Aruz ölçüsünü iyice kavrayabilmek için, sadece hece şekillerine göre meydana getirilen kalıp düzenlerini tanımak yeter sayılmamalıdır. Çünkü ölçü dediğimiz kalıp düzenlerine, her sözcüğü uydurmak olanaksızdır. Bu zorluğu yenebilmek için şairler, vasl ( ulama), imale (çekme), zihaf (kasma), kasr (kısaltma), met (kabartma), ritim (ahenk) diye birtakım sorunlar ortaya koymuşlardır. İşte aruzda bu altı sorunun da bilinmesi şarttır. Bunları sırasıyle gürelim :
1. VASL (ulaştırma):
Vasi (ulaştırma), kapalı bir heceyi, açık hece durumuna getirmek için yapılır.
Son hecesi ünsüzle (sessiz harfle) biten bir sözcük, kendinden sonraki ilk hecesi ünlüyle (sesli harfle) başlayan sözcüğe kendiliğinden bağlanır. Böylece iki sözcük arasında bir ses kaynaşma".! meydana gelir.
Mev sim mü te hay yil va ki tak şam dı Be bek te
— — . — — — . / . — — . /. — —
Fef û lü / me fâ î lü / me lâ i lü / fe i lün
— — ./. — — ./ . — — ./ . — —
Bu mısraa dikkatle bakıldığında, ünlüyle biten vakit sözcüğünün, ünlüyle başlayan akşam sözcüğüne nasıl bir akışla bağlandığı kolayca anlaşılır. Burada ölçünün isteğine göre bir bağlanma olmakla beraber, heceler arasındaki ses anlaşması başta gelmektedir.
Bazan ölçü gereğince doğal olarak bağlanması gereken yerde, bağlanma yasaklanır. Bu yasaklama bakımından Ziya Paşa'nın şu beytine bakalım :
Hür olmak eğer ister isen olma cihanın
Zevkinde safasında gamında kederinde.
Birinci mısraın ilk iki sözcüğü, söyleyişte doğal olarak birbirlerine bağlandıkları halde, ölçü gereğince, bağlamadan ayrı ayrı okumak zorundayız. Eğer bağlı olarak okursak, bu ilk iki sözcüğü feûlün kalıbına uydurmuş oluruz. Halbuki beytin ölçüsü Mef'ûlü mefâîlü mefâîlü feûlündür. Bu ölçüye göre olmak ile eğer sözcüklerinin bağlanması gerekmekledir, ve şöyle olur:
Hür ol ma / ke ğer İs te / ri sen ol ma / ci hâ nın
— — . / . — — ./ . — — . / . — —
Bu mısrada ister sözcüğüyle isen sözcüğü kendi aralarında doğal olarak bağlanmışlardır.
Ulamanın, yani ünsüzle biten sözcüğü, ünlüyle başlayan sözcüğe bağlanmanın faydası şudur: ünsüzle biten hece kapalıdır, yani çizgi ile işaretlenir. Halbuki aruz kalıbı o hecenin açık olmasını istemektedir. İşte bu durum karşısında (yukardaki örnekte görüldüğü gibi) birbirine bağlanan iki sözcükten ilkinin son ünsüz harfini, ikinci sözcüğün ünlü harfle başlayan ilk hecesine aktarmış oluruz. Böylece ilk sözcükteki kapalı olan son hece açık duruma getirilmiş olur:
Hür olma keğer iste risen olma cihanın
örnekte açıkça görülüyor ki, ünsüz harfle biten olmak sözcüğünün k harfi, arkadan gelen eğer sözcüğünün ilk hecesine verilince, kapalı olan ve çizgi ile gösterilen mak hecesi, ma durumuna geçerek açık hece olmuştur. Taktide nokta ile gösterilir, ister ile isen sözcükleri arasındaki ilişki de böyledir. Aruzla yazılmış şiirlerde bağlama, şöyle bir eğri parçasıyla gösterilir: [ ]
Örnek : Hür olmak eğer ister isen olma cihanın
2. İMALE (Çekme, uzatma) :
Arap, özellikle Fars dillerinde uzun heceli sözcük pek çoktur. Onun için aruz ölçüsüne yatkınlıkları vardır. Fakat Türkçe sözcüklerde uzun ve kısa hece diye bir sorun yoktur. Bu bakımdan eski şairlerimizin elinde Türkçe, çok sıkıntı çekmiştir. Birtakım yerli yersiz imalelerle eğilip bükülmüş, çekilip söndürülmüştür. Buna rağmen Türkçemiz aruza direnmesini bırakmamış, Tevfik Fikret ve Mehmet Akif'le dâvasını kazanmış, aruzu kendi yapısına uydurmuştur.
İmale, aslında kısa olan hecenin ölçü gereğince çekilmesidir. Arapça ve Farsçada kısa hecelerin çekilmesi yasaktır. Çünkü bu dillerde uzun hece çoktur. Fakat bizim şairlerimiz, ünlü harfle yazılan hecelerimizi gerektiğinde uzun hece saydılar. Böylece Türkçe, Arap ve Acem dillerine uyduruldu. Aruz kalıplarının uzun hecelerine göre çekilip sündürülen Türkçemiz, çok acayip kılıklara girdi. Divan Edebiyatı süresince yürüyen bu durum, Batı yönlü Tanzimat Edebiyatı boyunca da değişmedi.
İmalenin bir koyusu, yani kulağı fazla tırmalayanı; bir de hafifi, yani pek rahatsız etmeyeni vardır, örneğin koyu imaleyi, Bâkî'nin «Fâilâtün» ölçülü şu mısraında açık olarak görmekteyiz:
Görelim âyine-i devran ne suret gösterir Bu mısrada ilk sözcük Türkçedir. Hiç bir uzun hecesi yoktur. Fakat «Fâilâtün» kalıbına uymak zorunda bırakıldığı için, ilk hecesi «Gööö» şeklinde sunmuştur. Mısraın taktii şöyledir:
Gö re lim â / yi ne-i dev / ran ne sû ret / gös te rir
Fâ i lâ tün / fâ i lâ tün / fâ i lâ tün / fâ i lün
— . — — / — . — — / — . — — / — . —
Hafif imaleye de şu mısraı örnek olarak gösterebiliriz.
Kenarın dilberi nazik de olsa nazenin olamaz.
Bu mısrada da dilberi sözcüğünün ri hecesiyle olsa sözcüğünün sa hecesi imale edilmiş, yani çekilmiştir: İmaleyi usta şairler biraz tatlılaştırabilmişlerdir. örneğin Fuzulî «Su Kasidesi»ndeki şu beytinde tatlı bir imale kullanmış, birinci mısraın ilk iki sözcüğü olan Suya vermek deyişinin kavram bakımından güçlenmesini sağlamıştır:
Suya versün bağban gülzârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzâre su
Bu beyitte «Suva versin» sözcüklerinin taktii şövledir:
Su ya ver sün
Fâ i lâ tün
— . — —
Bir manzumede imaleleri tanımadıkça aruz ölçüsünü doğru okumak mümkün değildir. İmalelerin yalnız Türkçe sözcüklerde yapıldığı hatırdan çıkmamalıdır.
İmalenin bir de Arkaik cinsi vardır. Bunu daha çok son zaman şairlerimiz yapmışlardır. Yakın zamanda aruz ölçüsüyle şiir yazan şairlerimizin hemen hepsi imaleyi şiirden kaldırmışlardır. Fakat bunlar arasında Yahya Kemal Beyatlı ve Faruk Nafiz Çamlıbel gibi şairlerimiz, maksatlı olarak özel imaleler yapmışlardır. Artık bu, kusur sayılmıyor, hattâ ustaca bir tutum olarak gözetiliyor. Arkaik imale, geçmişten ses verme maksadıyla yapılır. Örneğin Faruk Nafiz Çamlıbel'in şu beytindeki arkaik imale çok başarılı olmuştur :
Manend-i İlâh perde - pûşuz
Asar üzerinde âdımız yok.
Burada adımız sözcüğünün ilk hecesi maksatlı olarak çekilmiştir. İkinci mısraın taktii yapıldığında şekil şu olur:
 sar ü / ze rin de â / dı mız yok
— — . / . — . — / . — —
Mef û lû/ me fâ i lün / fe û lün
— — . / . — . — / . — —
Bu taktide görüldüğü üzere adımız sözcüğünün a hecesi, Mefâilün kalıbının sonundaki kapalı heceye rastlamaktadır. Bunu şair kasıtlı olarak yapmıştır ve dikkatimizi bu sözcük üzerine çekmektedir.
3. ZİHAF ( kısma) :
Zihaf, imalenin tersidir. Arapça ve Farsçadaki uzun heceyi, ölçünün gerektirdiği yerde kısa hece gibi okumaya zihaf denir. Burada dikkat edilecek şey, imalenin Türkçe heceleri çekip uzattığı, zihafın ise Arapça ve Farsça heceleri kıstığıdır.
Eski şairler zihafı hoş karşılamazlar, bir çeşit beceriksizlik sayarlardı. Ama yeri gelince en ünlü şairler bile bu kusuru işlemekten kendilerini alamamışlardır. Örneğin Nef'î şu mısraında, ölçüye uymak tasası yüzünden açık olarak göze çarpan bir zihaf yapmıştır:
Hâbgâh eyler gazale pehlû-yu şir-i neri
Bu mısradaki pehlû sözcüğünün son hecesi açık -uzun hecedir. Ölçüye uydurmak çabasıyla mısrada açık-kısa hece olarak kullanılmıştır. Yani zihaf yapılmıştır.
4.KASR ( kısaltma, inceltme) :
Kasr, uzun bir heceyi hafifletmek, yani inceltmektir. Örneğin şâh hecesinin şeh şeklinde, mâh hecesinin meh şeklinde söylenmeleri gibi.
Kasr, iki türlüdür. Birisi sanatta hoş karşılanır, fakat ötekisi uygun görülmez. Örneğin şahsüvar yerine şehsüvar denmesi daha uygun görüldüğü halde, dünya yerine dünye denmesi hoş karşılanmaz.
Bunlardan başka bir de özel isimlerin ölçü gereğince kısaltılması sakıncalı görülmemiştir. Örneğin Abdülhak Hâmit, Eşber tiyatrosunda (ki bu tiyatro manzum olarak yazılmıştır). Aristo özel ismini Risto şeklinde; Nedim, İstanbul hakkındaki kasidesinde İstanbul sözcüğünü Stanbul biçiminde söylemekten çekinmemişlerdir.
5. MET (Kabartma) :
Meddin imaleyle karıştırılmaması gerekir. İmaleyi kavramak, madde göre daha kolaydır. Aruzun en önemli sorunlarının başında met (med) gelir. îmale, aruzun kusurlar arasındadır- Fakat met, ritim denen iç ahengi sağlayan bir seslendirme sanatıdır.
Met, iki heceyi bir hece durumuna getirmek, yani bir tam sesi bir buçuk sese çıkarmak, böylece ses tartısını kabartmaktır. Bunun nasıl olduğunu, bir uygulama ile kavramaya çalışalım:
Tutsaydım o ruh gitmeseydi
A. Hâmit TARHAN
Bu mısraın ölçüsü Mef'ûlümefâ ilünfeûlün'dür. Bu mısraın taktii, normal olarak yapılınca şöyledir:
Tut say dı mo ruh / git sey di
Mef' û lü me fâ / lün fe û lün
— — . . —/ — . — —
Görülüyor ki aslında bu mısra için kullanılmış olan yukarıdaki ölçünün ikinci kalıbının ilk hecesi olan i hecesi ortada yok. Çünkü ikinci kalıp lünfeûlün değil ilünfeûlün'dür. Mısraın ikinci parçası olan «gitmeseydi» sözcüğünün kalıbı Fâilâtün'dür. Halbuki aruzda Mef'ûlü-mefâ fâilâtün şeklinde bir ölçü yoktur, öyleyse bu mısraı başka türlü takti etmek gerekiyor :
Tut say dı mo rû / h git me sey di
Mef û lü me fâ / i lün fe û lün
— — . . —/ . — . — —
Bu şekildeki taklide, ikinci kalıbın ilk «i» hecesi ortaya çıkmış oldu. Şu duruma göre ruh sözcüğünün ru kısmı, birinci kalıbın sonundaki uzun fâ hecesine uyarak rû şeklinde uzamış ve tam ses durumuna gelmiştir. Bu böyle olurken rûh sözcüğünün «h» sesi de ikinci kalıbın ilk kısa hecesi olan «i» ye karşılık olmuş, böylece yarım ses kazanmıştır. (Uzun hecelerin tam, kısa hecelerin de yarım ses olduklarını biliyoruz). Bu durumda ruh hecesi, birinci kalıptan tam ses, ikinci kalıptan da yarım ses aldığı için bir buçuk sese çıkmış, rû...h şeklinde kabarmıştır. İşte aruzda tam sesli bir hecenin bir buçuk sese çıkarılmasına yani kabartılmasına met denir.
Met, şiirde ahenk ve ses zenginliği meydana getirdiği için, sanatçılardan, çok ilgi görmüştür. Met, daima bir uzun hece ile onu izleyen kısa hece arasında yapılır. Şu örneğe dikkat ediniz:
Me fâ î lün me fâ î lün me fâ î lün
. — — — / . — — —/ . — — —
Bu ölçüdeki kalıpların birinci ve ikinci heceleri arasında met yapılamaz. Fakat her «kalıbın son hecesiyle kendinden sonra gelen kalıbın ilk hecesi arasında «med» yapılır. Met'ti daha iyi kavrayabilmek için, Yahya Kemal Beyath'nın şu beytinin ikinci mısraındaki «met»ti de bulalım:
O şûh ağlar bugün kasr-ı Şerefâbâde geldikçe
O nûşânûş demler hâtır-ı nâşâde geldikçe
O nû şâ nû / ş dem ler hâ/tı rı nâ şâ / de gel dik çe
. — — — / . — — — / . — — —/ . — — —
Burada nûş hecesinde med vardır. Çünkü birinci kalıbın son hecesinden tam ses, ikinci kalıbın da ilk hecesinden yarım ses almıştır. Şu beyitlerdeki "met"leri de siz bulmaya çalışınız:
Turfa rengârenk ahenk eylemiş sahrayı pür
Kûh ses verdikçe şeyda bülbülün efganına
NEDİM
Müheyya oldu meclis sâkiya paymaneler dönsün
Bu bezm-i ruh bahsin şevkine mestaneler dönsün
BÂKİ
6. RİTİM ( iç ahenk) :
Aruzla yazılmış şiirlerin, aruz ölçüsünün karakterinden gelen musikiden, imale ve metlerden ahenk aldıkları bir gerçektir. Fakat Divan tarzı şiirlerdeki ritim, sadece bunlara dayanmaz. Üstün sanatçılar, şiirlerindeki ritmi, mısralarına yerleştirdikleri sözcüklerin düzeninden de sağlarlar. Çünkü sözcüklerin de kendilerine göre bir ses örgüleri vardır.
Genel olarak kapalı-uzun heceyle biten sözcükten sonra açık heceyle başlayan bir sözcük getirdiğimiz zaman, o uzun heceyi istediğimiz kadar çekmemiz ve kabartmamız mümkün olur. Bu çekme ve kabartma, mısrada ses zenginliği meydana getirir. Nef'î'nin şu beytini bu bakımdan okuyalım:
Bir câm sun Allah için tir kâse de ol mâh için
Tâ medh-i şehinşah için alam ele levh u kalem
Bu beytin birinci mısraındaki câm sözcüğünde yapılan metle seste bir kabarma sağlanıyor, bu kabaran ahenge uygun olarak Allah sözcüğünün ikinci hecesini, metli ve imaleli olmadığı halde istediğimiz kadar uzatabiliyoruz. Çünkü aslında uzun olan bu hecenin arkasından için sözcüğünün açık olan ilk hecesi gelmektedir. Birinci mısradaki mâh sözcüğüyle ikinci mısradaki şahin-şah sözcüğünün son hecesinde de durum aynıdır.
Böylece aruzlu şiirlerde, kulağımıza bir musiki tadı veren ritim meydana gelmektedir
Aruzla yazılmış şiirlerden zevk almak, onun kolaylığına ulaşabilmek için çok okumak ve onun kültürüne varmak gerektir. Bu da sanıldığı kadar zor değildir.
Aruz hakkında bu kadarcık genel bilgi verdikten sonra, aruz ölçüsündeki sekiz kuralı da tanımalıyız: