Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

"Tarih Metodolojisi ve Türk Tarihinin Meseleleri Kolokyumu"

 

TARİH VE ARKEOLOJİ

Prof. Dr. Baki ÖĞÜN

Sayın Dinleyiciler,

Bu kolokyumun gayesi anlatılırken "Bir ilmin gelişebilmesi için her şeyden önce yapılacak araştırmalara yön verecek metodolojik arayışlar içine girilmesi varılan sonuçların yayınlanması gerekir." denilmektedir. Bu çok doğru ve yerindedir. Esasen üniversitenin amacı da bir ilmin metodunu ortaya koymak ve bunu öğretmek değil midir? Görülüyor ki tarih metodolojisi konusunda tereddütlerimiz vardır. Bu açık Türk tarihinin meseleleri konusunda daha da belirgin bir biçimde kendini hissettirmektedir. Bu sebeple Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi yetkililerini bu konuyu ele almış olmalarından ötürü tebrik ediliyor ve huzurunuzda kendilerine teşekkür ediyorum.

Bugünkü tarih bilimi çeşitli safhalardan geçtikten sonra "sosyal tarih anlayışı içinde bir disiplin olarak incelenecekse -ki doğrusu budur elbette ki toplumun çeşitli meselelerini inceleyen bilimlerle tarihin ilişkilerinin önceden bilinmesinde yarar vardır. Biz bir toplumun meselelerini inceleyen bilimlerden bir veya birkaçının ötekilerden daha önemli olabileceği düşüncesinde değiliz. Fakat tarih mevzubahis olduğunda, hele bu tarih "sosyal tarih" anlayışı içinde düşünülüyorsa, arkeolojinin böyle bir tarihinin ayrılmaz bir parçası olduğuna inanıyoruz. Bu prehistorik ve klasik çağlar tarihini incelerken olduğu kadar Türk tarihini incelerken de böyledir Arkeoloji sosyal bilimlerin en yenisi değilse bile, en yenilerinden biridir Gerçi daha Antik Çağlarda dahi mezarlar soyulmuş, Roma çağından beri de koleksiyonculuk yapılagelmiştir. XIX. yy. ortalarından itibaren de sözde bilimsel amaçlı kazılar yapılmaktadır. Fakat bir İngiliz meslektaşımızın da ifade ettiği gibi geçen yüzyıldaki kazılar daha çok antika yağmacılığı için yapılmıştır. Gerçek ilmî arkeolojik kazıların II. Dünya Savaşından sonra yapılmaya başlandığını söyleyebiliriz. Onun için arkeolojinin ilmî hüviyeti memleketimizde henüz tam olarak anlaşılamamışsa bunu fazla yadırgamamalıyız. Ancak çağdaş tarihçiliğin sosyal tarih anlayışı içinde yapıldığı bir dönemde, tarihin birinci derecede yardımcısı olan disiplin arkeoloji bilimi olması gerektiğinde inandığımızı söylersek bunu abarttığımız sanılmamalıdır.  Zaten arkeoloji derken biz arkeolojinin metodunu kastediyoruz. Hepinizin affına sığınarak bunu bir kere daha tekrarlamakta yarar görüyorum: Arkeoloji insan elinden çıkan her türlü eşyayı inceleyen bilim dalıdır. Arkeologlar bu eşyayı inceleyerek onları yapan insanları tanımaya ve tanıtmaya çalışırlar. İşte sosyal tarihten de biz bunu anlıyoruz. Yakın zamana değin görevi esas itibariyle san'at eserlerini incelemek şeklinde yorumlanan sanat tarihçileri olarak Türk sanatı üzerinde çalışan meslektaşlarımızın, en azından bir kısmı, yapmakta oldukları kazılarla bu konuda daha ileride olduklarını ispatlamaktadırlar. Onlar da arkeolojinin metodunu kullanıyorlar. Onlarda artık yalnız sanat eserlerini değil, kazılarda buldukları insan elinden çıkan her türlü eşyayı bir arkeolog gibi,   arkeolojinin metotlarıyla incelemektedirler;   incelemedirler.   İşte kanımızca bu husus Türk tarihini araştırırken göz önünde bulundurulması gereken en önemli hususlardan biridir. Ancak o zaman yalnız İslami devirlerden önceki Türk kültürleri değil, daha sonraki dönem kültürleri için de daha şümullü, daha sağlam bilgiler edinebiliriz.

Türkiye'de Cumhuriyet Döneminde modern arkeolojinin öncülerinde rahmetli R. Oğuz Arık'ı o kadar erken kaybetmemiş olsaydık Türk sanatı konusundaki çalışmalar herhalde daha hızlı bir tempo ile yürüyebilirdi.

Türk sanatı ile uğraşan bilim adamlarımız ancak 1960'lardan sonra kazılara başlamışlar ve buldukları veya inceledikleri eserleri daha yeni yeni değerlendirmektedirler.

Bu konuda söz söylemek bize düşmez. Ancak metot açısından bir iki örnekle bazı hususlara temas etmek istiyoruz.

Ahlat'ta yapılan kazılarda ortaya çıkarılan yuvarlak şekilli bir tür oda mezarı olan akıtların yakın benzerleri hafırlere göre Doğu Türkistan'da görülmektedir. Kubadabat çinileri üzerindeki figürleri Uygur resimleriyle yakın benzerlikler gösterdiklerinden bahsedilmiştir. Herhalde bu eserlerin öteki buluntularla birlikte nihai yayınlan yapılırken benzerleri teker teker bulunup bu eserleri yanyana koymak suretiyle hem okuyucuya bunları karşılaştırmak imkânı verilecek hem de bundan çıkarılabilecek sonuçlar enine boyuna tartışılarak yorumları yapılacaktır. Nitekim XI. yy. sonları ile XIV. yy. sonlan arasına tarihlendirilen Ahlat mezar taşlarından hiç değilse başkalarının eski Altay yöresi mezar taşlan ve anıtlarıyla karşılaştırıldığını ve benzerlerinin de birlikte yayınlandığını görüyoruz. Bunun yanında Afyon bölgesinde bulunmuş bir lahit parçası olduğu tahmin edilen bir taş üzerindeki geyik kabartması ve Tokat'ta görülen bir başka geyik tasviri eski Türk mezar taşlarında rastlanan tasvirlerle ilgili görülmektedir. Meseleyi münakaşaya, müzakereye açmak söylüyorum. Bilindiği gibi geyik tasvirlerine Anadolu'da prehistorik çağlardan beri rastlanmaktadır.

Öte yandan şahsen bendeniz, çok yakın zamana kadar Türk kadınları tarafından da severek takılmış olan gümüş Van kemerlerinin Urartu kemerlerinden gelmiş olabileceğine inanıyorum. Tabii ki bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Genel olarak Türkiye'mizde bir yandan kazılarla ortaya çıkarılan tüm malzemenin, öte yandan büyük bir itina ile toplanacak her türlü eserin, derinliğine incelenmesi ve yayınlanması suretiyle sahip olduğumuz eserlerin millî kültürümüz ve insanlığın müşterek mirası olan genel kültür eserleri arasındaki yerini ve değerini ilmî metoduyla tespit etmek durumundayız. Ancak bu suretle bunları yapan insanları tanımış ve tanıtmış olacağız. Yine bu araştırmalarla ortaya çıkarılan eserlerle beraber insanların dil ve edebiyatları vs. ile ilgili belgeleri de inceleyerek dinleri öte dünya hakkındaki inanışları, öteki insanlarla ilişkileri konusunda bilgiler ediniyoruz. Bu arada şimdiye kadar elde edilen birtakım eski ve yarım belgeler ve bilgilerden ötürü yapılan yanlışlıkları düzeltiyoruz. Bunun en yakın örneği olarak yakın tarihimizin en aktüel konusu olan Ermeniler meselesini gösterebiliriz.

Bilindiği üzere Ermeniler, Urartuları kendilerinin ataları saymakta ve bu memleketin çok eski çağlardan beri sahibi olduklarını iddia etmektedirler. Gerçekten bu fikri teyit eder gibi görünen emareler vardır. VI. yy. başlarında Ermenilerin adına rastlıyoruz. Böylece Ermenilerin Urartuların mirasına kondukları ortaya çıkıyor. Tarihte hiçbir kültür yoktur ki kendisinden önce gelen kültürden veya ilişkilerde bulunduğu çağ dışı kültürlerden etkilenmemiş olsun. O hâlde Ermenilerin de mirasına kondukları Urartular tarihine kalmış olacakları tabiîdir. Ermenilerin kayaları oymayı Urartulardan öğrenmiş olmaları, bugün dahi kullanılan Urartu su kanallarından onların da yararlanmış oldukları; onları tahmin ettikleri, benzerlerini yaptıkları ve kendilerinden çok yüksek bir medeniyete sahip olan Urartuları, hemen her konuda -yukarda bahsi geçen Urartu kemerleri ve maden işçiliği dâhil taklit ettiklerine şüphe yoktur. İşte Ermeni sanatında görülen Urartu özelliklerinin nedeni budur. Biz bugün Van'daki ünlü Şamram Kanalı'nın güzergâhında bulunmuş 16 kitabeden kesin olarak Urartu Kralı Menuaş tarafından İ.Ö.800 yıllarında yaptırıldığını biliyoruz. Bu kitabelerden birinde ünlü Babil Kraliçesi Semiramis öteki adıyla Şamuramat'ın adı geçer Bununla ilgili olarak Ermeniler Şamran Kanalı'nın hikâyesini kendilerine göre adapte etmişler ve onu kendileri için efsaneleştirmişlerdir. Böylece Ermeniler Şamran Kanalı'nı atalarının yaptığını iddia etmişlerdir. İşte bahsi geçen meareler kısaca bunlardır. Ama öte yandan dilcilere göre Ermeni dini ile Urartu dili arasında hiçbir münasebet yoktur. Ermenice Yunanca ile akrabadır.

Bilindiği üzere ölü gömme âdetleri bir toplumun kolay kolay değişmeyen vasıflarındandır. Doğu Anadolu'da yapmış olduğumuz araştırmalar sırasında Adilcevaz-Harmantepe köyünde bulduğumuz Hıristiyanlık öncesi bir döneme ait bir mezarlıktaki gömmelerin Urartu ölü gömme âdetlerinden tamamen farklı olduğunu tespit ettik. Bu sebeplerle son yıllarda Ermeni-Urartu akrabalığının tutarsızlığını gören bazı batılı araştırıcılar bu defa Ermenileri Fryglere yaklaştırmak istemektedirler.

Biz bugünkü bilgilerimize göre bu iddianın da tutarsız olduğuna inanıyoruz. Şimdi görevimiz bunu belgeleriyle ortaya koymaktır.

Saygılarımla.

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi