Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

DİVAN EDEBİYATI BAKİ Mİ, FUZULİ Mİ?

Milli Eğitim Bakanlığı, edebiyat eğitimindeki 'uzaktan yakına doğru olan sistemi, yakından uzağa doğru' yeniden dizayn etme kararı aldı. Kararın gerekçesi oldukça mantıkî. Çünkü eğitime eski edebiyat dönemlerimize ait alfabe, kişi ve eserlerle başlamak öğrencilere zor geliyor ve dersten soğutuyordu. Ancak daha işin başında getirilen bazı yorumlar işi hem bulandırıyor, hem de sulandırıyor

Bağcıyı dövmekle, üzüm yemenin birbirinden ayrıştırılabildiği gün, çok önemli bir sosyal devrime de imza atılmış olacak. Halihazırda olan şu: Ya tam üzüm yenilmesi gereken bir anda bağcı dövülüyor, ya da üzüm yemek ister görünüp çaktırmadan bağcıya saldırılıyor. Ya üzüm yenilmek istenirken ele yüze bulaştırılıyor, ya da birilerinin üzüm yemesine tahammül edilemeyip bağcıyla aralarındaki ilişkiye çomak sokuluyor. İşte size bir üzüm bağcı hikayesi daha...

Hikayenin konusu, Milli Eğitim Bakanlığını bundan böyle orta öğretim kurumlarındaki edebiyat eğitimini yakından uzağa doğru yeniden müfredatlandırma kararı alması. Gerekçe çok mantıkî: Eğitime eski edebiyat dönemlerimize ait alfabe, kişi ve eserlerle başlamak, öğrencilere zor geliyor ve dersten soğutuyor. Ancak mantıkî olmayan daha işin başında yapılan bazı sağlıksız yorumlar. Kimileri getirilecek uygulamanın, Divan ile eski Türk edebiyatlarını nihayet 'hak ettikleri!' tozlu raflara kaldıracağını öngörüp şimdiden sevinç naraları atıyor; kimileri ise uygulamayı peşin bir hüküm ile yargılayıp ideolojik bir eylem olmakla niteleyerek eleştiriyor.

Sözkonusu uygulama Türk edebiyat öğretiminde çığır açmaya aday. Yeni nesil ile edebiyatı, kültürü ve geçmişi kaynaştıracak bir fırsata zemin hazırlayabilir. Konu ancak ve amasız, objektif bakış istiyor. Şu bir gerçek ki, olayın merkezinde öğretmenler var. Sistem ne olursa olsun, çocuğa edebiyatı sevdirmede rolün en büyüğü onlarda. Konuyla ilgili kişiler, öğretmenlerin bazı sebeplerle iyi yetişemediklerini ve kendilerini geliştiremediklerini vurguluyorlar. Edebiyat öğretmeye en yakından başlansa bile, öğretmenlerdeki birikim eksikliği olumsuz etkisini gösterecek. Asıl sıkıntı yeni edebiyat kitaplarına girecek yazar ve şairlerin belirlenmesinde yaşanacak gibi görünüyor. Kriter ne olacak? Denge nasıl sağlanacak? Subjektiflik ekarte edilebilecek mi? Bu risk dolayısıyla edebiyat tarihinde 50 yıl sınırı var. Tarih kişinin kalıcılığını ve genel kabul görüp görmediğini test ediyor. Bir de ne kadar yakına gelirseniz gelin, lise gençliğinin geneli okumuyor. Dili en anlaşılır, gündemdeki, sevilen yazar ya da şairler kitaba alınsa bile öncelikle okuma problemi aşılmalı.

Milli Eğitim'in getirmek istediği sistemi başkanı olduğu Kültür Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde bir yıldır uygulayan Profesör Dr. İskender Pala da, edebiyat öğretiminin öncelikli amacının öğrenciye okuma yazma alışkanlığı kazandırmak olduğunu söylüyor. Divan Edebiyatı Profesörü Pala, "Bir öğrenci bugün sevdiği bir metni okuyarak edebiyatın içine girebilirse; otobüs şoförü, mühendis, hekim, siyasetçi, bürokrat ne olursa olsun bu insanda okuma zevki oluşur. Okuma bilinci oluştuktan sonra da kültürü, bilgisi ona göre artar. Bizim bugünkü en büyük düşmanımız okumamaktır. Türkiye'nin problemi budur. Bunu aşmanın yolu da edebiyat dersini cazip hale getirmekten geçer" tespitini yapıyor.

Hayal kırıklıklarına son

Ortada bir gerçek vardı: Büyük isteklerle edebiyat fakültelerine gelen öğrenciler kısa bir süre sonra hayal kırıklığına uğruyorlardı. Niyesini ve sonuçlarını Pala şöyle dile getiriyor: "Çocuk birinci sınıfa gelince önce Göktürkçe ve Uygurca, arkasından hiç tanımadıkları Osmanlıca Türkçesi'nin alfabesi ile karşılaşıyor. Ardından hiç anlayamayacakları bir kaside metni koyuyoruz önlerine... Daha da garibi Tanzimat Edebiyatı veyahut da yeni Türk edebiyatı diye okuttuğumuz derslerde yaşanıyor... Mesela Ahmet Haşim'den, Tevfik Fikret'ten seçilen şiirlerin dilini anlamaları da imkansız. Çocuk o zaman şöyle düşünüyor: Ben doğru yerde değilim galiba diyor ve soğuyor... İkinci sınıfta da soğumuş olarak devam ediyor, kerhen okulu bitiriyor... Öğretmen olup liseye gittiğinde edebiyatçı değil, bir edebiyat memuru oluyor. Edebiyat memuru olarak edebiyatı sevdiremiyor. Orada Divan Edebiyatını da kötülüyor, aruzu da kötülüyor, bunlar zaten halktan uzak, aristokrat şeylerdir diyor. Anlayamadığı parçaları işlemiyor..."

Kültür Üniversitesi'nde yapılan ne?

Peki Kültür Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde bir yıldır nasıl bir sistem uygulanıyordu? "Bölümümüzde bunu tam tersine çevirdik. Uzaktan yakına gelen sistemi biz, yakından uzağa giden bir sistem haline dönüştürdük. Özgürce isteyen istediğini okuyor, sınıfımızda tartışıyoruz bunu. Zaten edebiyat budur, insana düşünme, tartışma ve fikirlerini açıklama bilinci kazandırır. Dolayısıyla öğrenciler bundan çok memnun. Bu sistem ile edebiyatı seviyorlar. Yine Divan şiiri okutuyoruz. Osmanlıca Türkçesi'nin harflerini öğretiyoruz ama ağırlıklarını değiştirdik. Bizim görevimiz edebiyatı tanıtmaktır. Sevip sevmemek öğrencinin tercihidir."

Bu işin sonu facia da olabilir...

Orta öğretimdeki yeni uygulamada yakından uzağa giderken uzaktakiler çok uzaklarda bırakılmamalı. 'Onlar zaten uzaktan geldi denilip'metinlerin sayısı azaltılmamalı. Prof. Pala; "Türkiye'de yetişecek bir şair eğer Nobel alacaksa bu şairin yetişmesi için bir tek yol vardır. Fuzuli, Yunus Emre ve Karacaoğlan'ı çok iyi bilmelidir. Bir Tekke, bir Divan, bir de Halk edebiyatından saydım. Üç edebiyatın birer temsilcisini çok iyi bilmeden, okumadan, sorgulamadan bugünün şairi kendi şiir platformunu oluşturmakta zorlanacak, kalıcılığı da o ölçüde olacaktır. Edebiyat tarihi bu bakımdan inkar edilemez" diyor. İşte bu sebeplerle Milli Eğitim yeni sistemi gerekçelerine sadık kalarak uygulamalı. Yoksa sistemin akıbeti kredili eğitime benzer. İş, bu yanlışmış dönelim noktasına kadar varabilir. Bu ise nesillerimizin yine feda edilmesi anlamına geliyor. Türkiye bunu kaldırabilecek lükse sahip de değil.

Prof. Okuyucu: Niyet önemli

Fatih Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Prof. Dr. Cihan Okuyucu, olayın bir pedagojik, bir de tarihsel sebep sonuç ilişkisi yönü olduğunu belirtiyor. Pedagojik açıdan, edebiyat öğretiminde yakından uzağa gitmek öğrencilerin lehine. Çünkü öğrenci kolaylıkla anlayabildiği metinlerle karşılaşıyor. Ancak, her nesil kendisinden sonrakileri besliyor. Bir dönemi anlamak için, önceki dönemi bilmek gerekiyor. Eylem hiçbir şekilde yakını öğretirken, eskisini inkar noktasına varmamalı. Aslında her iki sistemin de artı ve eksileri var. Burada taşınan niyet çok önemli. Edebiyat tarihi subjektifliği kaldırmıyor. Tarihin oluşumu genel kabulle oluyor. Tarihin süzgecinin üzerinde kalanlar kitaplara giriyor. Hayatta olan insanlar hakkında objektif değerlendirmeler yapmak oldukça zor. Kalıcılık ve genel kabul ancak 50 yıl sonra anlaşılabiliyor.

Edebiyat eleştirmeni Doğan Hızlan yeni uygulamayı memnuniyetle karşılayanlardan. Hızlan, "Divan Edebiyatı, Tanzimat Edebiyatı öğretilmesin, onların tarihi okutulmasın" diyen toptan inkarcılardan olmadığını söylüyor.

Günümüz edebiyatı bölümünü kapsayan isimlerin dikkatle seçilmesini isteyen Hızlan "Adı çok geçen, popülerlik derecesi yüksek, en çok satanları kitaba doldurmak da ikinci bir hataya yol açar" uyarısında bulunuyor.

Öğretmenlerin konunun odağında yer aldığını belirten Hızlan, "Bana göre, bu sistem değişince, edebiyat öğretmenleri için kurslar açılmalı. Karşılıklı görüşmelerle, tartışmalarla yeni öğrenim düzeni başlatılmalı" önerisini getiriyor.

Hızlan, çok önemli bir uyarıda da bulunuyor: "Kararın uygulanmasında aksaklıkları önlemek için, uzun bir ön çalışma gerekiyor. Evet, alınan yeni karar edebiyat öğreniminde bir devrim ama dileyelim ki güdük kalmasın."

Divan Edebiyatı küçümsenemez...

Edebiyat tarihi bugünden başlayarak geriye doğru öğretilebilir. Bu, mantıklı gerekçeleri olmakla beraber zor bir metoddur. Süreci, dolayısıyla sebep sonuç ilişkisini nasıl anlatacaksınız? Mesela Tanzimat'ı anlamadan Servet–i Fünun'u, Servet–i Fünun'u anlamadan Fecr–i Ati'yi, Meşrutiyet devrini bilmeden Cumhuriyet devri edebiyatını anlamak ve anlatmak hiç kolay değildir. Günümüz edebiyatı kavramı da muğlak. Müfredata, Türk diline, kültürüne, edebiyatına katkıları tescil edilmiş, ortak kabul görmüş, daha doğrusu millete mal olmuş, değeri hakkında kimsenin şüphesi ve itirazı bulunmayan şairler ve yazarlar alınmalıdır. Divan edebiyatı ise, aşağı yukarı beş yüz yıl, bütün duygularımızı, düşüncelerimizi, aşklarımızı, acılarımızı, ümitlerimizi, ifade ettiğimiz edebiyattır. Uygun bir metod bularak, yani öğrenciler için kabus haline getirilmeden mutlaka tanıtılıp sevdirilmelidir; bu, kültürde devamlılık için şarttır. Kendi tarihine, kültürüne, edebiyatına Şaban filmlerinin içinden bakanların asla anlayamayacakları inceliklere ve zenginliklere sahip olan Divan Edebiyatını "Failatün failün" diye küçümsemek büyük haksızlık ve şuursuzluktur.

Milâdı kişiler belirlemez

Kültürel konularda herhangi bir milat belirlemek insanların elinde değildir.

Bu kendiliğinden ortaya çıkar. Çıkıp da edebiyatın miladı bundan böyle şu tarihten başlayacak denilemez. Fiili durum ortadadır. Modern Türk Edebiyatı Tanzimat ile başlıyor. Bir çok yazar Tanzimat'ta, Serveti Fünun'da; Cumhuriyet öncesi ve sonrasında eserler vermiştir. Aynı yazarın eserlerini Cumhuriyet öncesi ve sonrası diye ayırmak mümkün değildir. Bakan düşüncesini yanlış ifade etmiş olabilir. Bu bir öğretim metodudur. Bakan çok doğal, basit ve üzerinde rahatlıkla anlaşılabilecek bir konuyu zora sokmuştur. Ayrıca yeni metot getirmekle iş bitmiyor, bazı zorluklar var. Bir defa öğrencilerin büyük çoğunluğunun kitap okuma diye bir dertleri yok. Üniversiteye girme dertleri var. Ayşe Kulin, Pınar Kür, Orhan Pamuk, Murathan Munganlar bile olsa bunları okumaları sanırım zor olacak. Edebiyat dersleri bile test çözülerek geçiyor. Onun ötesinde öğretmenlerin büyük çoğunluğu çağdaş edebiyatı takip edemiyorlar ki öğretsinler. Kitap alamıyorlar. 1940'lar sonrası edebiyat üniversitelerde okutulmuyor. Her ders kitabı yazımında büyük kıyametler kopmuştur. Kitaba hangi yazarlar alınacak? Sağcı, solcu, İslamcı, daha az çağdaş, daha çok çağdaş... Devlet sanatçılığında olduğu gibi, devletin kitabına girmek devletin kabul ettiği, kutsadığı yazar anlamına da gelecek. Giremeyenler niye diyecek. Bir de günümüz yazarlarını kitaba almanın güzelliği dışında bazı riskleri de var. Bir yazar bugün söyledigni yarın tamamen inkar edebilir; sanat görüşünü tamamen değiştirebilir. 10 yıl sonra kitaptan çıkarılmak zorunda kalınabilir.

29 Aralık 2001 / EMIN AKDAĞ

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.