Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

İSMAİL MAŞUKİ

"Ey gönül bir derde düş kim anda dermân gizlidür.

Gel eriş bir katreye kim anda ummân gizlidür.

Terk edüp nâm ü nişânı giy melâmet hırkasın

Bu melâmet hırkasında nice sultân gizlidür.

Tut Hak'ı bilmek dilersen ehl-i irşâd eteğin

Niceler bilmediler kim böyle erkân gizlidür

Değme bir hor ü hakîre hor deyu kılma nazar

Kalbinin bir kuşesinde arş-ı Rahman gizlüdür

Bu cihan dervîş nam oldu hicâb-ender-hicab

Sen hicâb altında kaldın sanma sultân gizlidür"

İsmail Maşûkî

*

Hacı Bayram Veli erenlerinden birisi olan İsmail Maşûkî aleyhinde, padişah Kanuni'ye bir çok şikâyet götürülür.Fitne ve fesat hortlatılmıştır. Padişah, bu fitnenin durdurul­masını ister. Ama, Maşûkî, "Ben akıbetimi biliyorum" diyerek bu isteğe olumsuz cevap verir. Ve sonunda on iki talebesiyle beraber Üçler Mescidi'nin olduğu yerde idam edilir, cesedi ve kesik başı denize atılır. Maşûkî'nin talebelerinden Hasan Efendi, Hocasının öldürüldüğü yerde kardeşiyle beraber bir mescid inşa eder ve bu mescide Üçler Mescidi adı verilir.

İsmail Maşûkî, Hacı bayram çizgisinde, Ayaşlı Bünyamin'in müritlerindendir. 1508 yılında doğduğu ve 1539 yılında 31 yaşındayken idam edilerek öldürülen şairlerimizdendir. Babası Aksaraylı Pir Ali Dede'dir. İsmail'e Maşûkî adını veren önderi-hocası Ayaşlı Bünyamin'dir.

Kanuni Sultan Süleyman, zaman zaman tebdil-i kıyafetle halk arasına, çarşı pazara çıkar, "halk ne yiyor, ne diyor, ne düşünüy­or", bizzat kendi araştırıp sorarmış.

Gene, günlerden bir gün, Aksaray'da Pir Ali Dede'nin mehdilik iddiasında olduğu Kanuni'nin kulağına çalınır. Padişah İran Seferi için hazırlık yaparken, tebdil-i kıyafe­tle Aksaray'a Pir Ali Dede'nin yanına uğrar. Pir ile görüşür. Kendisine kadar gelen şikâyetlerin asılsız olduğunu bizzat kendisi öğrenir. İran Seferi dönüşünde de dost edindiği Pir Dede' ye uğrar ve ona ikramlar­da bulunur. Bu ikramları kabul etmeyen, "dünya nimetinde gözümüz yok" diyen Pir Dede'ye Padişah:

-"Madem öyle, oğlunuzu İstanbul'da görmek dileriz." der.

Dede:

-"Oğlumuzun adı İsmail'dir, kurban olmak­tan dönmez" der ve Padişahın isteğini kabul eder.

Henüz pek genç yaşta olmasına rağmen İstanbul'un en önemli camilerinde vaazlar veriyordu. Genç yaşı sebebiyle halk arasında Oğlan Şeyh adıyla meşhur olmuştu.

Gölpınarlı'nın aktardığı bir rivayete göre Maşuki, müritlerine bazen "Allah, Allah" zikri yerine "Allahım, Allahım" dedirtirmiş. Kanuni Sultan Süleyman'ın emriyle oniki öğrencisiyle birlikte padişahın yanına gelen İsmail Maşuki, padişahın önündeki sorgula­masında Vahdet-i vücud'a dair görüşünde ısrar etmiş ve Şeyhülislam İbn Kemal'in fet­vasıyla öğrencileriyle birlikte idam edilmiştir.

Denize atılmıştır Maşûkî'nin kesik başı ve vücudu ya, rivayet edilir ki, talebelerinden birisinin rüyasında:

-"Başım cesedimden sonra varacak Rumeli Hisarı civarına. Kayalar mezarlığı var, oraya, defnedin e mi!" diye seslenir.

Oğlanşeyh Camiinin avlusunda bir mezar. Taşında şunlar yazılıdır:

"Ya Hu !

Tarikat-ı Aliye-i Bayrâmiyye Ricalinden Aksaraylı Pîr Ali Efendi'nin Mahdumu Kutbü'l-Ârif'in ve Gavsi'l-Vâsilîn Şehîd İsmail Ma'şûkî Hazretlerinün Rûh-i Saadetlerine Lillâhi'l-fâtihâ Sene 935

Anlatılır:

Kanuni Sultan Süleyman Topkapı Sarayı'nda dinlenmek için denize nazır bir yerde otururken denizden çıkan İsmail Maşûkî ve müridlerinin semaya başlayıp 'Ne yaptık biz size de bizi öldürdünüz? Suçumuz neydi ey padişahımız? ' dedikleri ve bunun üzerine padişahın da çok ağladığı söylenir.

Vahdet-i Vücut felsefesine inanıp, onu savunan Melâmiler, tarih boyunca takibata uğramışlar, sürülmüşler, zulüm görmüşler ve de idam edilmişlerdir. Maşûkî, bir melâmî şairidir. Coşkun yüreği, iman ve inancıyla yoğurmuştur vaazlarını ve şiirlerini. Ayasofya ve Bayezıd camilerinde vaaz ederken coşkunluğu sebebiyle çevresinde çok sayıda insan toplanmış ve bu insan topluluğu onun melâmiliğini "zındıklık" olarak niteleyenlerce, korku ile karşılanmıştır. Saraya götürülen dedikoduların temelinde bu yatar.

SON SÖZ İSMAİL MAŞÛKÎ'DEN OLSUN:

Demiştir ki:

"Gel ey sofi bizi men'eyleme aşk-ı tevellâdan

Muhabbetdür ezelde kısmet olan bize Mevlâ'dan

Şarâb-ı aşkıyla yarün ezelden olmuşam bî-hûş

Ebed ayrılmazam andan gönül geçmez bu sevda­dan

Gel ey aşk odına yanmış gönül âyînesin pâk it

Cemâlin göstere cânân ki tâ kalb-i mücellâdan

Şu dil kim âteş-i aşka yanup küllî kül olmaya

Ne bilsün zevkini aşkın ne duysun hâl-i şeydâdan

Gönül mürğı uçar her dem o dildârın hevâsından

Anın aşkı kanadıyla geçer arş-ı muallâdan

Gönüldür menzil-i cânân gönüldür vâsıl-ı Rahman

Gönüldür âşık-ı sâdık değil hâl-i temennadan

Firakın nârına yandım yetiş ey Yûsuf-i Mısrî

Hicâb-ı hicrüni kaldır ki bu Ya'kub-i âmâdan

Senin hüsnündürür yâ Râb ki Yûsuf da eder cilve

Senin aşkındurur yâ Râb zuhur eder Zelihâ'dan

Bu gün ey dil temâşâ kıl cemâl-i vech-i cânânı

Şu kim görmez anı bugün yarın olur ol a'mâdan

Kamu eşya eğerçi kim haber virür cemalinden

Veli insan olan ismin nişan virür müsemmâdan

Düşübdür derbeder âşık taleb eyler dilârâyı

Dilârâdur gönül içre haber ister dilârâdan

Kanı Ferhâd ile Şîrîn kanı Vâmık ile Azrâ Kanı

Mecnûn-i ser-gerdân haber vir bana Leylâ'dan

Çü sensün âşık u ma'şûk çü sensün tâlib ü matlûb

Haber vir gel nedür şahum murâd olan bu gavgâdan."

SON EKLENENLER

Üye Girişi