Bu Konuyu Facebook Profilinde Paylaş
Nasreddin Hoca fıkraları, mizah çeşnisi taşıyan fıkralardır. Fakat bu, bir incelemecimizin işaret ettiği, "Lala-paşa eğlendiren bir mizah değildir", türlü toplum sorunları karşısında, dinleyici düşünmeye çağıran "yapıcı" bir mizahtır. Hoca, akıl ile duygu arasındaki dengeye önem veren, her türlü aşırı davranışa karşı olan, sağduyuya aykırı düşen her tutuma tam tersi ile karşılık vererek bu aykırılığı kalın çizgileriyle ortaya çıkaran; böylece, belli bir dünya görüşüne sahip olan ve bu görüşten kıl kadar ayrılmayan bir "halk fizolofu"dur. Doğrudan doğruya akıl temeli üzerine kurulan "Nasreddin Hoca fıkraları"nda her olay, her tutum, her görüş gerçekçi bir açıdan ele alınır. Bu bakımdan, Hoca, bütün boş inançlara, fizik-ötesi inanış ve görüşlere, skolâstik bilimin soyut konularına da karşıdır. Her gece bu dünyadan göğün en üst katına uçtuğunu söyleyen tekke adamı Şeyyad Hamza'ya verdiği açık-saçık karşılık; hele - cenaze taşınırken tabutun neresinde gitmelidir fıkrasında olduğu gibi - incir çekirdeğini doldurmayan konular üzerinde boşuna tartışan medrese kelâmcılarına söylediği söz, her iki kurumun "zihniyet" ve tutumunun gülünçlüğünü belirten en keskin örneklerdir.
Bugün elimizdeki "Nasreddin Hoca fıkraları"nın sayısı 500 kadardır. Tarihçe yukarıya doğru çıkıldıkça, bu sayı azalmaktadır. Bu da, zaman içinde yeni fıkraların oluştuğunu, ya da başka fıkraların Nasreddin Hoca'ya mal edildiğini gösterir. Lâmi'nin Letâif'inde başka kişilere bağlanan fıkraların sonradan Nasreddin Hoca'ya mal edilenleri, son yıllarda ortaya konmuştur. Eski el yazması kitaplar bu yolda incelendikçe, hangi fıkraların ağzından ağza ne yolda değiştiği, hangilerin sonradan oluşup bunlara katıldığı anlaşılabilecektir. Batılı bilginlerin incelemelerine göre, Hoca'ya bağlanan fıkraların bir bölüğü, tâ eski Yunan'a kadar çıkan, uluslar-arası folklor temalarına; bir bölüğü de İslâmlar-arası kaynaklara bağlanmaktadır. Özellikle, X. Yüzyılda Irak'ta yaşamış ve Araplar arasında yaygın bir üne ulaşmış bulunan Cuha'nın kimi fıkraları Nasreddin Hoca'ya mal edilmiştir; bu Çuha fıkraları da, daha eski Farsça, Süryanice ve Sanskritçe kaynaklara dayanmaktadır.
Halkın kafasında, Hoca - yukarda portresini çizdiğimiz üzere - mizacı, giyinişi, evi, ailesi ve çevresiyle, tıpkı bir roman kahramanı gibi, kişiliği belirli çizgilerle sınırlı bir kişidir. Başka kaynaklardan gelen fıkralar Hoca'ya mal edilirken, onun kişiliği göz önünde bulundurulmuş, ancak bu kişilikle bağdaşabilen fıkralar ona bağlanabilmiştir. Burada önemli olan nokta, fıkraların aktarılması değil, halkın hayalinde yaşayan fıkra kahramanının belli bir kişiliğe sahip olmasıdır. Türk halkı, hayatın çeşitli olayları karşısındaki görüş ve tutumunu çoğu zaman onun fıkralarıyla açıklar ve destekler. Bu bakımdan, Nasreddin Hoca, halkın sağduyusunu temsil eder. Halk, bir yandan eski fıkraları tekrarlarken, bir yandan da, yeni olaylar karşısında kendi söyleyemediğini ona söyleyerek, yeni fıkraların doğmasına yol açar. Hoca'nın, böylece, çeşitli çağlarda çeşitli kişilerin -II. Alâeddin'in, Timur'in v.b. - karşısına çıkarılması, onun asıl yaşadığı çağın Hoca, halkın gerçekçilik, düşünce özgürlüğüne bağlılık, güler yüzlülük, sırasına göre yergicilik v.b. gibi özelliklerini kendinde toplamış ulusal bir tiptir; daha kısa bir deyimle, halkın kendisidir.
Nasreddin Hoca, Doğu-Türkistan'dan Macaristan'a, Güney-Sibirya'dan Kuzey-Afrika'ya kadar yayılmış bütün Türkler arasında bilinen, sevilen bir kişidir; köylüsünden kentlisine kadar onu tanımayan tek bir Türk yoktur denebilir. Azerbaycan da çıkarılan Molla Nasreddin adlı mizah gazetesi (1903-1919), Azerî mizah edebiyatındaki bir aşama olmuş, o edebiyatın en tanınmış yergi şairi Sabir'ni adı bu gazete ile yaygınlaşmıştır. Nasreddin Hoca'nın ünü, Osmanlı İmparatorluğu'nun egemen olduğu bölgelerde yaşayan başka uluslar arasında da yayılmış, XIX. Yüzyılın ortasından bu yana batıda da duyulmuştur. Ürünün bu süreklilik ve yaygınlığı, Hoca'nın "ulusal bir tip" oluşu ile yorumlanabilir.
"Nasreddin Hoca fıkraları", bugünkü bilgimize göre, XV. Yüzyılda yazıya geçirilmeğe başlanmıştır. Yukarıda da söylediğimiz gibi, XV. Yüzyılın ikinci yarısında, Saltuknâme'de tek bir fıkrasına; XVI. Yüzyılın birci yarısında da, Lâmiî'nin Letâtif indeki tek bir fıkrasına rastlanmaktadır; o yüzyılın ortalarından bu yana, yazmalarda rastlanan fıkra sayıları gittikçe çoğalmaktadır.
Fıkralar, ilkin İstanbul'a Matbaa-i Amire, Mısır'da Bulak Basımevlerinde basılmış (1837); daha sonra, resimli, resimsiz, birçok taşbasmaları çıkmıştır.
Nasreddin Hoca fıkralarını bir araya toplayan basılı kitapların en önemlileri şunlardır.
Letâif-i Nasreddin, Mehmet Tevfik, 1883; Hazine-i Letâif, Mehmet Tevfik, 1886; Letâif-i Hoca Nasreddin, der. Bahaî (Veled İzbudak), 1926, Nasreddin Hoca, der. Kemalettin Şükrü, 4 cilt, 1930-1931; Nasreddin Hoca Fıkraları, Abdülbaki Gölpınarlı, 1961; v.b.
Hocanın fıkraları batı dillerinde, XIX. Yüzyılın ortalarında çevrilmeğe başlanmıştır. Batı ve Balkan dillerine yapılan ilk çevrilerde, Mehmet Tevfik'in kitaplarından yararlanılmıştır.
Nasreddin Hoca, ayrıca, Çekoslovakya' da iki (1927 ve 1959), Yugoslavya' da bir (1928) oyuna; Fransa'da iki romana konu olmuştur. Bundan başka, Türçede, kimi fıkraları nazımla yazılmıştır.
Fuat Köprülü, Nasreddin Hoca, 1918 (50 fıkra); Orhan Veli Kanık, Nasreddin Hoca Hikâyeleri, 1940 (70 fıkra).
(Cevdet KUDRET, Örneklerle Türk Edebiyatı Tarihi, Kültü Bak., Yay. Ankara 1995.)