16. YÜZYILA GELİRKEN TÜRK SAZ ŞİİRİ
Anadolu’da söylenen ilk saz şiiri örneği, muhakkak ki, Türklerin toplu olarak buralara gelmeleriyle yaşıttır. Savaşa savaşa buralara kadar gelenler arasında, daha sonraki yüzyıllarda en güzel örneğini Tameşvarlı Gazi Âşık Hasan’da göreceğimiz, askeri savaşa hazırlayıcı, onun savaş gücünü her an ayakta tutucu saz şairlerinin olacağı göz önünde bulundurulmalıdır. Böylece bu günkü millî topraklarımıza gelen, başta Alpaslan'ın askerleri olmak üzere, on binlerce Türk’ün ruhuna hitap edecek saz şairleri de Anadolu içlerine kadar yayılmışlar ve her vesileyle türküler, koşmalar, destanlar, vs. söylemişlerdir. Ancak bunlardan hemen hemen hiçbiri günümüze kadar gelememiştir.
Osman Gazi’nin şairliği hakkında hiçbir kaynakta herhangi bir nota rastlanılamamakla beraber, “Atâ Bey’in Endurun Tarihi’ne kadar, eski yeni pek çok eserlerde tesadüf edilen” (F. Köprülü, Türk Saz Şairleri II, 1940, 4-5) ve aşağıdaki haneyle sona eren Şiirin ona bağlanması, her halde bir sevgiden, sultam da şair görmek arzusundan kaynaklanmaktadır:
Osman Ertuğrul oğlusun
Oğuz Kara Han neslisin
Hakk'ın bir kemter kulusun
İstanbul'u aç gülzaryap.
Sultanların çoğunda görülen şairlik kabiliyetinden daha çok aruzla yapılan şekillerle ilgili olduğu unutulmamalıdır. Kim tarafından, nerede ve ne zaman söylendiği bilinmeyen bu şiirden başka, Sultan II. Bayezid devrinde (1481-1512) Türklere esir düşen bir Rum’un hatıralarını anlattığı kitapta bulabildiğimiz bir şiir daha vardır. Fındıkoğlu, Köprülü gibi araştırıcıların aynı yıllarda dikkatlerimize sunduğu bu bir hanelik şiirin de kim tarafından söylendiği bilinmemektedir:
Bir iken beş eyledüm derdümü
Yaradan'dan istemişem yardımı
Terkeyledüm zeminimi yurdumı
Neyleyeyim yenemezüm gönlümi
Beyit halinde bize kadar gelebilen bazı küçük örnekleri de buraya alabiliriz. Bütün bunlar 16. yüzyıla gelirken görebildiğimiz küçük parçalardır. Dilleri de eskiliklerinin işareti olarak kabul edilebilir.
Bu arada dikkatleri üzerine çeken birkaç şiir vardır ki her biri ayrı bir özellik taşımaktadır. Bunlardan ilki 1386 yılındaki bir olayla, diğerleri 1511’deki bir isyan ve 1512’deki bir taht kavgasıyla ilgilidir.
1386’da Kars’ı işgal eden Timur ordularının şehirde meydana getirdiği tahribatı dile getiren şiirin, Baykan/Bıkan adlı bir şaire ait olduğu, mahlas hanesinden anlaşılmaktadır. Timur’dan “Kağan-ı Tatar”, “Aksağ” şeklinde söz edilen sekiz hanelik bu şiirin dili de oldukça eski olup mahallî söyleyişin ağır bastığı görülmektedir. İlk defa 1939 yılında Fahrettin Çelik (Kırzıoğlu) tarafından bilim dünyasına tanıtılan bu şiirin, daha sonra yazılmış olma ihtimali de vardır.
DÂSÎTÂN-I SUKUT-I KARS
Bu yıl kıştan keçib bizim yazımuz
Çağır (çığır) bülbül güle yetmez nazımuz
Düşüb can kaydına itdük özimüz
Çü Kars ögin alıp Kağan-ı Tatar
Olar kusa vurur haçan sûr çalar
Kopar yevm-i kıyâm yüreği(i)miz çalar
Yol dikerler şehrin içre geçerler
Han buyurub: Hamı kes oh daş atar
Kalama bedene olar daş vurur
Zafer bulmaz kapug ögnünde durur
Lâçın yuvasına ilanlar yürür
Bala âvazesi semânı tutar
Çok iltimas kıldı Han'a o Aksag
Kalagnızı teslim eylen der yoksag
Ulugnuz kırılır kiçigniz tutsag
Olur leşkârıma derim şehri çatar
Kalana güvenib reddeyledi Han
Dedük yurt uğruna feda baş ü can
Bu haber mel'ûna yetdügni zaman
Leşkarnı yurlattı kapugna batar
Terkinde aşdılar kala kapusın
Zulunkârlar yıhdı (yahdı) şehrin yapısın
Batırdılar saray eyvan napusın
İkili taş yohdu toprağa katar
Zulumda tay olmaz Firavn ü Cengiz
Ahsağ'a topluyub bir derya dengiz
Misâl bedkâr leşkarla gena cengiz
Hayıf imaratnı çağanı satar
İşimiz kalıbdı uca Tangrı'ya
Baykan (Bıkan) eydür: Günüm yetdi songrıya
Devrüsünde yatırdılar kangrıya
Zalim Tatar hamı fidanı çatar
Şair Baykan (Bıkan) hakkında herhangi bir bilgimiz yoktur; ancak, sonraki yüzyıllarda en iyi saz ustalarının yetiştiği bir bölgede yaşamasından hareketle saz çaldığını söyleyebiliriz. 1386’daki olayları böyle canlı bir şekilde anlatması da, o yıllarda en az 25-30 yaşlarında olduğunu tahmin etmemize yol açabilir.
Yavuz Sultan Selim’in (1512-1517) babası II. Bayezıd’i tahttan indirmesi üzerine söylenen “Firaknâme-i Sultan Bayezid” adlı 12 hanelik şiir, belki de bizim, Anadolu izlerini taşıyan ilk şiirlerimizden biridir. 1512’den sonra söylendiği muhakkak olan bu şiir eksik olabilir; mahlas hanesinin unutulması veya yazıya geçiren meraklısı tarafından alınmaması bizim için büyük bir kayıptır. Bu şiir, geleneği iyi bilen bir şair tarafından, Bayezıd’ın ağzından söylenmiş, belki de can korkusuyla imzası bilerek ihmal edilmiştir.
FİRAKNÂME-İ SULTAN BAYEZİD
Benim etmegümi tahvif idenler
Beni koyup Selim Han'a gidenler
Hakikat rahına doğrı varanlar
Görün beyler bana nitti Selim Şah
Kaçan ana riâyet itmedüm ben
Oğul idi nihayet itmedüm ben
Bu beylikden ferâgat itmedüm ben
Görün beyler bana nitti Selim Şah
Bilürüm neslimi şehzâdelerdür
Velî mânâda hep âzâdelerdür
Cihan halkı bilür beyzâdelerdür
Görün beyler bana nitti Selim Şah
Selim Şah deyübeni virdüm adı
Şekkerden datlu idi dilde dadı
İstanbol tahtı imiş hod muradı
Muradın vermezin oğlum Selim Şah
Hayâsuzluk idüb durdun benümle
Acıtdun cismümi yavlak canımla
Ne râzın var idi Korkut Han'umla
Görün beyler bana nitti Selim Şah
Çerümle İstanbol’a gideyörürken
Dirüb beylerümü bahşiş virürken
Dahi yumuladın gözüm görürken
Görün beyler bana nitti Selim Şah
Benüm dahi boşumdaydı bu yazu
Ki yarin anda kınla terazü
O yerde kim alısar Tanrı kazi
Alam dâdumu ben senden Selim Şah
Bana yoldaş olaydı bun deminde
Kişi dâim ola ömri gamında
Hususâ kim bu birlik âleminde
Görün beyler bana nitti Selim Şah
Zebun ölüm yapışaydı etüme
Bu kandadur gele karşı karşı yoluma
Düşer miydi ya bu işler Selime
Görün beyler bana nitti Selim Şah
Ben anı halüme haldaş bilürdüm
Bunun gibi deme yoldaş bilürdüm
Oğul değül anı kardeş bilürdüm
Görün beyler bana nitti Selim Şah
Komadı hoş geçeydim pirliğümde
Elümden tahtım ister dirliğümde
Ne hakkı vardur anın begliğümde
Görün beyle bana nitti Selim Şah
Fenâ hiç kimseye bâki kala mı
Ya oğul ataya kılıç sala mı
Ya bu işler ana düşer ola mı
Görün beyler bana nitti Selim Şah
Bu devrin en ilgi çekici şiiri, şüphesiz ki, klâsik tarzda şiirler yazan Meâlî’nin 15 hanelik destanıdır. Divân'inda yer alan şiirler arasında hece ile yazılan tek şiir budur. Bize göre Meâlî, olayı, yaşayanlardan dinlemiş ve cardı tasvirlerle, eski geleneğe bağlı kalarak sekiz heceli mısraları tercih etmiştir. (Y. Sakaoğlu, “İslamiyet’in Kabulünden Sonraki İlk Halk Şiirleri, Halk Kültürü, 2, 1984, 93-105). Bu destanın ilk ve son haneleri aşağıdaki gibidir:
Kendü elünde düredi
Yetiş Gâzi Hünkâr yetiş
Çıkdı ellere yüridi Yetiş
Gâzi Hünkâr yetiş
Ey Meâlî aceb haldür
Kızılbaşun işi aldür
Şübhesiz kanı helâldür
Yetiş Gazi Hünkâr yetiş
Bu şiirin söylendiği devrede, 16. yüzyıla ait bir mecmuada Karacaoğlan’ın bir şiiri yer almaktadır. “Nenüz alduk Serdar bizde nenüz var” bağlamalı bir koşma artık, 16. yüzyılın müjdecisi gibidir. Belki 1401-1500 yıllan arasında söylenen daha nice şiir bulunacaktan ve saz şiirimize ışık tutacaktan günü beklemektedir. Karacaoğlan’ın, şimdilik, kaynağı belli en eski şiirinin ilk ve son haneleri aşağıdaki gibidir:
İkide bir üstümüze gelür(sin)
Nenüz aldık Serdar bizde nenüz var
Dünya bizüm deyu dâva kılarsın
Nenüz alduk Serdar bizde nenüz var
Karac'oğlan eydür sürün devranı
Durmaz geçer ömrümüzün kervanı
Aldınuz Tebriz'i güzel Şirvan'ı
Nenüz alduk Serdar bizde nenüz var
16. yüzyıla gelirken Türk Saz şiirinin görünüşü bu şekilde, bir takım eksikleri ve şüpheleriyle beraber ortaya konulabilir. Şimdilik yeni belgelerin bulunmasını ve yorumlanmasını beklemek zorundayız.
Prof.Dr.Saim SAKAOĞLU, Türk Dili, Türk Şiiri Özel Sayısı III (Halk Şiiri)