Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 

Aruz ölçüsünü iyice kavrayabilmek için, sadece hece şekillerine göre meydana getirilen kalıp düzenlerini ta­nımak yeter sayılmamalıdır. Çünkü ölçü dediğimiz kalıp düzenlerine, her sözcüğü uydurmak olanaksızdır. Bu zorluğu yenebilmek için şairler, vasl ( ulama), imale (çekme), zihaf (kasma), kasr (kısaltma), met (kabartma), ritim (ahenk) diye birtakım sorunlar ortaya koymuşlardır. İşte aruzda bu altı sorunun da bi­linmesi şarttır. Bunları sırasıyle gürelim :

1. VASL (ulaştırma):

Vasi (ulaştırma), kapalı bir heceyi, açık hece duru­muna getirmek için yapılır.

Son hecesi ünsüzle (sessiz harfle) biten bir söz­cük, kendinden sonraki ilk hecesi ünlüyle (sesli harf­le) başlayan sözcüğe kendiliğinden bağlanır. Böylece iki sözcük arasında bir ses kaynaşma".! meydana gelir.

 

Mev sim mü te hay yil va ki tak şam dı Be bek te

— — . — — — . / . — — . /. — —

 

Fef û lü / me fâ î lü / me lâ i lü / fe i lün

— — ./. — — ./ . — — ./ . — —

 

Bu mısraa dikkatle bakıldığında, ünlüyle biten vakit sözcüğünün, ünlüyle başlayan akşam sözcüğüne nasıl bir akışla bağlandığı kolayca anlaşılır. Burada ölçünün iste­ğine göre bir bağlanma olmakla beraber, heceler arasın­daki ses anlaşması başta gelmektedir.

 

Bazan ölçü gereğince doğal olarak bağlanması gere­ken yerde, bağlanma yasaklanır. Bu yasaklama bakımın­dan Ziya Paşa'nın şu beytine bakalım :

Hür olmak eğer ister isen olma cihanın

Zevkinde safasında gamında kederinde.

 

Birinci mısraın ilk iki sözcüğü, söyleyişte doğal ola­rak birbirlerine bağlandıkları halde, ölçü gereğince, bağ­lamadan ayrı ayrı okumak zorundayız. Eğer bağlı ola­rak okursak, bu ilk iki sözcüğü feûlün kalıbına uydur­muş oluruz. Halbuki beytin ölçüsü Mef'ûlü mefâîlü mefâîlü feûlündür. Bu ölçüye göre olmak ile eğer sözcükle­rinin bağlanması gerekmekledir, ve şöyle olur:

 

Hür ol ma / ke ğer İs te / ri sen ol ma / ci hâ nın

— — . / . — — ./ . — — . / . — —

 

Bu mısrada ister sözcüğüyle isen sözcüğü kendi ara­larında doğal olarak bağlanmışlardır.

Ulamanın, yani ünsüzle biten sözcüğü, ünlüyle baş­layan sözcüğe bağlanmanın faydası şudur: ünsüzle biten hece kapalıdır, yani çizgi ile işaretlenir. Halbuki aruz kalıbı o hecenin açık olmasını istemektedir. İşte bu du­rum karşısında (yukardaki örnekte görüldüğü gibi) birbirine bağlanan iki sözcükten ilkinin son ünsüz harfini, ikinci sözcüğün ünlü harfle başlayan ilk hecesi­ne aktarmış oluruz. Böylece ilk sözcükteki kapalı olan son hece açık duruma getirilmiş olur:

Hür olma keğer iste risen olma cihanın 

örnekte açıkça görülüyor ki, ünsüz harfle biten olmak sözcüğünün k harfi, arkadan gelen eğer sözcüğü­nün ilk hecesine verilince, kapalı olan ve çizgi ile göste­rilen mak hecesi, ma durumuna geçerek açık hece olmuş­tur. Taktide nokta ile gösterilir, ister ile isen sözcükleri arasındaki ilişki de böyledir. Aruzla yazılmış şiirlerde bağlama, şöyle bir eğri parçasıyla gösterilir: [ ]

Örnek : Hür olmak eğer ister isen olma cihanın

 

2. İMALE (Çekme, uzatma) :

Arap, özellikle Fars dillerinde uzun heceli sözcük pek çoktur. Onun için aruz ölçüsüne yatkınlıkları vardır. Fakat Türkçe sözcüklerde uzun ve kısa hece diye bir so­run yoktur. Bu bakımdan eski şairlerimizin elinde Türk­çe, çok sıkıntı çekmiştir. Birtakım yerli yersiz imalelerle eğilip bükülmüş, çekilip söndürülmüştür. Buna rağmen Türkçemiz aruza direnmesini bırakmamış, Tevfik Fikret ve Mehmet Akif'le dâvasını kazanmış, aruzu kendi yapı­sına uydurmuştur.

İmale, aslında kısa olan hecenin ölçü gereğince çe­kilmesidir. Arapça ve Farsçada kısa hecelerin çekilmesi yasaktır. Çünkü bu dillerde uzun hece çoktur. Fakat bi­zim şairlerimiz, ünlü harfle yazılan hecelerimizi gerekti­ğinde uzun hece saydılar. Böylece Türkçe, Arap ve Acem dillerine uyduruldu. Aruz kalıplarının uzun hecelerine göre çekilip sündürülen Türkçemiz, çok acayip kılıklara girdi. Divan Edebiyatı süresince yürüyen bu durum, Ba­tı yönlü Tanzimat Edebiyatı boyunca da değişmedi.

İmalenin bir koyusu, yani kulağı fazla tırmalayanı; bir de hafifi, yani pek rahatsız etmeyeni vardır, ör­neğin koyu imaleyi, Bâkî'nin «Fâilâtün» ölçülü şu mısra­ında açık olarak görmekteyiz:

Görelim âyine-i devran ne suret gösterir Bu mısrada ilk sözcük Türkçedir. Hiç bir uzun he­cesi yoktur. Fakat «Fâilâtün» kalıbına uymak zorunda bırakıldığı için, ilk hecesi «Gööö» şeklinde sunmuştur. Mısraın taktii şöyledir:

Gö re lim â / yi ne-i dev / ran ne sû ret / gös te rir

Fâ i lâ tün / fâ i lâ tün / fâ i lâ tün / fâ i lün

— . — — / — . — — / — . — — / — . —

 

Hafif imaleye de şu mısraı örnek olarak gösterebi­liriz.

Kenarın dilberi nazik de olsa nazenin olamaz.

 

Bu mısrada da dilberi sözcüğünün ri hecesiyle olsa sözcüğünün sa hecesi imale edilmiş, yani çekilmiştir: İmaleyi usta şairler biraz tatlılaştırabilmişlerdir. ör­neğin Fuzulî «Su Kasidesi»ndeki şu beytinde tatlı bir imale kullanmış, birinci mısraın ilk iki sözcüğü olan Suya vermek deyişinin kavram bakımından güçlenme­sini sağlamıştır:

Suya versün bağban gülzârı zahmet çekmesün

Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzâre su

Bu beyitte «Suva versin» sözcüklerinin taktii şövledir:

Su ya ver sün

Fâ i lâ tün

— . — —

Bir manzumede imaleleri tanımadıkça aruz ölçüsü­nü doğru okumak mümkün değildir. İmalelerin yalnız Türkçe sözcüklerde yapıldığı hatırdan çıkmamalıdır.

İmalenin bir de Arkaik cinsi vardır. Bunu daha çok son zaman şairlerimiz yapmışlardır. Yakın zamanda aruz ölçüsüyle şiir yazan şairlerimizin hemen hepsi ima­leyi şiirden kaldırmışlardır. Fakat bunlar arasında Yah­ya Kemal Beyatlı ve Faruk Nafiz Çamlıbel gibi şairleri­miz, maksatlı olarak özel imaleler yapmışlardır. Artık bu, kusur sayılmıyor, hattâ ustaca bir tutum olarak gö­zetiliyor. Arkaik imale, geçmişten ses verme maksadıyla yapılır. Örneğin Faruk Nafiz Çamlıbel'in şu beytindeki arkaik imale çok başarılı olmuştur :

Manend-i İlâh perde - pûşuz

Asar üzerinde âdımız yok.

Burada adımız sözcüğünün ilk hecesi maksatlı olarak çekilmiştir. İkinci mısraın taktii yapıldığında şekil şu olur:

 sar ü / ze rin de â / dı mız yok

— — . / . — . — / . — —

Mef û lû/ me fâ i lün / fe û lün

— — . / . — . — / . — —

 

Bu taktide görüldüğü üzere adımız sözcüğünün a he­cesi, Mefâilün kalıbının sonundaki kapalı heceye rastla­maktadır. Bunu şair kasıtlı olarak yapmıştır ve dikkati­mizi bu sözcük üzerine çekmektedir.

 

3. ZİHAF ( kısma) :

Zihaf, imalenin tersidir. Arapça ve Farsçadaki uzun heceyi, ölçünün gerektirdiği yerde kısa hece gibi okuma­ya zihaf denir. Burada dikkat edilecek şey, imalenin Türkçe heceleri çekip uzattığı, zihafın ise Arapça ve Farsça heceleri kıstığıdır.

Eski şairler zihafı hoş karşılamazlar, bir çeşit bece­riksizlik sayarlardı. Ama yeri gelince en ünlü şairler bile bu kusuru işlemekten kendilerini alamamışlardır. Örneğin Nef'î şu mısraında, ölçüye uymak tasası yüzün­den açık olarak göze çarpan bir zihaf yapmıştır:

 

Hâbgâh eyler gazale pehlû-yu şir-i neri

Bu mısradaki pehlû sözcüğünün son hecesi açık -uzun hecedir. Ölçüye uydurmak çabasıyla mısrada açık-kısa hece olarak kullanılmıştır. Yani zihaf yapılmıştır.

 

4.KASR ( kısaltma, inceltme) :

Kasr, uzun bir heceyi hafifletmek, yani inceltmektir. Örneğin şâh hecesinin şeh şeklinde, mâh hecesinin meh şeklinde söylenmeleri gibi.

Kasr, iki türlüdür. Birisi sanatta hoş karşılanır, fakat ötekisi uygun görülmez. Örneğin şahsüvar yerine şehsüvar denmesi daha uygun görüldüğü halde, dünya yerine dünye denmesi hoş karşılanmaz.

Bunlardan başka bir de özel isimlerin ölçü gereğince kısaltılması sakıncalı görülmemiştir. Örneğin Abdülhak Hâmit, Eşber tiyatrosunda (ki bu tiyatro manzum ola­rak yazılmıştır). Aristo özel ismini Risto şeklinde; Ne­dim, İstanbul hakkındaki kasidesinde İstanbul sözcüğü­nü Stanbul biçiminde söylemekten çekinmemişlerdir.

 

5. MET (Kabartma) :

Meddin imaleyle karıştırılmaması gerekir. İmaleyi kavramak, madde göre daha kolaydır. Aruzun en önemli sorunlarının başında met (med) gelir. îmale, aruzun kusurlar arasındadır- Fakat met, ritim denen iç ahengi sağlayan bir seslendirme sanatıdır.

Met, iki heceyi bir hece durumuna getirmek, yani bir tam sesi bir buçuk sese çıkarmak, böylece ses tartı­sını kabartmaktır. Bunun nasıl olduğunu, bir uygulama ile kavramaya çalışalım:

Tutsaydım o ruh gitmeseydi

A. Hâmit TARHAN

 

Bu mısraın ölçüsü Mef'ûlümefâ ilünfeûlün'dür. Bu mısraın taktii, normal olarak yapılınca şöyledir:

Tut say dı mo ruh / git sey di

Mef' û lü me fâ / lün fe û lün

— — . . —/ — . — —

Görülüyor ki aslında bu mısra için kullanılmış olan yukarıdaki ölçünün ikinci kalıbının ilk hecesi olan i hecesi ortada yok. Çünkü ikinci kalıp lünfeûlün değil ilünfeûlün'dür. Mısraın ikinci parçası olan «gitmeseydi» sözcüğünün kalıbı Fâilâtün'dür. Halbuki aruzda Mef'ûlü-mefâ fâilâtün şeklinde bir ölçü yoktur, öyleyse bu mısraı başka türlü takti etmek gerekiyor :

Tut say dı mo rû / h git me sey di

Mef û lü me fâ / i lün fe û lün

— — . . —/ . — . — —

 

Bu şekildeki taklide, ikinci kalıbın ilk «i» hecesi or­taya çıkmış oldu. Şu duruma göre ruh sözcüğünün ru kısmı, birinci kalıbın sonundaki uzun fâ hecesine uyarak rû şeklinde uzamış ve tam ses durumuna gelmiştir. Bu böyle olurken rûh sözcüğünün «h» sesi de ikinci kalıbın ilk kısa hecesi olan «i» ye karşılık olmuş, böylece yarım ses kazanmıştır. (Uzun hecelerin tam, kısa hecelerin de yarım ses olduklarını biliyoruz). Bu durumda ruh hece­si, birinci kalıptan tam ses, ikinci kalıptan da yarım ses aldığı için bir buçuk sese çıkmış, rû...h şeklinde kabar­mıştır. İşte aruzda tam sesli bir hecenin bir buçuk sese çıkarılmasına yani kabartılmasına met denir.

Met, şiirde ahenk ve ses zenginliği meydana getirdi­ği için, sanatçılardan, çok ilgi görmüştür. Met, daima bir uzun hece ile onu izleyen kısa hece arasında yapılır. Şu örneğe dikkat ediniz:

Me fâ î lün me fâ î lün me fâ î lün

. — — — / . — — —/ . — — —

 

Bu ölçüdeki kalıpların birinci ve ikinci heceleri ara­sında met yapılamaz. Fakat her «kalıbın son hecesiyle kendinden sonra gelen kalıbın ilk hecesi arasında «med» yapılır. Met'ti daha iyi kavrayabilmek için, Yahya Ke­mal Beyath'nın şu beytinin ikinci mısraındaki «met»ti de bulalım:

O şûh ağlar bugün kasr-ı Şerefâbâde geldikçe

O nûşânûş demler hâtır-ı nâşâde geldikçe

O nû şâ nû / ş dem ler hâ/tı rı nâ şâ / de gel dik çe

. — — — / . — — — / . — — —/ . — — —

 

Burada nûş hecesinde med vardır. Çünkü birinci ka­lıbın son hecesinden tam ses, ikinci kalıbın da ilk hece­sinden yarım ses almıştır. Şu beyitlerdeki "met"leri de siz bulmaya çalışınız:

 

Turfa rengârenk ahenk eylemiş sahrayı pür

Kûh ses verdikçe şeyda bülbülün efganına

NEDİM

 

Müheyya oldu meclis sâkiya paymaneler dönsün

Bu bezm-i ruh bahsin şevkine mestaneler dönsün

BÂKİ

 

6. RİTİM ( iç ahenk) :

Aruzla yazılmış şiirlerin, aruz ölçüsünün karakterin­den gelen musikiden, imale ve metlerden ahenk aldıkla­rı bir gerçektir. Fakat Divan tarzı şiirlerdeki ritim, sade­ce bunlara dayanmaz. Üstün sanatçılar, şiirlerindeki rit­mi, mısralarına yerleştirdikleri sözcüklerin düzeninden de sağlarlar. Çünkü sözcüklerin de kendilerine göre bir ses örgüleri vardır.

Genel olarak kapalı-uzun heceyle biten sözcükten sonra açık heceyle başlayan bir sözcük getirdiğimiz za­man, o uzun heceyi istediğimiz kadar çekmemiz ve ka­bartmamız mümkün olur. Bu çekme ve kabartma, mısrada ses zenginliği meydana getirir. Nef'î'nin şu beytini bu bakımdan okuyalım:

Bir câm sun Allah için tir kâse de ol mâh için

Tâ medh-i şehinşah için alam ele levh u kalem

Bu beytin birinci mısraındaki câm sözcüğünde yapı­lan metle seste bir kabarma sağlanıyor, bu kabaran ahenge uygun olarak Allah sözcüğünün ikinci hecesini, metli ve imaleli olmadığı halde istediğimiz kadar uzata­biliyoruz. Çünkü aslında uzun olan bu hecenin arkasın­dan için sözcüğünün açık olan ilk hecesi gelmektedir. Bi­rinci mısradaki mâh sözcüğüyle ikinci mısradaki şahin-şah sözcüğünün son hecesinde de durum aynıdır.

Böylece aruzlu şiirlerde, kulağımıza bir musiki tadı veren ritim meydana gelmektedir

Aruzla yazılmış şiirlerden zevk almak, onun kolaylı­ğına ulaşabilmek için çok okumak ve onun kültürüne varmak gerektir. Bu da sanıldığı kadar zor değildir.

Aruz hakkında bu kadarcık genel bilgi verdikten sonra, aruz ölçüsündeki sekiz kuralı da tanımalıyız:

 

TÜRK EDEBİYATINDA ARUZ

ARUZ ÖLÇÜSÜNDE SEKİZ KURAL

ARUZ ÖLÇÜSÜ (VEZNİ)

ARUZ KUSURLARI NELERDİR?