Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

ABDAL KİMDİR/NEDİR?


Mevcut bilgilere göre abdal tâbiri, büyük bir ihtimalle XI1-XIV. yüzyıllardan başlayarak İran'da yazılmış olan edebî metinlerde "derviş" mâna­sında kullanılmıştır. XIV. yüzyılda İran sahasında abdal tâbiri ile Kalenderler'e benzeyen serseri dervişler kastediliyor­du. XV. yüzyıl metinlerinde ise, kelime­nin "meczup, divane" manasına geldiği görülmektedir. Abdal, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda daha ziyade "serseri" ve "di­lenci derviş" manasında kullanılmıştır.

Abdal tâbiri, Anadolu Türkleri arasında İran'dan daha çok yaygındır. XIV. yüzyı­la ait edebî vesikalardan anlaşıldığına göre, bu yüzyılın başlarından itibaren Anadolu'da abdal lakaplı dervişlerin ço­ğaldığı görülmektedir. Abdal Musa'da olduğu gibi abdal lakabı bazan ismin başına. Kumral Abdal'da olduğu gibi bazan da sonuna gelmektedir. XV. yüz­yıl başlarında yazılmış olan Kırk Vezir Hikâyesi'nde, "serseri derviş" mâna­sında abdallardan bahsedildiği gibi, eş anlamlı olarak ışık kelimesi de kullanıl­maktadır. Aynı yüzyıl sonlarına ait baş­ka bir eserde ise abdal, "torlak" karşılı­ğı olarak kullanılmıştır. Abdal tâbirinin daha sonraları "kalender" veya "haydarî" yerine de kullanıldığı görülmektedir, XVIII. yüzyılda ise bu tâbir önemini kay­betmiştir.

Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun kuruluşundan sonra Yeseviyye ve Kalenderiyye gibi tarikatlarla Türkmen kabileleri arasındaki Alevî-Bâtınî cere­yanların ve diğer birtakım karışık aki­delerin kısmen millî, kısmen mahallî bazı an'anelerin de tesiriyle, XIII. yüzyıl­da Anadolu'da Babaîlik adı altında siya­sî ve sosyal bir isyan hareketine sebep oldukları tarihî bir vakıadır. Fuad Köprülü'ye göre. Anadolu abdalları (abdalân-ı Rûm) da Babaîlik cereyanının daha sonraki görünüşünden başka bir şey değildir. Anadolu abdalları, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda, gaziler (veya alp-erenler), ahîler ve bâciyân-ı Rûm ile birlikte büyük hizmetleri görülen dör­düncü sosyal zümredir. Abdalân-ı Rûm, Âşıkpaşazâde'nin sözünü ettiği heterodoks (Râfizî) dervişlerdir. XIV. ve XV. yüzyıllarda başka adlar ile de zikredil­mekle beraber, daha çok abdal ismi ile anılan, akideleri bozuk serseri dervişle­rin halk arasında büyük ün kazandıkları görülmektedir. Şair Vahidî, 1522de ta­mamladığı Hâce-i Cihan ve Netîce-i Cân adlı eserinde Anadolu abdallarını. Kalenderler ile Haydarîler arasında mü­him ve ayrı bir zümre olarak göster­miştir. Onun verdiği bilgiye göre bunlar sırtlarında bir tennure, âdeta yarı çıp­lak dolaşır, yalınayak ve başları açık ge­zerlerdi. Bellerinde yün örgü bir kuşak, omuzlarında Ebû Müslim nacağı, elle­rinde Baba Şücâ' çomağı, kav, çakmak ve iki cür'adân, tahtadan bir sarı kaşık ve keşkül vardı. Vücutlarında yanık yer­leri, dövme zülfikar resimleri veya Hz. Ali'nin ismi, pazularında yılan şekilleri yer alır, ellerinde tef, kudüm, boynuz gibi mûsiki âletleri bulunurdu. Osman Baba'yı ve Baba Şücâ'ı tarikatın büyük­leri olarak tanırlar, muharrem ayında Kerbelâ şehitlerinin matemini tutarlar­dı. Sakalları, kaşları traş edilmiş olan bu zümre mensupları şeriat hükümleri­ne uymamakla kalmayıp şeriat ehline de düşmanlık gösterirlerdi.

Abdalların Anadolu'daki en mühim merkezleri Seyyid Gazi Tekkesi idi. Ni­tekim Latîfî'nin çeşitli kayıtları, Seyyid Gazi Dergâhı'nın abdalların merkezi ol­duğunu açıkça gösterdiği gibi. Âşık Çelebi'nin şair Yetîmî hakkındaki başka bir kaydı da aynı hususu doğrulamak­tadır. Kanunî Süleyman İran seferinden döndükten sonra, 1556-58 yılları ara­sında Seyyid Gazi Tekkesi'ni abdallar­dan temizletmiş, bunlardan bazıları Kü­tahya Kalesi'nde hapsedilmiş, bir kısmı etrafa dağılmış, ancak "sünnet ehli" Ol­duklarına halk tarafından şahitlik edi­lenler serbest bırakılmışlardı. Bununla birlikte 1572'den itibaren, önce bazı tâ­vizler vererek tekrar Seyyid Gazi Tekkesi'ne yerleşmeye başlayan bu abdallar, zamanla çoğalarak eskiden olduğu gibi kendi âdet ve yaşayışlarını burada da sürdürmüşlerdir. Bektaşîliğin kuvvet­lenmesi üzerine, XVI. yüzyılın ortaların­dan sonra abdalların Hacı Bektaş'ı bü­yük bir veli olarak tanıdıkları görülmek­tedir.

Kâtip Çelebi'nin Seyyid Gazi Tekkesi'nde Bektaşî abdallarının oturduğunu kaydetmesi, Ankara'da Kayaş civarında Hüseyin Gazi Tekkesi ile Yâkub Tekkesi'nin abdallara mahsus olduğunu be­lirtmesi, Evliya Çelebi'nin de hem Sey­yid Gazi, hem de Hüseyin Gazi tekkelerini Bektaşî tekkeleri olarak göstermesi, si. Bektaşîliğin XVII. yüzyılda diğer birçok Rafızî zümreleri ile birlikte ab­dalları da içine aldığına en büyük delil­dir. XVIII. yüzyılda ise Bektaşî abdalları tâbirinin yayıldığı, abdal tâbirinin Bek­taşî kelimesinin eş anlamlısı olarak kul­lanıldığı, eski abdal türbe ve tekkeleri­nin Bektâşîler tarafından ele geçirildiği görülmektedir. Böyle olmasına rağmen, yani XVII. ve XVIII. yüzyıllarda abdal zümrelerinin Bektaşîlik içinde eritilerek temsil olunmasından sonra da abdal topluluklarından bir kısmının, şehir Bektaşîliğine karışmayarak köylerde yaşayan heterodoks Alevî zümreleriyle birleştiği anlaşılmaktadır. Üçüncü bir kısmın ise "secte" (cemaat)halinde Anadolu'nun çeşitli sahalarında köyler kurarak yerleştiği, nihayet dördüncü bir bölümün de kızılbaş obaları tarzın­da göçebe olarak yaşadığı tahmin edil­mektedir.

Abdal kelimesi, bazı kavmî zümrelere ve bazı yerlere isim olması dolayısıyla etnoloji ve toponimi bakımlarından da çok önemlidir. Kâtip Çelebi Cihannüma'da XV. yüzyıl başlarında İzmit civa­rında bir Kemer Abdal mezraası bulun­duğunu, XVII. yüzyılda da Canik'te bir Abdal köyünün mevcut olduğunu kay­deder. Günümüzde de Ankara, Tokat, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Samsun, Si­nop, Sivas, Trabzon, Gaziantep, Kasta­monu, Kayseri, Giresun, Mersin, Mani­sa, Malatya, Van ve Yozgat illeri sınırla­rı içinde abdal adını taşıyan köyler bu­lunmaktadır.

Anadolu'da bugün de kendilerine ab­dal adını veren ve daha çok göçebe ola­rak yaşayan zümrelere Denizli, Dinar, Sivas, Amasya, Çorum, Osmancık, İski­lip, Merzifon, Mecitözü, Havza, Konya, Karaman. Mut ve Elmalı taraflarında rastlanmaktadır. Anadolu'daki abdal­lardan bir kısmının XX. yüzyılın ilk yarı­sında bile derviş kıyafetine girerek ser­seri zümreler halinde dilendikleri, bir­çoğunun ise çalgıcılık, türkücülük ve hi­kâyecilikle uğraştıkları, özellikle Köroğlu hikâyeleri anlatmakla ün kazan­dıkları bilinmektedir. Bir kısım abdalla­rın kazancılık, demircilik, sepetçilik gibi işlerle meşgul olmaları yüzünden bun­lara çingenelik bile isnat edilmiştir. Anadolu'daki abdallara daha çok Alevî sahalarında rastlanması, bunlardan bü­yük bir kısmının Alevî olduğunu gösterir.

Abdal topluluklarına Anadolu'nun dı­şında da çeşitli sahalarda rastlanmak­tadır. Meselâ Sovyet Azerbaycanı'nda Abdal isimli bir köyün varlığı ve bu köyü âşıklar yetiştirmek suretiyle ün kazandığı bilindiği gibi, Safevîler devrinde İran'da yaşayan Şamlu kabilesinin oy­makları arasında Abdallu oymağının bulunduğu da tarihî kayıtlardan anlaşıl­maktadır. Şam taraflarından İran'a ge­len bu Kızılbaş Abdallu oymağının, XVII. yüzyılda Anadolu'da yaşayan Abdallu oymağı ile münasebeti olduğu da ko­layca düşünülebilir. Diğer taraftan Ha­zar ötesinde oturan Türkmen kabileleri arasında da abdal adını taşıyan bir ka­bileye tesadüf edildiğini P. Nebelson ve Galkin'den öğrenmekteyiz. XVI. yüzyılda Afganistan'da da Kandehar civarında yaşayan Abdal veya Abdâlî adlı bir kabi­le görülüyor ki bunların çok eskiden be­ri orada yaşadıklarından şüphe edile­mez. Fuad Köprülünün tahminine göre, bu Afgan abdalları veya başka bir tâbirle Abdâlî Dürrânîler, tıpkı Kalaçlar gibi, Eftalit Devleti'ni kurmuş olan Türkler'in soyundan gelmektedir. Ama bu Eftalit bakiyesi Türkler, zamanla dil­lerini kaybederek Afganlaşmışlardır. İlk defa F. Grenard Doğu Türkistan'da da Abdal adı altında yaşayan bir etnik zümrenin varlığından söz ederek Keria yakınlarında elli, Şençen civarında ise yedi-sekiz evin bunlara ait olduğunu bildirmektedir. Daha sonra ünlü Sinolog P. Pelliot da aynı bölgenin Paynâp kö­yünde yaşayan abdallar hakkında bir araştırma yayımlamıştır.

Milâttan sonra V. ve VI. yüzyıllarda Orta Asya tarihinde önemli bir rol oyna­mış olan Eftalit ve Akhun diye bilinen kavmin adının da aslında' Abdal veya Aptal olduğu iddiası kolaylıkla reddedi­lemez. Nitekim bugünkü Yakutça'da er­kek samanların lakabı olarak kullanılan abidal kelimesi de bu hususu doğrular mahiyettedir.

Abdalların çingenelerle, konuştukları dilin de Çingenece ile bir ilgisi yoktur. Ahmet Caferoğlu da abdalların gizli dili ile Çingene ve Elekçi dilleri arasında hiçbir münasebet olmadığını söylediği gibi, abdalların gizli dilinde yer alan kelimelerin dar bir sahaya değil, Filistin, Suriye ve Orta Asya abdallarının diline de şâmil olduğunu ileri sürmektedir. Caferoğlu'na göre, bu gizli dilden birçok kelimeler çingeneler tarafından da benimsenmiştir.     

ORHAN F. KÖPRÜLÜ-İslam Ansiklopedisi TDV.

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi