KAFİYE
Şiirlerin mısra sonlarında yazılış ve okunuşları aynı, anlamları farklı olan ses benzerliği.
Sözlükte kafâ ve kâfiye kelimelerinin ilk ve asıl anlamı "başın boyunla bitişen arka ve son kısmı, ense"dir. Bu temel mânadan "bir şeyin sonu, arkası" anlamı, buradan da "beytin sonu" mânası türemiştir. Câhiliye, muhadram ve İslâmî dönem Arap şairlerinin kafiyeyi "beyit, şiir, kelime, beytin son kelimesi ve revî harfi" (kafiyede tekrarlanan son harf) gibi anlamlarda kullandıkları görülmektedir. Kafiye kelimesini "tâbi olmak, ardından gitmek" demek olan kafv / kufüvv masdarından "izleyen, ardından gelen" (kâfiye) veya "arkasından getirilen" (makfüvve) anlamında türetenler de vardır. Bunlara göre kafiyeli kelimelerin beyitlerin sonlarında birbirini izlemesi ya da arka arkaya tekrar edilmesi sebebiyle kafiyeye bu ad verilmiştir (İbnü's-Serrâc, s. 115; ibn Reşîk el-Kayrevânî, 1, 1 54; Ebû Ya'küb es Sekkâkî, s. 569). Fars edebiyatında aynı kelimeyle ifade edilen kafiyeye İslâm öncesi Türk edebiyatında uyak, halk edebiyatında ayak denilmiş; Fars ve klasik Türk edebiyatlarında "kâfiyegû, kâfiye-senc, kâfiye-endîş" kelimeleri de "şair" yerine kullanılmıştır. Kafiye, manzumenin dış yapı özelliklerinden olup ahengi temin eden en önemli unsurudur.
Dünya şiirinde kafiyenin kullanılışı veznin bulunuşundan çok sonradır. İlk şiirlerini kafiyesiz yazan milletler yanında Japon edebiyatı gibi uzun dönemlerde kafiye geleneği oluşmamış edebiyatlar da bulunmaktadır. Kafiye bir ses, bir hece veya bir kelimeden meydana gelir. İslâmî edebiyatlardaki kafiyenin kaynağını teşkil eden Arap kafiyesinde sesler kadar hareke de önemli olup bir kelimenin seslerinden bazıları yahut kelimenin tamamı, hatta bir önceki kelimenin sesleri de kafiyeye dahil olabilir. Kafiye usulünü ilk ortaya koyanlar Araplar'dır. Bu sebeple Arap edebiyatında aruzla kafiyenin birlikteliği esası II. (VIII.) yüzyılda yazıya geçirilmeye başlanmış ve Halîl b. Ahmed, Mufaddal ed-Dabbî, Ahfeş el-Evsat ve İbn Dürüsteveyh gibi yazarlar kafiyenin nasıl olması gerektiği üzerine görüşler öne sürmüşlerdir (İbnü'n-Nedîm, s. 690; İbnü'l-Kıftî, 11, 113; Çetin, Eski Arap Şiiri, s. 61 vd.; DİA, III, 426-427). Bunun sonucunda "ilm-i kavâfî" diye özel bir dal oluşmuş ve yüzyıllar boyunca Arap, Fars ve Türk edebiyatları başta olmak üzere Doğu edebiyatlarında kafiyenin ayrıntıları ve biçimleri üzerine kitaplar yazılmıştır. Beyit sonlarındaki uyumla (tenasüp) bunu bozan unsurları inceleyen kafiye ilmi retorik kitaplarının en önemli bölümlerinden birini meydana getirmiştir.
Türk dilinde harekeyle beraber uzun ünlünün de olmayışı, kafiyede elif, vav ve yâ ünlülerinden oluşan kafiye harfleri yerine kafiye düzeninde daha basit ve anlaşılır bir sıralamayı gündeme getirmiştir. Böylece kafiyeyi oluşturan harfler revîye olan yakınlık sırasına göre ridf, te'sîs, dahîl ve kayd olarak öne doğru; vasıl, hurûc, mezîd ve nâire olarak da sona doğru adlandırılır. Bir kafiyede revî harfiyle beraber ridf de varsa "kâfiye-i mürâdefe". te'sîs de varsa "kâfiye-i müessese", bunlara dahîl ve kayd da eklenmiş ise "kâfiye-i mukayyede" ortaya çıkar. Revî harfinden sonra gelen ilk harfe vasıl, ikinciye hurûc, üçüncüye mezîd ve dördüncüden itibaren ne kadar harf varsa hepsine birden nâire denir. Modern Türk şiirinde revî harfinden sonra gelen harflerin tamamı redif olarak kabul edilmiş ve bunda herhangi bir uzunluk ölçüsü gözetilmemiştir.
Kafiye, Arap ve Fars edebiyatlarında beyit temeline dayandığı için genelde kafiye düzeni ve harflerin diziliş esasına göre adlandırılmıştır. Türk divan edebiyatının İran edebiyatı örneğinden yola çıkmış olması bu tür beyit esasına dayalı kafiye kullanımını yaygınlaştırmışsa da Türklerin en eski şiirlerinden yola çıkarak kullandıkları bir de dörtlük düzeninde kafiyeleri vardır ki bu şiirlerde kafiyelerin Şekil ve yapı bakımından farklı biçimleri ortaya çıkar. Yenisey mezar kitabeleri ve Orhun âbideleri gibi nesir örneklerinde bile izleri bulunan sese dayalı kulak için kafiye Türkler'in İslâmî edebiyat dönemlerinde halk şiiri geleneği içinde devam etmiş ve divan edebiyatının Arap ve Fars kafiye geleneğine ve yazıya dayalı göz için kafiye ile paralel yürümüştür. Cumhuriyet döneminde kafiye genellikle halk şiirine göre incelenmiş, yapı ve şekil bakımından ayrı tasniflere tâbi tutulmuştur.
Yapı Bakımından Kafiye: Kafiyeyi meydana getiren seslerin azlığı veya çokluğuna göre kafiye yarım, tam, zengin ve cinaslı olabilir. Yarım kafiye mısra sonlarında yalnızca bir sessiz harfin benzeşmesiyle olur (Ecel büke belimizi / Söyletmeye dilimizi; Yûnus Emre); daha çok halk şiirinde ve redifle birlikte kullanılmıştır. Tam kafiye, mısra sonlarında iki sesin (ünlü + ünsüz, ünsüz + ünlü; çift ünsüz veya uzun ünlü) benzeşmesiyle olur (Bir garip rüya rengiyle / Uyumuş gibi her şekil / Rüzgârdaki yaprak bile/Benim kadar hafif değil; Ahmet Hamdi Tanpınar). Zengin kafiye mısra sonlarında ikiden fazla sesin benzeşmesiyle olur (Dünya nedir, anmasak unutsak/Âvâreyiz âşîyâna tutsak; Muallim Naci). Zengin kafiyede üçten fazla sesten oluşan bir kelime diğer kafiye kelimesi içinde tekrarlanıyorsa buna "tunç kafiye" denilir (N'oldu sana? Yeşil pancurun indi / Karanlık akşamlara döndü ikindi; Oktay Rıfat). Cinaslı kafiye anlamları ayrı, fakat yazılış ve söylenişleri aynı olan kelimelerin kafiye olarak kullanılmasıyla olur (Her nefeste eyledik yüz bin günâh / Bir günâha etmedik hiçbir gün âh; Süleyman Çelebi). Cinaslı kafiye halk şiirinde daha ziyade ayaklı mani nazım şekliyle kullanılmıştır (Gül erken / Bilmem ki yaz mı gelmiş / Niçin açmış gül erken / Aklımı kayıp ettim / Nazlı yarim gülerken).
Şekil Bakımından Kafiye: Kafiye mısra sonlarındaki dizilişine göre düz, çapraz, sarma ve karma olabilir. Buna göre beyit, bend veya dörtlüklerin bütün mısraları birbiriyle kafiyeli olursa (aa, aaaa ... gibi) düz (bk. yarım kafiye örneği); koşma ve manilerde dörtlüklerin tek rakamlı (1 ve 3) mısraları ile çift rakamlı (2 ve 4) mısraları birbiriyle kafiyeli olursa (xaxa, bebe, dede veya dede... gibi) çapraz (bk. tam kafiye örneği); dörtlük veya bendlerde mısraların bir-dört, iki-üç sırasına göre kafiyeli olursa (abba edde veya abbba cdddc... gibi) sarma (Cânân aramızda bir adındı/ Şîrin gibi hüsn-ü zâna unvan/Bir sahile hem şerefti hem şân / Çok kerre hayâlimizde cânân / Bir şi'ri hatırlatan kadındı; Yahya Kemal Beyatlı), bendlerin mısraları arasında kafiye bulunmakla beraber dizilişlerinde düzensizlik ve değişkenlik olursa karma kafiye ortaya çıkar (Ah şu ufkun arkasında / Sonsuz bahar havasında/ İşitiyorum kuşların / Kuşların ötüştüğünü /İşitiyorum bir narın /Çatlayarak düştüğünü; Ziya Osman Saba).
Kafiyenin mısra içinde tekrarlanmasına göre sınıflandırılması da söz konusudur. Mısralarının sonunda ve ortasında kafiye yapılan musammat manzumelere "zü'l-kâfiyeteyn", her mısraında alt alta ikiden fazla kafiye bulunan manzumelere de "zü'l-kavâfî" adı verilir. "Tarsiye murassa" da denilen bu ikincisinde alt alta gelen kelimelerin kafiyeleri sütun tarzında sıralanmış olmalıdır: Münhasırdır sözlerim evsâfına / Muntazırdır gözlerim eltâfına (Ziyâ Paşa).
Kafiye Kusurları: Kafiyeden bahseden klasik eserlerin son bölümlerinde "uyûbü'l-kâfıye" adıyla verilen bu kusurlar Arap şiirinde daha Câhiliye devrinden itibaren bilinmekteydi. Bişr b. Ebû Hâzim el-Esedî ve Nâbiga ez-Zübyânî gibi şairlerin yaptıkları ikvâ, sinâd, ikfâ ve tahrîd gibi kafiye hataları kendilerine hatırlatılınca bunları düzelttikleri kaydedilmektedir (Merzübânî, s. 38-40, 59).
Arap şiirinde kafiye kusurları revî harfi ve harekesine, revîden önceki harf ve harekelere ve kafiye kelimesine ait kusurlar olmak üzere üçe ayrılır. Revî harf ve harekesine ilişkin kusurlar ikfâ, icâze. ikvâ, ısrâf. gulüv ve taaddîdir. İkfâ, revî harfinin aynı veya yakın mahreçten bir harfle bir kasidede beyitten beyte değişmesidir: “sin-sad, nun-l, ha-hı” değişimleri gibi. İcâze revî harfinin uzak mahreçten bir harfle değişimidir İkvâ, revînin harekesinin (mecra) ötre ve esre şeklinde değişmesidir. İsraf, rehinin harekesinin üstün-esre veya üs-tün-ötre olarak değişmesidir. Vezni bozacak şekilde sakin reji harfinin harekelenmesi kusuruna "gulüv", revîden sonra gelen sakin vasıl "hâ"sının vezni bozacak şekilde harekelenmesi kusuruna da "taaddî" denir.
Revîden önceki harf ve harekelerdeki değişme kusurlarına "sinâd" adı verilir. Bunlar ridf, te'sîs, işba', hazv ve tevcîh sinâdları olarak beş nevidir. Ridf sinâdı, iki beyitten birinin revîsinin önünde med (ridf) harfinin bulunması, diğerinde bulunmamasıdır. Te'sîs sinâdı iki beyitten birisinde te'sîs elifinin bulunması, diğerinde yer almamasıdır. İşba' sinâdı bir kasidede dahîl harfinin harekesinin farklı gelmesidir. Hazv sinâdı ridften önceki harfin değişmesidir. Tevcîh sinâdı mukayyed (sakin) revîden önceki harfin hareke-sindeki değişikliktir. Aruz âlimleri Arap şiirinde çok görüldüğü için bu nevi sinâdı hoşgörüyle karşılamışlardır.
Kafiye kelimesindeki kusurların başlıcaları îtâ, tazmindir. îtâ, bir kasidede kafiye kelimesinin aynı anlamda olmak üzere tekrar edilmesidir. Bir kasidede yedi beyit geçmeden yapılmış olan kafiye tekrarları hoş karşılanmaz. Ancak bunu kusur saymayanlar da vardır. Nitekim Nâbiga ez-Zübyânî, bir kasidesinde dört beyit arayla kafiyesini aynı anlamda tekrar etmiştir. Tazmin, beytin anlam ve i'rab yönünden tamam olmayıp arkadan gelen beyitle alâkasının bulunmasıdır. Ayrıca bir kasidede kafiye tef'ilelerinin (darb) "mefâîlün = mefâilün" gibi vezni bozacak şekilde farklı tef ilede gelmesi kusuruna "tahrîd", birinci mısra sonlarındaki tef'ilelerin (aruz) farklı gelmesi kusuruna da "iksâd" denir. Kafiyede, revî hatırına anlamca gereksiz bir kelime kullanma kusuruna "istid'â"', yine kafiyede revî hatırına gereksiz bir "alem" zikretme kusuruna da "ilcâ"' adı verilir.
Fars edebiyatında kafiye kusurları Arap edebiyatındaki gibi ayrıntılı olmayıp sinâd, ikvâ, ikfâ ve îtâ ile sınırlandırılmıştır. Revîden önceki harfin harekesini esas alan sinâd için "yârî" ile "dûrî", hazv ve tevcihin harekesini esas alan ikvâ için "şiguft" ile "girift", telaffuzu birbirine yakın harflerin (b-p, g-k, t-d, c-ç) kafiyesini esas alan ikfâ için "gürg" ile "kürk" ve kafiyede ses ve kelime tekrarını esas alan îtâ için de "hûb-ter" ile "bed-ter" örnek verilebilir.
Servet-i Fünûn dönemine gelinceye kadar bu kusurlar Türk şairleri tarafından da kabul edilir, Arapça ve Farsça kökenli kelimelerle yapılan kafiyelerde kusur olmaması için gayret sarfedilirdi (kadar-kader; kefen-vatan... gibi). Ancak gerek Tanzimat'tan sonra Batı retoriğini benimseyen Türk şiirinin geldiği nokta, gerekse Türkçe seslerin Arapça ve Farsça kelimeler için hazırlanmış bir kafiye sistemine aykırılığı (üç çeşit h, iki çeşit t, üç çeşit s, dört çeşit z vb.) 189Syılında, kelimelerin yapılışını esas alan göz için kafiye yerine, okunuşunu esas alan kulak için kafiyenin öne çıkmasına kapı araladı. Hasan Âsaf adlı bir şairin Ma'lûmât gazetesinde yayımlanan bir şiirinde "abes" ile "muktebes" kelimelerini kafiye yapması üzerine tenkit edilmesi ve daha sonra bunu Recâizâde Mahmud Ekrem'in müdafaası, o dönemin Batı yanlısı Türk şairlerinden çoğuna kafiyenin kulak için olması fikrini benimsetti ve klasik kafiye kusurlarını önemsiz konuma getirdi. Harf inkılâbından (1928) sonra abes-muktebes tartışması da kusur olmaktan çıkıp Latin harfleriyle ve tamamen Batı retoriğine uygun kafiyeler benimsendi. "Garip akımı" ve "ikinci yeni"den itibaren serbest şiir ön plana çıkınca kafiye kısmen terkedildi. 2000'li yılların başlarındaki Türk edebiyatının gelişimine bakıldığında geleneksel anlayıştan farklı da olsa şiirde ses unsuruna değer kazandıran kafiyenin önemini arttıracağı söylenebilir.
Kafiye, İlkçağ'lardan itibaren şiirden bahseden eserlerle retorik kitaplarının başlıca konuları arasında yer almıştır. Arap belagat ve edebiyat kitaplarında bu konuda yazılanlar İslâmî kaynaklı edebiyatları derinden etkilemiş ve zamanla kafiyenin ayrıntı içinde boğulacak derecede detaylandırılmasına yol açmıştır. Arap edebiyatında kafiye hakkında ilk müstakil eser Halef el-Ahmer'in (ö. 180/796 |?|) Kitâbü'i-Kavâfî'sidir (Ebü'l-Alâ el-Maarrî, s. 7). Daha sonra Kutrub'un (ö. 206/ 821) (İbnü'n-Nedîm.s. 78) ve Yahya b. Ziyâd el-Ferrâ'nın (ö. 207/822) aynı adlı eserleri görülür. Mutlak ve mukayyed kafiye taksimini ilk yapanın Ferrâ olduğu kaydedilir. Ahfeş el-Evsat'ın (nşr. İzzet Hasan. Dımaşk 1390/1970), Ebû Ömer el-Cermî'nin (Ibnü'n-Nedîm, s. 84), Ebû Osman el-Mâzînî'nin, Müberred'in (nşr. Ramazan Abdüttevvâb, Dımaşk 1392/1972), Amrb. Muhammed el-Kûfî'nin (a.g.e., s. 124) Kitâbül-Kavâfî'leri, Zeccâc'ın Kitâbü'l-Kâfî fî esmâ'i'l-kavâfî'sı (a.g.e., s. 91), İbn Keysân'ın Telkîbü'l-kavâfî ve telkibü harekâtihâ'sı (nşr. W. Wright, Leiden 1852; Opuscula Arabica, Leiden 1859, s. 47-74; nşr. İbrahim es-Sâmerrâî, Meceltetü'l-Câmi'ati'l-Muştanşıriyye, sy. 2, Bağdad 1971), Ebü'l-Kâsım ez-Zeccâcî'nin el-Muhtera' fi'l-kavâfî'si bu sahada yazılmış ilk eserlerdir. Daha sonra kaleme alınan belli başlı eserler de şunlardır: Kâdî Ali b. Muhammed et-Tenûhî Kitabü'l-Kavâfî(Kahire 1975); İsmail b. Hammâd el-Cevherî, Kitâbü'l-Kavâfî,- İbn Sîde, el-Vâlî fî(ahkâmı) 'ilmi'l-Kavâfî; Kâdî Ebû Ya'lâ Abdülbâki et-Tenûhî, Kitâbü'l-Kavâfî (Beyrut 1379); İbnü'l-Kattâ' es-Sıkıllî, eş-Şâfî fî 'ilmi'l-kavâfî; İbnü's-Serrâc eş-Şenterînî, el-Kâlî fî 'ilmi'l-kavafî (Beyrut 1400/1979); Emînüddin Muhammed el-Mahallî, el-Cevheretü'lferide fîkâfîyeti'l-kaşîde; Ali İbn Berrî, el-Kavafi fî 'ilmi'l-kavâfî; Ebü'l-Abbas Ahmed el-Endelüsî. el-Vâfî fî ma'rifeti'l-kavâfî (yazma nüshası için bk. Brockelmann, GAL, II, 32); İbnü'l-Mukrî el-Yemenî, vânü’ş-şerefi'l-vâlî (Haydarâbâd - Dekken 1272; Taiz-Dımaşk 1987); Ebü'l-Bekâ Muhammed el-Ahmedî, ez-Zübdetü'l-Kâfiyetü('ş-şâfıye) fî ibrâzi meknûnâti feva'idi'l-kâfiye, Halîl b. İbrahim el-Girîdî, Kitâbü'l-Kavâfî; Abdülmelik el-İsferâyînî, el-Kâfi'l-vâfî bi-flmi'l-kavâfî; Ahmed el-Muhrizî, el-Kelimetü'l-kâfiye fîcilmi'l-kâfiye (Kahire 1335).
Aruz ve kafiyeye dair yazılan eserlerin bir listesini veren Gotthold Weil, bu alanda zamanımıza ulaşan ilk eserin İbn Keysân'ın çalışması olduğunu söyler. Günümüzde ise İbn Keysân'dan en az bir asır önce eserini yazmış olan Ahfeş el-Evsat'ın Kitâbü'l-Kavâlî's'ı ile Müberred'in Kitâbü'l-Kavâlî's'ı yayımlanmıştır. Çağdaş yazarlardan Ma'rûf er-Rusâfî, Mustafa es-Sâvî, Ahmed el-Hâşimî, Safâ Hulusi, Emîn Ali es-Seyyid, Avni Abdürraûf, Bedevi Mahtûn, Ahmed Keşk, Abdülazîz Atik, Muhammed el-Ömerî, Ali Necîb Atavî, Abdullah Derviş tarafından kafiye konusunu aruzla birlikte inceleyen çok sayıda eser kaleme alınmıştır. Kafiye hususunda Halîl b. Ahmed ile Ahfeş el-Evsat arasındaki süreçte tanım, taksim ve terim olarak yerleşmiş olan bilgilere daha sonraki müellifler şevâhid ve misaller dışında yeni bir şey ekleyememişlerdir (Hüseyin Nassâr, s. 112).
Türk edebiyatında kafiye hakkında müstakil bir eser yazılmamakla birlikte gerek aruzla birleştirilerek gerekse belagata dair kitapların içinde kafiyeden geniş biçimde bahsedilmiştir. Ali Şeydi Bey ve Melkon'un hazırladıkları Seci ve Kafiye Lügati (İstanbul 1323), Manastırlı Mehmed Rifat'ın Mecâmiu'l-edeb serisinin altıncı kitabı olan Fenn-i Kâfiyesi (İstanbul 1308), Muallim Naci'nin Istılahât-ı Edebiyye'sı (istanbul 1307, s. 65-121). İsmail Habip Sevük'ün Edebiyat Bilgileri (İstanbul 1942, s. 89-100), Tâhirül-mevlevî'nin Edebiyat Lügati (istanbul 1973, s. 77-83) ve Cem Dilçin'in Örneklerle Türk Şiir Bilgisi (Ankara 1983, s. 59-92) bunlar arasında sayılabilir.
KONU ANLATIM VİDEOSU ( Youtube Kanalımız: https://www.youtube.com/channel/UCsxyx-lMfnV5KyHua9QS18w )
BİBLİYOGRAFYA:
et-Ta'rifât, "Kâfiye" md.; Tehânevî, Keşşaf, II, 872, 1239-1242; Zehrâyi Hânlerî [Kiyâ], Ferheng-i Edebiyyât-ı Fârsi, Tahran 1348 hş., s. 393; Ahfeş el-Evsat. Kitâbü'l-Kauâft [nşr. İzzet Hasan), Dımaşk 1390/1970; İbnüs-Serrâc. el-Kâfifi'itmi'l-kavâfi(nşr. M. Rıdvan ed-Dâye). Beyrut 1400/1979; Ebü'l-Hasan İbn Tabâtabâ. 'iyarü'ş-şı'r (nşr. Tâhâ el-Hâcirî- M. Zağlûl Sellâm). Kahire 1956, s. 102-111, 127-128; İbn Abdürabbih, el-'ikdü'l-ferid, V, 496-510; Kudâme b. Ca'fer.
İSMAİL DURMUŞ, İSKENDER PALA, MÜRSEL ÖZTÜRK, DİA, CİLT,4
İLGİLİ İÇERİK
KAFİYE (UYAK), GÖZ KAFİYESİ, KULAK KAFİYESİ