Bir Türk delikanlısı, köyünde yaşayan bir Hıristiyan kızını seviyor. Sabahları tarlaya giderken peşinden ayrılmıyor. Akşamları sürüleri ağıllarına dönerken sevgilisinin hüsnünü (güzelliğini) seyrederek ruhunun ateşini teskine (yatıştırmaya çalışıyor) fikren, hissen o derecede meşgul oluyor ki, nihayet taptığı haç'ı, sevdiği salibi (haç'ı) görmek istiyor. Kalbi heyecan içinde çarparak bir Pazar sabahı kalkıyor. Kiliseye gidiyor. Bir köşeye çekiliyor. Sevgilisinin taptığı haçı, kilisede yapılan ayini seyrediyor. Türkü şöyle başlıyor:
Vardım kilisesine, baktım haçına
Mail oldum bölük bölük saçına
Kız seni götürem İslam içine
Vay Sinan ölsün Sarı Gelin
Şarkının nakaratı o kadar hazin (hüzünlü, kederli, üzüntülü), o derece müessir (etkili, duygulandırıcı) ki... Ali, elini şakağına koymuş, gözleri gür nem (nem dolu), ruhundan kopan teessürle (üzüntüyle) feryat ediyor:
Vay Sinan ölsün Sarı Gelin
Vay Sinan ölsün Sarı Gelin
Dedikçe güya (sözde) ağlamak istiyor. Sarı Gelinler orada da mı bedbaht (kötü talihli) âşıkları bu derecede teshir etmişlerdir (büyülemişlerdir).
Bu Sarı Gelin Türküsü'nün ikinci hanesi (bölümü, dörtlüğü) şöyledir:
Vardım kilisesine kandiller yanar
Kıranta Keşişler pervane döner
Tersa sevmiş deyin, el beni kınar
Vay Sinan ölsün Sarı Gelin
Seni saran neyler dünya malını