Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

Servise alınalı üç ay olmuştu. Ufak tefek bir adamcağızdı. Kupkuru yüzünü kırmızı kır­mızı sivilceler kaplamıştı. Mor çukurlarına gömülmüş ufacık gözlerini kaçırır, göz göze gel­mekten ödü kopardı. Keşfedilmekten korkan, kaçan bir suçluydu sanki.

İşi, kara kaplı, çok yapraklı kocaman defterdeki sıra sıra rakamları toplamaktı. Her sabah bütün memurlardan önce gelir, akşamları da herkesten sonra paydos ederdi. Cıgara, çay, kahve içtiği görülmemişti. Öğleyin herkes yemek paydosuna çıktıktan sonra rahlesi gerisine siner, sa­bahleyin evde getirdiği peynir ekmeğin mit mit yiyerek, birtakım rakamları toplamaya koyulur­du.

Bütün memurlar onu orda, servisin alaca karanlık köşesinde unutmuşlardı. Hatırlanmaya hevesi de yoktu zaten. Unutulmaktan memnun, çalışır dururdu. Birinde odacıdan su istemişti. Öteki memurlara "Emredersiniz" le koşan odacı. "Ayakların kirada değil ya. Kalk iç!" karşılı­ğını vermiş ve homurdanmıştı, "Kendini fasulya gibi nimetten sayıyor."

Gün geldi, bu küçük memurun sırtındaki pardösü fiskosa vesile oldu. Yıllık bilanço hazır­lıklarında sabahlara kadar çalışıldığı, defterikebir ve muavin hesapların aktif ya da pasiflerinde kuruşların aranmaktan yorulduğu, demli çayların höpürtüyle içildiği anların alaylı kahkahaları hep bu pardösü içindi.

Memurlar şöyle lâf atarlardı:

-    Demek pardösüler, kirlendikçe...

-    Değerlenir.

-    Ne biliyorsun?

-    Ben senin gibi cahil miyim? En son modayı takip ediyorum!

Küçük kâtip kulak memelerine kadar kıpkırmızı kesilir, ama cevap vermezdi.

Yılbaşı geçti. Şubat, mart, nisan, mayısla beraber havalar ısındı. Haziranda ceketler atıl­dı. Hatta atlet fanilalarıyla çalışanlar oldu. Ama küçük kâtip, kıştan bu yana büsbütün kirlenip çamur rengini alan pardösüsünü sırtından çıkarmadı. Haziranda hâlâ sırtından çıkarılmayan bu kirli pardösü, fabrikada günün konusu oldu. Atölyelere yayıldı. Ustalar, şefler, atölye kâtipleri birer vesileyle servise gelip kirli pardösüyü ve müthiş sıcakta onu hâlâ sırtından atmayan ufa­cık adamı sıkıntıyla seyrettiler, sonra da bastılar kahkahalarını.

Küçük kâtipte sabır, inat derecesindeydi. Niçin geldiklerini, neye kahkaha attıklarını bili­yordu biliyordu ama ne olur bir günden bir güne başını kaldırıp baksın! Hayır bakmıyordu. Ku­lak memelerine kadar kızarıyor, yutkunuyor, sık sık unuttuğu eldeler yüzünden, toplamaya ye­niden başlıyor, sıkıntısından, yüzündeki sivilceler kıpkırmızı kesiliyordu.

Kirli pardösü nihayet umum müdürün kulağına gitti.

İri yan, dev gibi biri olan umum müdür:

-    Ne? dedi. Pardösüyle mi oturuyor? Bu çatır çatır sıcakta ha!

-    Evet, dediler. Pardösüyle oturuyor. Hem de tekmil düğmeler baştan aşağı ilikli!

Umum müdür servise geçti. Bir tarafta gömlek, hatta atlet fanilalarıyla çalışanlara karşı­lık, küçük kâtip pardösüyle çalışıyordu gerçekten de...

Yanına gitti.

-        Evladım, dedi. Bu sıcakta herkes atlet fanilasıyla çalışırken, sen pardösüyle oturmaktan sıkılmıyor musun?

Koca servis safi kulak kesilmişti. Kalemler bırakılmış, gözler küçük kâtibe çevrilmişti. O gene kulak memelerine kadar kıpkırmızı, usullacık ayağa kalkmış, umum müdüre azapla bakı­yordu. Bir ara gözleri umum müdürün omuzu üzerinde karşı duvarda asılı duran Atatürk'ün bü­yük boy fotoğrafına gitti: Büyük üniforması içinde, mavi gözleriyle gülümsüyordu.

Umum müdür:

-        Çıkar şu pisi diye bağırdı.

-        Leş gibi de kokuyorsun. Yıkanmıyor musun sen?

Küçük memur fırtınaya tutulmuş gibiydi. Gözleri kararıyordu. İçinde, içinin tâ derinlerindeki karanlık cıva ağırlığı dalgalı bir deniz gibi hırçınlaşıyordu.

-        Çıkar şunu diyorum sana!

Küçük memur silkindi, umum müdürle göz göze geldi. Sonra titreyen parmaklar kesik düğmeleri hınçla çözdü; geniş bir davranış. Pardösü çıktı: Altta ne gömlek vardı, ne fanila. Da­racık kupkuru, ipince bir vücut, fırlak omuzları ve tahta gibi göğüs...

Umum müdürün yüzü karıştı. Söylediğine pişman, oldu.

-    Ne maaş alıyorsun sen? Öfkeli bir ses karşılık verdi:

-    Yirmi beş lira!

-      Eline ne geçiyor?

-     On dokuz doksan beş.

-     Evli misin?

-     Evliyim.

-     Çoluk çocuk?

-     Üç tane.

Umum müdür sendeledi. Sonra içini çekerek:

-        Peki, evladım, giyin! dedi.

 

 

 

Orhan KEMAL

(Ekmek Kavgası)

SON EKLENENLER

Üye Girişi