Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

RUHUMUZUN COĞRAFYASI

Erdem Bayazıt bir şiirinde şöyle der:

Çobanların ruhu nasıl sığmazsa kırlara

Bu insanlar da sığmıyor meydanlara

Yüzlerde okunan sadece

Kararsızlık, tedirginlik, endişe

Ve içsel yalnızlığın hüznü

Ve asla dinmeyen sıla özlemi

Sıla, ey ruhumuzun coğrafyası

(Gelecek Zaman Risalesi, İz Yay. 1998. İçinde "Şehir ve Doğa Burcundan" şiiri)

Ne güzel söylemiş şair.

Evet "sıla" elbette "ruhumuzun coğrafyası".

Bu kavramın zenginliğini eşelersek ruhumuzun "hendesesi, tarihi, sevinci-ızdırabı, destanı, türküsü" neler çıkar önümüze.

"Göç" evvel-eski dramatik bir olaydır.

"Göçe zorlanma" ise trajik boyutlara varabilir.

Türkiye''nin son elli yılında vukubulan iç ve dış "göç" olgusu "sıla" duygusunu "ilk göçen nesiller" beyninde özlem ile yoğurarak büyüttü.

Göçenler "elbet bir gün" geriye döneceklerini hayal ederek yaşadılar, hatıralarla avundular.

İlk kuşak "Almancılar" içinde dönenler de oldu.

Sıla özlemi beraberlerinde "gurbet ve hasret" duygularını da getiriyordu.

Her gece baş yastığa konulduğunda; suyunda çimilen ırmağı, dalında düşülen dut ağacı, mescidi minaresi, mezarlığında öksüz kalan ölüleri ile "sıla" sökün edip geliyor; rüyaların eksenini oluşturuyordu.

Yıllar sonra "sıla-yı rahim" için dönüp gelenler rüyasını gördükleri, hasretini çektikleri mekânları-insanları yerinde bulamadılar.

Bu şaşkınlık ve yıkım ile söylenen ağıtvarî türküler son dönemin halk musıkîsi ve edebiyatına çok şey katmıştır.

Ancak "Bu böyledir"...

Yapılan yıkılır; doğan ölür; hiçbir şey bâki kalmaz. Bütün bunlar dünyanın "fâni" oluşuyla ilgilidir.

İçimizdeki o bitmeyen "sıla özlemi" ancak öte dünyayı tanıdıktan sonra bitecek belki. İnsanoğlu''ndaki bu "melâl" belki öte yakadaki cennete, yaradanın cemaline yaklaşınca teskin olacak. Meseleyi bu metafizik boyutuyla kavradığımızda "ruhumuzun coğrafyası"da âşikar olmaktadır. Ve bu belirlenmede ruhun varoluşuna atıflar vardır. Yeniden yaşadığımız âleme bakarsak "sılaya dönüş"ün gündemden çıktığını görürüz. İlk göçen nesillerin çocukları artık hiçbir biçimde o kuş uçmaz, kervan geçmez, ıssız dağ başlarını tercih edemez. Bir naz ile gittikleri "ata yurdu"nda üç gün kaldıkları zaman sıkıntıdan patlarlar.

Her yanda garip bir sessizlik. Motor gürültüsüne alışkın kulak, asfalt koklayan burun ve harekete susamış göz bu sükûneti kaldıramaz. Kalabalıkları, apartman konforunu, caddelerin neon ışıklarına bulanmış karmaşasını ister.

Evet o "dağ başı" bir mahrumiyet alanıdır.

Bu sebeple Türkiye''de "Köye dönüş" hayalinin gerçekleşme oranı yok gibidir.

Buna terörden, yoksulluktan, şundan-bundan kaçıp gelerek şehrin kıyıcığındaki semtlere sığınanları da dahil edebilirsiniz.

Yeniden şiire dönersek ülkemizdeki sosyal sarsıntının nasıl ruhî bir depreme sahne olduğunu görebiliriz.

Evet yüzlerde okunan sadece "kararsızlık, tedirginlik ve endişe"dir.

O "meydanlara sığmayan insanların" yüzlerinde.

SON EKLENENLER

Üye Girişi