Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

 LALE DEVRİ ŞİİRİ
Yağmur
Halinde soylu bir yücelik var ki lalenin
Bir devre vermiş ismini bir kahraman gibi
F. Nafiz Çamlıbel

Lale Devri (1818-1830) Divan Edebiyatı'nın daha özentisiz, daha sade bir konuşma dili ile geliştirdiği yerlileşme akımına girdiği bir dönemdir. Özellikle başta büyük şair Nedim'in şiirlerinde dile getirdiği bu eğlence döneminin toplumsal yönleri o çağın öteki bütün şairlerince de şiire aktarıldı. O sıralarda Fransa'da Türk elçisi olarak bulunan Yirmisekiz Mehmet Çelebi ile oğlu Said Efendi'lerin yönlendirilmesiyle Batının yüksek sosyetelerine ayak uydurmaya başlayan Sadrazam Nevşehirli Damad İbrahim Paşa, Avrupa'daki yeniliklerden kimini alıp yararlanmaya oldukça eğilimliydi. Fakat ülkesinin geleneklerine aşırı bağlılığı göz önünde tutularak buna bir kılıf aradı. Daha çok bir zevk ve eğilence görünümü verilmeye çalışıldı. Beşiktaş'a yakın görkemli Çırağan Sarayı, Kâğıthane’de Sadabad Sarayı ile üçyüz kadar zarif köşk yaptırıldı. Bunlardan her birini o dönemin ileri gelen kişileri satın alarak bir sayfiye ve eğlence yerine çevirdiler Lale Devri (1818-1830) adını o döneme tarihçi Ahmet Refik yakıştırdı. O yıllarda lale çiçeğine düşkünlük çok artmıştı. Sadrazam Nevşehirli Damad İbrahim Paşa ise çevresine bilginleri, şairleri, musikişinasları, hattatları, minyatürcüleri ve çeşitli sanatkârları topladı. Pasarofça anlaşmasıyla bir barış sürecine girildi. Padişah III. Ahmet'in kendisi de şair idi. Hem de iyi bir şair sayılır. Şu ünlü beyit onundur.

Külahın sat da dünyada yoksul olma bir ferde
Cihanda kelle sağ olsun, külah eksik değil serde

Şiirde Necib mahlasını kullanan bu padişahın mürettep divanı bulunmaktadır. Eğlenceye de düşkündü. Bu dönemde önemli birçok kitabın çevirisi yapıldı. Tercüme komisyonları kuruldu. Bu ara Müneccimbaşı tarihinin Arapçadan Türkçeye çevirisi yapıldı. Heyet başkanı ünlü şair Nedim idi. Birçok yazma Türkçe eserin dış ülkelere ve Avrupa'ya kaçırılması önlendi. İznik, Kütahya çiniciliği desteklendi. Çini, kâğıt, kumaş fabrikaları kuruldu. Bu ara itfaiye teşkilatına da yer verildi. Matbaa ilk kez açılıyordu.

Sarayda lale bahçeleri, helva sohbetleri, çırağan âlemleri yapıldı. İstanbul halkı da bu eğlencelere katılmaya başladı. Kâğıthane’deki köşklerden başka ünlü Sadabad Kasrı, Üsküdar'da Şemsipaşa İskele'sinde Şerefabad, Çengeli köy'de Bağ-ı Ferah, Fındıklı'da Emnabad, Alibeyköy Yakınlarında Hüsrevabad, Ortaköy'de Hümayunabad, Kurşunluçeşme'de Kasr-ı Süreyya, Topkapı'da vezirbahçesi vs. Eğlenceler ise Tersane Bahçesi, Çırağan Bahçesi, İbrahim Paşa Bahçesi'nde yapılmaktaydı.

Sadrıazam Nevşehirli Damad İbrahim Paşa eğlencelere fazlaca dalınca ayaklanmalar başladı. Buna İran ile yapılan başarısız savaşlar da eklenince başkaldırılar ortaya çıktı. Beyazıt hamamında çalışan tellaklardan Patrona Halil ve birkaç yandaşı 28 Eylül 1730 da ayaklandılar. Başlangıçta küçümsenerek önlem alınmayan bu olaya sonradan yeniçeriler de katılarak işi büyüttüler. Nevşehirli Damad İbrahim Paşa'nın kellesi istendi. İki damadı ve Paşa öldürülerek cesetleri sokaklarda sürüklendi. III. Sultan Ahmet'e gelince tahttan indirilip yerine I. Mahmut padişah ilan edildi. O dönemde yaptırılan ne kadar saray, köşk varsa hepsi yıktırıldı. Böylece Lale Devri sona erdi. Patrona Halil ve yandaşları devlet yönetiminde etkili olmaya başlayınca I.Mahmut bunları saraya çağırtıp 15 Kasım 1730 da hepsini öldürttü. Aradan henüz bir buçuk ay ancak geçmişti.

Osmanlı Türk aydınları o güne dek yüzyıllardan beri sürüp giden, İran şairlerinin kendilerinden üstünlüğü inancına artık başkaldırdılar. Türk şiiri yenileşmeye ve yerlileşmeye başlamalıydı. Artık yerli konular gündeme geliyor, bol Farsça, Arapça kelimelerle yüklü karmaşık ve ne dediği güç anlaşılır söyleyişlerden kaçınıyorlardı. Yerli, mahalli yaşayıştan görünümler artık şiire girmişti. Eskiden ancak kasidelerin başlangıcında bulunan nesib adı verilen tasvir bölümleri bu kez gazellere, şarkılara hatta rubailere ve beyitlere de konu oluyordu. Şair Nedim bunun Türk şiirinde en büyük gerçek temsilcisidir. Yabancı kaynaklı kelimeler de artık çok az kullanılıyordu. İstanbul Türkçesi'nin güzelliğinin iyice farkına varılmıştı.


Gülüm söyle, gülüm böyle demektir yâre mu'tadım 
Seni ey gül sever canım ki canana hitabımsın.
Nedim


Firak- ı erbabı-ı dilden zümre-ı zühhada dek 
Hep esirindir senin hatta dil-i naşada dek
Nedim


Sıkılma, bezme gel, bigâne yok, davetlimiz ancak 
Nedima bendeniz var, bir dahi sultanımız vardır.
Nedim


Münasiptir sana ey tıfl-ı nazım hüccetin al gel 
Beşiktaş'a yakın bir hane-i viranımız vardır.
Nedim


Eyvah o üç çifte kayık aldı kararım 
Şarkı okuyup geçti bir afet var içinde
Nedim


Derdim yok ey felek bana bir gam tedarik et 
Bir başka zevk, başka bir âlem tedarik et.
Nevres-i Kadim


Hani o gül gülerek geldiği demler şimdi, 
Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz.
Mahir Baba


Şeyh-i mağrur kaçan kürsi-i balaya çıkar 
Vasf-ı Mi'raç ederek kasr-ı muallaya çıkar.
Seyyid Vehbi


Gel söyleşelim cümle geçen günleri cana
Sami


Elbet gelen efsane olur dehre Nazima, 
Bir gün de bizim halimiz efsanelik eyler.
Nazim


Tövbe Yarabbi hata yoluna gittiklerime, 
Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime.
Veysi


Göz gördü, gönül sevdi seni ey yüzü mahım 
Kurbanın olam var mı benim bunda günahım.
Nahifi


Çeşm-i insaf kadar kâmile mizan olmaz, 
Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz.
Bursalı Talip


Diyar-ı dilde bana hem-zeban bulunmadı hiç, 
Lisan- ı aşkı bilir tercüman bulunmadı hiç. 
Beşiktaşlı Neccarzade Şeyh Rıza


Varsın yapılmasın dil-i viran-ı ehl-i derd, 
Yarabbi eski şehre yeni adet olmasın.
Vişnezade İzzeti 


Gâh olur gurbet vatan, gâhî vatan gurbetlenir
Hami-i Amidi


Döner döner bakarım semt-i yâre ah ederim
Esrar Dede 


Kamil hata eder ki onu cahil eylemez
Şeyh Galip 


Su uyur, düşman uyur, hasta-i hicran uyumaz
Şeyh Galip 


Bir kaç zaman muammer olsaydı ne var idi
Şeyh Galip


Bir şulesi var ki şem-i canın 
Fanusuna sığmaz asümanın
Şeyh Galip


Ben ne hacet ki diyem ruh-i revanımsın benim 
Gizlesem de aşikâr etsem de canımsın benim
Şeyh Galip


Mestanelerin birbirine arz-ı hulusu 
Çingenelerin şüpheli imanına benzer
Osmanzade Taib


Bayram yerinde dün öpüşüp nevresideler 
Birbirine sundular al al akideler 
Bursalı Taib


Biz o âşıklarız ki yaremiz merhem kabul etmez 
O gülzarın ateşindendir gülü şebnem kabul etmez
Rami Mehmet Paşa


Alışılmamış binlerce Arapça, farsça kelimenin kullanılması elbette şiiri öldürüyordu. Urfalı büyük şair Nabi artık buna dayanamamış isyan etmiş:
 
Divan-ı gazel nüsha-ı kaamüs değildir
 
Mısraını haykırmıştı. Türk şiiri Türkçe söylenmeliydi. Böylece özellikle İran şiirinin büyük etkisi gitgide azalmaktaydı. Eski Türk şiirinin önemi el betteki tartışılmazdı. Iran şiirinin hamse(beş ayrı hikâyeden oluşan mesneviler demeti) geleneği de artık bir yana bırakılmıştı. Artık Türk şairleri mesnevi konularını, kendi ülkelerinin, kendi çevrelerinin ve kendi halklarının yaşayışından alıyorlardı. IVIII. Yüzyılın ilk yansı (1700-1750) ve özellikle Nevşehirli Damad İbrahim Paşa dönemi (1716-1730) gerek kültür, gerekse edebiyat etkileri bakımından çok önemli ve çok zengin bir dönemdir. Gerek İbrahim Paşanın, gerekse III. Ahmet’in buyruklarıyla birçok eserler ortaya konuluyor, çeşitli çeviriler yapılıyor, tercüme komisyonları kuruluyordu. Türk matbaacılığı İbrahim Müteferrika'nın ve Damat İbrahim Paşa'nın koruyuculuğu altında bu dönemde başlıyordu.

Gerek İbrahim Paşa, gerekse kendisi de iyi bir şair olan III. Ahmed, şiire ve şairlere çok önem veriyordu. Şair Osmanzade Taib, Şehzade İbrahim'in doğumuna söylediği bir tarih manzumesi dolayısıyla Reis-i Şairan (Şairlerin Başkanı) unvanına layık görülüyordu. Bu şair aynı zamanda çok önemli bir eser olan Hadikat ül Vüzera (Vezirlerin Bahçesi) adlı kitabın yazarıydı. Divanının bugüne dek ele geçmemesine rağmen güzel şiirleri olduğu görünüyor.
 
Lale Devri şairleri en başta Nedim olmak üzere şunlardır:
 

Seyyit Vehbi, Arpaeminizade Sami, Vak'anüvis Raşid, Mirzazade Ahmet Neyli, Nesib, Nazım, Nevres-i Kadim (Kerkütlü), Nahifi(Mesnevinin altı cildini de Türkçeye çeviren), Selim, Kamı, Dürri, Sakıp, Arif Süleyman, Tezkireci Salim, Kırımlı Rahmi, Rasih, Neccarzade Şeyh Rıza, Atıf, Beliğ, İzzet Ali Paşa, Kâtip Ahmet Paşa, Hami Amidi, Çelebizade İsmail Asım vs.
Fakat bütün bu adı geçenler arasında bu döneme damgasını vuran en büyük şair Nedim'di. O yalnız kendi çağını, kendi dönemini söz götürmez olarak etkileyerek ününü günümüze dek sürdürmüştür. Bu etki ta Yahya Kemal'e kadar ulaşmıştır.

Lale Devri'nden sonra gelen şairler arasında en önemli iki büyük şair Koca Ragıp Paşa ve Şeyh Galip'tir. Her ikisi de Türk şiirinin altun sayfalarını süsleyenlerin başında gelir. Koca Ragıp Paşa'nın sözleri de Nabi'ninkiler gibi atasözü diye dillerde bugün bile dolaşmaktadır. Şeyh Galip'e gelince onun şiir dehası edebiyat dünyasının dün de bugün de kabul ettiği bir gerçektir. Lale Devri sonrası şairleri olarak Haşmet, Fitnat Hanım, Esrar Dede, Sümbül zade Vehbi, Sururi, Enderunlu Fazıl, Enderunlu Vasıf, Beylikçi İzzet Bey, Vak'anivüs Pertev sayılabilir. Bunlar arasında en büyük şair ise Keçecizade İzzet Molla'dır.

IVIII. yüzyılın sonlarına doğru divan şiiri çöküntüye uğramıştır. Koca Ragıp Paşa ve Şeyh Galip dışındakilere gelince bunlar çok önemli olmayan, güçsüz özenticiler, taklitçilerdir. Enderunlu Fazıl, Sümbülzade Vehbi ve daha sonra gelen Enderunlu Vasıf bunlar arasındadırlar. Bunlar yaşadıkları çağ öyle gerektirdiği için halkın seviyesine inmişler, zayıflamış olarak, gelenek sürdürmek için çabalamışlardır. Fakat gerçek şiir bu arada çok şey yitirmiştir. Özet olarak şunlar söylenebilir:

IVIII. yüzyılın sonunda gelenekçi Osmanlı Türk şiiri can çekişmeye başlamıştır. Nabi gibi, Nedim gibi iki büyük şairin açmak istedikleri çığır şairlerle dönüşü olmayan bir çıkmaza girmiştir. Yapılmak istenen yenilikler sıradanlığa, bayalığa, kolaycılığa, beylik söyleyiş bolluğuna dönüşmüştür. Geleneksel şiirin zayıflayarak çöküşü o kadar büyük ve hızlı olmuştur ki bunu Koca Ragıp Paşa gibi en büyük şairler de durduramamıştır. Çok daha sonra gelecek olan büyük şair Yenişehirli Avni Bey de bu çöküşü durdurmak için katkıda bulunmuştur. En son Yahya Kemal ise Tanzimatla çöken geleneksel şiir köprüsünü onarıp, günümüz şiirine bağlayıp, güçlü şiir akımı elde etmeğe çalışmıştır. Ortaya koyduğu şiirler dahiyaanedir. Fakat bunları sürdürecek teknik şiir bilgisi günümüzde yok olduğundan bu çaba sonuçsuz kalmaktadır. Bütün bunlara rağmen yine de günümüzde aruz ölçüsünü bilip, kullananlar eksik değildir. Aruz ölçüsü bilgiden başka kullanış yeteneği isteyen bir tekniğe dayanır. Kullanan kişinin güçlü şair olması gerekir. Cumhuriyet dönemi şiirinde başlangıçtan bu güne aruz ölçüsüyle şiir yazmayı sürdürenler vardır. Hiç bir zaman da eksik olmayacaktır. Aşağıda adı geçen şairler aruz ölçüsüyle şiir yazan kimselerdir:

Edip Ayel, Arif Nihad Asya, Cemal Yeşil, Munis Faaik Ozansoy, Rifat Morali, Cemil Miroğlu, Ümit Yaşar Oğuzcan, Şadi Usal, Yusuf Mardin, Mehmet Çınarlı, Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu, Cahit Öney, Abdurrahman Saraçoğlu, Hikmet Şinasi Önol, Nihat Tahsin Alper, Abdulvahap Angın, Mehmet Deligönül, Azmi Güleç, Sait Maden, Baha Berke, Ali Günvar.
Genç yaşta ölen ünlü şair Ömer Bedrettin Uşaklı'nın en son yazdığı şiirler aruz ölçüsüyledir. Orhan Veli Kanık'ın ölümünden sonra ortaya çıkan en son söylediği şiir çok güzel bir rubaidir.
 
Ömrün o büyük sırrını gör bir bak da 
Bir tek kökü kalmış ağacın toprakta 
Dünya ne kadar tatlı ki yüzlerce kişi 
Kolsuz ve bacaksız yaşayıp durmakta.
 
Hecenin Beş Şairinden en önde gelen Faruk Nafiz Çamlıbel 1940’dan sonra herşeyi bırakıp aruz ölçüsüyle şiirler yazmaya yönelmiştir.
Son söz olarak Yahya Kemal Beyatlı'nın şu Rubai'sini sözlerime ekliyorum

Eslaf kapıldıkça hünerden hünere
Fer vermiş o neşveyle gazelden gazele 
Sönmez seher —i haşre dek şi'r-i kadim 
Bir meş'aledir devredilir elden ele.
altıntıdır.

SON EKLENENLER

Üye Girişi