Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

GÜZELİM TAŞKENT-YAVUZ BÜLENT BAKİLER


Uçağımız, Moskova Havaalanı’ndan saat 23.00’te kalktı. Bir süre sonra gökyüzünde sanki rüzgârsız bulutsuz, yıldızsız bir noktaya, uzun bir süre takılı kaldık. Önce koyu lacivert sonra açık mavi bir gökyüzü pencerelerimizi süslemeye başladı. Böyle saatlerce güneydoğuya doğru uçtuk. Taşkent’e indiğimiz zaman güneşin ilk ışıkları, Türkistan topraklarım daha yeni yeni öpüyordu. Anlatılmaz bir şafak güzelliği, ruhumu ürpertilerle doldururken Taşkent toprağına ilk adımımı attım...


Serin bir rüzgâr yüzümü okşadı. Siz hiç rüzgâr öptünüz mü? Ben rüzgârı hem de yüzlerce defa o güzel Taşkent sabahında öperek yürüdüm. İçimden: “Merhaba huzur” diyordum. “Merhaba sevgili Taşkent!” Demek ki artık Türkistan toprağındayım.


Karşı binalardan iki Özbek, uçağa doğru koşmaya başladı, ikisinin de başında, ipek ibrişimlerle çiçek açan badem ve gözyaşı motifli Özbek takkeleri var. Badem motifleri, Asya Türkü’nün, çekik gözlerine benziyor. Orta yaşlı Özbek, genç yardımcısına bağırdı:
“- Envar! Envar! Sen mihmanları surda yığışla sonra bile getgen! Çabık! Çabık! Çabık!”

Taşkent’te, Türkçe duyduğum ilk cümle budur. Her kelime bir dost selamı gibi gelip yüreğimi buldu: “Enver! Enver! Sen misafirleri şuraya topla. Sonra birlikte gidelim. Çabuk, çabuk, çabuk!”


Misafirler, sağa sola koşuşan Enver’in gösterdiği salonda toplanmakta gecikmediler. Biraz sonra arabalarla Taşkent yoluna düştük. Ay yüzüne inmiş bir insan gibi her yere dikkatle bakmaya, her kelimeye kulak kabartmaya başladım. Alabildiğine uzanan düz bir toprak, sonsuzda, ufukla birleşiyor. Toprak tanınır mı hiç? Gökyüzü tanınır mı? Rüzgâr tanınır mı? Herhalde hayır diyeceksiniz! Ama ben, ilk defa gördüğüm o aziz topraklan tamdım? Gökyüzünü tanıdım! Rüzgârını tamdım! Kendi kendime: “Şu alabildiğine dümdüz uzanan topraklar, bal gibi Konya bozkırı! Şu açık, şu insana huzur veren masmavi gökyüzü, bizim Bursa’dan! Şu mis gibi serin rüzgâr Sivas yaylalarından! Ve bu sevimli yüzler, badem gözler, bizim eşimizden dostumuzdan; bizim kavim kardeşimizden!” diyordum.
Kilometrelerce yol aldığımız hâlde ne bir karış yüksekliğinde bir tümsekten adıyor ne de çok hafif bir meyilden kayıyorduk.

Taşkent’e huzurlu yaklaşıyoruz. Taşkent, sabahın ilk ışıkları altında yavaş yavaş gerinen bir dev gibi. Kendisine yaklaştıkça karşımızda önce toparlanıp oturmaya sonra doğrulup ayağa kalkmaya başlıyor.


Arabalarımız şehrin büyük ve geniş caddelerine girer girmez şaşırıp kaldım. Çünkü gördüm ki Taşkent, pırıl pırıl geniş caddelerle ve kocaman havuzlarla güzelleşen büyük meydanlar, heybetli apartmanlar, gölgeli ve çiçekli parklar, gösterişli sinemalar, Özbek nakışlarıyla süslü zengin müzeler, alımlı heykeller, çeşitli üniversiteler ve uğultulu fabrikalar şehri.


Etrafta ne bir kerpiç ev ne bir kerpiç duvar ne tozlu topraklı bir eski yol var. Taşkent, Asya ruhundan sıyrılarak tam bir Avrupa şehri olmaya başlamış.
Arabalarımız 16 kadı “Özbekistan Mihmanhanası” önünde durduğu zaman, güneş bir-iki minare boyu ancak yükselmişti. Gördüm ki Özbekistan Mihmanhanası, etrafını kuşatan geniş caddelere, birkaç metre yükseltilen yığma bir düzlükten bakıyor. 16 kadı Özbekistan misafirhanesi modern bir otel. Meydanın bir köşesinde, kocaman bir havuzun sayısız fıskiyelerinden şakırdayarak dökülen suların ince musikisi, kuş cıvıltılarıyla birlikte, etrafa perde perde yayılıyor. Ve o serin meydanı süsleyen iri güller, sabah mahmurluğuyla yüzümüze gülümsüyorlar. İki bin kişilik Özbekistan Mihmanhanası’nda, bizim için ayrılan odalarımıza çekildik.


Taşkent’i yakından tanımak için akşama doğru sokağa çıkabildik. Günlerden pazardı. Dışarıda nefis bir hava vardı. Rastgele yürümeye başladık. Büyük ve güzel meydanlar gördük. Büyük ve güzel fıskiyeli havuzlar, ruhumuzu bir sonsuzluk türküsüyle kucakladılar. Geniş kaldırımlı caddelerde, yer yer açılıp saçılan zarif çiçeklikler yüreğimizi sevdalandırdı. Birdenbire Taşkent’i bu hâliyle de sevmeye başladım. Taşkent bana, sessiz ve sakin bir sayfiye şehriymiş gibi geldi. Müthiş bir sessizlik, müthiş bir ıssızlık şehrin bütün caddelerim, bütün meydanlarım kucağına çekmişti. Görünürlerde hemen hemen hiç kimse yoktu. Güzelim Taşkent, sanki bir hava hücumuna uğramış veya terk edilmiş bir şehir kaderiyle derinden derine kendisini dinliyordu. Geniş yapraklı ağaçların arkasında yükselen blok apartmanlar, pencerelerin ve balkon kapılarını sıkı sıkıya kapayarak esrarengiz hâllerini gözlerimizden kaçırmaya çalışıyorlardı. Bizi, zaman zaman olduğumuz yere çivileyen bazı büyük binaların mimarileri, Türk-İslam medeniyetinin nakışlarıyla süslüydü Ben, modem binaların ön cephelerinin büyük bir kilim gibi boydan boya işlendiğini ilk defa Taşkent’te gördüm. Bu çarpıcı güzellikler içinde birkaç Özbek’e rastlamak, konuşmalarına kulak kabartmak, yüzlerine gözlerine, kıyafetlerine bakmak için can atıyordum.


Hayret! Kilometrelerce yürüdüğümüz hâlde karşılaştığımız kimseler ancak 5-10 sayısı içinde kaldılar. Kırmızı yanan trafik lambaları önünde 3-5 araba ya var ya yoktu. Her köşe başında, her cadde üzerinde, he meydan ortasında, sessizlik âdeta taş kesilmiş. Peki, ama bu bir milyon sekiz yüz bin nüfuslu şehrin halk nerelerde acaba? Çetin Tunca, içimden geçenleri duymuş gibi söze başladı:
- Taşkent böyledir işte! Âdeta bir sayfiye şehridir.
Yavuz Bülent BÂKİLER
Türkistan Türkistan

 

İLGİLİ İÇERİKLER

11 SINIF SERVET-İ FÜNUN EDEBİYATINDA GEZİ ANI

11.SINIF GEZİ YAZISI SLAYTI

SERVET-İ FÜNUNDA GEZİ YAZISI

GEZİ- TAYMİS KIYILARINDA

KONYA-GEZİ YAZISI

GEZİ YAZISI ÖRNEĞİ- KIRIKKALE'YE GİDERKEN

GEZİ YAZISI ÖRNEĞİ - DAHA DÜN

SON EKLENENLER

Üye Girişi