Divan ve âşık edebiyatlarında çok kullanılan bir remiz
ve tasavvufi terim.
Aslının Sanskritçe olduğu ileri sürülen kelime buradan Farsçaya geçmiş ve farklı manalar kazanarak Çince ile Arapça dâhil belli başlı Şark dilleriyle Türkçede birbirine yakın şekilde telaffuz edilmiştir (bütün Sami, ve ana Ari dillerde bulunan kelimenin etimolojik değerlendirmesi için bk. C. Zeydan, s. 27). Sözlükte "rüzgâr, nefis, ruh, bedenin hayatiyetini sağlayan ana unsur" manalarına gelmekte ve Türkçede daha çok son iki anlamda kullanılmaktadır.
Arap edebiyatında ruh, Türk ve Fars edebiyatlarında ise ruhla beraber daha çok "bedenin canlılığını sağlayan unsur" manasında kullanıldığı görülen kelimenin her iki edebiyatta bu anlamdaki çeşitli kullanılışlarına dair pek çok örnek Ali Nihad Tarlan tarafından mukayeseli bir şekilde verilmiştir (Şeyhi Divanını Tedkik, s. 137-138). Ayrıca Dihhuda da kelime ve müştaklarının Fars edebiyatındaki çeşitli anlamlarını ve edebi örneklerini Lugatname'de açıklamıştır (X, 110-120) Türkçede elliye yakın atasözü ve 2DD'den fazla deyimde yer alan kelime (bk. Eyüboğlu, I. 53-54; II, 91-108; Tolasa, s. 346) çok yaygın bir kullanım alanı bulmuştur.
Divan edebiyatının hayal ve remiz dünyasında can, genel olarak varlığı bilinen fakat gözle görülüp elle tutulamayan bir özelliktedir ve mücerret olduğundan yok kabul edilmektedir. Diğer bir adı "ruh-ı musavver" olan can, mekânı belli olmadığı için Nevi’nin, "Sana hercailik ayb olmaz ey ruh-ı musavver sen / Cihanın canısın can ise hergiz la-mekanidir" beytinde ifadesini bulduğu üzere "lamekani" diye vasıflandırılır ve sevgilinin hercai oluşunun sebebi de buna bağlanır. Bu arada hem gizli hem de hayat verici oluşu bakımından ab-ı hayata benzetilir. Yine Nevi'nin, "Nakd-i canı verdi dil ab-ı hayat-ı la'line / Kim-durur divanede yokdur diyen akl-ı maaş" beyti bu anlayışın bir ifadesidir. Can ayrıca ten, beden, cisim, kalıp gibi isimlerle anılan maddi varlığa hayat veren esas unsur olduğundan bunlarla ve özellikle ten ile çok sıkı bir ilişki içinde ele alınır. Nevi'nin, "Ten ü can Ka'be-i maksudun özlerler misafirdir / Demezler rah-ı aşk içre giden gitsin kalan kalsın" beytinde görüldüğü gibi can, aşk yolunda konup göçen bir yolcu olarak zikredilirken bir taraftan da gelip geçici olduğuna dikkat çekilir. Çünkü İslami inanışa göre can da ten de Allah'ın insana emanetidir. Vakti gelince can kuşu (mürg-i can) Azrail'in tuzağına (dam-ı ecel) düşecek ve onun tarafından avlanacaktır. Ayrıca can uçucu oluşundan dolayı kebuter, bülbül, tuti, hüdhüd ve kumru gibi kuşlara benzetilerek bunlarla ilgili çeşitli vasıflarla anılır.
Divan şairleri nazarında aşığın en değerli varlığı can nakdidir. Can nakit olunca ten de meta olarak alınır. Bunun tersi, yani can meta olduğunda ise sevgili onun müşterisi şeklinde tasavvur edilir. Nakit her an kullanmaya hazır bir değer ve sermaye olduğu için sevgisi veya sevgilisi uğruna aşığın verebileceği, vermekten çekinmeyeceği, bu yolda hesapsızca harcayacağı, kurban ve feda edeceği en değerli varlığıdır. Gerçek aşk ve âşık candan geçebilmekle ölçülür. Fuzuli'nin, "Âşık oldur kim kılar canın feda cananına / Meyl-i canan etmesin her kim ki kıymaz canına" beyti bu düşüncenin adeta darbımesel haline gelmiş bir ifadesidir. Yunus Emre'nin. "Sen canından geçmeden canan arzu kılarsın / Belden zünnar kesmeden iman arzu -kılarsın" beyti de bu düşüncenin tasavvufi bir ifadesi olarak ilahi aşka ulaşmak için canın feda edilmesi gerektiğini anlatmaktadır. Divan edebiyatında çok tekrar edildiği gibi âşıklığın ilk merhalesine sevgili uğruna canını vermekle ulaşılır. Zaten can sevgiliye aittir. Fuzuli'nin,
"Canı canan dilemiş vermemek olmaz ey dil
Ne niza eyleyelim ol ne senindir ne benim"
beyti bunu anlatır. Can bazan sevgili yerine kullanıldığından şiirlerde" ey can" veya "cana" hitabına sık sık rastlandığı gibi sevgilinin bir diğer adı olan "cananı canane" de çok zikredilir. Bu kelimeler arasında Hayali Bey' in,
"Nedir can kim anı sen nazenin canana vermezler
Sana âşık olanlar yoluna cana ne vermezler"
beyti ile Ahmed Paşa'nın.
"Ah kim ömrüm cihan mülkünde canansız geçer
Ben cihan mülkün n'iderem çünkü can ansız geçer"
beytinde görüldüğü gibi kelime oyunları yapılarak can ile hem âşık hem sevgili kastedilir. Canansız can, cansız ten gibidir. Sevgilinin âşıktan yüz çevirmesi canın bedenden çıkmasına benzer. Sevgili ölü bir cismi dirilten taze bir ruhtur. Aşığa can bağışlar, hayat verir. Bu bakımdan can Hz. İsa’nın "can-bahş" nefesine benzetilir, "dem-i İsa" veya "Mesih-dem" şeklinde anılır. Ahmed Paşa'nın.
"Ne Mesiha-dem olursun ki dem-i lutfun ile
Kevser-i can akıtır ravza-i rıdvan - i kerem"
beytinde bu fikir işlendiği gibi aynı özellikler yanında tatlı (şirin) ve akıcı oluşu sebebiyle can insana hayat bağışlayan Kevser'e de benzetilmiştir. Âşık ile sevgilisi arasındaki ilişki bir can pazarı veya oyunu olarak da anlaşılır.
Can çok defa gönül (dil) ile birlikte zikredilir. Gönül manevi hislerin, acı ve ıstırabın idrak merkezi olduğu gibi can da maddi veya uzvi arzu, iştiyak ve ıstırapların hissedildiği bir merkez kabul edilmiştir. Âşık ise sevgisi ve sevgilisinden dolayı daima bu iki türlü ıstırabın içinde yaşar; ancak bunlar bir bakıma onun aşkını besleyen gıdalar ve âşıklığının alametleri olduğu için durumundan şikâyetçi değildir. Çünkü Nevi'nin,
"Bazar-ı şehr-i aşk içre aceb kargah olur
Kim anda can u dil satılır tir- i gam geçer"
beytinde de görüldüğü gibi aşk pazarında "gam oku" geçer akçedir.
Canın mümin oluşu, aşığın inancı uğruna canını feda edebilmesi düşüncesinden doğduğu gibi cismin toprağa, sevgilinin yanaklarına karşı duyulan arzunun da imana teşbihine dayanır.
Aslı Hakk'ın nuru veya nur-ı Muhammedi olan ve bu sebeple dini metinlerde bazan Hz. Peygamber'le birlikte zikredilen can, ayrıca çeşitli peygamber kıssalarındaki rivayetlere telmihler yapılarak Hz. Isa. Hz. Musa ve bilhassa Hz. Yusuf’la da anılır. Hallac-ı Mansur'un aşk uğruna canını "berdar" etmesi dolayısıyla veliler içinde en çok Mansur ve onun etrafında meydana gelen çeşitli rivayetlerde anlatılanlarla zikredilir.
Can için ayrıca aziz, hayran, hasta, bımar, miskin, garip, bıtab, harap, mahcur, pür-suz, zar u nizar, biçare, bikarar, sabırsız, zayıf gibi vasıflar da kullanılır.
Teşbih ve mecaz yoluyla canla ilgili olarak kullanılan diğer bazı kelimeler de şunlardır: Bezm-i elest, âlem, asuman, memleket. il. mülk, sultan, padişah, han, hakan, hüsrev, şah, ordu, leşker, kul. köle, karban, Ka'beteyn, şem', pervane, ney, micmer, top, rişte, tar, bezm, bostan, gülzar, hırmen, sayfa, varak.
Tasavvufi bir terim olarak can insan ruhu manasına geldiği gibi nefs-i rahmanı ve tecelliyat-ı ilahiden kinaye olarak da kullanılmıştır. Ayrıca ilm-i zahirin âlem-i vahidiyyet ve ceberuttaki tecellilerinden meydana gelen a'yan-ı sabite ve hakikat-i kevniyyeye denir (Seyyid Sadık Güherın, IV, 7) Can-ı evvel ise âlem-i ervah veya bezm-i ezeldeki ilk yaratılışta ortaya çıkan ruh-ı hayvanı demektir. Bir tasavvuf terimi olarak canan, bütün mevcudatın kendisiyle kaim olduğu "kayyumiyyet" sıfatını ifade eder. Can-ı can ise lügatte ruh-ı azam ve Allah manasına gelmekle birlikte tasavvuf ıstılahında hakikatler hakikati şeklinde de ifade edilen hakiki vahdet demektir. Meşnevi'de sık sık rastlanan bu terim, bazan ruh-ı hayvaninin hayat bulduğu doğum la (viladet-i saniye) ortaya çıkan ruh-1 insanı olarak geçtiği gibi bazan da enbiya, evliya ve insan-ı kâmilin ruhunu ifade eder. Mevlana, Mesnevi'nin VI. cildinin başında canı "hayır ve şerden haberi olan, ihsana sevinen, zarara uğradığında ağlayıp inleyen, haber anlayıp dinleyen bir şey" olarak anlatmakta, "kimde daha fazla haber alış ve anlayış kabiliyeti varsa o Allah'a daha yakındır" diyerek melek ve şeytanı bu bakımdan karşılaştırmaktadır. "Melekler can sahibi olduklarından canı idrak ederek ona hizmet ve itaat ettiler, şeytan ise canı olmadığından onun için canını feda edemedi ve o canla birleşemedi" demektedir (Altıncı defter, beyit m. 148-158; Gölpınarlı, Mesnevi Şerhi, VI, 24-25)
Tasavvufi eserlerde can kelimesi bazan Allah anlamında, bazan Resulullah, bazan da şeyh için kullanıldığından bütün mutasavvıflarda olduğu gibi bu tevcihler Mevlana'da da görülmektedir. Ayrıca melekleri imanlı (can-ı mü 'min), şeytanı ise canı olmadığı için onu Allah' a feda edemeyen (kâfir) diye vasıflandırmakta ve
"Can-ı evvel mazhar-ı dergâh şod
Can-ı can hod mazhar-ı Allah şod. (Can-ı evvel [ruh-ı hayvanı] Allah'ın dergâhına ulaşma şerefine nail oldu, can-ı can ise bizzat Allah 'a kavuşma ile şereflendi)" demektedir. Tasavvuf ıstılahında can-ı can tabiri kâmil insanın gönlündeki ebedi ruhu ifade eder.
Can ve türevlerinin hem divan hem de tasavvuf edebiyatındaki ele alınış şekline ve' halk kültüründe günümüze kadar yaşamaya devam eden kullanımlarına dair en güzel örnekler Yunus Emre'nin şiirlerinde görülmektedir (bu anlamdaki bir kısım değerlendirmeler için bk. Tatçı, I, 276-285).
Mevlevilik ve Bektaşilikte dervişler birbirlerine can diye hitap ederler veya isimlerin sonuna bu kelimeyi ilave ederek kullanırlar.
MUSTAFA UZUN, DİA, 7.CİLT, 138-139