Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 


II. BÖLÜM

(Arif ve Üstün ayrı ayrı yerlerden içeri girerler. Neşelidirler. Ortada buluşurlar.)

ÜSTÜN — Söyle bakalım dinlendin mi?

ARİF — Hem de nasıl! Bir sigara tellendirdim, kafam yerine geldi.

ÜSTÜN — Demin senden bıktım falan diyordun. Bıkkınlığın geçip de beni göreceğin geldi mi?

ARİF — Onu bana ne soruyorsun, seyircilerimize sor.
(Gülüşürler. Seyircilere bakıp "nasıl" gibilerden gözleri kaslarıyla sorarlar.)

ÜSTÜN — Onların seni göreceği gelmiştir. Sen otur, bekle burada. Ben de gideyim, senin işlerle uğraşayım. (Gider.)

ARİF — Ben de şurada oturur, gelip geçeni seyrederim. (Doktor girer. Züppe tipli doktorlardan. Her hali ile özentili bir tip. Konuşma tarzında bazı entellektüellerde rastlanan ve İngilizcenin, Fransızcanın etkilerini taşıyan bir özellik var. Her hali ve davranışı bu memleketin örf ve âdetlerinden kopmuş olduğunu gösteriyor. Hatta tipi komik kılmak için bu hususta mübalağaya da gidilecektir.)

DOKTOR — İllet, illet, illet. İllet, illet, illet. Efendim, millet değil illet. (Tam ortada birden dansa başlar.) Ça ça ça çaça ça ça ça. İl illet, illet let let let. Millet değil illet, let let (Tekrar dans eder, tek başına, özentili hallerle.)

ARİF — Gözleri açılmış, şaşırmış. O sırada Doktor ona da sarılır, dans ettirir. Birden duraklar, sinirlenir, Arif i iter.) Git yanımdan, keş herif. (Seyirciye) Yok efendim yok. Bu millet millet değil illet. Bu illet de milli felaket. Ben Amerika'dayken, Avrupa'dayken, yani Amerika'dayken, Amerika'daydım yani. (Konuşmasından fikirsiz bir insan olduğu anlaşılıyor, kekeleyerek, boyuna tekrarlayarak konuşuyor.) Yani çok çok ben, yani ben Amerika'dayken beni yani ben, ben ben ben. Gezdim ben, gördüm ben, ben yani ben. Teker teker.) Bu millet adam olmaz. Bu millet rezalet, bu millet illet. Ah ben Avrupa'dayken, Amerika'dayken!!!. Ben Amerika'dayken, Amerikan donu giyip, Amerikan lafı ederken. Ah Amerika'dayken ben, yani ben ben! Ben aydmay adama ben ay.

ARİF (Hayretle dinler, sonunda bir ıslık çalar, seyircilere) — Bu adam deryanın deryası; iyi laf kıvırıyor.

DOKTOR (Arif e aniden yapışır) — Yok efendim yok. Herifler insanoğlu insan. Ben Amerika'dayken herif bir düğmeye basıyor, şrak tamam.

ARİF (Dalga geçerek) — Şrak!!

DOKTOR — Herif elini bir kaldırıyor. Trak, tamam.

ARİF —Trakü

DOKTOR — Herif bir nefes alıyor. Krak, tamam.

ARİF — Krak.

DOKTOR — Tamam. Şrak, trak, krak, brak.

ARİF — Trak, şrak.

DOKTOR — Frak giyiyor herif, frak. Çöpçüsü bile frak giyiyor. İşe mi gidecek, frak. Yıkanacak mı, frak. Yatacak mı, frak.

ARİF — Desene herif anasından frakla doğmuş.

DOKTOR — Hem de nasıl?

ARİF — Ah frak, şrak, trak.

DOKTOR — Ah ben kabak. Ah ben salak. Ah ben ah. Ah ben aydın adama. Kalk gel buraya. Amerika'dayken ben ah! (Gene dansa başlar) Ça ça ça! İl il let let!!...

ARİF (Neşelenmiş, ona uymağa çalışır.) — Et et et!...

ÜSTÜN (Hızla içeri dalar) — Arif Arif Arif!!..

ARİF — Et et et!!.. (Dansa devam.)

ÜSTÜN — Oldu mu oldu. ARİF (Durur) — Ne oldu?

ÜSTÜN — Dinle beni. Gittim, gördüm, geldim. Her şey tamam.

ARİF — Yaşşa!

ÜSTÜN — O onu görecek, o buna diyecek, bu şuna yaptıracak, selam verecek, el öpecek, göz kırpacak, ha diyecek, olacak cek cak.

ARİF — Bu muydu tamam dediğin? Arkadaşım karnımız tok bu cek caklara.

ÜSTÜN —Allah Allah!..

DOKTOR (Birden kollarına girer, onları sürükler, fısıl fısıl) — Bak şimdi bak, bu iş böyle olmaz, hemen bir kanun çıkaracaksın. (Üstün' le Arif iyice şaşkınlaşırlar. Bu acayip tipi birbirlerine gösterip alay ederler.) Herkese bir beyanname vereceksin. Sonra o kâğıtlara göre herkesi sınıflayacaksın. Biri okumuş, diplomalar almış, Avrupa, Amerika görmüş mü? Onu ayıracaksın bir kenara. Diyeceksin işte bu insan. Öteki az buçuk okumuş, giyimi kuşamı düzgünce, işleri idare ediyor mu? Ona da diyeceksin Adam. Geriye kalanları da iteceksin bir kenara; o da Vatandaş! (Arif fena olacak olur, Üstün hafif bir tekme atar.) Herkese bir kart vereceksin. İnsan, Adam, Vatandaş diye. Yolda birini gördün mü, yanaşacaksın yanına. (Bir seyirciye yanaşır.) Bakacaksın kartına; vatandaşsa yapışacaksın yakasına. Hemşerim, söyle bakalım, adın ne? Memleketin nere? Hemen yakalayıp postalayacaksın, memleketine. Temizleyeceksin şehri bu taşralılardan. Sonra kur bir fabrika, ver herkese otomobil. Kur bir fabrika, ver herkese ça ça ça. Bak memleket nasıl adam oluyor.

ARİF (Üstün'e) — Kim bu?

ÜSTÜN — Tanıdık bir doktor işte. Adamımdır, merak etme.

DOKTOR — Bu millet millet değil, illet. 24 saat versinler bana şu devleti, bak nasıl adam ediyorum.

ÜSTÜN — Oooo, merhaba Doktor bey.

DOKTOR (Ona şöyle bir bakar, inceler) — Sen adamlardansın, ben insanlardanım, bana muhatap olamazsın, git işine.

ÜSTÜN — Aman Doktor Bey, ben senin amcanın alışveriş ettiği dükkâncının uzaktan akrabasıyım yahu.

DOKTOR (Soğuk) — Haaü!

ÜSTÜN (Arif'e) — Köftehor, nasıl da tanıdı hemen. (Doktor'a) Aman doktorcuğum, ilmine irfanına sığındık. Şu bizim arkadaş fena halde rahatsız. Şunu bir muayene...

DOKTOR — Şu çapaçulu, şu taşralıyı muayene edeceğim, ben? Ben ta Amerika'dan böylelerinin ağız kokusunu mu dinlemeğe geldim ha?
ÜSTÜN — Haşa, ama işte arada sırada, hatır için.
DOKTOR — Ah kafa. Amerika'dayken Amerikan donu giyip, Amerikan lafı ederken, sen her nimeti tep. Bir ana baba
uğruna gel. Şu pis hastaneye tıkıl, bu milletin içinde harcan git. (Kafasına vurur.) Tuu, bu kafaya!.. (ARİF zaman zaman Doktor'a sinirlenir, bu gibi sözlerine tepki duyar.)
ÜSTÜN — Ama ne yaparsın işte, insanlık.
DOKTOR — Bu mu insanlık? Sen gel insanlığı Amerika'da, Avrupa'da gör. Altımda son model otomobil vardı. Zank diye böyle seksenle kalkardım. Kıvılcım çıkardı be! Basarsın gaza! Haftada bir otomobil değiştir. Gani. Sonra sabahlara kadar çaçaca. Çaçaca (Dans eder.) Heriflerin tek eksiği var. Koca memlekette bir tek nargile yok. İnsan şöyle ağız tadıyla bir nargile fokurdatmaya hasret kalıyor.
ÜSTÜN — Ne olursun, Doktor, gözünü seveyim.
DOKTOR — Peki, peki, gelsin bakalım,
ÜSTÜN — Haydi durma, git konuş. (Arif gider, doktorun karşısına dikilir.)
DOKTOR (Ters) — Hasta mı?
ÜSTÜN — Evet.
DOKTOR — Kime sordun da getirdin, be adam!!..
ARİF — Efendim?
DOKTOR — Bizde yer yok, götür başka hastaneye. Ne olursa olsun, anası doğururken bana mı sordu? Zıbarsın, almıyorum. Kime şikâyet edersen et.
ARİF —Hay ir, hafif bir...
DOKTOR — Ulan öyleyse bana ne getirdin? Hastane ne içindir, sen bilmez misin, hastane doktor elinde ölmüş olmak içindir.
ARİF — Hasta benim, muayeneye geldim.
DOKTOR (Duraklar) — Muayeneye geldin ha.
ARİF — Evet.
DOKTOR — Hah hah, muayeneye gelmiş. (Çok şaşırmış ve
hoşlanmış; alay ederek) Hastanede muayene olacakmış.
ÜSTÜN — Koş sıra numarası al. (Bir telaş. Arif aptallaşmış, bir yerlere koşar. Ötekiler de peşinden. Bir kenarda sıkıştırırlar. Üstün ile Doktor kalabalığı oynuyorlar.)
ARİF (Üstün'le Doktor'un arasından başını çıkararak) — Sıra numarasını aldım.
ÜSTÜN — Koş, kaydını yaptır.
ARİF (Aynı oyun) — Kaydım yapıldı.
ÜSTÜN — Koş, kuyruğa gir. (Arif Doktor'la burun buruna gelir.)
DOKTOR (Ters bir ifade ile) — Ne var?
ARİF — Doktor Bey, biraz rahatsızlık...
DOKTOR — İyi, iyi geç otur şuraya. (Dolaşır. Cebinden badem çıkarıp atıştırır. Seyircilere de badem tutar. Birden bağırır.) Utan be, utan be, utan!.. Ne yüzle be, ne yüzle be, ne yüzle!!.. Bilmez miyim ben sizlerin ne mal olduğunu. Sabahtan akşama kadar dalga geçersiniz, sonra da çat kapı damlarsınız bana. İstirahat almaya geldin değil mi? (Badem atıştırır) Derdin ne?
ARİF — Vallahi zaman zaman...

DOKTOR — İyi iyi iyi... Geç otur şırya... (Bunu anlaşılmayacak kadar çabuk söyler.) Geçtir şırya...

ARİF — Anlamadım.

DOKTOR — Geçtir şırya be... Allah Allah, nedir şu aydın adamın bu milletten çektiği!!.. Soyun hadi, soyun. (Arif mütereddit kalkar.) Sallanma, çabuk ol, işimiz gücümüz var. Bütün gün seninle mi uğraşacağız, hayvan herif? Vazgeç, vazgeç, soyunmasan da fark etmez. (Doktor Arif'in nabzım şöyle bir tutar). 1,2,3,4,5,6,7,8,9,10... İyi nabız 110. Normal!!.. (Elini şöyle bir alnına götürür.) Ateş normal! (Beş parmağını gösterir.) Bu kaç? (Arif tam söyleyecek, ağzında bırakır.) Gözler sağlam. (Göz kapağının altına bakar.) Kansız; yok bir de kanlı olacaktı. Normal. (Sırtını dinler.) öhö de.

ARİF—-öhö!!..

DOKTOR — Ciğerleri berbat. Yok, bir de sağlam olacaktı.
Normal, Aspirin alırsın olur biter. Git işine.

(ARİF, suratı bir karış, yanından ayrılır.)

ÜSTÜN — Ne haber?
ARİF — Bırak Allah’ım seversen, muayene mi olduk, dayak mı yedik anlamadım.
ÜSTÜN — Ben anladım, aspirini dayadı hemen değil mi?
ARİF—Ha!!..
ÜSTÜN — Oldu mu ya birader, hastane işi muayene etmiş
seni. Ayıp etmiş. Dur bir konuşayım sununla.
ARİF — Gözünü seveyim, bırak ben vazgeçtim.
ÜSTÜN — Olmaz öyle şey. (Doktor'a) Aman Doktor
Bey, çok ayıp ettin. Hastane işi yapma. Para alamam diye
korkmadan muayene et şunu.
DOKTOR — Peki, peki. İcabıma bakarım.
ÜSTÜN — Gördün mü hatırımı?

DOKTOR (Arif'e, bu sefer telaşlı bir halde, numara yapıyor.) Nasıl durum, ağrılar, sızılar, ateş, nabız? Tamam. Demedim mi, bugüne kadar beklenir mi yahu, insan daha önce gelir. Dur dur bakayım. Hiii, vah vah vah!!.. (Bu sırada Arif hep konuşmak ister, konuşamaz.) Ah bu ihmal! Hastalığın ne, biliyor musun? Verem. Yaaaa... (Arif ayağa fırlar.)

ÜSTÜN (Doktor'a) — Pist pist!.. ("Yok, canım pot kırma" gibilerden işaret yapar.)

DOKTOR (Bozulur. Arif'e) — Veremden korkarsın da; başka şeyden korkmazsın. Kanser, kanser!..

ARİF — Neee?

DOKTOR ("Nasıl oldu?" gibilerden Üstün'e bakar. Üstün "olmadı" işareti yapar. Telaşla) — Şey canım, dilim dolaştı, frengi yahu!..
ARİF (Haykırır) — Haaa?..
ÜSTÜN (Yerinden fırlar, Doktor'un koluna girer, fısıl fısıl.) — Ne yapıyorsun Doktor, pot üstüne pot kırıyorsun. Derdi öyle bir şey değil.
DOKTOR — Aaa, üstüme fazla varma, bana ters bir iş yaptıracaksın.
ÜSTÜN — Niye?
DOKTOR — Liseyi bitirince mühendisliğe heves ettik, kazanamadık. Kendimi hukukta buldum, hukuk mukuk, hık mık derken, ertesi yıl tıbba attım kapağı. Zar zor bitirdim orayı; döne döne. Onun için ben öyle fazla bir şey bilmem.
ÜSTÜN (Çaresiz) — Peki, ne yapalım!..
DOKTOR (Arif'e) — Anladın mı, hastalığın frengili bir kanser. Yüzde on da verem var. Şimdi sen benim muayenehaneme gel. Filmini alalım. Tahlil yapalım, kanını sayalım, tansiyonuna bakalım, kardiyo, elektro, manyeto, banyeto, peçeto; hemen bakalım, tam teşhisi koyalım.
ARİF — Doktor Bey, bu işe fazla para gidecek gibi geliyor bana.
DOKTOR — Eee, ne yapalım. Hasta olurken bana mı sordun?
ARİF — Benim öyle fazla param yok Doktor Bey.
DOKTOR — Vardır, vardır.
ARİF — Yoktur, yoktur.
DOKTOR — Hadi hadi, çık parayı.
ARİF (Uzun zamandan beri sinirlerine güç hâkim olmaktadır.) — Param yok be, git işine!
DOKTOR (Birden sinirlenir.) — Bana bak, ben Amerika'dan gelmiş adamım. Doğru dürüst konuş vatandaş. Haddini bil.
(ARİF birden titremeğe başlar.)
ÜSTÜN — Aman Doktor, gözünü seveyim git.
DOKTOR — Aman patlasın. (Ça ça yapar gibi) Yaşanmaz burada, burada. (Çıkar.)
ÜSTÜN — Yapma Arif. Arif! Yapma gözüm. Anlaşıldı. Dön arkam. (Tekme atar.)
ARİF (Sakinleşir) — Yarabbi şükür, bu sefer kolay atlattık.
ÜSTÜN — Şimdi bak, sen şurada biraz otur, kendine gel, ben de gideyim doktor tanıdıkları dolaşayım, belki bir şeyler yaparız.

ARİF — Hadi bakalım, güle güle. (Üstün çıkar. Arif ortalarda bir iskemleye oturur. Bu sırada artık neşesi, keyfi yerine gelmiştir.) Vay canına demek böyle zıpır doktor da varmış. (Bir türkü tutturur. Bu sırada aniden Maskeliler içeri doluverirler; iskemleleri alarak Arif'in yanı başında toplanır, başlarını onun kucağına, omuzlarına koyarlar. Herkes birbirinin içinde. ARİF bu işe pek şaşar.)

ARİF — Hoppala, ne oluyoruz? Hey? Yok, kucağıma yat. Hani samimiyete de bayılırım. Bana bakın. Sapıttınız mı siz? (Seyircilere.) Ha, şimdi anladım. Bunlar hastanecilik oynuyorlar. Bakın, biz hastalar bir yatakta idare ediyoruz. (Bu iş çok hoşuna gider. Maskeliler'in bu oyunundan zevk almış âdeta. Evcilik oynayan ufak çocuklar gibi. Maskeliler'in hareketlerinde birlik ölçülük var. Başlarını tutarlar, sanki başları ağrıyor.) Ooo, bunlar fena halde hasta yahu. Meydanda ilaç falan da yok ki verelim. (Maskeliler can çekişiyor.) Hey hastabakıcı, yetişin. Kimse yok mu yahu? Burada millet can çekişiyor. Doktor, odacı, hastabakıcı, doktorcu! Eyvah gitti, bunlar gitti. Yetişin. (Bu sırada Arif koşuşmakta. Maskeliler gülüşerek kaçışır.) Baştabip, sontabip, hemşire, hemşeri. Yangın var! (ötekilerin yok olduğunu fark ediverir.) Hoppala bunlar yok oldu. Rüya mı gördüm ben? Bir katakullü döndü ama anlamadım. (İçeri bir hademe dalar: suratından düşen bin parça, ters, meymenetsiz, sinir bir tip. Bazı müesseselerde, dairelerde insanın karşısına çıkan küstah hademelerden. Hademe saltanatının güçlü örneklerinden biri. Ufacık dünyası içinde kalakaldığı, cahillik, hurafelerde yüzdüğü anlaşılıyor.)

HADEME (Hızlı hızlı yürüyerek gelir. Ortaya girecekken durur, elleri belinde) — Of, of, of şu hale bakın. (ARİF şaşkın bakakalır.) Hep o namussuz gavurların işi bu, hep bu şeytan döllerinin işi. Ahlak kalmadı ki, din kalmadı ki, iman kalmadı ki. Şu hale bakın. Memleketin işleri ne hale geldi bir bakın. Bunu yapan adam anasını da satar, dinini de satar. Biz sabahtan akşama kadar memleket için çalışalım, çırpınalım, gelsin bir dinsiz sütü bozuk bu haltı yesin. (Bir seyirciye.) Ne baktın yüzüme efendi? Bu memleket benden iş bekliyor, iş. Bir de şuranın haline bak. Her dakika gelir, düzeltirim şurayı. Gene de allak bullak ederler. (Hızla iskemlelere saldırır, her birinin yerini değiştirir, fakat her birini gene aldığı yere koyar. Gereksiz bir dinamizm. Bir sonuca varmayan bir çırpınma.) Bunun yeri burası, bununki de burası. (Birden bir seyirciye.) Yüzüme bakıp durma, iskemleye bak. Biri tutar da yerini değiştirirse seni sorumlu bilirim. (Hem çalışır, hem konuşur.) Hangi birine yetişeyim. Çay getir, kahve getir, su getir, gazoz getir. Sigara al, ekmek al, toz al. Şu koca devlet kapısının bütün işleri bende. Şöyle bir dakika ben artık çalışmayacağım desem, dairenin işleri şıp diye durur. Tabii çayı, kahveyi kim getirecek. Şu toza bak. (Cebinden toz bezi çıkarır, bezi bir silker, ortalığı toz bulutu kaplar. O pis bezle entipüften bir toz alır, çarçabuk. Seyircilerden birinin ayakkabısına.) Amma da tozutmuşsun ha. Bu toz ne? Bu hep o dinsiz gavurların işi. İcat etmişler otomobilleri, otobüsleri, başımıza toz belası çıkarmışlar. Müslümanların hepsi ölsün diye yaaaü! (Bu sırada Arif'in de tozunu alır, sanki heykelin tozunu alıyor.)

ARİF — Ayakkabımın da tozunu al.

HADEME (İrkilir, bir an şaşkınlıktan sonra) — Bağırma.

ARİF — Ayakkabımın tozunu al.
ÜSTÜN — E peki ya memur bey?
HADEME — Burda burda ama onun da borcu var, derdi var, tasası var.
ARİF — Desene buradakilerin kendi yok, ismi var.
ÜSTÜN — Hay Allah, arkadaşa iş arıyorduk, bir görüşeyim demiştim.
HADEME — Kim arkadaş?
ÜSTÜN — İşte. Gelsene Arif şöyle.
HADEME — Bu mu? (Arifi süzer.) Bizde iş yok. Arkadaşında da iş yok.
ÜSTÜN — Vardır, vardır, hele ben bir müdürü göreyim.
HADEME (Bağırır.) — İş olup olmadığını müdür bilir mi be, ben bilirim. İş yok.
ARİF — Müdür niye bilmezmiş?
HADEME — Hiç müdürün işine senin kafanın aklı erer mi? Müdür dediğin adamın ne zor işi vardır, sen bilir misin? Sabahın ayazından, akşamın karanlığına nefes almaz kâğıt imzalar, gelsin kâğıt, gitsin kâğıt. Bas imzayı, bas damgayı. Buna can mı dayanır? İşi yok da seninle uğraşacak.
ÜSTÜN — Peki kim uğraşır bu işle?
HADEME — Ben uğraşırım, ben. Ne sandın, adam mı alınacak bana sorulur. Kovulacak mı var, bana sorulur. İşte bu kadar. (Birden iskemlelere atılır. Başlar gene yerlerini değiştirmeye, bu âdeta bir tik olmuş onda. Tabii bütün bunlar komik unsurlar.
Üstün ve Arif bakışırlar.)
ÜSTÜN — Kuzum teyze izin ver de müdüre bir görünelim.
HADEME — Olmaz efendim olmaz. Sen bu kadar kolay müdüre çıkacak olduktan sonra bana ne ihtiyaç var.
ÜSTÜN — öyleyse arkadaşa bir iş.
HADEME — Bu gün git, yarın gel.
ÜSTÜN — Sen istesen...
HADEME — Pazartesi, Perşembe.
ÜSTÜN — Ufak bir iş.
I İADEME — İşim var, meşgulüm.
ÜSTÜN — Gözünü...
HADEME — Meşgulüm, meşgulsün, meşgul. Meşgulsüz, meşgulsünüz, meşguller.
ÜSTÜN —Etme...
HADEME — Az laf, çok iş.
ÜSTÜN —Eylemeli
HADEME — Memleket bizden iş bekliyor iş.
ÜSTÜN — Arkadaş da...
HADEME — Hay hay, tabii, memnuniyetle, düşünelim, haber veririz, olursa isteriz tabii. Git işine. (Gene iskemleye saldırır. Arif onun bu tikine bozuluyordun O da aniden aynı iskemleye saldırır. Sessiz bir çekişme başlar. Uzun olabilir.)
ÜSTÜN (Hayretle) — Arif ne yapıyorsun?
ARİF — Ne yapalım? Kapanın elinde kalıyor meret.
HADEME — Tavsiye mektubun var mı, kimden, kimin adamı?
ÜSTÜN — Pek yok.
HADEME — Olmaz olmaz...
ÜSTÜN —İyi ama...
HADEME — Hayır, hayır.
ÜSTÜN (Arif e bakar, bir an düşünür, bir hinoğluhinlik bulur, göz kırpar. Hademenin kulağına eğilerek.) — Ama o da bizden.
HADEME (Ayağa fırlar.) — Ne bizden mi? (Arif bu işe çok şaşar. Olup biteni anlamaz. Hademe ARİF' e sokularak esrarengiz bir sesle.) — Bizden misin sen? (Üstün arkadan işaretler yapar.)
ARİF —He ya!!!
HADEME (Çok esrarengiz, sağa sola işkilli bakışlar. İyice mübalağa edilmeli.) — İnanmam sen bizden değilsin.
ARİF — Yok değilim.
HADEME — Abaza.
ARİF — Vallahi değilim.
HADEME — Kızılbaş.
ARİF — Yok canım.
HADEME — Yörük.
ARİF — Hayır.
HADEME — Laz:
ARİF — Yok, yok.
HADEME — Türkmen.
ARİF —Değil.
HADEME — Arnavut.
ARİF — Hoppala.
HADEME — Ya nesin?
ARİF — Türküm işte be. Hepimiz Türküz işte. Var mı ötesi?
HADEME — Geç şimdi onu bir kalem. (Arif buna müthiş
bozulur. Üstün'e bakar, çaresizlik ifade ederler.) — Ha, ha
anladım. Muayene edeceğim. (Üzerine yürür.)
ARİF — Neee? (Kaçar.)
HADEME — Bakacağım.
ARİF —- Üstün yetiş.
ÜSTÜN — Teyze ne oluyorsun?
ARİF — Muayene edeceğim, kuyruğuna bakacağım.
ÜSTÜN — Yok canım.
HADEME — Peki, nerelisin sen.
ARİF — Antepli.
HADEME — Vay, demek sen de bizdensin. (Bu işe Arif ile
ÜSTÜN şaşarlar.) Mahallen nere?
ARİF — Hacı cavcav.
HADEME — Vay demek sen de bizdensin. Sokağın nere?
ARİF —Hacı Bakkal.
HADEME — Demek sen de bizdensin. Hangi ev?
ARİF — Mavi kapılı ev.
HADEME — Olmadı. Sen bizden değilsin.
ARİF — Niye o?
HADEME — Bizden olanlar sarı kapılı evde oturanlardır.
ÜSTÜN — Sizler kimsiniz?

HADEME — Hacı Cavcav mahallesinin Hacı Bakkal sokağında sarı kapılı evlerde oturanlarız. Biz ya. Bizden olsaydı şıp diye iş vardı.
ÜSTÜN — Ama size komşu.
HADEME — Ama bizden değil.
ARİF — Eee ne olacak şimdi.
HADEME -— Seni bir yoklayacağım, imtihan edeceğim. Gözüm tutarsa belki iş veririm. (Arif nerdeyse bu manyak kadını gırtlaklayacak. Üstün'ün de cam sıkkın.) Gel buraya. (Arifin kafasını karışlar.) 3 karış 4 parmak. (Üstün'e.) Gördün mü bizden değil. Kafasının ölçüsü tutmuyor. (Arif'in kafasını karpuz seçer gibi yoklar.) Eh, pek de fena değil. Müslüman mısın? Sen?
ARİF — Elhamdülillah.

HADEME (Çok cahilce bir ukalalık takınır ve kendini pek önemseyerek sorar.) El vaha mılk, mahni felah, sulhu guluk. (Arif iyice şaşkınlaşır, Üstün'e bakar, onun uydur işareti.)
ARİF — Gug guguk guk.
HADEME — Âlâ, Peki 185'inci halife 9'uncu karısından olma 15'inci oğlunun sünnet düğününde gördüğü yabancıya ne dedi?
ARİF (Baştan savar.) — Gel de sofraya otur, karnını doyur dedi.
HADEME — Yanlış. Her kim ola rızkı fışk, fışkı rızk ola dedi. Söyle bakalım para konuşmak günah mıdır değil midir?
ARİF (Omuz silker.) — Değildir.
HADEME — Günahtır. Para şeytanın cehennemden dünyaya saldığı ifrittir. Onu ağıza almak günahtır. Para lafı konuşmayacaksın. Ne verirlerse alacaksın. Bir müddet parasız çalışacaksın.
ARİF (Üstün'e) — Artık keselim burada, yoksa bu karının gırtlağına sarılacağım. (Üstün çaresizlik ifade eder. Hademe birden Arif'in eline bir şaplak vurur. Geri çekilir, bakar. Arif irkilir, hamle eder, şaplağı iade eder. Çekilir "oh olsun" gibilerden bakar. Hademe'nin hamlesi: 2 şaplak; Arif’in hamlesi; 3 şaplak! Hademe'nin hamlesi; tempolu 5 şaplak. Arif hızla saldıracak olur.)

HADEME — Olmadı! Dur! (Arif durur, şaşkın.) Olmadı. İmtihanı kaybediyorsun, dikkat et! Dayak yedin mi hamle etmek yok.
ARİF — Anlaşıldı! Buyur. (Hademeye arkasını uzatır.)
HADEME (Zevkle bir tekme atar.) — Oh! Afferin sana (Arif Üstün'e bakar.)
ÜSTÜN (Şevk vererek.) — Hadi gayret, kazanıyorsun imtihanı!

HADEME — Mankafa, kelkafa, piskafa, paskafa, şapkafa, hırtlanboz!.. Cücük, salyangoz! (Goz hecelerine basar.)
ÜSTÜN (Seslenir.) — Arif, nasıl küfrederse etsin, cevap vermece yok!

ARİF — Ama birader görüyorsun halimizi!
ÜSTÜN — Sabırlı mısın diye bakıyor. Sık dişini!
ARİF (Seyirciye.) — Sıka sıka diş kalmadı!
HADEME — Bana bak, ben şimdi senin, müdürünün, müdürünün müdürüyüm. Şuradan geleceğim. Sen de beni karşıla.

ARİF — Ne yapacağım yani?

HADEME — Ezilip büzüleceksin. Geliyorum. (Haşmetli ve gülünç pozlarla gelir. Arif biraz ezilir, büzülür.) Ezil büzül! (Arif biraz daha gayret eder.) Ezil daha ezil, büzül! (Arif' in oyunu.)

ÜSTÜN — Arif, ezil!

HADEME — Büzül!

ÜSTÜN — Ezil!
HADEME — Büzül herif büzül!

ÜSTÜN — Ezil Arif ezil!

HADEME — Ezil be!
ÜSTÜN —Büzül be!!
ARİF (O da patlar, bağırarak ayağa fırlar.) — Yeter be!!! Ben gidiyorum! İşiniz de yerin dibine batsın.

ÜSTÜN — Aman Arif etme!

HADEME — Dur! Seni işe kabul ettim.
İKİSİ BİRDEN (Şaşırmış) — Ha??
HADEME — Hemen işe başla, hadi. (Arif ve Üstün sevinirler.)
ARİF — Söyle bakalım ne yapacağım?

HADEME — Ne yapacaksın, çalışacaksın. Yalnız önce şöyle bir çalışmana bakacağım. Gündeliğin şimdilik sekiz lira! İyi çalışırsan arttırırız. Yalnız çalışırken sağa bakmaca, sola bakmaca, nefes almaca, yutkunmaca, aksırmaca, kırıştırmaca, oyalanmaca, bilmece, bildirmece, el üstünde kaydırmaca yok. Yasak ve günah!

ARİF — Sağol!

HADEME — İşin şu ortalığı toplamak, toparlamak. Dikkat, başlıyoruz. (Ortadaki bir iskemlenin üstüne çıkar. Elini çırparak.) Başla! (Oyun başlar. Arif iskemleleri düzeltir. Onu buraya, bunu oraya, götürür. Taşır. Öte yandan Hademe boyuna konuşur. Konuşmasında âdeta bir tempo vardır. Her durma deyişinde el çırpar. Bu yüzden Arif irkilir her "durma" da. Tempo gittikçe hızlanır. Her kelimede parmak şaklatarak

HADEME devam eder. İlk önce ağır ağır.) Onu, buraya!.. Bunu... oraya, şunu, şuraya... (Konuşmasında ve parmak şaklatmasında monoton bir tempo var.).. Surdan... oraya!.. Ordan... öyle!.. Burdan... böyle!.. Burdan... şuraya!.. Çalış... çalış.. Durma! (El şaklar.) Çalış... Durma... Çalış... Durma... Çalış... Ulan çalış- Durma çalış- Para- gelsin-Kese-dolsun- Kasa- dolsun- Karın- doysun- Göbek şişsin- Durma-çalış- Ulan- durma- Çalış ulan çalış- Ulan Dur! (Zınk diye dururlar. Hademe sakin. Tane tane.) Mesai bitti! (Gider, bir iskemleye oturur. Bundan sonra oyun nispeten ağır ve sakin.)

ÜSTÜN — Arif, hadi git de paranı al! (Arif gider.)

HADEME — Kaçtı gündeliğin?
ARİF — Sekiz lira!
HADEME — Al sana sekiz lira. (Eline verir bir şeyler.) Ver şimdi bana 187 kuruş 10 para.
ARİF — O da niye?
HADEME — Pul parası: (Arif verir.) Daha ver bakalım 252 kuruş 33 para!
ARİF — O niye?

HADEME — Gelir vergisi! Daha ver bakalım 112 kuruş 1 para.
ARİF — O neden?
HADEME — Sigorta parası! Ver 97 kuruş daha, ihtiyarlık vergisi. Ver 165 daha! Maluliyet vergisi! Ver 85 daha! Vergilerin vergisi! Ver 71 daha! Vergiler zam vergisi! Neticei kelam; 112 kuruş borcun kaldı. Yarın; çalışır, ödersin.

ARİF — Ben bu hesaptan bir şey anlamadım. (Seyirciye.)
HADEME — Yok anlayacaktın.

ARİF — Hem çalıştım, hem borçlu çıktım! Amma da iş!
(ARİF bozulmuş.)
HADEME — Fazla konuştun git işine.
ARİF — Sen git- işine, deli kan.

HADEME — Vay! Sen, koca müdürün hademesine nasıl deli dersin?
ARİF —- Sen deli değil, zır delisin be!
HADEME — Vatandaş, vatandaş haddini bil! (Arif'in krizi.)
ÜSTÜN — Aman çabuk git.

HADEME — Bağlasalar durmam zaten. (Çıkarken.) Günde kırk defa "ya sabur," seksen defa da "yarabbi şükür" demeyen adamın hali böyle olur işte. (Gider.)

ÜSTÜN — Bu karı gerçekten zır deli. Arif! Arif! (Arif'i hemen bir seyircinin önüne getirir.) Ben tekme atamıyorum artık. Yüreğim paralanıyor. Ne olur, siz bir tane sallayın da kendine gelsin.

ARİF (Sakinleşir.) — Birader, hademe gördük ama böyle de sapığına rastlamadık. Üstün, gözünü seveyim, bende sabır kalmadı, şu işleri bir hallet.

ÜSTÜN — Merak etme, şimdi gidiyorum. (Koşarak çıkar. Arif bir kenara oturacak olur.)

ARİF — Bugün çattık belaya. Hep kötüsü de bize geliyor. (Bu sırada Maskeliler dolar içeri. Gene fantazi sahnesi. Bale adımları, yumuşak hareketler.) Hah, bir bunlar eksikti. (Biri aniden Arifin sırtına atlar. Ötekiler yere oturuverirler.) Hoppala! (Sırtındaki onu mahmuzlayarak biraz dolaştırır.) Kardeşim yeter artık, in aşağı! (ötekilere.) Hey bari siz bir şey söyleyin. (Onlar hep beraber "sus" işareti yapar, ağızlarını kaparlar.) Ama halime baksanıza. (ötekiler gözlerini kaparlar.) Hey kulak verin sözlerime. (ötekiler kulaklarını kaparlar.) öp babanın elini! (Maskeliler sırayla gözlerini, ağızlarını, kulaklarını kapatır ve böylece donarlar.) Görme! Duyma! Konuşma! Sizi gidi oğlu gidiler! (Sırtındakini atmak için silkelenir. Ötekiler gülerek, alay ederek kaçarlar.) Biliyorum bunları başıma hep Üstün musallat ediyor. (Gider bir kenara oturur.)
(İçeriye Memur girer. Memur koltuklu, gözlüklü, bazı yerlerde rastlanan, sümsük, mızmız tipli, sarsak sarsak, âdeta korka korka yürüyen biri. İçeri girerken bir gazetenin son sayfasını, yüzüne iyice yapıştırmış. Yüzü hiç görülmüyor. Ağır ağır yürüyerek gelir. Arif onu gözleriyle takip eder ve Memur gelir, Arif'in dizlerine oturur, ama bu hareket sırasında yüzünü gazeteden hiç ayırmaz.

ARİF şaşkınlaştı; aptal aptal seyirciye bakar, Memur'un yüzüne bakmaya çalışır. Canı sıkılır. Adamı zorla iterek kaldırır ayağa. Bir atı.

MEMUR gene oturur dizlerine, Arif, sıkıntılı, iter kaldırır onu. Kendi de kaçamak yaparcasına başka iskemleye oturur. Memur yerleşmeye çalışır; memnun olmamış ki, yürür ve gene gelip ARİF'in kucağına oturur.)

ARİF (Sinirli) — Aaa! (Memur u hızla iteler.)

MEMUR (Korkarak toparlanır, elindeki gazetelerden yere düşenleri ayağı ile iteler. Arif'e döner. Elinde kalan gazeteleri saklayarak iki büklüm.) — Hoş geldiniz Müdür Bey. Günaydın Müdür Bey, sağ olun Müdür Bey. Tabii efendim, evet efendim... (Son lafında Arif'i fark eder, tanımak için gözlerini kısar bakar.) Hay Allah sen miydin? Ben de seni Müdür Bey sandımdı be kahveci Hasan Efendi. (Arif'in şaşkınlığı. Memur gazeteleri toplar, saatine bakar.) Tamam, mesai başlar. (ARİF'e âdeta gizli gizli) Bak bakalım geliyor mu?

ARİF (Şaşkın) — Kim?

MEMUR — Ensesi kalın. (Arif'in şaşkınlığı. Sonra sağa sola bakar.)

ARİF — Gelen giden yok.

MEMUR — Sağ ol, Kâtip Kazım efendi. (Arif'in şaşkınlığı) Biliyor musun, Mutemet Memet efendi...

ARİF (Taklit ederek) — Bilmiyorum, Süleyman Sümsük efendi!!..

MEMUR — Bizim ensesi kalının ensesi çok kalın. Anladın mı, yükü tutmuş. Bir adamın ensesi kalınsa yükü tutmuş demektir. Müdürse müdürlüğünü bilsin. Başımıza dikilip de jandarmalık yapmasın. Değil mi, İsmail efendi?

ARİF — Üfff... Çıldırtır adamı bu.

MEMUR — Mamut Efendi, ben artık mesaiye başladım. Şöyle tek gözümle uyurum, öteki gözümle de gazete okurum... Ensesi kalın gelecek olursa bir öksür ben anlarım. (Bir gazeteyi katlar, ufacık yapar, bir eline alıp gözüne yaklaştırır. Öteki gözüyle de uyur.)

ARİF (Durur durur da, kocaman kocaman bir öküsürür) — öhöö!

MEMUR (Telaşla toplanır, gazeteyi altına alır ve kendi kendine söylenmeğe başlar motor gibi) — Beş iki daha onbir, elde var dört. Dört üç daha beş, beş üç daha altı, altı üç daha sekiz, sekiz kere sekiz kırksekiz, elde var onbeş! Hakkı efendi, ne oldu, bizimki geliyor mu?..

ARİF (öksürür) — öhöö!.. (Bundan hoşlanıyor.)

MEMUR (Toplamı; sesi yükselir, hızlı hızlı) — Seksenbeş kere onbeş altmışbeş, yüzdoksanbeş, beş beş daha on, on kere on yüz.

ARİF —öhööö!!..

MEMUR (Sesini ve hızını artırarak) — Beşinci sayfadan altıncı sayfaya naklen icmali alınıp falan filan ederekten...

ARİF (Daha hızlı) — öhööööö!!!..

MEMUR (Neredeyse bağırıyor) -— 1,2,3,4,5,6,7,8,9,10...

ARİF — öhhhöööö!!!!!.. (Çok sert bir öksürük.)

MEMUR (İrkilerek ayağa fırlar) — Vallahi çalışıyorum, Müdür Bey! Çoluk çocuk sahibiyim, Müdür Bey! Bir karı, on çocuk, bir kaynana... Hepsi bana bakar. Parti marti tutmam. Ekmek partisindeniz, Müdür Bey.

ARİF (Sıkıntıyla) — Aman be, uyuz herif sen de. (Memur irkilir. Arif uzaklaşır. Memur oturur, gazete okur.)

ÜSTÜN (Yuvarlana yuvarlana gelir. Bitkin ve halsizdir. Arif'e yaklaşır, bir şeyler söyler. Ağzını açar kapar ve küt diye Arif'in üstüne yıkılır.) Offf.. Ahhh!!..

ARİF — Haydaaa!.. Hey, Üstün!.. (Onu bir iskemleye oturtacak olur. İskemleye oturur oturmaz

ÜSTÜN acı ile ayağa fırlar.) Ne oluyoruz? (Üstün elleriyle arkasını tutmakta. İnliyor.) Anlat yahu!..

ÜSTÜN — Bir saattir başvurmadığım yer kalmadı. Aman bizim arkadaşa bir iş derdemez, arkama tekmeyi yediğim gibi kendimi dışarda buluyordum. Ondan acıyor mübarek!

ARİF — Ooo, desene, artık sen de yavaş yavaş vatandaş oluyorsun; ha ha ha!..

ÜSTÜN — Nihayet birini buldum.. Bizim derneğin kurucularından biri ile işi varmış. Onu hallettik. O zaman bana tavsiye mektubu verdi. O mektupla başka bir tavsiye mektubu aldım. Bir kutu şeker yaptırdım. Gittim konuştum. Seni hatır için işe alacaklar. Ama kâğıtlarını istiyorlar.

ARİF — Ne kağıdı?

ÜSTÜN — Kafa kâğıdı, aşı kâğıdı, ikametgâh kâğıdı, iyi hal kâğıdı, medeni hal kâğıdı, halsizlik kâğıdı.

ARİF — Ohooo!..
ÜSTÜN — Hastane işin de oldu. Yalnız kâğıt istiyorlar.

ARİF — Ne kâğıdı?

ÜSTÜN — Hemşerilik kâğıdı. 6 ay burada bulunmayan adamı hastaneye almazlarmış.

ARİF — Yahu benimki daha 6 gün olmadı.

ÜSTÜN — Olsun, bulur, uydururuz! (Birden) Vay, bak şuraya. Bizim Memur Efendi burada. Tamam, işin oldu. Kâğıtların hepsini alırız ondan. (Memur'a) Merhaba Memur Efendi! Nasılsın?

MEMUR (Ayağa fırlar.) — Vallahi de, Müdür Bey, spor sayfasından başka yerini okumuyorum. Bana ne siyasetten Müdür Bey. Vallahi de billahi de Spor-Toto'dan başka şey düşünmüyorum, Müdür Bey. Çocuklarımın ölüsünü öpeyim. (Bütün bunlar ağlamaklı, sonuna doğru hıçkırır.)

ÜSTÜN — Memur Efendi, Memur efendi, tanımadın mı beni?

MEMUR (İrkilir.) — Haa? (Yerine oturur.)

ÜSTÜN — Yahu, üstad şu bizim arkadaş işe girecek de kâğıtları eksik şunları...
MEMUR — İşin mi yok, sen de, bırak bunları; partiymiş, siyasetmiş, memleket davasıymış, tehlikeli şeyler bunlar. Adamın başına bela gelir.

ÜSTÜN — Hayır arkadaş işçilik yapacak da.

MEMUR — Sus sus... Duyan olursa fena olur. İşin mi yok sen de... Dünyayı sen mi düzelteceksin? Bir lokma ekmek yiyorsun ya, şükret haline. Ötesi adam sen de.
ÜSTÜN — Yahu kâğıt alacağız.

MEMUR — (Birden havaya fırlar, umulmayacak bir heyecan ve hızla) — Vur ulan vur, ye onu!.. Hadi ha? Gooo-oollll!!..
(Arif İle Üstün irkilir.)

ARİF (Atılır.) — Hey başlarım şimdi golünden ha!.. İşimize bak!..

MEMUR — Bana bak, bağırıp durma. Burada mesai yapıyoruz.

ÜSTÜN — Arif yapma. (Memur'a) Aman beyefendi, zaman beyefendi, kulunuzum efendim. Rahatsız ettik efendim, bendeniz naçizane. Sizdenizden bir istirham, aman efendim, zaman efendim... (Bütün bunlar yapmacık bir tonda.)
MEMUR — Ne istiyorsun ne?
ÜSTÜN — İlkönce bir fakirlik ilmühaberi...
MEMUR — Ne yapacaksın?
ÜSTÜN — Arkadaşı hastaneye sokacağız da...

MEMUR — Olmaz veremem.
ÜSTÜN — Niye?
MEMUR — Müdür Beyin emri var.
ARİF —Hoppala!..

MEMUR — Biz fakirlik kağıdı verdikçe dedikodu çıkıyormuş. Memlekette fakir var diye. Ele güne karşı rezil oluyormuşuz. Yasak edildi.
ÜSTÜN — Çattık! Peki, nüfus kâğıdı örneği ver.

MEMUR — Uzun iş, uzun iş geç onu...
ÜSTÜN — Aşı kâğıdı.
MEMUR — Aman aman bahsetme, geç onu.
ÜSTÜN — Peki, ikametgâh kâğıdı.
MEMUR — Aman aman aman...
ÜSTÜN — Medeni hal kâğıdı...
MEMUR — Aman aman...

ÜSTÜN — Sağlık raporu...
MEMUR — Aman aman...
ÜSTÜN— Sağlık...
MEMUR — Aman aman...

ÜSTÜN —Sağ...
MEMUR — Aman aman...
ÜSTÜN — Sağlık raporu, sağlık...
MEMUR — öff!.. Amma da sıkboğaz ettin ha!.. Kafam şişti dur biraz dinleneyim. (Üstün ve Arif bakışırlar.) Yahu ne sanıyorsunuz bu işleri? Ha dediğinde olur mu? Bir tek kâğıdı bile hazırlamak kolay mı? Yerimden doğrulacağım, kâğıt çıkaracağım. Kalemi elime alacağım, yazacağım yazacağım, sonra da altına kocaman bir imza atacağım. Aman lafı bile yoruyor. (Arif Üstün'e bu herifi gırtlaklıyayım mı? İşareti yapar. Üstün bekle sonra ikimiz birden işareti ile cevap verir.) Hadi bana bir çay bir gazoz ısmarlayın da işe başlayalım.
ÜSTÜN — Oturamıyorum, acıyor.
ARİF — Niye yahu? Ne oldu?
ÜSTÜN (Sevinir.) — Tabii tabii hemen.
ARİF (Seslenir.) — Beye bir çay, bir kahve, bir gazoz, bir limon, ayran, dondurma, vişne, demirhindi ne varsa getir. (Omuzlarını silker.)
MEMUR — Gel bakalım otur şuraya. (Arif oturur. Üstün'e) Sen de otur. (Kendi ayakta dolaşır.) İlkönce sabıka ve iyi hal kâğıdı verelim. Şimdi sıkı bir tahkikat yapacağız. (Bu sırada konuşması ve tavırları değişir. Ve daha canlı) Bana bak hiç sabıkan var mı? Doğru söyle lan?

ARİF — Vok.
MEMUR — İyi adam mısın sen?
ARİF (Aptallaşır. Üstün'ü dürter.) — İyi adamım.
MEMUR — Nerden belli. Bir iyilik yap da görelim.

ARİF — Ne yapayım?
MEMUR — Al şu bizim totoları, giderken yatır. (Pandomimle verir.)
ARİF — Eee.. Para?
MEMUR — Ne parası ulan? Hani iyi adamdın? Parasını aldıktan sonra babam da yatırır.

ARİF — Peki.

MEMUR — Etliye sütlüye karışır mısın?

ARİF — Eh, zaman zaman.

MEMUR — Olmaz ulan. Nasıl karışırmışsın. Seni gidi vatan haini. Etliye sütlüye karışmaca yok.

ARİF — Peki yok.

MEMUR — Hem bu vatanın ekmeğini ye, hem de memleket işlerine burnunu sok. Gazetelerde spor sayfasından başka yer okumaca yok. (Memur tipi iyice değişti.)

ARİF — Peki.
MEMUR — Dur şu senin kâğıdı yazalım. (Aranır.) Hay Allah, kalemi evde unutmuşum. (Üstün'e) Dolmakalemini ver. (Üstün verir. Memur inceler.) Hah, fena kalem değilmiş. (Diye sırıtır.) İyi daha kolay imzalar. (Cebine atar.) Beş tane altı kuruşluk damga pulu, on tane üç kuruşluk belediye pulu, iki tane beş kuruşluk posta pulu, yedi tane bir kuruşluk tayyare pulu al da gel. (Üstün fırlar.) Dur bende pul var. Sana satayım. Ver iki buçukluk. (Pişkince alır.) Üstü bende kalsın. Kahve içerim. (Üstün ile Arif yutkunurlar.) Hay Allah, cüzdanı da evde unutmuşum. Eve gidecek param yok. Bir on lira olsaydı (Üstün ile Arif bunlardan bir şey anlamaz. Memur onlarına gözlerine bakarak.) Ne kötü değil mi? Cüzdan evde kalmış.-(Sessizlik. Üzerine basarak.) Bir on lira olsaydı. (Bizimkiler intikal edemedi.) Bizim cüzdan ya... (Üstün anlar, yüzü aydınlanır. Arif hâlâ bön.)

(Üstün -Memur -Üstün -da sırıtır.) MEMUR -ÜSTÜN -MEMUR -Arif ya, cüzdan cüzdan. - Ya ne kötü. Çok kötü ya Arif cüzdan. (Üstün de Memur
- Cüzdan ya cüzdan.
- Bir on lira olsaydı Arif.
- Ya ya ne kötü.

ARİF (Anlar. Birden irkilir.) ~ Ne? (Yutkunur.)
MEMUR — Ver elini seni çok sevdim. (Arif panik halinde. El sıkışırlar. Memur avcuna bakar. Boş bulunca bozulur.) Ver elini be.
ÜSTÜN — Hadi Arif ver elini. (Arif elini cebine atar. Terleyerek terini silerek el sıkar. Parayı sıkıştırır.)
MEMUR — Alın bakalım kâğıdı, şöyle bir dolaşın. Oradaki memura kaydını yaptırın. (Hayali kâğıdı alırlar.)
ÜSTÜN — Arif durma yürü. (Ortayı bir defa dönerler.)
ARİF — Bu iş kolay oldu ha, ne dersin?
ÜSTÜN — E, artık insaf et. Bir kâğıt parçası. (Memurun karşısına dikilirler.)
ARİF — Yahu bu deminki memura benziyor.

MEMUR (Değişik bir tip.) — Kapıyı vur da gir be. (Bizimkiler ağızları ile tak tak yaparlar.) — Bekle. Dışarda bekle. (Bizimkiler oturacak olurlar.) Ayakta bekle. Ulan kâğıdı ver de bekle. Arkam dön de bekle. İşi uzun, bekle.

ÜSTÜN (Arif'e) — İşi kısaltayım mı? Ver iki tane onluk. (Kâğıt paranın birini bir eline ötekini öbür eline alır. Arif de onu taklit eder. Türkü söyleyerek âdeta memura hayali paraları koklatarak yaklaşırlar. Memur atılır, paraları ceplerine doldurur.)

MEMUR — Hey, alın şu kâğıdı da defolun. Oradaki memura tarih attırın.

ÜSTÜN — Fırla Arif fırla. (Koşarak dolanırlar. Gene Memur'a. Değişik bir tip.) — Aman şuraya bir tarih...

MEMUR — Yavaş yavaş. Acele işe şeytan karışır, yavaş yavaş. Yan odada da altına şerh koydurun. (Gene bir tur. Bundan sonra âdeta soyut bir sahne. Bizimkilerin uzun bir konuşması. Memurun önünde durmaları. Bir oyun. Memur her seferinde değişik bir tip. Her seferinde memurların ilkönce itirazları sonra muameleyi yapmaları görülür. Memur sonunda ilk haline döner.)

ÜSTÜN, ARİF (Dosyaları memurun önüne atarlar.) — Buyurun memur bey.
MEMUR — Ne o, Mustafa Mistik bey.
ÜSTÜN — Muameleyi bitirdik. Bir senin imzana kaldık.
MEMUR — Yo, olmaz, mesai bitti, gelecek haftaya.
ÜSTÜN — Bari yarın sabah yapsak.
MEMUR — Yarın işim var. Toto oynayacağım.
ÜSTÜN — öbür gün.

MEMUR — Toto yatıracağım. Ondan sonraki gün toto hülyası kuracağım. Daha sonraki gün toto sonuçlarına bakacağım.

ÜSTÜN — Sadece bir imza.

MEMUR —- Haftaya haftaya.

ARİF — Bana bak. Mesainin bitmesine daha on beş dakika var. Bas şu imzayı.

MEMUR — Ne saygısız yüzsüzmüşsün sen, vatandaş. (Arif'in krizi.)

ÜSTÜN — Eyvahlar olsun, eyvahlar olsun. (Memur'a) bana bak durma kaç.

MEMUR (Giderken seyirciye) — İşte her işe burnunu sokan adamın hali böyle olur. Etliye sütlüye karışmasın. (Gider. Üstün Arif'i tekmeler. Sakinleştirir. Kendi de terini sile sile gider.)

ARİF — Amanın, amanın! Of! Amma da ters tarafımızdan kalkmışız bugün. Üstün de, hani bütün mostralıkları seçiyor, seçiyor, buraya yolluyor. Siz de bıktınız, ben de. (Maskeliler gelirler.) Bana bakın, dokunmayın bana, tepelerim ha! (Daire şeklinde otururlar. Arif ortalarında ve kâğıtçılık oyunu başlar: Biri Arif'in eline hayali bir kâğıt sıkıştırır, başka birine yollar. O, ona, bu ötekine; Arif şaşkın şaşkın dolanır durur. Sonunda birden patlar.) Defolun be, yıkılın karşımdan. Namussuzlar, benle dalga geçiyorlar. (ötekiler zıplaya zıp laya kaçarlar.)

ARİF — Ah, Üstün ah! Seyirciler gülsün diye başıma salmadığın bela kalmadı. (Bir an düşünür.) Ama yeter artık, benim de sabrım taştı. Başlayacağım şimdi işine de, evine de, doktoruna da... (Arif dolap beygiri gibi dört dönüyor ortayı. Biraz yürüyor, duruyor. Konuşuyor, tekrar yürüyor.)

ARİF — Yok efendim yok. Hayır, efendim hayır... Vallahi de billahi de tallahi de sabrım kalmadı artık... Yeter artık be Aa-aa... Hayır, işi de onun olsun, evi de onun olsun, dostu da onun olsun. Hayır... Alsın da başına çalsın...

ÜSTÜN —- Arif... (Bütün hareketler durur. Arif toparlanır.

ÜSTÜN teker teker konuşur.) Arif sana iş bulmuştum. Ev de doktor da bulmuştum. Bir sürü çabadan, bir sürü beladan sonra işler hallolmuştu. Daireden evrakım almaya gittim. Her şey hazırdı. İmzalar, mühürler, pullar. Sadece bir numara eksikti. Tamamlamak için nüfus kütüğünü açtık. İşte orada gördüm. Arif kayıtlara göre sen ölüsün.
ARİF —Neee?

ÜSTÜN — ölmüşsün sen. Yanlışlıkla ölü kaydım düşmüşler. (Bu sırada Arif hiç tepki göstermez. Omuzları çöker, yüzü anlamsızlaşır, manen yıkıldığı görülür.) Tabii artık bu durumda öteki işlerin hiç bir anlamı kalmıyor. Ya mahkemeye başvuracaksın. Davalar, celseler, tanıklar, yaşadığını ispatlayacaksın. Ya da anlıyorsun ya ölülüğü kabul edeceksin. (Arif içini çeker. Yavaş yavaş, her şeyi kabullenmiş gibi öteden bir iskemle alır. Başka bir iskemle daha alıp ortaya getirir. Seyircilere selam verir. İskemlelere uzanır.)

ÜSTÜN — Hi. Öldü, aman Allah’ım öldü? (Gülünç bir şekilde ağlar.) öldü dee öldü. Arif öldü. Aaaaah. (Koşarak çıkar. O ana kadar heykel gibi duran maskeliler harekete geçerler.)

HEP BİR AĞIZDAN — Tın tıh tıh. Tıh tıh tıh. (Ve sırayla konuşmaya başlarlar.)
— İşte memleket bu yüzden kalkınamıyor.
— Be adam, ölüysen ölülüğünü bil.
— Tuttu devletin memurunu, amirini, boşu boşuna uğraştırdı.
— Yok efendim yok. O kadar cahiliz ki, ölü olduğumuzu anlamaktan bile aciziz.
— Bir de istiyoruz millet adam olsun. Kalkınsın. Hâlbuki Avrupa'da, Amerika'da... Değil mi ya?..
— Yok yok. Bu hep onların işi. Memlekette huzur kalmasın diye ölüleri bile diriltiyorlar.
— Vatandaş vatandaş değil ki. Devlete yardımcı değil ki vatandaş.
— Vatanımızı, milletimizi sevmiyoruz ki, ölürken bile bir lokma ekmeğimizi, avantamızı düşünüyoruz.
— Canım ekmek bulamıyorsa pasta yesin.

HEPSİ — Tıh tıh tıh. Tıh tıh tıh.
— (Arif'e doğru.) Ne olacak bozguncu. —- Yobaz.
— Dinsiz.
— Dinini sevmeyen adamdan memlekete hayır gelir mi?
— Irkını sevmeyen adamdan memlekete hayır gelir mi?

HEPSİ — Ne olacak işte.

ARİF — Hey burada ölü var. Kaldıran yok mu? (Başını kaldırır.)

HEPSİ — Aaaa...
— Polis yetiş ölü var.
— Cinayet var.
— Ben buraya karışmam kardeşim. Ölü karşı karakolun bölgesinde.
— Benim bölgede sadece bacağı var. Ötesi yandaki bölgede.
— Kardeşim ben trafik polisiyim. Ben bakamam.
— Mesai bitti beyim. Yatın emniyet müdürlüğüne yazar, heyet getirir, bölgesini tespit ettirir, ölüyü kaldırtırız.
— Hem savcı gelmeden de kalkmaz.
— Sonra bakalım kâğıtları tamam mı?
— Parası var mı bakalım?
— Hangi tarifeyle kalkmak istiyor ne belli?
— Hem muamelelerini takip edecek adam var mı ki?
— Ayrıca belediye cenaze arabası da bozuk.
— Tutup da biz ölü taşıyacak değiliz ya?

ARİF — Yahu siz muameleyi yapın, ben kalkıp kendim yürürüm. (Başını kaldırır.)
— Sen sus. Cahil cahil konuşma.
— Zaten ortalığı karıştırdın.
— Adamın yok ne diye ölürsün?
— Paran yok ne diye ölürsün.
— Mezarlıkta yerin yok ne diye ölürsün.
— Hem zaten mezarlıkta yer kaldı mı?
— Bırakın canım ne hali varsa görsün?
— İşimiz gücümüz yok da, bir ölü parçasıyla mı uğraşacağız?
— Millet bizden iş bekliyor iş.
— İş bekliyor, laf bekliyor, gaf bekliyor, af bekliyor.
— Haydi, gidelim de kendi maaşlarımızı arttıracak kanunu konuşalım.
— (Çıkarken.) Memleketin yüksek menfaatleri.
— Vatan sevgisinin icabı.
— Yüksek menfaat sevgileri.
— Menfaati arının icabı...
—- İcapsız menfaatlerin yüksekliği.
— Menfaat icabı, vatan, millet...

ARİF (Başını kaldırır, toparlanır, oturur.) — Memleketin yüksek menfaatleri icabı bizim ölü sokakta kaldı.
(Üstün koşarak gelir.)

ÜSTÜN — Arif yanındaki yeri de bana ayır.

ARİF — Ne oldu?

ÜSTÜN — Kendimi biraz rahatsız hissediyorum, Galiba ben de senin hastalığa tutuldum.

ARİF — Ne? Hah hah ha. Vatandaşa bak. Vatandaş. (Güler.) Vatandaş.

ÜSTÜN (İlkönce bozulur. Sonra o da Arif'le dalga geçmeye başlar.) — Vatandaş, vatandaş.

ARİF (Bir ara irkilir.) — Üstün.

ÜSTÜN (O da irkilir. Ortada birleşip birbirlerine seyircileri gösterirler) — Bak bak vatandaş vatandaş. (Seyircileri gösterip gülerler.)

ARİF (Bir ara durur.) — Hey bana bak. Biz çıldırdık mı?

ÜSTÜN — Ne oldu?

ARİF — Vatandaş olmak ayıp mı be? Niye olsun? Göğsümü kabarta kabarta ben vatandaşım desem kim ne der? Hiç? Bu memleketin evlatları, demin bana musallat olan, ipsiz sapsızlar, mideciler, menfaatçiler gibi değil ya. Bu memleket onlara kalmadı ya? Kim demiş ki bu memleketin bütün evlatları onlar gibi. Bir iki kötü heriften mi çekineceğiz be. Laf. Vatandaşım işte gurur duyuyorum bundan. (Üstün'le el sıkışırlar. Bu sırada maskeliler ortaya dolarlar.)

MASKELİLER — Şışşşşttt. (Üstün ile Arif’i dışarı atarlar. Sonra ortada dans ederek şarkı söylerler.)
Bir şey yok bir şey yok bir şey yok.
Dağılın evinize, dağılın evinize.
Rahat rahat uyuyun, rahat rahat uyuyun.

(Maskeliler çıkarlar. Oyun biter.)

SON EKLENENLER

Üye Girişi