Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

II. PERDE

(I. perdenin aynı dekoru. Yalnız ortalık düzeltilmiştir. Sandalye ve masalar düzgün. Kahve ve çitler badana edilmiş. Sahnedekilerin giyimleri bile değişmiş. Meselâ Muhtar kravat takmıştır.
Perde açılmadan önce çocukların söylediği Onuncu Yıl Marşı duyulur. Perde marş söylenirken yavaş yavaş açılır.
Sahnede Hoca, Muhtar, Derviş ve Ali Ağalar vardır. Kulisten gelen marş sesini oturdukları yerden dinlerler. Yalnız, Derviş Ağa elini ve yağını marşa uydurarak yürüme talimi yapar. Diğerleri, önlerindeki kitabı okumakta ve deftere bir şeyler yazmaktadırlar.) (Marş bitince:)

DERVİŞ AĞA — (Elini çocuklara doğru sallayarak) Yaşayın siz, çocuklay, çok yaşayın emi. Ne güzel söylüyoylay. Ah, ah, vallâhi bayıldım. (Masaya oturur.)
HOCA — (Elindeki kalemi ağzına batırarak yazmaya çalışır. Kâğıdı ta burnuna yanaştırmıştır.) İşte bu benimkine “kırkından sonra saz çalmak” denir. Baklava hakkı için öyle denir. A…İşte ortasında çizgisi… Ne çizgisi be…”Merdiven ayağı” de şuna…
ALİ AĞA — (Başını kaldırmadan) O senin dediğin. H harfidir, hoca, efendime söyleyeyim.
HOCA — Şuna bak, dünkü yayalar bugün atlı kesildiler başıma…”H” ne oluyor? Onun adı “hh” dır. “hh”
DERVİŞ AĞA — Bıyak, hoca bıyak… Eski çamlay baydak oldu… Ona şimdi he diyoylay.
HOCA — Peki, peki anladık Deyviş Ağa.
DERVİŞ AĞA — A,bana Deyviş diyor.
MUHTAR — Yahu, kesin gürültüyü be… Ava gitmekten vazgeçtim, şu elifbeyi sökmek için. Siz tutmuş gürültü yapıyorsunuz. Hâlbuki Söğütlü avcıları haber salmışlar. Mısırlara bir domuzlar geliyormuş… Deme gitsin.
HOCA — Neuzübillâh… Gitseydin ya!
MUHTAR — Nerde gidersin? Evde çocukların tümü, bizim çifte köroğlular hep okumayı söktürdüler de bir ben kaldım.
ALİ AĞA — Ya… Efendime söyleyeyim, çok doğru dersin, Bizim evde en küçük kız benimle alay ediyor.
MUHTAR — Bak hasbaya, bak…
ALİ AĞA — Efendime söyleyeyim, bizi beğenmiyor…”Siz efendime söyleyeyim, okumasını bilmiyorsunuz.” dermiş anasına…
HOCA — Bacak kadar çocuklar bizi beğenmiyor…
MUHTAR — Yo, hoca, gam yeme… Hakları var…
DERVİŞ AĞA — Vay, vay ya…
HOCA — Bizim delikanlı nerde kaldı?
MUHTAR — Unuttum hoca, soracaktım da… Caminin dış sıvaları bitmiş… Çatıdan sonra içerisini mi yapacaklar?
HOCA — Mihrap yıkılacaktı ya… Şimdi onu yapıyorlar.
DERVİŞ AĞA — A…yanına Y geliyse… neydi? Ha, ay… Evet, gökte ay… pay… paylay…
HOCA — Şu delikanlının karşısında parmağım ağzımda kalıyor…
ALİ AĞA — Bizim tarla meselesini, efendime söyleyeyim, bir istida ile hallediverdi…
MUHTAR — Ya bizim köpeğe ne dersin? Geöenki avda bir görseydiniz haspamı… Keklikleri torbaya dolduracak vakit bulamıyordum… Ne yaptı, nasıl etti, köpek ayaklandı…
HOCA — Karnım…(Karnını okşar.) Değirmen gibi şimdi… Maşallah… Akşam hatun bir oturtma yapmış… Deme gitsin, vallâhi. Rüyada bizim palabıyık karşıma çıktı…”Hoca, kaç çeşit patlıcan yemeği bilirsin?” dedi. Şöyle durakladım… Aklımı evirdim çevirdim.”Tavası, yağlı yoğurdu da dökersin üzerine, bol sarımsaklı… Sonra… karnıyarık… imambayıldı, mücver… hünkârbeğendi… silkme… patlıcan kebabı… patlıcanlı orman kebabı… sahan kebabı… ya salatası.” Çöyle fırına verirsin patlıcanı… pişer… Sonra… kabuğunu çekersin… Mübarek… Kendi kendine kalkar… sirkedir, sarımsaktır, zeytinyağıdır… Dur şu mendilimi çıkarıyım…
MUHTAR — Bırak hoca, bırak… Bunları anlattıkça ben de evdeki kötü yemekleri düşünüyorum… Şu delikanlı evleri, sokakları temizlemeyi, yattığımız odadan, davarları ayırmayı öğretti… iyi… bir de kadınlarımıza yemek çeşitleri öğretse…
DERVİŞ AĞA — O zaman deme gitsin… Vallâhi bizimki öğlende biy yemeği önüme koyuyoy… Akşama yine… o…sabaha yine o…”Yaz vakti bu yemek kokmaz mı?” deyim de “Ben onu yeni pişiydim” dey. “Her zaman aynı yemek oluy mu ya?” deyim de “Ben anamdan böyle göydüm.” deye kayşılık veyiy…
ALİ AĞA — Ya, efendime söyleyeyim neydi o sokakların hâli, leş… Hâşâ sizden, hâşâ hâkipayinden…
(Bu sırada sıra hâlinde çocukların ayak sesleri ve söyledikleri bir okul marşı duyulur. Ve sahnedekiler, kalkar ve gözleriyle takip eder.)
MUHTAR — Nasıl da kuruluyorlar.
HOCA — Köy değil arı kovanı, maşallah…
DERVİŞ AĞA — Bizimki evde ilk olayak çamaşıyı sabunla yıkadı… Külle anası ağlaydı çamaşıylayın.
HOCA — Bir kişi, canım, bir kişi… Ne işler yaptı… Bilmediğimiz neler varmış…
MUHTAR — Her şeyi bırakın şu su meselesi az değil. Topladı köylüyü, üç günün içinde suyun yarısını çevirdi o tarafa… Bunca ehalinin ekini kurtuldu… Bir daha sel olmaz…
(Onbaşı oflaya puflaya girer.)
ONBAŞI — Selâmünaleyk…
HEPSİ — Ve aleyküm selâm, onbaşım.
MUHTAR — İyi, çabuk döndün.
ONBAŞI — Şey, kasabaya dün önleyin vardım… Şey yaptım, gezdim. Alacakları aldım. Şeyin siparişleri vardı, delikanlının. Onları şey yaptım. Defter, kalem, kâğıt, bir de şey, silgi… Bir de şey, neydi o muhtar, çınarın yanında söylemiştiniz.
MUHTAR — Önlüklük…
ONBAŞI — Hah, tamam… Of çok şey yaptım… Yoruldum… Sağır, bir kahve al gel bakalım… Size, şeyim var; havadisim…
MUHTAR — Ne havadisi yine… Gider gelir kara kara bir şeyler getirirsin…
HOCA — Kaymakam mı denişmiş yine?
MUHTAR — Kaymakam dedin de aklıma geldi… Gönderdiğim postu, tilki postunu almış mı?
HOCA — Hey, babana rahmet… Sabret anlatsın bakalım neymiş havadisi…
ONBAŞI — Bize gelecek şu malim yok muydu? Şu şey, ahlâksız malim… İşte o yok olmuş be… Kasabadan Buraya gidiyorum.” deye çıkmış, burada da yok, orada da yok…
MUHTAR — Buraya geleğim deye, çıkmış mı?
DERVİŞ AĞA — Peki, neyeye gitmiş?
ONBAŞI — Onu kim bilir?
DERVİŞ AĞA — Yâni yey yayılmış, oyaya giymiş…
ONBAŞI — Tam öyle… Geçenlerde şeye indiğim zaman kasabaya, işye o gün o ayrılmış… Maarif şeyine, memuruna söyledim de şaşırdı.
MUHTAR — Bizim istida işini deyiverdin mi?
ONBAŞI — Dedim ya…”Biz hırsız, hem uğursuz o malimi istemeyiz, kaymakama pullu vereceğiz.” dedim. Şey, dedi, iyi olurmuş… Ama adam olmadıktan kelli. Ha, imza basacağız dedim…
MUHTAR — İmza deyince şaştı mı?
DERVİŞ AĞA — Doğru söyle; ne dedi?
ONBAŞI — Şaştı…”Siz şey basarsınız dedi… Parmak… İmza felan bilmezsiniz…”
ALİ AĞA — Sen ne dedin o zaman?
ONBAŞI — Elifbeleri gösterdim.”İşte, köye iletiyorum.” deyince, şey yaptı, şaşırdı…
DERVİŞ AĞA — Yaşa be, onbaşı; vay ol!
ONBAŞI — Bütün kasabada şu şeye, su işine şaşıyorlar.”Biz bildik bileli, deyorlar, sizin şeyde, köyde su baskını vardır.” Zor inandırdım.
MUHTAR — Şaşarlar, şaşarlar…
ONBAŞI — Sonra şeye, uğradım, şunun ismini deyiver, şeye canım, ha, sıtma mücadeleye uğradım… Hemen.”Kinin verin!” deyince hekim şaşırdı…”Köyümüze.” dedim; “Haydi, dedi, sizin köy kinin içmez.” İmzalı şeyi gösterince, kâğıdı… Yarım okka kinin verdi.”Daha da gönderirim.” dedi…
HOCA — Bizim delikanlı için ne diyorlar oralarda?
ONBAŞI — Parmak ısırıyorlar…”Okutuyor.” deyorum;”Malimdir.” deyorlar,”Yok.” deyorum. “Köprüyü onardı.” derken;”Mühendistir.” deyorlar.”Yok.” “Camiyi tamir etti.” “Öyleyse yapıcıdır.” “Değil.” “Peki?” “Arabalara çember taktı.” “Ha, anladık demircidir.” “Değil.” deyorum. “Peki.” “Isıtmanın köküne kiprit suyu” derken, “Şey, diyorlar, doktor.” “Değil.” deye karşılıyorum…”Yeni yeni şeyler ektik, sebzeyi turfanda biz vereceği.” “Ha, anladık, ziraat malimi.” “DEĞİL.” “e,PEKİ, NEDİR?” diyorlar. “Bilmiyorum… İş arayan garip bir kişi.” diyorum… Güldüler… Ben de onlara şey, şeyli bir lâf ettim, okkalı… Dedim ki: “Biz istediğimiz adamı bulduk, siz iki mum yakın da derdinize yanın.”
HEPSİ — Aferin, onbaşı.
ONBAŞI — Jandarma komutanının yanına vardım. “Şuraya şey at.” dedi…”İmza.”
Hiç” Elim ağrıyor, filan.” demedim, çakıştırdım şeyi, imzayı…
MUHTAR — Sen elifbayı bitirdin mi?
ONBAŞI — Bitirdim ya… Durun lâfım bitmedi, neydi o diteceğim? Tam dilimin ucunda. Ha, şey gelecekmiş buraya, şey canım… Adını unuttum. “Gönderdiğimiz malim gitmemiş git, rapor et.” diye birine, şeye telefon ettiler.
MUHTAR — Kime?
DERVİŞ AĞA — Valiye mi?
ONBAŞI — Değil… Hey canına, yolda ta şuraya gelinceye kadar hep tekrarladım.
MUHTAR — Ne dedin?
ONBAŞI — Ne mi dedim? Sayıklıyordum işte. Hep “müfettiş, müfettiş” diyordum da, unutuverdim… Tam buraya gelince unuttum.
MUHTAR ve DİĞERLERİ — (Gülerler.)
MUHTAR — İlâhi onbaşı, tuhaf adamsın. Allah cezanı vermesin,”müfettiş” diyorsun ya.
ONBAŞI — Hah, tam buldun muhtar. Evet, müfettiş gelecek…
HEPSİ — Müfettiş mi?
ONBAŞI — Evet, müfettiş gelecek.”Gönderdiğimiz öğretmen gelmedi mi?” deyecek.”Hayır.” O zaman bir rapor yazacak vilayete, altını imza ettirecek…
MUHTAR — Peki, o malimi ne ederler bulunca?
ONBAŞI — Ne mi ederler, şey yaparlar be, asarlar.
(Sükût)
ALİ AĞA — Efendime söyleyeyim, aklıma bir şey geldi… Şu müfettiş geldiği zaman,”Biz o malimi istemiyoruz. Burada bir delikanlımız var, onu malim yapalım.” diyelim.
DERVİŞ AĞA — Diyelim, vallâhi yapaylay da.
MUHTAR — Yapmazlar…
ONBAŞI — Onun şeyi yok, neydi o?
MUHTAR — Diploması yok…
HOCA — Diploma da ne olacak? Bak bu kadar işi beceriyor bu adam.
ALİ AĞA — İşe bakmazlar, diploma gerek.
KAHVECİ — (Yanaşır.) Çay mı? Ha, ne dediniz?
MUHTAR — Taze mi?
KAHVECİ — Çay mı?
HOCA — Süphanallah… Çay taze mi?
KAHVECİ — Çay mı?
HEPSİ — Çay…
KAHVECİ — Yeni demledim.
MUHTAR — Git getir haydi.
KAHVECİ — Çay mı?
ONBAŞI — Haydi git. Çay getir. (Kahveci gider.)
MUHTAR — Köyde herkes düzeldi, bir şu kaldı.
DERVİŞ AĞA — Bizim delikanlı neyeleyde?
ALİ AĞA — Şu köprüye bakmaya gitti. Efendime söyleyeyim, üç yıldan beri kapalı olan köprüyü, efendime söyleyeyim, bir de gidin şimdi görün.
ONBAŞI — Aşağı yoldan geldim, on beş kadar, köy şeyi, geliyordu, delikanlısı, ellerinde kazmalar, kürekler.
MUHTAR — Ha, onlar mı? Onlar yukarki suya taştan set çekmeye gitmişlerdi. Kanal açıldı ya, etrafına duvar yapıyorlar. Dolmasın toprakla deye.
ALİ AĞA — Çok memnunum. Efendime söyleyeyim. Neydi o sıtmadan, selden hâlimiz. Şimdi şu ovaya bakın, efendime söyleyeyim, nasıl yeşermiş. Daha da yeşerir… Nerde o sazlar?
HOCA — Bataklık, muhtara yarardı… İyi ördek avlanırdı… Kümen yıkılmış muhtar…(Sükût)
MUHTAR — Ben bir şeyden korkuyorum. Bu delikanlıya iyi alıştık… Yarın çekecek gidecek. Her iş yarım kalacak.
HOCA — Gitse yâni, sağ kolumu kaybetmiş kadar acırım, vallâhi… İşte karşıdan geçiyor… Şu yiğide bak, nasıl da salınıyor…
MUHTAR — (Dışarıya) Delikanlım, delikanlım.
YABANCI — (Dışardan) Beni mi çağırdın, muhtar?
MUHTAR — Gel bir acı kahvemi…
YABANCI — (Dışardan) İşim var ama geleyim.
MUHTAR — İşte geliyor, Hep güler.
HOCA — İyi kuş amma, kafesten kaçırmasak.
DERVİŞ AĞA — Ya çok yazık oluy.
HOCA — Benim aklıma bir şey geliyor.
ALİ AĞA — Neymiş?
HOCA — Evermeli, beyim… Ondan âlâ demir kazık olur mu? Boynundan başlı dana gibi bir yere gidemez.
ONBAŞI — Everelim mi? Vallâhi çok, şey olur. İyi.
DERVİŞ AĞA — İyi ama ona lâyık biy kız bulmak zoy…
ALİ AĞA — Efendime söyleyeyim, çoktan beri düşünürüm “yani” derim kendi kendime… Muhtar, kızma ama… Efendime söy…
MUHTAR — De bakalım neymiş.
ALİ AĞA — Efendime söyleyeyim, söyleyeceğim şu… Kızma muhtar. Senin Gülsüm ile şu yiğidi şöyle baş göz ediversek…
HEPSİ — Gülsüm’le mi?
ALİ AĞA — Niçin olmasın? Gülsüm iyi kız yani.
HOCA — Baklava hakkı için, çok iyi olur. Fakat bakalım kız ne diyecek? Muhtar ne diyecek? Delikanlı ne diyecek?
YABANCI — (Girerek) Selâmünaleyküm! Yine muhabbeti koyulaştırmışsınız.
HEPSİ — Ve aleykum selâm, buyrun…
HOCA — Muhabbet, şöyle revani gibim koyulaştı… İşin ucunda da zaten revani var ya.
MUHTAR — Otur bakalım, yine nerdeydin?
YABANCI — Okulda çocuklara ders ve iş verdim de,”Şöyle köprüye bakayım.” dedim. Ne hâle gelmiş… İş epeyce ilerlemiş. Onbaşım, hoş geldiniz.
ONBAŞI — Hoş bulduk.
YABANCI — Siparişler geldi, değil mi?
ONBAŞI — Ne demek, sen emredersin de biz şey yapmaz mıyız?
DERVİŞ AĞA — Ben bizim ipek böcekleyini yine dutladım… Meşeye de hazıylanacağım…
YABANCI — Yo, daha vakit var. Bilirsin kırk beş gündür.
HOCA — Aferin, Derviş Ağa, gözü açık çıktın.
MUHTAR — Kimse düşünmedi.
DERVİŞ AĞA — Bana kalsaydı kıyk sene cesayet edemezdim; delikanlı yaptı.
MUHTAR — Ha bilir misin? Sana unuttuk söylemeyi. Bize gelecek malim ortadan kaybolmuş…
DERVİŞ AĞA — Sıy oluveymiş…
ONBAŞI — On beş gün evvel şeyden çıkmış, kasabadan… Gidiş, o gidiş. Kasabada bir tiyatrocu şeyle, kızla kaçtığını söylüyorlar…
ALİ AĞA — Efendime söyleyeyim, onların öylesinden bu beklenir. Çobanın oğlu değil mi? Anasına bak, kızını al…
ONBAŞI — Şimdi köye, şey neydi o, şey gelecek.
ALİ AĞA — Müfettiş.
YABANCI — Müfettiş mi?
HOCA — Malimiz gelip gelmediğine bakacakmış.
(Sükût)
MUHTAR — (Yabancıya) Niçin sustun? Bir şey söylemedin? Bilirsin, sen bizim akıl hocamızsın. Geçen gün ava giderken, çulluk mu, keklik mi vurayım deye sana akıl danıştım. O istidayı pullamakta geçe mi kaldık, ne dersin?
YABANCI — (Düşünceli) Yo, olmaz bir şey. Demek müfettiş gelecekmiş öyle mi? Kimmiş bu müfettiş?
ONBAŞI — Şu müfettiş… Hani var ya… Bu bölgeye bakarmış… Hani konuşurken hep eliyle işaret eder. Boyna ellerini oynatır. Geçenlerde, nerdeydi o, ha, kasabada belediye kahvesinde… Bir köylüye bir şeyler anlatırdı… ”Kalem” dedi, böyle yaptı…”Kitap” dedi, böyle yaptı… Hiç konuşmasa, neydi o, insan ne demek istediğini anlar…
YABANCI — Halit Bey bu.
MUHTAR — Halit Bey mi? Evet, evet Halit Bey…(Sükût)
(Yabancı yavaş yavaş düşüncelerini atar.)
HOCA —Ne oldu, delikanlı, memnun olmadın? Korkma, biz seni köyden salıvermeyiz. Memur filân gelince olur ya çekinirsin…
MUHTAR — Yok canım, niçin çekinsin? Köyün taşına sorsan, ondan memnundur… Benim köpek…
ALİ AĞA — Çobanlar bile, efendime söyleyeyim, “Bizim delikanlı” diyor da başka demiyor.
DERVİŞ AĞA — Herkes sevey onu.
ONBAŞI — (Gizlice hocaya) Açalım mı?
HOCA — (Gizli) Erken değil mi?
ONBAŞI — Şey, yo…
HOCA — Oğul, bak biz ne düşündük. “Seni baş göz ediversek.” diyoruz. Mektep köşelerinde tek başına oturmak iyi değildir. Er kişiye bir hatun gerek.
YABANCI — Beni mi evlendireceksiniz?
ONBAŞI — Seni ya… Hem de biliyor musun kiminle? Şeyle, neydi onun adı? Söyle… Muhtar neydi o?
MUHTAR — (Başını önüne eğer.)
DERVİŞ AĞA — Muhtayın kızı Gülsüm’le…
YABANCI — Gülsüm’le mi?(Başını eğer.)
HOCA — Her ikisi de başını eğdi. İyi, çok iyi… Eh, muhtar, uzun etme gayri… Ziyafet sana düşer… Çil çil altınları çıkar gömüden… Şöyle okkalı bir düğün… Dernekli filân… Yemeklerini de iyi yap. Çoktan beri etlisiyle, tuzlusuyla, tatlısıyla yemek yiyemedim.
MUHTAR — Vallahi, delikanlıyı beğenirim… Fakat…
HOCA — Fakatı ne?
DERVİŞ AĞA — Bıyakın biyaz nazlansın.
MUHTAR — Demem o deme değil. Bizimkinin, yani hanımın, aklını kurcalarmış bu mesele. Kıza açmış bir gün. Ağzını yoklamış. Kız “Olmaz…” filân demiş, nihayet baklayı ağzından çıkarmış. Öğretmen olsaydı varırdım.” Demiş, dayatmış… Kabahat bende değil…
HOCA — Malim mi istiyormuş? Zamane kızı…
MUHTAR — Ben bilmem, bir şeycik de demem, anası öyle diyor.
DERVİŞ AĞA — Ah, şu kadın milleti.
HOCA — Demek bu iş olmayacak. Kız malim istiyormuş, nerden buluruz malimi… Bizim ziyafet suya düştü desenize…
DERVİŞ AĞA — Bu olmadı işte.
ALİ AĞA — Efendime söyleyeyim, kızın lâfına bakmamalı. Onları bırakırsan ya davulcuya, ya zurnacıya kaçar…
YABANCI — Ağalar, sizi kırmamak için bu işi kabul edebilirdim, fakat kız istemedikten sonra, bu işi bırakalım. Olmayacak duaya âmin denmez.
(Ağlayarak Çocuk II girer.)
ÇOCUK II — Kalem benimdi.
YABANCI — Ne oldu, Ali?
ÇOCUK II — Ver kalemimi, kalem benim.
MUHTAR — Ne oldu buna?
YABANCI — Kim bilir? Yine dövüşmüşlerdir. Söyle, Ali.
ÇOCUK II — Ahmet kalemimi aldı, istedim vermedi.
YABANCI — Hangi Ahmet?
ÇOCUK II — Koca Ahmet… Sonra bana vurdu. Ver kalemimi, kalem benim.
YABANCI — (Çocuğun omzunu tutup) Haydi gidip bakalım.
ÇOCUK II — Muhtar emmi, “J” nin üzerine nokta konur mu?
MUHTAR — Nokta mı? Şey, vallahi…
ÇOCUK II — Akşam yolda sordun ya, öğrendin mi?
MUHTAR — (Kendi kendine) Bak yumurcuğa. (Açık) Ha, Ali, öğrenmedim.
YABANCI — Haydi Ali gidelim. Ağalar, ben biraz sonra gelirim. Siz buradasınız değil mi? Şunlara bakayım. Bir vazife veriyorsun, şaşırıyorum, hemen bitiriyorlar. Sonra gelsin yaramazlık…
(Çocuk II ile çıkarlar.)
HOCA — E, muhtar, demek yollarda çocuklara soruyorsun artık?
MUHTAR — Yok, şöyle imtihan için sordum.
ONBAŞI — Fakat sen şey veremedin, cevap… Nasıl imtihan?
MUHTAR — Aman siz de…
MÜFETTİŞ — (Dışardan) Oğlum atı gezdir de öyle bağla…
MUHTAR — Bu kim?
ONBAŞI — Müfettiş geldi galiba?
MÜFETTİŞ — (Dışardan) Yem mi? Heybede var ya… Haydi oğlum…
DERVİŞ AĞA — Dananın kuyyuğu kopacak.
MÜFETTİŞ — (Girerek) Ağalar, selâmaleyküm.
HEPSİ — (Kalkarak) Ve aleyküm selâm. Buyrun.
MÜFETTİŞ — Ha şöyle oturayım. Çok yoruldum. Bittim vallahi.
MUHTAR — Öyledir at üstünde yorulur insan.
ALİ AĞA — Efendime söyleyeyim, hoş geldiniz.
MÜFETTİŞ — Hoş bulduk, efendim.
ONBAŞI — Ne diyecektim? Ha, hoş geldin beyefendi.
MÜFETTİŞ — Hoş bulduk, hoş bulduk.
MUHTAR — Hoş geldin, müfettiş bey.
MÜFETTİŞ — Hoş bulduk, hoş bulduk, muhtar.
HOCA — E, müfettiş bey, baklava hakkı için hoş geldin.
MÜFETTİŞ — Hoş bulduk, hoca efendi.
DERVİŞ AĞA — Hoş geldiniz, sefalay getiydiniz.
MÜFETTİŞ — Hoş bulduk…(Terini siler.) Of, of…
KAHVECİ — (Yanaşır.) Efendi, hoş geldin, çaydan, kahveden?
MÜFETTİŞ — Hoş bulduk.
KAHVECİ — (Ağzından kapar.) Hoş geldin, hoş geldin…
MÜFETTİŞ — (Sinirli) Hoş bulduk! Hoş.
KAHVECİ — Hoş geldin, çay mı, kahve mi?
MÜFETTİŞ — Haydi, kahve olsun.
KAHVECİ — (Sorar.) Çay? Şekeri yanda mı, içinde mi?
MÜFETTİŞ — Hey, Yarabbim, çay değil, kahve, kahve… (Kahveci “peki peki” diyerek gider.)
ÇIRAK — Müfettiş emmi, hoş geldin. Bunu da delikanlı öğretti bana.
MÜFETTİŞ — Hey, Yarabbi, hoş bulduk, başka yok mu? Üstüm böyle vıcık vıcık oldu. At nallarını yere vurup durdu. (Her söylediğini şeyin hareketini elleriyle yapacaktır.) Baktım, yavaşladı, vurdum kırbacı… Şak, şak… Başladı o zaman koşmaya. Takır takır… takır.
(Kahvedekiler etrafa bakınırlar, başka kimse kalmadığına karar kılınca.)
MUHTAR — Merhaba, müfettiş bey…
MÜFETTİŞ — (Sözüne devam etmektedir.) Tekrar çaldım kır… Ha, merhaba, şak şak…
HOCA — (Keser.) Merhaba, beyefendi.
MÜFETTİŞ — (Sinirli) Merhaba… Şak şak kırbacı…
ONBAŞI — (Keser.) E, şey merhaba, merhaba.
MÜFETTİŞ — (Sinirli) Merhaba… Suya geldik şırıl şırıl, kıvrım kıvrım ak…
DERVİŞ AĞA — (Keser.) Meyaba, müfettiş bey.
MÜFETTİŞ — Böyle böyle akıyordu. Ha, merhaba, ağa, merhaba…
ALİ AĞA — (Keser.) Efendime söyleyeyim, merhaba…
MÜFETTİŞ — Köye yaklaştık, at başladı uflayıp puflamaya… Merhaba, merhaba… Şöyle şöyle okşadım…
ÇIRAK — Merhaba, müfettiş bey.
MÜFETTİŞ — (Kızar.) Merhaba. Bey birader, hâlâ bitmedi mi? Derken, efendim, at şöyle düşer gibi olur, çekerim dizginleri. (Tarif ederken, oturduğu sandalyede düşer gibi olur. Tutarlar.) Hop, tutun! Oh…
ALİ AĞA — Efendime söyleyeyim, yani efendim, merhaba.
MÜFETTİŞ — Merhaba, merhaba.
KAHVECİ — (Yanaşmıştır, çay getirir.) Buyrun beyefendi, E, merhaba…
MÜFETTİŞ — Yine sen mi? Merhaba.
KAHVECİ — Bir şey demedim,”merhaba” dedim de.
MÜFETTİŞ — Peki…(Kahveci gider.)
DERVİŞ AĞA — Nasıl oldu da gitti hemen.
ÇIRAK — Merhaba, bayım. Bizim delikanlı öğretti de…
MÜFETTİŞ — Mer…ha… ba… Çıldırmamak imkânsız… Efendim, at, şöyle vıcık vıcık terlemiş…
(Kahvedekiler, “merhaba” diyecek başka adam kaldı mı, kalmadı mı diye bakarlar sonra.)
MUHTAR — Nasılsın müfettiş bey, çoluk çocuk?
MÜFETTİŞ — Ha, hamdolsun, ellerinizden öperler.
DERVİŞ AĞA — İyisiniz inşallah?
MÜFETTİŞ — Ben mi? Çok iyiyim.
DEVİŞ AĞA — Çoluk çocuk?
MÜFETTİŞ — Onlar da iyi. Suyunuz ne soğuk, içtim de dişlerim zangır zangır…
HOCA — E, müfettiş bey, hatırı âlinizi sual eylemek bize de nasip ola.
MÜFETTİŞ — Bendenizin mi? Çok iyiyim. Yoksa acayip hâlim mi var?
HOCA — Allah, afiyet versin…
MÜFETTİŞ — Ya sudan bahsediyorum. Efendim, insanın dişleri zangır zan…
ALİ AĞA — (Hemen keser.) Efendime söyleyeyim. İyisiniz inşallah…
MÜFETTİŞ — Hey Allah’ım, çok şükür. Suphanallah… Ne diyecektim?
ONBAŞI — Müfettiş Bey, afiyetesiniz, şey, inşallah?
MÜFETTİŞ — Afiyetim mi? Yerinde canım, yerinde… Üçten dokuza şart olsun, bırakın yakamı artık…
MUHTAR — Yo müfettiş bey, âdettir bizde bu. Bir cigara içmez misin?
MÜFETTİŞ — Haydi içeyim, pek kullanmam da… Nefes darlığı yapar, efendim, ben de… Yokuş filân çıkarken başlar bir tıkanıklık…(Nefes darlığı taklidi.)
DERVİŞ AĞA — Müfettiş beg, biy cigaya mı?
MÜFETTİŞ — Sağ ol, mersi, aldım.
DERVİŞ AĞA — Dayılıyım.
MÜFETTİŞ — Haydi, hatırın için. (Alır.) Şuraya takalım. (Bir kulağına takar.) Ya, dediğim gibi tıkar gider.
ONBAŞI — (Kalkar.) Yak bir sigaramı.
MÜFETTİŞ — (Az alıngan) Yaktık ya. Teşekkür.
ONBAŞI — Şey şey ederim, darılırım.
MÜFETTİŞ — Haydi bakalım, senin de hatırın kalmasın… (Alır.) Şunu da şuraya. (Öteki kulağına takar.) Nefes darlığı çok kötü.
ALİ AĞA — Efendime söyleyeyim, bir cigara içer misiniz? Buyrun yani.
MÜFETTİŞ — (Çileden çıkmış) Vallâhi… Hey yarabbi, âdet, âdet… Bu da âdet ha…(Alır ateş için ceplerini ararken, hepsi kibritleri yakıp uzatırlar.)
HEPSİ — Yak, müfettiş bey.
MUHTAR — Buyrun.
DERVİŞ AĞA — Buyadan.
ALİ AĞA — Yakar mısın?
MÜFETTİŞ — Tuhaf… Vallahi tuhaf… Sizin bu köy âdetleriniz…
KAHVECİ — (Elinde maşa ve ucunda ateşle gözükür.) Yakacak mısın?
MÜFETTİŞ — Yaktım, sağ ol…
KAHVECİ — Ha, sonra mı? Yakacak mısın?
MÜFETTİŞ — Yanıyor.
KAHVECİ — Ateş mi? İşte.
MÜFETTİŞ — (Yerinden fırlar ve kahvecinin yüzüne üfürür. Bak… ya… nı… yor.
KAHVECİ — Peki yakma. Ne bağırıyorsun? Karşında sağır mı var?
MÜFETTİŞ — (Oturur.) Ne misafirperverlik.(Sükût) Niçin geldiğimi biliyorsunuz.”Malim gelmemiş de onu rapor et.” diye telefon ettiler bana. Öteki köydeydim, karakoldan istediler. Sonra, bir de bir istida mı, ne pullamışsınız.(Pul yapıştırma taklidi) İmza da ettiniz mi? (İmza taklidi)
MUHTAR — Demek bunun için geldiniz?
MÜFETTİŞ — Öyle ya… Gelmeme sebep hem raporu yazmak, hem de sizin dilekçeyi soruşturmak. Köy bu düşüncede mi?
MUHTAR — Vallâhi müfettiş beg, biz istemiyoruz bu malimi. Çünkü…
MÜFETTİŞ — Çünkü?
MUHTAR — Bu köyden gitme ahlâksızım biridir.
HOCA — Onun ne adam olduğunu biliyorlar hep.
MÜFETTİŞ — Yok, bildiğiniz gibi değildir.
HOCA — Biliriz bu yeni yetişme öğretmenleri. On para etmezler. Onların okuttuğu elifbe elifbe olmuyor da başka şey oluyor.
ALİ AĞA —Sonra efendime söyleyeyim, biz köyümüze uygun adam bulduk. Efendime söyleyeyim, çok çalışkan, bilgili, ahlâklı bir delikanlı…
ONBAŞI — Ya, ya… Neydi o, şey… Köyümüzü onardı… Bak çocuklar, şeyde, mektepte okuyor.
MÜFETTİŞ — Sahih, bütün köyler ağızlarının suyunu şöyle akıtarak, hep bu köyü anlatıyorlar. “Şöyle iyi, böyle iyi.” diyorlar… Sonra da ağızlarından delikanlıyı düşürmüyorlar.
MUHTAR — Benim av köpeğimi de iyileştirdi. Geçen günkü avda… Delikanlıyla beraber gitmiştik… truv truv. pır pır dökülüyor avlar.
HOCA — (Keser.) Fazla lâfa ne hacet… Bir muallimin yaptığı her şeyi bu delikanlı yapıyor.
DERVİŞ AĞA — Fazlasıyla…
HOCA — Malim o, doktor o…midemi iyi etti. Mühendis, usta, demirci… Müfettiş beg, siz şu mektep işinden anlarsınız. Bizim köylere malim verecekseniz, bu delikanlı gibi malim yetiştirin de verin. Delikanlıyı örnek tutun.
ALİ AĞA — Efendime söyleyeyim, müfettiş bey, sen bilirsin, şunu bize malim yapıver. Hem hayırlı bir iş de var. Efendime söyleyeyim, muhtarın kızı Gülsüm…
MÜFETTİŞ — Anladım… Fakat nasıl olur? O mektep medrese mezunu değil… Diploması yok.
MUHTAR — Çok şey biliyor, mal meydanda. Senin mektebinden kapı kadar diploması olan bunları bilmez, değil mi?
ONBAŞI — Müfettiş beg haklı… Yapamaz onu, şey, malim… Sonra adamın elini şey yapıp bağlayıp atarlar dam altına…
MUHTAR — Peki, netsek şu gelecek adamı?
MÜFETTİŞ — Bu düşünülecek bir iş değil. Mademki öğretmen gelmedi, tebellüğ ve meyil müddetini de geçirmiştir. Müstafi addedilir. Ayrıca, siz “Bizim köylüdür, tanırız, iyi adam değildir. Köye gelirse verimli olmaz.” diye dilekçe yazarsınız, olur biter. Yenisini verirler.
HOCA — Al sana… Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak buna derler.(Sükût)
MÜFETTİŞ — Bu yeni adamınız çocukları okutuyor mu?
MUHTAR — “Çocukları” ne demek… Bizi bile okutuyor. Ben alifbeyi öğreneli on gün oldu.
ALİ AĞA — Efendime söyleyeyim, yalnız muhtar, efendime söyleyeyim,”j”nin üzerine nokta konulup konulmayacağını bilmiyor.
MUHTAR — Yooo… Bilirim. Gün doğusundan rüzgâr eserken gün batısından tavşana doğru gidersin; ördek sürüsü uçarken, önündeki ördeğe nişan alırsın; arkadakine değil. Bunları nasıl bilirsem o dediğini de bilirim…
MÜFETTİŞ — Beyler, şimdi ben raporu yazarım, tabiî “gelmemiş” diye bildiririm. Sonra sizin istidayı kaleme alırız, pullarız(yazı ve pul taklidi) Kaymakam beye veririz. O da muameleye koyar. Kendisine de söyleriz, size iyi bir öğretmen verirler… Çalışırız.
MUHTAR — Hey sağ olasın. Yalnız iyi öğretmen versinler. Birader, bizde bilgi yok, onlarda cim karnında bir nokta…
ONBAŞI — Neydi o?Bir söz vardı canım? Tam dilimin ucundaydı… Ha, dur. Of yine kaçırdım, ha tuttum…” İki, iki çıplak bir şeye hamama gerek.” Öyle değil mi?
MÜFETTİŞ — Ben bu akşam döneyim. Siz şu kâğıdın altına “Öğretmen gelmedi.” diye imza ediverin. Sonra üzerini doldururum. Dört kişi yeter. Şu kâğıda da imza atın… Bunu da öğretmeni istemiyoruz diye imzalayın…(Ağalar, verilen kalemi yalaya yalaya iki kağıda da imza atarlar. İmza atarken, imzaların harflerini acemi acemi kekelerler.) (Sonra onlar imza ederken kulisten yabancının sesi duyulur.)
YABANCI — Hey çoban, koyunlara yemden evvel su verilir. Patlatırsın hayvanları…
MUHTAR — Bizim delikanlı.
ONBAŞI — Şey, bizim delikanlı, hani söylemiştik ya…
MÜFETTİŞ — Görsek bari. (Kâğıtları cebine kor.)
YABANCI — (Dışardan) O koyunun bacağı nasıl oldu? İyi mi?(Sükût) Peki… Yarın öbürünü de getir… Kelebek olmuş galiba… Kara koyun yem yemiyor mu? Dedim ya kelebektir. (Sahneye girmiştir, yarı yarıya arkası dönüktür; konuşur.)
MÜFETTİŞ — Bu mu?
MUHTAR — Evet, köyün peygamberi. Meteliksiz geldi. On beş gündür yüz bin bankonot yapabilirdi. Yine meteliği yoktur. İyi nişancı da…
(Yabancı döner, ayağında lâstik çizme ve sırtında işçi tulumu vardır.)
MÜFETTİŞ — A,a,a…
DERVİŞ AĞA — (Farkında değildir.) A’dan sonra B geliy, müfettiş bey.
MÜFETTİŞ — A…A…A…A…
MUHTAR — Küçük A mı, büyük A mı?
MÜFETTİŞ — Vay, siz burada ha?
MUHTAR — Ne oldu müfettiş bey?
HOCA — (Döner.) Şaşırdın, bey, tanışır mıydınız?
YABANCI — (Başını yere eğmiştir.) Böyle olacağını biliyordum. Mızrak çuvala sığmaz.
MÜFETTİŞ — Gözlerime inanamıyorum…
HOCA — Ne oluyor size, Allah’ınızı severseniz?
MÜFETTİŞ — Ne olacak… Siz böylesiniz vallahi. (Elleriyle tereli işareti yapar.) Deli yani, öğretmen burada işte.
HEPSİ — Ne öğretmeni?
MÜFETTİŞ — İstemediğiniz öğretmen.
MUHTAR — Vallâhi, anlamıyorum. Ne söylüyorsunuz?
MÜFETTİŞ — Sizin köye bir öğretmen gelecekti ya?
HEPSİ — Evet.
ONBAŞI — Şu ahlâksız Murat.
MÜFETTİŞ — Evet, öğretmen işte bu.
HEPSİ — Yapma.
MÜFETTİŞ — Kısmet ayağınıza gelmiş ve farkında değilsiniz.(Hepsi şaşkın ve mahcuptur.)
MUHTAR — (Kendi kendine) Vallâhi yüzümü kaldırıp da bakamıyorum. Amma atıp tutmuştum.(Arkasını döner, yerin dibine batmıştır.)
ONBAŞI — Vay… Öldüm… Neler söylemiştim.(Döner mahcuptur.)
ALİ AĞA — Efendime söyleyeyim, ben ne ettim, neler söylemiştim. Tuh…(Döner.)
DERVİŞ AĞA — Ya ben ne heyzeley yemiştim.(Döner.)
HOCA — Ya, ben nasıl bakayın malim beyin yüzüne?(Döner.)
(Sahneye bir üzüntü çökmüştür, köylüler mahcupluktan, diğerleri bu durumdan sıkıntılıdır.)
MÜFETTİŞ — Eee, merhaba, Murat Bey. Kasabadan bir ayrıldınız… Arabanız tıkır tıkır gitti. Ben sizi gitti, vazifeye başladı sanıyordum. Hâlbuki kasabadan telefonla sizin için, pır kaçmış dediler.
YABANCI — Bakın yine buradayım.
MÜFETTİŞ — Yaa. Hem buradasınız, hem burada değilsiniz.
YABANCI — (Güler.) Gölgem.
MÜFETTİŞ — Bunlara iyi oyun oynamışsınız.(Sükût)
YABANCI — Ağalar… Hepiniz yüzünüzü döndünüz.
MUHTAR — Sus, malim bey, biz ne aldanmışız. Utanıyorum, utanıyorum.
YABANCI — Ağalar, size karşı hürmetim ve sevgim vardır. Her insan gibi siz de aldanabilirsiniz.
ONBAŞI — Fakat neydi o?Böyle aldanmak çok acı.
ALİ AĞA — Biz, efendime söyleyeyim, yâni, ne umduk, ne bulduk.
HOCA — Yer yarılsa da dibine girsem. Senin nene gerek âlemin adamı hakkında konuşmak…
DERVİŞ AĞA — Neyden lâf ettim. Dilim kopsaydı.
YABANCI — Böyle demeyin, ağalar. Ben kabahati sizde bulmuyorum.
MUHTAR — Ya kimde kabahat?
YABANCI — Kabahat sizde değil. Zamanda, evet zamanda. Gördüğünle değil de, işittiğinle düşünen, dedikoducu zamanda işitilen şeylerin içinde bir kırıntı bile doğru yoktur. Her ağız uydurduğu yalana biraz sonra, diğer sokak başında kendi inanır… Benim annem de, babam da temiz insanlardı. Bunu sizlere delilleriyle ispat edeceğim.
HOCA — Bak bu doğru. Biz şu malim beyi nasıl biliyorduk, karşımıza nasıl çıktı.
MUHTAR — Boğazıma bir şeyler tıkanıyor. Neler söyledik, neler söyledik senin için… Utanıyorum…
DİĞERLERİ — Utanıyoruz, vallâhi…
YABANCI — Ben bu sözü, yani şu “utanıyoruz” sözünü, sizin değil de bizi kötüleyenlerin hepsinin ağzından çıkmış sayıyorum. Sizin geri dönüşünüz ve utanışınız, bana istikbâl için bir ışık gibi görünüyor.
ONBAŞI — (Güler.) Neydi o?Hani bir söz vardı. Yanlış hesap, neydi muhtar?
MUHTAR — Yanlış hesap Bağdat’tan döner.
HOCA — Gel, oğul, ben başlıyayım. Benden yaşlı olsun, vallahi, elini öperim, gel öpeyim alnını… Kusura bakma, bilmeden söyledik.
(Öper.)
ALİ AĞA —Efendime söyleyeyim, bundan sonra şu gözlerimle görmeden, elimle dokunmadan, efendime söyleyeyim, bir şey söylersem, söylenenlere inanırsam, kafam kopsun.
(Yabancıyı öper. Muhtar, Derviş ve onbaşı da öper.)
MÜFETTİŞ — Sevinçten bir şey söyleyemiyorum. Köylerimiz, evet, köylerimiz. Böyle kalkınıyor. İşte raporu yırtıyorum. Ya o imza ettiğiniz diğer kâğıdı ne yapayım?
MUHTAR — Ne mi edeceksin? Onu da yırt.
HOCA — (Atılır.)Yoooo, yooo, yooo… Yırtma… İmzalarımızın üst tarafına şöyle yaz, baklava hakkı için şöyle yaz… Şöyle: “Kaymakamlık Ulu Makamına” Bakma müfettiş beg, biz eskiyiz, sonra pek o kadar da mürekkep yalamadık, sen uydur gayri. Evet, “Kaymakamlık Ulu Makamına, biz Derecik Köyü ehalisi, yeni gönderdiğiniz malimden pek memnunuz… Biz istediğimize kavuştuk, darısı diğer köylerin başına.” İmzalar zaten var. Nasıl?
HEPSİ — Yaşa hoca.
HOCA — Baklava hakkı için bunları böyle yaz. Yazmazsan, öteki dünyada yakanda olur on parmağım.
YABANCI — Hoca, bu fazla…
HOCA — Yo bu fazla değil… Daha eksik… Bitmedi. Ağzımı tükürük boğdu. (Muhtarın önüne durur. Arkasını verir, eğiktir.) Şu arkama bir yumruk vur.
MUHTAR — Niçin?
HOCA — Vur canım, tıkandım…
MUHTAR — (Vururken) Ne yedin de tıkandın?
HOCA — Bir daha.
MUHTAR — Hey, hocam, al bir daha.
ALİ AĞA — Hoca ne yedin de tıkandın böyle?
HOCA — Daha yemedik, yiyeceğiz… Hem de böyle lenger lenger pilâvlar, tepsi tepsi börekler, sini sini baklavalar… Etler… Oh, yine tıkanıyorum…(Yutkunur.) Bir daha vur muhtar. Bir daha, şöyle pekçe… pekçe.
DERVİŞ AĞA — Hoca, neyde yedin?
HOCA — Ziyafette… Daha doğrusu düğünde.
HEPSİ — Hangi düğünde?
HOCA — Tuh be… Ben size ziyafetten söz ederim de, niçin olduğunu demem. Muhtarın kızı ne demiş?
MÜFETTİŞ — Ne demiş?
HOCA — “Delikanlı, malim olsaydı, ona varırdım.” dememiş mi?
HEPSİ — Ya, sahih.
MÜFETTİŞ — Delikanlı da malim çıkıverince…
HOCA — Bize de ziyafet gözüküyor. Öyle değil mi, muhtar?
MUHTAR — (Cevap vermez, başını eğer.)
HOCA — Ha, anladım. Kız babası… Naza çekiyor kendini. Çek bakalım. Hakkındır. Gülsüm, çiğdem gibi kız. Peki.(Cübbesini toplar, gayet itinalı olarak muhtarın önüne gider, eğilip selâm verir.) Muhtar Bey, Allah’ın emri, Peygamber’in kavliyle kızımız Gülsüm’ü, oğlumuz Murat’a istiyoruz. Desti izdivacına talibiz.
MUHTAR — (Sıkılgan) Şey bilmem ki… Ne diyeyim?
HOCA — Ne mi diyeceksin? Aklın varsa şöyle dersin muhtar: “Verdim.” Böyle de, çünkü Murat gibi kısmet, ancak kırk yılda gözükür. Kuyruklu yıldız gibi.
MUHTAR — Peki, hoca. Ben de kızımı kuyruklu yıldız veriyorum.
HEPSİ — Yaşa, muhtar, yaşa.
HOCA — Bu iş de bitti, işin bitmesi demek, bizim yemeklerin gözükmesi, demektir. (Durur.) Yalnız, şaka bir tarafa, ben hâlâ kendime gelemedim. Yahu amma da aldanmışız. Tüh tüh…
DİĞERLERİ — Yaaaa… Amma da aldanmışız!

(Bu söz tekrar edilirken perde kapanır.)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi