Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Kasım ayında güneşli bir Pazar sabahı... Önceki akşamdan yapılmış hazırlık ile ASM önünde sabah erken saatte toplanıyoruz. Bugün, ULTİMA doğa sporları ve araştırma derneğinin hafta sonları için organize ettiği yürüyüşlerden biri yapılacak. Programa göre dağda keyifli bir kahvaltıdan sonra yürüyüşe başlanacak.
20 kadar arkadaş, sırt çantalarımızı otobüse yerleştirip Karapürçek ilçesi sınırları içindeki Göktepe yolunu tutuyoruz. Önce Küçücek beldesine uğrayıp yürüyeceğimiz güzergâhı bilen rehberi­mizi alıyor, sonra Ahmediye köyünden geçip ormanın başladığı yerdeki restorana varıyoruz.
Burası köy ile ormanın sınırı ve yaklaşık 800 metre irtifada bir yer. Restoran çok güzel bir yerde kurulmuş; kuzeye doğru neredeyse bütün ova görülüyor.
Biz restorana vardığımızda son kahvaltı hazırlıkları da bitiriliyor. Bir grup arkadaş daha erken sa­atte havanın henüz soğuk olduğunu düşünerek içeride kahvaltı yapmak isterken bir grup da doğa ile iç içe olmayı yeğliyor ve dışarıda kahvaltı sofrasına oturmak istiyor. Sonunda her iki gruba da uygun iki sofra ile kahvaltımıza başlıyoruz.
Kahvaltıda yok yok... "Bu gün çok enerji harcayacağız" bahanesiyle kahvaltıyı biraz abartıyor, hepimiz biraz çok yiyoruz. 10 kilometrelik bir yolu gidip döneceğimizi de unutmadan vakit kaybetmemeliyiz. Çok geçmeden hemen toparlanıyor ve bir fotoğraf çektirerek çantalarımızı sırtlıyor, sabırsızlıkla beklediğimiz yürüyüşe başlıyoruz.
Bugün sonbaharın belki de en sarı ve en romantik günü... Yürüyüşe başladığımız bu orman içi yolunda altın rengi yaprakların yarısının yerde, kalan yarısının da dalında olduğunu görüyoruz. Doğa adeta bir kanadını yere sermiş ve üzerinde eğlenceli bir yürüyüş yapmamıza imkân sağlamış. Ayrıca en sarısı hatta kızılından koyu yeşiline kadar her rengin iç içe, yan yana olduğu bu yoldaki manzaralar bizleri büyülüyor… Zaman şeridinde bir daha yaşanmayacak bu anı kendisiyle tespit etmek isteyen arkadaşlar sık sık fotoğraf çekerek veya çektirerek birer hatıra ediniyor.
Bir araba yolundan başladığımız yoldan bir süre sonra patika bir yola sapıyor, bazen 2 metreyi bulan bir yaprak kanalı haline gelen bir yoldan bir süre yürüyoruz. Sıkça kestane ağaçları olduğu için yerde, yapraklar arasında kestane olduğunu fark etmek kolay oluyor. Yollarda kestaneler olur da gidilir mi? Bu sefer de kestane toplamak için yürüyüşümüz bozuluyor...
Yolda belli aralıklarla dinlenme ve su içme molaları veriyoruz. Vücut suyla çalışan bir makineye benzetildiği için, susama olmasa da yürüyüşler esnasında belli sürelerle mutlaka su içilmesi önerilir * Böylece vücut performansının sürdürülmesi sağlanır. Bu nedenle sırt çantalarımızın en önemli öğesi I sudur yahut sıvı içeceklerdir.
İrtifamızın 1100 metreler olduğu sıralarda kuru ve yaprakla bezenmiş yolumuz ıslak, hatta çamur haline dönerken gökyüzünden bir bulut yere iniyor veya biz bir bulutun içine yükseliyoruz. Artık her şey bir tiyatro sahnesindeki gibi birden değişivermiş, bir mevsimin başından ve sonundan iki ayrı hava durumunu yaşıyor gibi olmuşuz. İçinde bulunduğumuz bulut veya sis etrafımıza bir büyülü duvar örmüş, biraz uzağımızdaki her şey bu sis tarafından yutulmuş gibi görünüyor. Yansıdığı yerlerden dahi göz kamaştıran güneşe bile artık rahatça bakabiliyor, fotoğraf makinelerimize de gösteriyoruz Bu arada, yerdeki çamur dolayısıyla sık sık ayı izlerine rastlıyor, görüntülerin belirgin olduğu yerlerde onları fotoğraflıyoruz. Herkes bu izleri inceliyor; ama kalabalık olduğumuzdan hiç kimse bir ayı izine rast­lamış olmaktan dolayı her hangi bir kaygı duymuyor.
Çok geçmeden etrafımızdaki sisi delip üstüne çıkıyorduk ki, geçen günlerde yağan kar ile karşıla­şıyoruz. Çamur yerine artık kar üzerinde yürümeye başladık. Bu, çamur üzerinde yürümekten çok daha rahat kuşkusuz. Artık birkaç saat içinde her şey iyiden iyiye değişmiş oluyor. Gökyüzünde gene pırıl pırıl bir hava, yerde güneş ışığıyla gözümüzü iyice kamaştıran kar, etrafta kar ile daha da çeşitlilik kazanmış do­ğa... Kar olur da kartopu oynanmaz mı? Yazın hemen ardından gelen kar turfanda bir meyve gibi her zaman çok ilgi çekici oluyor. Bizim arkadaşlar da keyfini çıkara çıkara ilerlemeye devam ediyor.
1400 metrelere vardığımız bir ara geri dönüp baktığımızda hemen altımızdan bütün ufka doğru yayılmış bir bulut denizinin her tarafı kapladığı görülüyor. Etraftaki kimi tepeler bu denizin üzerinde ada veya yarım ada gibi gözüküyor. 1500 metreye vardığımız sırada bir küçük tepe üzerinde mola veriyo­ruz. Saat 13.00' ü biraz geçiyor.
Zirveye varmak için 20 cm den fazla bir kar üzerinde en az bir saat daha yürümek gerektiğini an­lıyoruz. Yürümekten ziyade etrafın büyüsüne kapılıp çok zaman kaybetmiş olduğumuz açık. Bu ne­denle zirveye varmak istersek bir hayli karanlığa kalacağımız anlaşılıyor. Hatta zirveye varmasak dahi gene de geceye kalmaktan kurtulamayacağımızı anlıyoruz. Bu nedenle daha ileri gitmekten vaz geçi­yor ve zirve molasını burada veriyoruz. Yeme-içme ve dinlenme faslından sonra gene etrafa ilişkin fotoğraflar çekerek geri dönüyoruz.
Saat 14.00'den sonra güneş sanki hemen batacakmış gibi geliyor. Biz bu saatten sonra dönüşe geçiyoruz. İniş daha kolay oluyor kuşkusuz. 10 km yolun 8 kilometresinden dönsek bile gene de saat­lerce yürümek zorunda olduğumuz kesin.
Neyse ki, gün ışığı yolun kar ve çamur olan kısımlarında hala bize yardımcı olmaya devam etti. Yo­lun kalan yarısını artık karanlıkta yürümeye başladık. Bu da yürüyüşe ayrı bir çeşni kattı. Gece ay da olmadığından karanlık bir süre sonra zifiri karanlığa dönüyor. Etraftaki kocaman ağaçlar dahil hiç bir şey seçilemiyor. Gereği halinde arkadaşlarımızdaki kafa üzerinde bir bere gibi oturtulan dağcı lambaları ile aydınlanma sağlanıyor, sonra gene lambalar kapatılıyor ve karanlıkta yürümeye devam ediyoruz.
İçimizden çok az kişi gece zifiri karanlıkta bir dağ ormanında bu şekilde yürüyor. Kimi arkadaşlar da muzırlık olsun diye gece hayalet hikâyeleri anlatıyor, bu da diğer bazı arkadaşlarda heyecan ve adrenalin yükselmesine neden oluyor.
Bir saatten fazla karanlıkta yürüdükten sonra nihayet başladığımız restorana varıyoruz. Hepimiz az çok yorulmuşuz. Bir günlük yürüyüşte bir hayli çeşitlilik yaşamanın da keyfi içindeyiz.
Restoranda kısa bir moladan sonra otobüse biniyoruz. Güzergâh rehberimiz telefonla konuşuyor, birisine 20 kadar kişi olduğumuzu söylüyor. Restoranda çay içmediğimiz için bir kahvehaneye gitmekte olduğumuzu düşünürken otobüsümüz Küçücek beldesinde bir mahalle arasında duruyor, "niye burada durduk?" diye soracak olduk ki, rehberimizin bizi kendi evine götürdüğünü anladık. Gün boyu çamurda karda yürümenin sonucu üst baş çamur içinde eve girmek istemediysek de rehberimizin bundan alına­cağını görüp çaresiz girdik. Sıcacık bir oda ve hazır bir yer sofrası... Bütün günün yorgunluğunu eve dönüp atmayı tasarlamış olsak da rehberimizin fedakâr eşi bizler için ne gayretlerle neler hazırlamış! Bizi hem çok mutlu eden ve hem de duygulandıran bu akşam ziyafetine teşekkür ederek evden ayrılı­yor, şehre dönmek üzere tekrar otobüsümüze biniyoruz...
Hasan SAĞLAM
Irmak Kültür-Sanat Dergisi Ocak 2007