GAZEL
Gazel kelimesi Arapçada “kadınlarla sevgi üzerine konuşmak, söyleşmek” demektir. Sevgiden, sevgilinin aşkından söz eden gazeller Arap edebiyatında önceleri kasideler içinde bir bölüm olarak görülürken yedinci yüzyıldan sonra bu adla ayrı bir şekil olarak kullanılmağa başlanmıştır. Ama bunlar bugün kullanılan anlamda bir nazım şeklinin adı olmayıp hangi şekilde yazılırsa yazılsın sadece konuları bakımından bu adı taşıyan şiirlerdir.
Nazım terimi olarak Gazel, kafiye örgüsü a a b a ca... olan bir nazım şeklinin adidir. Murassa, yanı iki mısra'ı birbirine kafiyeli olan ilk beytine Matla', matlâdan sonra gelen ikinci beytine de Hüsn-i Matla’ denir. Gazelin son beytine Makta' ve makta'dan önceki beyte de Hüsn-i Makta' adı verilir. Hüsn-i matla'nın matla'dan ve Hüsn-i makta'nın makta'dan güzel olmasına dikkat edilir. Gazelin en güzel beytine de Şahbeyt ya da Beytü'l - gazel denir. Şair gazelin maktâ beytinde adını söyler. Bu, şâirin sonradan aldığı ikinci adı, mahlasıdır (Örnek 1).
Türk Edebiyatında gazeller 4-15 beyit arasında yazılmıştır. Dört beyitli gazel yok denecek kadar azdır.
Divanlarda rastlanılan bu gazellerin yarım mı kaldıkları, yoksa bazı beyitlerinin eksik mi yazıldığı belli değildir. Kesin bir kural olmamakla birlikte gazeller genellikle 5, 7, 9, 11 gibi tek sayılı beyitlerle yazılmışlardır. İlk yüzyıllarda 15 beyte kadar, hatta daha da uzun olan gazellerin yüzyıllar ilerledikçe beyit sayısı azalmıştır. 15 beyitten uzun gazellere Gazel-i Mutavvel denir (Örnek 2). Ahmedî ve özellikle Ne'simî'de bu tür gazel çoktur. Nesimi 30-49, hatta 51 beyte kadar uzayan gazeller yazmıştır. Daha sonraları mutavvel gazeller çok azalmıştır. Ahmed Paşa, Karamanlı Nizamî’de birkaç gazel görülür. XIX. yüzyılda Pertev Paşa'da 31 beyitlik bir mutavvel gazel vardır.
Şairler bazen inatla' mısrâlarından birini gazelin sonunda tekrarlarlar. Buna Redd-i Matla’ adı verilir (Örnek 3). Matla'dan başka bir mısra'ın tekrarlanmasına ise Redd-i mısra' denir. Eski edebiyatta hemen hiç yapılmamış, daha çok Tanzimat’tan sonra kullanılmıştır. Tekrarlanan mısrâların ikinci kez anlamlı ve yerinde kullanılmalarına özen gösterilir. Bazı gazellerde iki matla' vardır. Şairler matla' seçimini okuyucuya bırakmışlardır. Bu, çok az sayıda ve Sebk-i Hindi şairlerinde görülmüştür.
Şairlerin kendi adlarından başka bir ad bularak şiirde kullanmalarına Tahallüs etme denir. Bu ikinci ad da mahlaslarıdır. Kadı Burhâneddin ve Kemâlpaşazâde gibi şairlerin dışında her şairin şiire başladıktan sonra aldıkları mahlasları vardır: İsâ - Necâtî, Fatih Sultan Mehmet - Avnî, Kanunî S. Süleyman - Muhibbi, Mehmed-Fuzûlî, Ahmed - Nedim gibi. Genç şairlere bu mahlaslar '¿bazen devrin tanınmış şairlerince Mahlasnâme denilen bir şiir yazılarak verilmiştir. Mahlas söyleme şiirin şairini bildirmek ve başkalarının şiirleriyle karışmalarını önlemek içindir. Şairin adını söylediği beyte de Tahallüs denmiştir. Tahallüs beyti makta beyti olabileceği gibi makta'dan önceki beyit de olabilir (Örnek 4). Ama mahlasın maktadan önce söylendiği gazeller azdır. Şairler mahlaslarını çoğunlukla son, makta beytinde söylemişlerdir.
Gazelin asıl konusu aşk ve sevgilidir. Sevgili ile ilgili olarak şArap ve tabiattan söz edilir. Bu bir kural olmakla birlikte özellikle XVIII. yüzyıldan sonra gazelin konusu genişletilmiş; bir fikir, felsefî bir düşünce, bir hayat görüşü, tâli'den yakınma gibi başka nazım şekillerinin konularında da gazeller yazılmıştır.
Gazelde öncelikle beyit güzelliğine önem verilir. Eğer bir gazelde beyitler yalnız vezin ve kafiyeleriyle değil, anlamları bakımından da birbirine bağlanmış yani bütünüyle bir konu ele alınıp işlenmişse böyle gazellere Yek - âhenk (Örnek 5), bütün beyitler aynı güçte ve güzellikte söylenebilmiş ise, bunlara da Yek-âvâz gazel adı verilmiştir (Örnek 6).
Şairler bazen mahlaslarını söyledikten sonra gazellerine bir kişiyi övmek için, bir ya da birkaç beyit eklerler. Bu gazellere Müzeyyel Gazel, eklenen beyitlere de Zeyl denir (Örnek 7). Arapça, Farsça ve Türkçe dillerinin ikisi veya üçüyle karışık olarak söylenmiş gazellere de Mülemmâ Gazel adı verilir (Örnek 8). İki şâirin mısrâ ya da beyit beyit birlikte söyledikleri gazellere ise Müşterek Gazel denmiştir (Örnek 9).
Matlâdan sonra gelen beyitlerin ilk ve ikinci mısrâ ortalarının ilki mısra'ın sonu ile kafiyelendiği gazellere Musammat Gazel (Örnek 10), bunların mısrâ ortalarındaki kafiyelerine de İç Kafiye denir. Musammat gazeller mısrâda “4 mefâ'ilün”, “4. müstef'ilün” gibi dört cüze, yani ortalarından iki eşit parçaya ayrılabilen kalıplarla yazılır. Bir musammat gazelde matlâ dışındaki mısralar ortalarından bölünerek alt alta yazılırsa, her beyti dört mısrâlı bir bend, yâni bir murabba şekli ortaya çıkar.
Her mısra’ında aks sanatı yapılmış gazellere de Mükerrer Gazel adı verilmiştir (Örnek 11). Mükerrer gazel de musammat gazel gibi ortalarından iki eşit parçaya ayrılabilen kalıplarla yazılır. Edebiyatımızda az kullanılmıştır.
Gazelin her mısra'ına kısa mısrâlar eklenerek yeni bir nazım şekli türetilmiş ve Müstezâd adı verilmiştir. Ayrıca bendler halinde yazılan birçok nazım şekli de gazelin her beytine değişik sayıda mısrâlar eklenerek meydana getirilmiştir: Bir şairin gazeli alınarak her beytin iki mısra’ı arasına iki veya üç mısrâ eklenerek Taştîr, her beytin önüne iki mısrâ eklenerek Terbi, üç mısrâ eklenerek Tahmis, dört mısrâ eklenerek Tesdîs ve daha çok sayıda mısrâ eklenerek Tesbi’, Tesmîn, Tetsî ve Ta’şîr şekilleri yapılmıştır. Bu nazım şekillerinden herbiri ileride ayrı ayrı incelenecektir.
Bir şairin gazeline aynı vezin ve kafiyede bir başka gazel söylemeğe Tanzîr etme veya Cevap verme, söylenilen gazele de Nazire denmiştir (Örnek 12). Bu usul edebiyatımızda çok kullanılmıştır. Tanınmış şairlerin beğenilen gazellerine bazen yüzlerce nazire söylenmiş, bu nazireler Mecmua'tü’n - nezâ'ir adı verilen kitaplarda toplanmıştır. Nazirenin, tanzir edilen gazelle aynı anlam doğrultusunda olması gerekir. Ters anlamda söylenmişse buna Nakîze denir.
Gazeller müretteb divanlarda kolayca bulunabilmeleri için kafiyelerinin son harfleriyle, Arap alfabesine göre sıraya dizilmişlerdir. Bu yüzden divan tertip eden şairler her harften birkaç, en azından bir gazel söylemeğe özen göstermişlerdir.
Gazel, eski Türk Edebiyatında en çok kullanılan nazım şeklidir. Hatta bu edebiyata gazel edebiyatı denildiği bile olmuştur. Öyle ki hal tercümesi kitapları ve özellikle şu’ara tezkirelerinde çok kere gazel yerine ”şiir” sözü kullanılmıştır.
Gazel Şeklinin Tarihî Gelişimi
Yukarıda da söylenildiği gibi gazel şeklinin başlangıcı Arap şiiridir. Gazel önce İran edebiyatına, oradan da Türk edebiyatına geçmiştir. Arap gazelleri oldukça gerçekçi ve uzundur. Şair sevgilisinden söz ederken -kasidelerde de olduğu gibi- ayrılık ateşi içinde sevgilisini anarak ağlaya ağlaya dolaşır. Bu arada hayatın en ince ayrıntılarına kadar her şeyden uzun uzun söz eder. Arap gazellerinde anlatılan sevgiliye Gâzîl denir.
İran Edebiyatında gazel, Sâsânîler devrinde Rûdekî ile başlayarak gelişmesini sürdürmüştür. Gazneliler devrinde, Unsurî ve Ferruhî gazelde tanınmış şairlerdir. Selçuklular zamanında Nizâmı, Enverî, Hâkânî; Moğol istilasından sonra ise Selmân-ı Sâvecî ve Hâfız-ı Şirâzî büyük gazel şairleridir. Özellikle Hâfız, gazele yeni unsurlar katmış; duygu ve hayal zenginliğiyle bugün bile İran’da sevilerek okunan bir şair olmuştur. Timurlular devrinde Abdurrahman Câmî, çok tanınmış âlim ve şair bir kişidir. Fatih Sultan Mehmet, devrinin tanınmış âlim ve sanatçılarını sarayında toplamağa çalışırken Câmî’yi de İstanbul'a getirtmek için çaba göstermişti. Daha önce de ona her yıl bin duka altım gönderirdi. XVI. yüzyıldan sonra İran'da Hint edebiyatının da etkisiyle gazel üslûbunda yenilikler getiren Urfî-i Şirâzî, Sâ'ib, Şevket, Kelîm güçlü birer gazel şairi olarak tanınmışlar ve Türk edebiyatında, özellikle XVII. yüzyılda Sebk-i Hindi adı verilen uslubun gelişmesinde çok etkili olmuşlardır.
Türk Edebiyatında Gazel
Türk Edebiyatı, Anadolu'da Selçuklular devrinde-dinî ve tasavvufî bir özellik gösterir. Aslında bu, Anadolu’da birçok tarikatın gelişip yayıldığı bir devirdir. Şiir dinî ve siyasî fikirlerin yayılmasında bir araç olarak kullanılmıştır: Ahmed Yesevi (ölm. 1166) ve onu izleyenler bu devirde tasavvufî bîr edebiyat yarattılar. Din dışı edebiyatın ise Hoca Dehhânî ile başladığı söylenebilir. Divan'ı olmadığı halde Nazire Mecmualarındaki 9 gazeliyle Dehhânî usta bir şâir olduğunu göstermiştir. Şeyyad Hamza da XIII. yüzyılın tanınmış şâirlerindendir. Büyük mutasavvıf Mevlânâ Celâleddin Rûmî (ölm. 1273) şiirlerini Farsça yazdığı halde, gazel şeklinin Anadolu'da yayılmasında büyük etkileri olmuş bir şairdir. Birkaç parça Türkçe şiiriyle mülemmâları vardır. Bu yüzyılın sonu ve XIV. yüzyılın başında yaşayan Yunus Emre (ölm. 1320-21)'nin Divan'nında dörtlükler şeklindeki ilahi ve nefesleri yanında aruzla söylenmiş gazelleri de vardır.
XVI. yüzyılda gazel, büyük tasavvuf şairlerinden Kadı Burhaneddin (ölm. 1398-99) ve Seyyid Nesîmî (ölm. 1404-17?) ile gelişmesini sürdürmüştür. Kadı Burhaneddin'in Divanı'nda 1308 gazeli vardır. 456 gazel söyleyen Nesîmî ayrıca hurufiliğin Anadolu’da yayılmasında da etkili olmuştur. Bütünüyle tasavvufu işleyen, 3040 hatta daha çok beyitli gazelleri bu şeklin en uzun örnekleridir. Garibnâne şairi Âşık Paşa (ölm. 1332)'nın da Yunus tarzında söylediği gazelleri vardır. Yüzyılın sonunda Ahmedî (ölm. 1413) Divanı'ndaki gazelleriyle yüzyılın büyük şairleri arasında yerini almış, gerek zamanı şairleri ve gerekse sonraki yüzyıllarda yetişen şairler üzerinde büyük etkileri olmuştur.
XV. yüzyılda gazel artık iyice yerleşmiş ve gelişmiş bir nazım şekli olarak görülür. Şeyhi (ölm. 1423-31) ve Ahmed Paşa (ölm. 1497) bu yüzyılda Türk şiirinin kurucusu sayılırlar. Bu şairlerden sonra gerçek anlamıyla bir edebiyat oluşmuştur. Mesnevi alanında da usta bir şair olan Şeyhî'de İran şairlerinden Selman ve Hâfız'ın da etkileriyle Türk edebiyatında yüzyıllar boyu kullanılan mazmunlar son şeklini almışlardır. Şeyhî'nin 186 gazeli vardır. Kasideleriyle de tanınmış olan Ahmed Paşa, Divan’nındaki 352 gazeliyle gazel şeklinin gelişmesinde etkileri olan bir şairdir. Çağatay Edebiyatında Ali Şir Nevâ’î (ölm. 1501), büyük bir külliyatın sahibidir. Şiirin her türünde tanınmıştır. Bazı kaynaklar Ahmed Paşanın gazellerinin onun 33 gazeline nazire söyledikten sonra düzeldiğini söylemekle Nevâ'î'nin gazelin Anadolu'daki gelişmesine olan etkilerini anlatmak istemişlerdir. Yine bu yüzyılda Avnî, Fatih Sultan Mehmet (ölm. 1481) ve Divan’ındaki 329 gazeliyle Cem Sultan (ölm. 1495) da tanınmış gazel şairleridir. Necati Bey (ölm. 1508-09) gazelde yüzyılın en büyük şairi sayılmıştır. Divan’nında 650 gazeli vardır.
XVI. yüzyıl gazelin parlak bir devridir. Devrinde Pir diye anılan üçbin gazelin şairi Zâti (ölm. 1546), yaşadığı devirde bütün şairlerin hocası ve üstadıdır. Hayâlı Bey (ölm. 1557), Bakî değerinde, belki hayal zenginliği ve tasavvuf bakımlarından ondan da üstün sayılabilecek bir şairdir. 668 gazel söylemiştir. Yüzyılın büyük hükümdarı Kanunî Sultan Süleyman Muhibbi (ölm. 1566) mahlasıyla söylediği 2800 gazeliyle Zâtî'ye ulaşan bir rekorun sahibidir. Taşlıcalı Yahya Bey (ölm. 1582), âlim bir şair olan Nev’î (ölm. 1599) ve Bağdadlı Ruhî (ölm. 1605-06) de devrin tanınmış gazel şairleridir. Yahya Bey 515, Nev'î 559, Ruhî 1115 gazel söylemişlerdir. Azerî edebiyatında Fuzuli (ölm. 1556) Türk edebiyatının ölmez şairlerinden biridir. Fuzulî'nin elinde gazel son derece gelişmiş ve en güzel örneklerini vermiştir. İnsan ruhunun acılar içinde çırpınışlarını derinliğine ama büyük bir sadelik içinde anlatan Fuzulî, yalnız gazelin değil öteki nazım şekillerinin de büyük şairidir. Fuzulî'nin 302 gazeli vardır. İstanbul'da Bâkî (ölm. 1600) devrinin Sultânü'ş - şu'arâ'sıdır. 619 gazeli vardır. Pürüzsüz bir İstanbul Türkçesini şiire Baki yerleştirmiştir. Fuzulî ve Bakî devirlerinden başlayarak hemen bütün şairler üzerinde derin etkiler yapmış şairlerdir. Özellikle Fuzulî; Osmanlı İmparatorluğunun sınırlarını da aşarak Türkçe konuşulan her yerde en çok okunan ve sevilen bir şair olmuştur.
XVII. yüzyıl, hem gazelin hem de genellikle edebiyatımızın en yüksek derecesine eriştiği bir devirdir. Edebiyat siyasi ve sosyal hayatta görülen gerilemenin tersine gelişmesini sürdürmüştür. İran şairlerinden Urfî, Sa'ib ve Şevket'in öncülük ettikleri Sebk-i Hindî üslûbu bu devrin Türk şiirini derinden etkilemiştir. Dilde ve anlamda fikir ve hayallerde aşırı incelik ve derinlikleri olan bu üslûb özellikle gazelde kendini göstermiştir. Şeyhülislam Yahya (ölm. 1643), Şeyhülislam Bahayi (ölm. 1653), Fehim-i Kadîm (ölm. 1648), Cevrî (ölm. 1654), Vecdî (ölm. 1661), İsmeti (ölm. 1665), Nâ'ilî (ölm. 1666), Neşâtî (ölm. 1674) yüzyılın büyük gazel şairleridir. Yahya Efendinin 360, Çevrinin 271, Nâ'ilî’nin 390 gazeli vardır. Bu şairlerin dışında Bahayî, Fehîm, Vecdî, Neşâtî, İsmeti çok az gazel söyledikleri halde yine de kendilerini gazel şairi olarak kabul ettirmişlerdir. Nâbî (ölm. 1712) bu şairlerden büsbütün ayrı özellikleriyle, gazele fikri getiren bir şair olarak yüzyılın sonunda pek çok şairi çevresinde toplamış ve büyük bir ün kazanmıştır. Nâbî, Divan’nındaki 805 gazeliyle ayrıca edebiyatımızın en çok gazel söyleyen şairlerinden biri olmuştur. Bu şairlerin yanında edebiyatımızın en büyük kaside şairi olarak tanınan Nef'i (ölm. 1636)'nin de az sayıda, ama devri şairlerinden hiç de aşağı kalmayacak değerde gazelleri vardır.
XVIII. yüzyıl gazelde Nedim (ölm. 1730) ve Şeyh Gâlib (ölm. 1798) gibi iki büyük şair yetiştirmiştir. Sevinci, zevki, coşkunluğu şiire sokan Nedim, bütün ustalığını gazel ve şarkılarında göstermiştir. Nedim'in 155 gazeli vardır. Yüzyılın sonunda Şeyh Galib, büsbütün başka yaratılışta, ince, duygulu ve mutasavvıf bir şairdir. Şeyh Galib, Divan'ındaki değişik nazım şekilleri yarımda mesnevide de ustalığını göstermiştir. Edebiyatımızın son büyük gazel şairi sayılan Şeyh Galib’in gazeli bulunmaktadır. Nedim'le Galib arasında özellikle Lâle devrinde yüzlerce gazel şairi yetişmiştir. Bunlardan bir kısmı Nâbî'nin fikir yolunu sürdürmüşler, bir kısmı da Nedim'in etkisinde olmuşlardır.
XIX. yüzyılda Enderunlu Fâzıl (ölm. 1810) ve Enderunlu Vâsıf (ölm. 1824)'la sürdürülen gazel eski önemini ve güzelliğini artık kaybetmiştir. Tanzimat’tan sonra Encümen-i Şu'arâ şairleri yeni bir atılım yapmak istemişler, bu arada Yenişehirli Avni (ölm. 1883), Leskofcalı Galib (ölm. 1867), Hersekli Arif Hikmet (ölm. 1903) gibi şairler son, fakat eski parlak devriyle ölçülemeyecek kadar hafif örnekler vermişlerdir. Gazel Tanzimat devrinde de bir süre kullanılmış, Servetifünun edebiyatında ise hiç ele alınmamıştır.
Haluk İpekten, Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri
GAZEL-2(İslam Ans.)
Eski şiirin en çok kullanılan ve sevilen nazım şekli
Gazel kelimesi sözlükte "kadınlarla sevgi üzerine konuşmak, söyleşmek" anlamına gelir. Arap edebiyatında gazel bir nazım şekli olmayıp kasidelerin başında aşktan, sevgiliden söz eden bölümlere verilen addır ve "nesîb" karşılığında kullanılmıştır. Daha sonraları şairin aşk, sevgili, şarap, bahar gibi coşkulu haller karşısındaki duygularını anlatan şiirlere uzun yahut kısa olsun gazel denilmiştir.
İran'ın İslâmiyet'i kabulünden sonra gazel, Arap şiirinin etkisi altında oluşan yeni İran edebiyatında lirik şiirin en beğenilen şekillerinden biri olmuştur. Yeni İran şiirinde de ilk dönemlerde kasidelerin nesîb veya teşbîb kısmını oluşturan gazel, İran edebiyatına kaside içinde yer alan bu şekliyle Rûdekî ile girmiş, Enverî ve Unsurî ile devam etmiştir. Bu dönemlerde İranlı şairler Arap şairleri gibi caize almak için kasideler yazıyorlardı. Başlangıçta kasidenin nesîb veya teşbîb kısmında övülen kişilerin sevgililerinden söz edilmezken sonradan övülen kişilerin de istekleriyle sevgililerinden de söz edilmeye başlanmıştır. İlk olarak Gazâîrî-i Râzî |ö. 426/1034-35), Gazneli Mahmud'a sunduğu bir kasidesinde Mahmud'un sevgilisi Ayaz'dan da söz etmişti. Bu durum, Horasan'da kurulan bağımsız İran devletlerinde halk şiirinin de etkisiyle nesîb veya teşbîbin daha da gelişmesine ve kasideden ayrı bir nitelik kazanarak klasik gazel şekline dönüşmesine yol açmıştır. Bu dönemlerde gazelin makta' beytinde şairin mahlası zikredilmemekteydi. Gazellerde mahlasa daha çok sûfî şairlerin şiirlerinde rastlandığı için bu geleneğin oluşmasında sûfî şairlerin payı olduğu söylenebilir. Mahlas kullanma geleneği, sürekli murakabe halinde olan sûfînin zaman zaman kendine adıyla hitap etmesinin sonucu doğmuş olmalıdır. Gerçek anlamıyla kendi başına ve mahlas taşıyan bir nazım şekli olarak gazel Selçuklular zamanında Hâkânî-i Sirvânî, Nizamî ve Sa'dî tarafından geliştirilmiş, Selmân ve Hâfız'la en mükemmel derecesine ulaşmıştır.
Gazel tarzının gelişmesinde kasidelerden pek zevk almayan Moğol hükümdarlarının da rolü olmuştur. İranlı şairler bu hükümdarlar hakkında kaside yazma yerine onların yol açtığı tahribattan duydukları elem ve kederleri gazellerle dile getirmeyi tercih ettiler. Ferîdüddîn-i Attâr ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi sûfî şairler gazellerinde ilâhî güzellik ve ilâhî aşk konularını işlediler. Onlardan sonra gelen Hâfız-ı Şîrâzî ise gazellerinde rindce hayal kurmaya, felsefî ve ahlâkî düşüncelere de yer vererek türün konusunu genişletti.
İran'da bölgelere göre üç farklı şiir üslûbu oluşmuş ve bu bölgelerin adlarıyla anılmıştır. Bunlardan Horasan'da gelişen ve "sebk-i Horasânî" denilen üslûbun başlıca özelliği, mantıklı ve gerçekçi duyguların sade bir ifade tarzıyla anlatılmasından ibarettir. Başlıca temsilcileri Rûdekî, Dakîkî, Ferruhî. Abdullah-ı Ensârî gibi şairlerdir. İkinci gazel üslûbu İran Irakı'nda (Irâk-ı Acem) oluştu. Gazelin kasideden tam anlamıyla bağımsızlığını kazandığı bu bölgede yazılan gazellerde dilin çekiciliği, lirik unsurlar, hayal gücü ve edebî sanatlar ön plana çıktığı gibi dinî ve tasavvuf! terimlere de yer verilmiş, böylece gazelin içeriği ve kapsamı genişlemiştir. İran şiirinde üçüncü gazel üslûbu, Hint-Türk İmparatoru Bâbür'ün şiir hakkındaki düşüncelerinin de etkisiyle geliştirilen Hint üslûbudur (sebk-i Hindî). Başlangıçta şiirde yeni bir söyleyiş şeklinde gözüken akım bu üslûbun doğuşunu sağladı. Bu üslûpta aşk veya ona benzer bir olay karşısında duygulara değil akla önem verilir. Şair beytini hayal ve mazmunları, benzetme ve hayalleri aklın kontrolü altında yerleştirmek suretiyle meydana getirir. Baba Figânî gazele Hint üslûbunu kazandırmış, başta Sâib-i Tebrîzî olmak üzere birçok şair onun etkisi altında kalmıştır. Hindistan'a gidip orada yerleşen veya orada doğan Örfî-i Şîrâzî, Feyzî-i Hindî ve Nazîrî gibi şairler bu üslûbun başlıca temsilcileri arasında yer alır.
Türk edebiyatına gazel XIII. yüzyılda İran'dan Fars edebiyatı yoluyla geçmiştir. Molla Câmî, Örfî-i Şîrâzî, Sâib-i Tebrîzî ve Şevket Türk edebiyatını da etkileyen büyük gazel şairleridir. Anadolu edebiyatı sahasında yazılan ilk gazellerde daha çok dinî, ahlâkî ve tasavvufî konuların işlendiği görülür. XIV. yüzyıldan başlayarak Kadı Burhâneddin, Nesîmî ve Ahmedî ile gelişmesini sürdüren gazel türü XV. yüzyılda Şeyhî, Ahmed Paşa. Necâtî ve Çağatay edebiyatında da Ali Şîr Nevâî ile mükemmellik kazanmıştır. Zatî, Hayalî Bey, Nev'î, Rûhî-i Bağdadî XVI. yüzyılın tanınmış gazel şairleridir. Bu yüzyılda Anadolu'da Bakî, Azerî alanında Fuzûlî gazeli doruğuna eriştirmiştir. XVII. yüzyıla gelindiğinde gazel, Nâilî'nin öncülüğünü yaptığı sebk-i Hindî üslubuyla yeni bir incelik ve zarafet kazanır. Bu yüzyılın sonunda Nâbî gazele fikrî bir ağırlık kazandırmıştır. XVIII. yüzyılda Nedîm rindliği ve coşkunluğu. Şeyh Galib inceliği, duyarlılığı ve Mevlevîlik neşesiyle büyük gazel şairleri olmuşlardır. Tanzimat'tan sonra Encümen-i Şuarâ şairleri gazelde yeni bir atılıma girmişlerse de onu daha ileriye götürecek bir başarı ortaya koyamamışlardır.
Kafiye örgüsü "aa/ba/ca ..." olan gazelin bazı beyitleri ve içindeki kısımları özel adlar alır. Gazelin iki mısraı kafiyeli olan (musarra') ilk beytine "matla'", matla'dan sonra gelen beytine "hüsn-i matla'", son beytine "makta'" ve makta'dan önceki beytine de "hüsn-i makta'" denir. Hüsn-i matla'ın matla'dan olduğu kadar hüsn-i makta'ın da makta'dan güzel olmasına özen gösterilir. Gazelin en güzel beytine "şah beyit" veya "bey-tü'l-gazel" adı verilir. "Tahallus" denilen makta' beytinde mahlas söylenir. Mahlasın seyrek olarak hüsn-i makta'da söylendiği de görülür. Mahlasın anlamının da göz önünde bulundurularak kullanılması haline "hüsn-i tahallus" adı verilir. Bazan genç şairlere, tanınmış şairler tarafından yazılmış "mahlasnâme" denilen bir şiirle mahlas verilir. Mahlas yerine doğrudan doğruya kendi asıl adını yazan şairler de vardır. Kadı Burhâneddin ve Kemalpaşazâde gazellerinde mahlas kullanmayan böyle ender şairlerdendir.
Türk edebiyatında gazellerin beyit sayısı genellikle dört-on beş arasında değişir. Dört beyitli gazellere çok az rastlanır. En çok yazılanlar beş ve yedi beyitli gazellerdir. Bakî ve Nâilî'nin gazelleri genellikle beş, Fuzûlî'nin yedi beyitlidir. Şeyh Galib'de daha uzun, on bir-on beş beyitli gazellerle karşılaşılır. Kesin bir kural olmamakla birlikte gazeller genellikle beş, yedi, dokuz, on bir gibi tek sayılı beyitlerle söylenmiştir. On beş beyitten uzun gazellere "gazel-i mutavvel" adı verilir. Ahmedî ve Nesîmî'nin otuz ve elli beyte kadar uzayan gazelleri vardır. Matla' mısralarından birinin makta' beytinde tekrarlanmasına "redd-i matla", öteki mısralardan herhangi birinin tekrarlanmasına "redd-i mısra'" denir. Redd-i mısra' daha çok Tanzimat'tan sonraki dönemin şairlerince rağbet görmüştür.
Şairler bazan mahlas beytinden sonra gazellerini bitirmeyip bir ya da birkaç beyit daha eklerler. Bunlara "müzeyyel gazel", eklenen beyitlere "zeyl" adı verilir. Arapça, Farsça ve Türkçeden ikisi veya üçüyle karışık surette söylenmiş gazellere "mülemma' gazel", iki şairin mısra mısra yahut beyit beyit karşılıklı olarak söyledikleri gazellere de "müşterek gazel" denir. Matla'dan sonra gelen beyitlerin mısra ortalarının baştaki ilk mısra ile kafiyelendiği gazellere "musammat gazel", bunların mısra ortalarındaki kafiyelerine "iç kafiye" adı verilir. Bu tür gazeller dört mefâîlün, dört müstefilün gibi ortalarından iki eşit parçaya ayrılabilen aruz kalıplarıyla yazılır.
Her mısraında aks sanatı yapılmış gazellere "mükerrer gazel" denir. Aynı kalıplarla yazılan mükerrer gazeller divan edebiyatında çok az kullanılmıştır.
Gazelin esas konusu aşk ve sevgili, sevgilinin güzelliği, ona duyulan hasret ve bundan dolayı çekilen üzüntüdür. Sevgiliyle bağlantılı olarak ayrıca şaraptan ve tabiat güzelliklerinden de söz edilir. Bunun yanı sıra bir düşüncenin, bir hayat görüşünün, bahttan yakınma gibi başka konuların da işlendiği olur. XVIII. yüzyıldan sonra gazelin konusunun daha da genişlediği görülmektedir.
Gazelde öncelikle beyit güzelliğine önem verilir. Her beytin kendi içinde bir anlam bütünlüğü vardır. Bundan dolayı gazelin her beytinde değişik konuların işlenmesi kusur sayılmamıştır. Bütünüyle belirli bir konuyu işleyen gazeller "yek-âhenk", bütün beyitleri aynı güzellik ve kuvvette söylenen gazeller "yek-âvâz" adını alır.
Gazelden bazı nazım şekilleri de türetilmiştir. Çerçeve olarak gazelin her mısraının altına gelmek üzere kısa mısralar eklenerek müstezad yapılmış, ayrıca her beytine değişen sayıda mısra katmak suretiyle bendlerden meydana gelen daha hacimli şekiller elde edilmiştir. Bir şairin gazeline her beytin mısraları arasına iki ya da üç mısra konularak taştîr, yine her beytin önüne iki mısra eklenerek terbi, üç mısra eklenerek tahmîs ve daha çok sayıda mısra eklenerek sırasıyla tesdîs, tesmi, tesmîn, tetsî' ve ta'şîr yapılmıştır. Bunlardan en çok kullanılanları tahmîs ve tesdîs şekilleridir.
Gazel söylemeye "tagazzül". başka bir şairin gazeline aynı vezin ve kafiyede benzer bir gazel söylemeye "tanzîr etme" ya da "cevap verme", bu gazele de "nazîre" denir. Hemen her şairin çok sayıda naziresi vardır. Nazîreler. XV. yüzyıldan başlayarak "mecmüatü'n-nezâir" denilen şiir mecmualarında toplanmıştır. Nazirenin tanzîr edilen gazelle aynı anlam ve üslûp doğrultusunda olması gerekir. Tersine bir anlamda yapılmış olanlara "nakîze" adı verilir.
Mürettep divanlarda daima kasidelerden sonra gelen gazeller kolayca bulunabilmeleri için Arap alfabesine göre kafiyelerinin son harfleriyle sıralanırlar.
Şuarâ tezkirelerinde çok defa şiirle eş anlamda kullanılan gazel, Tanzimat'tan sonraki yenilik dönemine kadar Türk edebiyatında çok önemsenen ve her şairin kullandığı başlıca nazım şekli olmuştur.
BİBLİYOGRAFYA :
Şems-i Kays, el-Mu'cem fl me'âyîri eş'âri'l'Acem. Tahran 1314 hş., s. 304; Reşîdeddin Vatvât. Hadâ'iku'ssihr fî dekâ'iki'ş-şi'r (nşr. Abbas ikbâli. Tahran 1308 hş., s. 85; Hâ-ce Abdullah-ı Herevî. Kenzü's-sâlikîn veya zâ-dü'l'ârifîn Inşr. Tahsin Yazıcı, ŞM. I. içindel. istanbul 1956, s. 73, 74. 78; M. Garcin de Tassy, Histoire de la litterature hindouie et hindous-tanie. Paris 1870; Muallim Naci, lsülâhât-ı Edebiyye. istanbul 1307, s. 166; A. G. Mirzoev, Rûdekî ue İnkişâfı Gazel. Stalinâbâd 1957; A. Bausani — A. Pagliaro. Storia della tellere-tura Persiana. Milan 1960, s. 239-526; Rypka. HIL, s. 95; a.mlf., Târîh-i Edebiyyât-ı hân (trc. îsâ Şihâbîl, Tahran 1354, s. 159-160; Hikmet İlaydın. Türk Edebiyatında Nazım. İstanbul 1964. s. 104-106: Nihad M. Çetin. Eski Arap Şiiri, istanbul 1973, s. 33-91; Cem Dilcin. Ör-neklerle Türk Şiir Bilgisi. Ankara 1983. s. 104-122; a.mlf.. "Divan Şiirinde Gazel", TDl. sy. 415-417 (19861, s. 78-193 (Divan şiiri özel sayışıl: Halûk İpekten. Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ue Aruz, İstanbul 1994, s. 7-22; Yahya el-Cübûrî. eş-Şi'rû'l-câhili, Beyrut 1407/ 1986, s. 279-292; Mustafa Sâdık er-Râfiî. Târih u âdâbi'l'Arab. Beyrut, ts., III, 111-118; Alîmed Ateş. "Gazel", IA. IV, 732-733: A. Bausani. "Ghazal", f/:'(ing.l, II, 1033-1036.
Halûk İpekten, DİA, 13.CİLT
ÖRNEK GAZELLER
GAZEL
Benî candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i yanmaz mı
Kamû bîmârınâ cânan devâ-yî derd eder ihsan
Niçin kılmaz manâ derman menî bîmâr sanmaz mı
Şeb-î hicran yanar cânım töker kan çeşm-i giryânım
Uyârır halkı efgaanım karâ bahtım uyanmaz mı
Gül’î ruhsârına karşû gözümden kanlu âkar sû
Habîbım fasl-ı güldür bû akar sûlar bulanmaz mı
Gamım pinhan dutardım ben dedîler yâre kıl rûşen
Desem ol bî vefâ bilmen inânır mı inanmaz mı
Değildim ben sanâ mâil sen etdin aklımı zâil
Bana ta’n eyleyen gaafil senî görgeç utanmaz mı
Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bû ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı
FUZULİ
******
GAZEL
Bir selâm gönder o yâre cânıma cânanıma,
Bir vefâ göster bu suz-i dile efgânıma.
Bir neyin nâlişi nar olsun yürekler yansın ah!..
Yâr!.. diyerek zikr-i cânândan bu cânım yansın ah!..
Gönlü püryân, yurdu pâyân, yâr-ı bîcan yerine,
Sevgi gönder, sevdâ gönder kıyl u kaller yerine.
Yandı gönlüm oldu mecnun fasl-ı bahâr derdine,
Sevgi söyler, sevda söyler gül-i handân derdine.
Yâ İlahî, bir çıkış göster ki güller yanmasın,
Yeniden gönülde güller açsın âhlar kalmasın.
Hârı gül eyler bu gözler, eyle Mehmed hep niyaz,
Çok hüküm sürse de zulmet, bir gün erer gene yaz.
(Fâilâtün Fâilâtün Fâilâtün Fâilün)
M T.
*****
GAZEL
Aceb bu derdümün dermânı yok mu
Yâ bu sabr itmegün oranı yok mu
Yanaram mumlayın başdan ayağa
Nedür bu yanmağun payanı yok mu
Güler düşmen benüm ağladuğuma
Aceb şol kâfirün imânı yok mu
Delüpdür cigerümi gamzen oku
Ara yürekde gör peykânı yok mu
Su gibi kanumu toprağa kardun
Ne sanursın garîbin kanı yok mu
Cemâl-i hüsnüne mağrur olursın
Kemâl-i hüsnünün noksânı yok mu
Begüm Dehhâni’ye ölmezden öndin
Tapuna irmegün imkânı yok mu
Aceb bu derdümün dermânı yok mu
Yâ bu sabr itmegün oranı yok mu
Yanaram mumlayın başdan ayağa
Nedür bu yanmağun payanı yok mu
Güler düşmen benüm ağladuğuma
Aceb şol kâfirün imânı yok mu
Delüpdür cigerümi gamzen oku
Ara yürekde gör peykânı yok mu
Su gibi kanumu toprağa kardun
Ne sanursın garîbin kanı yok mu
Cemâl-i hüsnüne mağrur olursın
Kemâl-i hüsnünün noksânı yok mu
Begüm Dehhâni’ye ölmezden öndin
Tapuna irmegün imkânı yok mu
DEHHANİ
****
****
GAZEL
Nâzenîn bu ömrümüz bir göz yumup açmış gibi
Geldi geçdi tuymaduk bir kuş konup uçmış gibi
Nice geçdi bilmedük bu rûzgâr önden sona
Eyle tut şimdi bize bir yil esüp geçmiş gibi
Niceler geldi bu mülke gitti vü göçdi girü
Şöyle kim bir kârban bir dem konup göçmüş gibi
İşbu dünyâya gelenler bir dem eğlenmediler
Hânümânın dökdi gitdi yağıdan kaçmış gibi
Sinlere var kim bilesin bu halâyık neydüğin
Sanasın kim bir ekindür Azrâil biçmiş gibi
Bahtludur şol kişi kim dünyede adı kala
Ölmedi diridürür âb-ı hayat içmiş gibi
Bu ömür sermâyesin olmaz yire harc eyledün
Şöyle kim bir key delü nakdin suya saçmış gibi
İy Âşık sen ömrüni Hak ışkına sarf eylegil
Tâ iresin hazrete bir göz yumup açmış gibi
Nâzenîn bu ömrümüz bir göz yumup açmış gibi
Geldi geçdi tuymaduk bir kuş konup uçmış gibi
Nice geçdi bilmedük bu rûzgâr önden sona
Eyle tut şimdi bize bir yil esüp geçmiş gibi
Niceler geldi bu mülke gitti vü göçdi girü
Şöyle kim bir kârban bir dem konup göçmüş gibi
İşbu dünyâya gelenler bir dem eğlenmediler
Hânümânın dökdi gitdi yağıdan kaçmış gibi
Sinlere var kim bilesin bu halâyık neydüğin
Sanasın kim bir ekindür Azrâil biçmiş gibi
Bahtludur şol kişi kim dünyede adı kala
Ölmedi diridürür âb-ı hayat içmiş gibi
Bu ömür sermâyesin olmaz yire harc eyledün
Şöyle kim bir key delü nakdin suya saçmış gibi
İy Âşık sen ömrüni Hak ışkına sarf eylegil
Tâ iresin hazrete bir göz yumup açmış gibi
AHMEDİ
kârban (kervan)
yağıdan (düşmandan)
Sinlere (mezarlara)
halâyık (yaratık)
****
GAZEL
Şâha sinün cemâlüni göreyüm andan öleyim
Susamışam visâlüne ireyüm andan öleyim
Bunca zemân lebün içün saçun karanusındayam
Âb-ı hayât kandadur sorayum andan öleyim
Dün gice düşde ben sini binüm ile görür idüm
Bu düşümün tabirini yorayum andan öleyim
Bezm-i ezelde ireli cânuma ışkı hüsninün
İrimedüm varamadum ireyim andan öleyim
Canum u aklum u gönül zülfün içinde yitdiler
Teşviş eğer olmaz ise tarayım andan öleyim
Şâha sinün cemâlüni göreyüm andan öleyim
Susamışam visâlüne ireyüm andan öleyim
Bunca zemân lebün içün saçun karanusındayam
Âb-ı hayât kandadur sorayum andan öleyim
Dün gice düşde ben sini binüm ile görür idüm
Bu düşümün tabirini yorayum andan öleyim
Bezm-i ezelde ireli cânuma ışkı hüsninün
İrimedüm varamadum ireyim andan öleyim
Canum u aklum u gönül zülfün içinde yitdiler
Teşviş eğer olmaz ise tarayım andan öleyim
KADI BURHANEDDİN
Bezm-i ezelde (yaratılış öncesinde, ruhların, Tanrı’nın güzelliğiyle kendinden geçmes
****
GAZEL
Senden ırağ ey sanem şâm u seher yanaram
Vaslunı arzûlaram dahi beter yanaram
Aşk ile şevkun odı cânuma kâr eyledi
Gör nice tâbende uş şems ü kamer yanaram
Senden ırağ olduğum bağrumı kan eyledi
Oldı gözümden revân hûn-ı ciğer yanaram
Şem-i ruhun sûreti karşuma gelmişdürür
Şaşaasından bana şule düşer yanaram
Sabr ile ârâm-ı dil kapdı elimden gamun
Bâd-ı hevâdan değil gamdan eğer yanaram
Çıkdı içimden tütün çerhi boyadı bütün
Gör ki ne âteşdeyem gör ne kadar yanaram
Yanduğum ol yâra çün gizlü değil ben dahi
Her ne kadar kim anın gönlü diler yanaram
Müddei yanar dimiş gamda Nesîmî belî
Gamda yanan yârı yâr çünkü sever yanaram
NESİMİ
****
GAZEL
Aceb nitdüm yâra virmez selâmı
Bu zâlim müddeî komaz ola mı
Menüm iki cihanda yârum oldur
Menem anun âhir kemter gulâmı
Şu cefâlar ki sen bana kılursan
Aceb kâfir Müselmana kıla mı
Yûsuf’a kalmadı bu hüsn bakî
Kıyâs eyle yârum kala mı
Seni sevmez mi yohsa Şeyyad Hamza
Denînün biridür bu kaltabâni
ŞEYYAD HAMZA
Aceb nitdüm yâra virmez selâmı
Bu zâlim müddeî komaz ola mı
Menüm iki cihanda yârum oldur
Menem anun âhir kemter gulâmı
Şu cefâlar ki sen bana kılursan
Aceb kâfir Müselmana kıla mı
Yûsuf’a kalmadı bu hüsn bakî
Kıyâs eyle yârum kala mı
Seni sevmez mi yohsa Şeyyad Hamza
Denînün biridür bu kaltabâni
ŞEYYAD HAMZA
****
GAZEL
Sinün yüzün güneşdür yoksa aydur
Canum aldı gözün dakı ne eydür
Binüm iki gözüm bilgil canumsın
Bini cansuz koyasın sen bu keydür
Gözümden çıkma kim bu yir senündür
Binüm gözüm sana yahşı sarâydur
Ne okdur bu ne okdur değdi sinden
Binüm boyum sünüydi şimdi yaydur
Temâşâçün berü gel kim göresin
Nite gözüm yaşı ırmak u çaydur
Sinün boyun bu dağdan ağdı geşdi
Cihân imdi yüzünden yaz u yaydur
Bugün ışkun odından ıssı alduh
Bize kayu değül ger kar u kaydur
Bana her gice sinden yüz bin assı
Binüm her gün işüm sinden kolaydur
Veled yohsuldı sensüz bu cihanda
Sini buldı bu kezden beğ ü baydur
(Senin yüzün güneş mi yoksa ay mıdır
Canımı aldı gözün, daha ne der
Benim iki gözüm, bil ki canımsın
Beni cansız koyasın sen, bu uygun mudur
Gözümden çıkma ki bu yer senindir
Benim gözüm sana güzel saraydır
Ne oktur bu, ne oktur; değdi senden
Benim boyum mızraktı şimdi yaydır
Seyr için beri gel ki göresin
Nasıl gözüm yaşı ırmaktır, çaydır
Senin boyun bu dağdan yükseldi, geçti
Dünya şimdi yüzünle bahardır, yazdır
Bugün aşkın ateşiyle ısındık
Bize kaygı değil (gelen) tipidir, kardır
Bana her gece(nin) senden (gelir) yüz bin yardımı
Benim her gün işim seninle kolaydır
Veled yoksuldu sensiz bu dünyada
Seni bulduğundan beri zengindir, beydir)
Sinün yüzün güneşdür yoksa aydur
Canum aldı gözün dakı ne eydür
Binüm iki gözüm bilgil canumsın
Bini cansuz koyasın sen bu keydür
Gözümden çıkma kim bu yir senündür
Binüm gözüm sana yahşı sarâydur
Ne okdur bu ne okdur değdi sinden
Binüm boyum sünüydi şimdi yaydur
Temâşâçün berü gel kim göresin
Nite gözüm yaşı ırmak u çaydur
Sinün boyun bu dağdan ağdı geşdi
Cihân imdi yüzünden yaz u yaydur
Bugün ışkun odından ıssı alduh
Bize kayu değül ger kar u kaydur
Bana her gice sinden yüz bin assı
Binüm her gün işüm sinden kolaydur
Veled yohsuldı sensüz bu cihanda
Sini buldı bu kezden beğ ü baydur
(Senin yüzün güneş mi yoksa ay mıdır
Canımı aldı gözün, daha ne der
Benim iki gözüm, bil ki canımsın
Beni cansız koyasın sen, bu uygun mudur
Gözümden çıkma ki bu yer senindir
Benim gözüm sana güzel saraydır
Ne oktur bu, ne oktur; değdi senden
Benim boyum mızraktı şimdi yaydır
Seyr için beri gel ki göresin
Nasıl gözüm yaşı ırmaktır, çaydır
Senin boyun bu dağdan yükseldi, geçti
Dünya şimdi yüzünle bahardır, yazdır
Bugün aşkın ateşiyle ısındık
Bize kaygı değil (gelen) tipidir, kardır
Bana her gece(nin) senden (gelir) yüz bin yardımı
Benim her gün işim seninle kolaydır
Veled yoksuldu sensiz bu dünyada
Seni bulduğundan beri zengindir, beydir)
SULTAN VELED
İLGİLİ İÇERİK