Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Tek Dörtlükler:

RUBAÎ

Dört mısralık nazım şeklidir. Kafiyelenişi çoğunlukla aa ba şeklindedir. Ancak dört mısraı da birbiri ile kafiyeli olan rubaîler de vardır (aaaa) Bunlara rubaî-i musarra denir. Şairler rubaîlerde mahlas kullanmazlar. Rubaîlerin hususî aruz kalıpları vardır. Bunlar ahrem ve ahreb olmak üzere ikiye ayrılırlar. Türk edebiyatında yalnız ahrem vezinleri, bunların da ahenklileri kullanılmıştır. Şair rubaînin mısralarında aynı kümede olmak üzere, değişik kalıplar kullanabilir. Değişik kalıp kullanılan mısra umumiyetle üçüncü mısradır. Rubaîlerde şairler genel olarak hikmet taşıyan düşüncelerini, dünya görüşlerini rindâne tavırlarını, maddî ve manevî aşk anlayışlarını dile getirirler. Rubaî, iran edebiyatında doğmuş, oradan Türk ve Arap edebiyatlarına geçmiştir. Bu nazım şekline terâne, dü-beyt, cehâr mısrâ dendiği de olur. Bu türün en büyük şairi Ömer Hayyam’dır. Türk edebiyatında ise Azmizâde Haletî (XVII. yüzyıl) rubaî yazmayı meslek hâline getirmiştir. Rubaîlerde tek bir düşüncenin en kısa yoldan, en yoğun bir şekilde anlatılması gerekir Bu bakımdan mısralar arasında tam bir mana uyumu vardır. Rubaînin en kuvvetli mısraı üçüncü mısradır.

 

TUYUĞ

Bir dörtlükten meydana gelen bir nazım şeklidir. Rubaîye benzer. Kafiyeleniş şekli de onun gibi aaxa şeklindedir. Bunlara musarra tuyuğ denir.Aruz vezninin yalnız fâ’ilâtün/fâ’ilâtün/fâ’ilün kalıbı ile yazılır. Tuyuğ sadece Türklerin kullandığı bir nazım şeklidir. Halk edebiyatındaki mâninin rubaî karşılığı olarak klâsik şiire geçmesinden meydana geldiği söylenebilir. Mânide olduğu gibi tuyuğlarda da genellikle cinaslı kafiye kullanılır. Şairler, bu nazım şekli ile rubaîlerde olduğu gibi dünya görüşlerini, dinî tasavvufî düşüncelerini dile getirmişlerdir. Edebiyatımızda Kadı Burhâneddin tuyuğ şairi olarak isim yapmıştır. Seyyid Nesîmî ise musarra tuyuğları ile tanınır.  

 

Nazım Birimi Dörtlük Olanlar:

ŞARKI

Murabbadan çıkmış, dörtlü bendlerden oluşan nazım şeklidir. Halk edebiyatındaki türkü türünün klâsik şiirdeki aksi gibidir. En az 3, en çok 5 bend olurlar. Kafiyeleniş şekilleri arasında bazı farklılıklar görülür. aaaa-bbba-ccca şeklinde kafiyelendiği gibi abab-baba-ccca-ddda-...; aaxa-bbba-ccca-ddda-...; şeklinde kafiyelenmiş örnekleri de vardır. Şarkılar bestelenmek üzere yazıldıklarından mûsikî usullerine kolaylıkla uyabilecek kalıplarla ve özellikle mef’ûlü/mefâ’îlü/mefâ’îlü/fe’ûlün kalıbıyla yazılırlar. Şarkılarda her bendin üçüncü mısraına miyan ya da miyan-hâne denir. Söz ve bestenin en etkili yeri bu mısraa denk getirilir. Edebiyatımızın en güzel şarkı örneklerini Nedîm yazmıştır.  

Nazım birimi bend olanlar:Bunları musammat şekiller başlığı altında toplamak mümkündür.

MUSAMMAT

Musammat, en az 4, en çok 10 mısralı bendlerden kurulan nazım şekillerinin genel adıdır. Başlıca çeşitleri şunlardır: a) Murabba (dörtlü), b) Muhammes (beşli), c) Müseddes (altılı), d) Müsebba (yedili), e) Müsemmen (sekizli), f) Müaşşer (onlu), g) Terkib-i bend, terci-i bend. Musammatların her birinin iki çeşidi vardır: a) Müzdevic (birleşen) musammat: Her bendin son mısraları, ya da son beyitleri birbiriyle kafiyeli olan musammat biçimidir. b) Mütekerrir (tekrarlanan) musammat: Her bendin son mısraı, ya da son beyiti hiç değişmeyerek tekrarlanan musammatlardır. Klâsik Türk edebiyatında en çok kullanılan musammat çeşitleri murabba, muhammes, terkib-i ve terci-i bend’dir.  

MURABBA

Dörder mısralık beyitlerle kurulan nazım şeklidir. En az 3, en çok 7 bend olur. Murabbalarda ilk bend kendi arasında kafiyeli, diğer bendlerin ilk üç mısraı kendi arasında, son mısraı ise birinci bend ile kafiyelidir. aaaa-bbba-ccca-..... Bu tip kafiyeli murabbalara müzdeviç murabba denir. Bütün şiir boyunca bendlerin dördüncü mısralarının aynen tekrar edildiği murabbalar da vardır. Bunlara ise mütekerrir murabba adı verilir. Kafiye düzenleri: aaan-bbbn-cccn... şeklindedir. Bu nazım şekli her konu için kullanılabilir.

MUHAMMES

Beşer mısralık bendlerle kurulan nazım şeklidir. En az 4, en çok 7 bend olurlar. iki çeşidi vardır.Birinci bendin mısraları kendi aralarında, diğer bendlerin ilk dört mısraı, hepsi ayrı ayrı kendi içinde, beşinci mısraları da birinci bend ile kafiyeli olan muhammeslere müzdevic muhammes denir (aaaaa-bbbba-cccca-...). ilk bendin dört ve beşinci ya da yalnız beşinci mısraının öteki bendlerin sonunda tekrarlanması ile yapılan muhammeslere de mütekerrir muhammes adı verilir. (aaaan-bbban-cccan-dddan-...) aaaan-bbban-cccan-...dddan-...)Bu nazım şekli her konu için kullanılır.

TERKİB-İ BEND

Aynı vezinde düzenlenen 5 ilâ 10 veya ziyade bendden meydana gelmiş klasik Türk edebiyatı nazım şeklidir. Her bend en az 5, en çok 10 beyitten meydana gelir. Bunlarda her bend hâne ve vasıta olmak üzere iki kısımdan oluşur. Bendin son beytine vasıta veya bendiye, ondan evvelki beyitlerin hepsine birden terkibhâne denir. Kafiye düzeni şöyledir. Hanelerde ya bütün mısralar birbiriyle kafiyeli, yani musarra olur: Bu tip terkib-i bendler bir nevi müzdevic musammat’tır. Yahut gazelde olduğu gibi baştaki beytin mısraları birbiriyle kafiyeli, diğer beyitlerinm ilk mısraları serbest ikinci mısraları ilk beyit ile kafiyelidir. Vasıta beyti mutlaka her bendin sonunda değişir ve kendi mısraları arasında ayrıca kafiyelidir. 1. şekil: aa xa xa xa xa xa bb - cc-xc xc xc xc xc dd2. şekil: aa aa aa aa aa bb - cc cc cc cc cc dd- ... Terkib-i bend nazım şekli ile dinî, tasavvufî, felsefî ve toplumla ilgili düşünceler, zamanın kötülüğünden yakınmalar, talihten ve hayattan şikâyetler dile getirilir. Mersiyeler genellikle bu nazım şekli ile yazılır.

TERCİ-İ BEND

Terkib-i bend gibi 5 ilâ 10 beyitlik bendlerden kurulan, klâsik Türk edebiyatı nazım şeklidir. Terci-i bendde her bend terci’hâne ve vasıta olmak üzere ikiye ayrılır. Her bendin sonunda aynen tekrarlanan beyte vasıta, vasıtaların üstündeki beyitlerin  hepsine birden terci’nâme denir. Terci-i bendlerin kafiye düzeni şöyledir: 1. şekil: aa aa aa aa aa bn-cc cc cc cc cc bn-..... (Bu şekil bir çeşit mütekerrir musammattır). 2. şekil: aa xa xa xa xa xa   bn - cc xc xc xc xc bn-... Terci-i bendin kafiyeleniş şekli terkib-i bendde olduğu gibidir. Aralarındaki fark vâsıta beytinin terci-i bendlerde aynen tekrarlanmasıdır. Terci-i bendlerde çoğunlukla Allah’ın varlığı ve kudreti, kâinatın sonsuzluğu, insanın bu kudret ve sonsuzluk karşısındaki durumu ve hayattaki zıtlıklar gibi konular işlenir.

MISRA

Klâsik Türk şiirinde tek başına bir mısra da nazım birimi, hatta başlı başına bir nazım şeklidir.Mısra, en küçük nazım parçasıdır. Ancak bir şiirin parçası durumunda olmayıp tek başına yazıldığı durumlarda en küçük nazım şekli olarak kabul edilir. Bu şekilde kaleme alınmış, başlı başına bir mana ifade eden mısralara mısra-ı âzâde (bağımsız mısra) denir. ister bir şiirin parçası olsun, ister olmasın, mana bakımından ustaca söylenmiş mısralara mısra-ı berceste denir. Mısra-ı berceste olabilecek bir mısra söyleyebilmenin önemini Koca Ragıb Paşa’nın:                  

Eğer maksûd eserse mısrâ-ı berceste kâfîdir

mısraı belirtir. Buradan, klâsik Türk edebiyatında asıl verilmek istenen eserin mısra-ı berceste olduğu manası çıkarılabilir. Mısralar, mürettep divanlarda müfredat bölümünde yer alırlar.

VEZİN

Klâsik Türk şiiri Arap ve Fars edebiyatlarında olduğu gibi aruz vezni üzerine kurulmuştur. Osmanlı dönemi şiirinin son zamanlarındaki bazı denemeler dışında aruz, bu şiirin tek veznidir. Aruz vezni Araplara ait bir ölçü olduğu hâlde Türkler bunu iranlılardan almıştır. O dönem şiiri bütün varlığını, gücünü, başarısını bu vezinle göstermiştir. Şiir dili olarak Türkçe gelişmesini bu vezinle ortaya koymuştur. Denebilir ki, bünyesine aldığı Arapça ve Farsça kelimeleri de bu vezin yolu ile kabul etmiştir. Türkçe bu şiir ile olgun bir mûsikîye ulaşmış, mükemmel bir ahenk ortaya koymuştur. Türk şairleri aruzun Arapların ve iranlıların kullandığı her vezni şiirlerine ölçü olarak almamışlar, kendi zevklerine göre bir seçme yapmışlardır. Bu bakımdan bir nevi Türk aruzu da oluşmuştur denilebilir. Türk şiirinde aruz vezni ilk defa 1070 yılında yazılan Kutadgu Bilig’de görülür. Ancak son zamanlarda yapılan araştırmalarda aynı dönem eseri Dîvânü Lûgat-it Türk’teki nazım parçalarının bazılarının da aruzla yazılmış olduğu anlaşılmıştır. ilk devrelerde şairler, aruz veznini Türkçenin bünyesine uygulamada zorlanmışlardır. Ancak özellikle XVI. yüzyıldan itibaren aruz ile Türkçe, bir uyum içinde mükemmel şiir örnekleri vermişlerdir. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türk şiiri batı etkisi ile yeni bir safhaya girdi. Yüzyıllar boyu ihmal edilen hece veznine karşı ilgi arttı. Bu ilgi kısa zamanda aruzun aleyhine bir akım hâlini aldı. Osmanlı Devleti tarih sahnesinden çekildiği sırada hece, aruzun yerini büyük ölçüde almış ve şiirde hâkimiyetini kurmaya başlamıştı.

SON EKLENENLER

Üye Girişi