CAHİT SITKI ANLATIYOR
-Edebiyata karşı ilk alâka sizde ne zaman ve nasıl uyandı?
-İlkokulda iken Namık Kemal'in, Tevfik Fikret'in, Mehmet Emin'in şiirlerini okumayı pek severdim Fransız mektebine geçtiğimde durmamacasına roman okumak alışkanlığına tutuldum Yine o tarihlerde Diyarbakır'daki kız kardeşime uzun manzum mektuplar yazdığımı hatırlıyorum Fakat bende edebiyata ve bilhassa şiire karşı hakiki ve köklü denilebilecek ilk alâka Galatasaray onuncu sınıfta sıra arkadaşım Ziya Osman Saba'nın delâletiyle tanıdığım Baudelaire (Bodler) He başlar. Bu dev Fransız şairini içime sindire sindire okuduktan sonradır ki, şiir yazmak benim için teneffüs etmek, yemek içmek kadar tabiî bir hay at faaliyeti oldu.
-Bir gün meşhur bir edebiyatçı olacağınızı çocukluğunuzda tahmin eder miydiniz?
-Şiir yazmaya başladığım sıralarda meşhur olmaya çok imrendiğimi saklamayacağım. Fakat sonra sonra, gerçek şöhretleri yalancı şöhretlerden ayırt etmeye başlayınca, bir okuyucu kitlesi tarafından sevilip beğenilmenin kolay bir şey olmadığını anladım ve bu anlayışla çalışmaya koyuldum Hem bırakın meşhur olmayı gerçekten güzel bir şey yazmanın insana verdiği haz az şey midir? Üç beş edebiyatçı, beş on şiir okuyucusu tarafından bilinmeye şöhret denilemez şüphesiz. Bu gün az çok meşhur bir şair sayıldığım için şöhreti hor gördüğüm zannedilmesin, hayır; sadece, şöhretin bir sanatkâr için gaye olmayacağını, olmamasını söylemek istiyorum. Güzel bir anıtın dikildiği güneşli meydanda elbette gölgesi olacaktır.
- Çalışkan bir talebe miydiniz? Hangi dersleri sever, hangilerinden hoşlanmazdınız? Talebelik hayatınıza dair zikretmek istediğiniz hatıralarınız var mı?
- Liseye kadar adamakıllı çalışkan bir talebeydim, hele Fransız mektebinde çoğu zaman sınıfın birincisiydim Dersler arasında bir fark gözetmez, hepsini aynı aşkla öğrenmeye gayret ederdim. Fakat liseden itibaren matematik, fizik ve kimya beni sıkmaya başladı. Buna karşılık edebiyat tarafım gelişiyordu. Talebelik hayatıma ait hatıralar mı? Çook... Birini anlatmadan edemeyeceğim Mülkiye mektebindeydim. Harikulade bir nisan günüydü. Üçüncü derse girme zili çalmıştı. İçimde bir pirelenme vardı. Bu havada derse girilir miydi? Hem de kimin dersiydi, biliyor musunuz? Bu gün son derece hürmetkârı olduğum Sıddık Sami'nin. Böyle bir günde Medenî Hukuku dinlemek mi, yoksa dersten kaçıp çimenlere uzanmak veya kırlarda dolaşmak mı? Tahmin edeceğiniz gibi, fazla tereddüt etmedim. Arkadaşlar kurbanlık koyunlar gibi derse girerken bende hürriyeti seçmiş olmanın keyfiyle yukarı bahçeye çıktım ve çimenlere uzanarak bahar üzerine bir şiir düşünmeye başladım. Bir yandan da sigaramı tellendiriyordum. Aradan bir çeyrek saat geçmişti, geçmemişti, yanı başımda bir ses duydum: "Ne o, Cahit Bey, derse girmediniz mi? "İstifimi bozmadan, otomatik olarak cevap verdiğimi hatırlıyorum: "Hayır efendim, hava o kadar güzel ki derse girmeye gönlüm razı olmadı." Numaramı not defterine yazıp lahavle kabilinden başını sallayarak yanımdan uzaklaşan zat, o zamanki müdür muavinimiz Zeki Beydi, 1950 Türkiye Güzellik Kraliçesi Güler Arıman’ın babası. Güler o zaman bir yaşında vardı yoktu.
- Nasıl yazarsınız? Mevzularınızı arar mısınız? Sırf yazmak ihtiyacıyla masa başına hazırlıksız oturduğunuz olur mu?
- Nasıl yazdığımı ben de açıkça bilmiyorum, dersem şaşmayınız. Şiirde bu, hiç belli olmaz. Yemek yerken veya yolda giderken bir mısra geliverir, galiba Valéry'nin (Valeri) yukarıdan inen mısra gibi bir şey. Bakarsınız, o zamana kadar karanlık gördüğünüz bir dünya birden bire aydınlanmış. Artık o mısra kılavuzunuz olur, yazacağınız şiiri, mevzuunu, şeklini, boyunu bosunu, hepsini o tayin eder. O şiir bitinceye kadar siz işgal altında bir memleket gibisiniz. Dairede çalışmanızı, yemeğinizi, gezmenizi, uykunuzu ona tahsis etmek mecburiyetindesiniz. Bu arada kalbinizin, sinirlerinizin, kafanızın, hatta kollarınızın ve ayaklarınızın akıl sır ermez bir iş birliği hâlinde çalıştığını görürsünüz. Gerçekten güzel şiirlerdeki hayatiyet belki bu, buradan geliyor. Şiirle hayat arasındaki bu sıkı münasebete inandığım içindir ki, şiiri hiçbir zaman bir fikrin ispatı bir davanın müdafaası, bir felsefe sisteminin takdimi olarak telâkki etmedim. Şiirin bünyesinin gerektirdiği bu bağımsızlık, şairlerin hürriyet aşkıyla da izah edilebilir. Bunun için, baskı rejimlerinde ilk isyan bayrağını açanların daima şairler olduğuna şaşmamak, bunu tabiî karşılamak, buna sevinmek gerektir.
- En çok hangi yazarları okudunuz? Hangilerinin tesiri altında kaldınız?
- Villondan (Vilon), Ronsarddan (Ronsar) başlayarak Superville'e (Süpervil), Emmanuel'e (Emmanuel) kadar bütün Fransız şairlerini okudum. Hepsinden de çok şeyler öğrenmişimdir. Bu arada bilhassa Baudelaire (Bodler) ile Verlaine'e (Verlen) çok şey borçluyumdur: bu şairler insan şahsiyetini bulduran cinsten, ağabey ve dost şairlerdir: insana kötülü değil iyilik ederler. Bizim şairler arasında da, dikkatli bir şiir okuyucusuna çok şeyler öğretecek olanları vardır. Divan şairlerinden, halk şairlerimizden faydalandığım kadar, Yahya Kemal'den, Hâşim'den ve daha yenilerden de yoluma ışık serpmiş olan şiir hatırlıyorum, işini namuslu gören her şair, kendisinden sonra geleceklere muhakkak bir şeyler öğretir. Bunun için, genç şairlerin, kendilerinden evvel gelmiş olanları dikkatle okumaları menfaatleri icabıdır.
- Şimdi edebiyat sahasında bir şeyler hazırlıyor musunuz? Yeni projeleriniz var mı?
- Dağınık mısralardan, beyitlerden, kıtalardan bahsetmesem daha iyi olur. Şiirde başka bir projem olmadığım söylemekle iktifa edeyim.
- İlk yazılarınızla şimdikiler arasında ne gibi bir ayrılık görüyorsunuz? Edebî telâkkileriniz zamanla ne gibi değişikliklere uğradı?
- İlk yazılarımda şekil zaafı vardı, mısra titizliği, "bütün" endişesi yoktu. Eskiden duymak kâfidir, sanırdım, Ne kadar aldanıyormuşum! Bereket versin, sonradan kendimi toparlayabildim: ''Ömrümde Sükût' ile "Otuz Beş Yaş"ı okuyanlar bu farkı görebilirler. Edebî telâkki zamanla teşekkül eder. Jean Cassou'nun (Jan Kasu) "Şiir ne yapabilir demek, insanoğlu ne yapabilir, demeye gelir." sözünü kendime düstur etmişimdir. İnsanoğlundan beklediğim her şeyi şiirden bekliyorum.
- Bu günkü edebiyatımız hakkında hükmünüz?
- Şiirimizin namuslu ve usta ellerde olduğuna çok memnunum Hikâyemiz de öyle. Fakat roman ve piyes alanında aynı j canlılığı gösteremediğimize çok üzülüyorum. Romanda bu işi j bir aşk ve mesele olarak ele alan bir Peyami Safa var, roman j görüşüne iştirak edin veya etmeyin, bu vakıayı teslim etmek; mecburiyetindesiniz.
- Edebiyatımızın gelişmesi için neleri gerekli görürsünüz?
- Sanatkâr gönül rahatlığı ile çalışabilmek için, bu faaliyetine herhangi bir şekilde müdahale edilmemesini ister; bu da onun en tabiî bir hakkıdır. Bir sanatkârın herhangi bir şekilde himaye edilmesine taraftar değilim. Sanatkâr, hayat kavgasında yalnız kala kala, mağlûp ola ola kendini olgunlaştırır. Ekmeğini kazanmak için başka bir iş tutması mı lâzım? Tutsun. Yazacak şeyi varsa herkesin uyuduğu saatlerde yazar. Sanatkâr bu haysiyetini idrak etmeli ve asla uşak, dalkavuk: derecesine düşmemelidir. En güzel, en ömürlü eserlerin haysiyetli ve şerefli sanatkârlardan çıktığını her zaman görmekteyiz. Bu gün çok şükür haysiyetli sanatkârlarımız olduğu için j edebiyatımızın gelişmekte olduğunu görüyoruz ve daha da gelişeceği hakkındaki inancımız artıyor. Beklemek, sabırlı olmak lâzım.
Yaşar Nabi, Edebiyatçılarımız Konuşuyor
İLGİLİ İÇERİK
AHMET HAMDİ TANPINAR İLE MÜLAKAT
TANPINAR HAKKINDA MÜLAKAT-ORHAN OKAY
- << Önceki
- Sonraki