Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

SEDEF BACI-EFLATUN CEM GÜNEY


Bir varmış bir yokmuş, Allah'ın kulu çokmuş. Develer tellal iken, pireler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir padişah varmış; padişahın da üç oğlu, bir kızı varmış. Babalan dünyayı verseler vermez, tacından tahtından üstün tutarmış onları. Analarının gözünde de oğulları baldan tatlı, kızları da balın üstüne kaymak çalıyormuş ya balına, kaymağına doymadan gitmiş hatuncuk. Koca saray karalara boyanmış ama kara vezir:

"A devletlim! Kara gün kararıp kalmaz ya, gayri on parmağını kandil edip yakacak bir ana lazım bunlara!" demiş ve allayıp, pullayıp kara kızını padişaha vermiş, vermiş ama hangi parmağını kandil edip yakacak, kara vezirin kızının on parmağında on kara! Allah, böylelerinin şerrine uğratmasın. Padişahı avucunun içine alıncaya kadar cariyelerin bile yüzüne gülmüş; velakin yavaş yavaş saman altından su yürüterek karasını bulaştırmadık birini bırakmamış; ille üvey kızına öyle bir yağlı kara sürmüş ki, kırk dereden su getirmişler de yine çıkaramamışlar; öyle ya, iftira dediğin Kafdağı'ndan da yüce! Babasının bile gözünden düşürüp ocak başına attırmış onu.

Biri var ki bacı kardeş ciğerdir, birbirinden ayrılır mı? Geceleri baş başa verip başlarına gelenleri bir söyler, iki dökerlermiş...

Günlerden bir gün. Yine birbirine dert yanarken, üvey anaları olacak kadın, uğrun uğrun gelip de kapıyı, bacayı dinlemesin mi? Kuzgun misali üstlerine yürüyerek, "Bre baş belaları demiş; yine baş başa verdiniz de ne çorap örüyorsunuz başıma? Durun bir, öyle bir oyun edeceğim ki size, felek de beğensin."

Meğer kara vezirin kızının sade on parmağı on kara değil, büyücülük de geliyormuş elinden. Önce, nasıl büyülemişse büyülemiş onları. Sabah sabah üç şehzadenin üçü de birer kuş olup kanatlanmasın mı? Kara yazılı bacıları neye uğradığını bilememiş. Bir gözü havada, bekleyip durmuş ama ne bir kanat sesi ne bir kardeş nefesi. Cümle kuşlar yuvalarına dönmüş, onlar dönmemiş. Gayri, saray başına zindan olup:

"Ya dağ dağ dolaşır bulurum; ya da araya araya yollarında ölürüm; dünyaya geldim de ne buldum sanki!" demiş ve o gece sular uyurken bir fedai başını alıp yollara düşmüş. Az gitmiş, uz gitmiş; dere tepe düz gitmiş...

Allah'tan olacak bir de bakmış ki ne baksın. Üç kuş, üçü de akkuş, başının üstünde dönüp dolanıyor! Hemen kollarını açmış ama hiçbiri gelip de dalına konmamış, döndükçe dönmüşler başında...

Sihir bu ya! Meğer üvey anaları bunları öyle bir kuşa benzetmiş, öyle bir kuşa benzetmiş ki gün batıp da sular karardı mı ete, kemiğe bürünüyor; insan olup görünüyorlarmış. Gün doğup da ortalık ağardı mı tüye, teleğe geliyor; kanatlanıp uçuyorlarmış!

Ha işte o gün, döne döne yorulan, yorula yomla dönen bu üç kuş, ortalık kararınca üç kardeş olup bacılarının etrafını almış; başlamışlar birbirlerinin yüzünü gözünü öpmeye ve başlamışlar başlarına gelenleri sayıp dökmeye, gayrı gözlerine uyku girer mi?

Şafak sökerken:

"Bacı, bu kuş uçmaz, kervan geçmez yerlerde mesken tutup da ne yapacağız. Bu dağın ötesinde bir göl, gölün ortasında bir ada, adanın ortasında da bir oda var: Çam kokularıyla örülmüş, kuş sesleriyle döşenmiş bir oda; insan, değme saraylara değişmez onu. Gün doğunca seni kanatlarımıza alıp oraya götürsek nasıl olur? Dağda, belde seni bir yardan atarız diye korkma sakın; bindiğin kanat, kardeş kanadıdır, üvey ana parmağı değil!" demişler.

Sedef kızın canına minnet bu. Sabah sabah üç kardeş üç kuş olup kanat kanada vermiş; o da uyak misali, bu kanatların üstüne binmiş, süzülmüşler göğe doğru. Ve göz yumup açıncaya dek, inmişler inecekleri yere! Doğrusu cennet gibi bir yermiş ama kızcağız ne dal dal ağaçlara elini uzatmış, ne bal bal meyvelere. Kardeşleri pır deyip de havalanınca göklere, o da kendini atmış göllere. Meğer bu gölün suları her derde deva, her hastalığa şifa imiş. Sedef kız, "arılık duruluk" deyip de dalınca bir, ne alnının karası kalmış, ne yüzünün karası!

Kuş kardeşleri yazıdan, yabandan dönüp de onu öyle "sütten ak, sudan pak" görünce sevinçlerinden deli divane olmuşlar:

"Bacı bacı, aklardan ak bacı; seni üvey ananın yarasından, beresinden kurtaran Allah; bizi de onun tüyünden teleğinden kurtarırsa gayrı ömrümüz boyunca bu zümrüt sarayda güllerle gün, bülbüllerle düğün eyleriz!"

İnsan, ne hülya ile yatarsa o rüya ile uyanır. Önce yedilerden mi, kırklardan mı biri görünmüş Sedef kızın gözüne:

"Kızım ayrık otundan birer gömlek örer de giydirirsen kardeşlerine, evvel Allah, büyüleri bozulur, yine insan olup insan içine çıkarlar; ama bir şey var ki bunları örüp bitirinceye kadar kimseyle dünya kelamı etmeyeceksin. Haydi şimdi anla, dinle güveniyorsan bismillah deyip başla!"

Kardeşleri uçup gidince o da tutam tutam ayrık otu toplayıp birim birim gömlekleri örmeye başlamış. Akşamüstü kardeşleri dönüp de onu öyle ağızsız, dilsiz örgü örüyor görünce bunu bir manaya yoramayarak:

"O üvey ana olacak kara cadının eli her yere uzanır; dili her yana döner. Sakın ola, bu kızın yüzündeki yüz karası silinirse dilinde de dil yarası çıksın, diye büyü üstüne büyü yapmış olmasın?" deyip, arı gibi her çiçeğe konmuşlar, derde deva ot koymamış yolmuşlar ama bacıları ne örgüsünü bırakmış elinden, ne de bir kelam çıkmış dilinden.
Kuş kardeşlerinin hayalden, düşten haberleri yok ya, hele onlar devasını araya dursun, bir gün bir padişahın oğlu, o taraflarda salınıp seyran ederken yamaçtan yamaca Sedef kızı görmüş, gözlerine inanamamış. Hemen atını o yana sürmüş, "Hangi dağın gülü, hangi bağın bülbülü?" olduğunu sorup soruşturmuş ama ağzından bir çift söz alamamış. Bir bakmış: "Peridir bu!" demiş; bir bakmış "Dil bilmez biridir bu!" demiş. Ama ne olursa olsun, padişah oğlu, Sedef kıza öyle bir vurulmuş ki hemen toy düğün yapmayı düşünüp kendi eliyle bindirmiş atma.

Yolda, üç kuş peyda olup başının üstünde uçmaya başlamış; günden güneşten korumak ister gibi. Bu üç kuşun üç kardeş olduğunu bildiği yok ya, padişah oğlunun garibine gitmiş... Neyse, az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler, gün akşam olmadan varıp saraya yetmişler.

Padişah, oğlunun bir dediğini iki eder mi, hele böyle mürüvvet görecek olduktan sonra. Daha o akşam davullar dövülmüş, düğünleri kurulmuş ama gel gelelim Sedef kız, ne allar giymiş, yeşil üstüne; ne kınalar koymuş, sedef üstüne, ilmek üstüne ilmek atıp gömlek üstüne gömlek örmüş, bir gün olur, rüyalarım çıkarsa diye.

Meğer gözdelerden biri, onu gözaltına almış, her hâlini yazıp not ediyormuş. Akşamın bir vaktinde padişah oğlunun yanma çıkıp, "A benim şehzadem demiş; şu senin nişanlın olacak kız ne bir peri, ne de dil bilmez biri. Lamı, cimi yok, ya büyücü, ya sihirbaz! Gündüzleri üç kuş gelip pencerede cik diyor; geceleri has bahçeye çık diyor; o da, o saatte çıkıyor ve neden sonra ayrık otu toplayıp dönüyor, dönüyor ama kim bilir başınıza ne çoraplar örüyor."

Padişah oğlu, Sedef kızın üstüne bir toz kondurmak istememiş ama üç gün üç gece kollayıp da söylenenlerin harfi harfine doğru olduğunu görünce neye uğradığını bilememiş. Hemen çağırıp sorgu suale çekmişler; ama biçare kız, ne örgüsünü bırakmış elinden, ne de bir kelam çıkmış dilinden. Her sorulan, bir damla yaş olmuş gözünde. Velakin onun gözüne, gözyaşına kim bakar gayrı. "Sükût ikrardandır!" deyip büyücülüğüne hükmetmişler; "Böylesi güzelin, güzelliği başını yesin!" deyip başını istemişler cellattan!

Cellatbaşı, son vasiyetini sormuş kızın, yine bir ses çıkmamış dilinden. "Vaktine hazır ol!" demiş, yine örgüsünü bırakmamış elinden, derken üç kuş gelip başının üstünde dönmeye başlamış. Cellatbaşı akıkarayı yitirip ne yapıp yakıştıracağını düşünür dururken Sedef kız ela gömlekleri örüp bitirmiş ve tutup bunları, bir bir kuşların üstüne atmış. Hikmet-i Huda, bu üç kuşun üçü de filiz gibi birer delikanlı olup bacılarının boynuna sarılmış. Görenler bunu da büyü mü sanmış, ne sanmışlarda, parmakları ağızlarında kalmış.

Ha işte o zaman Sedef Kız'ın ağzı dili açılıp: "Cellatbaşı, cellat taşı yerinden kaçmıyor ya, önceden önce beni padişahın huzuruna çıkar. Başıma gelenleri bir bir ona dökeceğim gayri, yine de başıma ferman eylerse ne yapalım, boynum kıldan ince." demiş ve gidip üvey ananın yüzünden çektiklerini iki gözü iki pınar anlatmış padişaha.

Padişah, Sedef kızın sedeften de arı bir kız olduğunu anlayıp kendi oğluna almış. Üstelik üç kızını da Sedef kızın üç kardeşine vermiş. Bunlar kırk gün kırk gece düğün eylerken öte yandan da üvey anaları olacak kara vezir kızının kırk katıra mı, kırk satıra mı verildiği haberi gelmesin mi! Eee, eden bulur, etmeyenler erer muradına, biz çıkalım kerevetine. Gökten üç elma daha düştü; başkalarının alnına kara sürmeyenlerin başına!

İLGİLİ İÇERİK

MASAL ÖRNEKLERİ

MASAL

MASAL HAKKINDA

MASAL NEDİR?

MASAL ÖRNEĞİ-DOĞRULUK

MASAL ÖRNEĞİ- SABIRTAŞI

KAŞIKÇI BABA MASALI

TÜRK MASALLARI ÖZETİ - NAKİ TEZEL

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi