Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

ADİSYON KAĞITLARI -EDA NACAR


KİŞİLER

TÜRKAN: Bahri’nin karısı
ADAM: Hayali kahraman
BAHRİ: Türkan’ın kocası
ÖZGE: Bahri ile Türkan’ın kızı
BİLGE: Bahri ile Türkan’ın kızı
AYTAÇ: Bahri ile Türkan’ın oğlu


(Otantik, nezih bir restorantı ) andıran sahnede, üç dört masa bulunmaktadır. Masaların üstünde bakır kupalar, bakır tabaklar, bakır sürahiler yer almaktadır. Ortamı duvarlarda asılı olan gaz lambaları aydınlatmaktadır. Duvarlar eski yeni aile fotoğrafları ve halılarla süslenmiştir. Hasır iskemlelerde, samimi bir hava yaratmak için masaların kenarlarına dizilmiştir. Kaneviçe perdeler ve asırlık kilimlerde nostaljik bir hava yaratmıştır. Eski bir soba ve pencerenin önünde çiçekler vardır. Düz sarı kıyafetiyle bir adam içeriye girer. Kıyafetin ön yüzünde ( Beyti kebap, Patlıcan kebap, Kuzu şiş, Piliç şiş, Günün yemeği, Pilav, Salata, Tatlı, Dondurma, Cola) yazmaktadır. Arka tarafında ise kıtalar şeklinde yazılmış şiirler bulunmaktadır.

ADİSYON KÂĞIDI- Ben aşk cumhuriyetinin başbakanıyım.
Halkım âşıklardan.
Benim cumhuriyetimde insanlar;
Âşık olarak doğar,
(Duvarda asılı olan aile fotoğraflarına sıra ile bakmaktadır.)
Aşk ninnileriyle büyür,
Aşk mekteplerinde, aşkın kitabını okur,
(seyirciye doğru yönelir.)
Benim kanunlarımda;
Aşklar özgür yaşanır.
Avukatlarım bu yüzden işsiz.
Savcılarım boş oturur.
Aşk suçu işleyenler sınır dışı edilir.
(Elleriyle restorantı gösterir.)
Benim cumhuriyetimde, ordum aşk için savaşır.
Aşklar ölürcesine yaşanır,
Mezar taşlarına aşk şarkıları yazılır.
Benim cumhuriyetimde aşklar
Sonsuzluğa ulaşır

(iskemlelerden birine oturur.)Bu gördüğünüz restorantın sahipleri, yirmi beş yıllık evliler. Geçen sene gümüş yıllarını kutladılar. Onu tanıdığım günden beri dünyasından bir türlü gidemedim. Onun bambaşka bir dünyası var. Her geldiğinde bana (arkasını döner. ) birkaç mısrayı bırakır ve gider.

O yirmi beş yıl boyunca binlerce öğrenci yetiştirmiş emekli bir öğretmen.

O üç tane pırıl pırıl evlat yetiştiren güzel bir anne.

O otantik, nezih bir restorant işleten iyi bir işhanımı.

Onun ilk şiirini kardeşim kadar sevdiğim restorantın menü kapağına yazmışlar. (Dışardan sesler duyulur.) Türkan ablanın sesi bu. (İskemleden kalkar.) En iyisi ben yerime gideyim. Kapı önüne canım. Sizleri de sevgili patronum Türkan Ablanın dünyasıyla baş başa bırakayım.

TÜRKAN – (Elinde küçük çaydanlığı ile içeri girer. Kaneviçe perdeleri açar.) Nasılda özlemişim, bu sessizliği küçücük çaydanlığımla bir kişilik çay demlemeyi, (vazonun içinde ki çiçekleri koklar.) sabahları vazolara koyduğum kırmızı gülleri, hanım elleri, begonvilleri. Nasıl da özlemişim, aşk şarkıları dinlemeyi.

(Kısık seste ut sesi sözlere karışmaktadır. Bu arada Türkan adisyon kâğıtlarının arkasına bir şeyler yazmaktadır.)

(Çayını yudumlar.)

(Beyaz kıyafetli bir adam, Trenin hareket etmesi için bekleyen memur edasıyla ağzındaki düdüğü çalarak sahneye girer.)

ADAM – Zaten aklına gelen başına geldi senin.
Ne diye hep aşk şarkıları dinlersin sanki bir gün
Şimdi dinle, şimdi ağla hadi şarkılardaki gibi.

(Bir İskemle çeker oturur.)

TÜRKAN – Her şeyimiz ansızın oldu, ayrılığımızda.

ADAM – Kendine iyi bak dediğimi duyabildim mi uzaktan?

TÜRKAN – Peki ya sen görebildin mi, içime akan gözyaşlarımı? Hüngür hüngür ağlamak isterken kaçar adımlarla gitmen şart mıydı.

ADAM – Yüreğin burkulmuş. (Türkan’ın yüzünü okşamak ister. Elini geri çeker.)

TÜRKAN – “İlk istasyonda indim bir telefon kulübesindeyim” demeni bekledim hep.

ADAM – Çaresizlik nedir bilir misin?

TÜRKAN – Sensizliği mi?

ADAM – Her şey boş be Türkan, kimse oturmuyor oturduğum yerde Sevdiğin şarkıyı da çalmıyorlar senden söz etmeye cesaretleri yok ağlayacağımı biliyorlar.

TÜRKAN – Yıllar nasıl da geçti acısıyla tatlısıyla yirmi beş yılı geride bıraktık. Yirmi altısı olmayacak mı?

ADAM – Olmayacak...

TÜRKAN – Birlikte yaptığımız bahçeyi seyrettim bugün Minelerle güller, yasemenle hanımeller nasıl da kaynaşmışlar...

ADAM – Benim gibi halinden şikâyetçi olan yok muydu?

TÜRKAN – (Adama sarılır.) Sımsıkı sarılmışlar. Daralınca yerleri, boyuna uzamışlar. ( gülümser)


ADAM – (Türkan’ı itekler.) Sende benimle toprağı mı paylaşmak istiyorsun? ( Düdüğünü çalar.) Son trende biraz önce kalktı...

TÜRKAN – Kim bilir kaç durak sonra hatırlayacak beni... Kaç sefer sonra uğrayacak bir daha...

ADAM – Dün neredeydim biliyor musun?

TÜRKAN – Neredeydin? (İskemleye oturur.)

ADAM – Ayrıldığımız o yerde... Çoktandır uğramıyor dediler buralara sana ait bir eşya aradım dokunmak için.
Basma elbiseni buldum yerde.
Kokladım yakasını hasretle...
Vazoda kırmızı beyaz güller,

TÜRKAN – Hani çok severdin sularını değiştirmeyi.

ADAM – Onlar da küsmüş, senin gibi, boynu büküklerdi sanki...

TÜRKAN – Nereden bilebilirlerdi ki ayrılığımızın yatağımızda gerçekleşeceğini.

ADAM – ( Sessiz)
TÜRKAN – Hiç hesapta yoktu ayrılık. Biraz geç kalmana dayanamazken, kaldıramaz bunca yükü yüreğim. Uzaktan duyar mısın sesimi yan yana durup da konuşamazken. (Ses tonu sözleri söyledikçe yükselir.) Anlayabilir misin beni?
Aşabilir misin engelleri?
Daha birbirimize ulaşamazken (ellerini uzatır) uzatsam tutabilir misin elleri mi?
Yanımda olup da dokunamazken.
Sarılabilir misin özlemle,
Bakabilir misin gözlerime,
Söyleyebilir misin sevdiğini,
O kadar yakınımda,
Öylesine uzakken.

ADAM – Ben istediğim ayrılığı, sen istemedin biliyorum, biliyorum bir tanem ben istedim ölmeyi, yaşayamadan hissettiklerimizi...

 

TÜRKAN – (Masanın üstündeki adisyon kâğıtlarını alır.) Seni bu kâğıtlarda yaşatıyor, içinde değerli armağanlar bulunan bir kutuya benzetiyorum. El üstünde tutuyorum şiirlerimi, sırf senin için sırf sen varsın diye...

ADAM – Ben ne yapıyorum peki? (Elindeki düdüğü gösterir.) Çalıp gezdiğimi mi sanıyorsun?

TÜRKAN – Ne yapıyorsun o zaman?

ADAM – Sana olan sevgimi bir yumağa sarıyorum, öylesine büyüyor ki yüreğime dar geliyor. İkimizin de sığabileceği bir kazak örüyorum.

TÜRKAN – Sende beni yanına istiyorsun biliyorum acaba o kazağı kirletmeden, esnetmeden giyebilecek miyiz merak ediyorum.

ADAM – (Türkan’ın dizlerinin dibine çöker.) Ben kendimi sende bırakıp geldim. Kendimi de seni de özledim. Hoşuna gitmediyse kalışım, taşıyamıyorsan yükümü, azat et gidelim. Benim yüreğimde çok yer var, senide götüreyim.

TÜRKAN – (Güler.)

ADAM – Neden gülüyorsun?

TÜRKAN – Gülmek kahkaha değildir her zaman, gülmek bazen de hüngür hüngür ağlamaktır, sevdiğin biri için.

ADAM – Benim için mi Türkan?

TÜRKAN – Bir ev düşlüyorum ikimiz için... O sevdiğimiz mahalleden. Sıcacık sevecen insanların yaşadığı (İskemleden kalkar.) yokuş. Daracık çıkmaz sokaklardaki, sıvası dökülmüş, penceresinde, yağ tenekelerine dikilmiş kırmızı beyaz karanfilleri olan, bacasında sevgi ve mutluluk tüten minicik bir ev... (Kanaviçe nakışlı perdeyi aralar.) Pencereden gelişini bekliyorum. Elinde akşamdan ısmarladığım şeyler, evimize doğru yaklaşıyorsun. Pencereden, ekmek de alman için işaret ediyorum...

ADAM – (Pencereye yaklaşır.) Karşıdaki tamirciden kıskanıp seni, başını sallıyor ve kızgın kızgın bakıyor (Türkan'ın elinden tutarak iskemleye oturtur, kendiside yanına oturur.)

TÜRKAN – (Adam’ın gözlerinin içine bakar.) Bende içimden “inşallah soba için çıra almayı unutmamıştır” diyorum. (Aynanın karşısına geçer, saçını düzeltir.) İki ev ötemizde ki bakkaldan ekmeği alıp dönünceye kadar aynada kendini düzeltiyorum.

ADAM – Tahtadan yapılmış kapıyı, büyük demir anahtarlarla açıyor, aldığım şeyleri birinci basamağa bırakıyorum. (gülümser.) Merdiven altında ki kümesten, taze yumurta bakıyorum.

TÜRKAN – (Adam’ a yaklaşır.) İç kapıyı ben açıyorum sana. Elindeki paketleri alıp, şöyle bir bakıveriyorum. (seyirciye doğru yönelir.) İş gömleği için tursil istemiştim almışsın. Patates, soğan, tahin helvası... Köpeğimiz için kemikte var. Çırayı da unutmamış. (Adama yönelir.) Seni seviyorum, seni seviyorum.

ADAM – Ağlamayı çok seven ıslak gözlerimle uzun uzun bakıp “beni özledin mi koca bebeğim” diyorum.

TÜRKAN – (Adam’a sarılır.) Paltonun önünü aralayıp sarılıyorum, hasretle. Sıcaklığına dostluğuna ihtiyacım var diye fısıldıyorum. (Koşar adımlarla sahneden çıkar.)

ADAM – (Maşayla sobayı kurcalar. Pencerede ki çiçeklere su verip, yere uzanır.)

TÜRKAN – (Dışarıdan sesi duyulur.) Varislerini dinlendir, bir iki yastık ayaklarının altına...

ADAM – (İskemlelerden birini ayağının altına koyar.)

TÜRKAN – (Elinde tencereyle içeriye girer.) Yorgunluktan sobanın rehavetinden aç uyumana dayanamam. Yemeği çok sevdiğini biliyorum. (yemeği servis yapar.) Acıkınca gözün bir şey görmez.

ADAM – Ben dinlenirken, sevdiğim yemekleri diziyorsun soframıza (Masanın yanında ki iskemleye oturur. Yemekleri yemeye başlar.)

TÜRKAN – (Adamın yemek yemesini izler.) Karşısına oturup, iştahla yemeni seyrediyorum. Bir anne gibi... ( Adam peçeteyle ağzını siler. Türkan sofrayı toplamaya başlar. Bu sırada Adam, Türkan’ın kolundan tutup yanına çeker. Tek tek örgü yapıp topladığı saçlarını çözmeye başlar. Elleri Türkan’ın saçlarına dolaşır. Türkan gülmeye başlar. Koşar adımlarla sobanın yanına gider.)

TÜRKAN – (Güğümde ki sıcak suyu demliğe boşaltır.) Nerdeyse yanacakmış.

ADAM – Fırfırlı basma geceliğini giysene Türkan.

TÜRKAN – Hınzır... Açıklığı seversin bilirim.

ADAM – Saçını da bir iki tokayla topla, hani bir defa sıcaktan toplamıştın da hoşuma gitmişti...

TÜRKAN – Bardakları tepsiye dizip yanına geliyorum. (Çıkar.)

ADAM – (Dışarıya seslenir.) Birazda dostça konuşalım değil mi? (gülümser.) Günün nasıl geçtiğini anlatırsın bana... (Bir an için eline düdüğünü alır geri bırakır.)


TÜRKAN – (Saçları yarı açık yarı toplu şekilde, üstünde fırfırlı basma elbisesiyle içeri girer.) Çenesiz, kaprisli kadınları sevmediğini biliyorum. (Adamın elini tutar.) Ellerim ellerinde olsun, Konuşmasam da olur.

ADAM – Bardaklar Türkan, bardakları unutmuşsun...

TÜRKAN – (Ayağa kalktığı sırada, adam kendine doğru çeker.) Çayımızı doldurmak için kalkıyorum...

ADAM – (Göz kırpar.) O da benim işim. (Çıkar) (Türkan sobaya doğru ayaklarını uzatır. Tam bu sırada, gözünde güneş gözlüğü, kulağında walkman, pantolonun çeşitli yerlerinde zincirler asılı olan Aytaç içeri girer. Aytaç, Türkan’ı görmeden şarkı söyleyerek yavaş adımlarla sahneden çıkar. Bu sırada Belinde Önlükle koşarak Bilge içeriye girer. Pencereye yaklaşır. Dışarı bakar.)

BİLGE – Hay aksi yine kaçtı.

TÜRKAN – Bilge...

BİLGE – (Türkan’ı görmez. Dışarıya bakmaya devam eder. Yüksek sesle) Aytaç! Aytaç! Gitti işte... (önlüğü çıkarır.)

TÜRKAN – Bilge...

BİLGE – (Türkan’a doğru döner.) Efendim anne! (Güler.) Anne! Bu ne hal!

TÜRKAN – Şey! Sabah sabah nasıl olabilirim ki...

BİLGE – Anne senin saatten haberin yok galiba, saat 17.00 a geliyor. Bahriye teyzenin konukları gelmek üzeredir. Bu gece burda oğlunun nişanı var unutun mu?

TÜRKAN – (Ayağa kalkar.) Nasılsa unuttum...

BİLGE – Üstelik saat altıda okulda olmam gerekiyor. Oğlun da çekip gitti. Güya baharatçıya gidecekti...

TÜRKAN – Bahriya teyzen geldi mi?

BİLGE – Geldi, aşçıya yardım ediyor. (Annesine yaklaşır.) Yine o adamla konuşuyordun dimi?

TÜRKAN – (Saçlarını toplamaya çalışır.) Saçmalama Bilge... (kendi kendine) gidip üstümü değiştireyim. (Bilgeye döner.) Gördün mü yoksa?

BİLGE – İnan ki anne, o adamı senden başka kimse göremez...

TÜRKAN – (Doğrularmışcasına başını sallar.)

BİLGE - Burada babam...

TÜRKAN – Baban mı? Ne olmuş babana?

BİLGE – Hiç bir şey anne, hiç bir şey... (Elinde ki önlüğü iskemlenin üstüne atar.) Ben okula gidiyorum. (çıkar.)

TÜRKAN – Bilge...

(Eline cep telefonu, üstünde siyah takım elbisesiyle Bahri içeri girer. Bahriyle adam aynı kişidir.)

TÜRKAN – Bahri...

BAHRİ – Kardeşim yok öyle bir şey... Yalan, üstelik kuyruklu yalan... Nerde görülmüş benim insanları dolandırdığım... Sen duydun mu hiç? Hı, hı... Hah işte orda dur kardeşim Bahri Dürüst, dürüst adamdır. (Türkan’la göz göze gelir. Türkan’a sarılır.) Ailesiyle yakından ilgilidir.

TÜRKAN – (Üstüne bakar ) Fark etmedi bile... (Ağlayarak çıkar.)

BAHRİ – (Diğer kulağını eliyle kapat) Tabiî ki canım, kaba inşaatı bitirdik... (Yavaş yavaş sahne kararır.) İnce işlere başladık...



SAHNE AYDINLANIR

(Türkan duvarda asılı olan gaz lambalarını teker teker yakar. Boynunu ovalayarak iskemlelerden
birine oturur. Bu arada elinde basket topuyla Özge girer. Türkan’ı öper.)

ÖZGE – Masaj yapmamı ister misin anne?

TÜRKAN - Ayy... çok iyi olur...

ÖZGE – (Topunu yere koyar. Türkan’ın omuzlarına masaj yapmaya başlar.)

TÜRKAN – Ayy! Ayy! Ellerin dert görmesin kızım. Nasıl da iyi geldi.

ÖZGE - Anne ne düşünüyorum biliyor musun? Eğer yurtdışında eğitimime devam edersem NBA’de oynamak istiyorum.
TÜRKAN – İnşallah... Ne? Şu iri yarı adamların arasında mı? Biraz gerçekçi ol Özge... Büyük hayaller, büyük acılara sebep olur.

ÖZGE – (Masajı bırakır. Topunu alır.)

TÜRKAN – Ne oldu kızım.

ÖZGE – Böyle söylemen gerekmezdi anne.

TÜRKAN – Buraya gel.

ÖZGE – (Türkan’ın yanına oturur.)

TÜRKAN – Minik bir kız büyümüş.
Nasıl da güzelleşmiş.
Yüzü gibi kalbi de,
Melek kadar temizmiş.
Kendine yetmeyi bilir.
Üzemez o kimseyi.
Başarır üstlendiğini,
Benim kardelen çiçeğim.
ÖZGE – Naz edermiş bazen de
Annesini üzermiş.
Tatlı bir öpücükle, (öper)
Hemen özür dilermiş.

TÜRKAN – Senin üzülmeni istemem kızım.

ÖZGE – Biliyorum anne... (Giderken Türkan’a döner.) Peki ya sen... Bende senin üzülmeni istemiyorum... (Çıkar.)

TÜRKAN – Doğru söylüyorsun gerçekçi olması gereken benim galiba...

ADAM – (Düdüğünü çalarak içeri girer.)

TÜRKAN – Yooo! Hayır.

ADAM – Hani sevdiğin cam tepsi vardı ya, rafın en üstünde duran. Her gelişimde indirmemi istediğim...

TÜRKAN – Göreceğim yerde olsun dediğim.

ADAM – Düştü birden bire kırıldı biliyor musun? (Türkan’ın yanına oturur.) Paramparça oldu.

TÜRKAN – İstersen toplarız birlikte.

ADAM – Açıkça konuşmaman zoruma gidiyor biliyor musun? Aynı şeyleri yeniden yaşamak, her şeyi bile bile, saniye saniye yaklaşarak ölüme, kendimi başkasına vermek, zoruma gidiyor biliyor musun? (Trenin kalkış sesi duyulur.)

ADAM – (Türkan’ın elini öper. Göz göze gelirler.) Ve çok güvendiğim kendime söz geçirememek zoruma gidiyor biliyor musun? (Çıkar.)

TÜRKAN – Ya benim, benim de zoruma gidiyor ansızın terk edilmek. (Bir süre kısık ud sesi dinler.) (Elinde çay bardaklarıyla Bahri girer.)

TÜRKAN - Bahri, bunlar da ne?

BAHRİ – (Elindekileri masalardan birinin üstüne bırakır.) Senin şu küçük çaydanlığın nerde?

TÜRKAN – Ne yapacaksın?

BAHRİ – Benim içinde yeterli çay alıp almadığına bakacağım. Hadi kalk artık iskemleden (Elinden tutar.)

TÜRKAN – Nereye götürüyorsun?

BAHRİ – Sadece otur ve sobaya doğru ayaklarını uzat. (Çayları doldurup, birini Türkan’a verir diğer bardağı da kendi alır. Türkan’ın yanına oturur.)

TÜRKAN – (Ağlamaklı) Yine ağlıyorum... Ama bu kez yalnız değilim. Sen varsın, sen de ağlıyorsun. Çaresizlikten, umutsuzluktan değil. Sevgiden, mutluluktan.

ADİSYON KÂĞIDI – (Girer. Seyircilere doğru yönelir.)
Hep mutlu son bekleriz.
Onca oyuncu içinde, onca karmaşık dekorda.
Seyirciyi memnun ettiysek ne mutlu bize.
Perde kapanıyor işte (Sırtını döner.)
Türkan ablanın son dizelerinde, yeni oyunlarla buluşmak üzere

SAHNE KARARIR

SON EKLENENLER

Üye Girişi