Edebiyat Sohbetleri,
Vardım ki Yurdundan Ayağ Göçürmüş
Bayburt'ta bir söz varmış, "Zihni'yi bile güldürür." diye. Herhalde "Ölüyü bile güldürür." demeye gelir. Buna göre Zihnî'nin gülmeyle arası iyi olmamalıdır. Onun hiç gülmediği ancak ciddiyetinde de kiri değil, vakarın hakim olduğunu kaynaklar ittifakla söyler. Bir defa kendisi hicivle iştigal eder ve ekseriya gülmeyi değil güldürmeyi ön plan da tutarmış. İkincisi, nüktenin ve mizahın okkalısını iyi tanıdığı içi öyle ulu orta her lakırdıya iltifat etmezmiş. Üçüncüsü ve belki de en önemlisi ise talihinin onu güldürecek kadar yaver gitmemiş olmasıdır. Velhasıl kader ona gülmeyince; o da gülmeyi terk etmiş ve âdeta hayatla alay edercesine -başına belalar açması pahasına- mizahı kalıba dökmüş, kafiyeye oturtmuş olmalıdır ki bize de "Zihni'yi b güldürür." meseli kalmış olsun.
Zihnî, Batılılaşma serüvenimizin başlarında, taşralı memur tipini temsil eder. Hayatı, oradan oraya savrulmakla geçer. Yaşadığı dönem zor yıllara gebedir. Memleketin mahzun hali, Sergüzeştname adlı manzum hayat hikayesinde de adım adım takip edilebilir. XVIII asrı kapayan yıllardan birinde (1797) Bayburt'ta doğmuş ve yaklaşık altmış iki yıl ömür sürerek 1859'da vefat etmiştir. Adı Mehmet Emin iken manzumelerinde Zihnî mahlasını kullandığı için biz onu Emin Bayburtlu Zihnî diye tanırız. Divan edebiyatı tarzında yazdığı manzumelerini bir Divan'da topladığı halde asıl şöhretini divanının hariç hece vezniyle yazdığı koşmalarına, destanlarına, hicivlerine borçludur. Delikanlılık çağlarında geldiği İstanbul'da on yıl kalmış ve ve Rus işgali başlayınca (1828) memleketi olan Bayburt'a dönerek harabeye dönmüş kasabaya borcunu ödemeye çalışmıştır. Vatanın doğusundaki hemen her köyde, kasabada aynı elîm manzaraların görülegeldiği o günlerde Bayburt'un hazin manzarasını tasvir eden "Vardım ki yurdundan ayağ göçürmüş" diye başlayan koşması hâlâ dillerdedir.
Zihnî'nin İstanbul'dan ayrılışı ile sırada Mekke, Mısır, Akka, Hopa, Karaağaç, Of, Erzincan ve nihayet Trabzon vardır. İlginçtir, son görev yeri olan Ünye'de ölümün soğuk yüzünü hissedince yine Bayburt'a dönmeye karar vererek yola çıkmış ancak çok gidemeden Ulaşa Köyü'ne yakın bir handa vefat etmiştir. Mezarı orada iken 1936 yılında bu yolculuğu hemşehrilerince tamamlanmış ve kemikleri Bayburt'a taşınmıştır.
Zihnî Efendi Bayburt'ta ve Akka'da iki defa evlenmiş, Akka'daki Arap eşinden boşanabilmek için 1853 yılında İstanbul'da bir hayli meşakkate katlanmış ve mehrini tediye eylemişken kadın onu bir de meşihate şikayet ederek olmayacak iftiralar atmıştır. Verilen Karakuşî karar gereği yeniden borca girerek mehir ödemiş ve bu bahsi Ser-güzeştname'sinde,
Dağ başında soyulur herkes âh
Biz İstanbul'da soyulduk eyvah
(...)
Ola kırk keseye Allah bakî
Bir edepsiz Arabın ıtlakı
diye başlayan beyitler ile pek güzel hicvetmiştir. Bu yıla dair bir de hikâye anlatılır:
Zihnî, ya bu mesele yüzünden, yahut hicivleri bahane edilerek sık sık uğradığı azil ve ardından nasıplarla ilgili olarak Babıalî'deki bir daireye gitmiş. Sultan II. Mahmud'un kıyafet inkılabı gereği memurîn artık Avrupaî kılık kıyafet giymekte, pek çoğunun sırtında İstanbulinler bulunmaktadır. Zihni Efendi ise hâlâ eski taşra kıyafetleri içindedir. Memurlar bizimkini Cer mollalarından biri sanıp biraz alay etmek istemişler:
- Hoca Efendi! Sen akıllı ve bilgili bir zata benziyorsun. Hele söyle bakalım ben kaç yaşındayım?
Sorunun ne maksada mebnî olduğunu hemen kavrayan Zihnî, oradakilerin amiri durumundaki altmışlık adama şöyle cevap vermiş:
-Zât-ı âlîleri, 30-35 civarında gösteriyorsunuz.
Bu sefer diğer memurlar da saf bir mollaya rastladıklarını vehmederek sormaya başlamışlar. Zihnî her birini münasip şekilde 15-20 yaş gençleştirerek gönüllerini hoş etmiş.
-Efendi, benim yaşım ne kadar vardır dersiniz?
-25-30, ya var ya yoksunuz.
-Ya ben?
Böylece dairede ne kadar insan varsa yaşı söylendikten sonra amir olan yaşlı zat tekrar sözü almış:
-Efendi, ne güzel tahminlerde bulundunuz. Hemen herkesi tam isabetle bildiniz. Sizde bu kabiliyet doğuştan mıdır yoksa nasıl iktisab ettiniz?
Sözün burasında Zihni beklediği anın geldiğini görüp cevabı yapıştırır:
-Hiç düşünmedim ama rahmetli pederim baytar idi. Bakar bakmaz hangi hayvanın kaç yaşında olduğunu bilirdi. Galiba bana da ondan geçmiş olmalı.
Bize göre Batılılaşma dönemi tarihimizin taşra ciheti yazılırken, özellikle Sultan II. Mahmud ve Sultan Abdülaziz devri için, Zihnî'nin terceme-i hâline ve manzumelerine mutlaka müracaat edilmelidir. Böyle bir çalışma, araştırmacıya zengin malzeme verebilecektir.
İskender Pala, Kırklar Meclisi 28