Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Türk edebiyatının İslâm medeniyeti dairesinde Arap ve Fars edebiyatları yanında meydana getirdiği büyük edebiyat kolu. 

 

Tarifi ve Adlandırılışı.

Türk edebiyatı­nın umumi gelişimi içinde, nazarî ve es­tetik esaslarını İslâmî kültürden alarak meydana gelen ve özellikle örnek kabul ettiği Fars edebiyatının her yönden kuv­vetli ve sürekli tesiri altında şekillenip belirgin örneklerini vermeye başladığı XIII. yüzyıl sonlarından, XIX. yüzyılın ikin­ci yarısına kadar, bünyesini sarsıcı ve za­yıflatıcı bir tepki ve değişikliğe uğrama­dan Arapça-Farsça kelimelerin geniş öl­çüde yer aldığı bir dille varlığını altı asır sürdürmüş bir edebiyat geleneğidir.

Sadece sanat gayesinin hâkim oldu­ğu bu edebiyata, Batı tesiri altında yeni bir edebiyatın doğuşundan bu yana, çe­şitli ve zamanla biri diğerinin yerini alan adlar verilmiştir. Başlangıçta bu yeni ede­biyattan ayrı tutmak düşüncesiyle "edebiyyât-ı cedîde" karşıtı olmak üzere ona "edebiyyât-ı kadîme" ve "şi'r-i kudemâ" denmiş, mahsullerinden de "âsâr-ı eslâf" diye bahsedilmiştir. Sonraları umu­miyetle aşağılayıcı mahiyette bir zihni­yeti aksettiren "havas edebiyatı, saray veya enderun edebiyatı, skolâstik ede­biyat, medrese edebiyatı, ümmet ede­biyatı, ümmet çağı edebiyatı" adları ve­rildiği gibi bunlara "Osmanlı edebiyatı, yüksek zümre edebiyatı, klasik edebi­yat, klasik Türk edebiyatı" şeklinde yeni yeni isimler ilâve olunmuştur. Bu edebi­yatı ifade etmek için doğrudan doğruya "litterature classique" sözünün tercüme­si durumunda olan edebiyyât-ı tasnîfiyye" adı bile düşünülmüştür (Ali Ekrem, "Lisân-ı Nazmda Eşkâl ve Efkâr", DEFM, nr. 1 Mart 1332), s. 16). Ali Ekrem daha da öteye giderek "edebiyyât-ı Osmâniyye-i tasnîfiyye" der (Mesâlik-i Edebiyye, İstanbul 1333-1334, s. 28).

"Divan edebiyatı" sözü bunlar arasın­da en yenisi olduğu kadar en fazla tu­tulanını da teşkil etmiştir. Mütareke dev­rinde ortaya çıkan divan edebiyatı tabi­ri önce Ömer Seyfeddin ve Ali Canib'in kalemlerinde kendini hissettirmeye baş­lamış, Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana ise gittikçe büyük bir yaygınlık ka­zanmıştır. Bunda Ali Canib'in 1924'ten itibaren yeni baskıları ile yıllarca okutul­muş olan, öncekilerden farklı bir zihni­yet ve kadro ile yazılmış Edebiyat adlı ders kitabının büyük rolü olmuştur. Di­van edebiyatı adlandırması bu eserle, artık şurada burada bazı makalelerde rastlanır bir söz olmaktan çıkıp kitapta sık sık tekrar edilir ve yüzlerce sayfalık müstakil bir bölüm olan "Eski Divan Ede­biyatı" başlığı altında âdeta resmîleşir. Ömer Seyfeddin, başlangıçta devrinin bir­çok yazarı gibi "enderun edebiyatı" ad­landırmasını benimserken (meselâ bk. "Türk Sözü", Türk Sözü, nr. 1 / 11 Nisan 1330/, s. 1-3; "Halk Ne Der", a.g.e., nr. 2 (18 Nisan 1330), s. 9-11; "Türkçeye Karşı Enderunca", a.g.e., nr. 4 (1 Mayıs 1330), s. 25-27; "Osmanlıca Değil, Türkçe Türk­çe", a.g.e., nr. 5 18 Mayıs 13301, s. 33-34) "Enderunca, divanlarda gömülü eski li­san, eski divanlardaki Osmanlıca denilen Enderun dili" şeklinde ifade ettiği bu edebiyata mahsus bir dil kavramından hareketle sonunda "divan edebiyatı" ve "divan şairleri" gibi yeni bir adlandırış ve kavrama ulaşır ("Skolâstik Lisanımı­zın İflâsı", Millî Tâlim ve Terbiye Cemiye­ti Mecmuası, nr. 4 (Nisan 1335), s. 37-46; nr. 6 (Şubat 13351, s. 11-21). Ömer Sey­feddin gibi Ali Canib de bir başkası ve yenisi olmadığı için "eski" denmesine ge­rek bulunmadığı halde, onda bir köhne­lik ve eskimişliği vurgulamak kastıyla, haşve düşmek pahasına sık sık "eski divan edebiyatı" ifadesini kullanır. Her ikisinin de ümmet çağı mahsulü ve Acem mukallidi olarak gördükleri bu edebiya­ta neden bu ismi verdikleri Ali Canib'in şu ifadelerinde açıklamasını bulmakta­dır: "Hulâsa divan halinde teşekkül eden, ancak saraylarda, zümrevî divanlarda kabule mazhar olan bizim eski edebiya­tımıza verilecek en doğru ad 'divan ede­biyatı' tabiridir" [Edebiyat (İstanbul 1340, s. 207, 2. bs., 1926), s. 256]. Onun, dili ve ruhu ile halktan uzak, kendi içine kapa­lı, imtiyazlı bir zümre edebiyatı olduğu­nu belirtmek üzere bu deyimle eş de­ğerde ve yine menfi mânada "Enderun edebiyatı, medrese edebiyatı" tabirle­ri de sık sık kullanılmıştır. Yabancıların Türk edebiyatına verdikleri yahut yerli müelliflerin kendi edebiyatları için kul­landıkları "Osmanlı edebiyatı" tabiri baş­langıçta milliyet belirleyen bir söz iken sonraları onunla bunun ötesinde bir mâ­na kastedilir olmuştur. Bu haliyle "Os­manlı edebiyatı" sözünün arkasında hal­kın anlamadığı, Osmanlı sarayının hima­ye ve hizmetinde, sadece Osmanlı "gü­zideler tabakası"na hitap eden, halk ve milletten kopuk bir ümmet edebiyatı kavramı vardır. Artık bu sözle kastedi­len, bu edebiyatın Osmanlı milletine mah­sus veya onun sahibinin Osmanlı toplu­mu olduğu gibi bir düşünce değil, dilde ve zevkte millî bir edebiyatın karşıtı sa­yılarak kendisine köhnemiş, millî kültü­re yabancı kalmış bir zihniyetin temsil­cisi nazarıyla bakılan bir edebiyat oldu­ğudur. İsme bu mânayı getiren bakış, birçok yazar tarafından gayet açık şekil­de çeşitli yerlerde ve defalarca ifadesini bulur.

Divan edebiyatı tabiriyle, Osmanlı sa­ray ve konaklarında teşekkül eden, di­van dedikleri ekâbir meclislerine mah­sus bir zümre edebiyatı kastedilmiş ol­duğu zamanla gözden kaçarak şairlerin, şiirlerini bir araya topladıkları eserlere divan dendiği ve netice itibariyle onun divan adlı şiir mecmualarından meyda­na gelme bir edebiyat olduğu yolunda bir yorum üretilmiş, bu ismin bu sebep­le konulmuş olduğu sanılmıştır.

Hangi düşünce ile bulunmuş olursa olsun divan edebiyatı sözü esasında ilmî ve yeterli bir adlandırma değildir. Türlü verileriyle altı asır sürmüş koca bir ede­biyatı yalnız divanlara inhisar ettirip onun çok çeşitli eserler verdiği birçok edebî nevi dışarıda bırakan, nesri ise hiç he­saba katmayan bu adlandırışın yanlışlı­ğı kadar yetersizliği de meydandadır.

Tabirin bu aksak ve yetersiz mahiye­tinden dolayı onun yerine "klasik Türk edebiyatı" adı zamanla daha fazla ter­cih edilir olmuştur. Ancak bu adlandırış da bu edebiyatın ne derece ve nesiyle klasik sayılabileceği, gerçek mânası ile klasik bir edebiyatın ne olduğu veya ne olması gerektiği münakaşasını da bera­berinde getirmiştir. Onda Batı edebiyatlarındaki klasiklik ölçülerini arayanlar bunları göremedikleri için bu edebiyata klasik denemeyeceğini ileri sürmüşler­dir. Bunlara karşı, mutlaka onlara ben­zemek mecburiyetinde olmayan eski şi­irin kendi ölçüleri içinde ve kendine mah­sus bir klasik edebiyat olduğunu belirt­mek suretiyle bu meselede en isabetli hükmü getirmiş olan M. Fuad Köprülü (Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1921, 2. kitap, s. 121-122), Türk edebiyatı tarihi­nin en yetkili mümessili olmak sıfatı ile "divan edebiyatı" sözünü kullanmama­ya hususi bir dikkat göstermiştir. Sade­ce 1934 yılında hazırladığı antolojisine, "Eski Türk Edebiyatı Antolojisi", "Eski Şi­ir Antolojisi" gibi, bu edebiyatın dışında­ki sahaların eserlerini de şümulü içine alacak ve tabiatıyla antolojisinin sınır ve çerçevesine uygun düşmeyecek isimler den kaçınarak ona Eski Şairlerimiz - Di­van Edebiyatı Antolojisi adını verir­ken bir defaya mahsus olmak üzere bu tabiri kullanmaya mecbur olmuştur. İlim hayatının başlangıcında Şehabeddin Sü­leyman ile birlikte yazdığı Yeni Osman­lı Târîh-i Edebiyyâtı'nda (İstanbul 1334, s. 37-38, 190, 291) görüldüğü üzere kısa bir süre için "saray edebiyatı" tabirine yer vermiş olan Fuad Köprülü, antoloji­sinden sonraki bütün yazılarında da di­van edebiyatı sözüne hiç itibar etme­yip daima klasik edebiyat veya klasik Türk edebiyatı adlandırmasını benimse­miştir.

Divan edebiyatı tabiri sırf eski Osman­lı edebiyatı için ortaya atılmış ve onunla hep Osmanlı şiiri kastedilmiştir. Kendi­siyle aynı estetik ve esasları paylaşan, aynı şekilde saray muhitinde gelişen, hatta ondan çok daha fazla birer saray edebiyatı olan Çağatay ve Azerî sahası edebiyatları için de aynı tabirin bu ölçü­lere göre geçerli olması gerekeceği dü­şünülmemiştir. Ne Çağatay ne Azerî ede­biyatı tarihi literatüründe böyle bir ter­minolojiye yer verilmiş ve ne de her iki klasik edebiyat hakkında divan edebi­yatı diye bir adlandırma hatıra gelmiş­tir. Ancak son zamanlarda memleketi­mizde popüler mahiyetteki bazı eserler­de Osmanlı edebiyatına kıyasla "Orta As­ya divan edebiyatı" kabilinden bazı yakış­tırmalara gidildiği göze çarpmaktadır.

Hiç gözden kaçırılmayacak bir nokta da divan edebiyatına kısa bir devre için değil asırlarca kaynaklık etmiş, estetik esasları ve gelenekleriyle örneklik yap­mış ve tam bir saray edebiyat olan İran edebiyatı tarihi sahasının böyle bir ter­minolojiyi tanımaması, "İran divan ede­biyatı, İran divan şiiri" gibi bir adlandır­maya lüzum görülmemesidir. Batılı ol­sun yerli olsun, Fars edebiyatı ve şiiri hakkındaki literatürde ne eskiden ne de günümüzde böyle bir tabire rastlamak mümkündür.

Divan Edebiyatı Ölçüsü ve Sahası.

Di­van edebiyatı sözünde başka aykırı bir taraf da son zamanlarda halk edebiya­tı dışında, bütün bir İslâmî Türk edebi­yatını ifade için kullanılır olmasıdır. İs­lâmî eski edebiyatla divan edebiyatı bir­biriyle eş değerde ve rahatça biri diğe­rinin yerini alabilecek birer kavram de­ğildir. Ancak bazılarınca divan edebiyatı ile bütün bir İslâmî Türk edebiyatının eş değerde bir kavram olarak alınması sonucu, ilk Kur'ân-ı Kerîm tercüme ve tefsirlerinin yanı sıra Kutadgu Bilig ve

 

 

...

 

Tamamı 67 sayfadan oluşmaktadır indirmek için tıklayın

Divan Edebiyatı

 

İLGİLİ İÇERİK

DİVAN EDEBİYATI SANATÇILARI

DİVAN EDEBİYATI KAVRAMLARI

DİVAN EDEBİYATI NAZIM ŞEKİLLERİ

DİVAN EDEBİYATININ ŞAİR VE YAZARLARI

DİVAN EDEBİYATINDA NESİR

DİVAN EDEBİYATINDAKİ EDEBÎ AKIMLAR

DİVAN EDEBİYATI TEST-1

DİVAN EDEBİYATI ŞAİRLERİ

DİVAN EDEBİYATININ GENEL ÖZELLİKLERİ

SON EKLENENLER

Üye Girişi