Kullanıcı Oyu: 1 / 5

Yıldız etkinYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 

TÜRK EDEBİYATI. 

Bir eleştiri kavramı olarak üslûb Türkçe’de Fransızca style karşılığında kullanılmaktadır. Türkçe’de eda, tarz, anlatış yolu gibi sözlerle üslûp kastedilmiş, son dönemde üslûp için biçem kelimesi türetilmiştir. Daha çok edebiyat alanında geçmekle beraber başta mûsiki ve mimari olmak üzere diğer güzel sanat dallarında, hatta tavır ve kıyafet gibi günlük yaşayışta da üslûp “kişiyi başkalarından ayıran tarz, eda ve davranış” anlamında kullanılmaktadır. Edebiyatta üslûp duygu ve düşünceleri ifade etme şekline, kelimelerin seçiminden onların terkibine, cümle ve paragraflar haline gelişine, söz ve yazı sanatlarıyla günlük dilin dışına çıkmasına denilmektedir. Bir yazarın, dili kendine özgü kullanış biçimine üslûp denildiği gibi (Tanpınar’ın üslûbu) çağa bağlı (Ortaçağ üslûbu), edebî akımlara bağlı (Edebiyât-ı Cedîde üslûbu), konuya bağlı (filozofik), okura bağlı (popülist) üslûplardan da söz edilmiştir. Üslûp için akıcı, bayağı, canlı, çocuksu, özensiz, yapmacık, tasvirî, renkli, lirik, sürükleyici gibi nitelemeler de yapılmaktadır.

Üslûp kavramının Türkçe’de Batılı bağlamıyla bir edebiyat teorisi kavramı olarak ortaya çıkışı XIX. yüzyılda edebiyattaki yenileşme sürecinde gerçekleşmiştir. Bununla beraber divan şiiri döneminde, hem şuarâ tezkirelerinde tezkireciler tarafından hem de başta gazeller olmak üzere şiir içinde bizzat şairler tarafından “şiirde tutulan yol” anlamıyla üslûp, tarz, eda, vadi, şive gibi kelimeler kullanılmıştır. Tezkirelerde divan şairlerinin şairlik gücünü, şiirdeki tarzlarını, söyleyişlerindeki orijinal yanları ayırt etmek üzere kaydedilen kalıplaşmış ifadeler içinde “tarz-ı şi‘r, tarz-ı hâs, tarz-ı Necâtî, Nevâyî tarzı, tarz-ı dilfirîb, üslûb-ı nazm, üslûb-ı makāl, üslûb-ı Acem, üslûb-ı acîb, vâdî-i sühan, tarîk-i şiar, güzel edâ” gibi tabirlere rastlanmaktadır. Yine divan şairleri özellikle gazellerinin mahlas beyitlerinde kendilerinden söz ederken üslûp bağlantılı bazı ifadeler kullanır. “Bâkiyâ tarz-ı şi‘r böyle gerek / Hem zarîfâne hem levendâne” derken Bâkî, “Sözü rengîn-edâ etmek Hayâlî ihtirâıdır / Horasân ehli sanmasın bunu tarz-ı Nevâyî’dir” derken Hayâlî Bey, “Bu tarz-ı hâsa ey Nef‘î yine sûret veren sensin / Nazîre söyleyenler ekseri efsâne yazmışlar” veya “Sözde nazîr olmaz bana ger olsa âlem bir yana / Pür tumturak u hoşedâ ne Hâfız’am ne Muhteşem” derken Nef‘î, “Nev‘iyâ nazm içre îcâd eyledin bir tarz-ı hâs / Rûm’u kurtardın Acem eş‘ârına taklîdden” derken Nev‘î, “Tarz-ı selefe takaddüm ettim / Bir başka lisan tekellüm ettim”; “Zannetme ki şöyle böyle bir söz / Gel sen dahi söyle böyle bir söz” derken Şeyh Galib sadece övünmüyor, bu övünmeyi hak edecek bir dil gücüyle söyleyişlerinin orijinal olduğunu, şiirde yeni bir vadi açtıklarını da ifade ediyor, bunu ispat etmek için kendilerini başka milletlerin şairleriyle veya diğer meslektaşlarıyla karşılaştırıyordu. Nâbî de, “Hüsn-i ta‘bîr verir ma‘niye hüsn-i dîger / Şevket-i hüsne çok imdâdı olur üslûbun” der. Nedîm ise, “Ma‘lûmdur benim sühanım mahlas istemez / Fark eyler anı şehrimizin nüktedanları” derken zekâ sahiplerinin anlayabileceği bir şiir tarzının bulunduğunu ileri sürer.

Fuzûlî’nin kendine özgü şairaneliğini ifade etmek için Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kullandığı, “Az çok muhtar bir eyalete benzer” sözleri, ortak bir mazmun sistemi içinde bile güçlü bir şairin kendine has şiir dilinden söz edilebileceğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Divan şiiri değerlendirilirken önde gelen temsilcilerinin belirginlik kazanmış şiir söyleyiş edaları yanında uzun sayılacak bu şiir dönemi içindeki bazı üslûp hareketlerinden de söz edilmiştir. Temsilcileri arasında Necâtî Bey, Ahmed Paşa, Bâkî, Hayâlî Bey, Zâtî ve Fuzûlî’nin yer aldığı klasik üslûp; Nef‘î, Fehîm-i Kadîm, Nâilî, Neşâtî, Nâbî ve Şeyh Galib gibi şairler üzerinde etkili olan sebk-i Hindî; Nâbî ekolü olarak da bilinen ve Sâbit, Mustafa Sâmi Bey, Seyyid Vehbî, Koca Râgıb Paşa gibi temsilcileri bulunan hikemî tarz; kökleri Necâtî’ye kadar indirilen ve diğer üslûp hareketlerinde adı anılan birçok şairle beraber Türkî-i basît yönelimini de içine alan, ancak en fazla Nedîm’le özdeşleştirilen mahallîleşme cereyanı divan şiiri içindeki belli başlı üslûp hareketleridir. Divan şairlerinin nazîrecilik geleneği içinde yüzyılların birikimini aşmaya çalışma gayretleri zamanla onları yeni üslûp ve tarz arayışlarına yöneltmiş bir “reh-i nâ-refte” (gidilmemiş yol) yahut “tarz-ı nev-edâ” (yeni söyleyiş üslûbu) benimsemelerine kapı aralamıştır. Bu tür kişisel üslûp arayışları usta şairler tarafından sistemleştirilecek bir mükemmellikle uygulanmıştır. Fuzûlî’nin âşıkane, Bâkî’nin rindâne, Nedîm’in şuhâne, Nâbî’nin hikemiyâne, Şeyh Galib’in mutasavvıfane edaları kendilerinden sonraki şairler tarafından örnek birer üslûp kabul edilerek taklide çalışılmıştır

Yenilik dönemi Türk edebiyatı içinde teorik alanda üslûp bahsinin ortaya çıkışı 1870-1880 yıllarını bulur. İlk defa Süleyman Paşa, Batılı retorik kitaplarının “style” konusunu “kelâm” başlığıyla Türk edebiyat teorisi alanına sokar. Ancak asıl açılım Recâizâde Mahmud Ekrem’in Ta‘lîm-i Edebiyyât’ıyla gerçekleşir. Bir üslûp bilgisi kitabı olarak da nitelenen Ta‘lîm-i Edebiyyât’ta üslûp, Georges Louis Leclerc’in (Comte de Buffon) Fransız Akademisi’ne girerken (1753) verdiği üslûp üzerine söylevinde geçen, “Le style c’est l’homme même” (Üslûp insanın ta kendisidir) cümlesinin “Üslûb-ı beyân ayniyle insandır” şeklinde çevirisiyle formülleştirilmiştir. Recâizâde’nin bu çeviri cümlesi kadar kitabında yaptığı üslûb-ı sâde, üslûb-ı müzeyyen, üslûb-ı âlî şeklindeki üçlü üslûp tasnifi de uzun süre Türk edebiyatında yaygın biçimde kullanılmıştır. 1940’lara gelindiğinde Buffon’un üslûp üzerine sözleri eskimiş olarak nitelense de üslûp konusu ele alınırken bu sözlere atıfta bulunmanın kaçınılmazlığı da belirtilmiştir (Buffon, sy. 7 [1941], dipnot, s. 32).

Türk edebiyatının yenileşme süreci içinde üslûp konusu, Halit Ziya Uşaklıgil’in Mâi ve Siyah romanının kahramanı Ahmet Cemil’in ağzından, “Biz nasıl şiir isteriz?” sorusuna cevap şeklinde tartışıldığı gibi üslûbun ne olduğunu sorgulayan bağımsız yazılarda da ele alınmıştır. Bununla beraber 1940’lı yıllarda filolojik çalışmalarda dildeki uzmanlıkla edipliğin birleştirilmesi gerektiğine değinen yazıların yayımlandığı görülmektedir. 1940’tan sonra özellikle dünyadaki çalışmalara paralel olarak üslûp araştırmalarının edebiyat biliminde ayrı bir başlık altında incelenmeye başlanmasıyla üslûp meselesi farklı bir boyut kazanmıştır. Üslûp biliminin bir uzmanlık dalı haline gelmesi Türk edebiyatındaki üslûp araştırmalarının geleceğini de etkilemiş, üslûp incelemeleri metne yönelik eleştiride uygulanan yöntemlerden biri haline gelmiştir. Mehmet Kaplan 1943’te tamamladığı Tevfik Fikret’le ilgili doçentlik tezinde üslûba ayrı bir bölüm ayırmış, Fikret’in üslûbunu yazı, ses, armoni, ritim, kafiye, kelime, kelimeler dünyası, tekrarlanan kelimeler, isimler, zamirler, 

izâfet terkibi, sıfatlar, fiiller, cümle, hayaller, yapı olmak üzere on altı başlık altında ele almıştır. Kaplan’ın bu çalışması o yıllarda yeni bir deneme olarak dikkat çekmiştir.

XX. yüzyılın ortalarından itibaren dil bilimi alanındaki gelişmelerin üslûp incelemelerinde kullanılmaya başlanması yeni problemler ve tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Bu konuda teorisyenler, modern dil biliminin doğuşuyla üslûp incelemelerinin başlaması arasındaki paralelliğe dikkat çekmişler ve üslûp incelemesinin üslûp öğelerini tesbitle metin içindeki işlevlerine yorum getirmek olduğuna işaret ederek üslûp teorisi konusunda dil bilimiyle eleştiri arasında bir uzlaşmanın sağlanmasını en faydalı yol olarak görmüşlerdir. Üslûbun dilden ayrı düşünülemeyeceği, ancak bir metnin dil biliminin ortaya koyduğu metot ve kurallardan hareketle incelenmesinin de üslûp araştırması sayılamayacağını dile getiren Şerif Aktaş, dil biliminin çalışma alanının cümleyle sınırlı kalmasına rağmen üslûp incelemesinde aynı dil malzemesinin metin adı verilen bir bağlam içinde kazandığı söz değerine yönelmek gerektiğini ifade etmiştir. Böylece edebî eleştiriyle dil bilimi arasında yer alan bir alanda metin değerlendirmesine imkân sağlayan bir sahanın varlığı ortaya çıkmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Recâizâde Mahmud Ekrem, Ta‘lîm-i Edebiyyât, İstanbul 1330, s. 61-64, 192, 198-199, 203-204; Mustafa Nihat Özön, Edebiyat ve Tenkid Sözlüğü, İstanbul 1954, s. 282-283; Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler (haz. Zeynep Kerman), İstanbul 1977, s. 143; Şerif Aktaş, Edebiyatta Üslûp ve Problemleri Üzerine, Ankara 1986; Pervin Çapan, “Divan Şairinin Üslubuna Dair”, Tuncer Gülensoy Armağanı (haz. Ahmet Buran), Kayseri, ts. (Bizim Gençlik Yayınları), s. 174-181; Hasan Boynukara, Modern Eleştiri Terimleri, İstanbul 1997, s. 240-242; Gürsel Aytaç, Genel Edebiyat Bilimi, İstanbul 1999, s. 47-79; Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Kongresi UTEK 2007 Bildiriler: Türkçe’nin Söz Dizimi ve Türk Edebiyatında Üslûp Arayışları (ed. Hayati Develi), İstanbul 2009, I-II; M. Orhan Okay, Bir Hülya Adamının Romanı Ahmet Hamdi Tanpınar, İstanbul 2010, s. 251-252; Azra Ahat [Erhat], “Üslûp İlminde Yeni Bir Usûl”, Romanoloji Semineri Dergisi, I, İstanbul 1937, s. 1-6; Buffon, “Üslûp Hakkında Nutuk” (trc. Sabahattin Eyüboğlu), Tercüme, sy. 7, İstanbul 1941, s. 32-37; Kâzım Yetiş, “Bir Araştırma Konusu Olarak Üslûp ve Mehmet Kaplan”, TKA, XXXII/1-2 (1994), s. 377-388; Şener Demirel, “XVII. Yüzyıl Klasik Türk Şiirinin Anlam Boyutunda Meydana Gelen Üslup Hareketleri: Klasik Üslup-Sebk-i Hindî-Hikemî Tarz-Mahallileşme”, Turkish Studies, IV/2 (2009), s. 279-306.

Âlim Kahraman   cilt: 42; sayfa: 388

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi