Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

CAHİT SITKI ANLATIYOR

-Edebiyata karşı ilk alâka sizde ne zaman ve nasıl uyandı?

-İlkokulda iken Namık Kemal'in, Tevfik Fikret'in, Mehmet Emin'in şiirlerini okumayı pek severdim Fransız mektebine geçtiğimde durmamacasına roman okumak alışkanlığına tu­tuldum Yine o tarihlerde Diyarbakır'daki kız kardeşime uzun manzum mektuplar yazdığımı hatırlıyorum Fakat bende ede­biyata ve bilhassa şiire karşı hakiki ve köklü denilebilecek ilk alâka Galatasaray onuncu sınıfta sıra arkadaşım Ziya Osman Saba'nın delâletiyle tanıdığım Baudelaire (Bodler) He başlar. Bu dev Fransız şairini içime sindire sindire okuduktan sonra­dır ki, şiir yazmak benim için teneffüs etmek, yemek içmek ka­dar tabiî bir hay at faaliyeti oldu.

-Bir gün meşhur bir edebiyatçı olacağınızı çocuklu­ğunuzda tahmin eder miydiniz?

-Şiir yazmaya başladığım sıralarda meşhur olmaya çok imrendiğimi saklamayacağım. Fakat sonra sonra, gerçek şöh­retleri yalancı şöhretlerden ayırt etmeye başlayınca, bir oku­yucu kitlesi tarafından sevilip beğenilmenin kolay bir şey ol­madığını anladım ve bu anlayışla çalışmaya koyuldum Hem bırakın meşhur olmayı gerçekten güzel bir şey yazmanın in­sana verdiği haz az şey midir? Üç beş edebiyatçı, beş on şiir okuyucusu tarafından bilinmeye şöhret denilemez şüphesiz. Bu gün az çok meşhur bir şair sayıldığım için şöhreti hor gör­düğüm zannedilmesin, hayır; sadece, şöhretin bir sanatkâr için gaye olmayacağını, olmamasını söylemek istiyorum. Gü­zel bir anıtın dikildiği güneşli meydanda elbette gölgesi ola­caktır.

- Çalışkan bir talebe miydiniz? Hangi dersleri sever, hangilerinden hoşlanmazdınız? Talebelik hayatınıza dair zikretmek istediğiniz hatıralarınız var mı?

- Liseye kadar adamakıllı çalışkan bir talebeydim, hele Fransız mektebinde çoğu zaman sınıfın birincisiydim Dersler arasında bir fark gözetmez, hepsini aynı aşkla öğrenmeye gayret ederdim. Fakat liseden itibaren matematik, fizik ve kimya beni sıkmaya başladı. Buna karşılık edebiyat tarafım gelişiyordu. Talebelik hayatıma ait hatıralar mı? Çook... Bi­rini anlatmadan edemeyeceğim Mülkiye mektebindeydim. Harikulade bir nisan günüydü. Üçüncü derse girme zili çalmıştı. İçimde bir pirelenme vardı. Bu havada derse girilir miydi? Hem de kimin dersiydi, biliyor musunuz? Bu gün son derece hürmetkârı olduğum Sıddık Sa­mi'nin. Böyle bir günde Medenî Hukuku dinlemek mi, yoksa dersten kaçıp çimenlere uzanmak veya kırlarda dolaşmak mı? Tahmin edeceğiniz gibi, fazla tereddüt etmedim. Arkadaşlar kurbanlık koyunlar gibi derse girerken bende hürriyeti seçmiş olmanın keyfiyle yukarı bahçeye çıktım ve çimenlere uzanarak bahar üzerine bir şiir düşünmeye başladım. Bir yandan da si­garamı tellendiriyordum. Aradan bir çeyrek saat geçmişti, geç­memişti, yanı başımda bir ses duydum: "Ne o, Cahit Bey, der­se girmediniz mi? "İstifimi bozmadan, otomatik olarak cevap verdiğimi hatırlıyorum: "Hayır efendim, hava o kadar güzel ki derse girmeye gönlüm razı olmadı." Numaramı not defterine yazıp lahavle kabilinden başını sallayarak yanımdan uzakla­şan zat, o zamanki müdür muavinimiz Zeki Beydi, 1950 Türki­ye Güzellik Kraliçesi Güler Arıman’ın babası. Güler o zaman bir yaşında vardı yoktu.

- Nasıl yazarsınız? Mevzularınızı arar mısınız? Sırf yazmak ihtiyacıyla masa başına hazırlıksız oturduğu­nuz olur mu?

- Nasıl yazdığımı ben de açıkça bilmiyorum, dersem şaşma­yınız. Şiirde bu, hiç belli olmaz. Yemek yerken veya yolda gi­derken bir mısra geliverir, galiba Valéry'nin (Valeri) yukarıdan inen mısra gibi bir şey. Bakarsınız, o zamana kadar karanlık gördüğünüz bir dünya birden bire aydınlanmış. Artık o mısra kılavuzunuz olur, yazacağınız şiiri, mevzuunu, şeklini, boyunu bosunu, hepsini o tayin eder. O şiir bitinceye kadar siz işgal altında bir memleket gibisiniz. Dairede çalışmanızı, yemeğini­zi, gezmenizi, uykunuzu ona tahsis etmek mecburiyetindesi­niz. Bu arada kalbinizin, sinirlerinizin, kafanızın, hatta kolları­nızın ve ayaklarınızın akıl sır ermez bir iş birliği hâlinde çalıştığını görürsünüz. Gerçekten güzel şiirlerdeki hayatiyet belki bu, buradan geliyor. Şiirle hayat arasındaki bu sıkı mü­nasebete inandığım içindir ki, şiiri hiçbir zaman bir fikrin ispa­tı bir davanın müdafaası, bir felsefe sisteminin takdimi ola­rak telâkki etmedim. Şiirin bünyesinin gerektirdiği bu bağımsızlık, şairlerin hürriyet aşkıyla da izah edilebilir. Bu­nun için, baskı rejimlerinde ilk isyan bayrağını açanların dai­ma şairler olduğuna şaşmamak, bunu tabiî karşılamak, buna sevinmek gerektir.

- En çok hangi yazarları okudunuz? Hangilerinin te­siri altında kaldınız?

- Villondan (Vilon), Ronsarddan (Ronsar) başlayarak Superville'e (Süpervil), Emmanuel'e (Emmanuel) kadar bütün Fransız şairlerini okudum. Hepsinden de çok şeyler öğrenmişimdir. Bu arada bilhassa Baudelaire (Bodler) ile Verlaine'e (Verlen) çok şey borçluyumdur: bu şairler insan şahsiyetini bulduran cinsten, ağabey ve dost şairlerdir: insana kötülü değil iyilik ederler. Bizim şairler arasında da, dikkatli bir şiir okuyucusuna çok şeyler öğretecek olanları vardır. Divan şair­lerinden, halk şairlerimizden faydalandığım kadar, Yahya Ke­mal'den, Hâşim'den ve daha yenilerden de yoluma ışık serp­miş olan şiir hatırlıyorum, işini namuslu gören her şair, kendisinden sonra geleceklere muhakkak bir şeyler öğretir. Bunun için, genç şairlerin, kendilerinden evvel gelmiş olanları dikkatle okumaları menfaatleri icabıdır.

- Şimdi edebiyat sahasında bir şeyler hazırlıyor mu­sunuz? Yeni projeleriniz var mı?

- Dağınık mısralardan, beyitlerden, kıtalardan bahsetme­sem daha iyi olur. Şiirde başka bir projem olmadığım söyle­mekle iktifa edeyim.

- İlk yazılarınızla şimdikiler arasında ne gibi bir ay­rılık görüyorsunuz? Edebî telâkkileriniz zamanla ne gi­bi değişikliklere uğradı?

- İlk yazılarımda şekil zaafı vardı, mısra titizliği, "bütün" endişesi yoktu. Eskiden duymak kâfidir, sanırdım, Ne kadar aldanıyormuşum! Bereket versin, sonradan kendimi toparla­yabildim: ''Ömrümde Sükût' ile "Otuz Beş Yaş"ı okuyanlar bu farkı görebilirler. Edebî telâkki zamanla teşekkül eder. Jean Cassou'nun (Jan Kasu) "Şiir ne yapabilir demek, insanoğlu ne yapabilir, demeye gelir." sözünü kendime düstur etmişimdir. İnsanoğlundan beklediğim her şeyi şiirden bekliyorum.

- Bu günkü edebiyatımız hakkında hükmünüz?

- Şiirimizin namuslu ve usta ellerde olduğuna çok memnunum Hikâyemiz de öyle. Fakat roman ve piyes alanında aynı j canlılığı gösteremediğimize çok üzülüyorum. Romanda bu işi j bir aşk ve mesele olarak ele alan bir Peyami Safa var, roman j görüşüne iştirak edin veya etmeyin, bu vakıayı teslim etmek; mecburiyetindesiniz.

- Edebiyatımızın gelişmesi için neleri gerekli görürsü­nüz?

- Sanatkâr gönül rahatlığı ile çalışabilmek için, bu faaliyeti­ne herhangi bir şekilde müdahale edilmemesini ister; bu da onun en tabiî bir hakkıdır. Bir sanatkârın herhangi bir şekilde himaye edilmesine taraftar değilim. Sanatkâr, hayat kavga­sında yalnız kala kala, mağlûp ola ola kendini olgunlaştırır. Ekmeğini kazanmak için başka bir iş tutması mı lâzım? Tutsun. Yazacak şeyi varsa herkesin uyuduğu saatlerde yazar. Sanatkâr bu haysiyetini idrak etmeli ve asla uşak, dalkavuk: derecesine düşmemelidir. En güzel, en ömürlü eserlerin haysiyetli ve şerefli sanatkârlardan çıktığını her zaman görmekteyiz. Bu gün çok şükür haysiyetli sanatkârlarımız olduğu için j edebiyatımızın gelişmekte olduğunu görüyoruz ve daha da gelişeceği hakkındaki inancımız artıyor. Beklemek, sabırlı olmak lâzım.

Yaşar Nabi, Edebiyatçılarımız Konuşuyor

 

İLGİLİ İÇERİK

MÜLAKAT (GÖRÜŞME) NEDİR?

AHMET HAMDİ TANPINAR İLE MÜLAKAT

MÜLAKAT - RÖPORTAJ FARKI

MÜLAKAT ÖRNEĞİ-NURULLAH GENÇ

MÜLAKAT - ÖZ DİLİMİZ

MÜLAKAT - CEMİL MERİÇ İLE

MÜLAKAT ÖRNEĞİ-İBRAHİM CANAN

TANPINAR HAKKINDA MÜLAKAT-ORHAN OKAY

SON EKLENENLER

Üye Girişi