Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

DESTAN ÖRNEKLERİ

ERGENEKON DESTANI

Göktürklerin türeyişini anlatan bir Türk destanıdır. Genel olarak, düşman tarafından hile ile yenilgiye uğratılan Türklerin, Ergenekon Ovasında yeniden türeyip tekrar eski yurtlarına dönerek düşmanlarıyla çarpışmalarını anlatır.

Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk'e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleştiler, Türklerin üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma da başladı. On gün savaştılar. Sonuçta Türkler üstün geldi.

Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları, beğleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki: "Türklere hile yapmazsak halimiz yaman olur."

Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Türkler, "Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar." deyip artlarına düştüler. Düşman, Türkleri görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yenildi. Düşman, Türkleri öldüre öldür e çadırlarına geldi. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler.

O çağda Türklerin başında İl Kağan vardı. İl Kagan'ın da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Kagan'ın bir de Tokuz Oğuz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz Oğuz tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: "Dört bir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım." Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler.

Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu.

Türklerin vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı'ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye Ergenekon dediler.

Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oğuz'un birçok çocukları oldu. Kayı'nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oğuz'un daha az oldu. Kayı'dan olma çocuklara Kay at dediler. Tokuz'dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon'da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüz yıl geçti.

Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon'a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki: "Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtla varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon'dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım.

Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon'dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki: "Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir." Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun-kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koy­dular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tanrı'nın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu.

Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk'ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt'un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon'dan çıktılar.

Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türklerin bayramı oldu. Her yıl o gün büyük törenler yapılır. Bir parça demir ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kağanı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar.

Ergenekon'dan çıktıklarında Türklerin kağanı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi. Börteçine bütün illere elçiler gönderdi; Türklerin Ergenekon'dan çıktıklarını bildirdi. Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türklerin buyruğu altına girdi.

Bunu kimi iyi karşıladı, Börteçine'yi kağan bildi; kimi iyi karşılamadı, karşı çıktı. Karşı çıkanlarla savaşıldı ve Türkler hepsini yendiler. Türk devletini dört bir yana egemen kıldılar.

 

Doğal epik manzume:

DESTAN

Hazır olun ey gaziler

Varalım Bağdat üstüne

Ulu dağlar sarp kayalar

Geçelim Bağdat üstüne

 

 

Sarptır Bağdat'ın eteği

İçi erenler yatağı

Sultan Murat'ın otağı

Kurulur Bağdat üstüne

 

İçtim Şat'ın suyunu

Bildik Şahının soyunu

Sultan Murat'ın tuğunu

Dikelim Bağdat üstüne

 

Alurlar elden komazlar

Üstünde Han var demezler

Ulu toplar balyemezler

Atulur Bağdat üstüne

 

Çalın vezirin borusun

Dostu gafil koman girsin

Koyverin asker yürüsün

Gaziler Bağdat üstüne

 

 

Demirc'oğlu sözün haktır

Hiç sözünde hilâf yoktur

Osmanî'de gayret çoktur

Kırılır Bağdat üstüne —

DEMİRCİOGLU

 

Yapma epik manzume:

ÜÇ ŞEHİTLER DESTANI

Mustafa Kemal

Mustafa Kemali gördüm düşümde,

«Daha!» diyordu.

Uğruna şehit olasım geldi hemen,

«Sabaha!» diyordu.

 

Al bir kalpak giymişti,

al Al bir ata binmişti, al,

«Zafer ırak mı ?» dedim, «Aha!» diyordu.

 

Tabur Bir Mucize İçindeydi

Bir muhabbet sarmıştı her yönü,

Vatanı ve bizi seven.

Çoğalmıştık bir uçtan bir uca, rüya gibi,

Büyüyordu ova kendiliğinden.

 

Neydi damarlarımızda çağlayan, çağlayan?

Neydi bu tepenin ardı?

İçimizde sadece vatan değil,

Yeryüzü kadar bir şey vardı.

 

Ateş mi gelirmiş, yel mi esermiş?

Akıyoruz, hayatımız nerede pek belli değil.

Kurtulmuşuz bedenden artık,

Kimse ayaklı, elli değil.

Kursun İşlemeyen Şey

 

Vurulmuş, vurulmuş,

Düşmez kat'iyyen yere.

Karşısındakine dehşet verir.

Karışmış sanki ölümsüzlere.

 

Bu, beşinci bölükten Vanlı İbo,

Bir vatan kadar hür.

Vurulmuş, vurulmuş,

Gövdesi ardında yürür.

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

(Üç Şehitler Destanı, 1949)

 

ESNAF DESTANI


Küçücükten çıktım gurbet ellere
Hakikat rahına düştüm gezerken
Eski sözdür gelir yazılan sere
Aşk atına bindim yayan giderken

Şair oldum evvel dinle yalanı
Vezn ü mevzun derler bilmem ben anı
Unuttum bildiğim Türkçe lisanı
Arabi, Farisî sohbet ederken

Vardım çiftçi oldum cümleden akdem
Yıllık ile tuttu beni bir âdem
İçtiğim tarhana çorbası her dem
Ağzım yaktım sıcak çorba içerken

Avcı oldum kuşlar havaya uçtu
Hırsız oldum kement boynuma geçti
Gemici oldum gemim engine düştü
Hele ben kurtuldum tekne batarken

Aşçı oldum asla pişmedi yemek
Boyacı oldum bilmem al yeşil frenk
Tellal oldum tuttum bir topal eşek
Çamura saplandı çekip giderken

Manav oldum elma armut tez çürür
Cambaz oldum ip üstünde kim yürür
Kasap oldum her gün gözüm kan görür
Yüreğim bayıldı kana bakarken

Nalbant oldum kırdım nalın çoğunu
Bir katır nalladım dinle oyunu
Meğer acemiymiş bilmem huyunu
Çenemi teptirdim nalın sökerken

Ben bu sanatları bir bir dolaştım
Tekrar gelip şairliğe bulaştım
Kamil-i mürşidin eline düştüm
Tekke-i aşk içre çile çekerken
Âşık Sadık

 

 

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:

DESTANLAR

TÜRK DESTANLARI

OĞUZ DESTANI

DESTANSI ANLATIMA ÖRNEK METİNLER

MANAS DESTANI

SON EKLENENLER

Üye Girişi