Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Türk şiirinde çok eskiden beri kullanılan ve mısralardaki hece sayısının eşitliği esasına dayanan vezin.

 Türk edebiyatının en eski metinleri Tur­fan kazılarında ele geçen. Uygur harfle­riyle yazılmış Budizm'e ve İslâmî döneme ait bazı parçalardır. Bunlar, sadece edebî dil ve üslûp özellikleriyle şiir telakki edil­miş olup pek azında kafiye ve vezin var­dır. Bu bakımdan belirli bir düzene bağlı ilk şiir örnekleri olarak Dîvanü lugati't-Türk'te yer alan manzumeleri kabul et­mek gerekir.

Bu manzumeler, yalnız ese­rin yazıldığı XI. yüzyıla değil daha önceye de ait olduklarından hece vezninin Türk şiirinde İslâmiyet'ten önce de bulundu­ğu kesin olarak anlaşılmaktadır. Dîvânü lugâti't-Türk'teki manzumelerin ölçüsü beş ile on beş hece arasında değişmek­te, eserde vezin ve ölçü "küg, koşug" ke­limeleriyle ifade edilmektedir (Arat. s. XI-XX). Ancak bugünkü Türk halk şiiri­nin de temelini oluşturan bu dönem ede­biyatında hece vezninin canlı ve etkili bir gelenek halinde varlığını sürdürdüğünü ispat edecek yeterli sayıda metin yoktur. Bu durum, Orta Asya Türk şiirindeki he­ce ölçüsünün o devirde henüz pek belirli ve yaygın olmadığını, ancak Karahanlılar döneminde varlığının kesinlik kazandığı­nı düşündürmektedir.

İslâmiyet'in kabulünden sonra İran şii­rinin tesiriyle Türk edebiyatında kullanıl­maya başlanan aruz vezninin gittikçe yay­gınlaşmasına rağmen hece vezni de var­lığını devam ettirmiş, bu vezinle özellikle halk edebiyatı içinde önemli yeri olan eserler meydana getirilmiştir. İlk İslâmî dönem eserlerinde aruzun "feûlün feûlün feûlün feûl" (Kutadgu Bilig ve Atebe'l-hakâyık) gibi hece vezninin 6 + 5 ve­ya "mefâîlün mefâîlün feûlün", "fâilâtün fâilâtün fâilün" (Divan-ı Hikmet) gibi he­cenin 4 + 4 + 3 kalıplarına benzer ölçüle­rin tercih edilmesi, hece ile aruz arasın­da ortak yahut benzer bir kalıp arayışı olarak değerlendirilebilir. İslâmiyet etki­sindeki Türk edebiyatının ilk dönem eser­lerinden olan Dîvân-ı Hikmet'te hece ve aruz vezinleri bir arada kullanılmış, dörtlük nazım birimiyle yazılan manzu­melerde hecenin bugün pek kullanılma­yan 4+4+4= 12'li ve8 + 8= 16'lı ölçü­leriyle günümüzde yaygın olan 7 + 7 = 14'lü ölçüsüne yer verilmiştir. Türkler'in XI. yüzyıldan itibaren Anadolu'yu vatan edinmeleriyle buraya göç eden ozanlar ve mutasavvıf şairler "hikmet" veya "ilâ­hi" adı verilen dinî-tasavvufî halk edebi­yatı örnekleri yanında birçok millî unsu­ru, bu arada hece veznini de beraberle­rinde getirmişlerdir. Bu ilk ozanların ve mutasavvıf şairlerin şiirleri bugün elde bulunmamakla beraber Yûnus Emre'nin XIII. yüzyılın sonlarına doğru yazdığı şiir­ler, bu veznin daha önce bir hayli işlendi­ğini ve kurallarının belirlenip benimsen­diğini göstermektedir. XIV. yüzyıldan iti­baren bütün özellikleriyle varlığını kabul ettiren divan şiirinde XVIII. yüzyıla kadar yalnız aruz vezni, tekke şiirinde hem aruz hem hece vezni, saz şiirinde ise Âşık Ömer, Gevheri, Erzurumlu Emrah gibi "kalem şuarâsı" adı da verilen birkaçı dı­şında tamamen hece vezni kullanılmış­tır. Divan edebiyatı şairlerinden ilk defa Nedîm XVIII. yüzyılda hece vezniyle bir koşma yazmış, diğer bazı divan şairleri de fantezi kabilinden birkaç örnekle onu ta­kip etmişlerdir.

Tanzimat'ın ilanıyla (1839) edebî yeni­leşmenin başlangıcı (1859) arasında da hece veznini kullanan şairler yetişmiştir. Ahmet Hamdi Tanpınar. Tanzimat'tan sonra hece vezninin rağbet kazanmasın­da Âkif Paşa'nın küçük yaşta ölen torunu için yazdığı koşma tarzındaki mersiyesi­nin önemli rolü olduğunu söyler. Daha sonraki yıllarda Edhem Pertev Paşa ve Manastırlı Faik gibi şairler de hece vezniy­le bazı şiirler yazmışlardır. Tanzimat'tan sonraki yıllarda başta Ziyâ Paşa. Nâmık Kemal ve Recâizâde Mahmud Ekrem ol­mak üzere devrin şairleri hece vezninin değerini takdir ederek az da olsa bu ve­zinle bazı örnekler vermişlerdir. Bilhas­sa Ziyâ Paşa. Yeni Osmanlılarla birlikte Londra'da bulunduğu sırada kaleme aldığı "Şiir ve İnşa" adlı makalesinde (Hür­riyet, nr. II, Eylül 1868) halk edebiyatı­na, dolayısıyla hece veznine ilk defa ciddi bir şekilde dikkat çekmiştir. Nâmık Ke­mal de birçok yazısında hece veznini sa­vunmuş, özellikle tiyatro eserlerinde aruz yerine hecenin kullanılmasının daha iyi olacağını belirtmiş. 1876 yılında Magosa'dan Abdülhak Hâmid'e yazdığı mek­tupta. "Manzum söze o kadar hevesin var, bir kere de tabiatını bizim parmak hesabiyle bir şey yazmaya şevket, bak ne güzel parlak oluyor. Ben tecrübe ettim. Niyetim o yolda bir eser de meydana koy­maktır" demiştir (Tansel, Nâmık Kemal'in Husûsi Mektupları, I. 426-435). Yine Magosa'dan İrfan Paşa'ya yazdığı edebî ten­kit mahiyetindeki mektubunda, "Allah dedim yatağana dayandım / Ben senin için al kanlara boyandım" mısralarının yer aldığı "Sarı Zeybek" türküsündeki söy­leyişi söz oyunlarıyla süslü, yapmacık şiir diline tercih ettiğini belirtmektedir. Nâ­mık Kemal. Abdülhak Hâmid'e gönder­diği başka bir mektupta da aruz veznindeki imâle ve zihaflardan söz ederek. "Dî­vâne şiiri bir zincirden kurtarmak ister­sen, kırılacak bend-i âhenîn Acem evzânıdır" der (a.g.e., II. 454). Recâizâde Ek­rem. Türkçe kelimelerin aruz vezninde gereksiz imâlelerle bozulduğunu belirte­rek La Fontaine'den bazı manzumeleri hece vezniyle Türkçeye çevirmek istemiş, ancak pek başarılı olamayınca tekrar aru­za dönmüştür. Buna rağmen Mehmed Emin'in (Yurdakul) Türkçe Şiirlerini tak­dir ederek övmüş ve bu övgülerin yer al­dığı bir de mektup yazmıştır (Tansel, Mehmed Emin Yurdakul'un Eserleri, s. 4). Bu dönemde Ziyâ Paşa'nın Moliere'den Riyanın Encamı adıyla çevirdiği (İs­tanbul 1298) Tartuffe piyesiyle Âlî Bey'in Letafet adlı üç perdelik operetinin 1874'te yazılan birinci ve ikinci perdesinde de hece vezni kullanılmıştır. Aynı dönemde İbnürreşad Ali Ferruh. "Evzân-ı Milliyyenin Terki ile Evzân-ı Arûziyyenin Kabulü" başlıklı yazısında hece veznini "vezn-i mil­li, râbıta-i milliye, mikyâs-ı mukaddes, mîzân-ı celîl-i terakki" gibi sözlerle öv­müştür (Mlr'ât-ı Alem, sy. 8, 1884). Abdulhak Hâmid de piyeslerinden Liberte ile Nesteren'in tamamını, İlhan'ın dört sayfasını Turhan'ın ise kısa bir bölümünü hece vezniyle yazmıştır.

          Dağınık yazı ve mektuplarla bazı münferit örneklerde kalan bu çalışmalardan sonra ilk defa Hazîne-i Fünûn dergisi, seri halinde yazılar ve şiir örnekleriyle hece vezninin savunmasını yüklenir (1894).

Veled Çelebi'nin (izbudak) "Musahabe" adıyla muhavere şeklinde yazdığı imza­sız yazılarda hece vezni hakkında tarihî ve teknik bilgilerle çeşitli örnekler veril­miştir. Bir süre sonra Edhem Pertev Pa­şa ve Sâmih (Rıfat) gibi şairlerin hece ile yazılmış manzumeler yayımladığı bilin­mektedir. Aynı yıllarda Ahmed Cevdet Pa­şa da Kısas-ı Enbiyanın 12. cüzünde ve Manastırlı Fâik'in Türkçe Aruz (İstan­bul 1314) adlı kitabına yazdığı takrizde hece veznini savunarak bu vezin hakkın­da bilgi vermiştir. Servet-i Fünûn şairle­ri, parnasizm ve özellikle sembolizmin et­kisiyle şiirde mûsikiyi ön planda tuttuk­larından, bunu da en iyi şekilde aruzla sağlayacaklarına inandıklarından Tevfik Fikret'in son yıllarında çocuklar için yaz­dığı şiirler istisna edilirse hece veznini denemeyi bile düşünmemişlerdir. Özel­likle Cenab Şahabeddin, hece vezniyle şi­irde ahenk sağlamanın mümkün olma­dığını belirterek Türkçeye en uygun vez­nin aruz olduğunu savunmuştur. Ser­vet-i Fünûn dergisinde A. Nâdir (Ali Ek­rem Bolayır) ve hece veznine daha müsa­mahalı yaklaşan H. Nâzım'ın (Ahmed Reşid Rey) tartışmaları ile aynı dönemde Ma'lûmat ve Mekteb dergilerinde ko­nuyla ilgili yazıların çıktığı görülmektedir.

Servet-i Fünûn döneminde yazmakla beraber bu toplulukla herhangi bir ilgisi bulunmayan Mehmed Emin'in. "Ben bir Türk'üm dinim cinsim uludur" mısrasıyla başlayan ve hece vezninin on birli (4 + 4 + 3) kalıbıyla yazılan "Anadolu'dan Bir Ses yahut Cenge Giderken" adlı şiiri 1897'de Selanik'te Asır gazetesinde yayımla­nınca büyük yankılar uyandırdı (Tansel, Mehmed Emin Yurdakul'un Eserleri, s. XV-XXVI). Bu yankı, geniş ölçüde şiirdeki dinî ve hamasî duygulardan kaynaklanmışsa da bunda dilinin sade olması ve hece vezniyle yazılmasının da önemli pa­yı olduğu muhakkaktır. Bundan sonra da aynı vezinle şiirler yazmaya devam eden Mehmed Emin bunları Türkçe Şiirler ad­lı kitabında topladı (İstanbul 1316). Bu­nun üzerine şiddetlenen hece-aruz tar­tışması 1905'te Selanik'te çıkan Çocuk Bahçesi, Meşrutiyet'in ilk yıllarında Mu­savver Emel, Sırât-ı Müstakim gibi der­gilere yansıdıktan sonra 1911 'de Ziya Gökalp'in millî edebiyat anlayışının da etkisi altında heceyi savunup aynı görüşteki gençleri yanına almasıyla yeni bir hüviyet kazandı. Bu yıllarda özellikle Rıza Tevfik’in (Bölükbaşı) hece veznini ustaca kullana­rak yazdığı lirik şiirler, birçok genç şairin Türk dilinin tabii vezni olarak hece vezni­ni benimsemesinde büyük ölçüde etkili oldu. Daha sonra bu gençlerden beşi Or­han Seyfi (Orhon), Enis Behiç (Koryürek), Halit Fahri (Ozansoy), Yusuf Ziya (Ortaç) ve Faruk Nafiz (Çamlıbel) önceleri aruz vezniyle yazmalarına rağmen, Ömer Seyfeddin ve Ziya Gökalp'in görüşleri doğrul­tusunda yeni şiirlerini tamamen hece vezniyle kaleme alarak Türk edebiyatın­da "Beş Hececiler" adıyla yer aldılar. Tan­zimat'tan başlayarak Cumhuriyet'e ka­dar uzanan dönem içinde hece-aruz tar­tışmaları ile Türkçenin sadeleşmesi me­selesi arasında paralellik bulunduğu, tar­tışmalara katılanların her iki konuyu da beraber ele aldıkları ve özellikle heceyle yazılan şiirlerin dilinde tabii olarak bir sa­deleşme ve halk diline yaklaşma eğilimi olduğu dikkati çekmektedir.

Vezin tartışmalarının devam ettiği bu sıralarda saf şiirin yahut şiirde estetik de­ğerlerin kaybolduğuna üzülen Yahya Ke­mal, veznin ancak bir araç olarak kabul edilmesi gerektiği ve asıl işin şiir yazmak olduğu görüşünü ileri sürmüş, ayrıca Ce­nab Şahabeddin'in. "Parmak hesabı bir çâre-i ahenk olamaz" hükmünü kabul et­mediğini belirterek parmak hesabı bir çâre-i ahenk olmasaydı Türk'ün dağlarda ve şehirlerde türkülerini, tekkelerde cezbeli nefeslerini bu vezinle asırlarca söyle­mesinin mümkün bulunmadığını ifade etmiştir.

Hece vezni, I. Dünya Savaşı yıllarında Türk şiirinde varlığını tamamen kabul et­tirdi ve dönemin aydınlan tarafından da iyice benimsendi. Cumhuriyet'ten sonra­ki yıllarda ise Halide Nusret Zorlutuna, Necmettin Halil Onan, Ahmet Kutsi Tecer. Necip Fazıl Kısakürek. Ömer Bedret­tin Uşaklı, Ali Mümtaz Arolat bu vezni ye­ni bir anlayışla ve ustaca kullandıkların­dan "Yeni Hececiler" adını aldılar.

Cumhuriyet döneminde aruz vezninin giderek yerini hece veznine bırakması üzerine bazı şairler hece vezninde yeni imkânlar aramaya başladılar. Bunlardan bir kısmı aynı manzumede iki değişik he­ce kalıbı, bazıları da aruzdaki müstezaddan serbest müstezada doğru gelişen şe­kil arayışlarına paralel olarak büyükten küçüğe veya küçükten büyüğe doğru he­ce sayısı azalıp çoğalan mısralı kalıplar kullanmayı denedi. Diğer bir yenilik ara­yışı ise aynı manzumede değişik duraklı mısralara yer vermek oldu. Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Muhip Dranas gibi şairler, hece vezninde yeni bir durak anlayışı geliştirmek için bu vezni daha serbest bir şekilde kullanarak duraksız şiirler yazdılar. Bu yıllarda hece vezninde yapılan en önemli yenilik ise giz­li aruzdur. Hecenin monoton bir vezin ol­duğu görüşüne karşı çıkan bazı şairler açık-kapalı yani kısa-uzun hecelerin rit­mik bir şekilde sıralanmasına dikkat ederek hece ile yazılmış, fakat aruz gibi ahenkli olan parçalar oluşturdular. Neti­ce itibariyle hece. II. Meşrutiyetten son­ra başlayıp Cumhuriyet döneminin ilk yıl­larına, bir görüşe göre 1940 yılına kadar varlığını hissettiren Millî Edebiyat akımı­nın da şiirine hâkim bir vezin özelliği ka­zanmıştır. 1940'tan yani Garip hareke­tinden sonra gelen nesil, vezin ve kafiye­yi şiir için gereksiz sayınca hece vezni de giderek eski önemini kaybetmeye başla­mıştır.

Aruzla kıyaslandığında hece vezninin Türkçenin yapısına daha uygun olduğu görülmektedir. Bunun başlıca sebebi, ko­nuşulurken Türkçede hecelerin özel ses değerine fazla önem verilmeyişi ve bir çır­pıda söylenişidir. Bu özellik hece veznin­de de görülmektedir. Yani hecelerin "Ana­dolu" kelimesindeki gibi zayıf, "Hindistan" kelimesindeki gibi dolgun oluşu bunların ses değerini değiştirmez. Sadece hecelerin mısradaki sayısına bakılır. Bundan do­layı hece veznine "parmak hesabı, vezn-i benânî. hesâb-ı benân" da denilmiştir.

Hece vezni iki önemli kurala dayanır. Bunlardan birincisi mısralardaki hecele­rin ses değerine bakılmaksızın eşit sayı­da hecelerden meydana gelmesi, ikinci­si, mısranın bölümlere ayrılması sonucu oluşan durgulanma ve bunlar arasında yer alan durakların teşkil edilmesidir. Mısranın ölçüsü, aynı zamanda adı olan kalıp o mısradaki hece sayısıyla belirlenir. Yedi heceli bir mısranın kalıbı yedili, on bir heceli bir mısranın kalıbı on birli olarak adlandırılır. Durgulanma ise herhangi bir kalıbın hareket farkını verir. Bu farklar da kalıp çeşitlerini meydana getirir. On birlinin 6 + 5 ve 4 + 4 + 3 çeşitleri durgunlanmadaki farklardan dolayı oluşur. Durgulanmanın esası mısranın "durgu" deni­len belli bölümlere ayrılmasıdır. Yani on birli kalıpla söylenmiş, "Sümbüller peri­şan + güller kan ağlar" mısrası birincisi al­tı, ikincisi beş heceli olmak üzere iki durgulu (6 + 5); yine on birli kalıpla söylen­miş olan, "Bir gün olur + deli gönül + us­lanır" mısrası ise birinci ve ikincisi dört, üçüncüsü üç heceli olmak üzere üç durguludur (4 + 4 + 3). Bu iki mısra arka ar­kaya okunduğunda aralarındaki hareket farkı değişik durgulanmalara sahip olma­larından ileri gelmektedir. Durgulanma­nın tabii olması için sekiz heceli ve 4 + 4 durgulu, "Deli gönül + abdal olmuş" mıs­rası ile on dört heceli ve 7 + 7 durgulu, "Daha deniz görmemiş + bir çoban çocu­ğuyum" mısrasında olduğu gibi durgular­dan hemen sonra gelen durakta bir keli­me kümesinin kendiliğinden tamamlan­ması ve başka bir kelime kümesinin başlaması gerekir. Bunun dışında. "O yol bi­zim + yolumuzdur" (4 + 4) mısrası ile. "Bir dakika araba + yerinde durakladı" (7 + 7) mısraında görüldüğü gibi mısradaki vur­gulu hecelerden biri durgunun sonuna getirilmelidir. Mısra aynı zamanda bir ses bütünü olduğu için sonundaki dura­ğın ihmal edilmemesi gerekir, sondaki durak ihmal edilirse mısradaki ritim kay­bolur ve nazım nesre yaklaşır. Hece veznindeki durak aruzdaki taktîin karşılığı kabul edilebilir. Ancak taktîde kelimeler bölünebildiği halde hece ölçüsünde keli­meler bölünerek durak yapılamaz. Durak­lar da durgulanmalar gibi sözün akışına göre gerekli ve tabii olmalıdır.

Hece vezni kalıplarında en az iki, en çok beş durak bulunur. Duraklar arası hece sayısı birden ona kadar değişebilir. Genel olarak çift heceli kalıpların durguları iki bölüm halinde olduğundan durak tam ortada, tek heceli kalıplarda ise baştaki durguların hece sayısı sondakinden bir hece fazla olduğundan durak bu fazlalık­tan sonradır. Ancak bu durum kesin ol­madığından şair başka durgular da icat edebilir.

Belli kurallara fazla bağlı olmayan halk ve tekke edebiyatında hece vezninin bil­hassa yedili, sekizli ve on birli kalıpları tercih edilmiş: yedili ve sekizlilerin hem durguluları, hem durgusuzları, on birli­nin ise 6 + 5 veya 4 + 4 + 3 durguluları karışık kullanılarak ritmin zenginleşmesi sağlanmıştır. Bu durguların dışına çıkan, meselâ 6 + 5 ile 5 + 6 durgulu mısraları bir arada kullanan halk şairleri de olmuş­tur.

Hece vezninde iki heceliden yirmi he­celiye kadar birçok kalıp vardır. Bu kalıp­lar içinde en çok kullanılanlar yedililer, se­kizliler, on birliler ve on dörtlülerdir. İki, üç, dört ve beş heceli kalıplara ise genel­likle atasözleri, deyimler, tekerlemeler, bilmeceler ve türkü kavuştuklarında rast­lanır.

Kural olarak hece veznindeki kalıpların durakları ve bu durakları oluşturan hece sayıları şunlardır: Üçlüler (1 + 2, 2 + 1), dörtlüler(1+3,2 + 2.3+1), beşliler(2 + 3, 3 + 2), altılılar (3 + 3, 4 + 2, 2 + 4), yedililer (3 + 4, 4 + 3, 5 + 2, 2 + 5), sekiz­liler (4 + 4, 3 + 5, 5 + 3, 6 + 2. 2 + 6), dokuzlular (6 + 3. 3 + 6, 5 + 4, 4 + 5) onlular (5 + 5, 6 + 4, 4 + 6, 7 + 3, 3 + 7)§ on birliler (6 + 5,4 + 4 + 3), on ikililer(6 + 6, 7 + 5, 4 + 4 + 4), on üçlüler (8 + 5,4 + 4 + 5), on dörtlüler (7 + 7), on beşliler (4 + 4 + 4 + 3, 8 + 7), on altılılar (4 + 4 + 4 + 4, 8 + 8), on yedililer (4 + 3 + 4 + 3 + 3), on sekizliler (8+ 10,4 + 4+ 10).on dokuz­lular (4 + 4 + 4 + 4 + 3), yirmililer (4 + 4 + 4 + 4 + 4).

BİBLİYOGRAFYA:

Dîvânü lugâti't-Türk Tercümesi, III, 131; Ahmed-i Yesevi: Divân-ı Hikmet'ten Seçmeler (haz. Kemal Eraslan), Ankara 1983, s. 13, 46; Ebüzziyâ Tevfik. Numüne-i Edebiyyât-ı Osmâniyye, İstanbul 1302, s. 462-463; Köprülü. İlk Mutasavvıflar, s. 169-170; a.mlf.. Edebiyat Araştırmaları I, s. 125-127; Ahmet Talât [Onay], Halk Şiirlerinin Şekil ve Nev'i, İstanbul 1928, s. 11-13; a.mlf.. Türk Şiirlerinin Vezni, İstan­bul 1933, s. 12, 13, 18, 51, 54 vd.; İsmail Habib [Sevük], Edebiyat Bilgileri, İstanbul 1942, s. 202-206, 254-268; E. J. W. Gibb. Osmanlı Şiiri Tarihi. Halide Edip), İstanbul 1943, s. 95-96; Mustafa Nihat Ûzön. Edebiyat ue Tenkid Söz­lüğü, İstanbul 1954, s. 118-119; Ahmet Hamdi Tanpınar. 19 uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi (İstanbul 1956), İstanbul 1985, s. 102-103; Hik­met İlaydın. Türk Edebiyatında Nazım, İstan­bul 1959, s. 28-35; Reşid Rahmeti Arat. Eski Türk Şiiri, Ankara 1965; Fevziye Abdullah Tan-sel. Namık Kemal'in Husûsî Mektupları, Anka­ra 1967, I, 426-435; II, 448-459; a.mlf.. Mehmed Emin Yurdakul'un Eserleri:, Şiirler, An­kara 1969, s. XV-XXVI, 4; Hikmet Dizdaroğlu. Halk Şiirinde Türler, Ankara 1969, s. 25-31; a.mlf.. "Halk Şiirinde Türler", TDl., XIX/207 (1968), s. 198-203; Banarlı. RTET, II, 896; Agâh Sırrı Levend. Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleş­me Evreleri, Ankara 1972, s. 169-173, 264-271; Tâhirülmevlevî. Edebiyat Lügati, İstanbul 1973, s. 52-53; H. Fethi Gözler. Hece Vezni, İs­tanbul 1980; Bilge Ercilasun. Servet-i Fünün'da Edebi Tenkit, Ankara 1981, s. 228-233; Cem Dilcin, örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara 1983, s. 39-58; Yahya Kemal. Edebiyata Dair, İstanbul 1984, s. 109-126; Ahmet Kabaklı. Türk Edebiyatı, İstanbul 1985, I, 651-659; Talat Te­kin, XI. Yüzyıl Türk Şiiri, Divânü lügâti't-Türk'teki Manzum Parçalar, Ankara 1989, s. VII-IX; Kâzım Yetiş. Namık Kemal'in Türk Dili ue Ede­biyatı Üzerine Görüşleri ve Yazıları, İstanbul 1989, s. 416, 419, 423; Hasan Kolcu. Türk Ede­biyatında Hece-Aruz Tartışmaları, Ankara 1993; Abdullah Uçman, Türk Dilinin Sadeleş­mesi ve Hece Vezni üzerinde Bir Münakaşa, İstanbul 1997; İbnürreşad Ali Ferruh. "Evzân-ı Milliyyenin Terki ile Evzân-ı Arûziyyenin Ka­bulü", Mir'ât-ı Âlem, sy. 8, İstanbul 1302; I-Necmi Dilmen. "Türkçe Şiirler Cereyanına Bir Bakış ve 1905 Edebî Hareketi", DTCFD, I (1942), s. 48-71; Ali Canip Yöntem. "Selâmete Bir Edebiyat Çekişmesi", Yakın Tarihimiz, II, İstanbul 1962, s. 3-4; Rekin Ertem. "Hece Vez­ni", TDEA, IV, 194-202.

Nurettin Albayrak, TDA, 17 cilt

SON EKLENENLER

Üye Girişi