Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

KAFİYE

Şiirlerin mısra sonlarında yazılış ve okunuşları aynı, anlamları farklı olan ses benzerliği.

Sözlükte kafâ ve kâfiye kelimelerinin ilk ve asıl anlamı "başın boyunla bitişen arka ve son kısmı, ense"dir. Bu temel mâna­dan "bir şeyin sonu, arkası" anlamı, bura­dan da "beytin sonu" mânası türemiştir. Câhiliye, muhadram ve İslâmî dönem Arap şairlerinin kafiyeyi "beyit, şiir, keli­me, beytin son kelimesi ve revî harfi" (ka­fiyede tekrarlanan son harf) gibi anlam­larda kullandıkları görülmektedir. Kafiye kelimesini "tâbi olmak, ardından gitmek" demek olan kafv / kufüvv masdarından "izleyen, ardından gelen" (kâfiye) veya "arkasından getirilen" (makfüvve) anla­mında türetenler de vardır. Bunlara gö­re kafiyeli kelimelerin beyitlerin sonların­da birbirini izlemesi ya da arka arkaya tekrar edilmesi sebebiyle kafiyeye bu ad verilmiştir (İbnü's-Serrâc, s. 115; ibn Reşîk el-Kayrevânî, 1, 1 54; Ebû Ya'küb es Sekkâkî, s. 569). Fars edebiyatında aynı kelimeyle ifade edilen kafiyeye İslâm ön­cesi Türk edebiyatında uyak, halk ede­biyatında ayak denilmiş; Fars ve klasik Türk edebiyatlarında "kâfiyegû, kâfiye-senc, kâfiye-endîş" kelimeleri de "şair" yerine kullanılmıştır. Kafiye, manzume­nin dış yapı özelliklerinden olup ahengi temin eden en önemli unsurudur.

 

Dünya şiirinde kafiyenin kullanılışı vez­nin bulunuşundan çok sonradır. İlk şiirle­rini kafiyesiz yazan milletler yanında Ja­pon edebiyatı gibi uzun dönemlerde ka­fiye geleneği oluşmamış edebiyatlar da bulunmaktadır. Kafiye bir ses, bir hece veya bir kelimeden meydana gelir. İslâmî edebiyatlardaki kafiyenin kaynağını teş­kil eden Arap kafiyesinde sesler kadar ha­reke de önemli olup bir kelimenin sesle­rinden bazıları yahut kelimenin tamamı, hatta bir önceki kelimenin sesleri de ka­fiyeye dahil olabilir. Kafiye usulünü ilk ortaya koyanlar Araplar'dır. Bu sebeple Arap edebiyatında aruzla kafiyenin birlik­teliği esası II. (VIII.) yüzyılda yazıya geçi­rilmeye başlanmış ve Halîl b. Ahmed, Mufaddal ed-Dabbî, Ahfeş el-Evsat ve İbn Dürüsteveyh gibi yazarlar kafiyenin nasıl olması gerektiği üzerine görüşler öne sürmüşlerdir (İbnü'n-Nedîm, s. 690; İbnü'l-Kıftî, 11, 113; Çetin, Eski Arap Şiiri, s. 61 vd.; DİA, III, 426-427). Bunun sonucun­da "ilm-i kavâfî" diye özel bir dal oluşmuş ve yüzyıllar boyunca Arap, Fars ve Türk edebiyatları başta olmak üzere Doğu ede­biyatlarında kafiyenin ayrıntıları ve bi­çimleri üzerine kitaplar yazılmıştır. Beyit sonlarındaki uyumla (tenasüp) bunu bo­zan unsurları inceleyen kafiye ilmi retorik kitaplarının en önemli bölümlerinden bi­rini meydana getirmiştir.

 

Türk dilinde harekeyle beraber uzun ünlünün de olmayışı, kafiyede elif, vav ve yâ ünlülerinden oluşan kafiye harfleri ye­rine kafiye düzeninde daha basit ve anla­şılır bir sıralamayı gündeme getirmiştir. Böylece kafiyeyi oluşturan harfler revîye olan yakınlık sırasına göre ridf, te'sîs, da­hîl ve kayd olarak öne doğru; vasıl, hurûc, mezîd ve nâire olarak da sona doğru ad­landırılır. Bir kafiyede revî harfiyle bera­ber ridf de varsa "kâfiye-i mürâdefe". te'sîs de varsa "kâfiye-i müessese", bun­lara dahîl ve kayd da eklenmiş ise "kâfi­ye-i mukayyede" ortaya çıkar. Revî harfin­den sonra gelen ilk harfe vasıl, ikinciye hurûc, üçüncüye mezîd ve dördüncüden itibaren ne kadar harf varsa hepsine bir­den nâire denir. Modern Türk şiirinde revî harfinden sonra gelen harflerin tamamı redif olarak kabul edilmiş ve bunda her­hangi bir uzunluk ölçüsü gözetilmemiştir.

 

Kafiye, Arap ve Fars edebiyatlarında beyit temeline dayandığı için genelde ka­fiye düzeni ve harflerin diziliş esasına gö­re adlandırılmıştır. Türk divan edebiyatı­nın İran edebiyatı örneğinden yola çıkmış olması bu tür beyit esasına dayalı kafiye kullanımını yaygınlaştırmışsa da Türk­lerin en eski şiirlerinden yola çıkarak kul­landıkları bir de dörtlük düzeninde kafi­yeleri vardır ki bu şiirlerde kafiyelerin Şekil ve yapı bakımından farklı biçimleri ortaya çıkar. Yenisey mezar kitabeleri ve Orhun âbideleri gibi nesir örneklerinde bile izleri bulunan sese dayalı kulak için kafiye Türkler'in İslâmî edebiyat dönem­lerinde halk şiiri geleneği içinde devam etmiş ve divan edebiyatının Arap ve Fars kafiye geleneğine ve yazıya dayalı göz için kafiye ile paralel yürümüştür. Cumhuri­yet döneminde kafiye genellikle halk şii­rine göre incelenmiş, yapı ve şekil bakı­mından ayrı tasniflere tâbi tutulmuştur.

 

Yapı Bakımından Kafiye: Kafiyeyi mey­dana getiren seslerin azlığı veya çokluğu­na göre kafiye yarım, tam, zengin ve ci­naslı olabilir. Yarım kafiye mısra sonların­da yalnızca bir sessiz harfin benzeşmesiyle olur (Ecel büke belimizi / Söyletmeye dilimizi; Yûnus Emre); daha çok halk şii­rinde ve redifle birlikte kullanılmıştır. Tam kafiye, mısra sonlarında iki sesin (ünlü + ünsüz, ünsüz + ünlü; çift ünsüz veya uzun ünlü) benzeşmesiyle olur (Bir garip rüya rengiyle / Uyumuş gibi her şekil / Rüzgâr­daki yaprak bile/Benim kadar hafif değil; Ahmet Hamdi Tanpınar). Zengin kafiye mısra sonlarında ikiden fazla sesin ben­zeşmesiyle olur (Dünya nedir, anmasak unutsak/Âvâreyiz âşîyâna tutsak; Muallim Naci). Zengin kafiyede üçten fazla ses­ten oluşan bir kelime diğer kafiye keli­mesi içinde tekrarlanıyorsa buna "tunç kafiye" denilir (N'oldu sana? Yeşil pancurun indi / Karanlık akşamlara döndü ikin­di; Oktay Rıfat). Cinaslı kafiye anlamları ayrı, fakat yazılış ve söylenişleri aynı olan kelimelerin kafiye olarak kullanılmasıyla olur (Her nefeste eyledik yüz bin günâh / Bir günâha etmedik hiçbir gün âh; Süley­man Çelebi). Cinaslı kafiye halk şiirinde daha ziyade ayaklı mani nazım şekliyle kullanılmıştır (Gül erken / Bilmem ki yaz mı gelmiş / Niçin açmış gül erken / Aklı­mı kayıp ettim / Nazlı yarim gülerken).

 

Şekil Bakımından Kafiye: Kafiye mısra sonlarındaki dizilişine göre düz, çapraz, sarma ve karma olabilir. Buna göre beyit, bend veya dörtlüklerin bütün mısraları birbiriyle kafiyeli olursa (aa, aaaa ... gibi) düz (bk. yarım kafiye örneği); koşma ve manilerde dörtlüklerin tek rakamlı (1 ve 3) mısraları ile çift rakamlı (2 ve 4) mısra­ları birbiriyle kafiyeli olursa (xaxa, bebe, dede veya dede... gibi) çapraz (bk. tam ka­fiye örneği); dörtlük veya bendlerde mısraların bir-dört, iki-üç sırasına göre kafi­yeli olursa (abba edde veya abbba cdddc... gibi) sarma (Cânân aramızda bir adındı/ Şîrin gibi hüsn-ü zâna unvan/Bir sahile hem şerefti hem şân / Çok kerre hayâlimizde cânân / Bir şi'ri hatırlatan kadındı; Yahya Kemal Beyatlı), bendlerin mısraları ara­sında kafiye bulunmakla beraber diziliş­lerinde düzensizlik ve değişkenlik olursa karma kafiye ortaya çıkar (Ah şu ufkun arkasında / Sonsuz bahar havasında/ İşi­tiyorum kuşların / Kuşların ötüştüğünü /İşitiyorum bir narın /Çatlayarak düştüğünü; Ziya Osman Saba).

 

Kafiyenin mısra içinde tekrarlanması­na göre sınıflandırılması da söz konusu­dur. Mısralarının sonunda ve ortasında kafiye yapılan musammat manzumelere "zü'l-kâfiyeteyn", her mısraında alt alta ikiden fazla kafiye bulunan manzumele­re de "zü'l-kavâfî" adı verilir. "Tarsiye mu­rassa" da denilen bu ikincisinde alt alta gelen kelimelerin kafiyeleri sütun tarzın­da sıralanmış olmalıdır: Münhasırdır söz­lerim evsâfına / Muntazırdır gözlerim eltâfına (Ziyâ Paşa).

 

Kafiye Kusurları: Kafiyeden bahseden klasik eserlerin son bölümlerinde "uyûbü'l-kâfıye" adıyla verilen bu kusurlar Arap şiirinde daha Câhiliye devrinden iti­baren bilinmekteydi. Bişr b. Ebû Hâzim el-Esedî ve Nâbiga ez-Zübyânî gibi şair­lerin yaptıkları ikvâ, sinâd, ikfâ ve tahrîd gibi kafiye hataları kendilerine hatırlatı­lınca bunları düzelttikleri kaydedilmek­tedir (Merzübânî, s. 38-40, 59).

 

Arap şiirinde kafiye kusurları revî harfi ve harekesine, revîden önceki harf ve ha­rekelere ve kafiye kelimesine ait kusurlar olmak üzere üçe ayrılır. Revî harf ve ha­rekesine ilişkin kusurlar ikfâ, icâze. ikvâ, ısrâf. gulüv ve taaddîdir. İkfâ, revî harfi­nin aynı veya yakın mahreçten bir harfle bir kasidede beyitten beyte değişmesidir: “sin-sad, nun-l, ha-hı” değişimleri gibi. İcâze revî harfinin uzak mahreçten bir harfle değişimidir İkvâ, revînin harekesi­nin (mecra) ötre ve esre şeklinde değişmesidir. İsraf, rehinin harekesinin üstün-esre veya üs-tün-ötre olarak değişmesidir. Vezni bozacak şekilde sakin reji harfinin harekelenmesi kusuruna "gulüv", revîden sonra gelen sakin vasıl "hâ"sının vezni bozacak şekilde hareke­lenmesi kusuruna da "taaddî" denir.

 

Revîden önceki harf ve harekelerdeki değişme kusurlarına "sinâd" adı verilir. Bunlar ridf, te'sîs, işba', hazv ve tevcîh sinâdları olarak beş nevidir. Ridf sinâdı, iki beyitten birinin revîsinin önünde med (ridf) harfinin bulunması, diğerinde bu­lunmamasıdır. Te'sîs sinâdı iki beyitten birisinde te'sîs elifinin bulunması, diğe­rinde yer almamasıdır. İşba' sinâdı bir ka­sidede dahîl harfinin harekesinin farklı gelmesidir. Hazv sinâdı ridften önceki harfin değişmesidir. Tevcîh sinâdı mukay­yed (sakin) revîden önceki harfin hareke-sindeki değişikliktir. Aruz âlimleri Arap şiirinde çok görüldüğü için bu nevi sinâdı hoşgörüyle karşılamışlardır.

 

Kafiye kelimesindeki kusurların başlıcaları îtâ, tazmindir. îtâ, bir kasidede kafi­ye kelimesinin aynı anlamda olmak üzere tekrar edilmesidir. Bir kasidede yedi be­yit geçmeden yapılmış olan kafiye tekrar­ları hoş karşılanmaz. Ancak bunu kusur saymayanlar da vardır. Nitekim Nâbiga ez-Zübyânî, bir kasidesinde dört beyit arayla kafiyesini aynı anlamda tekrar etmiştir. Tazmin, beytin anlam ve i'rab yönünden tamam olmayıp arkadan gelen beyitle alâkasının bulunmasıdır. Ay­rıca bir kasidede kafiye tef'ilelerinin (darb) "mefâîlün = mefâilün" gibi vezni bozacak şekilde farklı tef ilede gelmesi kusuruna "tahrîd", birinci mısra sonlarındaki tef'ilelerin (aruz) farklı gelmesi kusuruna da "iksâd" denir. Kafiyede, revî hatırına an­lamca gereksiz bir kelime kullanma kusu­runa "istid'â"', yine kafiyede revî hatırına gereksiz bir "alem" zikretme kusuruna da "ilcâ"' adı verilir.

 

Fars edebiyatında kafiye kusurları Arap edebiyatındaki gibi ayrıntılı olmayıp sinâd, ikvâ, ikfâ ve îtâ ile sınırlandırılmıştır. Revîden önceki harfin harekesini esas alan sinâd için "yârî" ile "dûrî", hazv ve tevcihin harekesini esas alan ikvâ için "şiguft" ile "girift", telaffuzu birbirine ya­kın harflerin (b-p, g-k, t-d, c-ç) kafiyesi­ni esas alan ikfâ için "gürg" ile "kürk" ve kafiyede ses ve kelime tekrarını esas alan îtâ için de "hûb-ter" ile "bed-ter" örnek verilebilir.

 

Servet-i Fünûn dönemine gelinceye ka­dar bu kusurlar Türk şairleri tarafından da kabul edilir, Arapça ve Farsça kökenli kelimelerle yapılan kafiyelerde kusur ol­maması için gayret sarfedilirdi (kadar-kader; kefen-vatan... gibi). Ancak gerek Tanzimat'tan sonra Batı retoriğini be­nimseyen Türk şiirinin geldiği nokta, ge­rekse Türkçe seslerin Arapça ve Farsça kelimeler için hazırlanmış bir kafiye sis­temine aykırılığı (üç çeşit h, iki çeşit t, üç çeşit s, dört çeşit z vb.) 189Syılında, keli­melerin yapılışını esas alan göz için kafi­ye yerine, okunuşunu esas alan kulak için kafiyenin öne çıkmasına kapı araladı. Ha­san Âsaf adlı bir şairin Ma'lûmât gaze­tesinde yayımlanan bir şiirinde "abes" ile "muktebes" kelimelerini ka­fiye yapması üzerine tenkit edilmesi ve daha sonra bunu Recâizâde Mahmud Ek­rem'in müdafaası, o dönemin Batı yanlısı Türk şairlerinden çoğuna kafiyenin kulak için olması fikrini benimsetti ve klasik ka­fiye kusurlarını önemsiz konuma getirdi. Harf inkılâbından (1928) sonra abes-muk­tebes tartışması da kusur olmaktan çı­kıp Latin harfleriyle ve tamamen Batı re­toriğine uygun kafiyeler benimsendi. "Ga­rip akımı" ve "ikinci yeni"den itibaren serbest şiir ön plana çıkınca kafiye kıs­men terkedildi. 2000'li yılların başların­daki Türk edebiyatının gelişimine bakıl­dığında geleneksel anlayıştan farklı da olsa şiirde ses unsuruna değer kazandı­ran kafiyenin önemini arttıracağı söyle­nebilir.

 

Kafiye, İlkçağ'lardan itibaren şiirden bahseden eserlerle retorik kitaplarının başlıca konuları arasında yer almıştır. Arap belagat ve edebiyat kitaplarında bu konuda yazılanlar İslâmî kaynaklı edebi­yatları derinden etkilemiş ve zamanla ka­fiyenin ayrıntı içinde boğulacak derece­de detaylandırılmasına yol açmıştır. Arap edebiyatında kafiye hakkında ilk müsta­kil eser Halef el-Ahmer'in (ö. 180/796 |?|) Kitâbü'i-Kavâfî'sidir (Ebü'l-Alâ el-Maarrî, s. 7). Daha sonra Kutrub'un (ö. 206/ 821) (İbnü'n-Nedîm.s. 78) ve Yahya b. Ziyâd el-Ferrâ'nın (ö. 207/822) aynı adlı eserleri görülür. Mutlak ve mukayyed kafiye taksimini ilk yapanın Ferrâ olduğu kaydedilir. Ahfeş el-Evsat'ın (nşr. İzzet Ha­san. Dımaşk 1390/1970), Ebû Ömer el-Cermî'nin (Ibnü'n-Nedîm, s. 84), Ebû Osman el-Mâzînî'nin, Müberred'in (nşr. Ramazan Abdüttevvâb, Dımaşk 1392/1972), Amrb. Muhammed el-Kûfî'nin (a.g.e., s. 124) Kitâbül-Kavâfî'leri, Zeccâc'ın Kitâbü'l-Kâfî fî esmâ'i'l-kavâfî'sı (a.g.e., s. 91), İbn Keysân'ın Telkîbü'l-kavâfî ve telkibü harekâtihâ'sı (nşr. W. Wright, Leiden 1852; Opuscula Arabica, Leiden 1859, s. 47-74; nşr. İbrahim es-Sâmerrâî, Meceltetü'l-Câmi'ati'l-Muştanşıriyye, sy. 2, Bağdad 1971), Ebü'l-Kâsım ez-Zeccâcî'nin el-Muhtera' fi'l-kavâfî'si bu sahada yazıl­mış ilk eserlerdir. Daha sonra kaleme alı­nan belli başlı eserler de şunlardır: Kâdî Ali b. Muhammed et-Tenûhî Kitabü'l-Kavâfî(Kahire 1975); İsmail b. Hammâd el-Cevherî, Kitâbü'l-Kavâfî,- İbn Sîde, el-Vâlî fî(ahkâmı) 'ilmi'l-Kavâfî; Kâdî Ebû Ya'lâ Abdülbâki et-Tenûhî, Kitâbü'l-Ka­vâfî (Beyrut 1379); İbnü'l-Kattâ' es-Sıkıllî, eş-Şâfî fî 'ilmi'l-kavâfî; İbnü's-Serrâc eş-Şenterînî, el-Kâlî fî 'ilmi'l-kavafî (Beyrut 1400/1979); Emînüddin Muham­med el-Mahallî, el-Cevheretü'lferide fîkâfîyeti'l-kaşîde; Ali İbn Berrî, el-Kavafi fî 'ilmi'l-kavâfî; Ebü'l-Abbas Ahmed el-Endelüsî. el-Vâfî fî ma'rifeti'l-kavâfî (yazma nüshası için bk. Brockelmann, GAL, II, 32); İbnü'l-Mukrî el-Yemenî, vânü’ş-şerefi'l-vâlî (Haydarâbâd - Dek­ken 1272; Taiz-Dımaşk 1987); Ebü'l-Bekâ Muhammed el-Ahmedî, ez-Zübdetü'l-Kâfiyetü('ş-şâfıye) fî ibrâzi meknûnâti feva'idi'l-kâfiye, Halîl b. İbrahim el-Girîdî, Kitâbü'l-Kavâfî; Abdülmelik el-İsferâyînî, el-Kâfi'l-vâfî bi-flmi'l-kavâfî; Ahmed el-Muhrizî, el-Kelimetü'l-kâfiye fîcilmi'l-kâfiye (Kahire 1335).

 

Aruz ve kafiyeye dair yazılan eserlerin bir listesini veren Gotthold Weil, bu alan­da zamanımıza ulaşan ilk eserin İbn Key­sân'ın çalışması olduğunu söyler. Günü­müzde ise İbn Keysân'dan en az bir asır önce eserini yazmış olan Ahfeş el-Evsat'ın Kitâbü'l-Kavâlî's'ı ile Müberred'in Kitâbü'l-Kavâlî's'ı yayımlanmıştır. Çağ­daş yazarlardan Ma'rûf er-Rusâfî, Mus­tafa es-Sâvî, Ahmed el-Hâşimî, Safâ Hu­lusi, Emîn Ali es-Seyyid, Avni Abdürraûf, Bedevi Mahtûn, Ahmed Keşk, Abdülazîz Atik, Muhammed el-Ömerî, Ali Necîb Atavî, Abdullah Derviş tarafından kafiye ko­nusunu aruzla birlikte inceleyen çok sa­yıda eser kaleme alınmıştır. Kafiye husu­sunda Halîl b. Ahmed ile Ahfeş el-Evsat arasındaki süreçte tanım, taksim ve te­rim olarak yerleşmiş olan bilgilere daha sonraki müellifler şevâhid ve misaller dı­şında yeni bir şey ekleyememişlerdir (Hü­seyin Nassâr, s. 112).

 

Türk edebiyatında kafiye hakkında müstakil bir eser yazılmamakla birlikte gerek aruzla birleştirilerek gerekse bela­gata dair kitapların içinde kafiyeden ge­niş biçimde bahsedilmiştir. Ali Şeydi Bey ve Melkon'un hazırladıkları Seci ve Ka­fiye Lügati (İstanbul 1323), Manastırlı Mehmed Rifat'ın Mecâmiu'l-edeb seri­sinin altıncı kitabı olan Fenn-i Kâfiyesi (İstanbul 1308), Muallim Naci'nin Istılahât-ı Edebiyye'sı (istanbul 1307, s. 65-121). İsmail Habip Sevük'ün Edebiyat Bil­gileri (İstanbul 1942, s. 89-100), Tâhirül-mevlevî'nin Edebiyat Lügati (istanbul 1973, s. 77-83) ve Cem Dilçin'in Örnek­lerle Türk Şiir Bilgisi (Ankara 1983, s. 59-92) bunlar arasında sayılabilir.

 

KONU ANLATIM VİDEOSU ( Youtube Kanalımız: https://www.youtube.com/channel/UCsxyx-lMfnV5KyHua9QS18w )

 

BİBLİYOGRAFYA:

et-Ta'rifât, "Kâfiye" md.; Tehânevî, Keşşaf, II, 872, 1239-1242; Zehrâyi Hânlerî [Kiyâ], Ferheng-i Edebiyyât-ı Fârsi, Tahran 1348 hş., s. 393; Ahfeş el-Evsat. Kitâbü'l-Kauâft [nşr. İzzet Hasan), Dımaşk 1390/1970; İbnüs-Serrâc. el-Kâfifi'itmi'l-kavâfi(nşr. M. Rıdvan ed-Dâye). Beyrut 1400/1979; Ebü'l-Hasan İbn Tabâtabâ. 'iyarü'ş-şı'r (nşr. Tâhâ el-Hâcirî- M. Zağlûl Sel­lâm). Kahire 1956, s. 102-111, 127-128; İbn Abdürabbih, el-'ikdü'l-ferid, V, 496-510; Kudâme b. Ca'fer.

İSMAİL DURMUŞ, İSKENDER PALA, MÜRSEL ÖZTÜRK, DİA, CİLT,4

İLGİLİ İÇERİK

KAFİYE - REDİF

KAFİYE (UYAK), GÖZ KAFİYESİ, KULAK KAFİYESİ

KAFİYE VE ÇEŞİTLERİ, KAFİYE ÖRNEKLERİ

TUNÇ KAFİYE(UYAK) NEDİR?

CİNASLI KAFİYE NEDİR?

ÇAPRAZ KAFİYE NEDİR?

ZENGİN KAFİYE NEDİR?

KAFİYELER - NECİP FAZIL KISAKÜREK

SON EKLENENLER

Üye Girişi