GAZEL-2(İslam Ans.)
 
Eski şiirin en çok kullanılan ve sevilen nazım şekli
 
Gazel kelimesi sözlükte "kadınlarla sev­gi üzerine konuşmak, söyleşmek" anla­mına gelir. Arap edebiyatında gazel bir nazım şekli olmayıp kasidelerin başında aşktan, sevgiliden söz eden bölümlere verilen addır ve "nesîb" karşılığında kul­lanılmıştır. Daha sonraları şairin aşk, sevgili, şarap, bahar gibi coşkulu haller karşısındaki duygularını anlatan şiirlere uzun yahut kısa olsun gazel denilmiştir.
 
İran'ın İslâmiyet'i kabulünden sonra gazel, Arap şiirinin etkisi altında oluşan yeni İran edebiyatında lirik şiirin en be­ğenilen şekillerinden biri olmuştur. Yeni İran şiirinde de ilk dönemlerde kaside­lerin nesîb veya teşbîb kısmını oluştu­ran gazel, İran edebiyatına kaside için­de yer alan bu şekliyle Rûdekî ile gir­miş, Enverî ve Unsurî ile devam etmiş­tir. Bu dönemlerde İranlı şairler Arap şairleri gibi caize almak için kasideler yazıyorlardı. Başlangıçta kasidenin ne­sîb veya teşbîb kısmında övülen kişile­rin sevgililerinden söz edilmezken son­radan övülen kişilerin de istekleriyle sev­gililerinden de söz edilmeye başlanmış­tır. İlk olarak Gazâîrî-i Râzî |ö. 426/1034-35), Gazneli Mahmud'a sunduğu bir ka­sidesinde Mahmud'un sevgilisi Ayaz'dan da söz etmişti. Bu durum, Horasan'da kurulan bağımsız İran devletlerinde halk şiirinin de etkisiyle nesîb veya teşbîbin daha da gelişmesine ve kasideden ayrı bir nitelik kazanarak klasik gazel şekli­ne dönüşmesine yol açmıştır. Bu dönem­lerde gazelin makta' beytinde şairin mah­lası zikredilmemekteydi. Gazellerde mah­lasa daha çok sûfî şairlerin şiirlerinde rastlandığı için bu geleneğin oluşmasın­da sûfî şairlerin payı olduğu söylenebi­lir. Mahlas kullanma geleneği, sürekli murakabe halinde olan sûfînin zaman zaman kendine adıyla hitap etmesinin sonucu doğmuş olmalıdır. Gerçek anla­mıyla kendi başına ve mahlas taşıyan bir nazım şekli olarak gazel Selçuklular zamanında Hâkânî-i Sirvânî, Nizamî ve Sa'dî tarafından geliştirilmiş, Selmân ve Hâfız'la en mükemmel derecesine ulaş­mıştır.
 
Gazel tarzının gelişmesinde kaside­lerden pek zevk almayan Moğol hüküm­darlarının da rolü olmuştur. İranlı şairler bu hükümdarlar hakkında kaside yazma yerine onların yol açtığı tahribattan duy­dukları elem ve kederleri gazellerle dile getirmeyi tercih ettiler. Ferîdüddîn-i Attâr ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi sûfî şairler gazellerinde ilâhî güzellik ve ilâhî aşk konularını işlediler. Onlardan sonra gelen Hâfız-ı Şîrâzî ise gazellerin­de rindce hayal kurmaya, felsefî ve ah­lâkî düşüncelere de yer vererek türün konusunu genişletti.
 
İran'da bölgelere göre üç farklı şiir üslûbu oluşmuş ve bu bölgelerin adla­rıyla anılmıştır. Bunlardan Horasan'da gelişen ve "sebk-i Horasânî" denilen üs­lûbun başlıca özelliği, mantıklı ve ger­çekçi duyguların sade bir ifade tarzıyla anlatılmasından ibarettir. Başlıca tem­silcileri Rûdekî, Dakîkî, Ferruhî. Abdullah-ı Ensârî gibi şairlerdir. İkinci gazel üslûbu İran Irakı'nda (Irâk-ı Acem) oluş­tu. Gazelin kasideden tam anlamıyla ba­ğımsızlığını kazandığı bu bölgede yazı­lan gazellerde dilin çekiciliği, lirik un­surlar, hayal gücü ve edebî sanatlar ön plana çıktığı gibi dinî ve tasavvuf! te­rimlere de yer verilmiş, böylece gazelin içeriği ve kapsamı genişlemiştir. İran şi­irinde üçüncü gazel üslûbu, Hint-Türk İmparatoru Bâbür'ün şiir hakkındaki düşüncelerinin de etkisiyle geliştirilen Hint üslûbudur (sebk-i Hindî). Başlangıç­ta şiirde yeni bir söyleyiş şeklinde gözü­ken akım bu üslûbun doğuşunu sağla­dı. Bu üslûpta aşk veya ona benzer bir olay karşısında duygulara değil akla önem verilir. Şair beytini hayal ve maz­munları, benzetme ve hayalleri aklın kontrolü altında yerleştirmek suretiyle meydana getirir. Baba Figânî gazele Hint üslûbunu kazandırmış, başta Sâib-i Tebrîzî olmak üzere birçok şair onun etkisi altında kalmıştır. Hindistan'a gidip ora­da yerleşen veya orada doğan Örfî-i Şî­râzî, Feyzî-i Hindî ve Nazîrî gibi şairler bu üslûbun başlıca temsilcileri arasında yer alır.
 
Türk edebiyatına gazel XIII. yüzyılda İran'dan Fars edebiyatı yoluyla geçmiş­tir. Molla Câmî, Örfî-i Şîrâzî, Sâib-i Tebrîzî ve Şevket Türk edebiyatını da etki­leyen büyük gazel şairleridir. Anadolu edebiyatı sahasında yazılan ilk gazeller­de daha çok dinî, ahlâkî ve tasavvufî konuların işlendiği görülür. XIV. yüzyıl­dan başlayarak Kadı Burhâneddin, Nesîmî ve Ahmedî ile gelişmesini sürdü­ren gazel türü XV. yüzyılda Şeyhî, Ah­med Paşa. Necâtî ve Çağatay edebiya­tında da Ali Şîr Nevâî ile mükemmellik kazanmıştır. Zatî, Hayalî Bey, Nev'î, Rûhî-i Bağdadî XVI. yüzyılın tanınmış ga­zel şairleridir. Bu yüzyılda Anadolu'da Bakî, Azerî alanında Fuzûlî gazeli doru­ğuna eriştirmiştir. XVII. yüzyıla gelindi­ğinde gazel, Nâilî'nin öncülüğünü yaptı­ğı sebk-i Hindî üslubuyla yeni bir ince­lik ve zarafet kazanır. Bu yüzyılın sonun­da Nâbî gazele fikrî bir ağırlık kazandır­mıştır. XVIII. yüzyılda Nedîm rindliği ve coşkunluğu. Şeyh Galib inceliği, duyarlı­lığı ve Mevlevîlik neşesiyle büyük gazel şairleri olmuşlardır. Tanzimat'tan sonra Encümen-i Şuarâ şairleri gazelde yeni bir atılıma girmişlerse de onu daha ile­riye götürecek bir başarı ortaya koya­mamışlardır.
 
Kafiye örgüsü "aa/ba/ca ..." olan ga­zelin bazı beyitleri ve içindeki kısımları özel adlar alır. Gazelin iki mısraı kafiyeli olan (musarra') ilk beytine "matla'", matla'dan sonra gelen beytine "hüsn-i mat­la'", son beytine "makta'" ve makta'dan önceki beytine de "hüsn-i makta'" de­nir. Hüsn-i matla'ın matla'dan olduğu kadar hüsn-i makta'ın da makta'dan güzel olmasına özen gösterilir. Gazelin en güzel beytine "şah beyit" veya "bey-tü'l-gazel" adı verilir. "Tahallus" denilen makta' beytinde mahlas söylenir. Mah­lasın seyrek olarak hüsn-i makta'da söy­lendiği de görülür. Mahlasın anlamının da göz önünde bulundurularak kullanıl­ması haline "hüsn-i tahallus" adı verilir. Bazan genç şairlere, tanınmış şairler ta­rafından yazılmış "mahlasnâme" denilen bir şiirle mahlas verilir. Mahlas yerine doğrudan doğruya kendi asıl adını ya­zan şairler de vardır. Kadı Burhâneddin ve Kemalpaşazâde gazellerinde mahlas kullanmayan böyle ender şairlerdendir.
 
Türk edebiyatında gazellerin beyit sa­yısı genellikle dört-on beş arasında de­ğişir. Dört beyitli gazellere çok az rast­lanır. En çok yazılanlar beş ve yedi be­yitli gazellerdir. Bakî ve Nâilî'nin gazel­leri genellikle beş, Fuzûlî'nin yedi beyitlidir. Şeyh Galib'de daha uzun, on bir-on beş beyitli gazellerle karşılaşılır. Kesin bir kural olmamakla birlikte gazeller genellikle beş, yedi, dokuz, on bir gibi tek sayılı beyitlerle söylenmiştir. On beş beyitten uzun gazellere "gazel-i mutavvel" adı verilir. Ahmedî ve Nesîmî'nin otuz ve elli beyte kadar uzayan gazelleri vardır. Matla' mısralarından birinin mak­ta' beytinde tekrarlanmasına "redd-i matla", öteki mısralardan herhangi biri­nin tekrarlanmasına "redd-i mısra'" de­nir. Redd-i mısra' daha çok Tanzimat'­tan sonraki dönemin şairlerince rağbet görmüştür.
 
Şairler bazan mahlas beytinden sonra gazellerini bitirmeyip bir ya da birkaç beyit daha eklerler. Bunlara "müzeyyel gazel", eklenen beyitlere "zeyl" adı veri­lir. Arapça, Farsça ve Türkçeden ikisi veya üçüyle karışık surette söylenmiş gazellere "mülemma' gazel", iki şairin mısra mısra yahut beyit beyit karşılıklı olarak söyledikleri gazellere de "müşte­rek gazel" denir. Matla'dan sonra gelen beyitlerin mısra ortalarının baştaki ilk mısra ile kafiyelendiği gazellere "musammat gazel", bunların mısra ortala­rındaki kafiyelerine "iç kafiye" adı veri­lir. Bu tür gazeller dört mefâîlün, dört müstefilün gibi ortalarından iki eşit par­çaya ayrılabilen aruz kalıplarıyla yazılır.
 
Her mısraında aks sanatı yapılmış ga­zellere "mükerrer gazel" denir. Aynı ka­lıplarla yazılan mükerrer gazeller divan edebiyatında çok az kullanılmıştır.
 
Gazelin esas konusu aşk ve sevgili, sevgilinin güzelliği, ona duyulan hasret ve bundan dolayı çekilen üzüntüdür. Sev­giliyle bağlantılı olarak ayrıca şaraptan ve tabiat güzelliklerinden de söz edilir. Bunun yanı sıra bir düşüncenin, bir ha­yat görüşünün, bahttan yakınma gibi başka konuların da işlendiği olur. XVIII. yüzyıldan sonra gazelin konusunun da­ha da genişlediği görülmektedir.
 
Gazelde öncelikle beyit güzelliğine önem verilir. Her beytin kendi içinde bir anlam bütünlüğü vardır. Bundan dolayı gazelin her beytinde değişik konuların işlenmesi kusur sayılmamıştır. Bütünüy­le belirli bir konuyu işleyen gazeller "yek-âhenk", bütün beyitleri aynı güzellik ve kuvvette söylenen gazeller "yek-âvâz" adını alır.
 
Gazelden bazı nazım şekilleri de türe­tilmiştir. Çerçeve olarak gazelin her mısraının altına gelmek üzere kısa mısralar eklenerek müstezad yapılmış, ayrıca her beytine değişen sayıda mısra katmak suretiyle bendlerden meydana gelen da­ha hacimli şekiller elde edilmiştir. Bir şairin gazeline her beytin mısraları ara­sına iki ya da üç mısra konularak taştîr, yine her beytin önüne iki mısra eklene­rek terbi, üç mısra eklenerek tahmîs ve daha çok sayıda mısra eklenerek sıra­sıyla tesdîs, tesmi, tesmîn, tetsî' ve ta'şîr yapılmıştır. Bunlardan en çok kullanı­lanları tahmîs ve tesdîs şekilleridir.
 
Gazel söylemeye "tagazzül". başka bir şairin gazeline aynı vezin ve kafiyede benzer bir gazel söylemeye "tanzîr et­me" ya da "cevap verme", bu gazele de "nazîre" denir. Hemen her şairin çok sa­yıda naziresi vardır. Nazîreler. XV. yüz­yıldan başlayarak "mecmüatü'n-nezâir" denilen şiir mecmualarında toplanmış­tır. Nazirenin tanzîr edilen gazelle aynı anlam ve üslûp doğrultusunda olması gerekir. Tersine bir anlamda yapılmış olanlara "nakîze" adı verilir.
 
Mürettep divanlarda daima kasideler­den sonra gelen gazeller kolayca bulu­nabilmeleri için Arap alfabesine göre kafiyelerinin son harfleriyle sıralanırlar.
 
Şuarâ tezkirelerinde çok defa şiirle eş anlamda kullanılan gazel, Tanzimat'tan sonraki yenilik dönemine kadar Türk edebiyatında çok önemsenen ve her şai­rin kullandığı başlıca nazım şekli olmuş­tur.
 
BİBLİYOGRAFYA :
 
Şems-i Kays, el-Mu'cem fl me'âyîri eş'âri'l'Acem. Tahran 1314 hş., s. 304; Reşîdeddin Vatvât. Hadâ'iku'ssihr fî dekâ'iki'ş-şi'r (nşr. Abbas ikbâli. Tahran 1308 hş., s. 85; Hâ-ce Abdullah-ı Herevî. Kenzü's-sâlikîn veya zâ-dü'l'ârifîn Inşr. Tahsin Yazıcı, ŞM. I. içindel. istanbul 1956, s. 73, 74. 78; M. Garcin de Tassy, Histoire de la litterature hindouie et hindous-tanie. Paris 1870; Muallim Naci, lsülâhât-ı Edebiyye. istanbul 1307, s. 166; A. G. Mirzoev, Rûdekî ue İnkişâfı Gazel. Stalinâbâd 1957; A. Bausani — A. Pagliaro. Storia della tellere-tura Persiana. Milan 1960, s. 239-526; Rypka. HIL, s. 95; a.mlf., Târîh-i Edebiyyât-ı hân (trc. îsâ Şihâbîl, Tahran 1354, s. 159-160; Hikmet İlaydın. Türk Edebiyatında Nazım. İstanbul 1964. s. 104-106: Nihad M. Çetin. Eski Arap Şiiri, istanbul 1973, s. 33-91; Cem Dilcin. Ör-neklerle Türk Şiir Bilgisi. Ankara 1983. s. 104-122; a.mlf.. "Divan Şiirinde Gazel", TDl. sy. 415-417 (19861, s. 78-193 (Divan şiiri özel sa­yışıl: Halûk İpekten. Eski Türk Edebiyatı Na­zım Şekilleri ue Aruz, İstanbul 1994, s. 7-22; Yahya el-Cübûrî. eş-Şi'rû'l-câhili, Beyrut 1407/ 1986, s. 279-292; Mustafa Sâdık er-Râfiî. Tâ­rih u âdâbi'l'Arab. Beyrut, ts., III, 111-118; Alîmed Ateş. "Gazel", IA. IV, 732-733: A. Bau­sani. "Ghazal", f/:'(ing.l, II, 1033-1036.
 
Halûk İpekten, DİA, 13.CİLT
 
 
 

İLGİLİ İÇERİK

BEYTÜ’L GAZEL NEDİR?

GAZEL NAZIM ŞEKLİ

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi