiz için, dirlik ve düzenlik için şiir söyleyen başka ozan da Âşık Veysel'di. Âşık Veysel de gönül erlerimizin yolundan yürüyordu, kargaşa istemiyordu, senlik-benlik davası olmasın diyordu:
Allah birdir Peygamber Hak
Rabbül âlemindir mutlak
Senlik benlik nedir bırak
Söyleyim geldi sırası.
Kürt'ü, Türk'ü, Çerkez'i
Hep Âdem’in oğlu kızı
Beraberce şehit gazi
Yanlış var mı ve neresi
Kuran’a bak İncil’e bak
Dört kitabın dördü de Hak
Hakir görüp ırk ayırmak
Hakikatte yüz karası.
Yezit nedir, ne kızılbaş
Değil miyiz hep bir kardaş
Bizi yakar bizim ateş
Söndürmektir tek çaresi.
Veysel sapma sağa sola
Sen Allah'tan birlik dile
İkilikten gelir belâ
Dava insanlık davası.
İşte şu anda yaşayan, şiirlerini türkülerini dinlediğimiz âşıklar da Hoca Ahmet Yesevî'den ilham alıp, Yunus Emre'nin deyişleriyle güçlenip, Âşık Veysel'in açtığı yoldan yürüyüp bu güzel geleneğimizi yaşatmaktırlar.
Âşık Veysel benim çok yakın dostumdu. Denizli Lisesinde öğrencilik yıllarımda tanımıştım büyük ozanı. O yıllar Veysel Küçük Veysel'le dolaşırdı Anadolu'yu. Küçük Veysel Hakk'ın rahmetine kavuşunca oğlu Ahmet'le dolaşmaya başladı. Âşık'la dostluğumuz TRT'ye girdiğim 1964 yılından ölümüne kadar hep sürdü. Ankara'ya gelir, ilk beni arardı. TRT'de başka sevdiği kişiler de vardı.
Bir sohbetimizde Âşık Veysel'e şöyle demiştim: "Âşık, sen yirminci yüzyılın yetiştirdiği en büyük ozanlardan birisin. Allah geçinden versin, ömrün uzun olsun. Sen Hakk'ın rahmetine kavuştuktan sonra, bu halk şiiri ne olacak?"
Herkesin iyiliğini isteyen, kimsenin aleyhine tek söz söylemeyen Âşık, soru bitince güldü. Şöyle dedi:
"Halk şiiri hiç ölmez. Analar daha nice Âşık Veysel'ler doğurur." Âşık Veysel Şatıroğlu ileriyi görmüştü. Anadolumuzun dört bucağında yeni yeni başarılı ozanlar yetişmişti. Bir Murat Çobanoğlu, bir Şeref Taşlıova, İlhami Demir, Dursun Durdağı, Davut Sulari, Cengiz Azeri'den en genci olan Bekir Sami Özsoy'a, diğer adıyla Şahinoğlu'na kadar daha nice nice ozanlar yetişti. Bu arada Sancakız (ilkin Manya), Sürmelican, Nurşah Bacı gibi kadın ozanlar da er meydanlarında âşıklamalar söylemeye başladılar. Bundan böyle de yenileri yetişip bu güzel kervana katılacaklardır.
Şiir susarsa, sanat susarsa medeniyet ilerleyemez. Âşıklar bizim gören gözümüz, duyan kulağımızdır. Âşıklar gönlümüzün aynasıdır. Âşıklar derdimizi, sevincimizi dile getirirler. Millî duygularımızı harekete geçirirler, memleket sevgimizi perçinletip âşkımıza, gönül duygularımıza tercüman olurlar. Yalnız memleketimizde olup bitenlerden değil, dünya işlerinden de söz ederler. Ancak âşıklarımızın, âşıklık geleneğini devam ettirebilmeleri için onlara sahip çıkmalıyız.
Eğer 1933 yılında Ahmet Kutsi Tecer, Sivas'ta Âşıklar Bayramını gerçekleştirmeseydi, belki Âşık Veysel cesaret bulamaz, er meydanına çıkamaz, Halk edebiyatında hakkı olan yere oturmakta geç kalabilirdi.
Eğer 1965 yılında başlatılan, bu yıl 33. kez kutladığımız Feyzi Halıcı'nın önderliğindeki Konya Âşıklar Bayramı olmasaydı, bu iyi yetişmiş ozanların çoğu, kendilerinin tanıtacak ortam bulamazlardı. Belki amatörce söyleyip memleketlerinin sınırını aşamazlardı. Şimdi ozanlarımızın çoğunun ünü, sınırlarımızı aştı. Bu arada on yıldır TDK tarafından düzenlenen Âşıklar Bayramını da hatırlatmak isterim.
Âşıklarımıza mutlaka sahip çıkmalıyız. Onların maddî sıkıntılar içinde yaşamalarına göz yummayalım. Devlet sosyal haklar için gayret göstersin, sosyal sigorta kapsamına alınmaları için yeni düzenleme hazırlasın. Kitaplarının bastırılması, kasetlerinin yaygınlaşması için ne mümkünse o yapılsın. Biz âşıklarımıza sahip çıkalım ki onlar dolu dolu şiir söylesinler. Derdimizden sevincimizden ses getirsinler. Gören gözümüz, duyan kulağımız olmaya devam etsinler.
Tarihimize bakacak olursak şairlerimize, yazarlarımıza sahip çıkıldığını göreceğiz. Şairlerin, müzik adamlarının, ilim sahibi olanların sarayda yer edindiklerine tanık olacağız. Millî Mücadele'de, Cumhuriyetimizin o kuruluş yıllarında şiir söyleyen, eli kalem tutan, ilim için gayret gösteren değerlerimizin Aziz Atatürk'ün çevresinde toplandıklarının göreceğiz. Şimdi ki devlet adamlarımızın çevresinde de şairlerimizi, yazarlarımızı, ilim adamlarımızı görmek istiyoruz. Âşıklarımıza sahip çıkıldığını görmek istiyoruz.
Âşıklık geleneği, kültürümüzün önemli bir bölümünü oluşturur. Şiirleri inceleyecek olursak içlerinde tarihimizi görürüz. O şiirlerin içinde geleneğimizi, göreneğimizi, insanlarımızı görürüz. Eğer ilerde tarihimizi yazacak olanlar âşıklarımızı, şairlerimizi incelemezlerse, aktaracakları tarih eksik kalacaktır.
Bayrağımız sonsuza kadar dalgalansın, âşıklarımız usta, çırak geleneğiyle beslene beslene sonsuza kadar çığırıp söylesinler.
Kerim Aydın ERDEM
Âşıkları yalnız şiir söyleyen, türkü söyleyen ozanlar olarak görmemek gerek. Âşıklar çok önemli görevler üstlenmiş, sorumluluk altına gönüllü olarak girmiş kişilerdir.
Hoca Ahmet Yesevî'den ilham alıp Anadolu'muzu aydınlatmak için, dirlik-düzenlik için, birliğimiz için, Anadolu topraklarını yurt edinen o güzel gönül erleri de yalnız sözle yetinmemişler, şiirler de söylemişlerdir. Mevlânâ şiir söylemiştir. Hacı Bektaşi Velî şiir söylemiştir. Hacı Bayram Veli, Aziz Mahmut Hüdaî ve daha nice gönül erleri Hoca Ahmet Yesevî'nin yolundan yürüyüp bizleri gönül telimizden vuran şiirler söylemişlerdir.
Aziz Mahmut Hüdaî şöyle söylemişti bir deyişinde:
Kim umar senden vefayı
Yalan dünya değil misin?
Muhammedül Mustafa'yı
Alan dünya değil misin?
Kast edip halkın özüne
Toprak doldurup gözüne
Ehli gafletin yüzüne
Gülen dünya değil misin?
Şiir gönül kapılarım açan sihirli anahtardır. Bu anahtarı iyi kullanan ozanlar edebiyat tarihimizin temel taşları olurlar.
Şiirleriyle gönül telimizi harekete geçiren Yunus Emre yalnız şiir söylemiyordu. Engin kültürü ile bir bilge ozandı. Gezginci bir ozan olduğundan zamanın en taze haberlerini de o taşırdı. Timurleng ordularının Anadolu'yu kasıp kavurduğu, Selçuklu Devleti'nin çalkantılı duruma girdiği, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş yıllarını yaşadığı o kargaşa günlerinde Osman Bey, Yunus Emre'nin yolunu özlemle gözlerdi. Çünkü geleneğe uygun olarak Emre de diyar diyar gezerdi. Olanı biteni öğrenir, iyi bir gözlemci olduğundan gözünden hiçbir şey kaçmazdı. Yunus Emre de Anadolu'yu aydınlatan ozanlardandı. Halkın derdini, sevincini paylaşır, dirlik-düzenlik isteğini şiirle dile getirirdi.
Birliğimiz için, dirlik ve düzenlik için şiir söyleyen başka ozan da Âşık Veysel'di. Âşık Veysel de gönül erlerimizin yolundan yürüyordu, kargaşa istemiyordu, senlik-benlik davası olmasın diyordu:
Allah birdir Peygamber Hak
Rabbül âlemindir mutlak
Senlik benlik nedir bırak
Söyleyim geldi sırası.
Kürt'ü, Türk'ü, Çerkez'i
Hep Âdem’in oğlu kızı
Beraberce şehit gazi
Yanlış var mı ve neresi
Kuran’a bak İncil’e bak
Dört kitabın dördü de Hak
Hakir görüp ırk ayırmak
Hakikatte yüz karası.
Yezit nedir, ne kızılbaş
Değil miyiz hep bir kardaş
Bizi yakar bizim ateş
Söndürmektir tek çaresi.
Veysel sapma sağa sola
Sen Allah'tan birlik dile
İkilikten gelir belâ
Dava insanlık davası.
İşte şu anda yaşayan, şiirlerini türkülerini dinlediğimiz âşıklar da Hoca Ahmet Yesevî'den ilham alıp, Yunus Emre'nin deyişleriyle güçlenip, Âşık Veysel'in açtığı yoldan yürüyüp bu güzel geleneğimizi yaşatmaktırlar.
Âşık Veysel benim çok yakın dostumdu. Denizli Lisesinde öğrencilik yıllarımda tanımıştım büyük ozanı. O yıllar Veysel Küçük Veysel'le dolaşırdı Anadolu'yu. Küçük Veysel Hakk'ın rahmetine kavuşunca oğlu Ahmet'le dolaşmaya başladı. Âşık'la dostluğumuz TRT'ye girdiğim 1964 yılından ölümüne kadar hep sürdü. Ankara'ya gelir, ilk beni arardı. TRT'de başka sevdiği kişiler de vardı.
Bir sohbetimizde Âşık Veysel'e şöyle demiştim: "Âşık, sen yirminci yüzyılın yetiştirdiği en büyük ozanlardan birisin. Allah geçinden versin, ömrün uzun olsun. Sen Hakk'ın rahmetine kavuştuktan sonra, bu halk şiiri ne olacak?"
Herkesin iyiliğini isteyen, kimsenin aleyhine tek söz söylemeyen Âşık, soru bitince güldü. Şöyle dedi:
"Halk şiiri hiç ölmez. Analar daha nice Âşık Veysel'ler doğurur." Âşık Veysel Şatıroğlu ileriyi görmüştü. Anadolumuzun dört bucağında yeni yeni başarılı ozanlar yetişmişti. Bir Murat Çobanoğlu, bir Şeref Taşlıova, İlhami Demir, Dursun Durdağı, Davut Sulari, Cengiz Azeri'den en genci olan Bekir Sami Özsoy'a, diğer adıyla Şahinoğlu'na kadar daha nice nice ozanlar yetişti. Bu arada Sancakız (ilkin Manya), Sürmelican, Nurşah Bacı gibi kadın ozanlar da er meydanlarında âşıklamalar söylemeye başladılar. Bundan böyle de yenileri yetişip bu güzel kervana katılacaklardır.
Şiir susarsa, sanat susarsa medeniyet ilerleyemez. Âşıklar bizim gören gözümüz, duyan kulağımızdır. Âşıklar gönlümüzün aynasıdır. Âşıklar derdimizi, sevincimizi dile getirirler. Millî duygularımızı harekete geçirirler, memleket sevgimizi perçinletip âşkımıza, gönül duygularımıza tercüman olurlar. Yalnız memleketimizde olup bitenlerden değil, dünya işlerinden de söz ederler. Ancak âşıklarımızın, âşıklık geleneğini devam ettirebilmeleri için onlara sahip çıkmalıyız.
Eğer 1933 yılında Ahmet Kutsi Tecer, Sivas'ta Âşıklar Bayramını gerçekleştirmeseydi, belki Âşık Veysel cesaret bulamaz, er meydanına çıkamaz, Halk edebiyatında hakkı olan yere oturmakta geç kalabilirdi.
Eğer 1965 yılında başlatılan, bu yıl 33. kez kutladığımız Feyzi Halıcı'nın önderliğindeki Konya Âşıklar Bayramı olmasaydı, bu iyi yetişmiş ozanların çoğu, kendilerinin tanıtacak ortam bulamazlardı. Belki amatörce söyleyip memleketlerinin sınırını aşamazlardı. Şimdi ozanlarımızın çoğunun ünü, sınırlarımızı aştı. Bu arada on yıldır TDK tarafından düzenlenen Âşıklar Bayramını da hatırlatmak isterim.
Âşıklarımıza mutlaka sahip çıkmalıyız. Onların maddî sıkıntılar içinde yaşamalarına göz yummayalım. Devlet sosyal haklar için gayret göstersin, sosyal sigorta kapsamına alınmaları için yeni düzenleme hazırlasın. Kitaplarının bastırılması, kasetlerinin yaygınlaşması için ne mümkünse o yapılsın. Biz âşıklarımıza sahip çıkalım ki onlar dolu dolu şiir söylesinler. Derdimizden sevincimizden ses getirsinler. Gören gözümüz, duyan kulağımız olmaya devam etsinler.
Tarihimize bakacak olursak şairlerimize, yazarlarımıza sahip çıkıldığını göreceğiz. Şairlerin, müzik adamlarının, ilim sahibi olanların sarayda yer edindiklerine tanık olacağız. Millî Mücadele'de, Cumhuriyetimizin o kuruluş yıllarında şiir söyleyen, eli kalem tutan, ilim için gayret gösteren değerlerimizin Aziz Atatürk'ün çevresinde toplandıklarının göreceğiz. Şimdi ki devlet adamlarımızın çevresinde de şairlerimizi, yazarlarımızı, ilim adamlarımızı görmek istiyoruz. Âşıklarımıza sahip çıkıldığını görmek istiyoruz.
Âşıklık geleneği, kültürümüzün önemli bir bölümünü oluşturur. Şiirleri inceleyecek olursak içlerinde tarihimizi görürüz. O şiirlerin içinde geleneğimizi, göreneğimizi, insanlarımızı görürüz. Eğer ilerde tarihimizi yazacak olanlar âşıklarımızı, şairlerimizi incelemezlerse, aktaracakları tarih eksik kalacaktır.
Bayrağımız sonsuza kadar dalgalansın, âşıklarımız usta, çırak geleneğiyle beslene beslene sonsuza kadar çığırıp söylesinler.
Kerim Aydın ERDEM